Dünyadaki
her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile
donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona
Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu
yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir
kişilik yapısı gelişir. Halbuki Allah:
"Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine
çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde
yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur,
fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm, 30) buyurmaktadır.
İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan)
vermiştir. Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı
gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalble
kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya
melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin
olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur,
geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir.
Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye
bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü
eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak
bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.
Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah'ın değişmeyen yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur:
Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(A'râf, 132).
Abdullah b. Ömer'den rivâyet edilen bir hadîse göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Ramadan'dan
çıkış sadakasını hurmadan bir sâ' veya arpadan bir sâ' miktarı olmak
üzere, her Müslüman hür, köle, erkek ve kadına farz kılmıştır.
(Buhari, Zekat 70, 71, 73, 74, 76, 78; Muslim, Zekat 13, (984); Muvatta, Zekat 51, 53, 55, (1, 283); )
Abdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhumâ rivayet ediyor:
“Rasulullah (s.a.v.), oruçlunun
boş, çirkin ve ölçüsüz sözlerden temizlenmesi ve fakirlere bir azık
olması için fıtır sadakasını emretti. Kim bunu bayram namazından önce
öderse, o makbul bir sadaka olur. Kim de bayram namazından sonra
verirse, o başka vakitlerde verilen sadakalardan birisi olur.”
(İbni Mâce, Zekât: 21)
Buhârî ve Muslim'de İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.av.),fıtır sadakasının insanlar bayram namazına gitmeden önce verilmesini emretmiştir.
(Buhârî, "Zekât", 70; Muslim, "Zekât", 22)
Halk (Hz. Muaviye'nin bir hitabesi üzerine) yarım sa' buğdayı bir sa' hurmaya denk kıldılar. İbnu Ömer Hazretleri (ra) fıtr sadakasını hurmadan verirdi.
(Bir sene) Medine halkı hurmaya muhtaç oldu. İbnu Ömer (o yıl) sadaka-i fıtrını arpadan verdi."
(Buhari, Zekat 77 )
Kays İbnu Sa'd İbnu Ubade'den
Rasulullah (s.a.v.), zekat
emri gelmezden önce, bize sadaka-i fıtr'ı emretmişti. Zekat farz
kılınınca, fıtr sadakasını ne emretti ne de nehyetti. Biz onu yerine
getirmeye devam ettik..."
(Nesai, Zekat 35, (6, 49); İbnu Mace, Zekat 21, (1828) )
Fıtır Sadakasının Farz Olması
Ebû'l-Âliye, Atâ' ve İbn Şîrîn fıtır sadakasının farz olduğu görüşündedir.
1503- İbn Ömer radıyallâhu anhumâ şöyle anlatır:
Rasulullah (s.a.v.),
köle, hür, erkek, kadın, küçük ya da büyük olsun Müslümanlara bir sa'
hurma veya bir sar arpayı fıtır sadakası olarak vermelerini farz
kılmıştır. (Ramadan bayramı) namazına gitmeden önce bunun ödenmesini emretmiştir. (Hadisin geçtiği diğer yerler: 1504, 1507, 1509, 1511 ve 1512)
Açıklama
Bu sadakaya fıtır sadakası denilmesi, Ramadan ayından çıkılıp iftar edilmesiyle farz olması sebebiyledir.
Atâ'nın
görüşü, Abdurrazzak ve İbn Cureyc yoluyla ulaşmıştır. İbn Ebû Şeybe,
Âsim yoluyla başka âlimlerin de aynı görüşte olduğunu nakletmiştir. En
açık bir şekilde onlar görüşlerini ifade ettikleri için Buhârî sadece
yukarıdaki üç kişiyi zikretmiştir. Yoksa İbnu'l-Munzir ve başka bazı
âlimler, fıtır sadakasının farz olduğunda icma bulunduğunu
belirtmişlerdir.
Malik'in Nâfi'den
rivayetine göre Muslim'de, "fıtır zekâtı" ifadesinden sonra "Ramadan
ayı" kaydı da bulunmaktadır. Bu rivayet delil kabul edilerek, fıtır
sadakasının farz olma zamanı, bayram gecesi (Ramadan'ın bittiği gün) güneşin battığı andır. Çünkü Ramadan'dan bu vakitte çıkılmış olmaktadır.
Bir görüşe
göre ise, bayram günü güneşin doğma anıdır. Çünkü oruç tutulacak olan
zaman gece değildir. İftar edildiği, ancak güneş doğduktan sonra
yemek-içmekle ortaya çıkar.
Birinci görüş, Sevrî, Ahmed, İshak ve yeni görüşüne göre Şafiî'ye aittir. Bir rivayete göre Malik de aynı görüşü benimsemiştir.
İkinci görüş ise, Ebû Hanîfe, Leys, eski görüşüne göre Şafiî'ye aittir. Bir rivayete göre Malik bu görüşü benimsemiştir.
Hadisten ilk akla gelen aniama göre, kölenin, kendi adına fıtır sadakasını vermesi gerekir.
Bu görüşü sadece Davûd (ez-Zâhirî) söylemiştir.
O
şöyle der: "Efendinin, nasıl kölesine namaz kılma imkanı tanıması
gerekiyorsa, fıtır sadakasını verebilmesi için çalışıp kazanma fırsatı
da vermek zorundadır."
Bu görüşe, Davud'un mezhebini benimseyen ya da benimsemeyen diğer âlimler katılmamıştır.
Delilleri, Ebû Hurayra'den (r.anh) "merfû" olarak Muslim'in naklettiği şu hadistir:
"Fıtır sadakası dışında köleden dolayı sadaka (zekât) vermek gerekmez."
Başka bir rivayette ise Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, "Müslüman bir kimsenin, fıtır sadakası hariç olmak üzere, kölesinden ve atından dolayı zekât vermesi gerekmez" buyurmuştur.
Hadisten açıkça
anlaşılan manaya göre, kocası olsun ya da olmasın, kadının, fıtır
sadakası vermesi gerekir. Sevrî, Ebû Hanîfe ve İbnu'l-Munzir bu
görüştedir.
Malik, Şafiî, Leys, Ahmed ve İshak'a göre, kadının fıtır sadakasını, nafaka kapsamında değerlendirerek, kocasının vermesi gerekir.
Ancak bu tartışmaya
açık bir görüştür. Çünkü söz konusu âlimler, kocanın ödeme gücü yok ve
kadın köle ise bu durumda, nafakanın aksine, fıtır sadakasını efendinin
vermesi gerekir görüşündedirler. Diğer yandan bütün âlimler, müslüman
bir kocanın, kâfir oian hanımının nafakasını karşılamak zorunda olmakla
birlikte fıtır sadakasını vermeyeceğinde görüş birliği içindedir.
Hadiste, "küçük
olsun, büyük olsun" şeklinde geçen ifadeye göre, küçüklerin de fıtır
sadakası vermesi gerekir. Fakat buradaki muhatap küçüğün velisidir.
Velinin, küçüğün malından bu borcu ödemesi gerekir. Aksi halde
nafakasını karşılamakla yükümlü olan kimsenin, onun fıtır sadakasını
ödemesi gerekir. Bu âlimler çoğunluğunun görüşüdür.
İbnu'l-Munzir,
cenin için nafaka vermenin gerekli olmadığı konusunda icma bulunduğunu
naklederek, "Ahmed bunu mustehab görmüştür, farz değil," demiştir.
Hadiste, "namaza çıkılmadan önce ödenmesini emretti" denilmesi, bu vakit*ten daha sonraya geciktirmenin mekruh olduğuna delildir.
71- Fıtır Sadakasının Köle Ve Hür Müslümanlara Farz Olması
1504- İbn Ömer radıyallâhu anhumâ şöyle anlatır:
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem, köle, hür, erkek, kadın olsun müslümanlara bir sa' hurma veya bir sa' arpayı fıtır sadakası olarak vermelerini farz kılmıştır.
Açıklama
Kurtubi
şöyle der: “Bu hadiste fıtır sadakası olarak verilecek miktar ve
Sadakasi Vermesi gerektiği açıklanmak istenmiştir. Kimlerin kendi
başkası adına vermesi gerektiğine temas edilmemiş, her ikisini de ifade
kullanılmıştır."
Tibî
ise şöyle demiştir: "Hadis, bütün Müslümanlara fıtır sadakasını farz
kılmaktadır. Neden dolayı gerekeceği ve bunun kimin yerine getireceği
İse başka nasslardan anlaşılmaktadır."
İbnu'l-Munzir
şöyle nakleder: "Bazı âlimler, İbn İshak'ın Nafi'den naklettiği İbn
Ömer'in uygulaması konusundaki şu sözü delil olarak kullanmışlar ve "İbn
Ömer, hadisten kasdedilen anlamı en iyi bilen kişi olduğu halde,
kendisi kâfir olan kölesi için fıtır sadakası vermekteydi" demişlerdir.
Bu görüş
şu şekilde tenkit edilebilir: Eğer İbn Ömer'in böyle yaptığı doğru ise
bu olayın, onun bunu, farz olduğu için değil de, tatavvû (nafile) olarak yaptığı şeklinde yorumlamak gerekir. Böyle yapmasına bir engel de yoktur.
Hadiste,
"Müslümanlar" şeklinde kullanılması, şehirde yaşayan medenî ya da
çöllerde yaşayan bedevî bütün Müslümanları içine aldığına bir delildir.
Fakat Zuhrî, Rebîa fıtır sadakasının sadece şehirlilere vacip olduğunu
savunmuştur. Bu konudaki ayrıntılı açıklamayı, inşaalîah, "fıtır
sadakası" bölümünün, "köle adına fıtır sadakası vermek" konusunda
yapacağız.
72. Fıtır Sadakasının Bir Sa Arpa Olarak Verilmesi
1505- Ebû Saîd şöyle demiştir:
"Biz (fıtır) sadakasını bir sa' arpa olarak verirdik." (Hadisin geçtiği diğer yerler: 1506, 1507 ve 1510)
73- Fıtır Sadakası Olarak Bir Sa' Buğday Vermek
1506- Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh şöyle demiştir:
"Biz fıtır zekâtını bir sa taam (yiyecek maddesi / buğday), arpa, hurma, kurutulmuş yoğurt veya kuru üzüm'den verirdik."
74- Fıtır Sadakası Olarak Bir Sa Kuru Hurma Vermek
1507- Nafi'in naklettiğine göre Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a.v) fıtır zekatını, bir sa' hurma veya arpa olarak vermemizi emretti. İnsanlariki muddu, yarım sa'a denkleştirdiler."
75- Fıtır Sadakası Olarak Bir Sa Kuru Üzüm Vermek
1508- Ebû Saîd el-Hudrî (r. anh) şöyle demiştir:
"Biz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında iken, (fıtır sadakasını)
yiyecek maddesinden, kuru hurmadan, arpadan veya kuru üzümden bir sa'
olarak verirdik. Muaviye devlet başkanı olup, Şam'ın buğdayları gelince,
'bir mudd (buğday) diğerlerinden iki mudde denktir' görüşünü belirtmiştir."
Açıklama
"Rasûlullah
zamanında iken" denilmesi, O'nun (s.a.v.) bu uygula*mayı bildiği ve
kabul ettiği anlamını vermektedir. Özellikle de bu uygulamada, onun
huzurunda toplanıp dağıtıldığı için böyledir.
İbnu'l-Munzir
şöyle demiştir: "Rasûlullah'tan(s.a.v.) , buğday konusunda üzerine
hüküm bina edebileceğimiz herhangi bir nakil bulunma*maktadır. O dönemde
Medine'de buğday çok az bir miktarda bulunmaktaydı. Sahâbîler buğday
artınca, yarım sa' buğdayın, bir sa' arpaya denk düştüğü görüşünü
belirtmişlerdir. Onlar, ümmetin önderleridir. Onların görüşüne, ancak
onlar gibi olan diğer sahâbîlerin görüşü denk olabilir.
Osman,
Ali, Ebû Hurayra, Cabir, İbn Abbas, İbnu'z-Zubeyr ve annesi Esma binti
Ebû Bekir'in de fıtır sadakasının, yarım sa' buğday olarak
verilebileceği görüşünü benimsediği nakledilmiştir ki bunlar sağlam
nakillerdir."
Muslim'deki
rivayette şöyle bir ek bulunmaktadır: "Biz, Muaviye, hac veya umre için
gelip de minberde insanlara hitap edene kadar, fıtır sadakasını bu
şekilde vermeye devam ediyorduk."
İbn Huzeyme ise, "O, o zaman halife idi" ilavesini nakletmiştir.
Muslim'deki rivayette, "İki mûd Şam buğdayının, bir sa' kuru hurmaya denk olduğu görüşündeyim" ifadesi yer almaktadır.
76. Fıtır Sadakasının Bayram Namazından Önce Verilmesi
1509- ibn Ömer radıyallâhu arıhumâ Şöyle demiştir: "Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fıtır sadakasının cemaat bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiş*tir."
1510- Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh şöyle anlatır:
Rasulullah (s.a.v.) zamanında, bayram günü, bir sa' yiyecek maddesi (fıtır sadakası olarak) verirdik. Yiyecek maddelerimiz, arpa, kuru üzüm, kurutulmuş yoğurt ve kuru hurma idi."
Açıklama
İbnu’t-Tin, “Bayramdan önce, sabah namazından sonra, bayram namazına Çıkmadan önce demektir" demiştir.
İbn Uyeyne ise "Tefsirinde, Ömer ve İkrime'den naklen şöyle demiştir:
“Kişi, (fıtır sadakasını) bayram günü iki namaz arasında (sabah namazı ile bayram namazı arasında) verir. Çünkü Allah Teâlâ, "Temizlenen, Rabbinin adını anıp Ona kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir" (A'la 14) buyurmaktadır.
(İbn Hacer el-Askalani: Fethu'l-Bârî (Sahih-i Buhari Şerhi), Cilt 4, S: 17 - 24)
Ramadan'ın sonunda orucu açma (fıtr) veya insan olarak yaratılma (fıtra) sadakası hicretin ikinci yılında oruç ile beraber farz (İmam-ı azama göre vacib) kılınmış bir ibâdettir ve zekâttan farklı olarak mal üzerine değil, kişi başına yüklenmiştir.
Fıtır (fitre) sadakasıyla, oruç ibadetimizi huşu ve huzurla tamamlama nimetinin şükrünü eda etmiş oluruz.
Bu yüzden Ramadan Bayramının bir adı da “Fıtır Bayramı”dır.
Bu bayramda bir ay süreyle tutulan orucun iftarı yapılmaktadır.
Mâlik,
Şâfiî ve Ahmed'e göre fıtır sadakası hadîste geçen lâfız ve mânâya
uygun olarak farzdır. Hanefîlere göre ise hadîsin delâleti kat'î
olmadığı için vacîbdir.
Bu sadakanın hikmeti (tahminen)
, bir yandan oruç ibâdetini yapmış Müslümanlardan sâdır olması muhtemel
kusurları telâfî etmek, diğer yandan bir sevinç ve bayram gününde
fakirleri anmak, onları günlük ihtiyaçlarından kurtarmaktır.
Akıl ve buluğ şart değildir. Akıl hastalarının ve delilerin velileri
onların mallarından fıtır sadakası verirler. Ramadanda oruç tutmamış
olanlar da fıtır sadakası verirler.
Sadaka-i fıtrın vakti (sınır)
, bayram sabahıdır. O günden önce ölen ve zengin iken fakir düşen
kimselere sadaka-i fıtır vacib olmaz. Bayram gecesi güneş doğmadan önce
doğan çocuğun fitresini vermek vacibtir. Fitre bayram sabahından önce ve
sonra her ne zaman verilse sahihtir ve eda olur; onun kazası yoktur.
Fakat mustehab olan sabah namazı ile bayram namazı arasında veya birkaç
gün önce vermektir.
Fıtır (fitre) sadakası , zekat gibi malın değil, Canın zekâtıdır.
Sadaka-i fıtır, buğday, arpa, kuru hurma, kuru üzümden verilir. Buğday veya buğday unundan yarım sa', (520 dirhem 1459 gr.), ötekilerden ise bir sa' (1040 dirhem 2918 gr.)
verilir (bak: Sa'). Bu dört maddenin herhangi birine göre vermek
caizdir. Bu miktar aynen verilebileceği gibi, kıymet olarak da
verilebilir. Fakirin menfaatine uygun olanı vermek daha faziletlidir.
Bayram
sabahı nisaba malik olan kişiye bile sadaka-i fıtır vacibtir. Nisab,
gümüşe göre ikiyüz dirhem (561.2) gr. değerindeki bir maldır.
Zekât
verecek zengin için, nisab miktarı tutarında bir mal, bir yıl elde
bulunmalıdır. Fitrede ise, bu şart yoktur. Fitrenin verileceği en son
gün bile, nisab miktarı mal eline geçse, kendisine derhal fitre vâcib
olur.
Zekâtta günümüzde ekseriya nisab ölçüsü olarak altın alınmaktadır.
Fitrede ise gümüşün esas alınması iyidir. Fitrenin zekâta göre daha
geniş bir kitle tarafından verilmesinin sebebi de budur. Yaşlılıktan
veya hastalıktan dolayı Ramazan orucunu tutamayan kimseden fitre düşmez.
Onların da bu vâcibi yerine getirmeleri icabeder.
Nisab miktarı mal,
sadaka-i fıtır vacib olduktan sonra telef olsa yine fitre vermek
lazımdır. Bu miktar bir mala sahip olan bir kimse kendisi için, baliğ
olmayan malsız çocukları için, hizmetinde bulunanlar için, sadaka-i
fıtır vermesi vacibtir. Hanımı ve büyük çocuğunun fitrelerini vermesi
üzerine vacib değildir. Fakat yanında bulunan büyük çocuğunun ve
hanımının fitrelerini kendilerine sormadan verebilir. Malı olan küçük
çocuğun fitresi kendi malından verilir.
Zekat
kimlere verilirse sadaka-i fıtırda onlara verilir. Bir kimse usul ve
furuu hariç tüm fakir akrabalarına zekat verebilir. Yani anne, baba,
dede, nine ve bunlardan yukarısına ve çocuk ve torunlarına zekat
veremez.Fakir olan kardeşlerine zekat verebilir.
Buna göre dede veya nine fitresini torununa veremez. Çünkü bakıma muhtaç
ise anne babası da bakacak durumda değilse torununa bakması gerekir.
Fitreler aynen hurma, arpa, buğday, üzüm bir sâ’ (yaklaşık 2.917 gram) olarak verilebileceği gibi, kıymetleri para olarak da verilebilir.
Hadislerde sadaka-i fıtrın miktarı, buğday, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ (yaklaşık 2.917 gram)
olarak belirlenmiştir. Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden
belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme
alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Peygamber ve sahabe dönemindeki
uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir
fakirin, içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat
standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği
anlaşılmaktadır.
Hattâ kıymetlerinin para olarak ödenmesi, daha da efdaldir.
Kişinin fitresini verirken kendi malî imkânını ve zenginliğini göz
önünde bulundurarak, fitresini bu 4 gıda maddesinden birinin kıymeti
üzerinden ödemesi gerekir.
Meselâ çok zengin olanlar fitrelerini hurmanın değeri üzerinden
ödemelidirler. Çünkü en yüksek fitre miktarı hurmadır. Onun o
zenginliğine munâsib olan, fitresini hurma üzerinden ödemektir. Artık
zenginlik derecesine göre, kuru üzüm, arpa ve buğday olmak üzere fitre
ödenecek gıda maddesi değişir.
(Sâ', fıtır sadakası ve tarım ürünlerinin zekatını hesaplamada bir ölçek olarak kullanılır.
Çünkü
fıtır sadakası buğdaydan ve aynı hükümde olan buğday unundan yarım sâ',
yani 520 dirhem; arpa, kuru üzüm veya kuru hurmadan ise tam 1 sâ' yani
1040 dirhem olarak verilir. Yarım sâ' şer'î dirheme göre 1,458 kg; örfi
dirheme göre ise, 1,667 kg'a denk bulunur. Fitre'de şer'î dirhem esas
alınır. Ancak örfi dirhem daha ağır olduğu için, fitreyi ona göre
hesaplayıp vermek, yoksulların lehine olduğu için daha faziletli ve
ihtiyata daha uygundur.)
Ebu
Abdurrahmân Neseî diyor ki: Bize Muhammed İbn Abdusselâm, İbn
Abdurrahîm'in... ibn Abbâs'tan rivayetine göre o şöyle demistir :
Ashâb, muşrik olan akrabalarına az da olsa sadaka vermekten
hoşlanmıyorlardı. Bu konuyu sorduklarında kendilerine musâade edildi ve :
«Onları hidâyete erdirmek sana düşmez.
Allah dilediğini hidâyete erdirir. Hayır namına ne infâk ederseniz
kendinizedir. Zaten yalnız Allah rızâsını kazanmak için infâk edersiniz.
Verdiğiniz her hayır tâm olarak size ödenir ve siz, haksızlığa
uğratılmazsınız» âyeti kerîme'si nazil oldu.
Bu hadîsi Ebu Huzeyfe, İbn Mubârak, Ebu Ahmed ez'Zubeyrî ve Ebu Dâvûd el-Hadremî, Sufyân esSevrî*den rivayet etmişlerdir.
İbn Ebu Hatim diyor ki: Bize Ahmed İbn Kasım İbn Atiyye'nin... İbn
Abbâs'tan, onun da Rasûlullah (s.a.v.) dan rivayetine göre, Rasûlullah
(s.a.v.) «Onları hidâyete erdirmek sana düşmez...»
âyeti kerîme'si nazil oluncaya kadar ancak müslüman olanlara sadaka
verilmesini emrederdi. Bu âyeti kerîme'nin nuzulunden sonra hangi dinden
olursa olsun, isteyene sadaka verilmesini emrettiler.
Fitrenin Verileceği Yerler Yahut Fitreyi Alacak Olanlar:
Fakihler fitrenin verileceği yerlerin farz olan zekâtın verilebileceği yerler olduğunda ittifak etmişlerdir. (ed-Durru'l-Muhtâr,
II, 107-108; Bidayetu'l-Muctehid, I, 273; el-Kavânînu't-Fıkhıyye,112;
eş Şerhu's-Sağir, I, 677; el-Muhezzeb, I, 170; Hâşiyetu'l Bâcurî, I,
291; el-Muğnî, III. 74, 78, 79, Muğni'l-Muhtâc, 1,405)
Çünkü
fitre bir nevî zekâttır. Dolayısıyla verileceği yerler de diğer zekâtın
verileceği yerlerdir. Aynca fitre de zekâttır ve Allah tealâ'nın şu
sözünün umumi manası içine girmektedir:
"Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hurriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıb cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe 60)
Fitreyi, zekâtın verilemeyeceği yerlere vermek caiz değildir.
Mâlikî, Şafiî ve Hanbelî'lerden oluşan cumhura göre fitrenin zımmilere
verilmesi câiz değildir.
Malların zekâtının Müslüman olmayanlara verilemeyeceği konusunda âlimler arasında ihtilâf yoktur.
İbni Munzir şöyle demiştir: "İlim adamları malın zekâtının zimmilerden birine verilemeyeceği konususunda icma etmişlerdir.
Muellefe-i Kulub (Kalbleri İslama Isındırılmak İstenenler)'a Zekat Verilir mi?
Bunların fakir veya zengin olmaları şart değildir.
1- Yeni müslüman olan ancak henüz İslam'ın kalblerinde iyice yerleşmediği kimseler:
Abdullah b. Abbas (r.anh) diyor ki: "Bunlar, müslüman olduklarını beyan
ederek Rasulullah'a gelen kimselerdi. Rasulullah bunlara, sadakalardan
pay ayırırdı. Bunlara bir pay verdiğinde "Bu, iyi bir din." derlerdi;
vermediğinde ise dini ayıplar ve terkederlerdi.
2- Yahya b. Ebi Kesir, diyorki: "Ebu Sufyan b. Harb, Haris b.
Hişam, Abdurrahman b. Yerbu, Safvan b. Umeye, Suheyl b. Amr, Huvaytıb
b. Abduluzza, Hakim b. Hizam, Sufyan b. Haris b. Abdulmuttalib, Uyeyne
b. Hısn, Akra b. Habis, Malik b. Avf, Abbas b. Mirdas ve A'lâ b. Harîs,
kalbleri İslama ısındırılmak istenen kimselerdi. Rasulullah bunlardan
her birine yüz deve verdi. Ancak Abdurrahman b. Yerbu ve Huvaytı b.
Abduluzzaya ellişer deve verdi.
Safvan b. Umeyye demiştir ki: "Rasulullah bana mal verdiğinde o,
insanlardan en sevmediğim bir kimseydi. Bana mal vermeye devam etti.
Sonunda o bana, insanların sevimli olanı haline geldi."
3- Henüz müslüman olmayan fakat İslama girmelerini teşvik için kendilerine zekât verilen kimseler. Bedeviler bu türden kimselerdi.
Mufessirler, îslamın iyice kuvvetlenip yayılmasından sonra bu gibi
insanlara zekâttan pay verilip verilemeyeceği hakkında iki görüş
zikretmişlerdir.
A- Hasan-ı Basri, Amir es-Şabî ve Ömer b. el-Hattaba göre,
kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere artık zekattan pay verilemez.
Hibban b. Ebi Cebele diyor ki: "Daha önce zekâttan pay alan Uyeyne b. Hısn, Ömer b. el- Hattab'a geldi.
Ömer de ona "Dileyen iman etsin, Dileyen inkâr etsin." (Kehf 29) âyetini okudu ve demek istedi ki: "Artık bugün kalbleri İslama ısındırılmak istenen kimse kalmadı."
Ömer, el-Hasen, eş-Şafiî ve başkaları: İslâm'ın güçlenmesi ve üstünlük
sağlaması ile bu kesimin ardı arkası kesilmiştir, derler. Malik'in ve
rey sahiblerinin meşhur görüşü de budur.
Hanefi alimlerinden bazısı da şöyle demektedir: Allah İslâm'ı ve müslü-manları aziz kılmış, buna karşılık kâfirlerin de -Allah'ın laneti üzerlerine olsun- ardı arkasını kesmiştir. Sahabe-i kiram da -Allah hepsinden razı olsun-Ebu Bekir (r.anh)'ın halifeliği döneminde bu kesime mensub kimselerin paylarını düştüğü hususunda icma etmişlerdir
B- Ebu Cafer ve ilim adamlarından bir guruba göre ise, kalbleri
İslama ısındırılmak istenen kimseler her zaman mevcuttur, kalıcıdır.
Bunlara zekâttan pay verilebilir. Çünkü imam, kimi zaman bazı
kimseleri İslâm'a alıştırıp ısındırmak ihtiyacını duyabilir. Ömer'in,
onların payını sona erdirmesi dinin güçlenmiş olduğunu görmesinden
dolayıdır.
"Yunus der ki: Ben, ez-Zuhrî'ye bunlara dair sordum da şöyle dedi: Ben
bu hususta bir nesli olduğunu bilmiyorum. Ebu Cafer en-Nehhâs da der ki:
Buna göre bu hüküm onlar hakkında sabittir. Eğer herhangi bir kimsenin
kalbinin ısındın imasına gerek duyulur ve ondan yana müslümanlara bir
zarar gelmesinden korkulur yahut daha sonra İslâm'a güzelce bağlanacağı
umut edilirse ona da bîrşeyler verilir.
Kadı Abdu'l- Vehhâb der ki: Bazı zamanlarda onlara gerek duyulacak
olursa zekâttan onlara pay verilir. Kadı İbnu'l-Arabî de der ki: Benim
görüşüme göre eğer İslâm güç kazanmışsa bu pay sahibleri de yok kabul
edilir. Şayet onlara gerek duyulursa o takdirde Rasûlullah (s.a.v.)'ın
bunlara verdiği gibi payları verilir. Çünkü es-Sahih (Muslim)'de Peygamber'in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "İslâm garib başladı ve başladığı gibi (garib olarak) avdet edecektir." (Muslim, İmân 232; Tirmizi, İman 13; îbn Mâce, Fiten 15; Dârinû, Rikaak 42: Musned, 1, 184, 398. II, 389, IV, 7,3)
Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta söylenecek doğru söz şudur:
"Allah teala, zekâtı, iki maksada binaen farz kılmıştır. Bunlardan biri,
müslümanların ihtiyacını gidermektir. Diğeri ise İslama yardım etmek ve
onu kuvvetlendirmektir.
İslamı güçlendirmek için zekât verildiği takdirde zekât fakire de
verilir, zengine de, Zira bu durumda kişinin ihtiyacı göz önünde
bulundurularak zekât değil İslamı yardım hususu göz önünde
bulundurularak verilir. Nitekim Allah yolunda cihad eden mucahidlere
verilen zekatın maksadı budur. Bunlar, zengin dahi olsalar, kendilerine
zekât verilir. Kalbleri İslam'a ısındırılanlara zekat verilmesinin
maksadı İslama yardım etmektir. Bu nedenle Rasulullah Mekke'nin
fethinden sonra, Huneyn savaşı ganimetlerinden bir çok insana, zengin
dahi olsa pay vermiş ve onların, İslama faydalı olmalarını sağlamıştır.
Bu faydanın gerçekleşmesi beklenen her zamanda aynı şeyi yapmak
isabetlidir. Bu nedenle "Müslümanların sayılan artık çoğaldı. Bu
itibarla, müslümanlar kendilerini savunabiliyorlar. Dolayısıyle, bir
kısım insanların kalblerini İslama ısındırmaya ihtiyaç yoktur"
diyenlerin delilleri yoktur. Zira Rasulullah, müslümanların güçlü
oldukları bir zamanda bu tatbikatı yapmıştır.
Hanefi'lere göre: Fitre harcanacağı yerler bakımından ve her
durumda zekât gibidir. Ancak zımmilere verilmesinin kerahetle caiz
olması konusunda bir fark söz konusudur. Bir de fitre malın yok olması
ile düşmez. Fakat, fetva Ebu Yusuf'un görüşüne göredir. Bu da fitrenin
zımmilere verilmesi caiz değildir. Malların zekâtında olduğu gibi.
Dayandığı delil daha önce de geçen şu hadistir: "Zekât muslumanların
zenginlerinden alınıb fakirlerine verilir."
Buna göre, fitre ittifakla hür, Müslüman ve fakir olan ve Haşimi olmıyan
herkese verilebilir. Çünkü Peygamber efendimizin kabilesi Haşimî
kabilesine mensup olan kişiler şerefli kişilerdir. Fakat çağımızda
zekâtlar Haşimî kabilesine mensub olanlara da verilebilir. Çünkü onlara
beytu'l malden ayrılan ödenek kesilmiştir.
Eğer Müslüman sadece bir ölçeğin bîr kısmına sa' yeterse yahut üzerine
vacib olan fitrelerin sadece bir kısmını vermeye muktedir olursa -bir fitreden fazlasının vacib olması durumunda-
fitreyi çıkarıb vermesi gerekir. Bunun sebebi, imkânlar ölçüsünde
fitreyi korumaktır. Yani önce kendi fitresini verir, sonra geçimini
sağladığı kimselerin fitrelerini verir. Cumhura göre geçimini
sağladıkları arasında hanımını öne alır. Çünkü hanımın nafakası daha
kuvvetlidir.
Malikî ve Hanbeli'lere göre: En azhar olan görüş, babanın evlattan önceye alınmasıdır. Bu tertibin dayandığı delil Peygamber (a.s.)'in şu hadisidir:
"Önce kendinden başla, sonra geçimini sağladıklarına bak."
(Bu
iki hadisin toplamıdır. Hadisin birinci şıkkını Ahmed, Muslim, Ebu
Dâvud ve Neseî tarafından Cabir'den; ikinci şıkkı Taberâni'de Hakim b.
Hizam'dan Neseî'de de Tarık el-Muharibi'den rivayet edilmiştir.
Neylu'l-Evtâr, VI, 321,327)
Bunun
yanında, fitre nafakaya dayalı bir şeydir. Kişi nafaka ödemede nasıl
önce kendisinden başlarsa, fitrede de öyle yapması gerekir.
Şafii'Iere göre: Kişi önce kendisinin fitresini verir, sonra
eşinin, sonra küçük çocuğunun, sonra anasının sonra babasının sonra da
büyük çocuğunun fitresini verir. Bunun dayandığı delil Câbir (r.anh)'ten
rivayet edilen şu hadistir:
"Önce kendin için harca, eğer bir şey artarsa ailen için harca. Eğer yine artarsa yakınlarına harca. Ondan da artarsa çevrende bulunanlara harcarsın." (Muslim)
Kişinin
akrabaları içinde zekât verebileceği kimselere fitre vermesi de
caizdir. Fitreyi zengin olanlara veremez. Bunun gibi nafakası kendisine
farz olan akrabasına da vermesi caiz değildir. Ayrıca zekât almış
bulunan bir kimseye de verilmez. Fitrenin zekâtın verileceği sekiz
sınıfa verilmesi caizdir. Çünkü fitre de bir çeşit sadakadır,
dolayısıyla malın zekâtına benzer.
Şafiî mezhebinde kuvvetli olan görüşe göre; fitrenin sekiz sınıfa
verilmesi vacibdir. Ancak bunu yapmakta güçlük vardır. Şafiî'lerden
bazıları, fitrenin bir kişiye verilmesinin caiz olduğu görüşünü tercih
etmişlerdir. Yaşadığımız bu zamanda bu görüşü taklit etmemizde bir beis
yoktur. Nitekim Bacurî de böyle söylemiştir. Bazıları da şöyle
demişlerdir: Şafii eğer hayatta olsaydı, bununla fetva verirdi.
Fakihler bir sa' bir kaç yoksula verilmesini ve aralarında bölüşülmesini
caiz görmüşlerdir. Şafii'ler dışındaki fakihler, bir kaç sa'lık
fitrenin fakirlerden sadece bir tanesine verilmesini, yine her şahsın
fitresini bir yoksula yahut bir kaç yoksula vermelerini câiz
görmüşlerdir. Yani cumhur bir topluluk için lâzım olan fitreyi bir
kişiye, bir kişiye gerekli olan fitrenin bir topluluğa verilmesini câiz
ve mubah görmüşlerdir.
Fakihler arasında bir kişiyle verilmesi gereken fitrenin bir topluluğa
verilmesinin câiz olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Çünkü bunu yapan
kişi, sadakasını hak kazananlara vermiş olur. Dolayısıyla, bir kişiye
verdiği zamanda olduğu gibi, fitre borcundan kurtulur.
Bir topluluğun fitresini bir kişiye vermeye gelince:
İmam Şafiî, sadakanın altı sınıfa taksim edilmesini vacib kabul
etmiştir. Bunun gibi, her sınıfın hissesinin üçer kişiye verilmesini de
vacib kabul etmiştir. Nitekim zekâtın harcanacağı yerler bahsinde bu
konu zikredilmiştir. Tercih edilen görüş cumhurun görüşüdür. Çünkü
fitre, belirli olmayan kimselere verilecek bir sadakadır. Dolayısıyla
bir kimsenin bir kişinin alacağından fazla zekât alması caizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder