18 Haziran 2015 Perşembe

Fıtır (fitre) Sadakası ve Zekât

Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir. Halbuki Allah:
"Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm, 30) buyurmaktadır.


İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalble kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.

Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah'ın değişmeyen yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur:
Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(A'râf, 132).


Abdullah b. Ömer'den rivâyet edilen bir hadîse göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Ramadan'dan çıkış sadakasını hurmadan bir sâ' veya arpadan bir sâ' miktarı olmak üzere, her Müslüman hür, köle, erkek ve kadına farz kılmıştır.
(Buhari, Zekat 70, 71, 73, 74, 76, 78; Muslim, Zekat 13, (984); Muvatta, Zekat 51, 53, 55, (1, 283); )


Abdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhumâ rivayet ediyor:
Rasulullah (s.a.v.), oruçlunun boş, çirkin ve ölçüsüz sözlerden temizlenmesi ve fakirlere bir azık olması için fıtır sadakasını emretti. Kim bunu bayram namazından önce öderse, o makbul bir sadaka olur. Kim de bayram namazından sonra verirse, o başka vakitlerde verilen sadakalardan birisi olur.
(İbni Mâce, Zekât: 21)
Buhârî ve Muslim'de İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.av.),tır sadakasının insanlar bayram namazına gitmeden önce verilmesini emretmiştir.
(Buhârî, "Zekât", 70; Muslim, "Zekât", 22)

Halk (Hz. Muaviye'nin bir hitabesi üzerine) yarım sa' buğdayı bir sa' hurmaya denk kıldılar. İbnu Ömer Hazretleri (ra) fıtr sadakasını hurmadan verirdi.
(Bir sene) Medine halkı hurmaya muhtaç oldu. İbnu Ömer (o yıl) sadaka-i fıtrını arpadan verdi
."
(Buhari, Zekat 77 )


Kays İbnu Sa'd İbnu Ubade'den
Rasulullah (s.a.v.), zekat emri gelmezden önce, bize sadaka-i fıtr'ı emretmişti. Zekat farz kılınınca, fıtr sadakasını ne emretti ne de nehyetti. Biz onu yerine getirmeye devam ettik..."
(Nesai, Zekat 35, (6, 49); İbnu Mace, Zekat 21, (1828) )


Fıtır Sadakasının Farz Olması
Ebû'l-Âliye, Atâ' ve İbn Şîrîn fıtır sadakasının farz olduğu görüşündedir.

1503- İbn Ömer radıyallâhu anhumâ şöyle anlatır:
Rasulullah (s.a.v.), köle, hür, erkek, kadın, küçük ya da büyük olsun Müslümanlara bir sa' hurma veya bir sar arpayı fıtır sadakası olarak vermelerini farz kılmıştır. (Ramadan bayramı) namazına gitmeden önce bunun ödenmesini emretmiştir. (Hadisin geçtiği diğer yerler: 1504, 1507, 1509, 1511 ve 1512)

Açıklama

Bu sadakaya fıtır sadakası denilmesi, Ramadan ayından çıkılıp iftar edilmesiyle farz olması sebebiyledir.
Atâ'nın görüşü, Abdurrazzak ve İbn Cureyc yoluyla ulaşmıştır. İbn Ebû Şeybe, Âsim yoluyla başka âlimlerin de aynı görüşte olduğunu nakletmiştir. En açık bir şekilde onlar görüşlerini ifade ettikleri için Buhârî sadece yukarıdaki üç kişiyi zikretmiştir. Yoksa İbnu'l-Munzir ve başka bazı âlimler, fıtır sadakasının farz olduğunda icma bulunduğunu belirtmişlerdir.


Malik'in Nâfi'den rivayetine göre Muslim'de, "fıtır zekâtı" ifadesinden sonra "Ramadan ayı" kaydı da bulunmaktadır. Bu rivayet delil kabul edilerek, fıtır sadakasının farz olma zamanı, bayram gecesi (Ramadan'ın bittiği gün) güneşin battığı andır. Çünkü Ramadan'dan bu vakitte çıkılmış olmaktadır.
Bir görüşe göre ise, bayram günü güneşin doğma anıdır. Çünkü oruç tutulacak olan zaman gece değildir. İftar edildiği, ancak güneş doğduktan sonra yemek-içmekle ortaya çıkar.

Birinci görüş, Sevrî, Ahmed, İshak ve yeni görüşüne göre Şafiî'ye aittir. Bir rivayete göre Malik de aynı görüşü benimsemiştir.
İkinci görüş ise, Ebû Hanîfe, Leys, eski görüşüne göre Şafiî'ye aittir. Bir rivayete göre Malik bu görüşü benimsemiştir.
Hadisten ilk akla gelen aniama göre, kölenin, kendi adına fıtır sadakasını vermesi gerekir.
Bu görüşü sadece Davûd (ez-Zâhirî) söylemiştir.
O şöyle der: "Efendinin, nasıl kölesine namaz kılma imkanı tanıması gerekiyorsa, fıtır sadakasını verebilmesi için çalışıp kazanma fırsatı da vermek zorundadır."
Bu görüşe, Davud'un mezhebini benimseyen ya da benimsemeyen diğer âlimler katılmamıştır.
Delilleri, Ebû Hurayra'den (r.anh) "merfû" olarak Muslim'in naklettiği şu hadistir:
"Fıtır sadakası dışında köleden dolayı sadaka (zekât) vermek gerekmez."

Başka bir rivayette ise Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, "Müslüman bir kimsenin, fıtır sadakası hariç olmak üzere, kölesinden ve atından dolayı zekât vermesi gerekmez" buyurmuştur.
Hadisten açıkça anlaşılan manaya göre, kocası olsun ya da olmasın, kadının, fıtır sadakası vermesi gerekir. Sevrî, Ebû Hanîfe ve İbnu'l-Munzir bu görüştedir.

Malik, Şafiî, Leys, Ahmed ve İshak'a göre, kadının fıtır sadakasını, nafaka kapsamında değerlendirerek, kocasının vermesi gerekir.
Ancak bu tartışmaya açık bir görüştür. Çünkü söz konusu âlimler, kocanın ödeme gücü yok ve kadın köle ise bu durumda, nafakanın aksine, fıtır sadakasını efendinin vermesi gerekir görüşündedirler. Diğer yandan bütün âlimler, müslüman bir kocanın, kâfir oian hanımının nafakasını karşılamak zorunda olmakla birlikte fıtır sadakasını vermeyeceğinde görüş birliği içindedir.
Hadiste, "küçük olsun, büyük olsun" şeklinde geçen ifadeye göre, küçüklerin de fıtır sadakası vermesi gerekir. Fakat buradaki muhatap küçüğün velisidir. Velinin, küçüğün malından bu borcu ödemesi gerekir. Aksi halde nafakasını karşılamakla yükümlü olan kimsenin, onun fıtır sadakasını ödemesi gerekir. Bu âlimler çoğunluğunun görüşüdür.

İbnu'l-Munzir, cenin için nafaka vermenin gerekli olmadığı konusunda icma bulunduğunu naklederek, "Ahmed bunu mustehab görmüştür, farz değil," demiştir.
Hadiste, "namaza çıkılmadan önce ödenmesini emretti" denilmesi, bu vakit*ten daha sonraya geciktirmenin mekruh olduğuna delildir.

71- Fıtır Sadakasının Köle Ve Hür Müslümanlara Farz Olması

1504- İbn Ömer radıyallâhu anhumâ şöyle anlatır:
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem, köle, hür, erkek, kadın olsun müslümanlara bir sa' hurma veya bir sa' arpayı fıtır sadakası olarak vermelerini farz kılmıştır.


Açıklama

Kurtubi şöyle der: “Bu hadiste fıtır sadakası olarak verilecek miktar ve Sadakasi Vermesi gerektiği açıklanmak istenmiştir. Kimlerin kendi başkası adına vermesi gerektiğine temas edilmemiş, her ikisini de ifade kullanılmıştır."

Tibî ise şöyle demiştir: "Hadis, bütün Müslümanlara fıtır sadakasını farz kılmaktadır. Neden dolayı gerekeceği ve bunun kimin yerine getireceği İse başka nasslardan anlaşılmaktadır."

İbnu'l-Munzir şöyle nakleder: "Bazı âlimler, İbn İshak'ın Nafi'den naklettiği İbn Ömer'in uygulaması konusundaki şu sözü delil olarak kullanmışlar ve "İbn Ömer, hadisten kasdedilen anlamı en iyi bilen kişi olduğu halde, kendisi kâfir olan kölesi için fıtır sadakası vermekteydi" demişlerdir.

Bu görüş şu şekilde tenkit edilebilir: Eğer İbn Ömer'in böyle yaptığı doğru ise bu olayın, onun bunu, farz olduğu için değil de, tatavvû (nafile) olarak yaptığı şeklinde yorumlamak gerekir. Böyle yapmasına bir engel de yoktur.

Hadiste, "Müslümanlar" şeklinde kullanılması, şehirde yaşayan medenî ya da çöllerde yaşayan bedevî bütün Müslümanları içine aldığına bir delildir. Fakat Zuhrî, Rebîa fıtır sadakasının sadece şehirlilere vacip olduğunu savunmuştur. Bu konudaki ayrıntılı açıklamayı, inşaalîah, "fıtır sadakası" bölümünün, "köle adına fıtır sadakası vermek" konusunda yapacağız.

72. Fıtır Sadakasının Bir Sa Arpa Olarak Verilmesi

1505- Ebû Saîd şöyle demiştir:
"Biz (fıtır) sadakasını bir sa' arpa olarak verirdik." (Hadisin geçtiği diğer yerler: 1506, 1507 ve 1510)


73- Fıtır Sadakası Olarak Bir Sa' Buğday Vermek

1506- Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh şöyle demiştir:
"Biz fıtır zekâtını bir sa taam (yiyecek maddesi / buğday), arpa, hurma, kurutulmuş yoğurt veya kuru üzüm'den verirdik."


74- Fıtır Sadakası Olarak Bir Sa Kuru Hurma Vermek

1507- Nafi'in naklettiğine göre Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a.v) fıtır zekatını, bir sa' hurma veya arpa olarak vermemizi emretti. İnsanlariki muddu, yarım sa'a denkleştirdiler."


75- Fıtır Sadakası Olarak Bir Sa Kuru Üzüm Vermek

1508- Ebû Saîd el-Hudrî (r. anh) şöyle demiştir:
"Biz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında iken, (fıtır sadakasını) yiyecek maddesinden, kuru hurmadan, arpadan veya kuru üzümden bir sa' olarak verirdik. Muaviye devlet başkanı olup, Şam'ın buğdayları gelince, 'bir mudd (buğday) diğerlerinden iki mudde denktir' görüşünü belirtmiştir."


Açıklama

"Rasûlullah zamanında iken" denilmesi, O'nun (s.a.v.) bu uygula*mayı bildiği ve kabul ettiği anlamını vermektedir. Özellikle de bu uygulamada, onun huzurunda toplanıp dağıtıldığı için böyledir.

İbnu'l-Munzir şöyle demiştir: "Rasûlullah'tan(s.a.v.) , buğday konusunda üzerine hüküm bina edebileceğimiz herhangi bir nakil bulunma*maktadır. O dönemde Medine'de buğday çok az bir miktarda bulunmaktaydı. Sahâbîler buğday artınca, yarım sa' buğdayın, bir sa' arpaya denk düştüğü görüşünü belirtmişlerdir. Onlar, ümmetin önderleridir. Onların görüşüne, ancak onlar gibi olan diğer sahâbîlerin görüşü denk olabilir.

Osman, Ali, Ebû Hurayra, Cabir, İbn Abbas, İbnu'z-Zubeyr ve annesi Esma binti Ebû Bekir'in de fıtır sadakasının, yarım sa' buğday olarak verilebileceği görüşünü benimsediği nakledilmiştir ki bunlar sağlam nakillerdir."

Muslim'deki rivayette şöyle bir ek bulunmaktadır: "Biz, Muaviye, hac veya umre için gelip de minberde insanlara hitap edene kadar, fıtır sadakasını bu şekilde vermeye devam ediyorduk."
İbn Huzeyme ise, "O, o zaman halife idi" ilavesini nakletmiştir.
Muslim'deki rivayette, "İki mûd Şam buğdayının, bir sa' kuru hurmaya denk olduğu görüşündeyim" ifadesi yer almaktadır.

76. Fıtır Sadakasının Bayram Namazından Önce Verilmesi

1509- ibn Ömer radıyallâhu arıhumâ Şöyle demiştir: "Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fıtır sadakasının cemaat bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiş*tir."

1510- Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh şöyle anlatır:
Rasulullah (s.a.v.) zamanında, bayram günü, bir sa' yiyecek maddesi (fıtır sadakası olarak) verirdik. Yiyecek maddelerimiz, arpa, kuru üzüm, kurutulmuş yoğurt ve kuru hurma idi."


Açıklama

İbnu’t-Tin, “Bayramdan önce, sabah namazından sonra, bayram namazına Çıkmadan önce demektir" demiştir.
İbn Uyeyne ise "Tefsirinde, Ömer ve İkrime'den naklen şöyle demiştir:
“Kişi, (fıtır sadakasını) bayram günü iki namaz arasında (sabah namazı ile bayram namazı arasında) verir. Çünkü Allah Teâlâ, "Temizlenen, Rabbinin adını anıp Ona kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir" (A'la 14) buyurmaktadır.
(İbn Hacer el-Askalani: Fethu'l-Bârî (Sahih-i Buhari Şerhi), Cilt 4, S: 17 - 24)


Ramadan'ın sonunda orucu açma (fıtr) veya insan olarak yaratılma (fıtra) sadakası hicretin ikinci yılında oruç ile beraber farz (İmam-ı azama göre vacib) kılınmış bir ibâdettir ve zekâttan farklı olarak mal üzerine değil, kişi başına yüklenmiştir.

Fıtır (fitre) sadakasıyla, oruç ibadetimizi huşu ve huzurla tamamlama nimetinin şükrünü eda etmiş oluruz.
Bu yüzden Ramadan Bayramının bir adı da “Fıtır Bayramı”dır.
Bu bayramda bir ay süreyle tutulan orucun iftarı yapılmaktadır.

Mâlik, Şâfiî ve Ahmed'e göre fıtır sadakası hadîste geçen lâfız ve mânâya uygun olarak farzdır. Hanefîlere göre ise hadîsin delâleti kat'î olmadığı için vacîbdir.

Bu sadakanın hikmeti (tahminen) , bir yandan oruç ibâdetini yapmış Müslümanlardan sâdır olması muhtemel kusurları telâfî etmek, diğer yandan bir sevinç ve bayram gününde fakirleri anmak, onları günlük ihtiyaçlarından kurtarmaktır.
Akıl ve buluğ şart değildir. Akıl hastalarının ve delilerin velileri onların mallarından fıtır sadakası verirler. Ramadanda oruç tutmamış olanlar da fıtır sadakası verirler.

Sadaka-i fıtrın vakti (sınır) , bayram sabahıdır. O günden önce ölen ve zengin iken fakir düşen kimselere sadaka-i fıtır vacib olmaz. Bayram gecesi güneş doğmadan önce doğan çocuğun fitresini vermek vacibtir. Fitre bayram sabahından önce ve sonra her ne zaman verilse sahihtir ve eda olur; onun kazası yoktur. Fakat mustehab olan sabah namazı ile bayram namazı arasında veya birkaç gün önce vermektir.

Fıtır (fitre) sadakası , zekat gibi malın değil, Canın zekâtıdır.
Sadaka-i fıtır, buğday, arpa, kuru hurma, kuru üzümden verilir. Buğday veya buğday unundan yarım sa', (520 dirhem 1459 gr.), ötekilerden ise bir sa' (1040 dirhem 2918 gr.) verilir (bak: Sa'). Bu dört maddenin herhangi birine göre vermek caizdir. Bu miktar aynen verilebileceği gibi, kıymet olarak da verilebilir. Fakirin menfaatine uygun olanı vermek daha faziletlidir.

Bayram sabahı nisaba malik olan kişiye bile sadaka-i fıtır vacibtir. Nisab, gümüşe göre ikiyüz dirhem (561.2) gr. değerindeki bir maldır.

Zekât verecek zengin için, nisab miktarı tutarında bir mal, bir yıl elde bulunmalıdır. Fitrede ise, bu şart yoktur. Fitrenin verileceği en son gün bile, nisab miktarı mal eline geçse, kendisine derhal fitre vâcib olur.
Zekâtta günümüzde ekseriya nisab ölçüsü olarak altın alınmaktadır. Fitrede ise gümüşün esas alınması iyidir. Fitrenin zekâta göre daha geniş bir kitle tarafından verilmesinin sebebi de budur. Yaşlılıktan veya hastalıktan dolayı Ramazan orucunu tutamayan kimseden fitre düşmez. Onların da bu vâcibi yerine getirmeleri icabeder.


Nisab miktarı mal, sadaka-i fıtır vacib olduktan sonra telef olsa yine fitre vermek lazımdır. Bu miktar bir mala sahip olan bir kimse kendisi için, baliğ olmayan malsız çocukları için, hizmetinde bulunanlar için, sadaka-i fıtır vermesi vacibtir. Hanımı ve büyük çocuğunun fitrelerini vermesi üzerine vacib değildir. Fakat yanında bulunan büyük çocuğunun ve hanımının fitrelerini kendilerine sormadan verebilir. Malı olan küçük çocuğun fitresi kendi malından verilir.

Zekat kimlere verilirse sadaka-i fıtırda onlara verilir. Bir kimse usul ve furuu hariç tüm fakir akrabalarına zekat verebilir. Yani anne, baba, dede, nine ve bunlardan yukarısına ve çocuk ve torunlarına zekat veremez.Fakir olan kardeşlerine zekat verebilir.
Buna göre dede veya nine fitresini torununa veremez. Çünkü bakıma muhtaç ise anne babası da bakacak durumda değilse torununa bakması gerekir.


Fitreler aynen hurma, arpa, buğday, üzüm bir sâ’ (yaklaşık 2.917 gram) olarak verilebileceği gibi, kıymetleri para olarak da verilebilir.
Hadislerde sadaka-i fıtrın miktarı, buğday, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ (yaklaşık 2.917 gram) olarak belirlenmiştir. Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Peygamber ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir fakirin, içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.
Hattâ kıymetlerinin para olarak ödenmesi, daha da efdaldir.
Kişinin fitresini verirken kendi malî imkânını ve zenginliğini göz önünde bulundurarak, fitresini bu 4 gıda maddesinden birinin kıymeti üzerinden ödemesi gerekir.
Meselâ çok zengin olanlar fitrelerini hurmanın değeri üzerinden ödemelidirler. Çünkü en yüksek fitre miktarı hurmadır. Onun o zenginliğine munâsib olan, fitresini hurma üzerinden ödemektir. Artık zenginlik derecesine göre, kuru üzüm, arpa ve buğday olmak üzere fitre ödenecek gıda maddesi değişir.


(', fıtır sadakası ve tarım ürünlerinin zekatını hesaplamada bir ölçek olarak kullanılır.
Çünkü fıtır sadakası buğdaydan ve aynı hükümde olan buğday unundan yarım sâ', yani 520 dirhem; arpa, kuru üzüm veya kuru hurmadan ise tam 1 sâ' yani 1040 dirhem olarak verilir. Yarım sâ' şer'î dirheme göre 1,458 kg; örfi dirheme göre ise, 1,667 kg'a denk bulunur. Fitre'de şer'î dirhem esas alınır. Ancak örfi dirhem daha ağır olduğu için, fitreyi ona göre hesaplayıp vermek, yoksulların lehine olduğu için daha faziletli ve ihtiyata daha uygundur.)


Ebu Abdurrahmân Neseî diyor ki: Bize Muhammed İbn Abdusselâm, İbn Abdurrahîm'in... ibn Abbâs'tan rivayetine göre o şöyle demistir :
Ashâb, muşrik olan akrabalarına az da olsa sadaka vermekten hoşlanmıyorlardı. Bu konuyu sorduklarında kendilerine musâade edildi ve : «Onları hidâyete erdirmek sana düşmez. Allah dilediğini hidâyete erdirir. Hayır namına ne infâk ederseniz kendinizedir. Zaten yalnız Allah rızâsını kazanmak için infâk edersiniz. Verdiğiniz her hayır tâm olarak size ödenir ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız» âyeti kerîme'si nazil oldu.
Bu hadîsi Ebu Huzeyfe, İbn Mubârak, Ebu Ahmed ez'Zubeyrî ve Ebu Dâvûd el-Hadremî, Sufyân esSevrî*den rivayet etmişlerdir.

İbn Ebu Hatim diyor ki: Bize Ahmed İbn Kasım İbn Atiyye'nin... İbn Abbâs'tan, onun da Rasûlullah (s.a.v.) dan rivayetine göre, Rasûlullah (s.a.v.) «Onları hidâyete erdirmek sana düşmez...» âyeti kerîme'si nazil oluncaya kadar ancak müslüman olanlara sadaka verilmesini emrederdi. Bu âyeti kerîme'nin nuzulunden sonra hangi dinden olursa olsun, isteyene sadaka verilmesini emrettiler.




Fitrenin Verileceği Yerler Yahut Fitreyi Alacak Olanlar:

Fakihler fitrenin verileceği yerlerin farz olan zekâtın verilebileceği yerler olduğunda ittifak etmişlerdir. (ed-Durru'l-Muhtâr, II, 107-108; Bidayetu'l-Muctehid, I, 273; el-Kavânînu't-Fıkhıyye,112; eş Şerhu's-Sağir, I, 677; el-Muhezzeb, I, 170; Hâşiyetu'l Bâcurî, I, 291; el-Muğnî, III. 74, 78, 79, Muğni'l-Muhtâc, 1,405)
Çünkü fitre bir nevî zekâttır. Dolayısıyla verileceği yerler de diğer zekâtın verileceği yerlerdir. Aynca fitre de zekâttır ve Allah tealâ'nın şu sözünün umumi manası içine girmektedir:
"Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hurriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıb cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe 60)

Fitreyi, zekâtın verilemeyeceği yerlere vermek caiz değildir. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelî'lerden oluşan cumhura göre fitrenin zımmilere verilmesi câiz değildir.

Malların zekâtının Müslüman olmayanlara verilemeyeceği konusunda âlimler arasında ihtilâf yoktur.
İbni Munzir şöyle demiştir: "İlim adamları malın zekâtının zimmilerden birine verilemeyeceği konususunda icma etmişlerdir.



Muellefe-i Kulub (Kalbleri İslama Isındırılmak İstenenler)'a Zekat Verilir mi?

Bunların fakir veya zengin olmaları şart değildir.
1- Yeni müslüman olan ancak henüz İslam'ın kalblerinde iyice yerleşmediği kimseler:
Abdullah b. Abbas (r.anh) diyor ki: "Bunlar, müslüman olduklarını beyan ederek Rasulullah'a gelen kimselerdi. Rasulullah bunlara, sadakalardan pay ayırırdı. Bunlara bir pay verdiğinde "Bu, iyi bir din." derlerdi; vermediğinde ise dini ayıplar ve terkederlerdi.

2- Yahya b. Ebi Kesir, diyorki: "Ebu Sufyan b. Harb, Haris b. Hişam, Abdurrahman b. Yerbu, Safvan b. Umeye, Suheyl b. Amr, Huvaytıb b. Abduluzza, Hakim b. Hizam, Sufyan b. Haris b. Abdulmuttalib, Uyeyne b. Hısn, Akra b. Habis, Malik b. Avf, Abbas b. Mirdas ve A'lâ b. Harîs, kalbleri İslama ısındırılmak istenen kimselerdi. Rasulullah bunlardan her birine yüz deve verdi. Ancak Abdurrahman b. Yerbu ve Huvaytı b. Abduluzzaya ellişer deve verdi.
Safvan b. Umeyye demiştir ki: "Rasulullah bana mal verdiğinde o, insanlardan en sevmediğim bir kimseydi. Bana mal vermeye devam etti. Sonunda o bana, insanların sevimli olanı haline geldi."

3- Henüz müslüman olmayan fakat İslama girmelerini teşvik için kendilerine zekât verilen kimseler. Bedeviler bu türden kimselerdi.

Mufessirler, îslamın iyice kuvvetlenip yayılmasından sonra bu gibi insanlara zekâttan pay verilip verilemeyeceği hakkında iki görüş zikretmişlerdir.

A- Hasan-ı Basri, Amir es-Şabî ve Ömer b. el-Hattaba göre, kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere artık zekattan pay verilemez.
Hibban b. Ebi Cebele diyor ki: "Daha önce zekâttan pay alan Uyeyne b. Hısn, Ömer b. el- Hattab'a geldi.
Ömer de ona "Dileyen iman etsin, Dileyen inkâr etsin." (Kehf 29) âyetini okudu ve demek istedi ki: "Artık bugün kalbleri İslama ısındırılmak istenen kimse kalmadı."
Ömer, el-Hasen, eş-Şafiî ve başkaları: İslâm'ın güçlenmesi ve üstünlük sağlaması ile bu kesimin ardı arkası kesilmiştir, derler. Malik'in ve rey sahiblerinin meşhur görüşü de budur.
Hanefi alimlerinden bazısı da şöyle demektedir: Allah İslâm'ı ve müslü-manları aziz kılmış, buna karşılık kâfirlerin de -Allah'ın laneti üzerlerine olsun- ardı arkasını kesmiştir. Sahabe-i kiram da -Allah hepsinden razı olsun-Ebu Bekir (r.anh)'ın halifeliği döneminde bu kesime mensub kimselerin paylarını düştüğü hususunda icma etmişlerdir

B- Ebu Cafer ve ilim adamlarından bir guruba göre ise, kalbleri İslama ısındırılmak istenen kimseler her zaman mevcuttur, kalıcıdır. Bunlara zekâttan pay verilebilir. Çünkü imam, kimi zaman bazı kimseleri İslâm'a alıştırıp ısındırmak ihtiyacını duyabilir. Ömer'in, onların payını sona erdirmesi dinin güçlenmiş olduğunu görmesinden dolayıdır.

"Yunus der ki: Ben, ez-Zuhrî'ye bunlara dair sordum da şöyle dedi: Ben bu hususta bir nesli olduğunu bilmiyorum. Ebu Cafer en-Nehhâs da der ki: Buna göre bu hüküm onlar hakkında sabittir. Eğer herhangi bir kimsenin kalbinin ısındın imasına gerek duyulur ve ondan yana müslümanlara bir zarar gelmesinden korkulur yahut daha sonra İslâm'a güzelce bağlanacağı umut edilirse ona da bîrşeyler verilir.

Kadı Abdu'l- Vehhâb der ki: Bazı zamanlarda onlara gerek duyulacak olursa zekâttan onlara pay verilir. Kadı İbnu'l-Arabî de der ki: Benim görüşüme göre eğer İslâm güç kazanmışsa bu pay sahibleri de yok kabul edilir. Şayet onlara gerek duyulursa o takdirde Rasûlullah (s.a.v.)'ın bunlara verdiği gibi payları verilir. Çünkü es-Sahih (Muslim)'de Peygamber'in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "İslâm garib başladı ve başladığı gibi (garib olarak) avdet edecektir." (Muslim, İmân 232; Tirmizi, İman 13; îbn Mâce, Fiten 15; Dârinû, Rikaak 42: Musned, 1, 184, 398. II, 389, IV, 7,3)

Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta söylenecek doğru söz şudur:
"Allah teala, zekâtı, iki maksada binaen farz kılmıştır. Bunlardan biri, müslümanların ihtiyacını gidermektir. Diğeri ise İslama yardım etmek ve onu kuvvetlendirmektir.
İslamı güçlendirmek için zekât verildiği takdirde zekât fakire de verilir, zengine de, Zira bu durumda kişinin ihtiyacı göz önünde bulundurularak zekât değil İslamı yardım hususu göz önünde bulundurularak verilir. Nitekim Allah yolunda cihad eden mucahidlere verilen zekatın maksadı budur. Bunlar, zengin dahi olsalar, kendilerine zekât verilir. Kalbleri İslam'a ısındırılanlara zekat verilmesinin maksadı İslama yardım etmektir. Bu nedenle Rasulullah Mekke'nin fethinden sonra, Huneyn savaşı ganimetlerinden bir çok insana, zengin dahi olsa pay vermiş ve onların, İslama faydalı olmalarını sağlamıştır. Bu faydanın gerçekleşmesi beklenen her zamanda aynı şeyi yapmak isabetlidir. Bu nedenle "Müslümanların sayılan artık çoğaldı. Bu itibarla, müslümanlar kendilerini savunabiliyorlar. Dolayısıyle, bir kısım insanların kalblerini İslama ısındırmaya ihtiyaç yoktur" diyenlerin delilleri yoktur. Zira Rasulullah, müslümanların güçlü oldukları bir zamanda bu tatbikatı yapmıştır.





Hanefi'lere göre: Fitre harcanacağı yerler bakımından ve her durumda zekât gibidir. Ancak zımmilere verilmesinin kerahetle caiz olması konusunda bir fark söz konusudur. Bir de fitre malın yok olması ile düşmez. Fakat, fetva Ebu Yusuf'un görüşüne göredir. Bu da fitrenin zımmilere verilmesi caiz değildir. Malların zekâtında olduğu gibi. Dayandığı delil daha önce de geçen şu hadistir: "Zekât muslumanların zenginlerinden alınıb fakirlerine verilir."
Buna göre, fitre ittifakla hür, Müslüman ve fakir olan ve Haşimi olmıyan herkese verilebilir. Çünkü Peygamber efendimizin kabilesi Haşimî kabilesine mensup olan kişiler şerefli kişilerdir. Fakat çağımızda zekâtlar Haşimî kabilesine mensub olanlara da verilebilir. Çünkü onlara beytu'l malden ayrılan ödenek kesilmiştir.
Eğer Müslüman sadece bir ölçeğin bîr kısmına sa' yeterse yahut üzerine vacib olan fitrelerin sadece bir kısmını vermeye muktedir olursa -bir fitreden fazlasının vacib olması durumunda- fitreyi çıkarıb vermesi gerekir. Bunun sebebi, imkânlar ölçüsünde fitreyi korumaktır. Yani önce kendi fitresini verir, sonra geçimini sağladığı kimselerin fitrelerini verir. Cumhura göre geçimini sağladıkları arasında hanımını öne alır. Çünkü hanımın nafakası daha kuvvetlidir.

Malikî ve Hanbeli'lere göre: En azhar olan görüş, babanın evlattan önceye alınmasıdır. Bu tertibin dayandığı delil Peygamber (a.s.)'in şu hadisidir:
"Önce kendinden başla, sonra geçimini sağladıklarına bak."

(Bu iki hadisin toplamıdır. Hadisin birinci şıkkını Ahmed, Muslim, Ebu Dâvud ve Neseî tarafından Cabir'den; ikinci şıkkı Taberâni'de Hakim b. Hizam'dan Neseî'de de Tarık el-Muharibi'den rivayet edilmiştir. Neylu'l-Evtâr, VI, 321,327)

Bunun yanında, fitre nafakaya dayalı bir şeydir. Kişi nafaka ödemede nasıl önce kendisinden başlarsa, fitrede de öyle yapması gerekir.

Şafii'Iere göre: Kişi önce kendisinin fitresini verir, sonra eşinin, sonra küçük çocuğunun, sonra anasının sonra babasının sonra da büyük çocuğunun fitresini verir. Bunun dayandığı delil Câbir (r.anh)'ten rivayet edilen şu hadistir:

"Önce kendin için harca, eğer bir şey artarsa ailen için harca. Eğer yine artarsa yakınlarına harca. Ondan da artarsa çevrende bulunanlara harcarsın." (Muslim)

Kişinin akrabaları içinde zekât verebileceği kimselere fitre vermesi de caizdir. Fitreyi zengin olanlara veremez. Bunun gibi nafakası kendisine farz olan akrabasına da vermesi caiz değildir. Ayrıca zekât almış bulunan bir kimseye de verilmez. Fitrenin zekâtın verileceği sekiz sınıfa verilmesi caizdir. Çünkü fitre de bir çeşit sadakadır, dolayısıyla malın zekâtına benzer.

Şafiî mezhebinde kuvvetli olan görüşe göre; fitrenin sekiz sınıfa verilmesi vacibdir. Ancak bunu yapmakta güçlük vardır. Şafiî'lerden bazıları, fitrenin bir kişiye verilmesinin caiz olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Yaşadığımız bu zamanda bu görüşü taklit etmemizde bir beis yoktur. Nitekim Bacurî de böyle söylemiştir. Bazıları da şöyle demişlerdir: Şafii eğer hayatta olsaydı, bununla fetva verirdi.

Fakihler bir sa' bir kaç yoksula verilmesini ve aralarında bölüşülmesini caiz görmüşlerdir. Şafii'ler dışındaki fakihler, bir kaç sa'lık fitrenin fakirlerden sadece bir tanesine verilmesini, yine her şahsın fitresini bir yoksula yahut bir kaç yoksula vermelerini câiz görmüşlerdir. Yani cumhur bir topluluk için lâzım olan fitreyi bir kişiye, bir kişiye gerekli olan fitrenin bir topluluğa verilmesini câiz ve mubah görmüşlerdir.

Fakihler arasında bir kişiyle verilmesi gereken fitrenin bir topluluğa verilmesinin câiz olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Çünkü bunu yapan kişi, sadakasını hak kazananlara vermiş olur. Dolayısıyla, bir kişiye verdiği zamanda olduğu gibi, fitre borcundan kurtulur.

Bir topluluğun fitresini bir kişiye vermeye gelince:
İmam Şafiî, sadakanın altı sınıfa taksim edilmesini vacib kabul etmiştir. Bunun gibi, her sınıfın hissesinin üçer kişiye verilmesini de vacib kabul etmiştir. Nitekim zekâtın harcanacağı yerler bahsinde bu konu zikredilmiştir. Tercih edilen görüş cumhurun görüşüdür. Çünkü fitre, belirli olmayan kimselere verilecek bir sadakadır. Dolayısıyla bir kimsenin bir kişinin alacağından fazla zekât alması caizdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder