31 Mart 2015 Salı
Amel Defterinin Konuşması
Kur’ân-ı Kerîm, mümin olsun kâfir olsun insanın dünya hayatındaki söz ve davranışlarının kayda geçtiğini haber vermektedir.25
Bu kayıtları işleyen değerli yazıcıların (kirâmen kâtibîn) olduğu ve kayıtların da bir “kitap”ta toplandığı ifade edilmektedir.26 Ahiret halleri anlatılırken, hesap sırasında amel defteri de denilen bu kitabın konuşacağı belirtilmektedir:
“O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. (Onlara şöyle denilir) “Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!” Bu yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk.”27
“Biz kimseyi gücünün üstünde yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı konuşan bir kitap vardır, ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.”28
Taberî, her iki ayetin tefsirinde, hayır ve şer olarak yapılan amellerin kaydedildiği bir kitabın olduğunu, doğruyu açıkladığını beyan etmektedir. Ancak amel defterine isnat edilen bu konuşma üzerinde durmaz. Aynı şekilde halefleri Semerkandî, Salebî de buna dair açıklama yapmazlar.
Müfessir Bağavî, bu kitapta“Hafaza” meleklerinin kayıtlarının bulunduğunu ifade ettikten sonra, “Sanki konuşur gibi, tam olarak beyan ederek şahitlik yapar” demektedir. Bu açıklamasıyla kitabın konuşmasını mecaz düzleminde değerlendirdiği hissedilmektedir.29
Müminun suresi 62. ayetteki kitabın ise levh-i mahfuz olduğunu belirttikten sonra onun amelleri konuşup açıklayacağını ifade etmektedir. Bu durumda Bağavî’nin, levh-i mahfuzun konuşmasını hakiki anlama hamlederken, amel defterinin konuşması konusunda mecaza gittiğini söylememiz mümkündür. Böyle bir ayrımı -eğer sehiv değilse- neye göre yaptığı bizce meçhuldür.
İbn Kesîr, “Fazlası ya da eksiği olmadan bütün amelleri hazır eder.” der, ardından da “Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp döktü!”30 ayeti ile istişhad eder, ancak konuşmanın mahiyetine ilişkin açık bir beyanda bulunmaz.
Seâlibî bu kitabın, ilahi kitaplar, levh-i mahfuz ve hafaza meleklerinin kayıtları şeklindeki ihtimalleri vermekle yetinir.31
Dirayet tefsiri müellifi Zemahşerî de bu konuşmanın mahiyetine herhangi bir şekilde değinmemektedir.
Fahreddîn Râzî ise, Allah’ın, amel defterini konuşan kimseye benzettiğini, gerçekte kitabın konuşmadığını ifade etmektedir. Fakat ona göre bu kitap, içindekileri tıpkı konuşan bir kimse gibi ifade etmektedir.32
Beydâvî, “Kitabımız size hakkı söyler” ifadesi için, “Onda, gerçeğe aykırı ifadeler bulunmaz” şeklinde not düşmektedir. Böylece müellifin, kitaba isnat edilen konuşmayı hakiki manada değerlendirmediği anlaşılmaktadır.33
Nesefî de benzeri bir yorumda bulunarak, “Kıyâmet günü kitaptan ne eksik ne fazla yalnızca doğruluk ve adaleti okurlar” demektedir.34
Böylece yazılı bilgileri seslendiren bir kitap yerine, her şeyi olduğu gibi yazan kitabı okuyan kimselerden bahsedilmiş olmaktadır. Bu durumda Nesefî’nin de söz konusu konuşmayı zahiren anlamadığı anlaşılmaktadır.
Ebussuûd da “ﻖﺤﻟﺎ ﺑ ﻖﻄﻨ ﯾ”ifadesindeki “ﻖﺤﻟا” kelimesinin müteallakının, “ﻖﻄﻨﯾ” fiili olduğunu belirtir ve ekler: “Yani kitap, hakikati bizzat ve keyfiyeti ne ise o şekilde gerçeğe uygun olarak ortaya çıkarır.
Tıpkı konuşmanın hakikati dinleyene beyan etmesi, bakana göstermesi gibi. İşte orada ameller, tüm netliği ve incelikleri ile ortaya çıkar.35
Değerlendirme
Adı geçen rivayet tefsirlerinde müelliflerin, ister amel defteri denilsin ister levh-i mahfuz denilsin genel olarak konuşmanın mahiyeti konusunda sessiz kaldıkları görülmektedir. Daha çok söz konusu “kitabın” türüne değinmektedirler. Bunlar içinde Bağavî’nin amel defterinin konuşmasını mecazi manaya hamlettiği söylenebilir. Levh-i mahfuzun konuşmasından bahsetmesi ise tutarlılık açısından tartışmaya açıktır.
Dirayet tefsirlerinin kitabın konuşması konusundaki yaklaşımları daha nettir. Bu tefsirlerin hemen hepsi, bu konuşmanın mecaz olduğu konusunda hemfikirdir. Genel olarak, kitabın hakkı söylemesi, kayıtların gerçeğe tam anlamıyla uygunluğu olarak anlaşılmıştır.
Söz konusu müfessirler, bugünkü teknolojik gelişmelere tanık olsalardı, acaba kitabın konuşmasına dair farklı görüşlere giderler miydi? Bu kitabın, tüm söz ve davranışları kaydettiği kesin olmakla beraber mahiyeti hakkında herhangi bir bilgimizin olmadığı doğrudur. Ancak kitap kelimesi ile mutlak manada iki kapak arasındaki yazılı sayfaları anlama zorunluluğumuzun olmadığı kanaatindeyiz. Kitabın insani bir özelliği olmadığı ve dolayısıyla konuşamayacağından hareketle mecaza gidenler, bugün yığınla bilgileri veya yazılı metinleri depolayan, hatta seslendiren cihazlar karşısında ne derlerdi? Bugün bilim ve teknolojide gördüğümüz gelişmeler, konuşma için, insandaki gibi ağız ve dil yapısına sahip olma zaruretinin olmadığını bizlere göstermektedir. Dolayısıyla söz konusu konuşmanın, kitabın kendi özelliği içinde hakikat manası içerdiği uzak görülmemelidir. Bu kitabın, kimi ayetlerde denildiği üzere,36 sahibi tarafından okunacak özellikte olması durumu değiştirmez. Hem insanın tarafından okunan hem de içindekileri seslendiren bir özellikte olması mümkündür.
25 Âl-i İmrân, 3/181; Meryem, 19/79; Yasin, 36/12; Zuhruf, 43/19; Enbiya, 21/94.
26 İnfitâr, 82/11.
27 Câsiye, 45/28-29.
28 Mü’minûn, 23/62.
29 Bağavî, Meâlimü’t-tenzîl, c. VII, s. 247.
30 İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm, c. VII, s. 271.
31 Seâlibî, el-Cevâhiru’l-hisân, c. V, s. 210.
32 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, c. XXIII, s. 284.
33 Beydâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, c. IV, s. 91.
34 Nesefî, Ebu’l-berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medârikü’t-tenzîl ve hakâiku’t- te’vîl, thk., Yusuf Ali Bedîvî, Dâru’l-kelimi’t-tayyib, 1998, c. II, s. 473.
35 Ebussuûd, İrşâdü’l-akli’s-selîm, c. VI, s. 141.
36 Hâkka, 29/19; İsra, 17/14.
29 Mart 2015 Pazar
MİKTARI ELLİ BİN YIL OLAN GÜN
Bir şeyi unutmayın ki Rab’in indinde bir gün, bin yıl ve bin yıl, bir gün gibidir. (İncil, II Petrus, 3:8)
Rabbin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Kuran-ı Kerim, 22/47)
Bir Brahma Günü’nün bin çağ sürdüğünü ve Gecesi’nin de bin çağ sürdüğünü bilenler – gerçekten bir günün ve bir gecenin anlamını bilmektedirler. (Bhagavad Gita)
Rabbin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Kuran-ı Kerim, 22/47)
Bir Brahma Günü’nün bin çağ sürdüğünü ve Gecesi’nin de bin çağ sürdüğünü bilenler – gerçekten bir günün ve bir gecenin anlamını bilmektedirler. (Bhagavad Gita)
MİKTARI ELLİ BİN YIL OLAN GÜN
تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ (4)
4) Melekler ve Ruh, ona miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselir.
Allah’ın yaratıkları arasında verdiği hükmü bitirdiği zaman itaatkar melekler, vahiy meleği Cibril ve tüm insanların ruhları, dünya senelerinden elli bin yıl süren bir günde Yüce Allah’a yükselirler. O gün, mü’mine bir namaz vakti gibi az gelir. Kafire ise çok uzun gelir.
Ayette zikredilen Ruh kelimesinden maksat, Cebrail veya insanların ruhları yahut da insanlara benzeyen özel bir kısım varlıklardır. Ebu Salih bu son görüştedir.[1]
Mevdudi diyor ki: "Ruh"tan kasıt Cebrail'dir (a.s). O'nun adını diğer meleklerin yanında ayrı olarak zikretmek onun yüceliğine delalet eder. Şuara Suresi'nde "Kur'an'ı Ruhu'l-Emin senin kalbine indirdi", ve Bakara Suresi'nde "De ki, senin kalbine indiren Cebrail'e kim düşmandır?" buyurulmaktadır. Bu iki ayeti mütaala edince Ruh'tan kastedilenin Cebrail'den (a.s) başkası olmadığını anlamaktayız.
Bu ayet müteşabihattandır. Manasını tayin etmek mümkün değildir. Melekler hakkında gerçek bilgiye sahip değiliz. Yükseklere nasıl çıkarlar, onun keyfiyetini anlamaktan uzağız. Bu da bizim o merdivenlerin nasıl olduğu ve meleklerin nasıl tırmandığı hakkında bir fikir ileriye sürmemize manidir. Ayrıca Allah Teâlâ'nın hakkında da O'nun belli bir makamda bulunduğunu tasavvur edemeyiz. Çünkü O'nun zatı zaman ve mekan kayıtlarından münezzehtir.”[2]
Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Cebrail (a.s.) her ne kadar meleklerden biri ise de, şerefi ve mevkiinin üstünlüğü dolayısıyla Yüce Allah onu ayrıca zikretti. “Onu Ruhu’l-Emin indirmiştir.” ayetinden dolayı burada Ruh’tan maksat Cebrail’dir (a.s.)”[3]
“Ona” zamirinden maksat Allah Tealadır.
“Miktarı elli bin yıl olan bir gün” ifadesi hakkında alimlerin görüşleri:
1) Mücahid’e göre bu ayet, yeryüzünün en alt tabakası ile yüce Arş’ın arasında bulunan mesafeyi beyan etmektedir. Ve ayetin izahı şöyledir: “Melekler ve ruh, aralarında elli bin yıllık mesafe bulunan yerin en altından, Arş’ta Allah’ın nezdine bir günde giderler.”
2) Abdullah b. Abbas, İkrime, Katade ve Dahhak’a göre ise bu ayet, kıyamet gününü beyan etmekte ve kıyamet gününün elli bin yıla denk bir gün olduğunu açıklamaktadır. Ve ayetin izahı şöyledir: “Melekler ve ruh, Allah’ın yarattıkları arasında verdiği hükmü bildirdiği gün O’nun huzuruna varacaklardır. O günün süresi ise elli bin yıla denktir.
3) Ebu Said el-Hudri diyor ki: “Rasulullah’a miktarı elli bin sene olan gün de uzun bir gündür.” diye sordular. Rasulullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu: “Hayatım elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki o gün mü’minler için hafifletilecek öyle ki o gün mü’mine, dünyada iken kıldığı bir vakit farz namazından daha hafif olacaktır.”[4]
4) Mücahid ve İkrime’ye göre bu günden maksat, dünyanın ömrüdür. Yani dünyanın ömrü, yaratılışından sonuna kadar elli bin senedir.
5) Abdullah b. Abbas’a bir ayette zikredilen ve bin yıla eşit olduğu beyan edilen bir günün ne demek olduğu sorulmuş o da soran kimseye miktarı elli bin gün olduğu zikredilen günün ne demek olduğunu sormuştur. Soran kişi “Ben sana bunu öğrenmek için sordum.” deyince Abdullah b. Abbas: “Bu ikisi de Allah’ın Kur’an’da zikrettiği iki gündür. Bunların ne demek olduğunu Allah daha iyi bilir.” demiş ve fikir yürütmekten kaçınmıştır.[5]
İbn Abbas şöyle der: “O gün kıyamet günüdür. Allah onu kâfirler için elli bin sene kadar kılmıştır. Sonra yerleşmek üzere cehenneme girerler.”[6]
Müfessirler şöyle der: “Bu ayetle, Secde: 34/5 “Miktarı bin sene olan bir günde.” mealindeki ayeti şöyle uzlaştırabiliriz: Şüphesiz kıyamette birçok durak ve toplanma yeri vardır. Orada 50 toplanma yeri vardır ve her yerde bin sene kalınır. Bu üzun müddet mü’mine çok hafif gelir. O kadar ki, bir farz namazından daha hafif olur.”[7]
Mevdudi diyor ki: “Hac: 22/47. ayette "... başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, sizin ölçünüze göre bin yıla eşittir." Ve Secde: 34/5. ayette "Gökyüzünden yeryüzüne kadar bütün işleri Allah düzenler, sonra o iş sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir gün içinde O'na yükselir." buyurulmaktadır. Bu ayette ise azabın gelmesi istekleri karşısında Allah (c.c) "Bizim bir günümüz elli bin seneye eşittir" buyurmaktadır. Sonra Allah, Rasulü'ne, "Bunlar seninle alay ediyorlar, azab getirmeni istiyorlar, sabırlı ol" telkininde bulunuyor." Bu azabı çok uzakta görüyorlar ama biz onu yakın görüyoruz." Bütün bu fermanlara topluca bakacak olursak, bu kafirlerin, kendi dar fikir ve ölçülerine göre Allah'ın (c.c) vaktini ölçüp biçmeye çalıştıkları, yüzelli yılın kendilerine çok uzun geldiği anlaşılır. Oysa Allah'ın indinde O'nun planı binlerce, yüz binlerce yıl mesabesindedir. Bu süre sadece bir misal olsun diye verilmektedir. Yoksa onun milyarlarca, trilyonlarca yılı kapsayan işi olabilir. Bu planlardan birisi de insan için yaratılan bu kainattır. Muayyen bir vakte kadar insanoğluna bu dünyada faaliyet göstermesi fırsatı verilmiştir. Kimse bilemez ki bu ilahi plan ne zaman başlamıştır, onun gelişimi için ne kadar süre tayin edilmiştir. Biz bu planın yalnızca gözümüzün önünde cereyan edenini bilebilmekteyiz. Ya da bizden önce geçmiş milletlerin hakkında tarih ilminden kısmî malumatlar alabilmekteyiz. Kainatın başlangıç ve sonunu, değil bilebilmek, onu idrak edebilmek bile bizim için mümkün değildir. Bunun arkasındaki hikmeti de bilemeyiz. Şimdi bu azabın gelmesini isteyenler, bu ilâhi planın hemen biterek kıyametin gelmesini talep etmekteler. Eğer biz bunların dediği gibi yapmazsak o zaman "bir gün herşeyin son bulacağı bir kıyamet" fikri iddası onlara göre asılsız olacaktır. Aslında bu, onların ne kadar beyinsiz ve ahmak olduklarının delilidir. Bkz. Hacc an: 92-93; Secde an: 9.”[8]
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki: “Bu mertebe ve basamaklarda çıkıp inen yüce Allah'ın kendisi değil, onun emri ve emrini taşıyan elçileri ve memurları yani melekler ve ruh olduğunu açıklamak için buyruluyor ki, Melekler ve Ruh ona yükselir. Onun emriyle hepsi çıkar yanına varır, ona döner, hepsi onun huzurunda "O gün Ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar." (Nebe: 78/38) âyetinin mânâsına göre saf bağlayıp dururlar. Vasıtalar tamamen kalkar. "Ve yalnız ona döndürüleceksiniz." (Bakara: 2/245), "Oysa bütün işler Allah'a döndürülür." (Bakara: 2/210) "Yeryüzündekilerin hepsi fanidir." (Rahmân: 55/26), "Onun zatından başka herşey yok olucudur." (Kasas: 28/88), "Bugün mülk kimin?" (Mümin: 40/16) sırrı ortaya çıkar, ona karşı bir savunucu bulunmaz.
Burada melekler çoğul, Ruh tekil zikredilmiştir. O halde Ruh'tan maksat nedir? Bundan ilk evvel "De ki, ruh Rabbimin emrindendir." (İsra: 17/85) buyrulduğu üzere Rabbin emrinden olan Ruh akla gelir. Tefsircilerin çoğunluğu burada Ruh, "Meleklerine, Peygamberlerine ve Cebrail'e..." (Bakara: 2/98) buyrulduğu gibi, genel olarak zikirden sonra özel olarak zikir kabilinden Cebrail (a.s) olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Hayyan da şöyle der: "er-Ruh, âlimlerin çoğunluğuna göre Cebrail'dir. Şereflendirme için özel olarak ayrıca zikredilmiştir. Burada meleklerden sonra, "O gün Ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar." (Nebe: 78/38) âyetinde ise önce zikredilmiştir. Mücahid, "er-Ruh, insanoğlunun yaptığı işleri yazmaya memur olan hafaza meleklerinin hafazası olan melektir." dedi. Bir de er-Ruh, Cebrail (a.s)'den başka ulu yaratılışlı bir melektir denildi.[9] Ebu Salih, "İnsan şeklinde, fakat insan değil" dedi. Kabisa b. Züeyb, "alındığı vakit ölünün ruhu" dedi. Lakin "Âyetlerimizi yalanlayanlara ve onları kabul etmeyi kibirlerine yediremiyenlere göklerin kapıları elbette açılmaz." (A'raf: 7/40) âyeti gereğince kâfirin ruhunun yükselemeyeceği beyan edilmiş bulunduğundan muradın, müminin ruhu olduğu da kaydedildi. Razî de der ki: Allah'ın sırlarını gören keşif ehli kişilerden bazıları şöyle demiştir: Ruh, büyük bir nurdur. Nurların, Allah'ın azametine en yakın olanıdır. Diğer meleklerin ve insanların ruhları, ruh mertebelerinin en son derecesinde ondan dallanır. Bu derecelerin iki ucu arasında meleki ruhların mertebelerinin basamakları ve kutsi ruhların konak yerlerinin dereceleri vardır. Onların nasıl olduğunu Allah'tan başkası bilmez. Fakat kelâmcıların sözlerinden açıkça anlaşılan Cebrail (a.s)'dir.[10]
Fî yevmin: Bir günde bir zamanda. Bu ifadenin alakalı olduğu kelime ile ilgili iki görüş vardır. Birisi "yükselir" fiiline bağlı olmasıdır ki, yükselme o gün meydana gelir demektir. İkincisi de, Mukatil'den rivayet edildiği üzere bu "gün"ün yükselme fiiline değil, "vuku bulacak azap" sözüne bağlanmasıdır. Bu durumda Meleklerin ve Ruh'un yükselmesi zaman ile kayıtlanmamış, azabın meydana geleceği günün büyüklüğü anlatılmış olur. Bununla beraber bu ikisinden çekişme üzere hem azabın meydana gelmesi hem de yükselme ile ilgili olup ikisi de aynı gün olduğundan dolayı birininki zikredilmeyip öbürününki zikredilmiş bulunması mânâsı da anlaşılır.
Ki o günün miktarı ellibin sene eder. Burada "sizin saydıklarınızdan" kaydı yoktur. Fakat, "Gökten yere kadar bütün işleri o tedvir eder. Sonra da o iş, sizin sayageldiklerinizle bin yıl miktarında olan bir günde ona yükselir." (Secde: 32/5) buyrulmuş olmasına dayanılarak burada da o mânânın gözetileceğini söyleyenler olmuştur. Bununla beraber burada bu senenin melekler ve Ruh senesi olmak ihtimaliyle günün daha ziyade korkutma ve sakındırma ifade etmiş olması da ihtimal dahilindedir. Bazıları burada ellibin seneden maksadın, uzunluğun miktarını beyan değil, o günün dehşetinden kinaye olduğunu söylemişlerdir ki bu, o günün daha uzun ve daha kısa olmasına engel değildir. Nitekim Ebu Said el-Hudri'den rivayet olunan bir hadiste, "O gün mümine hafifletilir. Hatta ona dünyada kıldığı bir tarz namazdan daha hafif olur."[11] buyrulması da bunu andırır. Ebu Müslim gibi bazıları bu günü dünyanın ömrü zannetmiş, "ne kadar geçti, ne kadarı kaldı Allah bilir" demiş ise de doğru değildir. Dünyanın sonuna ait olması daha açıktır. Âlimlerin çoğunluğu şöyle demiştir: Bu günden maksat ahiret günü, kıyamet günüdür. Sûrenin ilerisine doğru yapılan açıklamalar da bunu gösterir. Fakat bu durumda, "ahiretin sonsuz olmayıp bir gaye ile sınırlanmış olması ve cennet ve cehennemin sonlu olmaları gerekmez mi?" diye bir soru sorulabileceği düşüncesiyle Ebu Müslim bunu dünya günleri şeklinde yorumlamak istemiştir. Lakin buna şöyle cevap verilebilir: Kıyamet gününün üfürmeler arasındaki zamanları gibi geçici çeşitli devreleri, durumları ve korkunç olayları vardır. Bunlar cennet ve cehenneme girmeden evvel inanan ve inanmayana başka başkadır. Bu ellibin senelik gün, kıyamet ve ahiretin hepsi değil, durup bekleme günleridir. Kâfir hesabı görülüp cehenneme gönderilinceye kadar böyle ne senesi olduğu bilinmeyen ellibin senelik duraklarda ve hatta nice durma yerlerinde böyle ellişer bin sene sıkıntılar içinde bekleyecektir."[12]
Burada işaret edilen günün, kıyamet günü olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü surenin akışında bu anlam adeta belirginleştiriliyor. İşte bu günde melekler ve ruh Allah'ın katına yükseliyorlar. Büyük bir ihtimalle burada sözü edilen ruh, Hz. Cebrail'dir. Nitekim başka yerlerde de Hz. Cebrail bu isimlerle anılmıştır. Burada meleklerden ayrı olarak anılması özel statüsünden kaynaklanıyor. Öte yandan bu günde. Meleklerin ve ruhun Allah'ın katına çıkışından sözedilmiş olması da bu olayın o gün için son derece önemli ve özel olduğunu göstermektedir. Çünkü melekler ve ruh bu günün önemli meseleleri için Allah'ın katına çıkıyorlar. Ama bu önemli meselelerin mahiyetini bilmiyoruz -bilmek zorunda da değiliz-. Meleklerin nasıl ve nereye çıktıklarını da bilmiyoruz. Bunların hepsi gaybın kapsamına giren ayrıntılardır. Ayetin arka planında yatan hikmetin anlaşılması konusunda bir katkısı da olmaz. üstelik bu hikmeti kavrama imkanına ve bu konuda yolumuzu aydınlatacak bir kanıta da sahip değiliz. Dolayısıyla bu sahne aracılığı ile o günün önemini kavramamız yeterlidir. Bu büyük günün önemli olayları ile uğraşan meleklerin ve ruhun davranışlarından yola çıkarak o günün önemli ve büyük birgün olduğunu kavrayabiliriz. istenen de budur.
"Miktarı elli bin yıldır." deyimine gelince; bununla o günün uzunluğu vurgulanmış olabilir. Nitekim araplar bir zaman diliminin uzunluğunu vurgulamak için böyle ifadeler kullanırlar. Bununla o günün gerçek miktarı da anlatılmış olabilir. Aslında bir gün olduğu halde süresi dünyadaki zaman ölçü birimlerine göre elli bin yıl olabilir. Şu anda bu gerçeği kavramak daha kolaydır. Çünkü dünyadaki bir zaman ölçü birimi olarak gün, dünyanın yirmidört saatte bir kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu oluşur. Oysa kendi eksenleri etrafında dönüşleri binlerce gün (dünya günü) olan yıldızlar mevcuttur. Burada sözkonusu edilen elli bin günle amaç budur, demek istemiyorum. Fakat iki ayrı gün arasındaki ölçüm farklılığını düşünmeyi kolaylaştırmak için bu gerçeği hatırlattık.
Allah katındaki bir tek gün elli bin seneye eşit olduğuna göre onların çok uzak gördükleri kıyamet gününün azabı Allah'a göre yakındır demektir. Bu yüzden yüce Allah, kafirlerin acele etmelerine ve çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olan bu azaba yakalanmalarına karşı peygamberini güzelce sabretmeye çağırıyor: [13]
[1] İbn Cerir et-Taberi-Tefsir, Hisar Yayınları: 8/422.
[2] Mevdudi-Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 6/419.
[3] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/55.
[4] Ahmed, Müsned: 3/75.
[5] İbn Cerir et-Taberi-Tefsir, Hisar Yayınları: 8/422-423.
[6] Kurtubi, Camiu li Ahkami’l-Kur’an: 18/282; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/55.
[7] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/55.
[8] Mevdudi-Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 6/419.
[9] Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit: 8/333.
[10] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb: 30/123.
[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/75.
[12] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili: 8/336-538.
[13] Seyyid Kutub, Fizilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 10/177.
Kuran'a Göre Ölçü 50 Bin Yıldır
(1/1)
T.Taşpınar:
KURAN’DA EVRENSEL BOYUTTAKİ YARATILIŞIN ZAMAN BİRİMİ
Evrenimizin oluşumunu açıklayan bilimsel kaynaklardan bazı alıntılar yaparak konuya girmek daha yerinde olacaktır. Big Bang ya da Büyük Patlama, Evren’in yaklaşık 14 milyar yıl önce çok yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan bir bilimsel teoridir.
•Büyük patlamadan sonra evren radyasyondan yayılan çok sıcak gazla dolmuştur. İlk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti: Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K'ye (2726,85 santigrad) düşünce bu parçacıklar birleştiler ve atomlar oluştu.
http://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Patlama
•Yaygın bilimsel görüşe göre Big Bang ' den sonra, henüz madde oluşmamışken, patlamanın ortaya çıkardığı ışın parçacıkları serbest elektronlarla etrafa yayılıyordu. Tahminlere göre patlamadan yaklaşık 300.000 yıl sonra bu elektronların bir araya gelmesiyle madde oluştu.
(Kaynak: http://www.ilmimercek.net/?Pg=Detail&Number=7288)
Bu ilk dakikalardan sonra evren oldukça soğumuştur. Bunun sonucu çekirdeksel kuvvetlerin etkinliği bitiyor. Evrenin o sıradaki bileşimi %75 Hidrojen ve %25 Helyum çekirdeğinden oluşmuş ve sonraki 300.000 yıl boyunca hiçbir değişim meydana gelmemiştir. Bu süre sonunda sıcaklık 3.000 derecenin altına düşünce, elektromanyetik kuvvet sahneye çıkmıştır. Elektronları mevcut çekirdeklerin çevresinde yörüngeye sokularak ilk Hidrojen ve Helyum atomları yaratılıyor. Böylece serbest elektronların ortadan çekilmeye başlaması evreni saydamlaştırmıştır.
•Büyük patlamadan 10 dakika sonra İlk atom çekirdekleri olan Hidrojen ve Helyum çekirdeği oluşur:
1 proton + 1 Nötron = Hidrojen çekirdeği (Evrenin %75’idir)
2 Proton + 2 Nötron = Helyum çekirdeği (Evrenin %25’idir)
300.000 yıl boyunca dinlenme dönemi (sıcaklık 3.000 derecenin altına düşer) Elektromanyetik kuvvetler devreye girer, elektronlar çekirdeklerin etrafında yörüngeye dizilir ve ilk Hidrojen ve Helyum atomları oluşur. Evren saydamlaştığı için, Fotonlar serbestçe yayılmaya başlar. (Kaynak: http://www.historicalsense.com/Archive/Fener7_4.htm)
•Büyük Patlamanın hemen ardından, Evren, atomların oluşabilmesi için fazla sıcaktı. İlk atomlar, Evrenin ortaya çıkışından yaklaşık 300 binyıl sonra meydana gelmeye başladı.
(Kaynak:http://www.haberbilgi.com/bilim/astronomi/evrende_geri_kazanim.html )
•Bu büyük patlamadan 300,000 yıl sonra yani bundan aşağı yukarı 13,5 milyar yıl önce evrenin ilk görülebilir halinin fotoğrafı çekildi. 1992 yılında NASA’nın COBE uydusunun çektiği bu fotoğrafın astrofizikçilerin hesaplarına tam uyumlu olduğu gözüktü.
http://www.salom.com.tr/news/detail/8427-Einstein-Tanri-zar-atmaz--Tanri
http://www.godandscience.org/apologetics/bigbang.html,
http://lisa.nasa.gov/SCIENCE/echoes.html,
http://www.visionlearning.com/library/module_viewer.php?mid=67
http://science.nasa.gov/astrophysics/big-questions/what-are-the-origin-evolution-and-fate-of-the-universe/
http://www.mmf.selcuk.edu.tr/personel/yeren/yasareren/pdfdosy/jeomuh_giris/Microsoft%20PowerPoint%20-%203-jmg-dunya.pdf
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/509/buyuk_deney_poster.pdf (Bilim Ve Teknik Dergisi-Nisan 2010. 509.sayı poster eki)
Şimdi bu bilgiler ışığında Kur'an-ı Kerim'de Evren’in oluşumuyla ilgili hangi işaretler bulunduğuna geçebiliriz.
KURAN’A GÖRE ÖLÇÜ 50 BİN YILDIR
İlk atomların ve dolayısıyla maddenin oluşum sürecinde belli bir süre göze çarpmaktadır. Bu süre 300,000 yıldır. Büyük patlamadan 300,000 yıl sonra elektromanyetik kuvvetlerin devreye girmesiyle elektronların çekirdeklerin etrafında yörüngeye dizilerek atomların (maddenin) oluştuğu bu konuyla ilgili benim incelediğim bilimsel kaynakların tümünde vurgulanmıştır. Peki, Kuran’da bu 300.000 yıl ile ilgili ne gibi bir işaret vardır? Bunun açıklamasını yapabilmek için ilk önce şu ayetlere dikkat çekmek gerekir.
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri “ALTI GÜN”de yaratan,
sonra Arş'a istiva eden (ona hükmeden) Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.
25 ( Furkan) / 59
Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (Dünya yılı ile) “ELLİBİN YIL” olan bir günde yükselip çıkar.
70 (Meâric)/ 4
Kuran-ı Kerim'deki toplam yedi ayette evrenin yaratılmasıyla ilgili belli bir süreden söz ediliyor: Bu süre ''Altı gün''dür. Meâric suresinin 4. ayetinde ise, bize zamanın akışı ile ilgili kozmik bir ölçü veriliyor; 1 gün = 50,000 yıl. Kuran’da Allah katında bir günün insanlar için ''bin yıl'' gibi olduğuna dair ayetler de vardır. Fakat bu ayetlerde zamanın izafiliği ve Allah için zamanın akışının farkını vurgulamak için bizim de günlük dilde kullandığımız ''Binyıl'' gibi genel bir örnekseme kullanılıyor. Ayrıca içinde ''Binyıl''ın geçtiği bu ayetlerde ''sizin saya geldiklerinizden'' ya da ''sizin saymakta olduğunuz yıllardan'' denilerek de özel bir duruma dikkat çekiliyor. Çünkü onların saya geldiği yıllar Kameri takvime göre saydıkları yıllardır.
Kuran’ın indirildiği zamanlarda kullanılan Kameri takvime göre bir yılın süresi Miladi takvime göre 11 gün eksiktir ve Miladi takvime göre de farklı zaman dilimlerini ifade eder. Bu durum Miladi takvim dışındaki diğer takvim sistemleri için de geçerlidir. (Çin ve Maya takvimleri gibi) Hatta o zamanlar kullanılan Miladi takvim bile gerçekte tam olarak Dünya’nın Güneş çevresindeki dönüş süresini karşılamaz. Bu yüzden ellibin yılın geçtiği Meâric 4. ayette ise ''sizin saya geldiklerinizden'' sözü ''özellikle'' kullanılmamıştır. Bilimin keşfetmiş olduğu, Evrenin yani maddenin oluşumuyla ilgili hesaplanan süre olan 300.000 yıl, Ay'ın hareketleri değil, Dünya'nın Güneş çevresindeki dönüş süresi olan birim yıl (1 yıl) olarak alınmıştır. Kuran'daki 50,000 yıllık sürede de zaman dilimi olarak sayıla gelen ve süresi bilinen yıllardan değil, o zamanlar için farazi sayılacak bir sürenin, yani Dünya'nın Güneş çevresindeki dönüş süresinin esas alındığını görürüz. Kuran’da ‘’gün’’ (yewm) kelimesinin tekil olarak -ek almadan yalın halde- 365 defa geçiyor olması da, ölçü alınan süre olarak Dünya’nın Güneş çevresindeki dönüş süresinin alınmış olduğuna dair kuvvetli bir işarettir. Ellibin yıldan oluşan bir gün için de ''sizin saya geldiklerinizden'' denseydi bu ellibin yıl Miladi Takvime göre daha az veya daha farklı bir zamanı ifade edeceği için 300.000 yıldan çıkarak beklediğimiz sonucu yani 6 günü bulamazdık. Bu açıklama yanlış anlaşılmamalıdır. Çünkü 300 bin yıla ya da 6 gün sonucuna ulaşabilmek için herhangi bir zorlama değil, ayette ‘’sizin saya geldiklerinizden’’ denmediği içindir.Şimdi basit bir matematik hesabıyla Kuran'da birçok kez bahsi geçen 6 günde yaratmanın sırrını çözebiliriz;
Bugün bazı kaynaklarda evrenin altı günde yaratılmasıyla ilgili olarak, altı gün ile evrenin bugünkü yaşı arasında bağıntı kurularak açıklama yapılmaya çalışılmıştır. Ancak bunun sağlıklı bir yöntem olamayacağı açıktır. Zira evrenin yaşı her an sürekli değişen bir süreyi ifade eder. Kuran’daki altı gün ise Kuran ayetlerinin hiçbir zaman değişmediği ve değişemeyeceği için mutlak sabit olan bir süreyi ifade eder. Diyelim ki altı gün ile her hangi bir formül ya da bağıntı kullanılarak evrenin bugünkü tahmin edilen yaşına ulaştık. Peki, örneğin bugünden (kıyametin o zamana kadar da kopmadığını varsayarsak) on milyar yıl sonra aynı formül ile ve aynı kalacak olan altı gün ile evrenin o günkü yaşına da ulaşılabilecek midir? Yoksa o formülde zamana göre sürekli değişiklik mi yapılacaktır?
Kuran meallerinde ve tefsirlerinde özellikle evrenin altı günde yaratılması ve yerkürenin iki günde yaratılmasıyla ilgili olarak, (aynı şey dört günde gıdaların takdir edilmesiyle ilgili olarak da geçerlidir) ayetlerde bu ‘’günler’’ ile bildiğimiz anlamıyla 24 saatten oluşan günlerin kastedilmediği, bu günler ile ‘’altı devir’’ ya da ‘’iki devir’’ kastedildiğine ilişkin açıklamalar yapılıyor. Zaten bu günlerin 24 saatten oluşan günler olamayacağı açıktır. Ancak ‘’devir’’ ile neyin kastedildiği, bu devirlerin her birinin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine ve bu devirlerin her birini diğerlerinden ayıran özellikleri bugün modern bilimin ulaştığı bilgilerle dahi açıklığa kavuşturulamadığı için ‘’muğlâk ‘’olarak kalmaktadır. Bu durum da Kuran’ın anlaşılması yönünden sakınca ve zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Tabii ki bu durumdan iyi niyetle ve Kuran’ın insanlar tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için çaba harcayan meal ve tefsir yazan ilim adamlarımızı sorumlu tutamayız. Elbette, onlar da ilim adamı vasfıyla bilime, akla ve mantığa daha uygun bir açıklamayı biliyor olsalardı mutlaka bunlara yer verirlerdi.
İşte, bahsettiğimiz açıklamaların temel amacı da budur. Ayetlerin anlamıyla ilgili olarak neye inanılması gerektiği konusunda fikir verebilecek konumda değiliz. Ancak, söz konusu ayetlerin açıklanmasında bu görüş ve bilgilerin de mutlaka değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
NASA'nın kozmik fon radyasyonunu araştırmak üzere uzaya gönderdiği (1989) COBE uydusunun ulaştığı veriler de büyük patlamadan 300.000 yıl sonra ilk ışığın Evrende yayılmaya başladığı yani atomların, dolayısıyla da maddenin bütün yapı taşlarının oluşup atomlara dönüşmeye başladığını doğrulamaktadır. 2001 yılında yine NASA tarafında uzaya gönderilen WMAP uydusu da büyük patlamadan 379,000 yıl sonra Evrenin %4 ünün ve 380000 yıl sonra Evrenin %12 sinin atomlara dönüşmüş olduğunu gösteren veriler alınmıştır. Bu veriler NASA'nın resmi internet sitesinde COBE ve WMAP uydularıyla ilgili bölümlerde yayınlanmaktadır. Bu veriler, Evren’in başlangıcından itibaren 300.000 yıl sonra yani Kuran’daki şekliyle 6 günde maddenin tüm yapı taşlarının, tüm atom altı parçacıklarının oluştuğunu, yani atomların oluşmaya başladığını doğrulamaktadır.
En son bilimsel bulgularda, Evren’in oluşumunda kozmik ses dalgalarının rolü ve bunların 300.000 yıl içinde etkili olabildiği açıklanmaktadır.
Yukarıda anlatılan bilimsel verilere ek olarak, Tübitak’ın (Türkiye Bilimsel Ve Teknik Araştırmalar Kurumu) resmi sitesinde yayınlanan ve 2009 yılına ait, Michigan Üniversitesi yayınları arasında bulunan çalışmalarda da Evren’in ilk 300.000 yılına ait verilerden bahsedilmiştir. (Ayrıca WMAP uydusunun verileri de nazara alınmıştır.)
TUG Cosmology School 2009 Dragan Huterer, University of Michigan
http://obscos_09.tug.tubitak.gov.tr/docs/lec1_TUG_Huterer.pdf
Bu verilerin yanında Nasa’nın resmi sitesinde yayınlanan Beyond Einstein: from the Big Bang to black holes adlı bölümde 300.000 yıla ait verilerden söz edilmektedir.
http://www.universe.nasa.gov/reports_pubs/Beyond-Einstein.pdf
Yine buna ek olarak Kaliforniya Üniversitesi’nin 2010 yılı tarihli New Cosmology başlıklı seminerinden alınan yayınlarında da 300.000 yıldan birçok kez söz edilmektedir.
http://sdcc3.ucsd.edu/~ir118/MAE192W10/MAE192W10.html
Bu konuyla alakalı en son bilimsel bulgularda Evren’in oluşumunda kozmik ses dalgalarının rolü ve bunların 300.000 yıl içinde etkili olabildiği açıklanmaktadır.
Çoğu kozmologlara göre; Big Bang’den hemen kısa bir süre sonra (belki şişme döneminde) gravitasyonel değişimlerin sebebi, ses dalgalarının hidrojen gazını tetiklemesi sonucudur. Bu dalgalar donmadan önce 300.000 yıl yaşarlar. Limit mesafede hareket eder veya belirli sayıda osilasyon yaparlar.
http://gokbilgi.blogspot.com/2009/01/galaksi-abell-1835-ve-karanlk-enerji.html
--- Alıntı ---Yukarıdaki kaynakta belirtilen bilgiler California Teknoloji Enstitüsü’nün (California Institute of Technology) internet sitesinden alınmıştır. Bu kaynakta aynen şu şekilde açıklama bulunmaktadır.
“Most cosmologists believe that sound waves were induced in the hydrogen gas in response to the gravitational fluctuations set up shortly after the Big Bang (perhaps by the episode of inflation). Since these waves have only 300 000 years to live, they can only move or a limited distance (or oscillate a certain number of times) before freezing out.
This distance is called the "sonic horizon" and sets a fundamental length scale in the early universe. The first and largest peak in the above spectrum corresponds to sound waves that were just starting their first period of compression when the freeze out occurred. (These are very low frequency sound waves!) The succesive peaks correspond to higher frequency waves alternately caught in periods of rarefaction and compression at the time of lastscatter.”
http://www.pma.caltech.edu/Courses/ph12/papers/WMAP.pdf
--- Alıntı sonu ---
Bu kaynakta WMAP uydusunun verileri de değerlendirilirken önce bu uydunun verilerinin alındığı zaman olan Büyük Patlama’dan sonraki 380 bin yıldan bahsedilir, sonra da bugünkü Evren’de bulunan maddenin ilk oluşum sebebinin 300.000 yıl etkisini sürdürebilen kozmik ses dalgaları olduğu üzerinde durulmaktadır. Aşağıda verilen kaynaktaki bilgiler de bu konuda aydınlatıcı olabilir.
Kozmik ses dalgaları: Big Bang’ten hemen sonra ortaya çıkan kozmik ses dalgaları da haritaya entegre edildi. Erken Evren’de fotonlar tarafından emildiği düşünülen bu dalgaların varlığı ilk kez geçen yıl keşfedilmişti. Erken Evren kabul edilen ilk 300 bin yıla ait ‘yankı’ları taşıyan bu kozmik ses dalgalarından, galaksilerin dağılımını anlamada istifade edilecek. İlk 300 bin yıl zarfında evren yoğun ve kızmış bir top şeklindeydi. Erken Evren’de hidrojen atomları iyonize olarak, proton ve elektronlara ayrışıyordu. Bilim insanları kozmik ses dalgalarını da hesaba katarak, astronomik ölçümlerin kesinliğini artırmayı hedefliyor.”
Kaynak: New Scientist 15 May 2006 by Kimm Groshong
http://www.newscientist.com/article/dn9164-biggest-map-of-universe-reveals-colossal-structures.html
http://thaber.wordpress.com/page/14/
Yeniden Diriliş ve Ses Dalgaları
Yukarıdaki kaynaklarda verilen bilgilerde evrenin ilk yaratılışında, yani Büyük Patlama olayında, kozmik ses dalgalarının rolünden bahsedilmektedir. Bu ses dalgaları bugünkü Evren’in bile şekillenmesinde temel etkenlerden biri olmuştur. Bu konuda daha da ilginç olan nokta, ölümden sonra tekrar dirilişten yani ikinci yaratılıştan bahsedilen ayetlerde de açıkça “ses”ten ve bu çok güçlü sesin etkisiyle yeniden yaratılışın gerçekleşmesinden söz edilmektedir. Aşağıda verilen şu ayetlerde bu durumu tespit edebiliriz.
Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler.
38 (Sad)/15
Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.
36 (Yasin)/49
Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.
36 (Yasin)/53
O (diriltme) korkunç bir sesten ibaret olacak, o anda hemen onların gözleri açılıp etrafa bakacaklar.
37 (Saffat)/19
Seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir.
İşte bu, çıkış günüdür.
50 (Kaf)/41,42
Tekrar diriliş yani ahiret hayatının başlangıcı ikinci bir Big Bang gibi ses dalgalarının etkisiyle gerçekleşecek bir olay olmalıdır. Çünkü bu kozmik ses dalgaları Evren’in oluşumunu sağlayan ilk enerjiyi evreni aynı zamanda şekillendirecek şekilde Yüce Allah tarafından yaratılmış ve yönlendirilmiş olmalıdır. Yeniden diriliş de yeni bir şekillenmenin sonucunda gerçekleşebilir ve ses dalgaları gibi bir enerjiye muhtaçtır. Bunları takdir edebilecek ve yaratabilecek güç ise yalnızca Yüce Allah’ta bulunmaktadır.
MEARİC 4. AYETTEN NASIL EVRENSEL (KOZMİK) BİR ÖLÇÜ ÇIKARIYORUZ?
Kuran ayetlerinde Evren’in ve Yerkürenin yaratılması ve gıdaların takdir edilmesiyle ilgili olarak verilen “altı gün”, “iki gün” ve “dört gün” olarak bildiğimiz anlamıyla, 24 saatten oluşan günler olmadığı açıktır. Bunlar sembolik günlerdir ancak, süresi ve özellikleri belli olan günleri (devirleri) ifade etmez. Çünkü bugün modern bilimin bu yönde genel kabul görmüş bir bulgusu yoktur. Bu sembolik günlerin neyi ifade ettiğine dair çıkarım yapabileceğimiz Kuran ayetlerinde sadece iki zaman dilimi için ‘’bir güne eşit’’ süreden bahsedilmiştir. Bunlar 50 bin yıl ve bin yıldır. Bunlardan bin yılın neden ölçü olamayacağını yukarıda açıklamaya çalıştık. Yüce Allah’ın “sizin saya geldiğiniz yıllardan” diyerek 1000 yılın zamanın izafiliğini açıklamak için kullanılmış olabileceği ortadadır. Geriye akla ve mantığa uygun olan Meâric suresinin 4. ayetindeki “50 bin yıl “ kalıyor. Ayrıca ayette doğrudan sadece 50 bin yılda ulaşır denmiyor, “miktarı” 50 bin yıl olan bir gün’’den bahsediyor. Yani burada bahsi geçen ‘’bir gün’’ öyle bir gün ki, miktar olarak 50 bin yıldan oluşuyor. Ayrıca bu surede meleklerin, Evren’in katlarını geçip Yüce Allah’ın katına ulaşabilmesinden bahsederek, uzun süreli evrensel bir olay ve hareketin kozmik (evrensel) bir ölçü olduğu izlenimini veriyor. Ayrıca bin yılın geçtiği tüm ayetlerde ‘’sizin saya geldiklerinizden ‘’dendiği halde, 50 bin yıl için sadece ‘’yıl’’dan bahsedilerek aradaki fark vurgulanmıştır.
RÜYÂ ve HULM
Rüyaların gerek tahminlere konu oluşturması bakımından, gerekse ilham kaynağı olması bakımından uzun bir geçmişi vardır. Tarih boyunca insanlar mesaj taşıdıklarına inandıkları rüyalardan anlamlar çıkarmaya çalışmış ve rüyalar aracılığıyla gelecek hakkında tahminlerde bulunmuşlardır. Rüyalar, fizyolojik açıdan uyku sırasındaki nöral süreçlere bir tepki ya da yanıt olarak tanımlanır, psikolojik açıdan bilinçaltının yansımalarıdır, maneviyat açısından ise en azından bazı rüyalar ya gelecek hakkında ya da başka bir konu hakkında (uyarı, yardım vs. amaçlı) haber içeren, ilahî âlemden gelen mesajlar olarak kabul edilmişlerdir. Birçok kültürde ilahî âleme danışmak ya da bir konu hakkında bilgi edinmek üzere istihare yöntemlerine başvurulduğu görülür.
Eski kültürlerde
Rüya yorumları konusunun işlendiği görülen eski metinlerden biri Asurbanipal Ninova’sının büyük kütüphanesine aittir. Bu eser sonradan Arapça’ya çevrilmiştir.
Eski Yunan mitolojisinde Hypnos’un (uyku) ve Nyx’un (gece) oğlu Morfeus “düş”leri ifade eder; kendisine uçma ve aynı anda her yerde olabilme olanağını sağlayan kanatlarını hızla, fakat sessizce çırparken temsil edilir. Uykudaki insanları bir haşhaş[not 2] çiçeğiyle okşayarak onların rüya görmesini sağlar. Ölümlülere sırları açıklama üzere gönderilir. Morfeus uykuda ifşa olan “biçim”i ifade eder, çünkü arzu ettiği biçmi alabilen bir varlıktır. Geceleyin bir tür yolcu sayılabilecek uykudaki kişi yeraltı âlemindeki nehirlerden Styx’in veya Mnemosyne nehrinin (hatırlamayı sağlayan) ya da Lethe nehrinin (unutmaya neden olan) sularından içebilir ve Hypnos bıraktığında kişi uyanır.[3] Bir başka eski Yunan geleneğine göre rüya ilahı Oneiros’tur, günümüze diğeri kadar ünlü olarak gelmemişse de, adı, “rüya” anlamına geldiğinden, rüya terminolojisinde (oneiromansi, oneiroloji vs.) sıkça kullanılmıştır.
Eski Yunan kültüründe rüya ile ilgilenmiş ünlü isimlerden biri tıbbın babası olarak anılan İyonyalı hekim Hipokrat’tır (d. M.Ö. 460 - ö. M.Ö. 377). “Uyku hali vasıtasıyla insan vücudundaki hastalıkları önceden bilme” ya da “Hipokrat’ın Sağlıkbilgisi Kitabı” adlı çalışması bazı rüyaların çeşitli hastalıklar ile ilgili olabileceği düşüncesi üzerine kuruludur. Hipokrat’a göre rüyalar kişinin sağlık durumunu önceden haber verici nitelikte olabilmekteydiler. Hipokrat ayrıca “rüya anahtarları”[not 3] denilen sembolik kalıplarla kodlanmış olduğu düşünülen rüyalardaki verilerin “haberci” değerleriyle ilgili rüya yorumları üzerinde çalışmıştır. Rüyalar hakkındaki bir başka çalışma Aristo’nun “Rüyalar” adlı kitabıdır.[not 4] Antik çağda rüyaların yorumlanması konusunda en tanınmış isimlerden biri oniromansi[not 5] uzmanı Efes’li Artemidorus’tur.
Honorius ve Arcadius döneminde (395–423) yaşayıp, eserler vermiş olan Romalı dilbilgisi uzmanı ve neoplatonist filozof Ambrosius Theodosius Macrobius çalışmasında rüyaları şöyle sınıflandırmıştır:
İnsomnium: Korku, kaygı gibi manevi hallerle ilgili veya yemek, içmek yoluyla vücuda alınan maddelerden kaynaklanan rüyalar.
Visum ya da phantasma : Yarı-uyku rüyaları.
Oraculum: Kehanete ilişkin rüyalar.
Visio: İlahî kaynaklı peygamberane rüyalar.
Somnium: Bilmecemsi rüyalar.[4]
Papalığın 590’da rüyaları ilahî ve şeytani olarak ayırt etmesinden sonra oniromansi yasaklanmıştır. Kimi araştırmacılara göre, bu ayrımın aşılmasında 12. yy.’daki bir Cistercian keşişi olan Alcher de Clairvaux tarafından kaleme alınan « Ruh ile Can » (Liber de spiritu et anima) adlı eser bir dönüm noktası olmuştur. Bu eserde rüyalar Macrobius’un sınıflandırmasına benzer şekilde şöyle sınıflandırılmıştı:
İnsomnium : Hiçbir yararı olmayan alelade rüya.
Phantasma: Uykunun ilk evresinde ya da uyku-uyanıklık arasında görülen hayali görüntüler ve kabuslar.
Oraculum: Tanrı tarafından vazifelilere gönderilen rüya.
Visio: Açık peygamberane rüya.
Somnium : Yorum gerektiren rüya.
Dinlerde
Yakubun Harran'daki (Urfa) vizyonunda gördüğü, meleklerin inip çıktığı, ucu gökte olan merdiven, Michael Willmann
Rüyalardan bazılarının ilahî kökenli oldukları inanışı çok yaygın bir inanıştır. Orfecilikte ve Pisagor ekolünde insanın semavi âlemle ilişkisinin ancak uyku sırasında gerçekleşebildiği öğretilmekteydi. Ortaçağ’daki Yahudi ve Arap yazarlarının eserlerinde de benzer öğretiler görülmektedir. Haberci (salih) rüyalar konusunu işlemiş İslam bilginlerinden biri İbn-i Haldun’dur (d. 1332 – ö.1406). Oniromansi alanında Babil kültürünün eski Yunan kültürüne kıyasla daha ileri bir düzeyde bulunduğu söylenebilir. Sami dillerini konuşanlar özellikle "peygamberane rüya"yı iyi bilmekteydiler.[5] Ayrıca Musevilik’te rüyalarla ilgili, hatovat chalom denilen geleneksel bir uygulama bulunur. (Hatovat chalom adının sözcük anlamı “hayırlı ya da iyi rüya görme”dir.)[6]
Somnium denilen rüyalar ile visio denilen vizyonlar (rüyet) Eski Ahit’te ve Yeni Ahit’te önemli bir yer işgal ederler.[7] Görme organının yardımı olmaksızın oluşan vizyonlarda, gelen tesirlerin kişinin şuurundaki imajlara bürünerek algı alanında görüntü oluşturması sözkonusudur. Yeni Ahit’in sonundaki, Yuhanna'nın Vahyi adıyla bilinen kısım, vizyon tarzında alınan kutsal metinlerin bilinen örneklerinden biridir.
Musevi bilgin Musa ibn Meymun’a (1135-1204) göre, melek vasıtasıyla olsa da olmasa da ve yol ve araçlardan söz edilse de edilmese de, peygamberlere tüm ifşa olunanlar onlara vizyon olarak nakledilmiştir. Ona göre "vahiy" vizyonda içerilmiş haldedir ve peygamber "uyanık şuur hali"ne geçer geçmez mânâsını sezer.[not 6] Peygamber olmayan bizler ise uyanınca rüyamızı birine anlatır ve onun yorumuna gerek duyarız. Uyku ya da trans denilen hal, cismani duyulardan yalıtılmış olma imkânı sağlamaktadır. İlahi tesirin alınabilmesini İbn Meymun böyle açıklar.[8]
İslam bilgini İbn-i Haldun’a (1332-1406) göre esas olarak iki tür rüya vardır. Bunlardan biri ilahî varlığın kuşku götürmez vahyi olan "salih rüya"lardır; derhal uyanmayı zorunlu kılarlar ve kişide öylesine derin bir iz bırakırlar ki, kolay kolay unutulamazlar. Diğer gruptakiler ise hatırlanması için çaba harcanılan ve yorumlanmak ihtiyacındaki olağan rüyalardır. Eski Ahit’teki Yusuf’un rüyası (Tekvin, Bap-41’de) bu tip rüyalara bir örnek oluşturur. İbn-i Haldun’a göre aracı melekler vasıtasıyla aktarılanların yorum gerektirmesine karşılık, doğrudan doğruya gelen "salih rüya"lar yorum gerektirmeyecek derecede açık olurlar.[9] Muhyiddin İbn Arabi’ye göre de, veliler bilgilerini, peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar. İlham, söz veya yazı (İng. inspirational writing) tarzında dışarı yansıdığında vahiy (İng. revelation) adını alır.
Hıristiyanlık’ta kutsal kitapları "haberci rüya" örnekleriyle zengin olmasına karşılık, 6. yy. sonlarından itibaren rüyalara temkinle yaklaşıldığı ve Batı’da okültistler ve gizli tarikatlerin engizisyondan gizli olarak yürüttükleri çalışmalar hariç tutulursa, 12. yy.’a kadar rüyalar üzerinde pek fazla bir çalışma yapılmadığı görülür. Bu tutumun kökeninde başında Papa Gregory I’in (540–604) bulunduğu papalığın rüyaların bir kısmını şeytani olarak değerlendirmesi bulunmaktadır. Gregory I, 590 yılında rüyaları üç gruba ayırmıştır: Yiyecek ve açlıktan kaynaklananlar, şeytan ya da cin (İng. demon) kökenli olanlar ve ilahî kökenli olanlar.
İslam’da
Rüya Arapça “görmek” demektir. Kuran’da rüya hakkında çok fazla bilgi verilmez, rüyaya Kuran'da özellikle Yusuf Suresi’nde yer verilir. Rüya sözcüğü Saffat ve Fetih surelerinde de kullanılır.
İslam peygamberi Muhammed’in rüya hakkında şu hadisleri rivayet edilir:
Buhari'nin kaydettiği bir hadiste ”iyi kimselerin güzel rüyası Peygamberliğin 48 parçasından biridir” denir.
Ebu Hüreyre’nin aktardığı bir hadiste “artık yeryüzünde müjdeleyicilerden (mübeşşirat) başka peygamberlikten hiçbir şey kalmadı; müjdeleyiciler güzel rüyalardır” denir.[10]
Bir başka hadiste de mealen “Peygamberlere ilk önce gelen, kalpleri alışıp yatışıncaya kadar, uykularında olur. Bundan sonra vahiy indirilir” denir.[11]
İslam peygamberi Muhammed’in ve sahabelerinin gördükleri birçok rüyanın (prekognitif rüya) gerçekleştiği bilinmektedir.[11] Tasavvufi menkıbelerin çoğu rüyalara dayanır. Mürşidler rüya yoluyla ölen insanların ahiret durumları hakkında da bilgi verebilirlerdi.[12] Allah insanların Levh-i Mahfuz'daki durumlarına muttali olan bir melek grubunu rüya işiyle vazifelendirmiştir. Vazifeli melekler Levh-i Mahfuz'dan aldıklarını birtakım olay ve hallere sokarak ilgili insanların rüyalarında kalbine yerleştirirler. Böylece bu rüya o kimse için bir müjde, bir uyarı ya da bir eleştiri şeklinde haber taşır.[13]
İbn Haldun'un Mukaddime’de belirttiği gibi, tasavvufta genel olarak rüyalar üç grupta ele alınır:[12][14]
İlahi kaynaklı rüya: Bunlar açık olduğundan yoruma gerek göstermezler. Doğru ve görüldüğü gibi çıkan bu rüyalara rüyâ-ı sâliha (salih rüya) da denir. Salih rüya son derece az görülür.[15] Salih rüya görmek sadece müminlere özgü değildir; müslüman olmayanlar da görebilir. Yusuf Suresi’ndeki Mısır firavununun ve iki mahpusun gördüğü rüyalar buna örnek olarak gösterilebilir.[16]
Melekten olan rüya: Bunlara rüya-yı sadıka denir. Yoruma muhtaçtır. (Sembolizm içerirler)
Şeytandan olan rüya: Bu rüyaların aslı faslı yoktur. Kurân’da "edğasü ahlam (karmakarışık düşler)" (Yusuf, 12/44) olarak geçer. Hiçbir faydaları olmadığından yorumlanmaları da gerekmez. (Psikofizyolojik kaynaklı rüyalar)
El Gazali rüyanın mahiyetini mükaşefe ilminin inceliklerinden biri olarak kabul eder ve her önüne gelene anlatılmasını doğru bulmaz. (Kişi kendi çözmelidir veya mürşidine anlatabilir). Ölümle malum olan hususlardan bazıları rüyayla da malum olabilir. İslam peygamberi Muhammed gördüğü rüyaları anlatır ve sahabenin gördüğü rüyaları da yorumlardı.[17][18]
Dil, bir topluma mensup fertlerin, ortak anlaşma aracı, müşte- rek söz işaretlerini kullanmalarından meydana gelen sesli işaret sistemidir.1 Dil olmadan, toplumdaki insanların anlaşması mümkün
eğildir. Bu gerçek Kur’ân’da son derece iyi vurgulanmış, her mille- tin kendine özgü dili olduğu gerçeği kabul edilerek, insanların dille- rinin ve renklerinin farklılığına dikkat çekilmiş,2 ortak bir dil olma- dan anlaşılamayacağı3 gerekçesiyle, her peygamberin kendi milleti- nin diliyle gönderildiği4 vurgulanmıştır. Peygamberlik görevi de bu düşünce üzerine bina edilerek dile, peygamberlik görevi ile olan ilgisi bakımından büyük önem verilmiştir. Bu sebeple, Kur'ân insan- lara mesajını sunarken, dili etraflı bir biçimde kullanmış5 ve mesaj- larının daha iyi anlaşılabilmesi için Arapça olarak indirilmiştir.6
İnsan ait bilgiler nasıl kavramlarla ifade ediliyorsa, Kur'ân’a ait bilgiler de kavramlarla ifade edilmektedir. Bu kavramlar hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olunursa, Kur'ân hakkında da o kadar bil- gilenilmiş, davranışlar ve kültür ona göre şekillendirilmiş olur.7
Kur'ân’ın dili anlamlı bir şekilde kullanması ile ilgili olarak müfessir Elmalılı, “Kur'ân'ı anlamak için lafızlarının ve terkiplerinin bütün inceliklerini gözetmek gerekir” demektedir. Fatiha sûresinin tefsi- rinde de, “yol anlamı için 'tarik' denmeyip de 'sırat' denmesi,
'müstevi' (doğru) denmeyip 'müstakim' (doğru) denmesi, üzerince ciddi ciddi düşünülecek bir hikmet ve anlamları ihtiva etmektedir. Kur'ân, bir Kitâb-ı Hakîm'dir. Bunun için; kelimelerin mefhumlarını iyice tespit etmek, yerlerinde lafzen veya mânen ilgili olabileceği kelimeleri ve manaları ile mukayese etmek, tertip biçimlerini, siyak ve sibaklarını mülahaza etmek, bunlardan murat edilen asıl anlam ile tezyinatını temyiz etmek lazım” 8 demektedir.
Bunun için, herhangi bir metni anlama ve yorumlamada anah- tar kelimeler çok önemlidir. Çünkü bu kelimeler, çok çeşitli anlam alanlarına sahiptirler. Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılması da onda kullanılan lafızların anlam çerçevelerinin belirlenmesi ve bi- linmesiyle mümkündür. Bu konuda yapılması gereken, sözcüklerin
1 Heyet, Türkçe Sözlük, TTK. Basımevi, Ankara 1988, s. 202; Doğan, D.Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Vadi Yay., Ankara 2001, s. 318; İzutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, Ankara 1975, s.174.
2 Rûm, 30/22.
3 Kehf, 18/92.
4 İbrâhim, 14/4.
5 Kara, Necati, “Sunuş Konuşması”, Kur’ân ve Dil, Dilbilim ve Hermenötik
Sempozyumu, Van 2001, s. XIV.
6 Zuhruf, 43/3.
7 Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kurân’a Yönelişler, Tuğra
Neşriyat, İstanbul tsz., s. 2-3.
8 Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kuran Dili, Eser Neşriyat, ysz. tsz.I/122.
bütün anlamlarını dikkate almaktır. Çünkü çok yönlülük, bir an- lamda kavramların tabiatında vardır.9
Rüyâ, tarih boyunca insanoğlunun dikkatini çeken önemli ko- nulardan birisi olup, onunla farklı şekillerde ilgilenenler olmuştur.10
Dinle rüyâ arasında önemli bir benzerliğin olduğunu söyleyenler de vardır: “Duygu, açık gözlerle gördüğümüz bir rüyâdır, din uyanan bilincin rüyâsıdır, rüyâ dinlerin esrarının anahtarıdır”11 Bütün kut- sal kitaplarda rüyâya farklı şekillerde temas edilmiştir. Kitab-ı Mu- kaddes’in (Eski ve Yeni Ahit) Tekvin bölümünde Hz Yûsuf’un rüyâlarından bahsedilir.12 Kur’ân da, farklı kelimeler kullanarak değişik âyetlerde rüyâya işaret etmiş ve Hz. İbrahim13 , Hz. Yûsuf’un gördüğü14 rüyâlardan bahsetmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed'in gör- düğü bir rüyânın doğru çıktığını bildirmektedir.15 Bundan başka Kur’ân, peygamberlerin dışındaki bazı kişilerin rüyâlarından da16 değişik kavramlarla bahsetmiştir.
Bu çalışmada, Kur'ân ve hadislerde geçtiği şekliyle ‘rü’yâ’ ve
‘hulm’ kelimelerinin kullanımları incelenecektir. Bu çerçevede mü-
teradif kelime kalıpları, kullanım farkları, gerçekten birbirlerinin yerine kullanılacak şekilde müteradif (anlamdaş) olup olmadıkları, kazandıkları anlam derinliği, Kur’ân-ı Kerîm, hadisler, tefsîr kaynak- ları ve ilgili eserlerden faydalanılarak tespit edilmeye çalışılacaktır.
I- Furûk-Terâdüf, Çeşitleri ve Teknikleri
Bir fikir ve düşüncenin, bir sistem ve konunun anlatılıp, anla- şılmasında kelime ve kavramların önemi çok büyüktür. Kelime ve kavramlar değiştikçe cümleler, dolayısıyla anlatılmak istenen şeyler de değişir. Onlara yüklenen manalar iyi anlaşılırsa ilgili oldukları
9 Kur’ân’ın anlaşılmasında anahtar kavramların yeri ve önemi hakkında bkz. Yılmaz, Hasan, “Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların Bilinmesinin Önemi Üzerine Analitik Bir Değerlendirme”, AÜİFD., sayı 22, Erzurum 2004, s. 231-242; Demir, Şehmus-Yılmaz, Hasan, “Kur’anî Konu, Kavram ve Sûre Tefsirine Metodik Bir Yaklaşım”, EKEV Akade- mi Dergisi, sayı 14, Erzurum 2003, s. 113-124.
10 Türek, İbrahim, Rüyalar, İstanbul 1965, s. 12-32; Çoruh, Hakkı Şinasi, Rüya Dün-
yamız, İstanbul 1968, s. 58-131.
11 Acton, H. B. The Illusion of the Epoch: Marxism-Leninism as a Philosophical Creed, (London, Cohen and West, 1955) s. 118’den naklen , Mardin, Şerif, Din ve İdeolo- ji, İletişim Yay., İstanbul 1997, s. 43.
12 Kitabı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1987, Eski
Ahit, Tekvin, Bab, 37/5-10.
13 Sâffât, 37/105.
14 Yûsuf, 12/4-5, 43, 100.
15 Fetih, 48/27.
16 Yûsuf, 12/36, 41-49.
fikir ve sistem de iyi anlaşılır. Aksi durum o fikrin ve sistemin yanlış ve hatalı anlaşılmasına sebep olur.17 Bu perspektiften baktığımız zaman Kur'ân'da bulunan kelime ve kavramları, içinde bulunduğu düşünce sistemine göre anlamamız ve değerlendirmemiz gerekmek- tedir.18
Kur’ân, furuk-terâdüf alanı için çok ciddi malzeme sunmakta- dır. Kelimelerini, i’cazın gereğine uyarak, farkları gözeterek kontekse yerleştirmiştir. Bu anlamda Kur’ân, Arapça bir metindir19 ve Arap dilinin tüm potansiyelini kullanmaktadır.20 Arap dili, bir konuyu farklı boyutları ve değişik kavramlarla tanımlama açısından çok zengin bir özelliğe sahiptir.21 Bir kelimenin bir âyette ifade etti- ği manâ ile farklı âyetlerde ifade ettiği anlamlar her zaman aynı olmamıştır. "Kişi Kur'ân’daki birçok vecihleri görmedikçe hakiki bir fakih olamaz"22 sözü, bu gerçeğe işaret ederek, Kur’ân’la derinleme- sine meşgul olan bir insanın kelimelerin ifade ettikleri anlamları, müterâdifleri-mütekâribleri ve aralarındaki farkları bilmesi gerekti- ğine dikkatimizi çekmektedir.
Kur’ân’ın doğru anlaşılması, Arapçanın korunmasına ve gerçek manada bilinmesine23 bağlıdır. Arap dili üzerinde yapılan bütün çalışmalar ve bu alanda verilen eserler hep bu amaca hizmet etmek- tedir.24 Kur’ân’da kullanılan Arapça lafızların hakikatini, bizzat lü- gatçilerin kullanışlarından tahkîk ederek öğrenmek gerekmektedir. Birçok kelime Kur’ân’ın indirilmeye başladığı dönemde, herhangi bir anlam için kullanılırken, bir müddet sonra daha başka bir an-
17 Karagöz, İsmail, "Kur'ân'ın Anlaşılmasında Kavramların Önemi ve İnsanı Anlatan
Kur'ân'ın Temel Kavramları", DİD. c. 31 sy. 3, Ankara 1995, s. 40-41.
18 Soysaldı, H. Mehmet, İnançla İlgili Temel Kavramlar, Çağlayan Yay., İzmir
1997, s. 198-202; Ünver, Mustafa, "Kur'ânî Siyakın Metinsel Boyutları Üzerine Yeni
Bir Öneri", OMÜİFD., sy., 8, Samsun 1996, s. 239-240.
19 Zuhruf, 43/3.
20 Watt, W. Montgomery, Kur’ân’a Giriş, çev., Süleyman Kalkan, Ankara Okulu Yay., Ankara 2000, s. 101; Ebû Zeyd, Nasr Hamid, İlahî Hitabın Tabiatı(Metin Anlayı- şımız ve Kur’ân İlimleri Üzerine)-Mefhûmu’n-Nâs- çev., M.Emin Maşalı, Kitabiyat, Ankara 2001, s. 47; Cebeci, Lütfullah, “Tefsirde Yeni Yöntem Arayışları ve Klasik Tefsir Metodu” Tarihten Günümüze Kur’ân İlimleri ve Tefsir Usûlü, Ankara 2009, s. 59, 62.
21 Örnekler için bkz. Kara, Ömer, Kur’an Lugatçiliği ve Tefsir’de
Yakınanlamlılık ve Nüans (Râğıb el-İsfehâni Örneği), Ahenk Yayınları, Van,
2007, 195 vd.
22 Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed, el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'ân, tah.: Muhammed
Ebu’l-Fadl, Beyrut, 1391, I/103.
23 Reşid Rıza, Muhammed, el-Menâr, Kahire 1947/1366, I/29; Şâtibî, İbrâhim b.
Mûsâ, el-Muvâfâkât li Usûli’s-Şerî’a, tah.: Abdullah Draz, Beyrut, ts., III/258.
24 Reşid Rıza, Menâr, I/28.
lamda meşhur olabilmiş, Kur’ân o kelimeye önceki kullanımını da muhafaza ederek farklı anlamlar yükleyebilmiştir.25 Anlam değiş- mesi, “bir kelimenin anlattığı kavramdan az ya da çok uzaklaşması, onunla uzak-yakın ilgisi bulunan, ya da hiç ilgisi bulunmayan yeni bir kavramı yansıtır duruma gelmesi”26 demektir. Bu anlamda Rağıb Isfehânî de, “Bir ma’nâ, farklı maksatlar için, farklı ibârelerle yakın anlamda buluşuyorsa, bu ma’nâyı açıklayan farklı ibârelerin farklı vechelerini açıklamak gerekir ”27 demektedir.
İşte bütün bu amaçlarla dilciler, dili bozulmaktan korumak ve kelimelerin anlam özelliklerini açıklamak için sözlük ilminde bir takım çalışmalar yapmışlar ve bunun neticesinde Arap semantik tarihinde ‘el-furüku'l-lugaviyye’ ortaya çıkmıştır. Konunun bu nok- tasında kelime ve kavramlar arasındaki farkları ifade eden furûk, terâdüf, mütekârib kavramlarının anlam alanına kısaca bakacağız.
Furûk kelimesi sözlükte "ayırmak, iki şeyi birbirinden ayıran özellik" anlamına gelen tekil şekliyle ‘fark’ın çoğuludur. Bu anlamıy-
la ‘fark’ kelimesi, farklılık, nüans, ayrıntı, değişiklik gibi anlamlara
gelir.28 Furûk konusu temelde Arap dili ile alakalı olmasına rağmen, Tefsîr, Fıkıh, kelâm gibi disiplinleri de önemli ölçüde etkilemiştir, hatta furûk ismiyle el-Furûku’l-Luğaviyye şeklinde belli bir literatür bile oluşmuştur. Konu Arap dünyasında belli açılardan incelenmiş, fakat maalesef Türkiye ölçeğinde 1996’lı yıllara kadar, Arap Dili çerçevesinde “Furûk”29 adlı ansiklopedi maddesi haricinde çalışma yapılmamıştır. Ancak 2007 yılında, bu alanda Kur’ân Lügatçiliği ve Tefsîr’de Yakın Anlamlılık ve Nüans –Rağıb el-İsfehânî Örneği- isimli30 kapsamlı bir eser vücuda getirilmiştir.
Furûk konusu, Arap dilinde ve özellikle de Tefsîr alanında çok önemlidir. Arap dilinde olduğu gibi Kur’ân’da da birçok mütekârib/yakın anlamlı kelime bulunmaktadır. Mesela Arap di-
25 Zerkânî, Muhammed Abdülazim, Menâhilu’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut
1943, I/520; Reşid Rıza, Menâr, I/21-22.
26 Aksan, Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi (Ana Çizgileriyle), AÜDTCF., Ankara 1971, s. 118-146.
27 Isfehânî, Rağıb, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, Mukaddimetü Câmiu’t-
Tefâsîr, tah., Ahmed Hasan Ferhat, Kuveyt, 1984, vr. 7b.
28 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Dâru'l- Fikr, Beyrût 1414/1994, ‘frk’ mad. XXXVI/3397; Isfehânî, Râğıb, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, Müfredât fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman Yay., İstanbul 1986, s. 377.
29 Kılıç, Hulûsi, “Furûk” DİA, İstanbul 1996, XIII/222-223.
30 Kara, Ömer, Kur’ân Lugatçiliği ve Tefsîr’de Yakın Anlamlılık ve Nüans – Rağıb el-İsfehânî Örneği- Ahenk Yay., Van 2007.
li’nde deve ile ilgili olarak 4000 küsur kelime nakledilmiş ve bunun- la ilgili geniş bir literatür oluşmuştur.31 Korku kelimesi de yakın anlamlı kelimelerdendir. Bu anlamda Arap dilinde toplam 200 civa- rında kelime bulunmaktadır ki, bunların yaklaşık 26 tanesi, Kur'ân-ı Kerîm’de geçmektedir.32
Arap dilinde ve Kur'ân-ı Kerîm’de yakın anlamlı kelimelerin aralarında bulunan farkların tesbiti ve bilinmesi Arap dilinin ve Kur'ân’ın anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Bu öneme dair İbn Arabî: “Arab’ın bir ma’nâya hamlettiği iki harfin (lafz) her birin- de, ötekinde olmayan bir anlam vardır”33 derken; Rağıb Isfehânî de: “Lafızlarda aslolan, manânın farklılaşmasına göre lafzın farklı olma- sıdır; ancak bu, imkân dahilinde değildir; çünkü manâlar sonsuzdur; lafızlar ise –kalıpların çeşitliliğine rağmen- sonludur. Sonsuz olanı, sonlu olan kapsayamaz.”34 demektedir. Bu sebeple müfessirler de, âyetlerde geçen mütekârib kelimeler arasındaki farkları dikkate alarak tefsir yapmışlardır.
Terâdüf, “Re-di-fe” kökünün tefâül kalıbında bir kelimedir. Kök olarak izlemek, tâkip etmek, peşinden gitmek anlamlarına gel- mektedir. Bu şekliyle terâdüf kavramı, kelimelerinin formlarının (lafız) farklı, anlamlarının (mana) aynı veya yakın olmasını ifade etmektedir.35 Kavram Türkçede eşanlamlılık/anlamdaşlık kelimele- riyle karşılanmaktadır.
Yaklaşmak, yakınlaşmak anlamlarına gelen tekârüb kavramı,
‘Ka-ru-be’ fiil kökünün tefâul bâbındandır36 ve bu haliyle lafızları farklı anlamları yakın olmayı ifade etmektedir. Mütekârib kavra- mı ise bu yakınlığı sırtlanan kelimelere verilen bir sıfattır.
31 Örneğin bkz. Asmaî, Ebû Saîd Abdülmelik b. Kurayb, Kitâbü’l-İbil, ed.: August Haffner, el-Kenzü’l-Luğavî fi’l-Lisâni’l-Arabî içinde, Kahire 1905, s. 66-157; Isfehânî, Rağıb Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, Mecma’ul-Belâğa, tah.: Ömer Abdurrahman Sârîsî, Amman 1987, II/769-774.
32 Geniş bilgi için bkz.: Kara, Kur’ân Lugatçiliği, s. 22-23, 43; Korku kelimesinin
yakın anlamlıları ile ilgili âyetler için bkz., Bakara, 2/41, 42; Nisâ, 4/9; A’râf, 7/35; Hûd, 11/69-70, 74; Nahl, 16/2; Enbiyâ, 21/28; Mü’minûn, 23/49, 57; Fâtır, 35/18; Yâsîn, 36/11; Sâd, 38/21-22; Kamer, 54/7.
33 İbn Enbârî, Muhammed b. Kâsım, el-Ezdâd fi’l-Luğa, tah.: Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm, Kuveyt, 1960, s. 7; Suyûtî, Celâleddîn, el-Muzhir fî Ulûmi’l-Luğa ve Envâihâ, ys., ts., I/399-400; Ziyâdî, Hakîm Mâlik, et-Terâdüf fi’l-Luğa, Bağdad
1970, s. 198.
34 Isfehânî, Râğıb, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, Tefsîr, Süleymaniye Kütüpha- nesi, Ayasofya, nr., 212, vr. 1b.
35 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘rdf’ mad. XXVII/1625; Isfehânî, Müfredât, s.193.
36 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘krb’ mad. XXXIX/3566; Isfehânî, Müfredât, s.398.
Mütekârib, terâdüf kategorisinde cüz’î terâdüfü karşılayan kısımdır. Yani birbirinin yerine kullanılabilecek bir anlamdaşlığa sahip olma- yan; ama ortak bir anlamda birleşmekle beraber farklı renklere sahip olmayı ifade etmektedir.37
Elbette furûk kaynakları ve tefsirler, müterâdif ve mütekârib kelimeler arasındaki farkları rastgele değil, belli tekniklere ve me- totlara göre yapmaktadırlar. Bunlar, kelimelerin etimolojisi, morfo- lojik kalıpları, sentakstik yapılanmaları yanında umûm husus, itlâk- takyîd, hakîkat-mecâz, gibi delâlet tiplemeleri, kalb, ibdâl gibi fonetik tiplemeler, zıddıyet-mukâbiliyet olgusu, sıfatların isimleştirilmesi, derecelenme, aynı müsemmânın farklı alanlarda farklı isimlendirilişi, ayırıcı sıfatlarla kelimelerin ayrıştırılması, metin konteksi gibi metot- lardır.38 İlk furûk tespit tekniklerini Askerî eserinin mukaddimesin- de vermektedir.39
II- Kavramsal Alan
Çalışmamızın bu kısmında öncelikle ‘rüyâ’ ve ‘hulm’ kelimele- riyle, yakın anlamlı kelimelerin kavramsal alanları incelenecektir.
Terimler, somut, özel, kesin ve net anlamlar taşırken; kavram- lar, soyut ve genel manalar ifade eder. Bu itibarla ıstılah ile kavram terimini, aynı bağlamda anlayabiliriz. Terimlerde olduğu gibi, kav- ramlar üzerinde de anlam birliği sağlamak zordur. Kavramın birden fazla anlam taşımasından dolayı cümle içerisinde işaret ettiği ma- nanın hangisi olduğu kesin olarak bilinemez. Muhatap, üzerinde durduğu konuya uygun bir manayı tercih edebilir.40
Kur'ân kavramlarının çoğunda, Hz Peygamber (sav)’in açıkla- dıkları haricinde anlam genişlemesine ve değişmesine uğrayanlar olmuştur. Yazılan tefsîrlerin veya tefsîr ekollerinin çokluğu bunun delilidir. Mesela “bakma” (nazar) kavramına, müfessirler arasında “görme” anlamını verenler olduğu gibi, “umma, bekleme” anlamını verenler de olmuştur.41 Bu şekilde ‘Rüyâ’ ve ‘Hulm’ kelimelerinin her ikisi de, dilimizde çoğu defa birbirlerinin yerine kullanılmakta- dır. Bu kavramlar hakkında dilciler eserlerinde bilgi vermektedir.
37 Kara, Kur’ân Lugatçiliği, s. 33, 300-301.
38 Bu teknik ve metotlar hakkında geniş bilgi için bkz., Kara, Kur’ân Lugatçiliği, s.
115-193.
39 Askerî, Ebû Hilâl Hasan b. Abdullah, el-Furûk fi’l-Luğa, Beyrut, 1991, s. 13-19.
40 Ece, Hüseyin K., İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., İstanbul 2000, s.13-
15.
41 Kırca, Yönelişler, s. 4.
Rüyâ anlamındaki ‘ايؤر’ ve ‘ملح’ kelimelerinden ilki mutlak anlamda rüyâ veya açık, sade, güzel rüyâ anlamında kullanılırken, hulm kelimesi (ç. ahlâm) ise karmaşık, kötü, korkutucu rüyâ için kulla- nılmaktadır.
Zaman zaman bunlardan birisi kullanılarak, diğerinin anlamı kastedilir. Rüyâ, insanların uykularında gördükleri şeyin genel adıdır.42 Rüyâlar uykuda iken bir mesaj iletmek veya bazı ifadelerin anlamı şeklinde görülür.43 Kelime ‘görmek’ mânasına gelen “rü’yet” mastarından alınmış bir isim olup, uyku halinde birtakım olay ve şekillerin görülmesi demektir. Ebu’l- Bekâ, uykuda görülen güzel ve hayr olan şeylere rüyâ44 denildiğini ifade etmektedir. Özellikle Türkçe’mizde ‘rüyâ’ denildiği zaman, düş kastedilir ve bununla, iyi kötü bütün rüyâların anlatılmak istendiği bilinen bir husustur.45
Rüyâ kişinin sadece iç dünyasıyla ilgili bir olay olmayıp, aynı zamanda hayalin ötesinde dış dünyada bir gerçeğe de işaret eder. Râzî’ye göre yüce Allah, insan ruhunu madde ötesi âleme çıkabile- cek yetenekte yaratmıştır. Ancak ruhun bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku halinde ruhun bedenle ilgisi azalır, levh-i mahfûzu okuma gücü artar. Ruhun orada gördükleri, hayal alemin- de kendine özgü izler bırakır46 .
Kur’ân'da yine rüyâ anlamında47 ‘ahlâm’ kelimesi de kullanılır ki ‘hulm’ kavramının çoğuludur. Gerek nefisten gerekse şeytandan kaynaklanan, yorumu yapılamayan karmakarışık rüyâlara ‘ahlâm’ veya ‘edğasu ahlâm’ denilmektedir48 Hulm kelimesi, “çirkin ve kötü
42 Bkz. Cevherî, İsmail Sıhah Tâcu'l-Luğa ve Sıhahu'l-Arabiyye, Kâhire 1982, VI/234; Isfehânî, Müfredât s. 304; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, XIV/297; Gordon D. Newby, “ru'ya:vision”, A Concise Encyclopedia of İslam, Oxford, England
2002 s. 185.
43 Kinberg, Leah “Dreams and Sleep”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001 s. 546
44 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘reâ’ mad., XXVII/1537; Ebu’l-Bekâ, Eyyûb b. Mûsâ el-
Kefevî, el-Külliyât, tah., Adnân Dervîş-Muhammed Mısrî, Beyrut, 1993, s. 404.
45 Heyet, Türkçe Sözlük, I/421.
46 Râzî, Fahruddin, Tefsîr-i Kebîr ve Mefâtihu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut,
1410/1990 XVIII, 135; Kur’ân’da “ruh” kelimesinin çeşitli kullanımları ve manaları hakkında bkz. Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1999, s.153-159.
47 Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII/145.
48 Bkz. Yûsuf 12/43; Zemahşerî, Cârullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, ysz, 1966/1385, II/456; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII/148; Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s. 579. Yazır, Hak Dîni, IV/2865
olarak görülen rüyâlar için” kullanılır. Aslen hulm, uykuda kişinin zevk aldığı şeyin ismi iken; sonraları uykuda elem veren şeyler için de kullanıldığı söylenmektedir.49 Müfessirler, hulm kelimesini bâtıl/kâzib rüyâ olarak nitelemektedir.50 Taberî (ö.310), ahlâm ke- limesini hakîkati olmayan; yalan ve te’vîli olmayan karmaşık şeklin- de açıklamaktadır.51 ‘Adğâsu ahlâm’, tamlamasındaki edğâs ke- limesi ‘dıgs’ın çoğulu olup “yaşı kurusu birbirine karışmış çeşitli bitkilerden meydana gelen ot demetleri” anlamına gelir.52
Buna göre ahlâm, uyku halinde görülen ve fakat dış dünyada herhangi bir hakikate işaret etmeyen düşlerdir. Bunlar, dış dünya- daki olayların etkisiyle görülmüş rüyâlar olmakla birlikte, hiçbir gerçeğe işaret etmezler. Dolayısıyla bunların yorumu yoktur. “Guslü gerektiren rüyâ” manasında kullanılan ‘ihtilâm’ da bu kelimeden türemiştir.53
Bu noktada, ‘ihtilam’, ‘menâm’, ‘mübeşşirât’, ‘ta’bîr’54 , ‘gayb’55 ,
‘istibsar’56 , ‘basîre’57 kavramları ‘rü’yâ’ ve ‘hulm’ kelimelerinin yakın anlamlılarıdır.
Rüyâ ile ve kök olarak ‘hulm’ kelimesi ile alakalı bir başka kav- ram da ‘ihtilam’dır. Kişinin, uykusunda gördüğü cinsel kaynaklı rüyâlar nedeniyle boşalmasına ‘ihtilam’58 denir. İhtilam, tamamen rüyâda olan bir husustur ve görülen rüyâ ile vücutta fiziksel bir
49 Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s. 404, 579.
50 Beydâvî, el-Kâdî Nâsıruddîn, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Dersaâdet, İstanbul tsz. III/291; Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi' li Ahkâmi'l- Kur'ân, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrût 1405/1985 IX/199; Suyûtî, Celâleddîn, Dürrü’l-Mensûr, Beyrut 1993, IV/544; Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, Mehâsinü’t-Te’vîl, tah.: M. Fuad Abdülbâki, ysz., 1957/1376, IX/3546; Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, trs., III/30-31; Nesefî, Abdullah b. Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Kahraman Yay. İstanbul 1984
III/191, Âlûsî, Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Mahmud, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-
Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ul-Mesânî, Dâru İhyâi’t-Türas, Beyrut tsz. XII/251-252.
51 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmi’u’l- Beyân ‘An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l- Fikr, Beyrut 1408/1988,XII/225-227.
52 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘dğs’ mad. XXVIII/2590; Isfehânî, Müfredât, s.297.
53 Komisyon, Kur’ân Yolu, DİBY. Ankara 2008 III/18; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab,
‘hlm’ mad. IX/979; Isfehânî, Müfredât, s.129.
54 Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s. 312.
55 Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s. 663,667
56 Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s. 67
57 Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s. 247
58 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘hlm’ mad. IX/979; Isfehânî, Müfredât, s.129.
boşalma meydana gelir. İslam'a göre, bir kişi herhangi bir nedenle ihtilam olursa yıkanması gerekir.59
Rüyâ ile ilişkili olarak bir diğer kelimemiz, Kur’ân'da zikri ge- çen bir kelime de ‘menâm’dır. Esas itibariye uyku yeri, göz gibi anlamlara60 gelmektedir. Kelimenin rüyâ anlamında kullanıldığını, rüyâsında Hz. İbrahim'e oğlunu kesmesinin emredildiği61 âyette
‘menâm’ kelimesi kullanılmış, birkaç âyet sonra ise, bu olay için
‘ru'yâ’ kelimesi kullanılmıştır.62 Bu kullanımdan anlaşılıyor ki aynı olayı anlatmak üzere kullanılan ‘menâm’ ve ‘ru'yâ’ kelimeleriyle aynı şey kastedilmiştir.
Kur’ân, uyku ile ölüm arasındaki ilişkiye de dikkat çekerek uy- kunun bir nevi ölüm olduğunu63 ifade eder. “Allah ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında (bedenlerinden alıp kendin- den geçirir). Sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, diğerlerini ise belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir top- lum için ibretler vardır”64 buyrulması, Allah’ın öldüklerinde ve uyku- da ruhlarını alıp ve tuttuğunu; ölenlerin ruhlarının orada kaldığını ancak uyuyanın ruhunun geri verildiği ifade edilir.65 Uyku halinde insan ruhunun bedenden ayrıldığı, fakat ışığının bedende kaldığı; rüyânın da onunla görüldüğünü66 bu şekilde açıklanmaktadır. Uyku anında da ruhların bedenden ayrılıp, tüm ruhların gökte buluştuk- ları; Ölenlerin ruhlarının kaldığı, uyuyanların ruhlarının ise bedene geri döndüğü de söylenmektedir. Bedene geri dönmeden önce gök- te görülen rüyâlar, doğru ve gerçek; gönderildikten sonra görülen rüyâlar ise, karışık rüyâlardır. Çünkü bunlara şeytanlar müdahale etmekte, batıl, anlamsız şeyler katmaktadır67 denilmektedir. Uyku- da ruhun mana âlemine dalmasının, Levhu'l-Mahfûza muttali olma-
59 Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhi Buhârî, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992, Kitâbu'l-İlm, 50; Müslim, Müslim b. Haccac, Sahîhu Müslim, Çağrı Yay. İstanbul
1413/1992. Kitâbu'l-Hayz, 33.
60 Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII/596
61 Sâffât, 37/102.
62 Sâffât, 37/105.
63 Bkz. Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat,
İstanbul 1991,VIII/18.
64 Zümer, 39/42.
65 Dalkılıç, Mehmet, İslam Mezheplerinde Ruh, İz Yay., İstanbul 2004, 62-63.
66 Bkz. Ateş, Tefsîr, VIII/19.
67 Kurtubî, Câmi', XV/260.
sının mümkün olduğunu ve orada gördüklerinin rüyâ olduğunu söyleyen68 ilim adamları da bulunmaktadır.
İyi olsun kötü olsun, Arapça’da her doğru habere müjde adı ve- rilir. Hadislerde geçen ‘Mübeşşirât’, “tebşîr” masdarından türemiş olan ‘mübeşşire” kelimesinin çoğuludur. Tebşîr, muhâtabın gönlüne rahatlık ve sevinç koymaktır ki, dilimizde müjde vermenin karşılığı- dır.69 Bu sebeple ihlâs sahibi mü’minlerin gönülleri rüyâlarla ilâhî müjdelere ve telkinlere açık hale gelir. Ebü’d-Derdâ (ra), Peygam- berimiz’e (sav): “Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlara!”70 âyetinin mahiyetini sormuş, Efendimiz de: “Müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen saf rüyâdır”71 buyurmuşlar. Ayrıca, “Ümme- te, nübüvvetten sonra sadece mübeşşirât kalmıştır” sözünden sonra kendisine mübeşşirât nedir? diye sorulunca da, “sâlih rüyâdır”72 cevabını vermiştir. Görüldüğü gibi ‘mübeşşirât’, salih ve saf rüyâ demek olup nübüvvetten sonra ümmete kalan önemli bir özelliktir. Kur’ân’da Hz. Peygamber’in, son peygamber olduğu kesin bir şekil- de ifade edilmektedir.73 Bu sebeple nübüvvetin en önemli özellikle- rinden biri olan vahiy son bulmuştur.
Saf ve sâlih rüyâdan maksat, mutlaka gerçekleşmesi beklenen rüyâ değil, hâle muvafık olan rüyâdır. Sâdık bir rüyâ bazı kere elem verici olabilir. Elem arzu edilen bir şey olmadığı için, muhataba müjde teşkil etmesi söz konusu olmaz. Ama iyi olsun kötü olsun, Arapça’da her doğru habere müjde adı verilir. Kur’ân’da cennetle müjdelenmek kadar, istihza ve tahkir için cehennemle müjdelen- mekten de bahsedilir. Bu adlandırış haberi duyan kişinin yüzünün değişmesi sebebiyledir. Fakat bizim geleneğimizde müjdenin iyi
68 Bkz. Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII/135; Yazır, Hak Dîni, IV/2867-2868; İbn Haldun, Abdurrahmân Ebû Zeyd, Mukaddime, Haz. Süleyman.Uludağ, Dergah yay., İstan- bul 1982, I/381-384
69 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘bşr’ mad. III/286; Isfehânî, Müfredât, s.47; İbn
Arâbî, Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn, er-Ru’yâ ve’l-Mübeşşirât, ysz., tsz., s. 11.
70 Yûnus, 10/64.
71 Tirmîzî, Muhammed b. İsa, Sünenü Tirmîzî, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992, Rü’yâ
3; Aynı soruyu farklı bir sahabenin sorduğuna dair bkz., Dârimî, Ebû Muhammed
Abdullah, Sünenü’d-Dârimî, Tah. Mustafa Deybü’l-Buğa, Dâru’l-Kalem, Dımeşk,
1414/1996, Rü’yâ 1.
72 Buhârî, Ta’bîr 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as, Sünenü Ebî Dâvûd, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992. Salât 143; Tirmizî, Rü’yâ 2; Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sünenü Nesâî, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992. Tatbîk 9; İbn Mâce, Muhammed b. Yezid, Sünenü İbn Mâce, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992 Rü’yâ 1.
73 Ahzâb, 33/40.
haber için kullanılması o kadar yaygındır ki, bu durum onun sadece iyi ve güzel haberlere has olduğu kanaatini ortaya çıkarmıştır.
III- Kur'ân ve Hadislerde Kullanım Şekilleri
Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde rüyâdan ve uykudan farklı ke- limelerle söz edilmiştir. Uyku ve uykuda görülen rüyâ, Allah’ın kudretinin eseridir. Bizim hem içte (enfüs) hem de dışta (afak) Allah’ın işaretlerini görebilmemiz74 , ancak onların birliği sayesinde olabilmektedir. “O’nun âyetlerinden biri, geceleyin uyumanız, gündüz de O’nun lütfundan nasibinizi aramanızdır.”75 Görüldüğü gibi uyku, Allah’ın insana lutfettiği en büyük nimetlerden biridir. Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetine ve vahdâniyetine delâlet ettiği için Kur’ân’da, “O’nun âyetlerinden biri” diye nitelendirilmiştir. Ayrıca uyku hali insanın şuurunun ve idrakinin gittiği âdeta bir ölüm halidir. Ancak Allah’ın bir lütfu olarak zihnin faaliyeti uykuda iken de devam eder. Rüyâ uykuda iken bir mesaj iletmek veya bazı ifadelerin anlamı şeklinde görülür.
Kur’ân’da dört farklı terim rüyâya isim olarak verilmektedir. Bunlardan ilki olan ‘ايؤر /rü’yâ’ Kur’ân’da altı kez76 geçmektedir. İkinci kelime olan ‘menâm’, ikisinde uyku77 ve iki kere de78 rüyâ anlamında dört kez geçmektedir. Üçüncü kelime iyi haber anlamında79 ‘büşra’ bir kere rüyâ anlamına gelir.80 Bu terimlerin her üçü de ‘güzel rüyâlar’ anlamına kullanılmaktadır. Bu on âyetin altısı kutsal rüyâlarla, dördü Yûsuf (as) ile81 ikisi de İbrâhim (as) ile82 diğer âyetlerde islâmî konulardan bahsedilmektedir. Kötü rüyâlar için Kur’ân’da ‘ملح/hulm’ kelimesi kullanılır. ‘Hulm’ kelimesi Kur'ân’da iki kez ‘adğâsü ahlâm/kötü-karışık rüyâlar’ şeklinde geç- mektedir.83 Diğer âyetteki ahlâm kelimesi84 akıl anlamına gelmekte- dir.
74 Fussilet, 41/53.
75 Rûm, 30/23.
76 Yûsuf, 12/5, 43, 100; İsrâ, 17/60; Sâffât, 37/105; Fetih, 48/27.
77 Rum, 30/23; Zümer, 39/42.
78 Enfâl, 8/43; Sâffât, 37/102.
79 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘bşr’ mad. III/286; Isfehânî, Müfredât, s.47; Bkz.
Peterson, Daniel, “Good News”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001 II/340-341.
80 Yûnus, 10/64.
81 Yûsuf, 12/5, 43, 44, 100.
82 Sâffât, 37/102, 105.
83 Yûsuf, 12/44; Enbiyâ, 21/5.
84 Tûr, 52/32.
Görülen güzel düşlere ‘rüyâ’; kötü, çirkin ve korkunç olanlarına da ‘hulm’ denilmesi âdet olagelmiştir. Bu sebeple rüyâ Allah’a izâfe edilirken, hulm şeytana nisbet edilmiştir. Hoşlanılmayan kötü ve korkunç rüyâ şeytandandır denilir. Bunun sebebi, şeytanın kötülük timsali olmasındandır. Böylece bu kötü düşler, kötü işlerde olduğu gibi mecazen şeytana nisbet edilmiş olurlar.
Bu tür olumsuz, çirkin ve korkunç rüyâların varlığı bir gerçek- tir. Yani bazen insan, herhangi bir anlamı olmayan saçma rüyâlar görebilir. Bunları, insan beyni uykuda düşünür; belli bir maksatları yoktur. Bunların bazen manaları açık ve anlaşılır olabilir, ama ço- ğunlukla karmakarışık, zararlı ve anlamsızdırlar. Bunlar, aralarında bir münasebet olmayan zararlı bazı bitkilerin karmakarışık olmala- rını ifade için kullanılan ‘adğâs’ türünden rüyâlardır. Râzî de tefsi- rinde, ‘ahlâm’ı ikiye ayırmıştır; bir kısmında görülen rüyâlar düzenli ve uyumlu olur. Bunları aklî ve ruhî hakikatler çerçevesinde yorum- lamak mümkündür. Ancak diğer kısmı karmakarışık saçma rüyâlardır; onlarda bilinen bir düzen olmaz. İşte bunlara ‘adğas’ denir.85
Konunun bu noktasında Kur'ân-ı Kerîm’de peygamberlerin rüyâlarından bahsedelim. Kur’ân’da yedi yerde geçen rüyâ kelime- sinin bir kısmı, Yûsuf (as)’un gördüğü rüyâ için, bir kısmı Hz İbra- him’in ve bir kısmını Hz peygamber’in rüyâlarından bahsetmektedir.
Tarihi sıraya uyarak zikredeceğimiz ilk peygamber, üç büyük dinin kabul ettiği İbrahim (as)’in86 , Hz. İsmâîl’i87 kurban etmesine dair gördüğü rüyâ bunlardan ilkidir.
85 Bkz., Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII/148.
86 Hz İbrahim’in yetiştiği ortam hakkında geniş bilgi için bkz., Taberî, Ebû Cafer Mu- hammed İbn Cerîr, Târîhu'l-Umemi ve'l-Mulûk, Dâru'l- Kutubi'l-İlmiyye, Beyrût
1407, I/142-152; İbn Kesîr, Ebû'l-Fidâ İsmail, el-Bidâye ve'n- Nihâye, Mektebetu'l-Maârif, Beyrût trs., I/140-155.
87 Kurban edilen çocuğun Hz. İsmail mi, yoksa İshak mı olduğuna dair görüşler için
bkz. Taberî, Câmi’u’l- Beyân, XXIII/76-86; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVI/133-155
Zemahşerî, Keşşâf, III/306-307, Yazır, Hak Dîni, VI/4063. Ateş, Tefsîr, VII/414-
416; Krş. Tekvin, 22/9-16; Taberî, Tarih, I/148-164; İbn Kesîr, Bidâye, I/149-
155.
88 Sâffât, 37/102.
Birkaç âyet sonra rüyâ hakkında: “ﺎَﻳؤْﺮﱡﻟا ﺖَ ْﻗﺪﱠ ﺻَ
ﺪْ َﻗ” “sen rüyânı doğ-
ruladın” 89 buyrulmaktadır. Bu âyetlerle ilgili yorumlarda, rüyânın
muhtevası ve süreci hakkında bilgiler verilerek, İslâmî düşüncede rüyânın statüsü hakkında değerlendirmelerde bulunulur.
Hz. İbrahim’in rüyâyı üç gece üst üste gördüğünü90 ilk gecenin sabahından itibaren rüyânın Allah’tan mı yahut Şeytandan mı oldu- ğunu düşündüğünü91 , mesajın Allah’tan olduğunu anlayınca oğlunu kurban etmeye hazır olduğunu92 naklederler.93 Hz. İbrahim'in tereddütü, peygamberlerin rüyâlarının durumunun vahye eşit oldu- ğunu bildiren hadisle uyuşmazlık içinde olduğu anlaşılmaktadır.94
İslâmî gelenekte rüyâlar vahiy statüsünde kabul edilmesine rağ- men; Hz. İbrahim(as)’in tereddüt etmesinin ve oğluna “bak, ne der- sin?” şeklinde sormasının bir çelişki oluşturduğunu söyleyenler ol- muştur. Eğer rüyâlar, peygamberlere vahiy niteliğinde ise neden bu rüyâ Hz. İbrahim’in tereddütüne sebep olmuştur Öte yandan, eğer rüyâ kesinliğine delil sağlayamıyorsa, buna rağmen Hz. İbrahim oğlunu nasıl kurban etmeye karar verdi denilmektedir.95 Râzî’nin
bu tereddütlere cevabı, Hz İbrahim rüyâya rağmen tereddüt etti, fakat açık vahiy ile yeniden güvendi şeklindedir.96 Râzînin de söy- lediği gibi, âyet başta menâm kelimesini kullansa da, devamında menâm’ın eşanlamlısı olan, peygamberlere vahyin geliş şekillerin- den birisinin sadık rüyâ97 olduğunu söyleyen hadisle birleştirilebi-
89 Sâffât, 37/105.
90 Bkz., Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVI/153; Kurtubî, Câmi', XV/102; Suyûtî, Dürrü’l- Mensûr, V/307; Hawing G.R; “Oaths”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001, III/561-566; Bkz. Claude Gilliot “Exegesis Of The Qur’an: Classical And Medieval” Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001, II/99-121.
91 Bkz. Rippin, Andrew, “Devil”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane
Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001, I/524-527.
92 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVI/153; Kurtubî, Câmi', XV/101-2; Suyûtî, Dürrü’l- Mensûr, V/308.
93 Bkz. Sâffât, 37/103-107, Karş. Tevrat, Tekvin, 22/2-14; Zemahşerî, Keşşâf, IV/51; Nesefî, Medârik, IV/25; Yazır, Hak Dîni, VI/4061-4062.
94 Suyûtî, Dürrü’l-Mensûr, V/305.
95 Bkz. Alexander, Scott C. “Trust And Patience”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln
2001, V/378-385.
96 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVI/153.
97 Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV/51; İbn Kesîr, Bidâye, I/157; Yazır, Hak Dîni, VI/4062; Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1.
lir.98 Bu rüyâ hakkındaki bilgiyi Râzî, tersi bir şekilde gerçekleşen rüyâlar şeklinde sınıflandırır.99
Kur'ân-ı Kerîm’de rüyâ denilince sözü edilen ikinci peygamber Hz. Yûsuf'tur. Yûsuf Sûresinin başında geçen ifadeler, rüyânın muhtevâsını ve başlangıcını anlatırken, sonundakiler ise rüyânın ta’bîrine vurgu yapmaktadır. Rüyânın sâdık bir rüyâ olarak gerçek- leştiği âyetlere yansımaktadır.
ﻻَ ﲏﱠَ ُـﺑﺎَﻳ لَ ﺎَﻗ ﻦﻳﺪِ ﺟِ ﺎﺳَ
ﱄِ ﻢْ ﻬُ ـُﺘـْﻳَأرَ ﺮَﻤَ ﻘَْﻟاوَ ﺲَ ﻤْ ﺸﱠ ﻟاوَ ﺎًﺒﻛَﻮْﻛَ ﺮَﺸَ ﻋَ
ﺪَ ﺣَ َأ ﺖُ ْﻳَأرَ ﱐﱢ ِإ ﺖِ َﺑَأﺎَﻳ ﻪِﻴِﺑَﻷِ ﻒُ ﺳُ ﻮُﻳ لَ ﺎَﻗ ذْ ِإ
100 ﲔِﺒﻣُ وﱞﺪُ ﻋَ نِ ﺎﺴَ ْﻧﻺِِْﻟ نَ ﺎَﻄﻴْﺸﱠ ﻟا نﱠ ِإ اﺪً ﻴْﻛَ ﻚَ َﻟ اوﺪُ ﻴﻜِ َﻴـَﻓ ﻚَ ِﺗﻮَﺧْ ِإ ﻰَﻠﻋَ كَ ﺎَﻳؤْرُ ﺺْ
ﺼُ ﻘْ ـَﺗ
ﻞِ ﻳوِ ْﺄَﺗ ﻦْ ﻣِ ﲏَِﺘﻤْ ﱠﻠَﻋوَ ﻚِ ْﻠﻤُ ْﻟا ﻦَ ﻣِ ﲏَِﺘﻴْـَﺗاَء ﺪْ َﻗ بﱢ رَ(...) ﺎﻘًّﺣَ
ﰊﱢرَ ﺎﻬَ َﻠﻌَ ﺟَ
ﺪْ َﻗ ُﻞﺒْـَﻗ ﻦْ ﻣِ يَ ﺎَﻳؤْرُ ﻞُ ﻳوِ ْﺄَﺗ اﺬَ ﻫَ ﺖِ َﺑَأﺎَﻳ لَ ﺎَﻗوَ
101 ﲔَ ِﳊِ ﺎﺼﱠ ﻟﺎِﺑ ﲏِﻘِْﳊْ َأوَ ﺎﻤً ِﻠﺴْ ﻣُ ﲏِﱠﻓﻮَـَﺗ ةِﺮَﺧِ ﻵْاوَ ﺎَﻴـْﻧﺪﱡ ﻟا ﰲِ ﻲﱢﻴِﻟوَ ﺖَ ْﻧَأ ضِ رَْﻷْاوَ تِ اﻮَﻤَ ﺴﱠ ﻟا ﺮَﻃِ ﺎَﻓ ﺚِ ﻳدِ ﺎﺣَ َﻷْا
Kur'ân uzun bir sûreyi Hz. Yûsuf'a ve rüyâsına ayırmıştır. Tev- rat'ın Tekvin bölümünün 37-50. bapları da aynı şekilde, ağırlıklı olarak Yûsuf Peygamber ve rüyâsıyla ilgilidir.102 Hz. Yûsuf, küçükken
rüyâ görür103 ve babasına rüyâsını anlatır. Hz Yakup rüyâda geçen
‘güneşi’ kendisi, ‘ayı’ eşi (Yûsuf’un üvey annesi), ‘on bir yıldızı’, Yûsuf’un on bir kardeşi104 olarak yorumlar. Bilindiği gibi daha sonra kardeşleri ona tuzak kurup, kuyuya atınca, köle olarak satılır. Son- rasında da, ülkenin hazinelerinin başına getirilir. Aradan yıllar geçmiştir ve kardeşleri Yûsuf'un makamında ona secde edince, O, çocukken gördüğü rüyâsını hatırlayacak ve "babacığım, işte bu, daha
, 98-Dürrü’l-Mensûr, V/306-307.
99 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVI/156, 157.
100 Yûsuf, 12/4-5.
101 Yûsuf, 12/100-101.
102 Bkz. Yûsuf, 12/4-101, Karş., Tevrat, Tekvin, 37-50. baplar.
103 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII/89; Buhârî, Tefsir, 12/2; Yûsuf (as)’un Kur’an’da anlatılan rüyâsından önce başka bir rüyâ gördüğü zikredilir. O rüyâsında da on bir değneğin tıpkı bir daire teşkil edecek şekilde dikine çakılı olduğunu, akabinde de kü- çük bir değneğin onların üzerine çullanıp hepsini yuttuğunu gördüğünü ve bunu ba- basına anlattığını, onun da rüyâsını kardeşlerine anlatmaması için uyardığını nak- letmektedir. Bu rüyâyı gördüğünde Yûsuf’un yedi yaşında olduğu söylenmiştir. Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII/89.
104 Yûsuf’un on bir kardeşinin isimleri tefsir kaynaklarında: Yehuda, Rubyal, Şemon, Lâvi, Ribalon, Yeşcer, Deyne, Dân, Neftâlî, Câd ve Aşir şeklinde zikredilir. Bkz., Zemahşerî, Keşşâf, II/420. Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII/93-94.
önce gördüğüm rüyânın yorumudur, Rabbim onu gerçekleştirdi"105
diyecektir.106 .
Kur'ân-ı Kerîm’de, Hz İbrahim ve Yûsuf’un rüyâlarından başka
Hz. Peygamber(sav)’in gördüğü rüyâlardan da bahsederek: “ ﺎﻣَوَ
سِ ﺎﱠﻨﻠِﻟ ًﺔَﻨـﺘِْﻓ ﻻﱠِإ كَ ﺎَﻨـْﻳرََأ ﱵِﱠﻟا ﺎَﻳؤْﺮﱡﻟا ﺎَﻨﻠْﻌَ ﺟَ
/ "Sana gösterdiğimiz rüyâyı sınama vesilesi
yaptık"107 ifadesiyle, açık bir şekilde, bir rüyâdan ve rüyânın imtihan
vesilesi oluşundan bahsedilmektedir. Ancak bu rüyânın ne olduğu, nasıl ve niçin imtihan vesilesi kılındığı açıklanmaz.108
Kur'ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in başka bir rüyâsından daha bahsedilmektedir:
ﻻَ ﻦَ ﻳﺮِ ﺼﱢ ﻘَﻣُوَ ﻢْ ﻜُ ﺳَ وُءرُ ﲔَ ﻘِﱢﻠَﳏُ ﲔَ ِﻨﻣِاَء ُﻪﱠﻠﻟا َءﺎﺷَ
نْ ِإ مَ اﺮََﳊْ ا ﺪَ ﺠِ ﺴْ ﻤَ ْﻟا ﻦﱠ ُﻠﺧُ ﺪْ َﺘَﻟ ﻖﱢ َﳊْ ﺎِﺑ ﺎَﻳؤْﺮﱡﻟا ُﻪَﻟﻮﺳُ رَ ُﻪﱠﻠﻟا قَ ﺪَ ﺻَ
ﺪْ ﻘََﻟ
ﺎًﺒﻳﺮَِﻗ ﺎﺤً ﺘْـَﻓ ﻚَ ِﻟ
نِ ودُ ﻦْ ﻣِ ﻞَ ﻌَ ﺠَ َﻓ اﻮﻤُ َﻠﻌْ ـَﺗ ْﱂَ ﺎﻣَ ﻢَ ِﻠﻌَ ـَﻓ نَ ﻮُﻓﺎَﲣَ
"Andolsun Allah, Resûlünün rüyâsını doğru çıkardı. Allah'ın di- lemesiyle (kiminiz) başlarını tıraş etmiş olarak, (kiminiz de) saçlarını
kısaltarak korkmadan, güven içinde Mescid-i Haram'a gireceksiniz"109
Rüyâda görülen detaylar zikredilerek bunların gerçekliğine işaret edilmiştir. Âyetteki “Allah elçisinin rüyâsını doğru çıkardı” ifadesin- den peygamberinin rüyâsını doğru çıkardığı ve Mekke'ye girdikleri110 bilinmektedir. 111
Bunlardan başka Kur'ân-ı Kerîm’de diğer iki yerde Hz. Peygam- ber’in (sav) rüyâsı söz konusu edilmektedir. İsrâ sûresi112 ile Necm
105 Yûsuf, 12/100.
106 Bkz. İbn Kesîr, Ebû'l-Fidâ İsmail, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Thk: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed Seyyid Reşad, Kahire 1421/2000, VIII/74; İbn Kesîr, Bidâye, I/199-220.
107 İsrâ, 17/60.
108 Hz. Peygamber’in Mekke'ye girdiğini görmüş olması olabilir diyenler olduğu gibi; sözü edilen rüyânın bir sene sonra Müslümanların Mekke'ye girmesiyle gerçek- leştiğini kabul edenler de olmuştur. Ancak bu rivayetin zayıf olduğu ifade edilmekte- dir. Bu tartışmalar hakkında bkz. Zemahşerî, Keşşâf, II/648; IV/336; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVIII/104-105; Kurtubî, Câmi’, X/282-283; İbn Kesîr, Tefsîr, V/90; VII/337; Ateş, Tefsîr, V/230-231.
109 Bkz. Fetih, 48/27.
110 Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV/336; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVIII/104; İbn Kesîr,
Tefsîr, VII/337; Nesefî, Medârik, IV/163; Ateş, Tefsîr, VIII/493.
111 Hz Peygamber’in Mekke'ye gireceği şeklindeki rüyâsı ile ilgili, antlaşması gereği geri dönülünce, ashabın bazısının tereddüt ettiği bilinmektedir. Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV/336; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVIII/104-105; İbn Kesîr, Tefsîr, VII/337; Ateş, Tefsîr, VIII/491.
112 İsrâ, 17/1.
sûresinin ilk âyetleri113 mi‘rac olayına işaret etmektedir. İsrâ sûresinde, peygamberimizin hadislerde anlatılan miraç gecesi olay- larıdır. Hadislerde yer alan ve mi‘racın, ‘uyku ile uyanıklık arasında’ bir durumdayken başladığını, Hz Peygamber’in uyandığında kendi- sini Mescid-i Harâm’da bulduğunu belirten ifadeler sebebiyle114 “Peygamber uyandı ki Mescid-i Harâm’dadır” denilmektedir.115 . Va- hiy yollarından birinin rüyâ olduğu kabul edilir. Nitekim aynı sûrede mi‘rac olayı kastedilerek “sana gösterdiğimiz rüyâ”116 şeklinde bir ifade bulunmaktadır.117
Kur'ân peygamberlerin dışında, bazı kişilerin rüyâlarından da söz edilmektedir. Bunların ilki, Hz. Yûsuf’un zindan arkadaş- larının rüyâlarıdır.118
"Onlardan biri dedi ki: Ben rüyâmda şarap sıktığımı görüyo- rum. Öteki ise, ben de görüyorum ki, başımın üstünde ekmek taşı- yorum, kuşlar ondan yiyor. Bunun yorumunu bize haber ver. Zira biz seni iyi davranan (rüyâları iyi yorumlayan)lardan görüyoruz."119
Hz. Yûsuf arkadaşlarının rüyâlarını, birisinin krala şarap sunacağı;
diğerinin rüyâsını da, asılıp kuşların başından yemesiyle yorumlar. Bu rüyâların gerçekleştiğini açıkça ifade edilmese de, arkadaşların- dan ilki kralın yanında, "Beni efendinin yanında an"120 dediği kişidir. Tevrat'ta Hz Yûsuf’un zindan arkadaşlarının rüyâsı ve yorumundan, geniş bir şekilde bahsedilmekte ve rüyânın üç gün sonra yorumlan- dığı şekilde gerçekleştiği anlatılmaktadır.121
Bu süre zarfında, kral bir rüyâ görür ki bu, son olarak bahse- deceğimiz rüyâdır.
ﻸﳌا ﺎﻬﻳأ ﺎﻳ .تﺎﺴﺑﺎﻳ ﺮﺧأو ﺮﻀﺧ تﻼﺒﻨﺳ ﻊﺒﺳو فﺎﺠﻋ ﻊﺒﺳ ﻦﻬﻠﻛﺄﻳ نﺎﲰ تاﺮﻘﺑ ﻊﺒﺳ ىرأ ﱐإ ﻚﻠﳌا لﺎﻗو نوﱪﻌﺗ ﺎﻳؤﺮﻠﻟ ﻢﺘﻨﻛ نإ يﺎﻳؤر ﰲ ﱐﻮﺘﻓأ
113 Necm, 53/1-18.
114 Buhârî, Tevhîd, 37; Salât, 1; Bed’ü’l-halk, 6; Taberî, Câmi’u’l- Beyân, XV/5.
115 Bkz. Taberî, Câmi’u’l- Beyân, XV/5; İbn Kesîr, Tefsîr, V/40-41; Şevkânî, Feth, V/123-124; Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, İrfan yay., İstanbul 1980, I/92.
116 İsrâ, 17/60.
117 Âyetteki ifade hakkında bkz., Taberî, Câmi’u’l- Beyân, XV/110; İbn Âşûr, Muhammed Tâhir, Tefsîrü’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Tunus 1984, XV/146.
118 Bkz. Yûsuf, 12/23-35.
119 Yûsuf, 12/36.
120 Yûsuf, 12/41.
121 Tevrat, Tekvin, 40/9-23.
"Ben rüyâmda yedi semiz inek görüyorum, bunları yedi zayıf inek yiyor. Ve yedi yeşil, yedi de kuru başak görüyorum. Ey efendi- ler bu rüyâmın yorumunu bana anlatın, şayet siz gerçekten rüyâyorumcusu iseniz."122 Kâhinler de: ﲔﻤِ ِﻟﺎﻌَِﺑ مَِﻼﺣْ َﻷا ﻞِ ﻳوِ ْﺄَﺘِﺑ ﻦُ ْﳓَ
ﺎﻣَوَ مٍَﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ ْاﻮُﻟﺎَﻗ
“Yorumcular, “Bunlar karmakarışık düşlerdir” 123 diyerek rüyâdan bir
şey anlamadıklarını ve bunun normal rüyâ olmadığını, “biz bunun te’vîlini bilmiyoruz” diye itiraf ederler.
Hz Yûsuf, rüyâyı:"Siz, âdetiniz üzere yedi yıl (ekin) ekersiniz, biçtiğinizi başağında bırakırsınız. Ancak, yiyeceğiniz az bir miktarı (alırsınız, gerisini depo edersiniz). Sonra onun ardından, yedi kurak yıl gelecek ki, (tohumluk olarak) sakladığınız az miktar dışında, o yıllar, önceden biriktirdiklerinizi yiyip bitirir. Sonra onun ardından bir yıl gelir ki, o yılda insanlara bol yağmur verilir ve insanlar o yıl (bol bol) meyve sıkar (hayvan sağarlar)." şeklinde yorumlar. Bu yorumu beğenen kral, onu hazineden sorumlu bakan yapar. 124 Böy- lece Yûsuf, rüyâ yorumculuğu sayesinde, zindandan bakan koltu-
ğuna yükselir. Kur’ân kralın gördüğü rüyâ için yorumcuların
‘adğâsu ahlâm’ dediklerini söyler ancak, rüyânın adğâsu ahlâm/anlamsız saçma sapan olduğunu kabul etmez. Çünkü yorum Hz Yûsuf'un dediği şekilde gerçekleşmiştir. Yedi yıl bolluk ardından, yedi yıllık kıtlık olur. Hz Yûsuf'un ailesinin olduğu Filistin’de kıtlık olur. Kardeşleri de Mısır'a mal almaya gelince Hz. Yûsuf onları tanır ve sonradan onları yanına aldırır.125
Peygamberlerin dışındaki insanların rüyâlarına bir başka örnek de: İsrailoğullarına yapılan iyilikler cümlesinden olmak üze- re: "Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık. Onlar size azabın en kötüsünü reva görüyor; oğullarınızı boğazlıyor, kızlarınızı sağ bıra- kıyorlardı"126 demektedir. Firavun bunu gördüğü bir rüyâ sebebiyle yapıyordu. Rüyâsının yorumunda kâhinler, İsrailoğullarından bir erkek eliyle saltanatının sona erdirileceğini söylemişlerdir. Bu se- beple Firavun, doğan erkek çocukların öldürülmesini istemişti.127
Kur’ân’da İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürülüp, kızlarının
122 Yûsuf, 12/43. Karş. Tevrat, Tekvin, 41/1-7; 17-24.
123 Yûsuf, 12/44.
124 Yûsuf, 12/47-57. Karş. Tevrat, Tekvin, 41/26-45.
125 Yûsuf, 12/58-101. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, IV/322-337.
126 Bakara, 2/49; İbrahim, 14/6; Kasas, 28/4.
127 İbn Kesîr, Tefsîr, I/128; İbn Kesîr, Bidâye, I/238; Ateş, Tefsîr, I/162.
bırakılmalarından bahsedildiği halde, bu rüyâdan bahsedilmediği için böyle bir rüyâyı kabul etmeyen müfessirler bulunmaktadır.128
Hulm kelimesi de, Kur'ân-ı Kerîm’de çoğul şekliyle üç yerde geçmektedir ki bunlardan ikisi, rüyâ anlamındadır. Birincisi, biraz önce zikrettiğimiz melîkin gördüğü rüyâdır. İkincisi, Hz. Peygam-
ber(sav)’in anlattıklarını inkâr etmek için:…مٍَﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ ْاﻮُﻟﺎَﻗ ﻞْ َﺑ “Hayır,
bu anlatılanlar, onun gördüğü karmaşık rüyâlardan başkası değil-
dir”129 dedikleri rüyâdır.
Bir üçüncüsü de Hz Peygamber’in mesajına karşı çıkanların, bu tavırlarının makul bir gerekçe ile mi reddettikleri, yoksa hakikati açık açık inkâr mı ettiklerini soran âyettir. “Akılları mı onlara bu [tavrı takınmaları]nı telkin ediyor, yoksa (bu hal) [sadece] kaba bir
küstahlığın eseri midir?”نﻮُﻏﺎَﻃ مٌﻮْـَﻗ ﻢْ ﻫُ مَْأ اﺬََđِ ﻢﻬُ ﻣُ ﻼَ ﺣْ َأ ﻢْ ﻫُﺮُﻣُْﺄَﺗ مْ أ
130
◌َ Bu âyette müş-
riklerin çelişkili söz ve tutumlarına dikkat çekilmektedir. Zira onlar
Hz Peygamber’i bir taraftan mecnun ilân ederken; diğer taraftan da onu özel yetenek ve ince zekâ gerektiren şairlik ve kâhinlikle nite-
131
lemeleri akıl ve mantığa sığacak iş değildir.
Bu kısa âyette putpe-
restlerin Peygamber ve vahiy karşısındaki küstahça tutumları eleşti-
rilirken hilim ve tuğyan kavramları çerçevesinde dolaylı olarak, iki büyük zihniyet farkına da dikkat çekilmektedir. Müfessirler, buradaki “ahlâm”ın tekili olan hilim kelimesini genellikle “akıl”, âyette bunun karşıtı bir konumda kullanılan “tâgî”nin türetildiği tuğyânı da “isyanda sınır tanımama, konuşurken hezeyanlar savur- ma” şeklinde açıklamışlardır132 .
Hadislerde Rüya
Bu bilgilerden başka, hadis kitaplarının hemen hepsinde rüyâdan, rüyâ çeşitlerinden, Hz. Peygamber'in gördüğü rüyâlardan, yaptığı rüyâ tabirlerinden ve rüyâlar hakkında nasıl davranılması gerektiğinden genişçe bahsedilmektedir.
Bilindiği gibi vahiy yollarından birinin rüyâ olduğu kabul edilir. Bu durum hadislerde: "Rasûlullah (sav)'e vahyin ilk gelişi uykuda
128 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, III/69; Ateş, Tefsîr, I/162. Rüyâ ile ilgili rivayeti kabul edip âyetleri buna göre tefsir eden müfessirler ve görüşleri hakkında bkz. Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, I/141; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I/61.
129 Enbiyâ, 21/5.
130 Tûr, 52/32.
131 Zemahşerî, Keşşâf, IV/35-36.
132 Meselâ bk. Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVIII/257-258; Şevkânî, Feth, V/115; İbn
Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘hlm’ mad. IX/979.
rüyâ-ı sâliha (sadıka) görmekle olmuştur. Rasûlullah'ın gördüğü bütün rüyâlar sabah aydınlığı gibi apaçık rüyâlardı"133 şeklinde ifade edilir. Nitekim İsrâ sûresinde mi‘rac kastedilerek “sana göster- diğimiz rüyâ”134 şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüyâ kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyânın kastedilmiş olabileceği de belirtilmekte- dir.135
Rasûlüllah (sav)'in vefatıyla vahiy, dolayısıyla vahiy olan sâdık rüyâlar da kesilmiştir. Ama her mü'mine nasip olabilmesi mümkün olan sâdık rüyâlar devam etmektedir. Bu sâdık rüyâlar ilham kabi- lindendir ve her mü'min bu çeşit rüyâları görebilir. Bunun için Rasûlullah (sav): “Sâdık rüyâyı doğru sözlü kişiler görür ve bu kişile- rin rüyâsı Cenab-ı Hakktan bir müjdedir.”136 “Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirat kalmıştır”, diyerek, mübeşşirâtı da, sâlih rüyâlar şeklinde açıklamıştır.
Bu anlamda mü’minlerin rüyâları hakkında: "Kıyamet yaklaşın- ca (ahir zamanda) mü'minin rüyâsı yalan çıkmaz"137 buyurmaktadır. Sâdık rüyâyı doğru sözlü kişiler görür ve bu kişilerin rüyâsı Cenab-ı Haktan bir müjdedir.138 Sâdık rüyâlar genellikle seher vakitlerinde görülür139 Sadık rüyâlar sevindirici (mübeşşirat) olduğu gibi, ikaz edici de olabilir.
Kıyametin yaklaştığı dönemde, salih mü’minlerin daima isabetli rüyâlar görecekleri: “Zaman yaklaşınca mü’minin rüyâsı yalan çık- maz. Mü’minin rüyâsı nübüvvetin kırk altı cüzünden biridir.”140 “Si- zin en doğru rüyâ görenleriniz, en doğru söyleyenlerinizdir.”141
Buhârî rivâyetinde “Nübüvvetten cüz olan şey yalan olmaz” ilave- sinden sonra: “Sâlih rüyâ olup Allah’tan bir müjdedir”142 bilgileri verilmektedir.
133 Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1.
134 İsrâ, 17/60.
135 Meselâ bk. Taberî, Câmi’ul-Beyân, XV/110; İbn Âşûr, Tefsîrü’t-Tahrîr, XV/146.
136 Müslim, Rüya, 6.
137 İbn Mâce, Rüya; 9.
138 Müslim, Rüyâ, 6.
139 Tirmizi, Rüyâ, 3; Dârimî, Rüyâ, 9.
140 Buhârî, Ta’bîr 26; Müslim, Rü’yâ 6. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 8; Tirmizî, Rü’yâ 1.
141 Müslim, Rü’yâ 6.
142 Buhârî, Ta’bîr 26.
Mü'minin göreceği sâdık rüyâların başında, Rasûlüllah (sav)'i rüyâsında görmesi gelir. Hz Peygamber, rüyâda kendisinin görül- mesi hususunda da: “Her kim rüyâsında beni görürse, muhakkak o kimse hak ve gerçek olarak beni görmüştür. Çünkü şeytan, benim şekil ve hakikatime giremez” 143 demektedir.
Hadislerde rüyâdan, rüyâ çeşitlerinden, Hz. Peygamber'in gör- düğü rüyâlardan, kendisinin yaptığı tabirlerinden ve rüyâlar hak- kında nasıl davranılması gerektiğinden bahsedildiği gibi, başkaları- nın rüyâ tabirinde dikkat edilmesi gereken hususlar da zikredilmiş- tir. Bu konuda İmam Malik: "Herkes rüyâ tabir eder mi?" şeklindeki soruya "Nübüvvetle oynanır mı?” diye cevap vermiştir. Yine İmam Malik, “Rüyayı iyi tabir edenler yorumlasınlar. Eğer iyi görürse söy- lesin; iyi görmezse iyi söylesin veya sussun” demiştir. "İyi görmese de onu iyi olarak mı tabir etsin?” sorusuna, "Hayır” demiş; sonra "Rüya nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvetle oynanmaz” demiş- tir.144
Peygamberliğin 12 veya 13. yılında145 meydana gelen mi’rac
hadisesi, hadislere göre146 bir gece Hz Peygamber (sav) “uyku ile uyanıklık arasında iken” meydana gelmiştir. Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi’racın Hz. Peygamber “uyku ile uyanık- lık arasında” bir durumda iken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Haram’da bulduğunu belirten ifadeler sebebiyle “Peygam- ber uyandı ki Mescid-i Haram’dadır” denilmektedir.147
Ashâb-ı kirâmdan biri bir rüyâ gördüğü zaman, bunu gelip Resûl-i Ekrem’e anlatırdı.148 O(sav)’da onların rüyâlarını yorumlar- dı. Bu hususta, Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in zaman zaman ashabın rüyâlarını ta’bir ettiğini, kendisinin de bir rüyâsını kardeşi Hz. Hafsa'ya anlattığını söylemiştir. Bunun üzerine Hz Peygamber: "Abdullah ne iyi adamdır! Fakat gecenin bir kısmında (kalkıp da) namaz kılmayı âdet edinseydi" 149 dediğini nakletmiştir.
143 Buhârî, İlm 38; Ta’bîr 10; Müslim, Rü’yâ 11-13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb
88; Tirmizî, Rü’yâ, 4, 7.
144 Kurtubî, Cami’, IX/122-127; Yazır, Hak Dini, IV/2863-2869.
145 Muhammed Hamîdullah’a göre bi‘setin 9. yılında; bk. Hamidullah, İslâm
Peygamberi, I/92.
146 Buhârî, Salât, 1; Bed’ü’l-halk, 6; Tevhîd, 37
147 Buhârî, Tevhîd, 37. Konu hakkındaki değerlendirmeler için bkz., Taberî,
Câmi’ul-Beyân, XV/5; İbn Kesîr, Tefsîr, V/40-41.
148 Buhârî, Ta'bîr 48; Buhârî, Cenâiz, 93.
149 Buhârî, Teheccüd 2, 21, Fezâilü’s-sahâbe, 19, Ta`bîr, 25, 36; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 139, 140.
Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerin kullandığı kelimelerin ve mütekâriblerinin farklarına geçmeden evvel son olarak kısaca rüyâların psikolojik ve dînî olarak hayata etkilerinden bahsedelim. Kur’ân’a göre, beşeri alanda olduğu kadar, rüyâ yorumunda, meta- fizik alanda da akıl yürütme, düşünme ve tartışma delile ve bilgiye dayandırılmalıdır. Bu nedenle akıl yürütmenin, düşünmenin bilinen alanlarla ilgili olması ve bilgi sahibi olmadan bu tartışmalardan kaçınılması gerekir.150
İnsanlar üzerinde öteden beri rüyâların hayatla bağlantısı ve şu ya da bu şekilde etkili olduğu bilinmektedir. Hz Peygamber, olum- suz rüyâların etkisinde kalınmaması için yapılabilecek şeylere işaret ederek; kötü bir rüyâ görüldüğünde sol tarafa üç kere tükürülmesi- ni, onun şerrinden Allah'a sığınılmasını, yataktan kalkıp namaz kılınmasını151 ve kötü rüyânın insanlara anlatılmamasını tavsiye etmiştir. Böyle yapıldığı zaman rüyâdan zarar görülmeyeceğini "152 söylemiştir.
Rüyâsında olumsuz şeyler gördüğünü söyleyen sahabeye: “İn- sanlara, şeytanın rüyânda senle oynamasını anlatma”153 diyerek an- latmasına engel olmuştur. Olumlu, güzel rüyâlar hakkında da "Siz- den biri iyi ve güzel bir rüyâ gördüğünde, onu sadece sevdiği kimseye anlatsın, onun dışındakilere anlatmasın."154 diyerek olumlu ve olum- suz rüyâların insanın psikolojik durumuna etkisini işaret etmiştir.155
Kötü rüyâ anlatıldığı zaman, onu yorumlayanların da etkisiyle, rüyâdaki kötü durumun gerçekleşebileceği gibi bir beklenti içine girilebilir. Bu da kişiyi psikolojik olarak olumsuz bir şekilde etkiler. Güzel ve iyi rüyâları, sevilen, güvenilen kimselere anlatmanın da, rüyâların güzel bir şekilde yorumlanacağı için, kişinin manevi bir haz duyacağı bundan da mutluluk duyacağı bildirilmektedir. Sevil- meyen kişiler, belirli sebeplerle rüyâyı yanlış yorumlayarak kişinin üzülebileceği bildirilmektedir.156
150 Al-i İmrân, 3/66.
151 Bkz. Buhârî, Ta’bîr, 26, 46; Tirmizî, Rüyâ, 1.
152 Bkz. Buhârî, Ta’bîr, 3-4, 14, 46; Müslim, Rüyâ, 1, 3; Tirmizî, Rüyâ, 5; Daavât
52; İbn Mâce, Rüyâ, 4; Ebû Dâvûd, Edeb 88; İbni Mâce, Ta’bîr 4; Rü’yâ 3; Dârimî, Rüyâ, 5; Mâlik, Rüyâ, 4.
153 Müslim, Rüyâ, 2; İbn Mâce, Rüyâ, 5.
154 Bkz. Buhârî, Ta’bîr, 46; İbn Mâce, Rüyâ, 6.
155 Hz Peygamber’in irtihalinden sonra, gördüğü rüyâlar sebebiyle hastalanan sahabi vardır. Bkz. Bkz. Buhârî, Ta’bîr, 46
156 Rüyâların yorumları ve psikolojik hayat üzerindeki etkileri hakkında geniş bilgi
için bzk. Aydar, Hidayet, “Kur’ân’da Rüyâlar ve Rüyâların Hayata Yansımaları”
Rüyâların kişinin psikolojik hayatına etkisinden başka dînî ha- yata üzerinde de etkisi bulunmaktadır. İslam'ın beş vakit namaz157 , kurban kesmek158 , ezan159 , kadir gecesinin vakti160 gibi bazı prensip- lerinin rüyâ ile tesbit edildiği bilinmektedir.161
Bazı tefsirciler de, rüyâların berraklığı ve tamamlanmasına göre sınıflandırılmasını teklif ederler. Mesela bunlardan Fahreddin Râzi162 , rüyâlarla ilgili üç sınıftan söz eder. 1) Hz Muhammed’in Hudeybiye’deki rüyâsında Mekke’nin fethini gaipten haber vermesi gibi mesajlardaki ve açıklamalardaki rüyâlar gerçek olur.163 2) Hz İbrahim’in rüyâsı gibi, mesajın tersi yönünde gerçekleşen rüyâlar ki, orada mesaj, oğlunu kurban etmesi şeklinde idi fakat gerçek bir koçun kurban edilmişti.164 3) Anlaşılması için yorumlanmaya ihti- yaç hisseden rüyâlar ki, Yûsuf Sûresindeki dört rüyâ buna örnek olarak gösterilebilir.
IV- Rüyâ ve Hulm Kelimelerinin Farkları
Çalışmamızın giriş kısmında da ifade ettiğimiz gibi mütekârib kelimelerin anlam farklarını gösteren en önemli literatür, Arap Di- li’nin zirvesini teşkil eden Kur’ân-ı Kerîm ve hadis metinleri ile Arap Dili’nin zirveye ulaştığı dönemlerdeki nesir ve manzûm metinlerdir. Burada metin öyle şekillendirilmiştir ki, mütekârib kelimenin dışın-
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V, Sayı: 1, Samsun 2005, s. 51-53; Özarslan, Selim, “İslâmî Kaynaklar Işığında Rüya Konusuna Kelamî Bir Yaklaşım” DİD. cilt 45, sayı 4, Ankara 2009, s. 96-105.
157 Bkz. Ateş, Tefsîr, V/194; İbn Kesîr, Tefsîr, V/5-42; Buhârî, Kitâbu's-Salâh, 1,
Bed'u'l-Halk, 6, Menâkibu'l-Ensâr, 42; Müslim, İmân, 74.
158 Kevser, 108/2. Bkz. Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXXII/130; Yazır, Hak Dîni, IX/6196-6201; Cessâs, Ebûbekir Ahmed b. Ali, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'l-Kitâbi'l- Arabî, Beyrût, trs., III/475-476; Buhârî, Edâhî, 7; Müslim, Edâhî, 3.
159 Bkz. İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Tah.
M. es-Sîkâ.Ebyârî-A.Şelebî, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrût 1985, II/508-509; Buhâri, Ezân, 1-4; Müslim, Salâh, 1; Tirmizî, Salâh, 139; İbn Mâce, Ezân, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsnedü Ahmed b. Hanbel, Çağrı yay., İstanbul 1402/1982, IV/42-
43.
160 Bkz. Kadr, 97/1-5. Buhârî, İmân, 25, 36; Teheccüd 21; Leyleti'l-Kadr, 1-4, 13; Müslim, Sıyâm 40.
161 Rüyâların dînî hayat üzerindeki etkileri hakkında bkz. Aydar, “Kur’ân’da
Rüyâlar” s. 53-57.
162 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXVİ, 157
163 Fetih, 48/27.
164 Sâffât, 37/102-105; Bkz. İshak, Firestone Reuven “isaac” Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden– Boston–Koln 2001 II/561-562; Firestone, Reuven “İshmael” Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden– Boston–Koln 2001 II/563-564. kalan bütün kelimeler ve cümlenin/pasajın bütün anlamı, öteki mütekâribini yerleştirmeyi imkansız kılar. Öteki mütekârib getirile- cek olsa, cümlenin bütün konteksiyle kastedilen anlamı bozulur. Konteks unsuru, bize tam anlamıyla farkı vermez, ama kelimeler arasındaki farkı pratik olarak destekleyen unsurları verir.165
Furûk kitaplarında kelimeler arasındaki farklar, el-fark beyne şeklinde, bazen genel başlıklar halinde, bazen de alt başlıklar ha- linde verilmektedir.166 Zerkeşî ve Suyûtî gibi İslam alimleri eserle- rinde, “müterâdif sanılan, fakat aralarında farklar bulunan kelime- ler” şeklinde attıkları bâb başlıklarında, Kur’ân konteksinde kullanı- lan bir kısım kelimeler arasındaki farkları vermektedirler.167 Furuk âlimleri veya müfessirler de, kelimeler arasındaki farkları verirken, iki mütekâribden birinin kullanılmasının, ilgili makamın, o kelime- den birini gerektirmesinden; o mütekâribin yüklendiği anlamın o makama en uygun olmasından kaynaklandığını sebep olarak zikre- derler.168
Furûk kaynaklarında bu unsur, genel itibariyle birinin metin konteksi içinde kullandığı bir yapının, ötekinde olmaması şeklinde ifade edilir. “Şu kelime, şu anlamda kullanılır, ama öteki kullanıl- maz” veya “Bunun için şöyle denir, ama öteki için şöyle denemez” gibi ifadelerle verilir. Kelimenin bazen geçtiği dar konteksteki kullanım biçimi anlamıyla ilgili ayrıntıları verirken; bazen de kelimenin bir metinde geçtiği bütün yerlerdeki (bütüncül konteks) kullanım bi- çimlerinin analizi, bize kelime ile ilgili teferruatı ortaya çıkarır. Mütekâriblerin tefsîrinde, müfessirler arasında iki farklı yaklaşım olagelmiştir. İlki, mütekârib kelimelerin müterâdif olduğunu/bir anlama geldiği; diğeri de müterâdif olduğu sanılan kelimeleri mütekârib olarak vasfedip aralarındaki farkları vermeleridir.169
Bu hususu, birkaç müfessirin bu kavramları nasıl sunduğunu zikrederek delillendirmiş olalım. Müfessirler terâdüf kavramını ya hiç kullanmamışlar, ya da çok az kullanmışlardır. Mesela Taberî,
165 Bu hususta geniş tahlil için bkz., Kaddûr, Ahmed Muhammed, Musannefâtü’l-Lahn ve’t-Teksîfü’l-Luğavî hatte’l-Karni’l-Âşiri’l-Hicrî, Dımeşk 1996, s. 138-141; Ziyâdî, Terâdüf, s.232-235.
166 Mesela bkz., Askeri, Furûk, s. 41-42.
167 Zerkeşî, Burhân, IV/78vd.; Suyûtî, İtkân, I/621 vd.
168 Zerkeşî, Burhân, II/118vd., IV/78; Bint-i Şâti’, Âişe Abdurrahmân, el-
İ’câzü’l-Beyânî li’l-Kur’ân ve Mesâilü İbni’l-Ezrak, Kahire 1984, s. 194, 215,
219-220; Askerî, Furûk, s. 15.
169 Bkz. Kara, Kur’ân Lugatçiliği, s. 175, 300-301.
Beğavî(ö.516), Zemahşerî(ö.538), Nesefî(ö.710) gibi müfessirler kelimeyi hiç kullanmazlar. Buna karşılık Kurtubî(ö.671) bir yerde170 ; Beydâvî(ö.685) ihtibâr ve ibtilâ kelimeleri için bir yerde171 ; İbn Kesîr(ö.774), mukaddimesinde tanımıyla beraber bir yerde172 ; Şevkânî(ö.1250) de makam ve müstekarr kelimeleri için bir yerde173 kullanmaktadır.
Araplara göre, bir kelime yakınanlam taşıyorsa, çeşitli maksat- lar için biri ötekisi yerine kullanılabilmektedir. Bu durumu Taberî: “bir harf, ötekinin yerine ancak aralarında mana yakınlığı bulundu- ğunda kullanılabilir; ama manaları farklı ise, Arab’ın kelamında bi- rinin yerine ötekinin kullanıldığı görülmemiştir.” derken bir başka yerde de, “Manaları yakın olduğunda, kelimelerin birbiri yerine kul- lanımı, Arab’ın âdetidir, recâ kelimesinin havf yerine kullanımı gibi…” demektedir.174
Dolayısıyla ilk dönemlerde yakınanlamlı kelimeler hususunda titiz ve hassas bir ayırım yapılmamış; çoğunlukla kelimenin farklı
nüanslarına dikkat etmek yerine, ortak olduğu anlam açısından bir
kullanım yoluna gidilmiştir. Ama yine de bazı mütekârib kelimele- rin anlamını ihmal etmemişlerdir. Ancak hicrî V. asra kadar durum böyle seyrederken, Rağıb el-Isfehânî, Tefsîr’inde ve Müfredât’ında her âyeti tefsîr ederken mütekâriblere yer vermiş ve farklarını zik- rederek bir ilki başarmıştır. Müfredât’ının mukaddimesinde, mütekâribler arasında gizli farkların olduğunu; bazı insanların Kur'ân-ı Kerîm’de geçen reybi şekk ile, hamdi de şükr ile tefsîr ettiklerinde anlamı tam ifade ettiklerini zannettiklerini söylemekte- dir. Rağıbdan sonra da, tefsîrde rivâyet yönü ağır basan tefsîrler, Taberî tavrını devam ettirirken, dirâyet yönü ağır basan tefsîrlerde, terâdüf ve furûk olgusuna yönelik tartışmaların ve gelişmelerin olduğu görülmektedir.175
Konumuzun bu noktasında çalışmamıza esas aldığımız iki mütekârib kelime olan ‘rüyâ’ ve ‘hulm’ kelimeleri için, furûk kay- naklarındaki verilen farkların, Kur’ân ve hadiste nasıl kullanıldığı üzerinde durulacaktır. Daha sonra da genel bir değerlendirmeyle bu
170 Kurtubî, Câmi’, IX/169.
171 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I/394.
172 İbn Kesir, Tefsîr, I/20.
173 Şevkânî, Feth, IV/125.
174 Taberî, Câmi’u’l- Beyan, II/460, VI/91, XXV/138.
175 Kara, Kur’ân Lugatçiliği, s.303-304.
iki kelimenin anlamları arasında ne gibi benzerlikler/farklar olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnette kullanılan, rüyâ ve hulm kelimeleri arasında elbette farklar bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’de melikin rüyâsı karşısında kahinler: “Hayır! Bu senin gördüğün rüyâ değil, aksine karmaşık kötü düşleridir, biz bunların te’vîlini bilmiyoruz 176
/ﲔﻤِ ِﻟﺎﻌَِﺑ مَِﻼﺣْ َﻷا ﻞِ ﻳوِ ْﺄَﺘِﺑ ﻦُ ْﳓَ
ﺎﻣَوَ مٍَﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ ْاﻮُﻟﺎَﻗ demişlerdir. Bu noktada Taberi:
“Melik kahinlere rüyâsının ta’birini sordu. Onlar da hakikati olma- yan, yalancı rüyâlardır(مٍﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ) dediler. Buradaki dığs, “yaşı kuru-
su birbirine karışmış çeşitli bitkilerden meydana gelen ot demetleri” demektir ve karışık rüyâlar buna benzetilmiştir. Ahlam da, hulm’ün çoğuludur yalan ve hakîkati, te’vîli olmayan, karmaşık” demektir.177
İbn Kesir de bu noktada “(مٍﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ).senin rüyân te’vilini bilmediği-
miz karışık, doğru olmayan rüyâdır” demektedir.178 Buna göre
ahlâm, uyku halinde görülen ve fakat dış dünyada herhangi bir hakikate işaret etmeyen, dış dünyadaki olayların etkisiyle görülmüş rüyâlardır ancak, hiçbir gerçeğe işaret etmezler bu sebeple bunların yorumu yoktur.
Allah Teâlâ:
َﻪﱠﻠﻟا ﻦﱠ ﻜِ َﻟوَ ﺮِ ﻣَْﻷا ﰲِ ﻢْ ُﺘﻋْزَﺎَﻨـَﺘَﻟوَ ﻢْ ُﺘﻠْﺸِ ﻔََﻟ ًاﲑِﺜﻛَ ﻢْ ﻬُ ﻛَ ارََأ ﻮَْﻟوَ ًﻼﻴِﻠَﻗ ﻚَ ﻣِﺎَﻨﻣَ ﰲِ ُﻪﱠﻠﻟا ﻢْ ﻬُ ﻜَ ﻳﺮُِﻳ ذْ ِإ
روﺪُ ﺼﱡ ﻟا تِ اﺬَ ِﺑ ﻢٌ ﻴِﻠَﻋ ُﻪﱠﻧِإ ﻢَ ﱠﻠﺳَ / Allâh, sana onları uykunda az gösteriyordu. Eğer
sana onları çok gösterseydi, çekinirdiniz ve (savaş) iş(in)de çekişirdi-
niz. Fakat Allâh, (sizi bundan) kurtardı. Doğrusu O, göğüslerin özünü bilir.179 buyurmaktadır. Bu âyet hakkında İbn Kesîr, Mücâhid’den naklen: “Allah onları sana az gösterdi, bunu Nebi (sav) ve ashabına haber verdi, böylece onların gönlünü takviye etti.”180 demektedir.
Görüldüğü gibi bu iki âyet arasında farklar vardır. Rüya, hulm’ün zıddına karışık değildir ve yorumlanabilir, ta’bir etmek mümkündür. Hakikati olmayan, yorumlanamayan yalancı rüyâlar ise, çoğunlukla şeytanın insanla oynamasından kaynaklanır. Şeytan insanoğluna gündelik hayatta tuzak kurduğu gibi, rüyâsında da tuzak kurar onunla oynar, onu üzer. Bu durum Kur'ân-ı Kerîm’de: “Gizli konuşma(fiskos) Şeytandandır. (Şeytan insanları bu yola iletir
176 Yûsuf, 12/44.
177 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘hlm’ mad. IX/979; Isfehânî, Müfredât, s.129; Taberî, Câmi’u’l- Beyan, XVI/118.
178 İbn Kesîr, Tefsîr, II/480.
179 Enfâl, 8/43.
180 İbn Kesîr, Tefsîr, II/3.
ki) inananlar üzülsünler. Oysa o, Allâh'ın izni olmadıkça mü'minlere hiçbir zarar veremez. Mü'minler Allâh'a dayansınlar.”181 şeklinde ifade edilir. Bu âyette bildirildiği gibi, şeytan insanı üzer ve uykuda ona hoşlanmayacağı şeyleri gösterir.
Rüya ve Hulm kelimeleri hadislerde de farklı kullanımla veril- mektedir. Hz Peygamber: “Sadık rüyâ Allah’tan, hulm şeytandan- dır”, “Sizden birisi hoşuna gidecek, salih bir rüyâ görürse o Allah’tan bir müjdedir; Allah’a hamd etsin ve onu anlatsın. Kim de rüyâsında hoşlanmadığı bir şey görürse, onu başkalarına anlatmasın ve şerrin- den Allah’a sığınsın, ona zarar veremez”182 buyurmuştur. Bir başka hadisinde de: “Sizden biriniz hoşlanmadığı bir rüyâ görünce, sol ta- rafına tükürsün; şeytanın şerrinden de Allah’a sığınsın; yattığı tara- fından da öbür yanına dönsün”183 buyurmuştur.
Hadislerde de ifade edildiği gibi, kaynaklarımızda rüyâlar farklı şekillerde sınıflandırılmakla beraber; genel olarak iki türlü rüyânın bulunduğu ifade edilmektedir: Bunlardan birincisi, kaynağı ilâhî olan ikaz ve işaretler olup, doğru ve gerçek rüyâlar diye de tanım- lanan Sâdık/salih rüyâlardır. Peygamberlerin rüyâlarının vahiy olduğunu, uyanıkken aldıkları vahiyden farkının olmadığını söyleyerek184 , bunların peygamberliğin kırk altı cüzünden biri oldu- ğunu haber vermişlerdir.185 . Doğru ve görüldüğü gibi çıkan bu rüyâlara ‘rüyâ-ı sâliha’ da denilir. Peygamberlerin ve onlara uyan salih mü'minlerin gördükleri rüyâlar bu türdendir. Yûsuf (a.s)'ın gördüğü rüyâ gibi.186 Mümin olmayanlar da bu tür rüyâları görebi- lirler. Firavunun yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği, yedi cılız başa- ğın da yedi olgun başağı yuttuğunu gördüğü rüyâsıyla, Hz. Yûsuf'un hapishanede iken iki mahpusun gördüğü rüyâlar da bu tür rüyâlardır.187
181 Mücâdele, 58/10.
182 Buhârî, Ta’bîr 26
183 Müslim, Rü’yâ 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 88; İbni Mâce, Ta’bîr 4.
184 Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV/51; Kurtubî, Câmi’, XVI/290; İbn Kesîr, Bidâye, I/157; Yazır, Hak Dîni, VI/4062.
185 Buhârî, Ta’bîr 2-4, 26; Müslim, Rü’yâ 6. Tirmizî, Birr 66; Rü’yâ 1.; İbni Mâce, Rü’yâ 9. Ebû Dâvûd, Edeb 8; Demirci, Muhsin, Vahiy Gerçeği, İFAV Yay., İstanbul
1996, s. 180-182.
186 Yûsuf, 12/4.
187 Yûsuf sûresi 43. Rüyâ çeşitleri hakkında geniş bilgi için bkz. Hatipoğlu, Hay- dar, Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, Kahraman Yay., İstanbul 1983, X/89-
90.
Salih/sadık rüyânın zıddı, Kur'ân tabiriyle "edğasü ahlam- karışık düş"188 denilen rüyâlar da ikinci kısmı teşkil eder. Bunlar insan ruhunun gizli bir dış tesirden etkilenmesi neticesinde meyda- na gelen korkma ve sapmalar olup yalancı bir çağrışım ve hayalî bir olaydır. Şeytanın uyuyan kimseyle oynamasından, kişinin arzu etti- ği veya etmediği bir şeyi çok konuşmasından veya arzulamasından kaynaklanan rüyâlardır. Bu rüyâlara itibar edilmez. Hz. Peygamber yukarıda da ifade edildiği gibi, bu tür rüyâların şeytandan kaynaklandığını189 haber vermiştir.
Görüldüğü gibi hadis metinleri de ‘rüyâ’ ve ‘hulm’ kelimesi ara- sında farkları vermektedir. Hadislerin değişik rivâyetlerinde, rüyânın önemine ve büyüklüğüne işaret edilmektedir. Çünkü rüyâ nübüvvetten bir parçadır ve Allah’tan vahiydir. Kim rüyâ hakkında yalan söylerse Allah hakkında yalan söylemiş gibidir ve kıyamette cezasını çekecektir.190 Ayrıca rüyâ kelimesi sâliha ve hubb kelime- leri ile vasıflandırılırken; hulm kelimesi, ikrâh/hoşa gitmemek, havf/korku, havf-izcâ/korkutan/rahatsız eden ifadeleriyle zikredil- mektedir. Kul için müjde ihtiva eden, yahut ona isabet edecek bir şeyi ikaz veya korkutma ile ilgili rüyâlar Allah’tan bir lütuftur. An- cak hulm, karışık, hakikati olmayan, korku, hüzün gibi insanı üzen düşlerdir. Ayrıca ilk zikredilen hadiste rüyâ Allah ile, hulm şeytan ile ilişkilendirilerek aralarındaki fark191 ortaya konulmuştur.
Görüldüğü gibi ıüyâda hayr yönü ağır basmakta iken, hulm de bunun zıddıdır. Rüyâ ve hulm kelimeleri arasındaki bu nüanslar için müfessir Kâsımî: “Şâri’in hakla batılın arasını ayırmak için isim- lendirdiği ıstılahlardandır. Sanki Şâri’ Allah’tan olanla şeytandan olanı aynı isimle isimlendirmeyi kerih görmüştür” demektedir.192
Salih/sadık rüyâ, Allah’tandır, hamd edilmeli, anlatılmalı, an- cak akıllı, ilim, hikmet ve doğru görüş sahibi kimselere anlatılmalı- dır. Bu sebeple Ebûbekir İbn A’râbî, rüyâyı ilim ehli, doğru görüş sahibi kimselere anlatmakla alakalı olarak: “Alim kimse, rüyâyı mümkün olduğunca hayr üzere te’vil eder. Doğru görüşlü kimse de, rüyâyı gören kimseyi, ona fayda verecek olan hususa yönlendirir.
188 Yûsuf, 12/44.
189 Buhârî, Ta’bîr, 3
190 İbn Arâbî, Ru’yâ s. 6.
191 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, ‘hlm’ mad. IX/979; İbn Arâbî, Ru’yâ, s. 6-7; Arînî, Ahmed b. Süleyman, er-Rüya ve’l-Ahlâm fî Sünneti Hâdi’l-Enâm, Riyad
1417, s. 13-14; Kara, Kur’ân Lugatçiliği, s. 179.
192 Kâsımî, Mehâsinü’t-Te’vîl, IX/3546; Arînî, er-Rüya ve’l-Ahlâm, s. 13.
Hayr olduğunu bilirse söyler, bilemez veya şüphe ederse susar”193 demektedir. Hulm’e gelince, öncelikle şerrinden ve şeytandan Al- lah’a sığınılmalı, sol tarafına tükürülmeli, zarar vermeyeceğine ina- nılmalı, başkasına anlatılmamalı, yan tarafına dönülmeli, kalkıp namaz kılınmalı, âyete’l-kürsî okunmalıdır.194
Rüyâ kelimelerinin geçtiği âyetler, hepsi de peygamber olan ve nübüvvetin bir cüzü olan sâdık rüyânın esas muhatapları Hz Pey- gamber, Hz. İbrâhîm ve Hz. Yûsuf’la ilişkilidir. Âyetleri ciddî bir incelemeye tâbî tuttuğumuz zaman, Yûsuf (as), rüyâsını anlatırken,
(rüyâmda gördüm/ﺖُ ْﻳَأرَ
ﱐﱢ ِإ) ifadesini kullanırken, bir sonraki âyette
Yâ’kûb (as) (rüyânı kardeşlerine anlatma/ ﻚَ ِﺗﻮَﺧْ ِإ ﻰَﻠﻋَ كَ ﺎَﻳؤْرُ ﺺْ
ﺼُ ﻘْ ـَﺗ َﻻ) ibare-
siyle yine aynı kökten (ﻱأﺮ) ifadeyle cevaplamıştır. Hatta rüyânın
te’vîlinin ortaya çıktığını ifâde eden âyette de (rüyâmın ta’bîri budur
/يَ ﺎَﻳؤْرُ ﻞُ ﻳوِ ْﺄَﺗ اﺬَ ـﻫَ ) yine aynı kelime kullanılmıştır.
Ama melîkin gördüğü rüyâyı (rüyâda gördüm /ىرََأ ﱐﱢ ِإ ) ‘rüyâ’ ke-
limesiyle verip, ta’bircilerin ‘ta’bir’ etmelerini istemesinde aynı ke-
limeyi kullanmış (rüyâ ta’bîr ediyorsanız, hadi benim rüyâmı ta’bîr edin / نَ وﺮُـُﺒﻌْ ـَﺗ ﺎَﻳؤْﺮﱡﻠِﻟ ﻢْ ُﺘﻨﻛُ نِإ يَ ﺎَﻳؤْرُ ﰲِ ﱐِﻮُﺘـْﻓَأ) iken, ta’bîrcilerin cevabında, Ya’kûb
(as)’un cevabının aksine, ‘rüyâ’ kelimesi yerine ‘hulm’ kelimesi yer almıştır. Hayır! Bu senin gördüğün rüyâ değil, aksine karmaşık kötü
düşleridir, biz bunların te’vîlini bilmiyoruz / مَِﻼﺣْ َﻷا ﻞِ ﻳوِ ْﺄَﺘِﺑ ﻦُ ْﳓَ ﺎﻣَوَ مٍَﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ ْاﻮُﻟﺎَﻗ
ﲔﻤِ ِﻟﺎﻌَِﺑ Dikkat edilirse, Hz. Yûsuf, “rüyâ gördüm” ifadesine karşılık Hz.
Ya’kûb ona “rüyânı anlatma” demiş iken, melîk gördüğünü ‘rüyâ’ ile
ifadelendirmiş, ta’bîrciler ise bunu ‘ahlâm’ ile ifadelendirmişler- dir.195
Hz. İbrahim'e oğlunu kesmesinin emredildiği, لﺎَﻗ ﻲَ ﻌْ ﺴﱠ ﻟا ُﻪﻌَ ﻣَ ﻎَ َﻠَـﺑ ﺎﻤﱠ َﻠـَﻓ ﺎَﻳ
لَ ﺎَﻗ ىﺮَـَﺗ اَذﺎﻣَ ﺮُْﻈﻧﺎَﻓ ﻚَ ُﲝَ ذْ َأ ﱐﱢ َأ مِﺎَﻨﻤَ ْﻟا ﰲِ ىرََأ ﱐﱢ ِإ ﲏﱠَ ُـﺑ ﻦَ ﻳﺮِِﺑﺎﺼﱠ ﻟا ﻦَ ﻣِ ُﻪﱠﻠﻟا ءﺎﺷَ
نِإ ﱐِﺪُ ﺠِ َﺘﺳَ
ﺮُﻣَﺆْـﺗ ﺎﻣَ ﻞْ ﻌَ ـْﻓا ﺖِ َﺑَأ ﺎَﻳ/
“Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona,
“Yavrucuğum, dedi, rüyâmda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım görüşün ne olacak.” Dedi ki: “Babacığım! Sana emredileni
193 İbn Hacer, Ahmed b. Ali Askalânî, Fethu’l-Bârî, tah.: M.F. Abdülbaki- Muhibbüddîn Hatib, Beyrut 1993, XXII/329.
194 Rüya ve hulm arasında zikredilen bu farklar hakkında detaylı bilgi için bkz., Avdî, Üsâme Muhammed, Ahkâmü Tefsîri’r-Rü’yâ ve’l-Ahlâm fi’l-Kur'ân-ı Kerîm ve’s-Sünneti’l-Mutahhara, Kahire 1410/1990, s. 11-20; Arînî, er-Rüya ve’l-Ahlâm s. 13-15.
195 Bint-i Şâti’, İ’câzü’l-Beyânî s. 215.
Birkaç âyet sonra ise,
ﲔَ ِﻨﺴِ ﺤْ ﻤُ ْﻟا يﺰِ ﳒَْ
ﻚَ ِﻟﺬَ ﻛَ
ﺎﱠﻧِإ ﺎَﻳؤْﺮﱡﻟا ﺖَ ْﻗﺪﱠ ﺻَ
ﺪْ َﻗ / Tamam,
rüyânı gerçekleştirmiş oldun.” İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.”197
bu olay için ‘rü'yâ’ kelimesi kullanılmıştır. Bu kullanımdan anlaşılı- yor ki aynı olayı anlatmak üzere kullanılan ‘menâm’ ve ‘ru'yâ’ keli- meleriyle aynı şey kastedilmiştir.
Bu iki kelimenin farklarını ifade derken Aişe Abdurrahman bt. Şati, acaba Kur’ân’ın indirilmeye başladığı dönemde Arap’lar, bir sûrenin benzerini getirmeleri şeklindeki meydan okumasına kadar, iki lafızdan birisini diğerinin yerine kullanıyorlar mıydı? Mesela “eğer biliyorsanız benim şu hulm’ümü yorumlayın” diyorlar mıydı? dedikten sonra, Araplar, selika ve fıtrat olarak bunu yapmazlar ya- ni, rüyâ yerine hulm kelimesini kullanmazlardı diyerek, rüyâ keli- mesinin müfred olarak zikredilmesinin açıklığa ve saflığa, hulm kelimesinin çoğul olarak kullanılmasının ise karışıklığa ve karmaşık-
198
192| db
lığa delâlet ettiğini bildirmektedir.
Yûsuf (as)’ın rüyâsı, Hz Peygamber’in Hudeybiye’de gördüğü rüyâ ve Hz İbrahim’in İsmâîl’i kurban rüyâsının geçtiği âyetlerin
konteksi,
"ﺎﻘًّﺣَ
ﰊﱢرَ ﺎﻬَ َﻠﻌَ ﺟَ
ﺪْ َﻗ"“ﺎَﻳؤْﺮﱡﻟا ﺖَ ْﻗﺪﱠ ﺻَ
ﺪْ َﻗ” şeklinde sıdk ve hak kelimeleri
kullanılarak rüyâ kelimesinin iç dinamikleri ortaya konulmaktadır.
Kur’ân’ın ahlam kelimesini kullandığı üç yerde, cümlelerin si- yakına bakıldığı zaman, ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ / hevâcis, mehûşe ve karışıklık vardır.
Rağıb Isfehânî’nin ifadesi ile ahlâm kelimesi teşbîh yoluyla hakikatları ortaya çıkarılmayan karmaşık rüyâ demeti anlamına gelmektedir. Kelime bu üç yerde de, karışıklığa ve tehvişe delalet ettiği için çoğul formu ile gelmiştir.199
نﻮُﻟوﱠَﻷا ﻞَ ﺳِرُْأ ﺎﻤَ ﻛَ ﺔٍَﻳﺂِﺑ ﺎَﻨِﺗْﺄَﻴْﻠـَﻓ ﺮٌﻋِ ﺎﺷَ
ﻮَﻫُ ﻞْ َﺑ ُﻩاﺮَـَﺘـْﻓا ﻞَﺑ مٍَﻼﺣْ َأ ثُ ﺎَﻐﺿْ َأ ْاﻮُﻟﺎَﻗ ﻞْ َﺑ/ “Hayır, bu anlatı-
lanlar, onun gördüğü karmaşık rüyâlardan başkası değildir” 200
âyetinde görüldüğü gibi müşriklerin tartışmasında ‘hulm’ ‘rüyâ’
kelimesinin yerine kullanılmamıştır.
196 Sâffât, 37/102.
197 Sâffât, 37/105.
198 Bint-i Şâti’, İ’câzü’l-Beyânî, s. 215-217.
199 Râğıb, Müfredât, s. 440.
200 Enbiyâ, 21/5.
Kur’ân’da hepsi de sadık rüyâ anlamında yedi yerde geçen rüyâ kelimesi, bütün bu geçtiği yerlerde normal, saf, te’vîl edilebi- len, temyiz, açıklık ve safiyete delâlet için müfred olarak kullanılış- tır. Bu yedi yerden beşinde201 kelime, peygamberler için kullanılır ve buralarda vahye yakın olan doğru ilham için kullanılır. Diğer iki yerde de202 kavmi, vehimler ve karışık rüyâlar olarak görse de Me- lik’in rüyâsı ile ilgilidir.203 Hulmün ise, karmaşık, girift, te’vîl edile- meyen, yalan, bâtıl rüyâlar için kullanıldığı ayırımını, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis metinlerinin konteksleri desteklemektedir.
İbn Haldûn da, hakîkat açısından rüyâ ve hulm arasındaki far- kı, “sâlih rüyâ da, yalancı edğâsü ahlâm da, uyku halinde hayaldeki suretlerden ibarettir. Fakat bu hayaller müdrik rûhu aklî makamın- da olursa rüyâ; ancak bu suretler uyanıklık halindekileri çağrıştıran hayaldeki suretlerden alınırsa hulmdür” şeklinde ifade etmekte- dir.204
Sonuç
Bir metni doğru ve sağlıklı bir tarzda anlayabilmek ve yorumla- yabilmek için, ciddi bir şekilde etimolojik, filolojik, lengüistik, se- mantik, hermenötik bir tahlile ve metin analizine tabi tutmak yön- tem açısından önemli bir gerekliliktir. Her dilde olduğu gibi Kur’ân'ın indiği Arap dilinde de bir nesne ya da olguyu farklı bağ- lam ve boyutlarda, değişik şekillerde tanımlamak ve adlandırmak dilin doğası gereğidir. Bu metin Kur’ân olduğunda, onun doğru ve sağlıklı bir biçimde anlaşılması, tefsir edilmesi, yorumlanması, kul- landığı kelime ve kavram örgüsünün hakiki anlam alanlarının bi- linmesine bağlıdır. Yani Kur'ânî kavramlar, yine Kur'ân’dan elde edilecek bilgilerle anlaşılmış olacaktır.
'Semantik alandan' istifadeyle, 'siyak-sibak ilişkisine' müracaat edip 'konulu tefsir metodu' ile kavramları özümseyen, onları yerli yerince yorumlayıp tefsir eden bir araştırmacı, âyet ve sûrelerdeki murad-ı ilâhîyi anlamada daha rahat olacaktır. En azından ona uy- gun ve en yakın manayı tespit edecektir. Buna rağmen oluşabilecek
201 Bu beş yer: Sâffât, 37/104-105’te İbrahim (as)’ın rüyâsı; Yûsuf, 12/5’te Yûsuf (as)’ın çocukken babasına gördüğünü söylediği rüyâsı; Yûsuf, 12/100 de, gördüğü rüyânın tahakkuk etmesi; Hz Muhammed’in miracı İsra, 17/60 ve fetih Fetih, 48/27 hakkın- daki rüyâsıdır.
202 Yûsuf, 12/43, 44.
203 Bint-i Şâti’, İ’câzü’l-Beyânî, s. 216.
204 İbn Haldûn, Abdurrahman, Ebû Zeyd, Mukaddimetü İbn Haldûn, Tah. Halil
Şehate, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1408/1988, s. 477.
farklılıkların, Kur’ân'a mahsus zenginlikler olduğu da bilinen bir husustur. Çünkü kavramlar yapısı itibariyle oldukça kapsamlı keli- melerdir. Bu itibarla Kur’ân'ın zamana meydan okuyan taraflarının da çoğunlukla kavramlarla örgülü âyetler olduğunu görürüz. Kesin ve net bir şekilde adlandıramayıp belli formlara indirgeyemediğimiz kavramlar bile, bir ağırlık ve zorluk değil; her devirde zamanı ve hayatı kendisiyle anlamlandırabileceğimiz bir nimettir. Ayrıca kav- ramlar, Rabbimizin, dünya hayatında bizi düşünmeye sevk eden, çok sesliliğe alıştıran; farklı mizaç, karakterdeki insanları aynı po- tada eritip onları inşâ eden, kelimeler manzumesidir. Önemli olan; bu kitabın doğrultusunda bir niyet ve sonra da usûlünce gayrettir.
İnsana doğuştan verilen fıtrî hasletlerden birisi olan “rüyâ”, Kur’ân'ın anlam örgüsü içinde, önemli bir unsur olarak yer almak- tadır. Kur’ân-ı Kerîm, ‘rüyâ’ ve ‘hulm’ kelimelerini aynı anlamda kullanmamıştır. Bu anlamda "rüyâ" kavramının da, birden çok şe- kilde kullanımı ve isimlendirilmesi vardır. Kavram, aynı anlamı ifade eden başka müterâdif isimlerle de örtüşmektedir. Ancak, mü- teradif olarak görülen bu isimler, bir noktada aynı anlamı ifade etse de, bir başka açıdan kendine özgü farklı anlamları da bünyesinde barındırmaktadır.
Kur’ân’da rüyâ kelimesi, bütün geçtiği yerlerin beşinde normal, saf, te’vîl edilebilen, temyiz, açıklık ve safiyete delâlet için müfred olarak kullanılırken; Hulm kelimesinde ise, karmaşık, girift, te’vîl edilemeyen, yalan, bâtıl rüyâlar için kullanıldığı ayırımını, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis metinlerinin bağlamlarından anlamaktayız. Öyleyse Kur’ân'ın kapalı kalan kelimelerini tefsir ederken, kelimeler arasın- daki nüansları dikkate almak, insana daha farklı ufuklar açabilmek- te ve ilâhi kelâmı anlamada, daha esnek düşünmeye sevk etmekte- dir.
Kur’ânda, farklı kelimelerle Hz. İbrahim, Hz. Yûsuf ve Hz. Mu- hammed'in gördükleri rüyâlardan bahsedilmiştir. Ayrıca peygam- berlerin dışındaki bazı zatların da rüyâlarına değinilmiş; bu rüyâların yansıyış biçimlerini anlatılmıştır. Hz. Peygamber de pek çok sözünde rüyâların önemine işaret etmiş; kötü rüyâların zararla- rından korunmanın yöntemlerini öğretmiştir. Rüyalar aynı zaman- da, dînî hayatın belirlenmesi üzerinde de oldukça etkili olmuşlardır. Başta namaz ve ezan olmak üzere, İslam dininde oldukça büyük önem arz eden bazı ibadetler, ya doğrudan rüyâyla sabit olmuşlar; ya da şekillenmelerinde rüyâların büyük etkisi olmuştur. Bütün
bunlar bize, rüyâların İslam dininde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Kaynakça
Kur'ân-ı Kerîm.
Ahmed b. Hanbel, Müsnedü Ahmed b. Hanbel, Çağrı yay., İstanbul 1402/1982. Aksan, Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi (Ana Çizgileriyle), AÜDTCF.,
Ankara 1971.
Alexander, Scott C. “Trust And Patience”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General
Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln
2001.
Âlûsî, Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Mahmud, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ul-Mesânî, Dâru İhyâi’t-Türas, Beyrut tsz.
Arînî, Ahmed b. Süleyman, er-Rüya ve’l-Ahlâm fî Sünneti Hâdi’l-Enâm, Riyad
1417.
Askerî, Ebû Hilâl Hasan b. Abdullah, el-Furûk fi’l-Luğa, Beyrut, 1991.
Asmaî, Ebû Saîd Abdülmelik b. Kurayb, Kitâbü’l-İbil, ed.: August Haffner, el- Kenzü’l-Luğavî fi’l-Lisâni’l-Arabî içinde, Kahire 1905.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul
1991.
Avdî, Üsâme Muhammed, Ahkâmü Tefsîri’r-Rü’yâ ve’l-Ahlâm fi’l-Kur'ân-ı
Kerîm ve’s-Sünneti’l-Mutahhara, Kahire 1410/1990.
Aydar, Hidayet, “Kur’ân’da Rüyâlar ve Rüyâların Hayata Yansımaları” Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi V, Sayı: 1, Samsun 2005.
Beydâvî, el-Kâdî Nâsıruddîn, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Dersaâdet, İstan- bul tsz.
Bint-i Şâti’, Âişe Abdurrahmân, el-İ’câzü’l-Beyânî li’l-Kur’ân ve Mesâilü İbni’l- Ezrak, Kahire 1984.
Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhi Buhârî, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992.
Cebeci, Lütfullah, “Tefsirde Yeni Yöntem Arayışları ve Klasik Tefsir Metodu” Tarih- ten Günümüze Kur’ân İlimleri ve Tefsir Usûlü, Ankara 2009.
Cessâs, Ebûbekir Ahmed b. Ali, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrût, trs.
Cevherî, İsmail Sıhah Tâcu'l-Luğa ve Sıhahu'l-Arabiyye, Kâhire 1982.
Claude, Gilliot “Exegesis Of The Qur’an: Classical And Medieval” Encyclopaedia
of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001.
Çelebi, İlyas, “Rüyâ”, DİA, İstanbul 2008.
Çoruh, Hakkı Şinasi, Rüya Dünyamız, İstanbul 1968.
Dalkılıç, Mehmet, İslam Mezheplerinde Ruh, İz Yay., İstanbul 2004.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah, Sünenü’d-Dârimî, Tah. Mustafa Deybü’l-Buğa, Dâru’l-Kalem, Dımeşk, 1414/1996.
Demir, Şehmus-Yılmaz, Hasan, “Kur’anî Konu, Kavram ve Sûre Tefsirine Metodik Bir
Yaklasım”, EKEV Akademi Dergisi, sayı 14, Erzurum 2003.
Demirci, Muhsin, Vahiy Gerçeği, İFAV Yay., İstanbul 1996.
Doğan, D.Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Vadi Yay., Ankara 2001.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as, Sünenü Ebî Dâvûd, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992. Ebû Zeyd, Nasr Hamid, İlahî Hitabın Tabiatı(Metin Anlayışımız ve Kur’ân İlimleri
Üzerine)-Mefhûmu’n-Nâs- çev., M.Emin Maşalı, Kitabiyat, Ankara 2001.
Ebu’l-Bekâ, Eyyûb b. Mûsâ el-Kefevî, el-Külliyât, tah., Adnân Dervîş-Muhammed
Mısrî, Beyrut, 1993.
Ebû'l-Fadl Cemâluddin Muhammed İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Dâru'l- Fikr, Beyrût
1414/1994.
Ece, Hüseyin K., İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., İstanbul 2000.
Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 1999.
Firestone, Reuven “İshmael” Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane
Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001. Gordon D. Newby, “ru'ya: vision”, A Concise Encyclopedia of İslam, Oxford,
England 2002.
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, İrfan yay., İstanbul
1980.
Hatipoğlu, Haydar, Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, Kahraman Yayınları,
İstanbul 1983.
Hawing G.R; “Oaths”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen
McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001. Heyet, Türkçe Sözlük, TTK Basımevi, Ankara 1988.
Isfehânî, Rağıb Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, Mecma’ul-Belâğa, tah.: Ömer
Abdurrahman Sârîsî, Amman 1987.
, Mukaddimetü Câmiu’t-Tefâsîr, tah., Ahmed Hasan Ferhat, Kuveyt, 1984.
, Müfredât fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman Yay., İstanbul 1986.
, Tefsîr, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, nr., 212, vr. 1b.
İbn Âşûr, Muhammed Tâhir, Tefsîrü’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Tunus 1984.
İbn Arâbî, Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn, er-Ru’yâ ve’l-Mübeşşirât, ysz., tsz.
İbn Enbârî, Muhammed b. Kâsım, el-Ezdâd fi’l-Luğa, tah.: Muhammed Ebu’l-Fadl
İbrâhîm, Kuveyt, 1960.
İbn Hacer, Ahmed b. Ali Askalânî, Fethu’l-Bârî, tah.: M.F. Abdülbaki-Muhibbüddîn
Hatib, Beyrut 1993.
İbn Haldun, Abdurrahmân Ebû Zeyd, Mukaddime, Haz. Süleyman.Uludağ, Dergah yay., İstanbul 1982.
, Mukaddimetü İbn Haldûn, Thk. Halil Şehate, Dâru’l-Fikr, Beyrut
1408/1988.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Tah. M. es- Sîkâ.Ebyârî-A.Şelebî, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrût 1985.
İbn Kesîr, Ebû'l-Fidâ İsmail el-Bidâye ve'n- Nihâye, Mektebetu'l-Maârif, Beyrût trs.
, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Thk: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed
Seyyid Reşad, Kahire 1421/2000.
İbn Mâce, Muhammed b. Yezid, Sünenü İbn Mâce, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992.
İshak, Firestone Reuven “isaac” Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane
Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001. İzutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, Ankara 1975. Kaddûr, Ahmed Muhammed, Musannefâtü’l-Lahn ve’t-Teksîfü’l-Luğavî hatte’l-
Karni’l-Âşiri’l-Hicrî, Dımeşk 1996.
Kara, Necati, “Sunuş Konuşması”, Kur’ân ve Dil, Dilbilim ve Hermenötik Sem- pozyumu, Van 2001.
Kara, Ömer, Kur’an Lugatçiliği ve Tefsir’de Yakınanlamlılık ve Nüans (Râğıb el-
İsfehâni Örneği), Ahenk Yayınları, Van, 2007.
Karagöz, İsmail, "Kur'ân'ın Anlaşılmasında Kavramların Önemi ve İnsanı Anlatan
Kur'ân'ın Temel Kavramları", DİD. c. 31 sy. 3, Ankara 1995.
Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, Mehâsinü’t-Te’vîl, tah.: M. Fuad
Abdülbâki, ysz. 1857/1376.
Kılıç, Hulûsi, “Furûk” DİA, İstanbul 1996.
Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kurân’a Yönelişler, Tuğra Neşriyat,
İstanbul tsz.
Kinberg, Leah “Dreams and Sleep”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001.
Kitabı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1987. Komisyon, Kur’ân Yolu, DİBY. Ankara 2008.
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, Dâru İhyâi't- Turâsi'l-Arabî, Beyrût 1405/1985.
Mardin, Şerif, Din ve İdeoloji, İletişim Yay., İstanbul 1997.
Müslim, Müslim b. Haccac, Sahîhu Müslim, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992. Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sünenü Nesâî, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992.
Nesefî, Abdullah b. Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Kahraman
Yay. İstanbul 1984.
Özarslan, Selim, “İslâmî Kaynaklar Işığında Rüya Konusuna Kelamî Bir Yaklaşım”
DİD. cilt 45, sayı 4, Ankara 2009.
Peterson, Daniel, “Good News”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane
Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001. Râzî, Fahruddin, Tefsîr-i Kebîr ve Mefâtihu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut,
1410/1990.
Reşid Rıza, Muhammed, el-Menâr, Kahire 1947/1366.
Rippin, Andrew, “Devil”, Encyclopaedia of the Qur’ān, General Editor, Jane
Dammen McAuliffe, Volume One, Brill, Leiden–Boston–Koln 2001. Soysaldı, H. Mehmet, İnançla İlgili Temel Kavramlar, Çağlayan Yay., İzmir 1997. Suyûtî, Celâleddîn, Dürrü’l-Mensûr, Beyrut 1993.
, el-Muzhir fî Ulûmi’l-Luğa ve Envâihâ, ys., ts.
Şâtibî, İbrâhim b. Mûsâ, el-Muvâfâkât li Usûli’s-Şerî’a, tah.: Abdullah Draz, Beyrut, ts.
Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, trs.,
Taberî, Ebû Cafer Muhammed İbn Cerîr, Târîhu'l-Umemi ve'l-Mulûk, Dâru'l- Kutubi'l-İlmiyye, Beyrût 1407.
, Câmi’u’l- Beyân ‘An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1408/1988. Tirmîzî, Muhammed b. İsa, Sünenü Tirmîzî, Çağrı Yay. İstanbul 1413/1992.
Türek, İbrahim, Rüyalar, İstanbul 1965.
Ünver, Mustafa, "Kur'ânî Siyakın Metinsel Boyutları Üzerine Yeni Bir Öneri", OMÜİFD., sy., 8, Samsun 1996.
Watt, W. Montgomery, Kur’ân’a Giriş, çev., Süleyman Kalkan, Ankara Okulu Yay., Ankara 2000.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kuran Dili, Eser Neşriyat, ysz. tsz.
Yılmaz, Hasan, “Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların Bilinmesinin Önemi Üzerine Anali- tik Bir Değerlendirme”, AÜİFD., sayı 22, Erzurum 2004.
Zemahşerî, Cârullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l- Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, ysz, 1966/1385.
Zerkânî, Muhammed Abdülazim, Menâhilu’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1943. Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed, el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'ân, tah.: Muhammed
Ebu’l-Fadl, Beyrut, 1391.
Ziyâdî, Hakîm Mâlik, et-Terâdüf fi’l-Luğa, Bağdad 1970
×××
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)