59- Ey peygamber,
zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden
üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine
daha uygundur. Allah çok yarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.
Âyetin Lafzî
Tahlili
(Ezvâcike):
Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç, evli çiftten her birisine verilen
isimdir. Âyetteki zevceler, Resulullah (sav)'ın hanımlarıdır.
(Yüdnîne):
Atarlar, örterler.
(Celâbibihînne):
Çelabib, cilbab'ın çoğuludur. Çilbab, bütün vücudu Örten elbiseye
denir.
(Ednâ):
En yakın demektir.
Âyetin İcmali
Manası
Allahu taala
sevgili peygamberine, bütün İslâm ümmetini, İslâm adabına, İslâmın
getirmiş olduğu faziletli ahlaka ve hikmetli tanzimata, ferdin
salahı ve cemiyetin saadetini temin için, çağırmasını emretmiştir.
Bunlardan biri de müslüman aileye taalluk eden İçtimaî nizamdır ki,
kadının örtünmesidir. Bu örtünme müslüman kadına farzdır. Çünkü
onunla şerefini, namus ve İffetini yaralayıcı gözlerden, hasta
kişilerden korumuş olur.
Bu hususta Allahu
taala sevgili Peygamberine şöyle hitap etmektedir: Ey peygamber,
Allah (cc)'ın emirlerini mümin kullarına ilet ve evvela bu emirleri
kendinde uygula. Müminlerin anneleri olan temiz zevcelerine,
faziletli kızlarına, İslâmın getirmiş olduğu örtünme şekliyle
örtünmelerini, erkeklerin bakışlarından korunmalarını emret. Evvela
bunlar Örtünsünler ki diğer kadınlara iffet ve örtünmede örnek
olsunlar. Hiçbir fasık ve facir de onları görmesin.
Örtünmeyi bütün
mümin kadınlara da emret. Onlar da güzelliklerini, ziynetlerini
örtecek bir dış elbise giysinler. Bu elbise ile bütün insanların
dillerinden, gözlerinden uzaklaşsınlar, kendilerini korusunlar. Bu
örtüleriyle yüzlerini ve diğer vücud azalarının tamamını
kapatsınlar. Böylece cariyelerden ve ahlaksız kadınlardan
seçilsinler, Garazkar kimselere hedef olmasınlar, facir kadınlardan
da uzak olsunlar. Hiç kimse onlara kötülük ve fenalık düşünemesin.
Mümin kadınların
örtüleri, iffet ve namuslarını korumaya en büyük sebebtir. Arttk
onlardan kalbi bozuk kimseler de birşey umamazlar. Allahu taala
emirlerini yerine getirene mağfiret eder, O, bütün kullarına da en
çok merhamet edendir. Onlara ancak dünyada selamete, ahirette
saadete vesile olacak şeyleri emreder.
Âyetin
Tefsirindeki İncelikler
Birinci
İncelik:
Allahu taala örtünme emrine evvela Resulullah (sav) ın zevceleri ve
kızları ile başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların Önderi ve
İmtisal numunesi olduklarını göstermektedir. Diğer kadınlar onlara
uyacakları İçin uygun olan da şer'î emirlere, hükümlere Önce
onların sarılmaları, aynen yerine getirmeleridir. Zira bir davetin
etkili olabilmesi İçin davetci, tezlerini önce kendinde ve aile
efradında tatbik etmelidir. İşte bu hususta da etbetteki Resulullah
(sav)'ın zevceleri ve kızlarının önder ve öncü olmaları gerekir.
Bunun için Allahu taala peygamberine -kadınların örtünmesini
vahyederken âyetin başında evvela kendi zevce ve kızlarını
zikretmiştir.
İkinci incelik:
Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri İstikrar
kazandıktan sonra nazil olmuştur, öyleyse bu âyette emrolunan
tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka ve fazla bir
örtünmedir. Bunun İçindir ki, bütün müfessirler, tabirleri değişik
de olsa mefhumda birleşerek âyetteki «cilbabtan maksadın kadının
elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise
olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zamanımızda kadınların
çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri
gerekmektedir. Âyetteki «cilbab»tan maksat, bazı cahillerin
sandıkları gibi setr-i avret değildir.
Üçüncü İncelik:
Âyetteki «Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına...»
ifadesindeki tafsilat, hicabın yalnız Resulullah (sav)'ın
zevcelerine farz olduğunu iddia edenlerin iddialarını açıkça
reddetmektedir. Çünkü âyetteki «müminlerin kadınlarına» ifadesi,
örtünmenin bütün mümin kadınlara emredildiğine, onların da bu umumi
hitaba dahil olduklarına kesin bir şekilde delalet etmektedir. Bu
sarih emir karşısında nasıl olur da müslüman kadınların örtünmesinin
farz olmadığı İddia edilebilir?
Dördüncü
incelik:
«Bu onlann tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.» âyetinde
hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer'î hükümlerin
hepsinde meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerindeki
hikmet de hem onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır.
Müfessirlerin
cumhuruna göre, âyetteki «tanınıp» kelimesinden maksat, hür kadın
olduklarının anlaşılması, köle ve cariyelerden temyiz
edilmeleridir.
Ebu Hayyan, bu
hususta cumhurun görüşünden başka bir görüşü tercih etmiştir. Ona
göre âyetteki örtünme emri ister hür, ister cariye olsun bütün
müslüman kadınlaradır. «Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine daha
uygundur.» âyetini de, «Namus ve iffetle tanınsınlar kî, fasit
kimseler onlardan birşey beklemesinler.» şeklinde tefsir etmektedir.
Ebu Hayyan'ın görüşünü Bohr-I Muhid'deki ifadeleriyle aynen
aktarıyoruz:
«Ayetteki
«müminlerin kadınları» ifadesinin zahiri, hür kadınları da
cariyeleri de içine almaktadır. Cariyeler için fitne tehlikesi daha
çoktur. Çünkü onlar hür kadınlara nisbetle dışarıda daha çok
bulunurlar. Cariyeler «müminlerin kadınları» ifadesinin kapsamından
çıkarabilmek için çok açık bir delil lazımdır. Böyle bir delil
olmadığına göre onların da örtünmeleri lazımdır. «Bu, onların
tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.» âyetinden maksat, «Onlar
Örtüleri sebebiyle iffetli olarak tanınırlar. Bu sebeble hiçkimse
onlara dokunamaz.» demektir. Çünkü hiç kimse mütesettir bir kadına
bakamaz, kendisinde böyle bir cesaret bulamaz. Ama kadın açık
olursa, ona herkes bakar, çıtlatma yoluyla da olsa arzularını
duyurmaya çalışır. Çünkü o, açıklığı ile kendisini teşhir
etmektedir.[1]
Bu görüşü Ebu
Hayyan’ın çok keskin ve isabetli bir görüşe sahip olduğunu
göstermektedir. Biz de Ebu Hayyan'ın görüşünü tercih ediyoruz. Zira
tesettürden maksat budur. Ayrım yapılmadan hür ve cariye mümin
kadınların kapanmasıdır.
Âyetteki Şer’i
Hükümler
Birinci Hüküm:
Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?
Âyeti kerimenin
zahiri, hicabın mükellef olan müslüman, hür ve baliğ bütün kadınlara
farz olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «Ey peygamber,
zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden
üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur, öyleyse kafir kadınlara
hicab farz değildir. Çünkü onlar İslâm’ın fer'i hükümleriyle
mükellef değildirler. Üstelik bize onları kendi başlarına
bırakmamız emredilmiştir. Hicab (örtünme) bir İbadettir. Çünkü bunda
Allah (cc)'ın emrine İmtisal vardır.
örtünmek müslüman
bir kadına namaz ve oruç gibi farzdır. Bu yüzden müslüman bir kadın
örtüyü inkaren terk ederse mürted olur, İslâmdan çıkar. Fakat inkar
etmeden sırf bozuk bir cemiyete uyarak terkederse mürted değil, asi
olur. Bu hareketiyle Kur'anın âyetlerine muhalefet etmiş olur. Zira
Allahu taala, «Evvelki cahlliyet (devri kadınlarının kırıla döküle,
süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 33)
buyurmuştur.
Şu var ki, her
nekadar Örtünmekle mükellef olmasa da gayri Müslim bir kadının
cemiyeti bozacak bir şekilde ortalıkta dolaşmasına İzin verilemez.
Şimdi gördüğümüz gibi öyle İçtimaî edebler vardır ki, onlara uymak
herkes için farzdır. Cemiyeti fenalıklardan korumak bakımından bu
İçtimaî edeblerde müslümanlar ile gayri müslimler eşittirler. Bu
içtimaî edebler İslâmın şer'i siyasetidir ki bunları uygulamak
müslüman hakimin vazifesidir.
Cariyelere
gelince, bu husustaki hükmü alimlerin ağızlarından naklettik.
Burada tercih olunan allame Ebu Hayyan'ın görüşüdür. Ona göre
âyetteki örtünme emri hem müslüman cariyeleri, hem de hür müslüman
kadınları İçine alan umumi bir emirdir. Ebu Hayyan'ın bu görüşü,
namusların korunmasını hedef alan şeriatin ruhuna en uygun olan
görüştür.
Müslümanların
vazifesi, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına
giren kız çocuklarını Örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme
teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir. Namazda da
durum böyledir. Nitekim Resulullah (sav), «Çocuklarınız yedi yaşına
girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde
namaz kılmazlarsa onları dövün.»
[2]buyurmuştur.
İkinci Hüküm:
Örtünmenin Şekli Nedir?
Allahu taala mümin
kadınlara, iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı erkekler
karşısında uzun bir örtü İle elbiselerinin üzerinden Örtünmelerini
emretmiştir. Alimler bu tesettürün nasıl olacağı hususunda İhtilaf
ederek birkaç görüşe ayrılmışlardı:
1-
Taberî İbni Sirin'den şöyle rivayet eder: «Abide es-Selmani (ra)'ye
«...dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin
manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu
örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı.
Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiilî olarak tefsir
etti.»[3]
2-
Taberî ve Ebu Hayyan ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmişlerdir:
«Kadın cilbabını alnının üzerine İndirir ve oradan sıkar. Alttan da
burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarda
kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen
'kapatmalıdır.»
[4]
3-
Yüzü örtmenin keyfiyeti hakkında Süddî'den şöyle rivayet
edilmiştir: «Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü
kapatmalıdır.» Ebu Hayyan şöyle der: «Endülüs'teki adet de Süddinin
tarif ettiği gibi idi. Kadın bütün vücudunu Örter, yalnız tek gözü
açıkta kalırdı.»
[5]
4-
Abdürrezzak ve bir cemaatin rivayetine göre müminlerin annesi Ümmü
Seleme (ra) şöyle demiştir: «Bu âyetin nüzulünden sonra ensarî
kadınları siyah çarşaflara büründüler. Sanki hepsinin başına birer
karga konmuştu.»
[6]
Üçüncü Hüküm:
Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?
Nur Suresinin
tefsirinde geçtiği gibi, kadının ziynetlerini mahremlerinden
başkasına göstermesi haramdır. Zira Allahu taala, «Ziynet (mahal)-lerini
kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının
babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının
oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi
biraderlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından,
yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ellerindeki memlukelerden,
yahut erkeklerden yana İhtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış
bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine
muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler.
Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.»
(Nur: 31) buyurmuştur. Yüz, ziynetin ve güzelliğin aslı, fitnenin
kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi zaruridir.
Yüzün avret
olmadığını söyleyenler ise[7]bunu
iki şarta bağlamışlardır. Bu şartlardan birisi, yüzün tabii
durumunda bulunması (yani makyajsız olması), ikincisi, fitneden
emin olunmasıdır. Şayet yüzün acılması fitneye sebeb oluyorsa
açılması haramdır. Şüphesiz asrımızda fitneden emin olunamaz. Bunun
için müslüman bir kadının şerefini korumak için yüzünü örtmesi
farzdır. Bu husustaki şer'i delilleri Nur Suresinin tefsirinde
beyan ettik. Ancak buraya bazı müfessirierin yüzün Örtülmesinin farz
olduğu hususundaki görüşlerini ilave edeceğiz.
Müfessirierden bir
zümre yüzün örtülmesinin farz olduğuna kaildirler:
1-
İbni Cevzî, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.»
âyetinin tefsirinde İbni Kuteybe'den naklen şöyle der: «Başlarını ve
yüzlerini Örtünmelerini söyle ki onların hür oldukları bilinsin.
Âyetteki «celabib» kelimesinden maksat da, normal elbiselerin
üzerini kapatacak ve vücud hatlarını göstermeyecek bir örtüdür.»
[8]
2-
Ebussuud Efendi: «Cilbabtan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür.
Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek
ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası, «Kadınlar dışarıya
veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman bu örtüyle
yüzlerini ve bütün vücudlarını Örtsünler.» olur. Süddî de âyetin
tefsirinde, «Kadın alnını ve yüzünü örter. Yalnız birtek gözü açık
kalır.» demiştir.»
[9]
3-
Ebu Hayyan: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.»
âyeti tepeden tırnağa kadar bütün vücudun örtülmesini emreder. Veya
âyetteki «üstleri» kelimesinden maksat yalnız yüzlerdir. Yani âyet
yüzlerin örtülmesini emretmektedir. Çünkü cahillyet devrinde hür
kadınlar zaten yüzleri hariç bütün vücudlarını (saçları dahil)
Örtmekteydiler.»
4-
Cessas: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyeti,
genç kadınları yabancı erkeklere karşı yüzlerini örtmeleri
gerektiğine delalet ediyor. Kadınlar dış örtülerine bürünmelidirler
ki kötü niyetli kimseler onlardan birşey umarak eziyet etmesinler.»
[10]
5-
Celaleyn: «Celabib», cilbab'ın çoğuludur. Cilbab İse, »kadının bütün
vücudunu kapatan örtüdür. İbni Abbas (ra), «Hür olduklarının
bilinmesi ve iffetlerinin korunması için mümin kadınlara bir
gözleri hariç bütün baş ve yüzlerini örtmeleri emredilmiştir.»
demiştir.»
[11]
6-
Taberî, İbni Sirin'den şöyle nakleder: «Abide es-Selmanî (ra)'-den,
«...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin
manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu
Örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı.
Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir
etti. Bunun benzeri İbni Ab-bas (ra)'tan da nakledilmiştir»
[12]
Bu ve bunların
emsali nakiller İle meşhur müfessirlerin kavilleri, kadınların
yabancı erkekler karşısında ve dışarıda yüzlerini örtmelerinin farz
olduğuna açıkça delalet etmektedir. Ancak birkaç istisnaî durumda
yüz açılabilir. Bunlardan birisi, sünnet veçhi ile evlenmek isteyen
bir erkek talib olduğu kadının yüzüne bakabilir. Bir de kadın, hac
ihramına girdiği zaman yüzünü örtmez. Çünkü bu İbadet zamanıdır ve
fitne söz konusu olamaz. Kadının hacda yüzünü açması başka hallerle
kıyas edilemez. Günümüzde bazı cahiller, «Madem ki kadın ihramlı
iken yüzünü kapatmıyor, öyleyse diğer zamanlarda da yüzünü açabilir.
Çünkü yüz avret değildir.» diyorlar. Bu İddia İslâm fıkhını
bilmeyenlerin sözüdür. Selef-İ salihinin hayatını, sahabi ve
tabiinin kadınlarının yaşayışlarını ve İslâmın altın devrindeki
kadınların örtünmelerini, korunmalarını inceleyen, araştıran herkes,
yüzün avret olmadığını açılmasının mubah olduğunu söyleyenlerin hata
ettiklerini kesin olarak anlar.
Bu İddiacılar,
yüzün avret olmadığını söyleyerek müslüman kadına yüzünü açmasını
tavsiye ederler. Kendi zanlarına göre böylece ilmi kstmetmenin
günahından da kurtulmuş olmaktadırlar. Halbuki yüzün avret
olmadığını İlk defa ortaya atanlar din düşmanları olmuştur. Bu din
düşmanları tedrici olarak müslüman kadınları şer'î hicabından
çıkararak İslâmın içine fitne salmaya ve dini yıkmaya
çalışmışlardır. «İnna lillah ve Inna İleyhi raciun.»
Dördüncü Hüküm:
Şer’i Örtünmenin Şartları?
Şer'î örtünmenin
zaruri şartları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1-
Örtü, bütün vücudu örtmelidir. Zira Allahu taala, Dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur. Cilbab,
bütün vücudu örten bir elbise, bir Örtüdür. «Yüdnine», kina kökünden
gelen bir fiildir. İdna elbiseyi, örtüyü aşağıya doğru
salıvermektir. Buna göre şer'î Örtünme, vücudun tamamını örtmektir.
2-
Örtü, alttaki elbiseyi gösterecek kadar İnce olmamalıdır. Zira
hicabtan maksat gizlemektir, ince örtü. alttaki elbisenin
görünmesini önleyemez. Bakışlara da mani olamaz. Nitekim Hz. Ayşe,
«Ebubekir Sıddık'ın kızı Esma üzerinde İnce bir elbise İle
Resulullah (sav)'ın yanına gelince Resulutlah (sav) ondan yüzünü
çevirdi.»
[13][70]
3-
Örtünün kendisi bir ziynet olmamalı ve cazlb renkli kumaşlar
kullanılmamalıdır. Zira Allahu taala, «Ziynetlerini açmasınlar.
Bunlardan görünen kısım müstesna.» buyurmuştur. Ayetteki «görünen
kıtıımdan maksat, kasıtsız olarak görünen kısımdır. Eğer üstten
örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte
olursa ona hicab denilemez. Böyle bir örtüyle Örtünme de caiz
değildir. Zira Örtünmekten maksat, ziynetlerin yabancılar tarafından
görülmesini önlemektir.
4-
Örtü, vücud hatlarını belli edecek ve fitneye sebeb olacak kadar dar
olmamalıdır. Zira Resulullah (sav), «İki sınıf insan vardır ki onlar
cehennem ehlidirler. Sığırların kuyruğuna benzer sopalarla halkı
döğenler ve vücud hatlarını tamamiyle belli edecek elbise giyen
kadınlar. Ki bunlar bu elbiselerle erkeklerin kalblerini çelmek
İçin gezerken kırıtarak yürürler. Saçlarını da deve hörgüçlerine
benzetirler. Onlar cennete giremeyecekleri gibi çok uzaklardan
duyulabilen cennet kokusunu bile duyamazlar.» buyurmuştur. Hadisin
diğer bir rivayetinde de, «Cennetin kokusu beş-yüz yıllık yoldan
geldiği halde onlar koklayamazlar.
[14]buyurulmuştur.
Hadisteki «kosiyatün
ariyamın manası, «sureta giyinik fakat hakikatta çıplaktırlar»
demektir. Çünkü onlar öyle ince ve dar giyiniyorlar ki, elbise ne
avretlerini, ne de vücudlarını örtmektedir. Bu hadis de Resulullah
(sav)'ın mucizelerinden birisidir. Çünkü kendisinden bindörtyüz sene
sonra geleceği tasvir etmiştir.
5-
Örtüden güzel koku gelmemelidir. Çünkü güzel koku, erkekleri İğfal
eder. Zira Resulullah (sav), «Harama bakan göz zanidir. Güzel koku
sürünerek erkeklerin arasına çıkan kadın da.» buyurmuştur. Diğer bir
rivayette de, «Bir kadın güzel koku sürünerek erkeklerin arasından
geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o kadın zanidir.» buyurulmuştur.
Musa bin Yesar'den
şöyle rivayet edilmiştir: «Güzel koku sürünmüş bir kadın geçiyordu.
Ebu Hüreyre (ra) ona, «Ey cebbarın annesi nereye gidiyorsun?» dedi.
Kadın, «Mescide» cevabını verdi. Ebu Hüreyre (ra), «Sen koku
süründün mü?» diye sordu. Kadın, «Evet» dedi. O zaman Ebu Hüreyre (ra),
«Evine dön. Koku gidinceye kadar yıkan. Zira ben Resulullah
(sav)'tan, «Allahu taala süründüğü kokuyu etrafa saçan bir kadının
namazını, dönüp yıkanıncaya kadar kabul etmez.» dediğini işittim.»
dedi.»
[15]
6-
Kadın ne erkek elbisesi giymeli, ne de giydiği elbise erkek
elbisesine benzemelidir. Zira Ebu Hüreyre (ra), «Resulullah kadın
elbisesi giyen erkekte erkek elbisesi giyen kadını lanetlemiştir.»
demiştir.[16]
Diğer bir hadiste de Resulullah (sav), «Allahu taala kendilerini
kadınlara benzeten erkeklerle erkeklere benzeten kadınları
lanetler.» buyurmuştur.
Ayetten
alınacak dersler
1-
Örtünmek bütün mümin kadınlara kesin bir farzdır.
2-
Resulullah (sav)'ın zevce ve kızları bütün mümin kadınlara Örnek ve
önderdir.
3-
Örtünün vücudun ziynetlerini ve elbisesini kapatması farzdır.
4-
Örtünme müslüman kadına zorluk değil bilakis onun şeref ve
haysiyetini korumaktır.
5-
Hicab kadınların iffetini koruduğu gibi toplumu da fitne ve fuhşun
yapılmasından korur.
6-
Müslüman kadın Allah (cc)'ın emirlerine sımsıkı sarıldığı gibi,
Islâmın farz ettiği içtimaî edeblerle de edeblenmelidlr.
7-
Allahu taala kullarını çok esirgediği için onlara dünya ve ahirette
çok hayırlı olan hükümleri emretmiştir.
Ayetteki Teşriî
Hikmetler
Bazı cahiller,
İslâmın müslüman kadına örtünmeyi farz kılmadığını, örtünmenin
Abbasiler devrinde ortaya çıkan adetlerden biri olduğunu
zannetmektedirler. Bu zannın doğrulukla hiçbir İlgisi yoktur. Bu zan
ve iddiaları yalnızca şu İki şeye delalet eder. Onlar ya İslâm ve
Allah (cc)'ın herşeyi acıkca bildiren Kitabından habersiz ve
cahildirler veya bu zanları kalblerindeki gizli İslâm düşmanlığından
doğmaktadır.
Ben hakla batılın
birbirinden ayrılması İçin perdeyi açmak İstiyorum. Herşey ortaya
çıksın ki temiz ile pis birbirine karışmasın. Müslümanların gözü
sabah uykusundan açılır gibi acılsın ve hakikati görsünler.
Kendilerini medeniyetin ve İlericiliğin öncüleri sayan bu sapıklar
bugün alabildiğine çoğalmıştır. Ne yazık ki bunların bu zanları
kabul görerek ahlakı tahmin edilemeyecek kadar etkilemiş ve
bozmuştur. Bunlar ıslah adına bozuyor, yapmak adına da yıkıyorlar.
Bunlar kendilerini ıslahçı olarak empoze ederek, İlim ve kültür
adına konuşarak halkı iğfal ediyorlar.
Ben şimdi
kadınların örtünmesi hususundaki âyetleri aşağıya alıyorum :
1-
«(Vekar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri
kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü
gibi yürümeyin.» (Ahzab: 33).
2-
«Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde
ardından İsteyin onlardan. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların
kalbleri İçin daha temizdir.» (Ahzab: 53).
3-
«Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza
edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yarlığayıcıdır, çok
esirgeyicidir.»
(Ahzab: 59).
4-
«Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan)
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar.
Bunlardan görünen kısmı müstesna Başörtülerini yakalarının üstünü
(kapayacak surette) koysunlar. Ziynet (mahal)lerini kendi
kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının
babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının
oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi
biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinin oğullarından,
yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ellerindeki memlukelerden,
yahut erkeklerden yana İhtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış
bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine
muttali olmayan çocuklardan başkasına, göstermesinler.
Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.
Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Taki korktuğunuzdan emin,
umduğunuza nail olasınız.» (Nur: 31)
Bu âyetler kesin
biçimde müslüman kadınların örtünmesinin farz olduğunu ve
tesettürün Abbasiler devrinde ortaya çıktığı iddiasının
asılsızlığını ortaya koymaktadır. Zira yalanın ipi çok kısadır. Bu
âyetlerin ışığında anlıyoruz ki kadınların örtünmesinden maksat,
bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların kalblerinde
dolaşan vesveseyi bertaraf etmektir. Allahu taala bu hususta, «Bu
hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri İçin daha temizdir.»
buyurmuştur.
İslâmın birinci
hedefi kadının şerefini, iffetini korumaktır. Şunu unutmamak
gerekir ki, imanları zayıf, kalbleri hasta olan kimseler kadınlar
hakkında kötü düşünürler. Bunlar kadınların haysiyet ve şereflerini
ortadan kaldırdıktan sonra gizli emellerine ulaşmayı tasarlarlar.
Hiç şüphe
götürmeyecek şekilde açıktır ki, kadınlar tesettürden uzaklaştıkça
evlenmeler azalmış, genç çiftler arasında geçimsizlik ve boşanmalar
çoğalmıştır. Birçok genç erkek ve kadın evlenmekten imtina
etmektedir. Çünkü beşeri arzularını hiç yorulmadan, çalışmadan,
fazla bir para harcamadan istedikleri an tatmin yollarını
buluyorlar. Şüphesiz bunların artık evlenmeye ihtiyaçları kalmıyor.
Bu da toplumları çöküş tehlikesi İle karşı karşıya bırakmaktadır.
Zira açıktır ki ailelerin yıkılması, çiftlerin birbirine hıyaneti,
kadınların süslenip püslenerek sokaklarda açık saçık gezmelerinden
kaynaklanmaktadır,
Seyyid Sabık,
Fıkhü's-Sünne isimli kitabında şöyle der: «İnsanı hayvandan ayıran
en önemli şey İnsanların giyinmesidir. Çünkü Allahu taala, «Ey
Ademoğulları, size (şeytanın açmak İstediği) çirkin yerlerinizi
örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik.
Takva libası ise, o, daha hayırlıdır. Bu (libasların indirilmesi)
Allahın (fazl ve rahmetine delalet eden) âyetlerindendir. Taki
(insanlar) iyice düşünsünler.» (Araf: 26) buyurmuştur. Elbise ve
ziynetler medeniyetin sembolleridir. Açık saçıklık ise insanları
iptidai hayata döndürerek insanlıktan çıkarır. Zira kadının malik
olduğu en değerli şey iffet, haya ve takvadır. Bunları korumak İse
kadının insan oluşunun en yüksek işaretidir. İslam toplumunda bir
kadının serbestçe açılıp saçılması doğru değildir. Zira kadının
böyle dolaşması, bir yerde erkeklerin zevk ve eğlence vasıtası
haline gelmelerine sebeb oluyor. Artık kadınlık hüviyetini
kaybediyor.»
[17]
Kadın
Hürriyetine Dair
Amerikalı kadın
yazar Elisyan Stanbori, Mısır'da bir ay kaldıktan sonra Kahire'de
yayınlanan Ell-Cumhuriye gazetesinde şunları yazmıştır:
«Arap toplumu
kamil ve salim bir toplumdur. Bu toplumun gençlerini makul ölçüler
içerisinde geleneklerine bağlı tutması lazımdır. Çünkü bu toplum
Avrupa ve Amerika toplumuna benzememektedir. Zira müslümanlarda
atalardan devralınan birtakım gelenekler kadının hayatını
sınırlamakta, anne babaya karşı saygı icab ettirmektedir. Bundan
daha önemlisi de Avrupa ve Amerika'da aile ve toplum hayatını tehdit
eden kadın-erkek İlişkilerini yasaklamaktadır.
«Arap toplumunun
bilhassa gene kızlar için vazettiği kayıt ve nizamlar son derece
faydalıdır. Bunun İçin ben size ahlak ve geleneklerinize sımsıkı
sarılmanızı öğütlerim. Kadınlarla erkeklerin karışmalarına mani
olun. Bilhassa genç kızlarınızı tarihten devraldığınız terbiye
kuralları İle yetiştirin. Bu, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi
kadınların heryere serbestçe girip çıkmasından daha hayırlıdır. Hem
sizin için, hem İnsanlık için daha hayırlıdır.
«Amerika'nın son
derece büyük bir toplum olması, birbirine yabancı kadın ve
erkeklerin hiçbir evlilik bağı olmadan münasebet kurmalarına sebeb
olmuştur. Bu başıboşluk, bir yandan hapishanelerin ve akıl
hastanelerinin dolmasına, bir yandan da yirmi yaşın altındaki
kızların barlarda, pavyonlarda, randevu evlerinde erkeklere
satılmalarına yol açmıştır, işte bu bizim gençlere verdiğimiz
hürriyetten doğmaktadır. Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınlarla
erkeklerin iç içe yaşaması, kadınlara verilen aşırı hürriyet aile
düzenini tehdit ettiği gibi ahlak ve fazileti de sarsmaktadır. Çünkü
daha yirmisine basmamış bir genç kız hürriyet, medeniyet ve herşeyin
serbestliği adına içki içiyor, uyuşturucu maddeler kullanıyor, hatta
annesinin bilgisi altında istediği erkekle flört ediyor. Öyle ki,
birkaç dakikada evleniyor, birkaç saat sonra da ayrılıyor.»
[18]
İşte Amerikalı bir
kadın yazarın görüşü bu. Bu yazı açıkça gösteriyor ki, islâmın
düşmanları dahi tarafsız bir gözle baktıkları zaman İslâmın
üstünlüğünü görüyor ve kabul ediyorlar.
[1]
Ebu Hayyan. age, C. 7. S. 250. 326
[2]
Sünen kitapları.
[3]
Taberi, Hazin, el-Cemel, Celaleyn Haşiyesi.
[4]
Ebu Hayyan, age. C. 7, S. 250.
[5]
Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 250.
[6]
Cessas.age. C. 3. S. 372.
[7]
Bu husustaki tafsilat 46- Derstedir.
[8]
İbni Cevzi, age. C. 6. S. 422.
[9]
Ebussuud. C. 6. S. BOl (RazI kenarında)
[10]
Cessas, age. C. 3, S. 372.
[11]
Celaleyn. C. 2.
[12]
Taberi. Tefsir. C. 22.
[14]
Müslim.
[15]
Tergib ve Terhib. C. 3. S. 65.
[16]
Ebu Davud, Nesai. Tahricüs-Sünen, C. 6. S.
57.
[17]
Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne. C. 2, S.
209.....
[18]
El-Cumhuriye. 8 Ocak 1962. 334
30- Müminlere
-yani mümin erkeklere- söyle, gözlerini indirsinler; gerek dışarda,
gerek içerde ve gerekse başkalarının evlerine girip çıkarken,
otururken kalkarken gözlerini dikmesinler, harama bakmaktan, ayıp
bir şey görmekten sakınsınlar. Sofiyeden Şiblî (k.s.)'ye: " ne
demektir? diye sormuşlar, demiş ki: "Baş gözlerini haramlardan,
kalp, gözlerini All a h'tan gayri şeylerden çeksinler." Irzlarını da
korusunlar, apış aralarını tamamen koruyup haramdan, bakmaktan
saklasınlar, avretlerini örtüp ırz ve namuslarını korusunlar.
FÜRÛC, Fercin
çoğuludur. Ferc, aslî mânâsında iki şey arasındaki açıklık demektir.
Bu şekilde gerek erkek, gerek dişi insanın bacakları arasındaki
açıklığa da gerçek olarak bu isim verilir ki, dilimizde apışarası
denir ve bu deyim ile avret mahallinden kinaye de edilir ki,
Kur'ânda bu mânâ ile geçmiş ve onun için erkeğe de dişiye de
kullanılmıştır. Sonra özellikle kadının ön avretinden kinaye olarak
kullanılması fazla yapılmış ve kinaye değil, sarih denecek derecede
bu şekliyle kullanılmıştır. "Fercini korudu" (Enbiya, 21/91) bu
mânâdadır. "Fercleri koruma" emri haramdan fev k alade korumakla
ırzı muhafazadan kinayedir. Ve bu muhafazayı ifade ederken daha
evvel konulduğu mânânın delaletiyle avret mahallinin örtülmesi
emrini de içinde bulundurur. Bundan başka kinaye mânâsının gereğini
ifade ederken hakikatini de iradeye mani olm a dığından füruc
kinayesi avret mahallinin sınırlarına da işaret eder. Yani insanın
avret mahalli, bilinen cinsel organdan ibaret değil, apış arası
denilen açıklık boyunca uzar ki, bunun âzamisi topuklara kadar
varırsa da en yakin bilinen azı, diz üstü otu r ulduğunda
belirleneceği üzere göbek altından dizlere kadardır. Bunun için
erkeklerde korunması ve örtülmesi farz olan bir avret mahalli
bu bilinen en
az miktarıdır. Fazlası müstehabdır. Kadınlarda da bundan sonraki
âyetin delaletiyle tepeden topuğa kadardır. Demek ki, iki diz
arasındaki açıklığı örtmeyen elbise, avret mahallinin örtülmesine
yeterli, denemeyecektir.
Şüphe yok ki
Allah her yaptıklarından haberdardır. Erkeklerin nelere göz
diktiklerini, istekleriyle nelere doymak istediklerini, organlarını
ne gibi duygularla tahrik ettiklerini, ne maksat beslediklerini, ne
düzenler kurduklarını, ne işler çevirdiklerini, ne sanatlar
yaptıklarını bilir. Hiçbiri O'na gizli kalmaz. Bundan dolayı,
Allah'ın razı olmayacağı şeylerden sakınmak gerekir.
31-Önce
erkekler hakkındaki bu emir ve ihtardan sonra müslümanlar, şimdi de
kadınlar hakkındaki şu emre dikkat etsinler.
Müminelere de,
yani mümin kadınlara da söyle: Gözlerini indirsinler, helal olmayan
erkeklere bakmaktan sakınsınlar, zira bakmak, zinanın postacısıdır,
derler. Ve avret yerlerini korusunlar, tamamiyle örtüp, zinadan
korunsunlar. Ve zinetlerini teşhir etmesinler. Kadının zineti
denince örfte, taç küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar,
sürme, kına ve benze r leri ve elbise süsleri gibi şeyler akla
geliverir. A'râf Sûresi'nde "Ey Adem oğulları! Her mescide
gidişinizde zinetli elbiseler giyin" (A'râf, 7/31) âyetinde zinetin
elbise demek olduğu da geçmişti. O halde bu zinetleri açmak bile
yasaklanmış olun c a, bunların mahalli olan vücudu açmak öncelikle
yasaklanmış olur. Yani vücudlarını açmak şöyle dursun, üzerlerindeki
zinetleri bile açmasınlar. Bununla birlikte bir kısım âlimler,
burada zinetten maksadın, zinetin takıldığı, kullanıldığı yer olduğu
fikri n i kabul etmişlerdir ki, yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç
yeri; saç, örgü ve büklüm yeri; kulaklar, küpe yeri; boyun ve göğüs,
gerdanlık yeri; el, yüzük ve kına yeri; bilekler, bilezik yeri;
pazular, pazubent yeri; baldırlar; halhal yeri; ayaklar da, ell e r
gibi kına yeridir. Bunlardan başka vücudun kısımları da aslında
açılmaz.
Bu âlimlerden
bazıları muzaafın hazfi veya zikr-i hâl, irade-i mahal ile "ziynet
yeri" takdirinde bir mecaz gözetmiştir. Buna delil olarak da,
kadının vücudundan ayrı olduğu zaman o zinetlere normal olarak
bakmak ve alıp satmak ittifakla caiz ve mübah olduğunu ifade ve
kabul etmişlerdir. Bazıları da
yine bu delil
ile, kadının asıl zineti, vücudunun güzel yaratılışı, zinet
yapmaktan gaye de vücudun süslenmesi olduğunu kabul ederek bu
zinetten maksadın, yalnız vücut olduğunu kabul etmişler ve
kadınların birçoğu yapmacık zinetten uzak bulunmakla zaten zinetli
oldukları halde yaratılış zinetinin zaten hepsinde bulunması ve her
kadın bedeninin özünde bir zinet olması hükmün genelliği hakkını
yerine getirme noktasından bu tahsisin bir destekleyicisi olduğunu
söylemişler ve buna göre şu mânâyı vermişlerdir: Kadınlar
yaratılıştan zinetleri demek olan vücudlarının hiçbir tarafını
açmasınlar.
Doğrusu, doğal
olan güzelliklere, zinet denilmekten çok "cemal" denilmesi daha
yaygın ve zinet tabiri yapma şeylerle süslenen takılarda meşhur ise
de "Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve
gümüşten...aşırı sevgi ile bağlanılan bu gibi şeyler insanlar için
bezenip süslend i" (Âl-i İmrân, 3/14) âyetinin delaletiyle zinet
kavramının yaratılıştan olana da sonradan yapmaya da şâmil olduğunda
şüpheye yer yoktur. Zinet ve güzelliğin hakkı da meydana
çıkarılmasını kendi sahiplerine tahsis edip başkalarından
gizlenmektir.
Hüsn olsa da
vâcibü't-tecellî - Gizler onu Hak nikâb içinde
Ağyârına
gösterir mi hurşîd Didârını hîç o tâb içinde
"Güzelliğin
ortaya çıkması gerekse de, gizler onu Hak bir örtü içinde
Başkasına
gösterir mi güneş, yüzünü hiç o parlaklık içinde"
Ancak görünen
kısımları müstesna, O zinetlerden dışa gelen örtülse bile görünmesi
doğal olanı, bu hükümden müstesna ve başka bir hükme tabidir ki,
bunlar örtünün dış tarafıyla el ve yüz zinetleridir. Çünkü örtünün
kendisi de kadının bir zinetidir. Tabiîdir ki, bunun dışı
görünecektir. El ve yüzün de, namazda görünmesi adettir. Ebu
Davud'un Müsned'inde rivayet edildiği üzere, Peygamber (s.a.v) Hz.
Esma'ya "Ya Esma, kadın bülûğa erince ondan görülebilecek olan ancak
şudur." buyurmuş ve kendi mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret
etmişlerdir. İş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta
örteceğini örterken bile elin açılması gerekli olduğu gibi ,zarurî
olan bakma ve nefes alma sebebiyle yüzün diğerleri gibi örtülmesinde
zorluk vardır. Bir de şahitl i kte, mahkemede, bir de nikahta yüzün
açılmasına ihtiyaç vardır. Bundan dolayı zaruretler kendi miktarınca
takdir olunmak üzere bunların açılmasında sakınca yoktur. Fakat
bunlardan geriye kalanlarının açılması, görülmesi, bakılması
haramdır ve nâmahremden örtülmesi gerektir.
Buyuruluyor ki
ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını,
saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık
tutmayıp bu şekilde sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri yerine
getirebileck baş örtüsü kullansınlar. Tefsircilerin nakline göre
cahiliye kadınları da hiç baş örtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat
yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden
açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açığa çıkardı, zinetleri
görünürdü. De m ek ki, son zamanlarda asrîlik sayılan açık saçıklık
böyle eski bir cahiliye âdeti idi. İslâm böyle açıklığı yasaklayıp
baş örtülerinin yakalar üzerine örtülmesini emir ile tesettürü farz
kılmıştır. Görülüyor ki, bu emirde tesettürün yalnız vacib oluşu değ
i l, özel bir şekli de gösterilmiştir ki, kadın edeb ve temizliğinin
en güzel ifadesi budur.
Görülüyor ki
bu emir ev içinde veya dışında diye kayıtlanmamıştır. Bu bakımdan
mutlaktır. Ancak görünen istisna edildiği gibi, gizlenen zinetlere
bakmanın helal olanları da istisna ile bu tesettürün, yani
örtünmenin vacib oluşunun, nâmahreme karşı olduğunu anlatmak için bu
vücubun kuvvetini ve önemini göstermek üzere bir daha tekid ile
buyurulmuştur ki, öyle örtsünler ve zinetlerini açmasınlar, açık
bırakma s ınlar ancak kocalarına veya kendi atalarına, yani
babalarına, dedelerine ki amca ile dayı da nikah düşmeyeceğinden
bunlara dahildir veya kocalarının atalarına veya kendi oğullarına
veya kocalarının oğullarına veya kendi erkek kardeş l erine veya
erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına
veya kendi kadınlarına; müminlerin kadınları, yani müslüman kadınlar
veya hizmet veya sohbetlerinde özel yeri bulunan kadınlardır.
Demek ki,
özelliğini bilip tanımadıkları yabancı kadınlara da açılmaları caiz
olmayacaktır. Önceki müfessirlerin çoğunluğu demişlerdir ki;
müminlerin kendi kadınları demek, kendi dinlerinde olan müslüman
kadınlar demektir. Bundan dolayı müslüman kadınları müslüman olmayan
kadınlara açılmamalıdırlar. Fakat bazıları da bunu istihsane
hamlederek müminlerin kadınları, hizmet veya sohbetlerinde bulunan
gerek müslüman, gerek müslüman olmayan kadın cinsi demek olduğunu
söylemiştir ki, Fahreddin Râzî buna "mezhep budur" demiştir. Önceki
daha ihtiyatlı, bu ise daha uygundur.
Veya ellerinin
altında malik oldukları cariyelerine
veya
erkeklerden ırbe sahibi olmayan hizmetçilere, yani kadına ihtiyaç
duymaz olmuş, şehveti kalmamış salihlerden ihtiyarlar veya bunaklar
veya kadın işini bilmez, yalnız yemeklerinin fazlasından yemek için
şunun bunun arkasına takılır miskinler güruhu veyahut erkekliği yok,
yaratılıştan iktidarsız uşaklar; bunda hadım edilmiş ve mecbûbün,
yani erkeklik uzvu kesilmiş olanların da dahil olacağını zannedenler
olmuş ise de, Keşşâf Tefsiri'nde ve Ebu Hayyan'da zikredildiği üzere
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine göre bunları istihdam etmek,
tutmak, alıp satmak helal olmaz. Bunları tutmak selefin hiçbirinden
rivayet edilmiş değildir. Çünkü bunda hadım etme gibi bir k ötülüğe
düşmeye teşvik vardır. Halbuki hadım etmek haramdır.
Veya henüz
kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan
çocuklardan başkasına. Buraya kadar zikredilen on iki istisnaya da
bir dereceye kadar zinetlerini açabilirler.
BİRİNCİSİ:
Kocalar için vücutlarının tamamına bakmak helaldir. Çünkü zinetten
kasıt onlardır.
İKİNCİSİ:
Zikredilen mahremlerine bilinen zinet yerlerinden yüz, el ve
ayaklarla, iş ve hizmet anında açılan başını, saçını, kulaklarını,
boynunu, kollarını ve inciklerini açabilir. Onların da bunlara
bakmaları helaldir. çünkü yakınlıklarından dolayı birarada
bulunmaları gerekir. Ve fitne düşünülemez. Fakat karnını ve sırtını
göstermek caiz değil, arsızlıktır.
ÜÇÜNCÜSÜ:
Erkeğin erkeğe karşı olduğu gibi kadının kadına karşı avreti de
göbekten dize kadardır. Geri kalan kısmına bakması caizdir.
DÖRDÜNCÜSÜ:
Erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış, cinsi güçten düşmüş
hizmetkârların, etkilenmemek ve fitne düşünülmemek itibariyle
bakmaları, mahrem olanların bakmasına benzer.
BEŞİNCİSİ:
Çocuklar mükellef değildir. Ancak anlayış ve idraklerine göre edeb
ve terbiye öğretilmesi gerekir.
ALTINCISI: Bu
örtünme emri, esir cariyeler hakkında değil, hür olan müslüman
hanımlar hakkındadır.
İşte böyle hür
kadınların, bu istisna edilmiş kimselerden başkasına zinetlerini
göstermemeleri, kendi iffet ve korunmaları ve güzel geçimleri
noktasından gayet önemli olduğu gibi, yabancı erkekleri etkilememek,
günaha sokmamak,
edeb ve iffet
telkin etmek noktasından da çok önemli olduğundan, özellikle bu
noktayı da düşündürmek ve tesettür emrinin kuvvet ve şumülünü bir
daha hatırlatmak üzere, yürüyüş tavırlarının bile düzeltilmesi için
buyuruluyor ki: gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye
ayaklarını yere v u rmasınlar, yani baştan ayağa örtündükten sonra
yürürken de edeb ve vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sunî
veya doğal ziynetler bilinsin diye, bacak oynatıp ayak çalmasınlar,
çapkın yürüyüşle dikkat nazarları çekmesinler; çünkü erkekleri
tahrik ede r, şüphe uyandırır. Fakat unutulmaması gerekir ki,
kadının bu konuda başarısı daha önce erkeklerin iffeti ve
görevlerine dikkati ve toplumda olanların gayreti ve özeni ile
mütenasip, bunlar da Allah'ın yardımı ile ayakta durabilir. Onun
için bu noktada Resulullah (s.a.v) den bütün müslümanlara hitap ve
erkekleri zikredip kadınları da içine alacak bir şekilde buyuruluyor
ki:
Ve ey
müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümid olunmaz, toplumun
bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır.
Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek dişi bütün müminler
imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından
tevbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen
ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler. O
halde herkesin kurtuluşu bakımından iş sahipleri ve ilgili şahıslar
şu emirlere de özen göstermelidir.
Kaynak: Elmalılı Hamdi Yazır - Nur
Suresi Tefsirinden
59-
Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına de
ki: "Cilbablarını üzerlerine giysinler. Bu onların tanınıp
incitilmemden için daha uygundur. Allah bağışlayandır, merhamet
buyurandır."
"Ey Peygamber!
Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına de ki..."
buyruğunda sözü geçen zevcelerinin faziletine dair tek tek
açıklamalar daha önceden (el-Ahzab, 33/28-29- âyetler, 2. başlıkta)
geçmiş bulunmaktadır.
Katade dedi
ki: Rasûlullah (sav) vefat ettiğinde nikâhı altında dokuz hanımı
vardı. Bunların beş tanesi Kureyşli idi: Âişe, Hafsa, Um Habibe,
Şevde ve Um Seleme. Üç tanesi ise, diğer Arab kabilelerindendi:
Meymune, Cahş kızı Zeyneb ve Cüveyriye. Bunlardan bir tanesi de
Harunoğullarındandi: Safiye.
Peygamber
Efendimiz'in çocuklarına gelince, onun erkek ve kız çocukları
vardı: Erkek çocuklarından birisinin adı el-Kasım'dı. Annesi Hadice
(r.anha)'dır. Peygamber (sav) onun adı ile künyelenmiştir (Ebu'l-Kasım
diye). Çocuklarından ilk vefat eden odur, iki yaşında ölmüştür.
Urve dedi ki:
Hadice'nin,
Peygamber (sav)'dan Kasım, Tahir, Abdullah ve Tayyib adında
çocukları olmuştur.
Ebubekr el-Burakî
şöyle demiştir: Tahir ile Tayyib'in ve Abdullah'ın aynı kişi olduğu
da söylenmiştir. İbrahim'in annesi ise, Kıptî Mariye'dir. Hicretin
sekizinci yılı zülhicce ayında dünyaya gelmiştir. Onaltı aylıkken
vefat etmiştir, onsekiz aylıkken öldüğü de söylenmiştir. Bunu ed-Darakutnî
belirtmiştir. Bakî'de gömülmüştür. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: "Onun bir süt annesi vardır. Cennette onun süt emmesini
tamamlayacaktır[2]
Peygamber (sav)'ın İbrahim dışındaki bütün çocukları Hadice
(r.anha)'dandır. Fâtı-ma dışında bütün çocukları kendisi hayatta
iken vefat etmişlerdir.
[3]
1-
Hadice'nin kızı Fatımatu'z-Zehra: Kureyşliler Kabe'yi (yeniden) bina
ettikleri sırada Peygamber Efendimiz'e, peygamberliğin verilişinden
beş yıl önce dünyaya gelmiştir. Peygamber Efendimiz'in kızlarının
en küçüğüdür. Ali (r.a) onunla hicretin ikinci yılında ramazan
ayında evlenmiş ve zülhicce ayında da onunla gerdeğe girmiştir.
Onunla receb
ayında evlendiği de söylenmiştir. Rasûlullah (sav)'tan kısa bir süre
sonra vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz'e aile halkından ilk
kavuşan o olmuştur. Allah ondan razı olsun.
2-
Zeyneb: Annesi Hadice (r.anha)'dir. Teyzesinin oğlu Ebu'1-Asî b. er-Ra-bi
onunla evlenmiştir. Annesi Huveylid kızı Hale, Hadice'nin kızkardeşi
idi. Ebu'l-Asî'nin adı Lakît'tir. Haşim olduğu da söylenmiştir.
Huşeym'dir, denildiği gibi Miksem olduğu da söylenmiştir.
Zeyneb,
Rasûlullah (sav)'ın en büyük kızıdır. Hicretin sekizinci yılında
vefat etmiştir. Onu (kabrine koymak üzere) Rasullah (sav) kabrine
inmiştir.
3-
Rukayye: Annesi Hadice'dir. Peygamberlikten önce Ebu Leheb'in oğlu
Utbe onunla evlenmiştir. Rasûlullah (sav) peygamber olarak
gönderilip üzerine: "Ebu Leheb'in iki eli kurusun" (Tebbet, 111/1)
âyeti nazil olunca, Ebu Leheb oğluna şöyle demişti: Eğer sen onun
kızını boşamayacak olursan, benimle senin aranda hiçbir ilişki
kalmayacaktır. Bunun üzerine Ebu Leheb'in oğlu ondan ayrıldı. Henüz
onunla gerdeğe girmemişti. Annesi Hadice müs-lüman olunca, o da
müslüman olmuştu. Kadınlar Peygamber Efendimiz'e bey'at ettikleri
sırada diğer kızkardeşleriyle birlikte Rasûlullah (sav)'a bey'at
etmiş idi. Onunla Osman b. Affan evlenmiştir. Osman (r.a) onunla
evlendiği sırada Kureyş hanımları şöyle diyorlardı:
"Bir insanın
(ya da gözbebeğinin) gördüğü en güzel iki şahıs, Rukayye ile onun
kocası Osman'dır."
Rukayye, Osman
ile birlikte Habeşistan'a iki defa hicrette bulunmuştur. Osman'dan
bir düşük yapmış, ondan sonra da Abdullah adındaki oğlunu
doğurmuştu. Osman (r.a) da İslâm'dan sonra onun adı ile
künyelenmişti. Altı yaşında iken bir horoz onun yüzünü gagalamış ve
bu sebebten ölmüştü. Ru-kayye'nin bundan sonra da bir çocuğu
olmamıştı. Medine'ye hicret etmiş, Ra-sûlullah (sav) Bedir'e gitmek
üzere hazırlandığı sırada hastalanmıştı. Peygamber de ona bakmak
üzere Osman (r.a)'ı bırakmıştı. Rasûlullah (sav) Bedir'de iken
hicretin onyedinci ayında vefat etmişti. Zeyd b. el-Harise, zaferi
müjdelemek üzere Bedir'den gelmiş, Medine'ye girdiğinde Rukayye'nin
üzeri toprakla örtülüyordu. Rasûlullah (sav) defnedilişinde hazır
bulunamadı.
4-
L'm Külsum: Annesi Hadice'dir. Peygamberlikten önce Utbe'nin
kardeşi, Ebu Leheb'in diğer oğlu Uteybe onunla evlenmişti. Daha
önce Rukayye hakkında belirtilen sebep dolayısı ile babası ondan
boşanmasını emretmişti. Uteybe, Um Külsum ile henüz gerdeğe
girmemişti. Um Külsum, Rasûlullah (sav) ile birlikte Mekke'de
kalmaya devam etti. Annesi müslüman olunca o da İslâm'a girdi ve
hanımlar Peygamber Efendimiz'e bey'at ettikleri sırada diğer
kızkardeşleriyle birlikte o da Rasûlullah (sav)'a bey'at etmişti.
Rasûlullah (sav) Medine'ye hicret edince, o da Medine'ye hicret
etti. Rukayye vefat ettikten sonra Osman (r.a) onunla evlendi,
böylelikle ona (iki nur sahibi anlamına): Zünnureyn adı verilmişti.
Peygamber (sav) hayatta iken hicretin dokuzuncu yılı Şa'ban ayında
vefat etti. Rasûlullah (sav) kabri başında oturmuş, kabrine indirmek
üzere Ali, el-Fadl ve Üsame inmişti. ez-Zübeyr b. Bekkar'ın
naklettiğine göre; Peygamber (sav)'ın çocuklarının yaşça en
büyükleri el-Kasım'dı. Sonra Zeyneb, sonra Abdullah'tır. Ona
et-Tayyib ve et-Ta-hir de denilirdi. Peygamberlikten sonra dünyaya
gelmiş ve küçük yaşta ölmüştü. Daha sonra Um Külsum, sonra Fatıma,
sonra da Rukayye gelir. el-Ka-sım Mekke'de iken vefat etmişti, ondan
sonra da Abdullah ölmüştü.
[4]
Arap
kadınlarının açılıp saçılmak adetleri vardı. Cariyelerin yaptığı
gibi yüzlerini örtmezlerdi. Bu ise, erkeklerin onlara bakmalarına
ve onlar hakkında çeşitli düşüncelere kapılmalarına sebep oluyordu.
Yüce Allah, Rasûlüne, hanımlara dışarıya ihtiyaçlarını görmek üzere
çıkmak istediklerinde üzerlerine cılbablarını alarak çıkmalarını
emretmesini emretti. (Evlerde) tuvaletler yapılmadan önce
ihtiyaçları için meskûn olmayan yerlere çıkar giderlerdi. Verilen bu
emir ile hür kadınlar ile cariyeler arasındaki fark ortaya çıkacak,
hür kadınlar tesettürleriyle tanınacaklardı. Böylelikle gençler ya
da yaşlılar onlara söz söylemekten uzak kalacaklardı.
Bu âyetin
nüzulünden önce mü'minlerin hanımlarından herbir kadın ihtiyacını
görmek için dışarı çıkar, bazı günahkârlar cariye olduğunu
zannederek ona karşı çıkıverirdi. Hanım bunun üzerine sesini
yükseltince, o da çeker giderdi. Mü'min erkekler durumdan Peygamber
(sav)'a şikâyette bulundular. Âyet-i kerîme de bu sebeble nazil
oldu. Bu anlamdaki açıklamaları el-Hasen ve başkaları yapmıştır.
[5]
"Cilbablarmı..." buyruğunda geçen "el-celâbib; cilbablar" lafzı
"cilbâb"ın çoğuludur. Bu ise, başörtüsünden daha büyükçe bir
örtüdür. İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan gelen rivayete göre bu, ridâ
(elbisenin üstüne giyilen üst elbisedir, bunun kina' (başörtüsü)
olduğu da söylenmiştir. Sahih olan şudur: Cilbab bütün vücudu örten
elbise, demektir. Müslim'in Sa/ıi^'indeki rivayete göre Um
Atiyye'den şöyle dediği kaydedilmiştir. Ey Allah'ın Rasûlü dedim:
Bizden herhangi birimizin cilbabı yoksa (ne yapsın?) Peygamber:
"Kızkarde-şi ona kendi cilbabını giyinmek üzere versin." diye
buyurdu.[6]
İnsanlar
cilbabın nasıl örtüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler,
ibn Abbas ve Abîde es-Selmanî şöyle demişlerdir: Kadın sadece
kendisiyle önünü görebileceği bir tek gözü dışında bu örtüye
bürünür. Yine İbn-Abbas ve Katade şöyle demişlerdir: Kadın bunu
alnının üzerinden büker ve bağlar, sonra da burnunun üzerinden onu
çevirir. İsterse iki gözü görülsün. Şu kadar var ki, cilbab göğsü
ve yüzün büyük bir bölümünü örtmelidir. el-Hasen dedi ki: (Cilbab
ile) yüzünün yarısını örter.
[7]
Yüce Allah
bütün hanımlara tesettürü emretmiştir. Bu ise, ancak kadının tenini
göstermeyecek elbiselerle olur. Şu kadar var ki, kadının kocası ile
baş başa bulunma hali müstesnadır. O vakit dilediğini giyinebilir,
çünkü kocanın hanımından dilediği gibi faydalanma hakkı vardır.
Rivayette sabit
olduğuna göre Peygamber (sav) bir gece uyanmış ve şöyle
buyurmuştur: "Allah'ı tenzih ederim. Bu gece ne fitneler indi, bu
gece ne hazineler açıldı! Kim şu odalarda yatan kadınları
uyandıracak? Dünyada nice giyinik kadın vardır ki ahirette çıplak
kalacaktır. "[8]
Rivayete göre
Dıhye el-Kelbî, Herakliyus'un yanından geri döndüğünde Peygamber
(sav), ona Kubtî diye bilinen bir elbise, vermiş ve şöyle
buyurmuştu: "Bunun bir parçasını sen kendine bir gömlek yap.
Hanımına da onun bir parçasını ver, onunla örtünsün." Sonra ona
şöyle buyurdu: "Ona vü-cud çizgilerini göstermemesi için bu
elbisenin altına bir şeyler giyinmesini de emret. "[9]
Ebu Hureyre hanımların ince elbiseler giymelerini sözkonusu etmiş ve
şöyle demiştir: (Böyle giyinenler) giyinmiş çıplaklar, nimet içinde
bedbaht olanlardır.
Temimoğullarının hanımları Âişe (r.anha)'ın huzuruna üzerlerinde
ince elbiseler bulunduğu halde girdiklerinde Âişe (r.anha) onlara
şöyle demiştir: Eğer sizler mü'min hanımlar iseniz şunu biliniz ki,
şu elbiseler mü'min hanımların giyecekleri elbiseler değildir.
Şayet mü'min değil iseniz bu elbiselerle faydalanıyorsunuz.
Bir gelin Âişe
(r.anha)'ın huzuruna getirildi. Üzerinde uspura boyanmış, kubtî bir
örtü vardı. Âişe onu görünce, şöyle demişti: Bunu giyen bir kadın
en-Nur Sûresi'ne iman etmiyor demektir.
Peygamber
(sav)'dan da şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "Giyinmiş fakat çıplak,
kendisi meyleden ve başkalarını meylettiren, başları hörgüçleri yana
yatmış deve hörgüçlerini andıran kadınlar, ne kendileri cennete
girerler, ne de cennetin kokusunu alırlar. "[10]
Ömer (r.a) da
şöyle demiştir: Bir kadının dışarıda görülecek bir ihtiyacı varsa,
onu, kendisinin eski püskü elbisesini ya da komşusunun eski
elbisesini giyinip kimseye görünmeden tekrar evine geri dönünceye
kadar kimse onun çıkıp gittiğini bilmeden, çıkıp gitmesini
engelleyen nedir?
[11]
"Bu, onların
tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur" buyruğunda kastedilen,
hür kadınlardır. Tâ ki cariyelerle karıştırılmasınlar. Çünkü hür
kadınlar olarak tanındıkları takdirde hürlüğün mertebesi göz önünde
bulundurularak en ufak bir tepki veya kötü bir davranışla
karşılaşmazlar ve böylelikle kimse onlara umutlanarak bakmaz.
Burada maksat kadının kim olduğunun bilinmesi değildir. Ömer (r.a)
başını örten bir cariye gördüğü takdirde, elindeki asa ile ona
vururdu. Böylelikle o, hür kadınların kıyafetinin gereği gibi
korunmasına çalışırdı. Şöyle de denilmiştir: Şu anda hür kadın
olsun, cariye olsun hepsinin tesettüre bürünmeleri ve başlarını
örtmeleri gerekir. Nitekim Rasûlullah (sav)'ın ashabı, Rasûlullah
(sav)'ın vefatından sonra hanımların mescidlere gitmelerini
engellemişlerdir. Oysa Peygamber (sav): "Allah'ın kadın kullarını,
Allah'ın mescidlerine gitmekten alıkoymayınız." diye buyurmuştur.[12]
Öyle ki Âişe (r.anha) şöyle demişti: Şayet Rasûlullah (sav) şu
çağımıza kadar yaşamış olsaydı, hiç şüphesiz bu kadınları mescide
gitmelerini engellerdi[13]
"Allah bağışlayandır, merhamet buyurandır" buyruğu teşrî' olunan bu
emirden önce cilbablarını terketmek hususunda kadınlara bir
tesellidir.
[14]
[1]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları:
14/184
[2]
Hadisle beraber, onaltı aylıkken vefat
edip Bakî'de defnedildiğine dair bilgi: Abdurrez-zak. Musannaf,
VII, 494.
[3]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 14/184-185
[4]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 14/185-186
[5]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 14/186-187
[6]
Buharı, I, 123, 139, 333, II, 595; Müslim, II, 606; Darimî, I,
458; İbn Mace, I. 414; Müs-ned, V, 84.
İmam Kurtubi,
el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/187
[7]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 14/187
[8]
Buharı, I, 379, V, 2198, 2296, VI, 2591;
Tirmizî, IV, 487; Muvatta, II, 913; Müsned, VI, 297.
[9]
Hakim, Müstedrek, IV, 207; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kubra, II, 234.
[10]
Müslim, III, 1680, IV, 2192; Muvatta, II,
913; Müsned, II, 355, 440
[11]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 14/187-188
[12]
Buharı, I, 305; Müslim, I, 327, 328;
Darimî, I. 330; EbuDâvûd, I, 155; Tirmizl, II, 419; İbn Mace, I,
8; Muvatta, I, 197; Müsned, II, 16, 36. 151.
[13]
Buharı, I, 296; Tirmizî, II, 420; Ebu
Dâvûd, 1, 155; İbn Mace, I, 8; Muvatta, I, 198; ned, VI, 91,
235.
[14]
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 14/188-189
59
Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış
elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle;110
onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en
uygun olan budur.111 Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.112
AÇIKLAMA
110. Cilbab büyük bir örtüdür. İdna ise örtmek ve
sarmak anlamlarına gelir; fakat bu kelime alâ eki ile
kullanıldığında bir şeyi yukarıdan aşağıya bırakmak anlamına gelir.
Bazı çağdaş müfessirler Batının etkisiyle bu kelimeyi, yüz örtme
emrini görmemezlikten gelmek için "örtünmek" diye tercüme
etmişlerdir.
Eğer Allah bu müfessirlerin iddia ettiklerini
söylemek istemiş olsaydı, yüdnîne aleyhinne değil, yüdnîne iley-hinne
derdi. Arapça bilen herkes yüdnîne aley-hinne'nin sadece "sarınmak
örtünmek" anlamına gelmediğini bilir. Ayetin devamındaki min
celabîbi-hinne sözleri de bu anlama meydan vermemektedir. Burada min
eki (harficer) örtünün bir kısmı anlamına gelir ve "örtünme" ise
örtünün sadece bir kısmı ile değil, tümü ile yapılır. O halde ayet
açıka şu anlama gelir: Kadınlar örtülerine iyice sarınsınlar ve
örtülerinin bir kısımını da yüzlerinden aşağıya bıraksınlar.
Hz. Peygamber (s.a) dönemine yakın zamanlarda yaşayan
müfessirlerin ileri gelenleri bu yorumu kabul etmişlerdir. ibn Cerir
ve İbn el-Münzir, Muhammed İbn Sirin'in Hz. Ubeyde es-Selmani'den bu
ayetin anlamını sorduğunu rivayet ederler. (Hz). Ubeyde, Hz.
Peygamber (s.a) zamanıda Müslüman olmuş, fakat onu görmemiştir. Hz.
Ömer zamanında Medine'ye gelmiş ve oraya yerleşmiştir. Fıkıhta ve
fıkhî meselelerde Kadı Şüreyh ile aynı ayarda kabul edilir.) Hz.
Ubeyde sözlü bir açıklamada bulunacağına, başını, alnını, yüzünü
kapatıp sadece bir tek gözünü açıkta bırakarak örtünmenin nasıl
olacağını kendi üstünde uygulayarak göstermiştir. İbn Abbas da hemen
hemen aynı tefsiri yapmıştır. İbn Ebi Hâtim, ibni Cerir ve İbn
Merduye'den rivayet edildiğine göre İbn Abbas şöyle buyurmuştur:
"Allah, kadınlara evlerinden bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında,
sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde örtülerini üstlerine
almalarını ve yüzlerini gizlemelerini emretmiştir." Katade ve Süddi
de bu ayete aynı anlamı vermişlerdir.
Sahabe ve tabiun döneminden sonra gelen bütün büyük
müfessirler de bu ayeti aynı şekilde tefsir etmişlerdir. İmam ibn
Cerir el-Taberi bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Saygıdeğer kadınlar
evlerinden çıktıklarında, açık ve yüzleri örtüsüz cariyeler gibi
görünmemelidirler. Örtülerinin veya dış elbiselerinin bir kısmını
yukarıdan bırakıp örtünmelidirler ki, kötü niyetli kimseler onlara
zarar vermesin."
(Camiul-Beyan cilt, 22 s. 33)
Allame Zemahşerî şöyle der: "Ayet, kadınların
örtülerinin bir kısmını yukarıdan üzerlerine bırakmaları, yüzlerini
ve bedenlerini örtmeleri gerektiği anlamına gelir." (El-Keşşaf cilt.
11. s. 221)
Allame Nizamüddin Nişaburî de şöyle der: "Yani, onlar
örtülerinin bir kısmını üzerlerine örtmelidirler; bu ayette
kadınlara başlarını ve yüzlerini örtmeleri emredilmektedir." (Garaibul-Kur'an
cilt. 11. s. 32)
İmam Razi ise şöyle der: "Burada kastedilen diğer
insanların onların hafif kadınlar olmadığını bilmesidir. Çünkü yüz
setr'e dahil olmadığı halde yüzünü örten bir kadının, diğer
erkeklerin yanında örtmesi farz olan setrini açması beklenemez.
Böylece herkes bu kadınların kendilerinden ahlaksızca bir davranış
beklenilemeyecek saygıdeğer ve vakarlı olduklarını bilecektir."
(Tefsir-i Kebir, cilt 1. s. 591)
Bu ayetle ortaya çıkan başka bir nokta da, Hz.
Peygamber'in (s.a) birçok kızının olduğu gerçeğidir. Çünkü Allah
bizzat: "Ey Peygamber, eşlerine ve kızlarına..... emret"
buyurmuştur. Bu sözler, Allah'tan hiç korkmadan Hz. Peygamber'in
(s.a) sadece bir kızı olduğunu iddia eden kimselerin iddiasını boşa
çıkarmaktadır. Onlara göre, sadece Fatıma, Hz. Peygamber'in (s.a)
asıl kızıdır. Diğerleri ise eşlerinin önceki kocalarından. Bu
kimseler önyargıları nedeniyle öyle körleşmişlerdir ki, Hz.
Peygamber'in (s.a) çocuklarını başkalarına nispet ederek ne kadar
büyük bir günah işlediklerinin ve ahirette kendilerini çok şiddetli
bir azabın beklediğinin farkında değillerdir. Bütün sahih hadislere
göre, Hz. Hatice (r.a), Hz. Peygamber'den (s.a) sadece Fatıma'yı
değil, üç kız çocuğu daha dünyaya getirmiştir. İlk siyer
yazarlarından Muhammed bin İshak onun Hz. Hatice ile evliliğine
değindikten sonra şöyle der: "İbrahim dışında, Hz. Peygamer'in (s.a)
bütün çocuklarının annesi Hatice'ydi. Kasım, Tahir, Tayyib, Zeyneb,
Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma." (İbn Hişam: cilt. 1, s. 202)
Ünlü Nesep bilgini Haşim bin Muhammed bin es-Sâ'ib
el-Kelbi şöyle der: "Allah'ın Rasulü'nün kendisine peygamberlik
gelmeden önce ilk doğan çocuğu Kasım'dı, sonra Zeynep, sonra Rukiye,
daha sonra da Ümmü Gülsüm dünyaya geldi." (Tabakâtı-ı İbn Sa'd,
cilt.1, s.133). İbn Hazm ise Cevami es-Siret adlı kitabında Hz.
Peygamber'in (s.a), Hz Hatice'den en büyüğü Zeynep olmak üzere,sırasıyle
Rukiye, Fatıma ve Ümmü Gülsüm adlarında dört kızının olduğunu yazar.
(ss.38-39). Taberi, İbn Sa'd, Ebu Ca' fer Muhammed bin Habib (Kitab-ül
Muhabber adlı kitabın yazarı) ve İbn Abd'il-Berr (Kitab-ül İstiâb
yazarı) sahih rivayetlere dayanarak Hz. Hatice'nin Rasulullah'la
(s.a) evlenmeden önce iki kez evlendiğini, Ebu Hâle Temimi'den Hind
bin Ebu Hâle adında oğulu, Atik bin Ayis Mahzumi'den Hind adında bir
kızı olduğunu söylerler.
Hz. Hatice daha sonra Hz. Peygamber ile evlenmiştir
ve bütün nesep bilginleri onun Peygamberimizden yukarıda adları
geçen dört kızı dünyaya getirdiğinde ittifak etmişlerdir. (Bkz.
Taberi cilt II, s.411) Tabakât-ı ibn Sa'd. cilt VIII, ss. 14-16:
Kitabül Muhabber ss. 78.79, 452:El-Isti'âb, cilt 11,s. 718) Bütün bu
rivayetler, Kur'an'da Peygamber'in(s.a) bir tane değil, birden fazla
kızı olduğunu bildiren ifade ile desteklenmektedir.
111.".......onların tanınması......": Böylece onlar
basit ve sade elbiseleriyle, günahkar insanların kötü emeller
besleyeceği hafif kadınlar olarak değil, saygıdeğer ve namuslu
kadınlar olarak tanınacaklardır. ".......inciltilmemesi....."
Böylece kimse onlara sataşmayacak, onları rahat bırakacaklardır.
Burada bir müddet duralım ve Kur'an'ın bu emri ile
İslam'ın nasıl bir sosyal hayat ruhuna sahip olduğunun ifade
edildiğine ve bu ruhun amacının Allah'ın ifade ettiği şekilde ne
olduğuna bir göz atalım. Bundan önce Nur Suresi 31. ayette
kadınların, zikredilen kadın ve erkekler dışındaki kimselere
zinetlerini göstermeleri yasaklanmış ve onlara "gizli zinetleri
bilinsin diye ayaklarını yere vurmamaları" emredilmişti. Eğer bu
emir, Ahzab Suresi'nin bu ayeti ile birlikte okunursa, kadınların
burada emredildiği şekilde örtülerine bürünmelerinin amacının
zinetlerini başkalarından gizlemek olduğu anlaşılır.Elbette bu amaç
da ancak dış elbisesinin kendisi sade olduğunda yerine
getirilebilir, aksi taktirde süslü ve dikkat çekici bir örtüyle
örtünmek bu amaca uygun düşmeyecektir. Bunun yanısıra, Allah sadece
kadınlara örtülerine bürünerek zinetlerini gizlemelerini emretmekle
kalmıyor, örtünün bir ucunu yukarıdan aşağıya bırakmalarını da
emrediyor. Her sağduyulu insan buradan, vücut ve elbisenin zinetleri
ile birlikte yüzün de örtülmesi gerektiği sonucunu çıkarır. Daha
sonra Allah bu emrin sebebini de açıklıyor: "bu, Müslüman kadınların
tanınması ve inciltilmemesi için en uygun yoldur." Elbette bu emir,
erkeklerin ısrar edici bakışlarından, sarkıntılık etmelerinden ve
sataşmalarından rahatsız olan, bunları eğlenceli bulmayan, kötü
şöhretli ahlaksız sokak kadınlarından biri gibi kabul edilmek
istemeyen, tam aksine ahlaklı, namuslu ev kadınları olarak tanınmak
isteyen kadınlar içindir.
Böyle soylu ve şerefli kadınlara Allah şöyle
buyurmaktadır: "Eğer gerçekten iyi kadınlar olarak tanınmak
istiyorsanız ve erkeklerin şehvet dolu bakış ve ilgileri sizi
rahatsız ediyorsa, insanların açgözlü bakışları önünde bütün
güzellik ve fiziki cazibenizi ortaya koyacak şekilde yeni gelinler
gibi süslü bir şekilde sokağa çıkmamalısınız. Tam aksine bütün
ziynetlerinizi gizleyen ve yüzünüzü örten sade bir örtü ile ve
ziynetlerinizin şıkırtısı bile dikkati çekmesin diye ağırbaşlı bir
şekilde yürüyerek sokağa çıkmalısınız. Kendisini boyayıp süsleyen ve
her tür ziyneti takıp takıştırmadan dışarı adımını atmayan bir
kadının, erkeklerin dikkatini çekmekten başka bir amacı olamaz.
Böyle yaptığı halde insanların, açgözlü bakışlarından rahatsız
olduğunu söyleyerek şikayet ediyorsa ve "sokak kadını" olarak
tanınmak istemediğini, namuslu bir ev kadını olarak yaşamak
istediğini söylüyorsa, bu, sahtekarlıktan başka birşey değildir. Bu,
gerçek niyetini ifade eden bir kimsenin sözleri değildir, onun asıl
niyeti tavırlarında ve davranış tarzında görülmektedir. O halde
diğer erkeklerin önüne dikkat çekici bir şekilde çıkan bir kadının
bu davranışı, onun davranışlarını neyin yönlendirdiğini
göstermektedir. İşte bu nedenle münasebetsiz kimseler, hafif
kadınlardan bekledikleri şeyleri bu kadınlardan da beklerler. Kur'an
kadınlara şöyle der: "Siz aynı anda hem sokak kadını, hem de namuslu
bir kadın olamazsınız. Eğer namuslu, saygıdeğer kadınlar olarak
yaşamak istiyorsanız, sokak kadınlarına yaraşan davranışlardan
vazgeçmeli ve namuslu kadın olmanızı sağlayacak bir hayat tarzı
benimsemelisiniz."
Bir kimsenin kişisel düşünceleri Kur'an'a uygun olsun
veya zıt olsun, ya da bir kimse Kur'an'ın gösterdiği hidayeti
kendisi için bir yol gösterici kabul etsin veya etmesin, Kur'an'ı
tefsir ederken entellektüel plânda dürüst davranmak isteyen herkes
bunun asıl amacını kavrayacaktır. Eğer bu kimse bir münafık değilse,
dürüstlükle Kur'an'ın asıl amacının yukarıda açıklanan amaç olduğunu
kabul edecektir. Bundan sonra herhangi bir emri çiğnese bile, ya
Kur'an'ın emrine karşı geldiğinin farkında olarak, ya da Kur'an'ın
hidayetini kabul etmediği için böyle yapacaktır.
112. Yani, "Eğer siz şimdi bu apaçık hidayeti
aldıktan sonra kendinizi ıslah eder ve bile bile onu çiğnemezseniz,
Allah İslâm öncesi cahiliye günlerinde işlediğiniz hata ve günahları
affedecektir.
59- Ey Peygamber!
Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Dış
örtülerinden üzerlerine alıp örtsünler. Bu, onların başkaları
tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur. Allah
çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Dış örtüleri diye
çevirdiğimiz "celâbîb" kelimesi kadının normal elbiselerinin
tamamını kaplayan ya da bütün bedeni örten dış elbise (yani çarşaf,
abaye, geniş manto veya bol pardesü) anlamındaki "cilbab"
kelimesinin çoğuludur.
"Bu" yani
örtülerin örtülmesi "onların ... tanınıp" hür kadın olup
ayırdedilmeleri ve kötülüğe düşmekten uzaklaşmaları, kalplerinde
kuşku olanların kendilerine sarkıntılık yapıp "rahatsız
edilmemeleri için daha uygundur. Allah" örtünmeyi terketmek
sebebiyle daha önce işledikleri günahları "çok bağışlayan",
örtünmeyi ve diğer farzları emretmek suretiyle kullarının
maslahatlarını gözeterek kullarına "çok merhamet edendir."
Buhari, Hz.
Âişe'den naklediyor: Hz. Şevde örtüsüne büründükten sonra ihtiyacı
için dışarı çıktı. Hz. Şevde iri yapılı bir kadın olup kendisini
tanıyan kimseler için gizlenemeyecek durumda idi. Hz. Ömer (r.a.)
kendisini görmüş ve ona:
- Ya Sevde!
Vallahi bize karşı kendini gizleyemiyorsun. Nasıl dışarı çıkacağına
dikkat et, dedi.
Hz. Sevde diyor
ki: Eve döndüm. O sırada Rasulullah (s.a.) evde idi, akşam yemeği
yiyordu. Elinde bir et parçası vardı. İçeri girdim. Peygamberimiz
(s.a.)'e:
- Ya Rasulallah!
Ben ihtiyacım için dışarı çıktım. Bana Ömer şöyle şöyle dedi, dedim.
Hz. Sevde devam
ediyor: Bunun üzerine Allah ona vahiy indirdi. Az sonra vahiy hali
kalktı. Et parçası hâlâ elinde idi. Onu yere koymamıştı.
Peygamberimiz (s.a.) buyurdu ki:
- Size izin
verildi. Ancak ihtiyacınız için dışarı çıkabilirsiniz.
İbni Sa'd
Tabakat'ta Ebû Malik'ten naklediyor: Peygamberimiz (s.a.)'in
hanımları geceleri ihtiyaç için dışarı çıkıyorlardı. Münafıklardan
bazı kimseler onların peşinden yürüyor, onlar da bundan rahatsız
oluyorlardı. Bunu Peygamberimiz'e şikâyet ettiler. Münafıklara bu
durum iletildi. Münafıklar: Biz sadece cariyelerin peşinden
gidiyoruz, dediler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Mümini inciten
kimsenin apaçık bir günah ve iftira yüklendiğini beyan ettikten
sonra Allah Tealâ kadınların dışarıya açık-saçık çıkıp zinakârların
kendilerinin peşinden dolaşmaları şeklindeki cahiliye durumundan
farklı olarak tesettür ve cilbaba bürünmelerini, mümin hanımlara
eziyette bulunmaya ve sarkıntılığa sebep olacak töhmetli yerlerden
sakınmalarım emretti.
"Ey Peygamber!
Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Dış
örtülerini üzerlerine alıp örtsünler."
Allah, Rasulünden
mümin hanımlara ve özellikle hanımlarına ve kızlarına evlerinden
çıkarken cariyelerden farklı olarak dış elbiselerini üzerlerine
örtmelerini istedi.
Cilbab,
başörtüsünün üzerindeki ridadır. Bu konuda bu tesettürün keyfiyeti
hakkında çeşitli rivayetler vardır.
İbni Abbas diyor
ki: Allah müminlerin hanımlarına ihtiyaç için evlerinden dışarı
çıktıklarında yüzlerini başlarından itibaren "cilbab" ile
kapatmalarını ve sadece bir gözlerini göstermelerini emretti.
İbni Cerir'in
rivayetine göre Muhammed b. Şirin diyor ki: Abîde es-Selmanî'ye "Dış
örtülerini üzerlerine alıp örtsünler." ayetini sordum. Yüzünü ve
başını örttü, sadece sol gözünü açıkta bıraktı.
Abdürrezzak ve
İbni Ebî Hatim, Ümmü Seleme'den rivayet ediyorlar: Bu ayet, "Dış
örtülerini üzerlerine alıp örtsünler." ayeti nazil olunca ensarın
hanımları sükûnet içerisinde, sanki başlarının üzerinde kargalar
varmış gibi, üzerlerinde giydikleri siyah elbiseler olduğu halde
dışarı çıktılar.
Şer'î hükümlerin
iyice yerleşmesinden sonra inen bu ayetin gayesi emredilen
tesettürün mutlaka kapanması gerekli yerlere ilâve olarak emredilen
dış örtülerdir. Bu emir kadını töhmet ve kuşkudan uzaklaştıran,
fasık erkeklerin sarkıntılıklarından koruyan güzel bir edeptir.
Şer'î tesettür,
altındakini göstermeyecek şekilde bir elbise ile vücudun tamamını
örten dış elbisedir. Kadın evinde kocasının yanında dilediği
şekilde giyinebilir.
"Bu, onların
başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha
uygundur." Yani dış elbiseleri giymek ya da tesettür kadınların hür
olduklarının, cariye veya zaniye olmadıklarının bilinip de fısk ve
fücur ehlinin sarkıntılıklarına uğramamaları için daha uygundur.
Allah, o kadınların geçmişte yaptıkları tesettürü ihmal etme
günahlarını, ayrıca hata ile kasıt olmaksızın tesettürü ihlâl
ettiklerinde Allah'ın emrine yönelenleri çok bağışlayandır.
Kullarının yararını gözetmek ve onlara bu güzel edebi irşat etmek
suretiyle kullarına rahmeti çok geniş olandır.
Cariyelere
gelince; şeriat, sıkıntıya girmelerini ve örtüye bürünüp meşakkate
uğramalarını ortadan kaldırmak ve efendilerine hizmet etmelerini
kolaylaştırmak için cariyelere tam anlamıyla, bütünüyle tesettürü
emretmemiştir. Cumhurun görüşü budur.
Ebu Hayyan diyor
ki: "Müminlerin hanımları" ifadesinden ilk anlaşılan hür ve cariye
kadınların tamamını içine almaktadır. Cariyelerin fitneye sebep
olmaları, tasarruflarının çokluğu sebebiyle hür kadınlardan daha
çoktur. Dolayısıyla cariyelerin kadınlar ifadesinin genel
kavramından çıkarılması için açık bir delile ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu ayet aşağıdaki
hususlara delâlet etmektedir:
1-
Örtüye bürünme ve tesettür emri genel bir emir olup bütün kadınları
içine almaktadır. Tesettür, kadının vücut hatlarını belirtmeyecek
şekilde olmalıdır. Ancak kadının kocasıyla beraber olduğu durum
bundan müstesnadır. Bu durumda kadının dilediği şeyi giyme hakkı
vardır.
Örtünme ile
emrolunan kadınlar arasında Rasulullah (s.a.)'in hanımları ve
kızları da yer almaktadır. Rasulullah (s.a.)'in hanımlarına gelince;
Katade diyor ki: Rasulullah (s.a.) vefat ettiğinde dokuz hanımı
vardı. Beşi Kureyşlidir: Aişe, Hafsa, Ümmü Habibe, Şevde ve Ümmü
Seleme. Üçü ise diğer Arap kabilelerindendir: Meymûne, Zeyneb bt.
Cahş ve Cüveyriye. Geri kalan bir hanım, Harunoğulları neslinden
olup bu hanım Safiyye'dir. Peygamberimiz (s.a.)'in çocukları ise hem
erkek, hem de kızdır. Erkek çocukları Kasım, Tahir, Abdullah ve
Tayyib, Hz. Hadice'nin çocuklarıdır. Kızları ise:
1-
Hz. Hadice'nin kızı ve Hz. Ali'nin hanımı Fatımatu z-Zehrâ,
2-
Hz. Hadice'nin kızı ve teyzesinin oğlu Ebu'l-Âs'ın hanımı Zeyneb
3-4-
Hz. Hadice'nin kızları ve Hz. Osman'ın hanımları Rukayye ve Ümmü
Gülsüm.
Dikkat edilirse,
davetçi davetine kendi nefsinden ve ailesinden başlarsa ancak bu
durumda davet netice verebilir. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.)'in
hanımları ve kızlarına hicabın emredilmesi ile başlanılmıştır.
2-
Cilbabın (dış örtünün) örtülme şekli: İbni Abbas'ın ve Abîde es-Sel-manî'ye
göre kadının görmek için ayırdığı bir gözü müstesna bütün bedenini
tamamen örtmesidir.
Katade ve İbni
Abbas ikinci bir rivayette şöyle diyor: Bu şekil, kadının iki gözü
görünse de örtüyü alnının üzerinden geçirip bağlaması, sonra da
burnunun üzerinden geçirmesidir. Fakat yüzün büyük bir kısmı ve
göğüs örtülecektir. Hasan-ı Basrî diyor ki: Kadın yüzünün yarısını
örtecektir.
3-
Hür kadınlara tesettürün emredilmesinin hikmeti, bunların
cariyelerle karışmamaları içindir. Hür oldukları bilindikleri zaman
hürriyet rütbesine riayet etmek üzere en küçük bir sarkıntılıkla
karşılaşmayacaklardır. Böylece hür kadınlara karşı haram arzu
duyulması ortadan kalkacaktır.
4-
Cenab-ı Hakk'ın "Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." ayeti
bu meşru emirden önceki tesettürde bulunmamalar konusunda kadınları
teselli etme, anlamındadır.
5-
İbni Sa'd'ın et-Tabakatü'l-Kübrâ'da belirttiğine göre: Şafiî
fakîhlerinden Ahmed b. İsa bu ayetten âlimlerin ve bazı
şahsiyetlerin değişik elbise ve sarık kullanmaları -selef âlimleri
böyle bir şey yapmasalar da- güzel bir tavır olup bu usûl onların
tanınıp ayırdedilmelerine ve dolayısıyla sözleriyle amel
edilmelerine sebep olacaktır, neticesini çıkarmıştır.
Ayrıca bu ayet
kadının yüzünün örtülmesinin gerekli olduğuna delil olarak kabul
edilmiştir. Zira İbnü'l-Cevzî, Taberî, İbni Kesîr, Ebu Hayyan, Ebu's-Suud
ve Cessas, Razî gibi âlim ve müfessirler "cilbabın örtülmesi"
ifadesini, yabancı erkeklere karşı, ya da kadınların ihtiyaç için
evden çıkmaları anında yüzlerini, saçlarını ve bütün bedenlerini
örtmeleri şeklinde tefsir etmişlerdir.
31 Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten)
kaçındırsınlar31 ve ırzlarını32 korusunlar;33 süslerini34 açığa
vurmasınlar, ancak kendiğilinden görüneni hariç.35 Baş örtülerini,
yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar.36 Süslerini, kendi
kocalarından37 ya da babalarından ya da kocalarının babalarından38
ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından39 ya da kendi
kardeşlerinden40 ya da kardeşlerinin oğullarından41 ya da kız
kardeşlerinin oğullarından42 ya da kendi kadınlarından43 ya da sağ
ellerinin altında bulunanlardan44 ya da kadına ihtiyacı olmayan
(arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden45 ya da kadınların henüz
mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan46 başkasına göstermesinler.
Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.47
Hep birlikte Allah'a tevbe edin48 ey mü'minler, umulur ki felah
bulursunuz."49
AÇIKLAMA
31.
Erkeklerin kadınlar karşısında bakışlarını indirme hükmü, erkekler
karşısında kadınlar için de aynıdır. Kadınların başka erkeklere
gözlerini dikip bakmaları yasaktır, ister istemez erkekleri
gördüklerinde hemen gözlerini çevirmeli ve başkalarının avret
yerlerine bakmaktan kaçınmalıdırlar. Bununla birlikte, erkeklerin
kadınlara bakıp bakmamalarıyla ilgili hükümler, kadınların erkeklere
bakıp bakmamalarıyla ilgili hükümlerden biraz farklıdır. Bu konuda
bir rivayet şöyle gelmektedir: Hz. Peygamber (s.a) hanımlarından Hz.
Ümmü Meymune ve Hz. Ümmü Seleme ile otururlarken, âmâ bir sahabi
olan Hz. İbn Ümmü Mektum çıkagelir. Hz. Peygamber (s.a) hanımlarına
"Yüzünüzü ondan gizleyin" buyurur. Hanımlarının, "Ey Allah'ın Rasûlü,
o kör değil mi? Bizi ne görebilir, ne tanıyabilir" demeleri üzerine
de şu cevabı verir: "Siz de mi körsünüz? Onu görmüyor musunuz?" Hz.
Ümmü Seleme bu olayın örtü hükümlerinin inmesinden sonra meydana
geldiğini açıklar. (İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi).
Bunu destekleyen bir başka rivayet daha vardır ki, şöyledir: "Amâ
bir adamın kendisini görmeye gelmesi üzerine Hz. Aişe ondan
gizlenir. Adam kendisini göremezken örtünmeye neden gerek duyduğunu
Hz. Aişe şöyle açıklar: "Ama, ben onu görüyorum" (Muvatta).
Ne
var ki, bunların karşısında Hz. Aişe'den gelen değişik bir rivayet
vardır. Hicret'in 7'inci yılında Medine'ye bir zenci heyet gelir ve
Mescid-i Nebevî'de fiziki bir hüner gösterisinde bulunurlar. Hz.
Peygamber (s.a) bunu Hz. Aişe'ye gösterir. (Buhari, Müslim, İmam
Ahmed). Bir başka olayda, Fatıma bint-i Kays'ı kocası boşadığı
zaman, iddetini nerede geçireceği sorunu baş gösterir. Hz. Peygamber
(s.a) ona önce Ümmü Şerik el-Ensari ile kalmasını söyler, fakat
sonra âmâ olduğu için daha rahat eder düşüncesiyle İbn Ümmü
Mektum'un evinde kalmasını emreder. Ümmü Şerik zengin olup, evi
ziyafet verdiği sahabelerle dolup taştığından, onun evinde kalmasını
hoşgörmez. (Müslim, Ebu Davud).
Bu
rivayetler, kadınların erkeklere bakması konusunda getirilen
sınırlamaların erkeklerin kadınlara bakmalarıyla ilgili sınırlamalar
kadar sert olmadığını gösterir. Kadınların erkeklerle karşı karşıya
oturmaları yasaklanmış olmakla birlikte, yoldan geçerken erkeklere
bakmaları veya erkeklerin mahzur bulunmayan gösterilerini uzaktan
izlemeleri haram değildir. Yine, gerçek ihtiyaç durumunda kadınların
birlikte kaldıkları evdeki erkekleri görmelerinde de mahzur yoktur.
İmam Gazali ve İbn Hacer de aşağı yukarı aynı görüştedirler.
Şevkânî Neyl'ül-Evtar'da İbn Hacer'den şu görüşü nakleder
"Kadınlarla ilgili bu izni, açık havadaki işlerinde de kendilerine
böyle bir serbesti tanınmış olması gerçeği desteklemektedir.
Camilere gittiklerinde veya sokaklarda dolaşırken, ya da seyahatta
kadınlar erkekler kendilerine bakmasın diye peçe takarlarken,
erkeklere kadınlar kendilerine bakmasın diye peçe takma emri
verilmemiştir. Bu da iki cinsle ilgili hükümlerin farklı olduğunu
gösterir." (Cilt: 6, sh. 101). Bununla birlikte, kadınların
serbestçe istedikleri kadar erkeklere bakıp durmaları ve bununla göz
zevki almaları caiz değildir.
32.
Yani, gizli yerlerini başkalarının yanında açmaktan ve cinsel
arzularını gayri meşru yollarla gidermekten sakınsınlar. Bu konudaki
hüküm kadınlar ve erkekler için aynıysa da, avret yerinin sınırları
kadınlar ve erkekler için farklıdır. Ayrıca, kadınların avret yeri
erkekler karşısında ve kadınlar karşısında da değişiklik gösterir.
Kadınların erkekler karşısındaki avret yerleri el ve yüz dışında
kalan tüm vücudlarıdır, avret yerlerini açması koca dışında,
kardeşleri ve babaları için dahi doğru değildir. Vücud çizgilerini
ve deriyi ortaya koyacak biçimde ince ve dar giyinmek de yasaktır.
Hz. Aişe'den gelen bir rivayete göre, bir defasında kız kardeşi Esma
ince bir elbise içinde Hz. Peygamber'e (s.a) gelir. Hemen yüzünü
çeviren Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "Ey Esma, bir kadın
ergenlik çağına geldiği zaman, yüz ve el dışında vücudunun herhangi
bir parçasının açığa çıkmasına izin yoktur." (Ebu Davud).
Benzer bir hadisi İbn Cerir yine Hz Aişe'den nakleder. Buna göre,
bir defasında, Hz. Aişe'nin annesinin önceki kocasından olma
Abdullah bin Tufeyl'in kızı kendisini ziyarete gelir. O esnada eve
giren Hz. Peygamber (s.a) kızı görünce yüzünü çevirir. Hz. Aişe, "Ey
Allah'ın Rasûlü, o benim yeğenimdir" der. Buna Hz. Peygamber (s.a)
şöyle karşılık verir: "Bir kadın ergenlik çağına geldiği zaman, el
ve yüz dışında vücudunu göstermesi helâl değildir" (Sonra da, elle
nereyi kasdettiğini göstermek için bileğini tutar ve kavradığı yerle
avucunun orası kadar bir mesafe kalır.) Bu bağlamda gösterilen tek
hoşgörü, vücudunun bir kısmını yakın akrabalarının önünde (kardeş,
baba gibi) gösterebilmesi için tanınan izindir. Bu da, kadın ev
işlerini yaparken gereklidir. Sözgelimi, hamur yoğururken kolunu,
döşemeleri yıkarken pantolununu sıvayabilir.
Kadınların kadınlar karşısındaki avret yerleri, erkeklerin erkekler
karşısındaki avret yerlerinin aynısı, yani göbekle diz kapağı
arasıdır. Fakat, bu kadının kadın karşısında yarı çıplak duracağı
anlamına gelmez. Şu kadar ki, vücudun göbekle diz kapağı arasının
her halükârda kapanması gerekirken, vücudunun diğer bölümleri için
böyle değildir.
33.
İlahi Kanun'un kadınlardan istediği yalnızca erkeklerden
istediğiyle, yani bakışlarını sakınıp, ferçlerini korumakla sınırlı
olmayıp, erkeklerden istenmeyen daha başka şeylerin de kadınlardan
istendiği önemle belirtilmelidir. Bu da gösteriyor ki, bu alanda
erkeklerle kadınlar bir değildir.
34.
"Zinet" çekici elbiseler, süslemeler ve kadınların genellikle
kullandığı diğer baş, yüz, el, ayak vs. süslerini içine alır ve
modern manada "makyaj" (süslenme) sözcüğüyle ifade edilebilir. Bu
zinetin başkalarının yanında açılmaması emri aşağıdaki açıklama
notlarında ayrıntılarıyla açıklanacaktır.
35.
Çeşitli müfessirlerce bu ayete verilen anlamlar ayetin gerçek
anlamını karmakarışık bir hale getirmiştir. Oysa, açıkça söylenmek
istenen, "kadınların zinet ve süslerini" açıkta olan-kendiliğinden
görünen" ve kontrollerinin ötesine taşanın dışında göstermemeleri
gerektiğidir. Yani, kadınlar bilerek ve kasden süslerini açığa
vuramazlar, fakat, niyet ve kasıt olmaksızın, başörtünün savrulup
zinetin ortaya çıkması veya kadın giyiminin bir parçası olarak
çekiciliği bulunmakla birlikte gizlenmesi mümkün olmayan dış
elbisenin görünmesi gibi durumlarda zinetin açığa çıkmasında kadın
üzerine sorumluluk yoktur. Hz. Abdullah İbn Mes'ud, Hasan Basrî, İbn
Sirin ve İbrahim Nehaî'nin tefsirleri de bu şekildedir. Buna
karşılık, bazı müfessirler ayeti, "vücudun genellikle açıkta kalan
ve örtülmeyen kısımları" anlamına almışlar ve tüm süsleriyle
birlikte yüzü ve elleri bunun içine dahil etmişlerdir.
Bu,
Hz. Abdullah İbn Abbas'la izleyicilerinin ve çok sayıda Hanefi
fakihinin görüşüdür. (Ahkâmü'l-Kur'an, el-Cessas, Cilt: 3, 388-389).
Bu durumda, bunlara göre kadınların, tüm makyajıyla yüzleri ve
süsleriyle elleri açık olarak dışarı çıkmalarında bir mahzur yoktur.
Fakat biz bu görüşe katılamayacağız. Bir şeyi göstermekle o şeyin
kendiliğinden görünmesi arasında dağlar kadar fark vardır. Birincisi
niyet ve kasıt belirtirken ikincisi zorda kalma ve çaresiz olmayı
ifade eder. Üstelik böyle bir yorum. Hz. Peygamber (s.a) devrinde
örtü ayetinin inmesinden sonra kadınların yüzleri açık dışarı
çıkmadıklarını bildiren rivayetlere de ters düşmektedir. Örtü hükmü
yüzlerin örtülmesini de içine almaktadır ve peçe, Hacc'da ihramlı
olmanın dışında kadın giyiminin bir parçası haline gelmiştir. Bunun
bir diğer delili de, ellerin ve yüzün kadınların avret yerine dahil
edilmemiş olmasıdır, avret yeri ile örtü farklı şeylerdir. Avret
yeri, baba ve erkek kardeş gibi erkeklerin bile yanında açılmaması
zorunlu olan yerlerdir; oysa örtü, kadını mahremi olmayan
erkeklerden ayıran şeydir, buradaki tartışma avret yeri değil, örtü
hükümleriyle ilgilidir.
36.
İslâm öncesi cahiliye günlerinde kadınlar, başın arkasında bağlanan
bir tür başlık kullanırlardı. Gömleğin yakası da, boynun önünü ve
göğsün üst kısmını dışarda bırakacak şekilde açılırdı. Göğüsleri
örtecek gömlekten başka bir şey yoktu ve saçlar bir veya iki çift
örgü halinde arkaya bırakılırdı. (El-Keşşaf, cilt: 2, sh. 9', İbn
Kesir, c: 3, sh: 283-284). Bu ayet inince müslüman kadınlar
başlarını, göğüslerini ve sırtlarını bütünüyle örten bir başörtüsü
takmaya başladılar. Müslüman kadınların bu hüküm karşısındaki
davranışlarını Hz. Aişe (r.a) canlı bir biçimde anlatır. "Nur Suresi
inip, halk muhtevasını Hz. Peygamber'den (s.a) öğrenince doğru
evlerine koştular ve ayetleri karıları, kızları ve kız kardeşlerine
okudular" der ve ilave eder: "Ayetlere anında cevap geldi. Ensar
kadınları hemen kalkıp, ellerine geçen bez parçalarından başörtüleri
yaptılar. Ertesi sabah namaz için Mescid-i Nebevi'ye gelen tüm
kadınlar baş örtülüydüler." Bir başka rivayette, Hz. Aişe ince
bezlerin bırakılıp, bu amaçla kadınların kalın bez seçtiklerini
anlatır. (İbn Kesir, cilt: 3, sh: 284, Ebu Davud).
Hükmün amacı ve gerçek niteliği, baş örtüsünün güzel ve ince bezden
yapılmamasını gerektirmektedir. Ensar kadınları gerçek hedefi
anlamışlardı ve ne tür bir bezin kullanılması gerektiğini
biliyorlardı. Kanun Koyucu bizzat bu noktayı açıklamış ve halkın
yorumuna bırakmamıştır. Dihyetü'l-Kelbî anlatıyor: "Bir keresinde
Hz. Peygamber'e (s.a) belli uzunlukta güzel bir Mısır muslini
getirildi. Ondan bir parça bana vererek, "Bir kısmını gömleğin için
kullan, kalanını da başörtüsü yapması için karına ver, fakat ona
şöyle de, bunun iç yüzüne bir başka bez parçası diksin ve içinden
beden görünmesin" dedi." (Ebu Davud).
37.
Bu ayet, bir kadının tüm makyaj ve süsüyle serbestçe hareket
edebileceği çevreyi açıklamaktadır. Bu çevrenin dışında, akraba
olsun yabancı olsun, başkalarının karşısına makyajıyla çıkmasına
izin yoktur. Hüküm, bu sınırlı çevrenin dışında kasden veya
dikkatsizce süslerini göstermemesi gerektiğini ifade eder. Bununla
birlikte, dikkat ve titizliğe rağmen, elde olmadan meydana gelen
açılmaları da Allah affeder.
38.
"Babalar" hem anne, hem de baba yanından dedeleri ve büyük dedeleri
de içine alır. Dolayısıyla, bir kadın kendi babası ve dedesine
görünebildiği gibi, kocasının babası ve babasının babasına da
görünebilir.
39.
"Oğullar" kadın ve erkek tarafından torunları ve küçük torunları da
içine alır. Öz oğullarla üvey oğullar arasında herhangi bir ayırım
yapılmamıştır.
40.
"Erkek kardeşler" öz ve üvey kardeşleri içine alır.
41.
"Erkek ve kız kardeşlerin oğulları", öz ve üvey erkek ve kız
kardeşlerin oğulları, torunları ve küçük torunları içine alır.
42.
Yakınlardan sonra, diğer insanlara geçilmektedir. Bunları anlatmaya
geçmeden önce karıştırma olmaması için üç noktanın anlaşılması
yararladır:
1)
Bazı fakihler, bir kadının hareket ve süslerini gösterme
serbestisinin bu ayette anılan akraba çevresiyle sınırlı olduğu
görüşündedirler. Bu çevrenin dışında kalan herkes, amca ve dayıya
varıncaya kadar bu listenin dışında kalır ve Kur'an'da anılmadıkları
için kadın onların yanında da örtünmek zorundadır. Fakat, bu
fakihlerin bu görüşü doğru değildir. Bırakın gerçek amcaları, Hz.
Peygamber (s.a) Hz. Aişe'nin süt amcası karşısında bile tam
anlamıyla örtünmesine gerek duymamıştır. Kütübü Sitte ve Müsned'i
Ahmed'de Hz. Aişe'den gelen bir rivayete göre, bir defasında Ebu'l-Kays'ın
kardeşi Eflah Hz. Aişe'yi görmeye gelir ve eve girmek için izin
ister. Fakat,örtünme emri inmiş olduğu için, Hz. Aişe izin vermez.
Bunun üzerine Eflah, "Sen benim yeğenimsin, seni kardeşim Ebu'l-Kays'ın
karısı emzirdi" der. Buna rağmen, Hz. Aişe böyle bir yakınının
yanında peçesiz bulunmaya izin olup olmadığında tereddüt eder. O
esnada Hz. Peygamber (s.a) gelir ve Hz. Aişe'ye Eflah'ı
görebileceğine hükmeder. Bu da gösteriyor ki, bizzat Hz. Peygamber
(s.a) ayeti bu fakihlerin yorumladığı gibi yorumlamamış yani
yalnızca ayette anılan yakınlara peçesiz görünmenin helâl olduğuna
hükmetmemiş amca, dayı,damat ve süt akrabalar gibi kendileriyle
evlenmesi haram olan yakınlar karşısında örtüye gerek olmadığına
karar vermiştir. Tabiun'dan Hasan-ı Basri aynı görüşü benimsemiş ve
bu görüş Ahkamü'l-Kur'an'da (cilt: 3 sh: 390). Alleme Ebu Bekr el-Cessas
tarafından desteklenmiştir.
2)
Kendileriyle evlenmenin ebedi haram olmadığı yakınlar sorunu vardır
ortada, bu yakınlar, ne kendilerine kadının süsleriyle
görünebileceği mahrem yakınlar kategorisine, ne de başkaları
karşısında olduğu gibi, kendileri karşısında da bütünüyle örtünmesi
gereken tümden yabancılar kategorisine girmektedir. Herhalde kesin
çizgilerle tesbit edilemeyeceğinden olsa gerek. İslâm bu konuda iki
uç arasında benimsenmesi gereken yolu tayin etmemiştir. Böyle
durumlarda örtüye uyup uyulmayacağı, karşılıklı ilişkilere, kadın ve
erkeğin yaşına, ailevi ilişki ve bağlara ve (aynı veya ayrı evlerde
oturmak gibi) daha bazı şartlara bağlı olacaktır. Bu konuda bizzat
Hz. Peygamber'in (s.a) sergilediği örnek bize aynı yolu
göstermektedir.
Çok
sayıda rivayet, Ebu Bekr'in kızı, Hz. Peygamber'in (s.a) baldızı
Esma'nın Hz. Peygamber'in (s.a) karşısında peçesiz çıktığını ve en
azından yüz ve ellerini örtmediğini aktarmaktadır. Bu durum, Hz.
Peygamber'in vefatından bir kaç ay önce yapılan Veda Haccı'na kadar
devam etmiştir. (Ebu Davud).
Aynı şekilde Ebu Talib'in kızı ve Hz. Peygamber'in yeğeni Ümmü Hani
de yüzünü ve ellerini örtmeden Hz. Peygamber'in karşısına çıkardı.
Bizzat kendisi, bunu doğrulayan bir olayı Mekke'nin fethiyle ilgili
olarak nakleder. (Ebu Davud). Buna karşılık Hz. Abbas'ın oğlu Fazl'ı,
(Hz. Peygamber'in (s.a) amca çocuğu) Rabia bin Haris b.
Abdülmuttalib'in de oğlu Abdulmüttalib'i ailenin kazanan üyeleri
olmadıkları için evlenemediklerinden bir iş ricasıyla Hz.
Peygamber'e (s.a) gönderdiklerini görüyoruz. Her ikisi de Hz.
Peygamber'i, (s.a) Fazl'ın amca veya hala kızı ve Abdülmuttalib bin
Rabia'nın babasına da benzer bir biçimde yakınlığı olan Hz.
Zeyneb'in evinde görürler. Hz. Zeynep karşılarına çıkmaz ve
kendileriyle Hz. Peygamber'in (s.a) huzurunda bir perde arkasından
konuşur. (Ebu Davud). Bu iki örneği birlikte ele alırsak, yukarda
ifade ettiğimiz aynı sonuca varırız.
3)
İlişkinin kesin olmadığı durumlarda, mahrem yakınlarının yanında
bile örtüye dikkat edilmelidir. Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un
rivayet ettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarından
Sevde'nin cariyeden doğma bir erkek kardeşi vardı. Sevde'nin ve
delikanlının babası, Utbe, kardeşi Sa'd b. Ebu Vakkas'a kendi
sulbünden olduğu için bir yeğen olarak delikanlıya bakması
vasiyetinde bulunur. Durum kendisine aktarılınca, Hz.Peygamber (s.a)
Sa'd'ın iddiasını reddeder ve şöyle buyurur: "Çocuk kimin yatağında
doğmuşsa ona aittir, zaniye ise recm gerekir". Hz. Peygamber (s.a)
bununla da kalmaz ve Hz. Sevde'ye gerçekten erkek kardeşi olup
olmadığı şüpheli bulunduğundan delikanlının karşısında örtüye
bütünüyle riayet etmesini söyler.
43.
Arapça "" kelimesi, "onların kadınları" demektir. Burada tam olarak
hangi kadınların kasdedildiğine geçmeden önce, burada geçen
"en-nisa" kelimesinin yalnızca kadınlar, "nisai-hinne"nin ise
"onların kadınları" anlamına geldiği belirtilmelidir. İlk durumda,
müslüman bir kadının tüm kadınlar karşısında peçesiz görünüp,
süslerini gösterebileceği anlamına gelir. Fakat "en-nisa" yerine
"nisa-ihinne"nin kullanılışı bu serbestiyi belli bir çevreyle
sınırlandırmıştır. Bu belli kadınlar çevresinin ne olduğu konusunda
müfessirler ve fakihler farklı görüşler belirtmişlerdir.
Bir
gruba göre, "kadınları"ndan kasıt yalnızca müslüman kadınlar olup,
zımmî veya başkası tüm gayri müslim kadınlar bu çevrenin dışındadır
ve erkekler gibi onların karşısında da örtüye bütünüyle riayet
edilmesi gerekir. İbn Abbas, Mücahid ve İbn Cüreyc bu görüşte olup,
delil olarak şu olayı ileri sürerler. Halife Ömer, Ebu Ubeyde'ye
yazar: "Bazı müslüman kadınların gayri müslim kadınlarla birlikte
halka açık hamamlara gittiklerini duyuyorum. Allah'a ve Ahiret
Günü'ne inanan müslüman bir kadının, vücudunu kendi toplumundan
olmayan kadınların önünde açması helal değildir." Bu mektubu alan
Hz. Ebu Ubeyde çok sarsılır ve bağırır: "Tenini ağartmak için hamama
giden kadının yüzü kıyamet gününde kararsın." (İbn Cerir, Beyhaki,
İbn Kesir.)
İmam Razi'nin de içinde bulunduğu bir diğer grup, "kadınları"ndan
kasdın istisnasız tüm kadınlar olduğu görüşündedir. Fakat, böyle
olsaydı, "nisa-i hinne" yerine "en-nisa" kelimesinin kullanılması
yeterli olacağından, bu görüşü kabul etmek mümkün değildir.
Üçüncü ve daha akla yatkın Kur'an'a daha yakın görünen görüş, "kadınları"ndan
kasdın, müslüman bir kadının, müslüman olsun olmasın, günlük
hayatında yakından ilişki içinde bulunduğu ve her günkü ev işini
paylaştığı vs. tanıdık-bildik kadınlar olduğunu belirtmesidir.
Burada amaç, kültürel ve manevi kökenleri bilinmeyen veya geçmişleri
şüpheli görünen ve dolayısıyla güvenilemezlik arzeden yabancıları
çevrenin dışına çıkarmaktır. Bu görüşü, zımmî kadınların Hz.
Peygamber'in (s.a) hanımlarını ziyarete geldiğini ifade eden sahih
hadisler de desteklemektedir. Bu bağlamda göz önünde bulundurulması
gereken ana nokta, dini inanç değil, ahlâkî karakterdir. Müslüman
kadınlar gayri müslim de olsalar tanınmış ve güvenilir ailelerin
soylu, iffetli ve faziletli kadınlarıyla görüşebilir ve içten sosyal
bağlar kurabilirler. Fakat müslüman da olsalar, iffetsiz ahlâksız ve
adi kadınlar karşısında örtüye riayet etmelidirler. Bu kadınlarla
bir arada bulunmak ahlâkî açıdan erkekle bir arada olmak kadar
tehlikelidir. Bilinmeyen ve tanıdık olmayan kadınlar ise, en fazla
mahrem olmayan yakınlar gibi davranılır. Bunlar karşısında yüz ve
eller açılabilir, fakat vücudun kalan kısmı ve zinetler
kapatılmalıdır.
44.
Bu emrin gerçek anlamı konusunda fakihler arasında büyük görüş
ayrılıkları vardır. Bir grup, bu yalnız bir hanımın sahip olduğu
cariyelerle ilgilidir der ve ilâhî hükmü, müslüman kadınların
zinetlerini, ister müşrik, ister Yahudi, isterse Hıristiyan olsun,
cariyeleri karşısında açabilecekleri, fakat örtünmenin amaçları
açısından hür bir yabancı erkek gibi davranılması gereken köleleri
karşısında görünemeyecekleri şeklinde tefsir eder.
Bu,
Abdullah b. Mes'ud, Mücahid, Hasan Basri, İbn Sirin, Said b.
Müseyyeb, Tavus ve İmam Ebu Hanife'yle İmam Şafiî'nin bir görüşüdür.
Bunlar, kölenin hanımına mahrem olmadığına, serbest kaldığında
onunla evlenebileceğini delil getirirler. Dolayısıyla, onun salt
köle olması, kendisine erkek mahremler gibi davranılmasını
gerektirmez ve kadının onun karşısında serbestçe görünmesine izin
vermez. Genel anlamda ve hem kölelere, hem de cariyelere
uygulanabilecek şekilde kullanılan "ellerinin altında bulunanlar"
ifadesinin yalnızca cariyelerle sınırlandırılmasının nedenini bu
fakihler şöyle açıklarlar: İfade her ne kadar genelse de, içinde yer
aldığı metnin siyak ve sibakı (öncesi ve sonrası) onu yalnızca
cariyelere özgü kılmaktadır. Ayette "ellerinin altında bulunanlar"
ifadesi, hemen "kadınları"'ndan sonra gelmektedir, bu nedenle
ayetten kadınların yakınları ve diğer arkadaşlarının kastedildiği
dolayısıyla cariyelerin bu hükmün dışında tutulduğu gibi bir yanlış
anlamaya meydan verilmemesi ve kadınların hür kadın dostları gibi,
cariyeleri karşısında da zinetlerini açabileceklerini belirtmek için
"ellerinin altında bulunanlar" ifadesi kullanılmıştır.
Diğer grup, "ellerinin altında bulunanlar" ifadesinin, hem köleleri
hem de cariyeleri içine aldığı görüşündedir. Bu da Hz. Aişe, Ümmü
Seleme ve Hz. Peygamber'in (s.a) Evi'nin (Ehl-i Beyt'in) bir takım
büyük alimleriyle İmam Şafiî'nin görüşüdür. Bunlar, yalnızca
ifadenin genel anlamına dayanmazlar, görüşlerine Sünnet'ten de delil
getirirler. Örneğin, bir defasında Hz. Peygamber (s.a) kölesi
Abdullah b. Müsa'de el-Fezarî ile kızı Hz. Fatıma'nın evine gider. O
zaman Hz. Fatıma'nın üzerinde ayaklarını açıkta bırakan bir entari
vardı, başını örtse ayakları, ayaklarını örtse başı açıkta
kalıyordu. Hz. Peygamber (s.a) kızının utandığını görünce, "Zararı
yok, yalnızca baban ve kölen var" buyurdular. (Enes b. Malik'ten Ebu
Davud, Ahmed, Beyhaki). İbn Asabis'in rivayetine göre, Hz. Peygamber
(s.a) bu köleyi Hz. Fatıma'ya verir ve Hz. Fatıma onu yetiştirir,
sonra da azad eder.
Bu
fakihler, görüşlerine bir diğer delil olarak, Hz. Peygamber'in (s.a)
hadisini naklederler: "İçinizden biri kölesiyle mukatebe yapar ve
köle de hürriyetini satın alacak gerekli araca sahip olursa, (sahibi
olan) kadın, karşısındaki örtüsüne riayet etsin." (Ebu Davud,
Tirmizi, İbn Mace, Hz. Ümmü Seleme'den).
45.
Bu ifadenin harfi harfine tercümesi şöyledir: "Erkeklerden
bağlılarınız olup, hiçbir arzu taşımayanlar". Buradaki anlam açıkça,
müslüman bir kadının mahrem erkeklerden ayrı olarak, şu iki şarta
sahip olan erkekler karşısında da zinetlerini açabileceğidir: 1)
Ancak ikinci derecede, yani kadına tabi bir statüde olmak, 2)
Efendisinin karısı, kızı, kızkardeşi veya annesi hakkında kötü
düşünce veya arzu taşımayacak şekilde, yaşlılık, güçsüzlük,
yoksulluk ve düşük sosyal mevkilerde olma gibi nedenlerle cinsel
etkilerden uzak bulunmak. Bu hükmü, ona itaat etmek için salim bir
zihinle inceleyen herkes, kötüye kaçma yol ve araçları aramaya
kaçmadığı takdirde, bugün evlerde istihdam edilen hamal, aşçı, şoför
ve diğer yetişkin hizmetçilerin bu kategoriye girmediğini teslim
edecektir. Müfessir ve fakihlerce yapılan açıklamalar bu ayette
kasdedilen erkeklerin tümünü ortaya koymaktadır. Şöyle ki:
İbn
Abbas: Kadınlara karşı hiç ilgi duymayan alık kimseler.
Katade: Sadece gerekli rızkını sağlamak için size bağlanmış olan
yoksullar.
Mücahid: Yalnızca yiyeceğe ihtiyaç duyup, kadınlara karşı ilgisi
olmayan alık erkekler.
Şa'bi: Her bakımdan efendisine bağlı olan ve evdeki kadınlara kötü
nazarla bakma cesareti bulunmayan kimseler.
İbn
Zeyd: Bir aileye o ailenin üyesi sayılacak kadar uzun süre hizmet
etmiş ve evin kadınlarına karşı hiçbir arzu taşımayan erkekler. Bu
erkekler yalnızca geçimlerini sağlamak için evdedirler.
Tavus ve Zuhrî: Kadınlara karşı hiç bir arzu duymayan ve duyma
cesareti de olmayan saf kimseler, (İbn Cerir, cilt: 18, sh: 95-96,
İbn Kesir, cilt: 3 sh: 285).
Bu
konudaki en güzel açıklama Hz. Peygamber (s.a) zamanında meydana
gelen ve Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesaî ve İmam Ahmed'in Hz. Aişe
ve Hz. Ümmü Seleme'den rivayet ettikleri şu olaydır: Medine'de,
iktidarsız ve cinsel etkilerden uzak sanıldığından, Hz. Peygamber'in
(s.a) hanımlarının yanına serbestçe girebilen bir hadım erkek
(Hunsa) vardı. Hz. Peygamber (s.a) bir gün hanımlarından Hz. Ümmü
Seleme'nin evine gittiğinde, bu adamı kardeşi Abdullah b. Ebi Ümeyye
ile konuşurken işitti. Abdullah'a ertesi gün Taif'i fethederlerse,
hemen Gaylan Sekafi'nin kızı Bedia'yı elde etmesini tavsiye
ediyordu. Sonra, Bedia'nın güzelliğini ve çekiciliğini övmeye
başladı ve o kadar ki, onun gizli yerlerini tasvir etmeye kadar
gitti, Hz. Peygamber (s.a) bunları duyunca şöyle dedi: "Ey Allah'ın
düşmanı, sanki onun her yanını görmüşsün". Sonra da, bu adam
karşısında kadınların örtüye tam riayet etmelerini bir daha onun
evlere alınmamasını emretti. Bunun ardından, onu Medine'den çıkardı
ve diğer hadımların da evlere girmelerini yasakladı. Çünkü kadınlar
onların varlığına aldırmazken, onlar bir evdeki kadınları diğer
evlerdeki erkeklerin karşısında tasvir ediyorlardı.
Bu
da gösteriyor ki, "cinsel arzu duyamayan" ifadesi, yalnızca fiziksel
iktidarsızlığı belirtmemektedir. Fiziksel açıdan iktidarsız olmakla
birlikte, içten içe cinsel arzu besleyen ve kadınlara karşı ilgi
duyan kişiler pek çok şerlere neden olabilirler.
46.
Yani, cinsel duyguları henüz uyanmamış olan çocuklar. Bu da, en
fazla 11-12 yaşındaki çocuklar için geçerli olabilir. Bu yaşın
üstündeki çocuklar, henüz bülüğa ermemiş bile olsalar, cinsel duygu
sahibi olmaya başlarlar.
47.
Hz. Peygamber (s.a) bu hükmü yalnızca süs eşyalarının şıngırtısıyla
sınırlamış, bundan bakışın yanısıra, duyguları harekete geçirecek
her türlü şeyin, Allah'ın kadınlara zinetlerini göstermeme emrindeki
amaca aykırı olduğu ilkesini çıkarmıştır. Bu nedenle, kadınların
koku sürünerek dışarı çıkmalarını da yasaklamıştır. Hz. Ebu
Hureyre'ye göre, bu konuda şöyle buyurur o: "Allah'ın kadın
kullarını mescidlere gelmekten men etmeyin, şu kadar ki, koku
sürünerek gelmesinler." (Ebu Davud, İmam Ahmed).
Bir
başka rivayete göre, Ebu Hureyre mescidden gelen bir kadına
rastlamış ve onun koku süründüğünü hissedince kendisini durdurarak,
"Ey Allah'ın kadın kulu, mescidden mi geliyorsun?" diye sormuş,
kadının "evet" demesi üzerine de, "Habibim Ebu'l-Kasım'ın (s.a)
şöyle buyurduğunu işittim: "Kokuyla mescide gelen kadının namazı, o
kadın cinsel ilişkiden sonra yıkandığı gibi yıkanmadıkça kabul
olunmaz" demiştir. (Ebu Davud, İbn Mace, İmam Ahmed, Nesaî).
Ebu
Musa el-Eş'arî Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet
eder: "Halkın onun kokusundan zevk alacak şekilde, koku sürünmüş
olarak yoldan geçen bir kadın şöyle şöyledir: Oldukça sert sözler
kullanmıştır." (Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî). Onun bu konudaki emri
kadınların parlak renkli, fakat hafif kokulu parfümler (kokular)
kullanması şeklindeydi (Ebu Davud).
Hz.
Peygamber (s.a) kadın seslerinin gereksiz yere erkeklerin
kulaklarına gitmesini de tasvip etmemiştir. Gerçek ihtiyaç
durumunda, bizzat Kur'an kadınların erkeklerle konuşmalarına izin
verdiği gibi, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımları da dinî konularda
halkı aydınlatırlardı. Fakat, hiçbir gerekçe veya dini ya da ahlâkî
bir amaç olmadığı durumlarda, kadınların seslerini erkeklere
duyurmaları tasvip edilmemiştir. O kadar ki, imam cemaata namaz
kıldırırken yanılır veya atlamada bulunursa, erkeklerin "Sübhanallah"
demeleri gerekirken kadınlar yalnızca el çırparlar. (Buhari, Müslim,
İmam Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace).
48.
"Allah'a tevbe edin": Bu konuda şimdiye kadar işleyegeldiğimiz
hatalar nedeniyle Allah'tan bağışlanma dileyin ve Allah ve
Rasûlü'nün koyduğu hükümler doğrultusunda gidişatınızı düzeltin.
49.
Bu hükümlerin inmesinden sonra, İslâm toplumunda Hz. Peygamber'in
(s.a) yaptığı diğer düzeltmeleri de vermek yararlı olacaktır. Şöyle
ki:
1)
Başka erkeklerin (akraba da olsalar) bir kadını gizlice görmelerini
veya kadının mahrem yakınlarının yokluğunda onunla oturmalarını
yasaklamıştır. Hz. Cabir İbn Abdullah, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Kocaları evde bulunmayan kadınların
yanına girmeyin, çünkü şeytan kan gibi sizin içinizde dolaşır." (Tirmizi).
Yine, Hz. Cabir'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
"Allah'a ve ahiret günü'ne inanan kimse, yanında mahrem bir yakını
bulunmayan kadının yanına girmesin. Çünkü bu durumda üçüncü kişi
şeytandır." (İmam Ahmed). İmam Ahmed, Amir b. Rabia'dan buna benzer
bir hadis daha rivayet eder. Bizzat Hz. Peygamber (s.a) bu konuda
son derece titizdi. Bir defasında, geceleyin hanımı Hz. Safiye'yi
evine getirirken, Ensar'dan iki adam yanlarından geçer. Hz.
Peygamber (s.a) onları durdurarak şöyleder: "Yanımdaki kadın karım
Safiye'dir." Onlar da "Sübhenallah ey Allah'ın Rasûlü, senin
hakkında hiç şüphe edilir mi?" derler. Hz. Peygamber (s.a) şöyle
cevap verir: "Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır.
Zihinlerinize kötü bir düşünce yerleştirir diye korktum." (Ebu Davud).
2)
Hz. Peygamber (s.a), erkeğin elinin na-mahrem kadının bedenine
dokunmasını tasvip etmemiştir. Bu yüzden, biat esnasında erkeklerin
elini sıkarken, bunu kadınlara karşı hiç yapmamıştır. Hz. Aişe,
Hz.Peygamber'in hiç bir yabancı kadına dokunmadığını söyler.
Kadınlarla sözle biatlaşır ve bu bitince de, "Gidebilirsiniz,
biatınız tamamdır" derdi. (Ebu Davud).
3)
Kadınların yanlarında mahremleri bulunmadan veya na-mahremle
birlikte yolculuğa çıkmalarını şiddetle yasaklamıştır. Buhari ve
Müslim'in İbn Abbas'tan rivayetine göre, Hz.Peygamber (s.a) bir
hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır: "Hiç bir erkek, yanında mahremi
bulunmadığı sürece yalnızken bir kadının yanına giremez ve hiç bir
kadın, yanında mahremi bulunmadan tek başına yolculuğa çıkamaz." Bir
adam kalkar ve der: "Karım Hacc'a gidecek, fakat bana bir sefere
katılma emri verildi." Hz. Peygamber (s.a) buna şöyle karşılık
verir: "Karınla Hacc'a gidebilirsin."
Aynı konuda sahih hadis kaynaklarının İbn Ömer, Ebu Said el-Hudri ve
Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri hadislerde, Allah'a ve ahiret
günü'ne inanan müslüman bir kadının yanında mahremi olmadan
yolculuğa çıkamayacağı ifade edilmektedir. Şu kadar ki, yolculuğun
uzunluğu ve süresi hakkında bazı farklı rivayetler vardır. Bazı
rivayetlerde, yolculuğun asgari sınırı 12 mil olarak gelmekte,
bazıları bir gün, bir gün bir gece, iki gün veya hatta üç günlük bir
süre koymaktadır. Bu farklılık, rivayetlerin sıhhatine gölge
düşürmediği gibi, içlerinden birini diğerlerine tercihle kabul
etmemizi de gerektirmez. Rivayetlerin arasını bulmak için, Hz.
Peygamber'in (s.a) farklı durumlarda şartlara ve durumun gereğine
göre farklı talimatlarda bulunduğu söylenebilir. Sözgelimi, üç
günlük yolculuğa çıkan bir kadın mahremsiz çıkmaktan yasaklanırken,
bir günlük yolculuğa çıkan bir başkası da aynı şekilde yasaklanmış
olabilir. Burada ana sorun, farklı durumlarda farklı kişilere farklı
talimat vermek değil, İbn Abbas hadisinde ifade olunduğu üzere, bir
kadının mahremsiz yolculuğa çıkamayacağı ilkesidir.
4)
Hz. Peygamber (s.a) cinslerin serbestçe karışımına uygulamalarıyla
engel olduğu gibi, bunu şifahen de yasaklamıştır. İslâm'da Cum'a ve
cemaat namazlarının önemi herkesin malumudur. Cum'a namazı bizzat
Allah tarafından farz kılınmış, cemaatle namazın öneminin derecesi
ise şu hadiste ifadesini bulmuştur: "Eğer bir kişi gerçek bir özrü
olmaksızın mescide gelmez ve namazını evde kılarsa, Allah bu
namazını kabul etmeyecektir." (Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî,
Hakim, İbn Abbas'tan). Böyleyken Hz. Peygamber (s.a) kadınları Cum'a
namazından muaf tutmuştur. (Ebu Davud, Darekutnî, Beyhakî).
Cemaatle namazlara gelip gelmemeleri konusunda ise kadınları serbest
bırakmış ve "Mescidlere gelmek isterlerse kendilerine engel olmayın"
buyurmuşlardır. Bununla birlikte, kadınların namazlarını evde
kılmalarının mescidde kılmaktan daha faziletli olduğunu da
belirtmekten geri durmamışlardır. İbn Ömer ve Ebu Hureyre şu
rivayette bulunurlar: "Allah'ın kadın kullarını Allah'ın
mescidlerine gelmekten men etmeyin." (Ebu Davud). İbn Ömer'den gelen
diğer rivayetler de aynı mealdedir: "Kadınların geceleyin mescidlere
gelmelerine izin verin." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesaî, Ebu
Davud). Ve "Evleri, kendileri için mescidlerden daha iyiyse de,
kadınlarınızı mescidlere gelmekten alıkoymayın." (İmam Ahmed, Ebu
Davud). Ümmü Nümeyd es-Saîdiyye bir keresinde Hz. Peygamber'e (s.a):
"Ey Allah'ın Rasûlü! Namazımı senin imamlığında kılmayı çok arzu
ediyorum" der. Rasul-i Ekrem (s.a) şöyle cevap verir: "Namazını
odanda kılman taraçada kılmandan hayırlıdır. Namazını evinde kılman,
yakınınızdaki mescidde kılmandan hayırlıdır, namazını yakınınızdaki
mescidde kılman ana mescidde kılmandan hayırlıdır." (İmam Ahmed,
Taberanî). Ebu Davud, Abdullah İbn Mes'ud'dan aynı mealde bir
rivayette bulunur.
Hz.
Ümmü Seleme'ye göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kadınlar
için mescidlerin en hayırlıları evlerinin en iç bölmeleridir." (İmam
Ahmed, Taberanî). Hz. Aişe, Emeviler zamanında hakim olan şartları
görünce, "Hz. Peygamber kadınların bu tür davranışlarına şahit
olsaydı, İsrailoğluları kadınlarına yapıldığı gibi, onları da
mescidlere girmekten mutlaka men ederdi." (Buhari, Müslim, Ebu
Davud).
Hz.
Peygamber, Mescidi'nde kadınların girmesi için ayrı bir kapı ayırmış
ve kendi zamanında Hz. Ömer de erkeklerin bu kapıdan girmelerini
yasaklayan kesin emirlerde bulunmuştu. (Ebu Davud). Cemaatle kılınan
namazlarda kadınların erkeklerin arkasında ayrı saf tutmaları
emrolunmuştur, ayrıca, namazın bitiminde Hz.Peygamber ve ashabı,
kadınlar erkeklerden önce mescidden çıksınlar diye bir süre
beklerlerdi. (İmam Ahmed, Buhari).
Hz.
Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "Erkekler için safların en iyisi ön
saf, en kötüsü de (kadınların safına en yakın olan) son saftır,
fakat kadınlar için safların en iyisi en son saf, en kötüsü de
(hemen erkeklerin arkasındaki) ön saftır." (Müslim, Ebu Davud,
Tirmizi,Nesaî, İmam Ahmed.)
Kadınlar bayram namazlarına da katılırlardı. Şu kadar ki,
erkeklerden ayrı kapalı bir yerde bulunurlardı. Hutbeden sonra Hz.
Peygamber (s.a) kendilerine ayrıca hitabede bulunurdu. (Ebu Davud,
Buhari, Müslim). Bir keresinde Hz. Peygamber erkeklerle kadınları
kalabalık içinde yan yana giderlerken gördü ve kadınları durdurarak
şöyle dedi: "Yolun ortasından yürümeniz doğru değildir, kenarlardan
yürüyün". Bunu duyan kadınlar hemen duvar boyunca yürümeye
başladılar. (Ebu Davud).
Bütün bu hükümler, kadın-erkek karışık toplantıların İslâm'ın ruhuna
bütünüyle aykırı olduğunu gösterir. Erkeklerle kadınların Allah'ın
kutsal evlerinde namaz için yanyana durmalarına izin vermeyen İlâhî
Kanun'un, onların okullarda, dairelerde, kulüplerde ve diğer
toplantı yerlerinde serbestçe bir arada bulunmalarına izin vermesi
düşünülemez.
5)
Kadınların normal ölçülerde makyaj (süslenme) kullanmalarına izin,
hatta bu konuda talimat vermiş, fakat aşırı makyajı (süslenme)
kesinlikle yasaklamıştır. O dönemde Arap kadınları arasında geçerli
olan makyaj ve süs çeşitlerinden aşağıdakileri lânetlemiş ve toplum
için yıkıcı bulmuştur:
a)
Daha uzun ve sık göstermek için saça fazladan yapay saç takmak,
b)
Vücudun çeşitli kısımlarına dövme yapmak ve yapay benler meydana
getirmek,
c)
Belli bir görünüm vermek için kaşları yolmak veya daha açık bir
görünüm kazandırmak için yüzdeki tüyleri yolmak,
d)
Daha çok inceltmek için dişleri ovalamak, ya da dişlerde yapay
delikler açmak,
e)
Yapay bir renk ve görünüm kazandırmak için yüzü safran veya daha
başka kozmetiklerle ovmak.
Bu
talimatlar Kütübü Sitte ve Müsned'i Ahmed'de Hz. Aişe, Esma bint-i
Ebu Bekir, Hz. Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ömer, Abdullah b.
Abbas ve Emir Muaviye'den güvenilir ravilerce rivayet edilmektedir.
Allah ve Rasûlü'nün bu apaçık hükümlerini öğrendikten sonra, bir
müslümanın önüne iki yol açılır. Ya günlük hayatında bu hükümleri
uygulayıp kendisini, ailesini ve toplumunu, ortadan kaldırılmaları
için Allah ve Rasûlü'nün böylesine ayrıntılı hükümleri koyduğu
kötülüklerden temizleyecek, ya da bir takım zaafları nedeniyle bu
hükümlerin bir veya bir kaçını çiğneyip, hiç olmazsa günah
işlediğini bilecek ve bunu böyle kabul ederek, yaptığına fazilet
etiketi vurmayacaktır. Bu seçeneklerin dışında, Kur'an ve Sünnet'in
açık hükümlerine aykırı olarak, Batı türü bir hayat tarzını
benimseyenler ve sonra da müslümanlığı kimseye bırakmayıp, İslâm'da
örtünme diye bir şeyin olmadığını açıkça iddia edenler, yalnızca
itaatsızlık suçunu işlemekle kalmazlar, aynı zamanda cahilliklerini
ve münafıkça inatlarını da sergilemiş olurlar. Böyle bir tavır, ne
dünyada doğru düşünen biri tarafından onaylanabilir, ne de ahirette
Allah'ın nimetine hak kazanabilir. Fakat gel gör ki, müslümanlar
arasında yer alan ve münafıklıklarında öylesine mesafa katetmiş
bulunan birtakım münafıklar, ilahi hükümleri gerçek dışı görerek
reddetmekte ve gayrı müslim toplumlardan ödünç aldıkları yaşama
biçimlerinin doğru ve gerçeğe dayalı olduğuna inanmaktadırlar.
Böyleleri asla müslüman değildirler, eğer müslüman sayılacak
olurlarsa, İslâm ve İslâmdışı kelimeler bütün anlam ve önemini
yitirecektir. Eğer müslüman adlarını değiştirmiş olsalar ve İslâm'ı
terkettiklerini açıkça ifade etseler, o zaman hiç olmazsa medenî ve
manevî cesaretlerinin bulunduğunu söyleriz. Ama, bu kişiler tüm
yanlış tavırlarına rağmen, kendilerini müslüman olarak sunmaya devam
etmektedirler. Dünyada bunlardan daha bayağı bir insan sınıfı
herhalde bulunamaz. Böylelerinden, böylesi bir karakter ve ahlâk
taşıyanlardan her türlü yalan, hile, aldatma ve iffetsizlik beklemek
mümkün değil midir?
31. Ve mümin
kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini
muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir
olanı müstesna ve baş örtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve
ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi
babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına ve
kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi
kardeşlerinin oğullarına veya kendi kız kardeşlerinin oğullarına
veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin sahip olduğu
cariyelelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya
kadınların avret mahallerine muttali olmayan çocuklara -karşı
açıverilmesi- müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye
ayaklarını da birbirine vurmasınlar ve cümleten Allah'a tövbe
ediniz, ey müminleri. Tâki kurtuluşa erebilesiniz.
31. (Ve) Ey yüce
Peygamber!. Ümmetinden olan (mümin kadınlara da söyle) ilâhi emri
tebliğ et ki, onlar da (gözlerini sakınsınlar) kendilerine bakmaları
helâl olmayan şeylere bakmaktan geri dursunlar, gözlerini men
eylesinler (ve avret mahallerini muhafaza etsinler) açmayıp
örtsünler, gayri meşru eğilimlere meydan vermesinler (ve
ziynetlerini açmasınlar) ziynet yerlerini namahrem olanlara
göstermesinler, ziynet yenlerindeki küpe, gerdanlık, bilezik gibi
şeyleri de ecnebilere karşı açık bulundurmaktan sakınsınlar.
Çünkü bunlara
bakmak, bir fitneye sebep olabilir, (onlardan) o ziynetlerden (zahir
olanı müstesna) onların kendilerini örtmek mümkün olamayacak bir
vaziyette görülmeleri, bir mazerete dayanmış olduğundan caiz
bulunmuştur. Parmaktaki yüzüğün, eldeki kınanın, boyanın görünmesi
gibi. Bunları saklamak, güç olduğu için bunların görünmesi herhalde
memnu değildir. Bununla beraber mümkün olduğu kadar örtülmesi daha
iyidir, (ve) İslâm kadınları (başörtülerini yakalarının üzerine
sarkıtsınlar) çarşaflarını başları üzerine örtsünler.
Cahiliyet
zamanında kadınlar, başörtülerini arkalarına salıvererek
gerdanlıklarını diğer ziynetlerini ona buna gösterirlerdi, böyle bir
vaziyet ise Islâmi terbiyeye aykırı olduğundan yasaklanmıştır, (ve
ziynetlerini açıvermesinler) yani: Yüzlerinden ve ellerinden başka
gerek namazda ve gerek yabancılara karşı açık bulundurulması caiz
olmayan azalarını ziynet mahallerini başkalarına göstermesinler
(ancak) bunların kendilerine gösterilmesi caiz olan kimseler
vardır. Onlara gösterilebilir.
İşte onlar
şöylece beyan buyuruluyor: (kocalarına veyahut kendi babalarına)
babalarının ve analarının babaları, dedeleri de bu cümledendir,
(veya kocalarının babalarına) gösterebilirler, (veya kendi
oğullarına) torunlarına (veya kocalarının oğullarına) veya
torunlarına, yani üvey evlât ve torunlara (veya kendi kardeşlerine
veya kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına)
bunların da oğullarına gösterebilirler. Bunların arasında zaruri
olarak görüşme bulunduğu, fitne korkusu pek az olduğundan aralarında
böyle bir müsaade geçerlidir. Amcalara, dayılara karşı görünmek de
caizdir. Bununla beraber ziynet mahallerini bunlara karşı açık
bulundurmamak daha iyidir. Tâki, kendi oğullarına tanıtmalarına bir
sebebiyet verilmiş olmasın, (veyahut) bu ziynetleri (kendi
kadınlarına) yani: Kendilerine sohbet ve hizmette bulunan hür, mümin
kadınlara (veya kendi ellerinin sahip olduğu cariyelerine)
göstermeleri de caizdir.
Kâfir olan
kadınlar, manen erkek mesabesindedirler, binaenaleyh onların
yanlarında müslüman kadınların elbiselerini soyunarak bütün
ziynetlerini onlara göstermeleri uygun değildir. Çünkü bunları kendi
erkekleri yanında söylemekten çekinmezler. Bir kadının erkek olan
kölesi ise bir ecnebi erkek hükmünde olduğundan ona karşı ziynet
mahallerini açık bulundurmaması lâzımdır. Kendisiyle fetva verilmiş
olan görüş budur. Meğer ki, o köle, çok yaşlı biri olsun, (veyahut)
o ziynet mahalleri (erkeklikten kesilmiş) kadınlara ihtiyaçları
kalmamış, ihtiyar (hizmetçilerine) gösterilsin (veya kadınların
avret mahallerine muttali olmayan) şehvet çağına ulaşmamış bulunan
(çocuklara) karşı açıverilsin, bunlar da müstesnadır, bunlara karşı
açıverilmesi caizdir. Ancak göbekten diz kapaklarına kadar olan
mahallerini kocalarından başka hiç bir kimseye açı vermemeleri
lâzımdır, (ve) müslüman kadınları (ziynetlerinden gizledikleri)
şeyler (bilinsin diye ayaklarını birbirine vurmasınlar) yani:
Ayaklarında halhallar bulunduğunu başkalarına bildirmek için
ayaklarını birbirine çarpıp durmasınlar, çünkü bu, erkeklerin nazarı
dikkatini çeker, kendilerine karşı gayrı meşru bir arzu uyandırır.
Cahiliyet
zamanında böyle yapan kadınlar bulunmakta idi. İslâmiyet ise bunu
yasaklamıştır. Böyle şüpheleri davet eden İslâm temizliğine aykırı
olan hareketlerden kaçınmak lâzımdır. Ahlâki fazilet bu şekilde
tecelli eder. Bir zaruret hali de müstesnadır. Meselâ: Kesin bir
zarurete binaen bu yasak azalara doktorun tedavi için bakması, veya
bir boğulmakta veya yanmakta olan bir kadını kurtarmak için yasak
azalarına bakılması, veya zina hâdisesine şahitlik edilebilmesi için
bakılmış olması caizdir. Bu, bir hayata maddî ve manevî hizmet
demektir, (ve) ey müslümanlar zümresi!, (toptan Allah'a tövbe
ediniz) daima Cenab-ı Hak'tan af ve mağfiret talebinde bulununuz.
Çünkü insanlardan insanlık hali bazı kusurların, caiz olmayan
temayüllerin, bakışların vukuu mümkündür, vâkidir. Artık daima
uyanık bulunmalıdır, kusurlardan dolayı tövbe istiğfar etmelidir.
(Ey müminleri.)
Böyle Cenab-ı Hak'kın emrettiği şekilde hareket ediniz (tâki)
bununla (kurtuluşa erebilesiniz) sizin dünyada da, ahirette de
selâmet ve saadetiniz ancak bu sayede temin edilmiş olur. Evet.. Bir
insan cemiyyetinin güzelce devamı, hayat intizamı, hakiki bir
hürriyet içinde yaşaması, bir takım ahlâki olmayan temayüllerden,
lakırdılardan, töhmetlerden korunması ve saadeti uhrevîyeye
kavuşması ancak bu gibi pek mühim ve hikmet ve menfaatin kendisi
olan dinî emirlere, yasaklara riayet sayesinde tecelli eder.
İnsanlık için bu riayetten başka kurtuluş çaresi yoktur. Cenab-ı
Hak, cümlemizi bu kutsal ahkâma riayete muvaffak buyursun Amin.. Bu
mübarek âyetler de bu suredeki yedinci nevi seri hükmü kapsamış
bulunmaktadır.
30- Mümin
erkeklere söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar, ırzlarını
korusunlar. Bu davranış onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki Allah
onların yaptıklarından haberdardır.
31- Mümin
kadınlara söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar, ırzlarını
korusunlar. Görünmesi zaruri olanlar hariç ziynetlerini
göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsın-
kocalarının ba-kocalarının oğul-kardeşlerinin oğulları,
kızkardeşlerinin oğulları, bunların hanımları, sahip oldukları
köleler, cinsî arzu duymayan erkek uşaklar müstesna, ziynetlerini
göstermesinler. Gizledikleri ziynetlerini bildirmek için ayaklarını
yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah'a tevbe edin ki
kurtuluşa eresiniz.
"Gözlerini
yumsunlar" cümlesinde hazif yoluyla îcaz vardır. Yani gözlerini
herşeye karşı değil, sadece Allah'ın haram kıldığı şeylere karşı
yumsunlar demektir.
"Ziynetlerini
göstermesinler." ifadesi ise mecaz-i mürseldir. Murad edilen mana
ziynet yerleridir. Hal ıtlak edilip mahal murad edilmiştir. Tesettür
ve korunma emrinde mübalağa yapılmıştır.
"Mümin erkeklere
söyle gözlerini yumsunlar," yani kendilerine bakmak helâl olmayan
şeylere karşı gözlerini kapasınlar, harama bakmasınlar. "ırzlarını"
namuslarını helâl olmayan şeylerin tecavüzünden "korusunlar."
Gözlerini
yumsunlar, anlamındaki "yeguddû min-ebsârihim" cümlesinde fiilin "min"
harf-i cerriyle kullanılması ile ırzlarını korusunlar' anlamındaki "yahfezû
furûcehüm" cümlesinde fiilin "min" harf-i cerri olmaksızın
kullanılması arasındaki bu ayırımın sebebi şudur: Gözü yummakta
genişlik vardır. Zira göbekle diz arası dışında erkeklere bakmak
caizdir. Ayrıca yabancı kadının yüz ve ellerine -bir rivayete göre,
ayaklarına da- bakmak caizdir. Irz, namus meselesine gelince
Keşşafta zikredildiği gibi bunun durumu daraltılmıştır. Müstesna
olanlar dışındakilere bakmanın mubah oluşu, müstesna olan
dışındakilerle cimanın haram oluşu fark olarak yeter. Irz, namus
konusunda asıl olan husus haram oluşudur. Bakışta asıl olan ise
mubah oluşudur. Gözleri yumma ırzı korumanın önünde zikredilmiştir.
Çünkü harama bakış zinanın habercisidir.
"Bu" davranış
"onlar için daha temizdir." Daha hayırlıdır, daha nezihtir.
"Şüphesiz ki Allah onların" gözleriyle ve fercleriyle
"yaptıklarından haberdardır. " Dolayısıyla onlara bunların
karşılığını verecektir.
"Mümin kadınlara
söyle. Gözlerini" harama karşı "yumsunlar" yani bakılması helâl
olmayan erkeklere bakmasınlar. "Irzlarını korusunlar." Tesettürle
yahut zinadan korunmak suretiyle yani ferclerini yapılması helâl
olmayan şeyleri yapmaktan muhafaza etsinler.
Elbise ve yüzük
gibi örtünmesinde meşakkat olanlar "Görünmesi zaruri olanlar hariç"
takı, güzel elbise ve boyalar gibi "ziynetlerini göstermesinler."
Yahut görmesi helâl olmayan kimselere ziynet yerlerini,
güzelliklerini, vücutlarını göstermesinler. Görünmesi zaruri
olandan murad bir görüşe göre yüz ve ellerdir. Dolayısıyla bu
görüşe göre fitneden korkulmazsa yabancının buralara bakması
caizdir. Çünkü yüz ve eller avret -görülmesi haram- değildir. İkinci
görüşe göre ise, buralara bakmak haramdır. Çünkü fitne kaynağıdır,
fitneye sebeptir. Beyzavî diyor ki: Tercih edilen görüş bunun namaz
için caiz olmasıdır, yoksa bakılması caiz değildir. Zira hür kadının
bütün bedeni avrettir. Kocadan ve mahremden başkasının tedavi,
eğitim, ticarî muamele ve şahitlik gibi zaruretler dışında kadının
yüz ve ellerine bakması helâl değildir.
"Başörtülerini
yakalarının üstüne sarkıtsınlar." Yani başlarını, boyunlarını ve
göğüslerini başörtüsüyle örtsünler. "Khımâr" kadının başını örttüğü
örtüdür. "Cüyûb" elbisenin üst tarafında yaka tarafında bulunan
göğsünün üst kısmını gösteren açıklıktır.
"Kocaları" eşleri
ki süslenmeden asıl maksat kocaların beğenisini kazanmaktır;
kocaların eşlerinin bütün bedenlerine hatta mekruh olmakla birlikte
ferçlerine bile bakma hakları vardır.
"... yahut
babaları ya da kocalarının babaları" ifadesinden "... sahip
oldukları köleler" ifadesine kadar gelen ifadelerde çok muaşeret,
görüşme ve bir arada bulunma ve bunlardan fitnenin beklenmesinin
azlığı sebebiyle insan tabiatında yakın akraba ile cinsî temasta
bulunmaktan nefret duyulduğu için, meşakkat kaldırılmıştır.
"Onların
kadınları" tabiriyle kâfir kadınlar dışarıda bırakılmıştır.
Cumhurun görüşüne göre müslüman kadınların kâfir kadınların önünde
açılmaları caiz değildir. Çünkü kâfir kadınlar müslüman kadınları
erkeklere anlatmaktan sakınmazlar. Hanbelîler ise bunu caiz
görmüşlerdir. Zira burada murad edilen kadın cinsi yahut kadınların
tamamıdır. "Ellerinin sahip oldukları" kimseler köle ve
cariyelerdir.
"cinsî arzu
duymayan erkek uşaklar..." Buradaki "el-irbe" ihtiyaç demektir. Yani
kadınlara ihtiyaç duymayanlar ki bunlar erkeklik organları harekete
geçmeyen çok yaşlı kimselerdir. Bir başka görüşe göre bunlar, ahmak
ve kadınların durumu hakkında hiçbir şey bilmeyen aptal
kimselerdir. Burulmuş veya iğdiş edilmiş kimseler hakkında ise
ihtilâf edilmiştir.
"... yahut" temyiz
kudreti olmaması sebebiyle "kadınların mahrem yerlerini henüz
anlamayan çocuklar..." Yani şehvet haddine ulaşmamaları ya da
yaşlarının küçüklüğü sebebiyle cima nedir bilemeyen, kadınların
avret yerleri hakkında bilgi sahibi olmayan çocuklar... Bu çocuklara
da kadınlar dizle göbek arası hariç vücutlarını gösterebilirler.
"et-tıfl" cins
ismi olup vasfın delaletiyle yetinilerek cemi makamında
kullanılmıştır. Yahut bu kelime hem müfred hem de cemi için
kullanılabilir.
"Gizledikleri
ziynetleri" yani ayağa takılan ve yere vurdukça ses çıkaran halhal"
adı verilen halkaları "bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar."
Çünkü bu erkeklerin dikkatini çeker ve kadınlara meyletmelerine
sebep olur. Bu ifade ziynetleri göstermekten nehyetme ifadesinden
daha beliğdir. Sesleri yükseltmemeye daha iyi delâlet eder.
"Ey müminler!"
Sizlerden meydana gelen haram bakış günahı sebebiyle hep birlikte
Allah'a tevbe edin ki kurtuluşa" iki cihan saadetine "eresiniz." Tev-benin
kabul edilmesi sebebiyle günahtan kurtulasınız. Ayette erkekler
kadınları da içine alacak şekilde (tağlib yoluyla) zikredilmiştir.
İbni Ebî Hatim,
Mukatil'den naklediyor: Bize Cabir b. Abdillah'tan ulaşan habere
göre Esma bt. Mersel kendisine ait bir hurma bahçesinde idi. Bazı
kadınlar onun yanına izarlarını (eteklerini) tam örtmeden
giriyorlar, ayaklarındaki halkaları görünüyor, göğüsleri ve saçları
belli oluyordu. Esma: "Bu ne çirkin durum!" dedi. Bunun üzerine
Allah bu hususta şu ayeti indirdi: "Mümin kadınlara söyle. (Harama
karşı) gözlerini yumsunlar."
İbni Merduveyh,
Hz. Ali'den (r.a.) rivayet ediyor ki: Rasulullah (s.a.) zamanında
bir adam Medine yollarından birinde bir kadına baktı. Kadın da ona
baktı. Şeytan bunlara birbirlerinden hoşlandıkları için birbirlerine
baktıkları şeklinde vesvese verdi. Adam o kadına bakarak bir duvarın
yanında yürürken önüne başka duvar çıktı. Duvara çarptı, burnu
kırıldı. Adam bunun üzerine:
- Allah'a yemin
olsun ki Rasulullah'a (s.a.) gidip bu durumu haber vermeden kanı
yıkamayacağım, dedi. Peygamberimiz'e (s.a.) gelip olayı anlattı.
Peygamberimiz (s. a.)
- Bu, senin
günahının cezasıdır, dedi. Cenab-ı Hak "Müminlere söyle. (Ha--ım
karşı) gözlerini yumsunlar." ayetini indirdi.
İbni Cerir'in
Hadremî'den rivayet ettiğine göre bir kadın gümüşten iki halka ve
bir de altın zincir takınmış, bir topluluğun yanından geçmişti.
Ayağını yere vurunca halka zincirin üzerine düşmüş, ses çıkarmıştı.
Bunun üzerine Ce-nab-ı Hak "Ayaklarını yere vurmasınlar" ayetini
indirdi.
Bu ayetin önceki
ayetlerle irtibatı gayet açıktır. Çünkü evlere girmek mahrem
hususlara muttali olmaya sebep olabilir. Bu sebeple eve girmek için
izin isteyeni de başkalarını da içine alan umumî bir hüküm şeklinde
mümin erkekler ve mümin kadınlar gözlerini harama karşı yummakla
emrolunmuşlardır. Bundan dolayı hiçe alınması yasaklanan
mahremiyetin çiğnenmemesi için eve girmeye izin isteyen kimse izin
isteme ve eve girme anında bu sıfatı taşımalıdır. Nitekim kadınlar
da ziynetlerini sadece mahremlerine göstermelidirler. Çünkü zinanın
habercisi olan haram bakışlar gibi ziynetleri göstermek de harama
düşmeye sebep olan fitneye sebep olmaktadır. Nâmahreme bakmanın
haram oluşu ile örtünmenin emredilmesi hususundaki ortak nokta
fesada giden yolların kapanmasıdır.
"Müminlere söyle,
gözlerini yumsunlar." Yani ey Muhammed Mümin kullarımıza de ki:
Allah'ın size haram kıldığı şeylere karşı gözlerinizi kapayın.
Sadece Allah'ın bakmaya izin verdiği şeylere bakın.
Ayette "Müminler"
kelimesinin kullanılması müminlerin vasıflarından birinin emirlere
derhal uymak olduğuna işarettir. Gözü yummaktan murad gözü kapatmak,
göz kapaklarını tamamen kapatmak değil, bilakis haya sebebiyle
gözleri yere indirmek, harama bakmamak demektir. Ayetteki "min"
edatı "teb'îz" içindir. Yani gözlerinin bir kısmını yummak yani
harama gözlerini dikip doyuncaya kadar bakmamaktır. Böylece harama
çokça bakan kimse ihtar edilmektedir, azarlanmaktadır.
Nitekim İbni
Merduveyh'in rivayet ettiği nüzul sebebinde de aynı durum meydana
gelmiştir. Gözleri yummak ile ırzları korumak arasındaki farka
gelince, ırzlarda asıl olan istisna edilenler dışında haram olması,
bakışta ise asıl olan istisna edilenler dışında mubah olmasıdır.
Eğer herhangi bir
kasıt olmaksızın gözümüz nâmahreme ilişirse derhal gözü yere
indirmek yahut bir başka tarafa çevirmek vaciptir. Bunun delili
Müslim'in Sahih'inde ayrıca Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî'nin
Sünenlerinde Cerir b. Abdillah el-Becelî'den rivayet ettikleri şu
hadis-i şeriftir. Cerîr diyor ki: Peygamberimiz'e (s.a.) ansızın
önüme çıkan bir nâmahreme bakmayı sordum. Bana hemen gözümü
çevirmemi emretti.
Ebu Davud'un
Büreyde'den (r.a.) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.) Hz. Ali'ye
şöyle demiştir: "Ey Ali! Birinci bakıştan sonra tekrar bakma. Çünkü
birinci bakış senin hakkındır, ikincisi senin hakkın değildir."
Buharî'nin
Sahih'inde Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayet edildiğine göre
Rasulullah (s.a.):
- Yollar üzerinde
oturmaktan sakının, dedi. Ashab:
- Ya Rasulallah!
Mutlaka bizim meclislerimiz olmalı, orada konuşmalıyız, dediler.
Peygamberimiz (s.a.):
- Eğer mutlaka
olacaksa yolun hakkını verin, buyurdu. Ashab:
- Yolun hakkı
nedir, ya Rasulallah? diye sordular. Efendimiz:
- Gözü (harama
karşı) kapamak, eziyet verici şeyleri kaldırmak, selâmı almak,
iyiliği emretmek, kötülüğe mani olmaktır.
Gözü (harama
karşı) kapamanın emredilmesi fesada giden yolun kapatılması, günaha
varmaya mani olmaktır. Çünkü harama bakmak zinanın haberlisi,
aracısıdır.
Seleften biri
şöyle demiştir: Harama bakma kalbe saplanan zehirli bir oktur. Bunun
için Cenab-ı Hak ayette ırzı koruma emriyle aslî haram olan zinaya
teşvik edici sebeplerden biri olan gözleri koruma emrini bir arada
zikretti. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
"Irzlarını
korusunlar." Yani namuslarını zina, livata gibi hayasızlığı irtikap
etmekten ve başkalarının bakışlarından korusunlar. Nitekim İmam
Ahmed ve Sünen sahipleri diyor ki: "Hanımın ve elinin sahip olduğu
cariyen hariç mahrem yerini koru."
Allah Tealâ bu iki
hükümle emredilmesinin hikmetini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Bu -davranış-
sizin için daha nezihtir." Yani gözleri kapamak ve namusu korumak
daha hayırlıdır, kalpleri için daha temizdir, dinleri için daha
nezihtir. Nitekim şöyle denilmiştir: Kim gözünü korursa Allah onun
basiretinde bir nur meydana getirir.
İmam Ahmed Ebu
Ümame'den (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadisini nakletmektedir:
"Bir kadının güzelliğini görüp de gözünü kapayan hiçbir müslüman
yoktur ki, Allah ona bunun yerine tatlılığını bulacağı bir ibadet
ihsan etmesin. "
Taberanî Abdullah
b. Mes'ud'dan (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadis-i kudsîsini
rivayet etmektedir: "Nâmahreme bakış İblis'in zehirli oklarından bir
oktur. Kim bunu benim korkumla terk ederse onun yerine kalbinde
tatlılığını bulacağı bir iman veririm."
İsm-i tafdil
veznindeki "daha nezih" manasında gelen "ezkâ" kelimesi gözü harama
kapatmanın ve ırzı korumanın gönülleri rezaletlerin kirliliğinden
temizleyeceği konusunda mübalağa ifade etmek içindir. Buradaki
üstünlük tak-iir yoluyla yahut bakışta fayda olduğu kanaatleri
itibariyledir.
"Şüphesiz ki Allah
onların yaptıklarından haberdardır." Muhakkak ki Allah onlardan
sadır olan bütün amelleri tam bir ilimle gayet iyi bilir. Ona hiçbir
şey gizli kalmaz. Bu bir tehdit ve vaîddir. Nitekim Cenab-ı Hak
şöyle buyurmuştur: "O gözlerin hain bakışlarını ve gönüllerin
gizlediği şeyleri (sırları) bilir. " (Gafir, 40/19). O gizli
bakışları ve sair duyguları bilir.
Buharî Sahih'inde
-muallak olarak- Ebu Hureyre'den (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.)
şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ademoğluna zinadan nasibi
takdir edilmiştir. Kul hiç şüphesiz buna erişecektir. Gözlerin
zinası (nâmahreme ) bakmaktır. Dilin zinası konuşmaktır. Kulakların
zinası işitmektir. Ellerin zinası dokunmaktır. Ayakların zinası
(harama doğru atılan) adımlardır. Nefis temenni eder ve arzu duyar.
Tenasül organı da ya bu arzuyu doğrular, ya da yalanlar."
Şer'î hitapların
çoğunluğunda kadınlar genellikle erkekler için yapılan hitaplara -tağlib
yoluyla- dahil olmasına muhalif olarak Allah Tealâ erkeklere
emrettiği şekilde mümine kadınlara da kendilerine emrolunan
hususları te'kit etmek için gözü yummayı ve ırzı korumayı emretti.
Kadınlara ait olan ziynetin gösterilmesi, örtünme ve ziynetlerine
dikkat çekecek her şeyden sakınma gibi bazı hükümleri beyan etti.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştu:
"Mümin kadınlara
söyle, gözlerini yumsunlar ve ırzlarını korusunlar." Yani Ey
Peygamber! Mümine kadınlara da şöyle de: Eşlerinizden başka bakmanız
size haram olanlara karşı gözlerinizi yumun. Zina, istimna gibi
şeylerden ırzlarınızı koruyun. Bu sebeple âlimlerin çoğuna göre
kadının yabancı erkeklere şehvetli veya şehvetsiz bakması asla caiz
değildir.
Bunun delili Ebu
Davud ve Tirmizî'nin Ümmü Seleme (r.a.) den rivayet ettikleri şu
hadis-i şeriftir: Ümmü Seleme Meymune ile birlikte Rasulullah'ın
yanında idi. O sıra İbni Ümmi Mektûm çıkageldi. Peygamberimiz'in
(s.a.) huzuruna girdi. Bu örtünme ile emredildiğimizden sonra idi.
Peygamberimiz (s.a.):
- Ondan sakınarak
örtünün, buyurdu. Dedim ki:
- Ya Rasulallah! O
âmâ değil mi? Bizi görmüyor ve tanımıyor değil mi? Peygamberimiz
(s.a.):
- Peki! Siz ikiniz
kör müsünüz? Sizler görmüyor musunuz?
Muvattada. Hz.
Aişe'nin (r.a.) yanma gelen âmâ sebebiyle örtündüğü rivayet
edilmiştir. Bunun üzerine Hz. Aişe'ye:
- Amâ sana bakmaz,
denildi. Hz. Aişe (r.a.):
- Fakat ben ona
bakıyorum, dedi.
Diğer bir gurup
alim ise kadınların yabancı erkeklere -diz kapağı ile göbek arası
hariç- şehvetsiz bakmalarını caiz görmüşlerdir. Bunun delili ise
Buharî ve Müslim'in Sahih 'lerinde sabit olan şu hadistir:
Peygamberimiz
(s.a.) Habeşlilere bakıyordu. Onlar mescitte bayram günü
mızraklarıyla oynuyorlardı. Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a.) de
geriden onlara bakıyor, Peygamberimiz (s.a.) de Hz. Aişe'yi
örtüyordu. Hz. Aişe nihayet yoruldu ve döndü.
Bu görüş asrımızda
ruhsat verici, kolaylaştırıcı bir görüştür.
İkinci görüşü
-yani kadının erkeğe şehvetsiz bakmasının caiz olduğu görüşünü-
ileri sürenler Hz. Aişe'nin İbni Ümmi Mektum'dan dolayı örtüye
bürünmesini mendup olarak kabul etmektedirler. Aynı şekilde Hz.
Aişe'nin âmâdan dolayı örtünmesi de Hz. Aişe'nin takvası sebebiyle
idi.
Kadınların nikaba
(peçeye) bürünmüş olarak hiçbir erkeğin kendilerini göremiyeceği
şekilde çarşılara, mescitlere ve yolculuğa çıkması şeklinde amelin
asırlarca devam etmesi ve kadınların erkekleri görmemeleri için
erkeklere nikab (peçe) takmalarının emredilmemesi bu görüşü
desteklemektedir. Dolayısıyla bu durum bu konuda erkeklerle
kadınların hükmünün farklı olduğuna delildir.
Cenab-ı Hak daha
sonra kadınlara özel bazı hükümler zikretti ve şöyle buyurdu:
1-
"Görülmesi zaruri olanlar müstesna ziynetlerini göstermesinler."
Yani kadınlar ziynetlerini -süslendikleri takı, kına, boya gibi
süslerini- takındıkları zaman yabancı erkeklere ziynetlerinden
hiçbir şey göstermesinler.
Ziynet
gösterilmezse ziynet yerlerinin gösterilmesi evlâ olarak yasak
olmaktadır. Ya da ziynet zikredilmiş, ziynet yerleri
kastedilmiştir. Buna göre ziynet yerlerini göstermesinler demektir.
Bunun delili Cenab-ı Hakk'ın "Görülmesi zaruri olanlar müstesna..."
kavl-i celilidir.
İkinci görüşe
göre, ziynet yerlerinin gösterilmemesi daha evlâdır. Çünkü bizzat
ziynetin kendisinin nehyedilmesi kastedilmemiştir. Her ne şekilde
olursa olsun ziynet ile ziynet yeri arasında ilişki bulunmaktadır.
Gaye ziynetin mahalli olan göğüs, kulak, boyun, kol, pazu ve ayak
gibi vücut parçalarının gösterilmesinin yasaklanmasıdır.
İbni Abbas'tan ve
bir gurup alimden nakledildiği üzere, ayrıca cumhurun meşhur görüşü
olarak nakledildiği gibi müstesna olan görünen kısım, yüz, iki el ve
yüzüktür.
Ebu Davud'un
Sünen'inde Hz. Aişe'den (r.a.) yaptığı şu rivayet bu konuda istifade
edilen hadislerdendir: Esma bt. Ebîbekir (r.a.) üzerindeki ince
elbiselerle Peygamberimiz'in (s.a.) huzuruna girdi. Peygamberimiz
(s.a.) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:
- "Ey Esma! Kadın
hayız görme çağına ulaştığı zaman -yüzüne ve ellerine işaret ederek-
o kadının bu âzalarının görülmesi doğru değildir.' Bu mürsel bir
hadistir.
a)
Bundan dolayı Hanefîler ve Malikîler hatta Şafiî bir kavlinde: "Yüz
ve eller avret değildir." demişlerdir. Buna göre "Görülen kısım
müstesna" ifadesinden murad genellikle veya âdet olarak görülen
kısım müstesna demektir.
İmam Ebu
Hanife'den (r.a.) rivayet edildiğine göre ayaklar da avretten
değildir. Çünkü ayakların örtülmesi - özellikle köy halkında -
ellerin örtülmesinden daha çok meşakkate sebeptir. İmam Ebu Yusuf
tan bir rivayette ise şöyledir: Kolları örtme meşakkate sebep olduğu
için kollar da avret değildir.
b)
İmam Ahmet ile İmam Şafiî'den nakledilen daha sahih ikinci kavle
göre, nâmahremi ansızın görme ve devamlı bakmanın haram oluşu
hakkındaki
geçen hadislerin
ve Buharî'nin şu hadisinin delaletiyle hür kadının bütün bedeni
avrettir.
Buharî'nin İbni
Abbas'tan (r.a.) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.) Fadl b.
Abbas'ı kurban bayramı günü arkasına bindirmişti. Fadl da
Peygamberimiz'e (s.a.) soru sormak için yaklaşan Has'am kabilesinden
olan güzel kadına bakmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.) Fadl'ın
çenesinden tuttu. Kadına bakmasın diye Fadl'ın yüzünü çevirdi. Buna
göre "Görünen kısım müstesna" ifadesi hiç bir kasıt olmaksızın
görünen kısım müstesna, manasındadır.
Fıkıh ve şeriat
açısından tercih edilen görüşe göre; yüz ve eller fitne meydana
gelmediği müddetçe avret değildir. Fitneden korkulduğu, sıkıntı ve
darlık meydana geldiği ve fasık erkekler çoğaldığı zaman yüzü örtmek
vacip olur. İkinci gurubun delillerine gelince bunlar vera, ihtiyaç,
fitneden korkulması ve şeytanın kaygan zeminine dalmamak şeklinde
açıklanabilir.
Şer'î olarak,
istisna ve zaruret gereği olarak kız isteme, şahitlik, yargılanma,
muamele, tedavi ve eğitim gibi durumlarda yabancı kadına bakmak
caizdir. Kadın doktor yoksa erkek doktorun hastalık ve dert yerine
tedavi için bakması caizdir.
2-
"Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar." Yani saçlarını,
boyunlarını ve göğüslerini örtmek için başörtülerini göğüsleri
üzerine bıraksınlar. Burada "Vel yadrıbne" kelimesi bıraksınlar;
aşağıya doğru salsınlar, demektir, "humür" kelimesi ise kadının
başına örttüğü örtü manasındaki "hımar" kelimesinin çoğuludur. "Cüyüb"
kelimesi ise elbisenin üst kısmında bulunan ve boğazın bir kısmının
göründüğü açıklık manasındaki "celb" kelimesinin çoğludur.
Bu, kadınların
bazı gizli ziynet yerlerini örtmeleri için verilen bir irşad
emridir. Buharî Hz. Aişe'nin (r.a.) şu sözünü rivayet ediyor: Allah
ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. "Başörtülerini yakalarının
üzerine sarkıtsınlar." ayeti indiği zaman geniş örtülerini yırtıp
bununla başörtüsü yapmışlardı.
3-
"Kendi kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları,
kocalarının oğulları, kendi kardeşleri, kardeşlerinin oğulları veya
kız kardeşlerinin oğulları ... müstesna ziynetlerini
göstermesinler." Yani gizli ziynetlerini, vücutlarını istifade
etmeleri, bakmaları için özellikle evlendikleri kocalarına
gösterebilirler. Yahut kendi babaları ve dedelerine, kocalarının
babalarına, kendi oğullarına, kocalarının oğullarına, kendi erkek
kardeşlerine, kızkardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına,
kızkardeşlerinin oğullarına görünebilirler.
Bunların hepsi
mahrem olup kadın tamamen açılmaksızın ziynetleriyle bu kimselere
çıkabilir. Bu mahremler nesep yönünden yakın olan akrabalar olup beş
çeşittirler. Bunlardan başka hısımlık yoluyla akraba olan kocanın
babası ile kocanın erkek çocukları vardır. Fakat ayet nesep yoluyla
mahrem olanlardan amcaları ve dayıları zikretmemiştir. Zira amcalık
ve dayılık babalık mertebesindedir. Yine ayet süt yoluyla mahrem
olanları zikretmemiştir. Ancak Sünnet İmam Ahmed, Buharî, Müslim,
Ebu Davud, Nesaî ve İbni Mace'nin Hz. Ai-şe'den (r.a.) rivayet
ettiği "Nesep yoluyla mahrem olan akraba süt yoluyla -nahrem olur."
hadisiyle buna açıklık getirmiştir.
"... yahut
hanımları, sahip oldukları cariyeler, cinsî iktidarı olmayan
hizmetçiler veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan
çocuklar müstes-
Bunlar da kadının
saçı, başı, kolları, ayakları gibi yerlerini görmelerinde mahzur
olmayan insanlardır. Bunlar,
- Kadınlar,
- Köleler,
- Kadınlara
arzusu olmayan uşaklar, hizmetçilerle, iğdiş, sakat kimseler gibi
kadınlara karşı şehvet duymayan kimseler,
- Küçüklüğü ve
cinsî meselelere muttali olmamaları sebebiyle kadınların
âsnımlanaâaız ve mahrem meselelerinden anlamayan kimselerdir.
Ancak alimler
arasında bunların herbiri hakkında ihtilâf meydana gelmiştir.
Kadınlara gelince:
Cumhur diyor ki: Buradaki kadınlardan murad müslüman kadınlardır,
dinde kardeşleri olan kadınlardır, ehl-i zimmet kadınları değildir.
Müslüman kadının yüz ve elleri dışında vücudundan hiçbir azayı kâfir
kadının önünde açması kocasına veya başkalarına anlatabilir diye
caiz değildir. Kâfir kadın müslüman kadına göre yabancı erkek
gibidir.
Müslüman kadın ise
dinde kızkardeşinin bu güzelliklerini başka erkeklere anlatmanın
haram olduğunu bilir, bundan uzak kalır. Buharî ve Müslim'in (r.a.)
İbni Mes'ud'dan rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.)
şöyle buyurmuştur: "Kadın kadının vücuduna temas edip de sanki
kocası görüyor gibi açık bir şekilde o kadını kocasına anlatmasın."
Said b. Mansur,
İbnül-Münzir ve Beyhakî Sünen'inde Hz.Ömer'den (r.a.) rivayet
ediyorlar: Hz.Ömer (r.a.) Ebu Ubeyde b. Cerrah'a şu mektubu yazdı:
Müslümanların hanımlarından bazı hanımların ehl-i şirkin
hanımlarıyla birlikte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Sen
bunu yasakla. Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kadının
vücuduna kendi dininden olan kadınlardan başkasının bakması helâl
değildir.
İçlerinde
Hanbelîlerin bulunduğu bir alimler topluluğu şöyle demişlerdir:
Bunlardan murad edilen mana müslüman ve kâfir kadınların umumudur.
"Yahut onların kadınları" kavl-i celîlindeki tamamlama müşakele ve
benzerlik içindir. Yani onların cinsindendir. Kadının kadına göre
avreti mutlak olarak sadece dizle kapak arasıdır.
"Sahip oldukları
köleler" e gelince: Çoğunluk diyor ki: Bu ifade hem köleleri, hem
de cariyeleri içine almaktadır. Dolayısıyla kadının saçı, başı,
kollarının köle ve cariyelerce görülmesi caizdir.
Bunun delili İmam
Ahmed, Ebu Davud, İbni Merduveyh ve Beyhakî'nin Enes'ten (r.a.)
rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.) Hz. Fatıma'ya bir köle
bağışladı. O sırada Hz. Fatıma'nın üzerinde başını örttüğü zaman
ayaklarına ulaşamayacak kadar, ayaklarını örtüğü zaman da başına
ulaşamayacak kadar kısa bir elbise vardı. Peygamberimiz (s.a.) bu
durumu görünce şöyle buyurdu: "Bunun hiçbir mahzuru yoktur. Bu
gelenler senin baban ve kölendir."
Bir gurup alim
bunun sadece cariyelere mahsus olduğu kanaatine varmışlardır. Çünkü
köle de haram olma noktasında yabancı hür adam gibidir.
Kadınlara ihtiyaç
duymayan kimselere gelince:
Alimler bundan
muradın ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Denilmiştir ki: Bu
şehveti tükenen yaşlı kimse ya da kadınların durumu hakkında hiçbir
şey bilmeyen aptal, yahut iğdiş edilmiş kimse, ya da âmâ, ya da
hizmetçi veya erkekliği dişiliği belli olmayan kimsedir.
Muteber olan diğer
bir görüşe göre bununla murad edilen, kadınlara ihti-jap duymadan,
kadının onun teiaündan y$ kadrolara) yasrfJajfflJ ytömS&Sfll
nakletmesinden emin olduğu kimsedir. Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud,
Nesaî, Hz. Aişe (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet ederler: "Hünsa
bir adam Peygamber Efendimiz (s.a.)'in eşlerinin yanına geliyordu.
Onu kadınlara karşı arzu duymayanlardan sayıyorlardı. Adam bir
kadını tarif ederken Peygamberimiz (s. a.) içeri girdi. Adam şöyle
diyordu: "O kadın gelirken dört olarak gelir. Arkasını döndüğü zaman
sekiz olarak gelir." Bunun üzerine Peygamberimiz (s .a.) şöyle
buyurdu: "Dikkat edin. Görüyorsun ki o bu konuları gayet iyi
biliyor. Sakın sizin huzurunuza girmesin." Sonra da onu evden dışarı
çıkardı.
Kadınların mahrem
yerlerine henüz muttali olmayan çocuklar kadınların durumlarını ve
avretlerini anlamayan, yaşlarının küçüklüğü sebebiyle kuvvetli cinsî
eğilimleri ortaya çıkmamış olan çocuklardır. Çocuk bunu anlamayacak
kadar küçük ise kadınların huzuruna girmesinde mahzur yoktur.
Mürahık olan yahut buna yakın henüz bulûğa erişmemiş ve gördüğünü
anlatan, çirkin kadınla güzel kadını birbirinden ayırdedebilen
çocukların kadınların yanına girmelerine müsaade edilmez. Bunun
delili çocuğun üç vakitte odalara girmek için izin istemesinin vacip
olmasıdır. Cenab-ı Hak bunu şu ayetle beyan etmiştir: "Ey iman
edenler! Köleleriniz ve henüz bulûğ çağına erişmemiş çocuklarınız
günde üç defa sizden izin istesinler." (Nur, 24/59).
Diğer bir grup
alim ise şöyle demiştir: Kadının çocuklarca ziynetlerinin görülmesi
haram olmaz. Ancak çocuk mürahık olsun-olmasın kadınlara karşı arzu
duyuyorsa bu müstesnadır. Buradaki mubah oluş birinci görüş
sahiplerinin kararlaştırdıklarından daha geniştir.
Cenab-ı Hak daha
sonra fitneye vesile veya sebep olacak şeylerden nehyetti:
"İnsanları
gizledikleri ziynetlerini bildirmek için ayaklarını yere
vurmasınlar. " Yani kadının, ayak halkalarının sesini duyurmak için
yürürken ayaklarını yere vurması caiz değildir. Çünkü bu fitne ve
fesadın kaynağıdır, dikkatleri çekmektir. Şehvet duygularını tahrik
etmektir. O kadının fasıklar gurubundan olduğu şeklinde su-i zanna
sebep olur. Ziynetin sesini duyurmak o ziyneti göstermek gibidir,
hatta daha da şiddetlidir. Asıl maksat tesettürdür.
Bu ifade bilezik
dolu kolları sallamak, sağlardaki çıngırakları sallamak, evden
dışarı çıkarken kokulanmak, süslenmek gibi hususları da içine alır.
Dolayısıyla erkekler kadının kokusunu duyar, ziynetlerine
kapılırlar.
Ebu Davud, Tirmizi
ve Nesaî'nin Ebu Musa el-Eş'arî'den (r.a.) rivayet ettikleri
hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Her göz
zina eder. Kadın koku sürüp de bir meclise uğrarsa o kadın şöyle
şöyledir." Yanı zınakârdır.
Ebu Davud ve İbni
Mace'nin Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet ettikleri hadıs-i şerifte
Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kokulanıp bu mescide gelen
kadın evine dönüp cünüplükten dolayı gusletmedikçe Allah onun
namazını kabul etmez."
Kadın ziynetlerini
erkeklere duyurmayı kast etsin veya etmesin yabancı erkeklerin
huzurunda ayakları yere vurmaktan nehyedilmiştir. Zira halkalı
ayakları veya benzerlerini (günümüzdeki yüksek topuklu ayakkabılar)
yere vurmanın sonucu, gizledikleri ziyneti insanlara duyurmak ve
bununla fitnenin meydana gelmesidir.
Hanefiler bu nehyi
kadının sesinin avret olduğuna delil olarak getirmişlerdir. Çünkü
ayak halkalarının sesinin işitilmesine sebep olan husus
yasaklanmışsa kadının sesini yükseltmesi de yasaklanmıştır.
Kanaatimizce
kadının sesi fitneden emin olunduğunda avret değildir. Zira
Peygamberimiz'in (s.a.) hanımları yabancı erkeklere hadis
rivayetinde bulunuyorlardı.
"Ey müminler! Hep
birlikte Allah'a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz." Yani ey müminler
topluca Allah'a itaate dönün ve ona yönelin. Allah'ın size
emrettiği bu güzel ahlâk ve sıfatları yerine getirin. Gözleri
harama karşı yummak, ırzları korumak, başkalarının evlerine izinsiz
girmek, cahiliyetin üzerinde bulunduğu rezil ahlâk ve sıfatlar gibi
Allah'ın sizi nehyettiği hususları bırakın ki dünya ve ahiret
saadetini kazanasınız.
Burada sahih
imanın sahibi emre uymaya, tevbeye, hata ve kusurlardan dolayı
istiğfar etmeye sevkedeceği hususlarına dikkat çekmek için "iman"
sıfatıyla hitap edilmiştir. Zira tevbe kurtuluşun ve saadeti
kazanmanın sebebidir.
Bu ayetlerden şu
hükümler çıkmaktadır:
1-
Bakılması helâl olmayan bütün namahrem erkek ve kadınlara, fitneye
düşürmesinden korkulan her şeye karşı gözü kapamak vaciptir. Çünkü
göz münkerlere düşme, kalbi vesveselerle meşgul etme, gönlü
vesveselerle harekete geçirme hususunda anahtardır, fitneye ya da
zinaya düşmenin postacısıdır, fesat ve fücurun kaynağıdır.
2-
Irz ve namusu helâl olmayan kimselerin görmesinden korumak, zina,
livata, dokunmak, kucaklaşmak ve istimna gibi fuhşiyata bulanmaktan
korumak vaciptir.
3-
Hamama örtüsüz girmek haramdır. İbni Ömer diyor ki: Kişinin en güzel
sarfedeceği şey halvet zamanında -yani insanların bulunmadığı veya
insanların az bulunduğu bir zamanda- hamama girmek için verdiği bir
dirhemdir.
Tirmizî Abdullah
b. Abbas'tan (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadisini
zikretmektedir: Peygamberimiz (s.a.):
- Hamam denilen
evden sakının, buyurdu.
- Ya Rasulallah!
Hamam kirleri giderir ve cehennemi hatırlatır, denildi.
Peygamberimiz (s.:a.)
- "Mutlaka bu işi
yapacaksanız hamama örtülü olarak girin." buyurdu.
4-
Gözü harama karşı kapamak ve ırzı korumak dinde daha nezihtir,
günah kirine bulaşmaktan daha uzaktır. Allah kulların fiillerini,
kalplerin niyetlerini, dillerin fısıltılarını, göz ve kulağın her
türlü tavırlarını, her şeyi gayet iyi bilir, her şeye muttalidir.
Ona hiçbir şey gizli kalmaz. Bütün bunların karşılığını verir.
5-
Avret yerleri dört kısımdır:
a)
Erkeğin erkeğe karşı avreti: Erkeğin, göbekle diz arası dışında
başka bir erkeğin bütün bedenini görmesi caizdir. Göbekle diz ise
avret değildir.
İmam Ebu Hanife'ye
göre diz avrettir. İmam Malik diyor ki: Baldır namazda avret değil,
bakışta avrettir. Baldırın avret olduğunun delili Huzeyfe'den (r.a.)
rivayet ettiği şu hadistir: Peygamberimiz (s.a.) baldırı açık olarak
mescide uğradı. Yine Peygamberimiz (s.a.) Hakim'in Muhammed b.
Abdullah b. Cahş'tan rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmuştur:
"Baldırı ört. Çünkü baldır avrettir." Yine Efendimiz (s.a.) Ebu
Davud, İbni Mace ve Hakim'in rivayet ettiği hadiste Hz. Ali'ye şöyle
buyurdu: "Baldırını açma. Ölü veya dirinin baldırına bakma." Kötü
niyetle parlak oğlana bakmak da helâl değildir.
İki erkekten her
biri yatağın bir tarafında olsa bile aynı yatakta yatmaları caiz
değildir. Bunun delili Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nesaî'nin Ebu
Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayet ettikleri Peygamberimiz'in (s.a.)
şu hadis-i şerifidir: "Erkek erkekle aynı örtü içinde birbirlerine
sarılmasın. Kadın kadınla aynı örtü içinde birbirlerine sarılmasın."
Kucaklaşma ve
öpüşme -kişinin oğluna şefkat duyması hali müstesna-mekruhtur.
Musafaha etme ise (tokalaşma) müstehaptır. Bunun delili Enesin
(r.a.) rivayet ettiği şu hadistir: Bir adam:
- Ya Rasulallah!
İçimizden bir adam kardeşi veya dostuyla karşılaştığı zaman ona
eğilebilir mi? dedi. Peygamberimiz (s.a.):
- Hayır, dedi.
Adam:
- Ona sarılıp
öpebilir mi? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.):
- Hayır, dedi.
Adam:
- Elini tutup
onunla musafaha edebilir mi? diye sordu: Peygamberimiz
(s.a.):
- Evet, diye cevap
verdi.
b)
Kadının kadına karşı avreti: Erkeğin erkeğe karşı avreti gibidir.
Kadın kadının -göbekle diz arası hariç- bütün bedenine bakma hakkına
sahiptir. Fitneden korkma durumunda ise caiz değildir. Beraber
yatma caizdir.
Daha doğru olan
husus, zimmî (gayr-i müslim) kadının müslüman kadının bedenine
bakmasının caiz olmadığıdır. Çünkü bu şahıs din hususunda
yabancıdır. Allah Tealâ "yahut onların kadınları" buyuruyor. Zimmî
ise bizim kadınlarımızdan değildir.
c)
Kadının erkeğe karşı avreti: Eğer kadın yabancı (nâmahrem) ise bütün
bedeni avrettir. Erkeğin yabancı kadının alışverişte ihtiyaç duyduğu
için sadece yüzüne ve ellerine bakması caizdir. Erkeğin herhangi bir
neden olmaksızın yabancı kadının yüzüne kasden bakması caiz
değildir. Erkeğin gözü ansızın kadına takılırsa: "Müminlere söyle,
gözlerini (harama karşı) yumsunlar." ayetine bınâen erkek gözünü
kapar veya çevirir.
İmam Ebu Hanife
fitneye mahal olmadıkça bir defa bakmayı caiz görmüştür. Ancak
birkaç defa bakması caiz değildir. Bunun delili az önce geçen "Ey
Ali! Bir bakışın peşinden tekrar bakma. Çünkü birinci bakış senin
hakkındır, ikinci bakış senin hakkın değildir." şeklindeki hadis-i
şeriftir.
Evlilik maksadıyla
kızı görmek için ona bakmak caizdir. Bunun delili İbni Hıbban ve
Taberanî'nin Ebu Humeyd es-Sâidî'den rivayet ettiği Peygamberimiz'in
(s.a.) şu hadisidir: "Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediği
zaman kadın bilmese bile evlenmek niyetiyle baktığı zaman erkeğin
kadına bakması caizdir."
Ayrıca alışveriş
anında ihtiyaç duyulursa kadını tanımak için bakmak da caizdir.
Şahitlik esnasında da yüze bakmak caizdir. Çünkü tanımak ancak bu
şekilde gerçekleşir. Şehvetle bakmak ise yasaklanmıştır. Bunun
delili Peygamberimiz'in (s.a.) İmam Ahmed ve Taberanî'nin İbni
Mes'uddan rivayet ettikleri "Gözler de zina eder." hadisidir.
Güvenilir doktorun
tedavi için kadına bakması caizdir. Sünnetçinin sünnet çocuğunun
avret yerine bakması caizdir. Çünkü bu zaruret yeridir. Zinaya
şahitlik yapmak için zina edenlerin fercine kasden bakmak, doğum
için fercine bakmak, sütanne şahitliğinde bulunmak için emzikli
kadının göğsüne bakmak caizdir. Boğulmaktan veya yangından kurtarmak
için kadının bedenine bakmak caizdir.
Kadın nesep,
sütanne veya hısımlık sebebiyle erkeğin mahremi ise aralarında İmam
Ebu Hanife'nin de bulunduğu bir gurup alime göre kadının
göstermemesi gereken yerleri gündelik iş esnasında da örttüğü
yerlerdir.
Erkeğin hanımının
bütün bedenine, hatta fercine bile bakması caizdir. Ancak ferce
bakmak mekruhtur.
d)
Erkeğin kadına karşı avreti: Erkek kadına yabancı ise erkeğin o
kadına karşı avreti dizle göbek arasıdır. Bir başka görüşe göre
erkeğin yüzü ve elleri dışındaki bütün bedeni kadına karşı avrettir.
Tıpkı kadının erkeğe karşı avret olan yerleri gibi kadının erkek
hakkında avret olması hilâfına olan birinci görüş daha doğrudur.
Çünkü kadının bedeni bizzat avrettir. Bunun delili kadının vücudu
açık olarak namaz kılmasının sahih olmamasıdır. Erkeğin vücudu ise
böyle değildir. Kadının fitneye düşme ihtimali durumunda erkeğe
kasden bakması veya kadının erkeğin yüzüne tekrar tekrar bakması:
"Siz ikiniz ondan -yani âmâ olsa da İbni Ümmi Mektûm'dan- örtünün."
şeklinde daha önce geçen hadise binaen caiz değildir.
Kadın kocasının
bütün vücuduna bakabilir. Ancak kocanın hanımının fercine bakması
mekruh olduğu gibi hanımının da kocasının cinsi organlarına bakması
mekruhtur.
Erkeğin avret
yerini örtecek elbisesi olduğu halde evde çıplak oturması caiz
değildir. Çünkü Peygamberinıiz'e (s.a.) bu durum sorulduğunda
Buharî, Tirmizî ve İbni Mace'nin rivayet ettiği hadiste şöyle
buyurdular: "Allah kendisinden haya edilmeye daha lâyıktır."
Tirmizî'nin İbni Ömer'den (r.a.) rivayet ettiği hadiste ise şöyle
buyurdular: "Çıplaklıktan sakının. Çünkü tuvalette ve erkeğin
hanımına yaklaşma durumu haricinde sizden ayrılmayan melekler
vardır. "
6-
Allah Tealâ kadınlara fitneye düşmekten sakınmak için vücutlarının
yüz ve elleri dışındaki kısımlarını ve ziynetlerini bakanlara
göstermemelerini emretti. Görünmesi zaruri olan ve görünmeyecek
olmak üzere ziynet iki çeşittir:
- Görünmesi
zaruri: Mahrem veya nâmahrem bütün insanlara mubahtır.
- Görünmeyecek
kısım: Allah Tealâ'nın bu ayette bildirdiği kimseler dışındakilere
gösterilmesi helâl olmayan kısımdır.
Bilezikler
konusunda Hz. Aişe: "Bu görünmesi zaruri olan ziynetlerdendir. Çünkü
ellerdedir." demiştir. Mücahid ise: "Bu görünmeyecek olan
ziynetlerdendir. Çünkü ellerin dışındadır." demiştir. Zira
bilezikler bileklerde olur. Kına ise, İbnü'l-Arabî'nin görüşüne göre
ayaklarda olursa görünmeyecek olan ziynetlerden sayılır.
7-
"Baş örtüleriyle yakalarının üstünü kapatsınlar." ayetine binaen
kadının saçlarını, boynunu ve göğsünü örtmesi vaciptir. Ayette
geçen "hımar" kelimesi kadının başına örttüğü örtü anlamındadır.
Buharî Hz.
Aişe'den (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Allah ilk muhacir kadınlara
rahmet eylesin. "Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar."
ayeti indiği zaman büyük izarları yırttılar, başörtüsü yaptılar.
8-
Allah Tealâ kadının ziynetlerini göstermesi caiz olmayan erkeklerden
mahremleri, mahrem hükmünde olan kocalarını, kendi babalarını, aynı
şekilde ister anne tarafından isterse baba tarafından dedelerini,
eşlerin kız-erkek çocuklarını, öz kardeşleri, ana bir baba bir
kardeşleri, aynı şekilde kardeşlerin oğullarını istisna etti.
Bunlara amcalar ve dayılar da katılır. Bunlar nesep yönünden
akrabalardır. Süt emme yönünden akraba olanlar da bunlar gibidirler.
Bunların hepsine "mahrem" adı verilir.
Yine bundan,
kadınlar, köleler, müslüman ve kitabî cariyeler çoğunluğun . raşüne
göre istisna edilmiştir. Bazıları ise sadece cariyeleri istisna
etmiştir. Ayrıca cinsî iktidarı olmayan, yahut aptal olan, ya da
innîn (hastalık sebebiyle iziz) olan ve âmâ olan hizmetçiler ile
henüz kadınların mahrem yerlerinden bir şey anlamayan, yaşlarının
küçüklüğü sebebiyle kendilerinde cinsî eğilim ortaya çıkmayan
çocuklar da müstesna tutulmuştur.
9-
Kadınların, erkekleri fitneye ve fesada düşürmeleri, açılıp
saçılmaları, ayaklarını yere vurmaları, evden dışarı çıkarken
kokulanmak, süslenmek gibi erkekleri baştan çıkaracak tavırlarda
bulunmaları haramdır. Kadının takılarıyla böbürlenerek ayaklarını
yere vurması, Kurtubî'nin zikrettiği gibi, mekruhtur.
10-
Mümin erkeklerin ve mümin kadınların tevbe etmeleri ümmet arasında
hiçbir ihtilâf olmaksızın vaciptir, ve kesin bir farzdır. Çünkü her
insan tevbeye muhtaçtır. Zira insan Allah Tealâ'nın haklarını yerine
getirirken hata ve Kusurdan uzak kalmaz. Dolayısıyla hiçbir durumda
tevbeyi terk etmez. İnsanın günahını her hatırladığında tevbeyi
yenilemesi gerekir. Çünkü kul Rabbine kavuşuncaya kadar
pişmanlığında ve azminde devam etmelidir.
İmam Ahmed, Buharî
ve Beyhakî Şuabü'l-lman'da İbni Ömer'den (r.a.) Peygamberimizin
(s.a.) şu hadisini rivayet etmektedirler: "Ey insanlar! Allah 'a
tevbe edin. Zira ben Allah 'a günde yüz defa tevbe ediyorum."
Tevbenin şartları
dörttür:
- Günahı tamamen
terk etmek,
- Geçmişte
yaptığından pişman olmak,
- Tekrar yapmamaya
azmetmek,
- Hakları
sahiplerine vermek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder