22 Şubat 2023 Çarşamba

ŞEHRİN EN UZAK YERİNDEN KOŞARAK GELEN ADAM

 


Sakafî Kabilesi'nden Mes'ûd oğlu Urve, Peygamber (asm) Efendimiz'e gelerek,

«Ya Resûlullah! Beni kendi kavmime gönder de onları İslâm'a çağırayım» dedi ve aralarında şu konuşma geçti:

— Seni öldürmelerinden endişe duymaktayım.
— Onlar beni uyurken bulsalar uyandırmazlar.
— O halde gidebilirsin.

Bu ruhsat üzerine Urve (R.A.) kendi kavmine gidip önce Lât ve Uzzâ adındaki putlara uğradı ve «Yarın sizi kötü duruma düşüreceğim.» diye mırıldandı. Onun bu düşüncesini öğrenen Sakifli'ler öfkelendiler. Buna rağmen Urve (R.A.) onlara şöyle seslendi: «Ey Sakifliler! Lât artık Lât değildir; Uzzâ da Uzzâ değildir. İslâm'a girin, selâmete erin.» dedi ve bu sözü üç defa tekrarladı. Sakifli'lerden biri ona bir ok atarak öldürdü.

Bu haber Resûlullah Efendimiz (asm)'e ulaşınca, üzüldü ve şöyle buyurdu: «Doğrusu Urve'nin misâli, Yâsîn Sûresinde geçen kimsenin (Habib En-Neccar) misâline benzer.» (İbn Ebî Hatim - îbn Kesîr : 3/568)

Kasaba Halkı ve Öldürülen Mü'min:

«Onlara o kasaba halkından misâl getir; hani onlara peygamberler (veya peygamber elçileri) gelmişti.»

Kıssada mü'minleri aydınlatır, anlamda altı safha işleniyor. Şöyle ki:

1. Kasaba halkına önce iki elçinin gönderilmesi,  
2. O ikisini destekleyen bir üçüncü elçinin gönderilmesi,
3. Kasabanın bir ucunda oturan şuurlu bir mü'minin yardıma koşması ve elçileri tasdik etmesi,
4. Bu yüzden o mü'minin zulmen öldürülmesi.
5. Tebliğ ve irşadı kabul etmeyip işi tehdide döndüren ve sonra da masum bir insanın kanına giren inkârcı azgınların karakter yapısı, 
6. Öldürülen o sadık mü'minin sağ kalanlar hakkındaki temennisinden haber verilmesi.

Anlatılan üç resul (elçi) konusu bütünüyle Musa (A.S.), İsa (A.S.) ve Muhammed (A.S.) peygamberlere mi işarettir; yoksa Romalılara gönderilen, uyarı, tebliğ ve irşat göreviyle yükümlü bulunan üç peygamber elçisi mi veya üç ayrı peygamber mi misal anlamında kastedilmektedir?

Önce şunu belirtelim ki: Gönderilen üç elçi hakkında «murselîn» kavramına yer verilmiştir ki bu daha çok peygamberler hakkında kullanılmaktadır ve bazen de onlar adına teblîğ ile görevli elçiler hakkında da kullanıldığı vâkidir. O bakımdan büyük bir peygamberin dini yaymakla görevli üç yakın arkadaşı hatıra gelebilir. Nitekim müfessirlerin çoğu sözü edilen elçilerin, İsa Peygamber'in (A.S.) havarileri olduğu ihtimali üzerinde durmuşlardır. Kasabanın ise, Antakya, öldürülen yerlinin de Habib en-Neccar adında bir zat olduğunu yazmaktadırlar. Ancak bunların hiçbiri sahîh bir rivayete dayanmamaktadır, yani güvenilir bir dayanakları yoktur. Bu sebeple son asırda yetişen müfessirler bu rivayetin İsrâiliyattan olduğu şüphesini izhar etmişlerdir.

«Üç büyük peygambere işarettir» şeklinde yorumda bulunulmuştur. Bu da kesin değildir, ama gerçeğe pek yakındır. Bu takdirde Musa (A.S.) Mısır'ı Fir'avn'dan ve yandaşlarından kurtarıp temizlemiş ve zamanla ilâhî dinin o ülkede yayılmasına ortam hazırlamıştır. İsa Peygamber (A.S.) Romalılar arasına ilâhî kıvılcımı atıp ayrılmış ve zamanla o kıvılcım ortam bulup genişleyerek kralları dize getirmiş, ülkeleri aydınlatmıştır. Hz. Muhammed (asm) Efendimiz de o iki peygamberin arkasından üçüncü resul olarak gönderilmiştir. O, önce Arap Yarımadası'na, sonra da kıtalara baş eğdirmiş ve Allah'ın dinini yayıp, Allah'ın son mesajını insanlara tebliğ etmiştir.




ŞEHRİN EN UZAK YERİNDEN KOŞARAK GELEN ADAM

Yasin suresi 13 ile 29. ayetlerinde anlatılan olayın geçtiği yerin Antakya, şehir halkının en cesuru olan kişinin de Habib’un Neccar isimli iman eri olduğu genel kanaati vardır.

Kuran’da yer ve mekan isimleri pek verilmez, zaman belirtilmez. Yasin suresinin başında anlatılan Habib’un Neccar kıssasında da yer ve zaman belirsizdir.

“Onlara o şehir halkını örnek ver” diye başlar bu kıssanın anlatımı.

“Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.” (Yasin suresi 14.ayet)

Müfessirlerin birçoğu gönderilen elçilerin Hz. İsa’nın havarileri olduğu kanaatindedir. Hz. İsa çarmıha gerilmesinin hemen öncesinde iki havarisini Antakya’ya gönderme kararı almıştır ki bunlar Pavlos ve Yuhanna’dır. Üçüncüsü ise Allah tarafından “biz gönderdik” denmesi Hz.İsa’ya da Allah’ın emretmesindendir.

فَعَزَّزْنَا (feazzezne) ifadesiyle üçüncü olarak gönderilen havari ise Şem’un’dur. (فَعَزَّزْنَا) Feazzezne ifadesi güçlü kıldık güçlendirdik, destekledik manasında olarak Allah o iki elçiyi üçüncü bir elçiyle güçlendirmiş ve desteklemiştir.

Burada Kuran’ın ifade diliyle anlayacak olursak bu gönderilen üç elçide Hz. İsa’nın havarileri olmayıp bildiğimiz anlamda peygamberlerdir. Dolayısıyla şehir Antakya olmadığı gibi elçiler de İsa’nın havarileri değillerdir. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, ‘üçüncüsüyle destekledik’ ifadesini daha geniş manada anlamakta ilk ikisinden kastın Hz. Musa ve Hz.İsa, üçüncünün ise Peygamber Efendimiz olduğuna vurgu yapar.

Elçiler (peygamberler) şehir halkına “biz size gönderilmiş elçileriz” dediler. Şehir halkı üçüncüsüyle desteklenen bu peygamberleri yine yalanladılar ve “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân, hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz” dediler. (Yasin suresi 15.ayet)

Peygamberlerin karşısında yer alanlar, onları kendileri gibi insan olmaları açısından eleştirmişler; bunu onların peygamber olamayacaklarına örnek göstermişlerdir. Onlara göre peygamberler madem Tanrı katından gönderiliyor o halde melek vesaire benzeri tanrısal bir varlık olmalıdırlar. Oysa Allah’ın yaratılış kanunları gereği insanlık için en doğrusu, peygamberlerin yine bir insan olmasıdır.

“Rahman hiçbir şey indirmemiştir” ifadesinde peygamberleri reddedenlerin Allah’ı “Rahman” ismiyle anmaları burada manidardır. Besmelede Allah’ın 99 isminden biri olarak zikredilen “Rahman”, Kuran dilende Allah için kullanılan özel sıfatlar içeren özel isimlerden biridir. Bu açıdan peygamberleri yalanlayanların Allah için bu özel ismi kullanmaları öncelikle Allah’ın varlığına inandıklarını gösterir. Ancak Rahman’ın gönderdiği peygamberleri yalanlamaktadırlar. Bazı kaynaklarda “Rahman” isminin aslının Arapça olmadığı, Aramice ve İbranice kaynaklı olduğu ifade edilir. Bu kabul edilse bile o insanların kendi isimlendirmeleriyle Allah’ın varlığını ifade ettikleri ortaya çıkar.

“Siz sadece yalan söylüyorsunuz” ifadesiyle Rahman’ın varlığını kabul eden bu insanlar, karşılarında Rahman katından gönderilen üç peygamberi açıkça yalancılıkla suçlamaktadırlar.

Yalancılıkla suçlanan o Allah’ın elçileri onlarla tartışmaya girmeden Rahman’ı işaret ederek “bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz biliyor” cevabını verdiler. Bu aynı zamanda burada verilmesi gereken en makul cevaptı. Ve devamında görevlerini şöyle ifade ederler: “Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.” (Yasin suresi 17.ayet)

“Dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur.”(Yasin 18.ayet) Peygamberler o şehre geldikten sonra muhtemelen bazı olumsuz olaylarla karşılaştılar veya peygamberlerin hakikati onlara ifade etmeleri onları psikolojik olarak rahatsız etmiş olmalı ki peygamberleri bize ‘uğursuzluk getirdiniz’ diye suçlamaktadırlar. Devamında onları taşlamak, bu şekilde şehirden çıkarmak ve daha olmazsa eziyet ve azapla tehdit etmektedirler.

Elçiler onlara, “uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” şeklinde cevap verdiler. ذُكِّرْتُمْۜ اَئِنْ “Einzükkirtüm”(size öğüt verildiği için mi?) ifadesi onların, peygamberleri uğursuz görmelerinin daha çok psikolojik açıdan olduğunu göstermektedir.

Şehir halkı, elçilerle münazara ederlerken şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak oraya gelir. Koşuyor olması bir telaşı, kaygıyı, heyecanı ifade etmektedir.

“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”(Yasin 20.ayet)

الْمَد۪ينَةِ اَقْصَا مِنْ Min aksa’l-medineti (şehrin en uzak yerinden, şehrin en kenar ucundan) ifadesi, verilen anlamda olduğu gibi şehrin varoşlarından şeklinde de anlaşılabilir. Bu durumda koşarak gelen adamın toplumun en gerilerine bırakılıp varoşlarda yaşamaya mahkûm edilerek küçük ve değersiz görülen toplum katmanından olduğu ancak gerçekte akıl ve bilgi sahibi bir kişi olduğu anlaşılır.

Böyle küçük görülüp dışlanan birinin onlar karşısında gayet mantıklı ve aklî konuşması seçkin zümrenin tahammülünü zorlamış ve alt tabakadan olarak baktıkları bu asil kişiye nefret ve şiddetle saldırıp onu şehit etmişlerdir. Peygamberleri tehditle yetinen seçkin zümre, varoşlardan telaşla koşarak gelen bu asil zata, toplumun dışlanmışlarından gördüklerinden dolayı tahammül edememişler ve peygamberlere yaptıkları tehdidi onun üzerinde gerçekleştirmişlerdir.

Bu asil zatın koşarak gelmesi bir telaş ve heyecandan dolayıdır. Onun telaşı seçkin zümre karşısında Allah ve elçilerini hakkıyla savunabilme endişesindendir. Onun için koşmaktadır, dolayısıyla telaş ve heyecan içindedir.

Benzer ifade Kasas suresi 20.ayette Hz. Musa’ya Firavun ve adamlarının aldıkları Musa’yı öldürme kararının Hz. Musa’ya bildirilmesinde geçmektedir.

يَسْعٰى رَجُلٌ الْمَد۪ينَةِ اَقْصَا مِنْ جَٓاءَوَ (ve cea min aksal medineti raculun yesa) Yasin suresindeki ifade iken Kasas suresinde يَسْعٰى الْمَد۪ينَةِ اَقْصَا مِنْ رَجُلٌ جَٓاءَوَ  (ve cea reculun min aksal medineti yesa) şeklindedir. Birincisinde ‘şehrin bir ucuna’ vurgu yapılırken ikincisinde ‘şehrin en ucundan gelen adama’ vurgu vardır. Her ikisinde de adam koşmakta yani bir telaş gayret ve heyecan içindedir. Biri Hz. Musa’ya seçkinlerin kurduğu tuzağı haber verirken diğeri yine seçkinlere gelen elçilerin Allah tarafından gönderilen gerçek peygamberler olduklarını onların çağrılarının doğruluğunu haber vermektedir.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, ‘min aksal medineti’ (الْمَد۪ينَةِ اَقْصَا مِنْ) ifadesinden şehrin en ileri gelenlerinin anlaşılacağını ifade etmektedir. (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı M. Hamdi Yazır, 6.cilt, sayfa 407)

Kasas suresindeki ayet dikkate alındığında Elmalılı’nın bu değerlendirmesi makul ve mantıklıdır. Zira Hz.Musa’ya öldürülme kararını bildiren kişinin elbet üst düzey bir kişi olması makuldür. Yasin suresinde münazaraya koşarak gelen kişinin akabinde ileri gelenlerce öldürülmesi seçkinlerden değil onların aşağılayıp küçük gördükleri bir kişi olması daha makuldür.

Bu cesur kahraman kavmini bilgi ve zekâsıyla yener. “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”, “Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”, “O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar”, “O takdirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum”. “Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!” (Yasin suresi 20-25.ayetler)

Şehit, bu ifadelerle Rahman’a inanmakla birlikte O’na şirk koşan bu kavme onların itiraz edemeyecekleri en makul cevabı vermiştir. Hiç beklemedikleri kişiden onun tüm kamuoyu önünde ummadıkları bilgi ve zekâyla Allah’ı anlatması onlar için daha fazla tahammül edilemez bir durumdu. Öyle de oldu ve bu hakiki iman erini kin ve öfkeleriyle şehit ettiler.

“Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.”(Yasin suresi 26.ayet)

Bu ifadelerde, kendisinin hayatına kasteden kavmine zerre miktar kızgınlık yerine bir merhamet ve onlara hakikati anlatabilme gayreti vardır.

“Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.”, “Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.” (Yasin suresi 28-29.ayetler)

“Şiddetli tek bir ses ve söndüler, sönüp kaldılar” ifadeleri doğal olarak onların helak edildiği manasını akla getirmektedir.

Elmalılı Hamdi Yazır, helak edildiklerine vurgu yapmakla birlikte şöyle bir yorum da getirmektedir: “Bundan Antakya halkının mahvolduğunu, helak olduğunu anlamak istemişlerse de Hıristiyanlık daveti karşısında müşrik Roma devletinin ortadan kalkmış olduğunu anlamak daha kapsamlıdır.” (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı M. Hamdi Yazır, 6.cilt, sayfa 409)

Onların ateşlerinin şiddetli tek bir sesle sönmesi, helak edilmenin dışında şirk tutkunu, şirk batağına saplanmış bir toplumun bundan kaynaklı olarak kin, nefret, galeyan, hiddet ve şiddetleri ile kamuoyu baskılarının o iman erini şehit ettikten sonra ilahi bir sayha ile sona ermesi, resuller ve inananlara karşı yönetim ve kamuoyu bazında baskı, şiddet ve dışlanmışlıkların bitmesidir. Devlet yönetiminde ve toplumda hakiki dine ve din mensuplarına bakış açısının, onlara yaklaşımın tamamen değişmesi manasınadır.  




Antakyalı Margaret, Pisidya’daki Antakya’da, yaklaşık 304 yılında Diocletianus zulmü sırasında şehit edilmiştir. Katolik ve Anglikan Kiliseleri'nce 20 Temmuz’da, doğu Ortodoks Kilisesi'nce 17 Temmuz’da bir aziz olarak anılır.
Efsaneye göre, Margaret pagan bir rahibin kızıydı. Annesinin doğumundan kısa bir süre sonra ölmesi sebebiyle Margaret, Antakya’dan gelen hristiyan bir kadın tarafından süt anneliği yapılmıştır. Hristiyanlığı benimsemesi ve bekaretini Tanrı’ya adaması sebebiyle babası tarafından evlatlıktan reddedilmiştir. Olibrius, bölgenin valisi, kendisi ile evlenmek istemiş ancak hristiyanlığı bırakmasını koşul koymuştur. Teklifi reddetmesinden sonra acımasızca işkence görmüş ve ölmüştür.






“Antakya 7 kez yıkılmış, yeniden kurulmuştur”
1. Bilinen ilk yıkım +tsunami Roma İmparatorluğu zamanı,13.12.115, 7.5, 250.000 kişi
2. Bizans zamanı, +yangın 20.05.526-529, 260.000kişi
(İran işgali+veba salgınıyla yıkılan ara dönem)
3. 30.09.587
4. 859 ve 867 depremleri 20.000 kişiden fazla, tüm evler yıkılmış
5. 09.1090 (haçlı kuşatmasına denk gelen deprem)
6. 13.08.1822 Osmanlı dönemi, +tsunami, 20.000 kişi
7. 02.04.1872, Amik Depremi, 7.2 XI derece yıkım 1.800 kişi (? )



Bunlar sadece en büyükleri, Antakya tarihi boyunca hem doğal afetler, hem de işgallerle ölüp yeniden hayat bulmuştur.Siyasi ve dini olaylar, imparotorluk beylik savaşlarını afetler tarihinde incelerseniz o dönemde de büyük planlar-projeler! olduğunu görebilirsiniz.Lakin,
bunlar etki-tepkidir.Komplo teorilerini okumayı seven biri olarak TV kanallarında, sosyal medyada çok konuşulanların üstünü çizmeliyiz, çünkü gerçekler bu kadar yayılmaz 🙂 Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, hiçbir şey göründüğünün tersi değildir.
Kaynaklarda Tanrı’nın Şehri olarak adlandırılan Antakya, mikroda dünyanın kendisini yansıtıyordu aslında.İlerleyebilmek için geçmişe geri dönüp, sindirmeliyiz.Ortada bir kısır döngü varsa, etkiyi kaldırarak değil tepkiyi değiştirerek döngüden çıkabiliriz.
Kızıldeniz’den başlayan Şeria nehri yatağı ve Âsi nehri yatağı ile Güney Anadolu’ya uzanan çöküntüde Âsi nehri kıyısında, denizden 440 m. yüksekliğindeki Habîbünneccâr dağının eteklerinde yer alır. İlkçağ’larda ve özellikle Roma-Bizans imparatorlukları döneminde Akdeniz havzasının en büyük şehirlerinden biri, olimpiyat oyunlarının düzenlendiği, kalabalık nüfuslu, 12 km. uzunluğunda muazzam surları bulunan önemli bir ticaret ve sanayi merkezi olarak dikkati çeker. Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde, “karye” ve “medîne” kelimeleriyle (el-Kehf 18/77, 82; Yâsîn 36/13, 20) bu şehre işaret edildiği söylenmektedir (bk. Kurtubî, XI, 24; XV, 14; Elmalılı, V, 3267; VI, 4015, 4017). İslâm öncesi dönemde Antiochia olarak geçen şehrin ismi İslâmî dönemde Antâkiye (أنطاكية) şekline dönüşerek bugüne ulaşmıştır.






DERLEME : YAVUZ TELLİOĞLU

6 Ekim 2021 Çarşamba

Agarta ve Şambala Yeraltı Uygarlıkları

 




Agarta ve Şambala , teozofik ve ezoterik kaynaklara göre önceki "devre" nin sonlarına doğru Mu ve Atlantis' ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş yeraltı organizasyonlarıdır

Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organisazyon, bu "devre" nin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirinden tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentelerini tercih etmiştir Agarta,

dünya insanlığının tekâmülüne sorumluluk sahibidir İlahi Hiyerarşi' ye hizmet eder Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta' nın lideri, Dünya' ya sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi' nin fizik âlemdeki temsilcisidir Rene Guenon' a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, dünyanın tüm geçmiş, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada "inisiyasyon" dan da geçmiştir Agarta' nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür Rene Guenon' a göre, bu durum en çok, Türkler' in yaşadığı Orta Asya' da görülmektedir Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta' nın sembolizmi bulunmaktadır Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta' nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir

Yeraltı Evreni-1

Kapadokya bölgesinde açıkçası sayısını bilemediğimiz kadar irili ufaklı bir sürü yeraltı şehri mevcut Bunların bazıları gezilebiliyor, bazılarıysa ağzına kadar taş toprak dolu Bölgedeki yeraltı şehirlerinin yapısını en iyi şekild şu benzetme ile tarif edebiliriz İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizi düşünün Büyük binalar ve aralarında serpiştirilmiş gecekondular var Örneğin İstanbul' daki bir Akmerkez binasının bir iki kilometre uzağında derme çatma gecekondular görünür Kapadokya' daki her yeraltı şehri bir bina olarak kabul edersek, yeraltı şehirlerinin bazıları İstanbul' daki Akmerkez ya da Galleria gibi, bazıları da bizim gecekondularımız gibi derme çatma sayılabilecek yerlerdir Bölgedeki son derece büyük, tanınmış ama bugünkü teknolojik imkanların üzerinde olması gereken bir teknolji ile açılmış yeraltı şehirlerinin yanısıra daha mütevazi yeraltı şehirleri de var Burada akla gelen şey bir iki, hatta sadece bir özgün örneğin çevresinde daha sonraki dönemlerde ve daha ilkel kimselerce bazı taklit kazılar yapıldığıdır Kapadokya' daki yeraltı şehirlerinin en fazla tanınanları Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleridir Bu iki şehir birbirinden yaklaşık olarak 9,10 Km kadar uzaktadır Gerek konuyla ilgili arkeologlar, gerekse yöre halkı tarafından bu iki yeraltı şehrini birbirine bağlayan bir tünelin varlığı bilinmektedir Yeraltı şehirlerindeki tüneller tabii ki, Kaymaklı ve Derinkuyu arasındaki ile de sınırlı değildir Mesela Kaymaklı' nın 12-15 Km doğusunda kalan Mazı Köyü yeraltı şehrinin Kaymaklı ve Derinkuyu' ya bağlayan tünellerin oluğu da bilinmektedir

Bilinmeyenin Boyutu Nedir?

Bölge haklı mevcut bütün yeraltı şehirlerinin birbirine tünellerle bağlı olduğunu iddia ederler Bu durumda bölgenin altı bir örümcek ağı gibi tünel şebekeleri ile örtülü oluyor Bu tünellerin hemen hemen hepsi bugün ya duvar örülerek ya da göçükler yüzünden kullanılmaz durumdadır Yakın gelecekte de bunların açılması için herhangi bir çalışma yapılmasını beklemek mümkün değildir Yeraltı şehirlerinin yeniden keşfedilmeleri ve ziyarete açılmaları o kadar eski değil Mesela, yetkili kimseler Derinkuyu diye bir yer olduğunu ancak 1963' te keşfedebilmişler Bu şehirleri ilk defa gezen bir kimseyseniz hayretler içinde kalmamanız, hayran olmamanız mümkün değil fakat bilmelisiniz ki, gezdiğiniz yerler yeraltı şehirlerinin bugün bilinen kısımlarının ancak onda biridir Geziye açık olan ve aydınlatılmış kısımların haricinde çok geniş bir alan ve bir sürü çıkış kapısı daha vardır Tabii bunlar bilinenler Bilinemeyen kısımların ne nitelikte olduğu konusu ise doğal olarak meçhul Ancak, örneğin Derinkuyu' nun altında en 3 ile 8 kat kadar bir derinlik olduğu arkeologlar tarafından tahmin ediliyor Aslında Kapadokya ve yeraltı hakkında bazıları arkeolojik, bazıları turizm amacıyla yazılmış olan Türkçe ve hemen her dilde yayınlanmış olan yüzlerce kitap mevcuttur Konuyu bu açıdan merak edenler söz konusu kitapları turistlik eşya satışı yapan her dükkandan alabilirler ve gerek kaya kiliselerinin, gerek yeraltı şehirlerinin bilinen her ayrıntısını, derinliklerini, ölçülerini kısaca herşeyi öğrenebilirler

İnkalar Hazinelerini Yeraltına Sakladılar

Kaymaklı ve Derinkuyu konularında daha ileri gitmeden önce dünyanın değişik yerlerindeki benzeri yerleri ve bu yer hakkındaki araştırma ve iddaları kısaca hatırlamamız yerinde olur Bizdeki gibi yeraltı şehri ismi verimemiş de olsa dünyanın değişik yerlerinde bir sürü tünel şebekesi mevcuttur Bu tünellerini birçoğu günümüzde bilinmektedir fakat hepsi de belli yerden sonra tıpkı bizim yeraltı şehirlerimiz gibi taş, toprakla dolmuş ya da doldurulmuştur Güney Amerika' da, Ekvador, Peru, Bolivya civarında Eski İnka uygarlığından kalma bir çok tünel olduğu söylenir İspanyol yağmacılarının en önemlisi olan Pizarro' nun ordusundaki bir asker rahip olan Cieza de Leon, son İnka imparatoru olan Atahualpa' nın, Pizarro tarafından öldürülmesinden 4, 5 yıl sonra yazdığı notlarda, İnkalar' ın, İspanyol soygununda korkarak hazinelerini bugün dahi bulunamamış olan gizli yerlere taşıdıklarını yazar Bu gizli yerler dağların altında oyulmuş olan tünel sistemleriydi Bu fikri aslında İngiliz Arkeoloğu Harold Wilkins' in de buşunduğu birçok bilimadamı desteklemektedir Başka br görüşe göre ise, söz konusu tünel sistemleri son derece ileri bir uygarlık tarafından binlerce yıl boyunca oyulmuştur Güney Amerika' daki tünel sistemleri çok fazladır ve sadece İnka ülkesinde değildirler En fazla bilineni, Lima' yı, Peru' nun eski başkenti olan Cuzco' ya bağlayan ve sonra da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel şebekesidir Eski belgelere göre bu tünellerde çok zengin Kralın mezarı vardır Ama bugün kimse tünellerde hazine aramayı düşünmüyor, çünkü tüneller hemen hemen tamamen toprak doludur, temizlenmeleri, içlerinden çıkması olası olan hazinelerden çok daha pahalıya malocaktır Tünelleri araştırmış olan bilimadamlarının çoğunluğu da, bunları İnka tarafından kazılmayacağı konsunda hemfikirler

Malta -Fas -İspanya Bağlantısı

İnka'lar bu tünelleri biliyorlar ve kullanıyorlardı fakat ilk inşaatçıların kimler olduğunu onlar da bilmiyorlardı Güney Amerika' dan sonra Kuzey Amerika, California ve Virginia' da tünel sistemleri vardır En ilginç sistemlerden birisi de Hawaii' de olduğu söylenendir Buradaki tünel sistemlerinin bazı adaları birbirine bağladığı da idda edilir Bundan 4, 5 yıl kadar önce televizyonda yayınlanan ve gerek müziği, gerekse içeriği ile yurdumuzda da büyük bir beğeni kazanan İpek Yolu belgeselinin bir bölümünde gösterdiği gibi Asya' nın altı sonradan sulama kanalı haline getirilmiş tünel sistemleri ile örümcek ağı gibi oyulmuştur Tünellere Akdeniz bölgesinde de rastlanır Mesela Malta' da böyle sistem vardır, Elli metrelik bir böIümüne girilmiş olan bir Malta tünelinin Cebelitarık boğazını altından geçip, İberik Yanmadası ile Fas'ı birleştirdiği söylenir Avrupa' da sadece bu tünelin girişi olan bölgede maymun yaşar ve bu maymunların Afrika' dan, bu tünel vasıtası ile Avrupa' ya geçtikleri söylenir, Ayrıca İsveç' te ve Çekoslovakya'da da bilinen tUnel sistemleri vardır Bazı iddialara göre dünyanın altındaki tUneller burada anlatıldığından da uzundurlar Mesela Tibet Lamaları, Tibet' ten, Güney Amerika' ya kadar giden tüneller olduğunu ısrarla iddia ederler

Daniken' ın gördükleri

1994' de Bir Amerikan dergisinin Ekvador muhabiri olan John Sheppard, Kolombia sınırında elinde dua değirmeni ile meditasyon yapan tipik bir Tibet rahibi gördüğünü yazar İddaya göre bu adam 13 Dalay Lama' dır 1933' te ölmüş olduğu idda edilen bu kişinin mezarı boştur ve Tibet rahipler onun ölmeyip, Budizm' i benimsemeden önceki vatanı olan Güney Amerika' ya döndüğünü ve bu iş için tünelleri kullandığını söylerler Gene de bu hikaye pek güvenilir değildir Güney Amerika' daki tünel sistemlerini bildiğimiz kadarı ile en son inceleyen kimse Erich Von Daniken' dir Daniken "Ausstat und Kosmos" isimli kitabının hemen hemen tamamında Güney Amerika mağaralarından bahseder Ekvador Cumhuriyeti' ndeki mağaralar Arjantin uyruklu ve Macaristan doğumlu Juan Moricz tarafından keşfedilmiş ve kendi adına tapusu alınmıştır Daniken bu mağaraları 1972' de gezer Mağaralara, dağdaki bir oyuktan girilir İlk önce 80 metre kadar, ipten yapılmış bir asansötle diklemesine inildikten sonra sonsuz bir tünel sistemine girilir Bazıları dar, bazıları geniş olan tünellerden, Daniken' in gördüklerinin hepsi köşelidir Duvarları dümdüz ve her yan cam gibi bir madde ile kaplıdır İçerde manyetik etki çok güçlüdür ve pusulalar çalışmaz Daniken girdiği dev bir salondan bahseder Bu salonun içinde masa, sandalye benzeri olan ve hangi maddeden yapıldığı belli olmayan eşyalar vardır Salonun taban ölçüsü 110 x 130 metresie ve bu ölçü Teotihuacan' daki piramitin taban ölçüsü ile aynıdır İçerideki bazı buluntular burasının MÖ 9000 ile 4000 yıllarında bile mevcut olduğunu göstermektedir Bazı duvarlarda da, şüphesiz ki, inşaatçılardan binlerce yıl sonra gelen ilkel insanlarca yapılmış olan dinozor benzeri hayvan çizimleri vardır Tünellerden bir çok altın eşya da çıkarılmıştır Bazı altın levhalarda deşifre edilememiş olan bir alfabe ile yazılmış yazılar vardır Daniken burada gördüğü bir altın küre üzerinde çok fazla durmakta ve kürenin Uzaylılarla ilgili olduğunu iddia etmektedir ve işin en ilginç yanı da, Daniken' in aynı kürenin gerek boyut gerekse üzerindeki garip yazı ve resimlerle tıpatıp benzeri olan bir taş küreyi de İstanbul Arkeoloji müzesinde görüğünü ve bu kürenin tasnif edilememiş eşyalar arasında olduğunu yazmaktadır



Binlerce Yıl Önceki Isı Matkabı

Tünellerin açılışları konusunda Daniken öyle binlerce yıl süren şartlar düşünmüyor Ona göre bu tüneller bir uzay uygarlığı tarafından nükleer enerji ya da benzeri bir şey kullanılarak çok kısa zamanda açılmıştır Bu iddası için kanıt olarak da "Der Spiegel" dergisinin 3 Nisan 1972 tarihli sayısındaki bir yazıyı göstermektedir Bu yazıda ısı matkaplarından bahsedilmektedir Yazıda anlatıldığına göre los Alamos' taki Nükleer Araştırma Merkezi' ndeki bilim adamları tarafından birbuçuk yıllık bir çalışma sonrasında bir ısı matkabı yapılmıştır Aracın ucu volfram çelliğidir ve grafitle ısıtılmaktadır Delme işlemi sırasında, delinen yerden dışarıya hiçbir şey çıkmamaktadır, delici, taşları eritip, delinen yerlerin iç yüzeylerine preslenmekte, preslenen yerler de bir süre sonra öylece donmaktadırlar Derginin verdiği bilgilere göre ilk denemesinde dört metre kalınlığında bir taş blok hiç bir ses ve atık madde çıkartılmadan delinmiştir Loss Alamos bilim adamalarının bir askeri tanka benzeyen, köstebek gibi çalışacak olan büyük bir delicinin planlarını hazırladığı ve bununla Magma tabakasına inip, örnek almanın düşünüldüğü de belirtiliyor Bu ısı matkabı konusunu aşağıdaki, Derinkuyu ve Kaymaklı' nın kazılmasıyla ilgili bölümde tekrar hatırlamak yerinde olur

Agharta-Şamballah ve Hitler Uzantısı

Konunun Kapadokya ile ilgili kısmına tekrar dönmeden önce dünyanın her yanında hemen hemen nehirler kadar çok rastlanan bu tünel sistemlerinin kimler tarafından yapıldığına dair iddaları da görmemiz yerinde olur Bazı ciddi araştırmacılar ve Okültistler binlerce yıl önce dünyada yaşamış ona ve günümüzün masal ve efsanelerinde bahsedilen bir devler ırkından bahsederler Tünellerin kaynağı Daniken gibi araştırmacılar uzay uygarlıkları olarak gösterirken, bazıları devler ırkı, bir kısmı da çok çok eski çağlarda mevcut olan Atlantis ve Mu kıtalarının batışlarından sonra kurtulan kimseler olarak gösterirler Söz konusu kıtalar batıp, yeryüzü şekil değiştirdiği zaman kurtulan kimselerin uzay çağı teknolojisine ve insanüstü psişik güçlere sahip olduklarına inanılır, o zamanlardaki en yüksek kara parçalarına sığınırlar ve bu bölge, bugünkü Himalaya dağları ve çevresidir İki kıtadan gelenler iki ayrı yeraltı şehri kurarlar Bunlardan biri Agartha diğeri Şamballah ismiyle bilinirler Bazı iddalara göre de söz konusu yeraltı şehirlerinin biri sağ-el yolunu izleyen majisyenler ait, diğeri karanlık yolu izleyicilerine aittir Agatha ve Şamballah sakinleri daha sonraki dönemlerde insanlarla çok az iletişim kurarak günümüze kadar yaşarlar Bazı inançlara göre bu şehirler dünyanın aydınlık ve karanlık pisişik merkezleridirler Yeraltı uygarlıklarının sakinleri hem pisişik yeteneklerini hem de nükleer enerjiyi kullanarak dünyanın her yanına açılan tüneller yaparlar Gerçek veya fantezi, dünyanın birçok bölgesinde yeraltında yaşayan üstün varlıklara ait efsaneler vardır Bunlar üç aşağı, beş yukarı birbirine benzemektedirler Bazı kimseler Himalayalar' ın atlındaki yeraltı şehirlerini Atlantis ve Mu uygarlıklarına bağlarken bazı kaynaklar onların çok eski dönemlerde dünyamızı ziyaret eden uzaylılardan kalma ikmal merkezleri olduğunu söylerler Kapadokya, Derinkuyu ve Kaymaklı gibi yeraltı şehirleri ile bu efsanelerin ilişkili olup, olmadıklarını incelemeden önce özellikle Hitler Almanya' sı dönemindeki okült inanışları, gizli majikal örgütleri ve bazı kimseleri tanımamızda, fikirlerini bilmemizde fayda vardır Bazı iddialara göre de Adolf Hitler, Şamballah rahipleri tarafından yönlendirilmiş olan bir medyumdu Bu yüzden eski uygarlıklar, Okült ekoller ve yeraltı şehirleri ile ilgili olarak yapılan araştırma ve yorumlara Hitler Almanyası ile başlamak daha çarpıcı olabilir

Vril ve "Bizi Ezecek Olan Irk"

Roketler konusunda dünyanın büyük uzmanlarından birisi olan Dr Willy Ley 1933' de Almanya' dan kaçar Ley, Vril örgütünün ilk açıklayanlardan biridir Örgüt Berlin' de kurulmuş olan küçük bir Order' dı Vril, günlük hayatımız sırasında çok az bir parçasını kullannabildiğimiz sonsuz enerjidir Vril' e hakim olan kimse kendisine de, başka dünyalara da hakim olur İnsanlar bütün gayretlerini buna yöneltmelidirler Dünya değişecektir Efendiler, yeraltından yeryüzüne çıkacaklardır Onlarla anlaşırsak bizi de efendi, anlaşamazsak köle olacağız Vril fikri aslında, gene bir Golden Dawn üyesi olan Bulwer Lytton' un "Bizi Ezecek Olan Irk" isimli romanından alınmıştır Aynı zamanda "Pompei' nin Son Günleri" isimli eserin de yazarı olan Lytton bu kitapta, Ruh alemi bizden çok daha yüksek olan insanları anlatır Bunlar şimdilik gizlenme durumundadırlar Dünyanın merkezinde bulunan mağaralarda yaşarlar ve her şeyin üzerinde güç sahibidirler

İlk bakışta, bir romandan yola çıkan herhangi bir örgütün bu kadar ciddiye alınması saçma gibi görünebilir fakat şunu da düşünmek gerekir; Dünyada meydana gelmiş olan bir çok oluşum tarihlerinden çok önce romanlarda oluşmuşlardır Mesela, 1896' da Peter Shiel bir roman yayımlar Kitap Avrupa çapında bir örgütten bahsetmektedir Örgütün üyeleri zararlı buldukları aileleri öldürüp, cesetleri yakarlar ve kitabın ismi SS' lerdir Aynı şekilde Titanik, batışından çok önce bir romana konu olmuş ve romanda geminin büyük ölçüleri, batış şekli ve hatta romandaki "Titan" ismi gerçeği ile tutarlı olmuştur

Yeraltı Evreni-2



Jules Verne, nükleer denizaltıdan, uzaya atılan füzelere kadar bir çok şeyi romanlarında anlatmıştır Bunlara benzer daha bir çok örnek saymak mümkündür Ayrıca SS'lerin yazarı olan Lytton' un da bir majikal örgütün üyesi olduğu ve aldığı bazı bilgileri roman haline getirdiği de düşünülebilir Dr Ley' e göre Vril örgütünün üyeleri ırk değiştirmek ve dünyanın merkezinde saklanan adamlara benzemek için gereken bazı sırları bildiklerie inanmaktadırlar Bazı özel kültür fizik yöntemleri vardır Lyton, romanında özellikle cehennem dünyasının gerçeklerine parmak basmaya çalıştığını söyler İnsan üstü güçlere sahip olan varlıkların varlığından emin olduğunu belirtir Bu yaratıklar insanları ezecek ve aralarından seçtiklerini pek büyük değişimlere uğratacaklardır Golden Dawn' ın başkanlarından biri olan Samuel Mathes 1896' da Gizli Şefler konusunda şunları yazar: "Bana kalırsa onlar dünyada yaşayan fakat insanüstü güçlere sahip yaratıklardır Şahsi tecrübelerim bana, bir ölümlü için onların karşısında dayanabilmenin ne kadar zor olduğunu gösterdi Öylese dehşet verici bir gücün karşısında olduğumu hissediyordum ki, soluğum kesiliyor, ağzımdan, burnumdan, kulaklarımdan kan geliyordu" Hitler de üstün yaratıklarla kontak kurduğunu söylüyordu Danzig hükümet başkanı olan Rauschning' e insan ırkının değişimi konusunda şöyle der; "Yeni insan aramızda yaşıyor Size bir sır vereyim Ben onu gördüm" Bunları anlatırken titrediğini söyleyen Rauschning ayrıca şu olayı anlatır; Yakındarında birisinin anlatığına göre Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanırmış Karyolayı dallayacak kadar şiddetli titremeler yaşar ve odanın köşesine bakıp, "İşte o, işte o, buraya gelmiş" diye inlermiş Bundan sonra da anlaşılmaz bir dilde konuşurmuş

Horbiger, "Korkunun Kralı" nı anlatıyordu

Nazi Almanyası' nda üzerinde durulan iki temel kuram vardı Bunlar dünyanın ve insanın açıklaması sayılırlardı; Oyuk Dünya (Hollow Earth) ve Donmuş Dünya Kuramları Ebedi Buz Öğretisi (Well Welt is lehre)' nin kurucusu olan Hans Horbiger 1860' da Triol bölgesinde doğdu Hitler ve Himmler ona inanıyorlardı Hitler; "Bir Kuzey Nasyonal sosyalist bilimi vardır ki, yahudi liberal bilime karşı çıkar Batıda benimsenmiş olan bilim bozulması gereken bir tılsımdır" diyordu öğretinin taraftarları tarafından üç yıl içinde üç kalın kitap, halka yönelik kırk kadar daha basit kitap ve yüzlerce broşür yayınlanmıştır "Dünya Olaylarının Anahtarı" isimli bir de yüksek tirajlı, aylık dergileri vardı Bir broşürlerinde şöyle diyorlardı; "Hitler yahudi politikacıları kovdu İkinci bir Avusturyalı olan Horbiger de yahudi bilim adamlarını kovacaktır" Horbiger' in fikirleri Nietzche' nin felsefesi ve Wagner' in mitolojik görüşleri ile uyumluydu Bu dönemde, Ari ırkın kökeninin başka bir devirde dünyaya ve yıldızlara hakim olan üstün insanların yaşadığı döneme dayandığı inancı iyice yerleşmişti Horbiger öğretisinin cevaplamaya çalıştığı üç temel sorun vardı; Neyzi, nereden geliyoruz ve nereye gidiyoruz? Horbiger' in teorileri özet olarak şu şekildedir; "Yıldızlar buz yığınlarıdır Bu güne kadar bir kaç tane Ay, Dünya' ya çarpmıştır Şİmdiki Ay' da Dünya' ya düşecektir İnsanlığın bütün geçmişi buz ve ateş arasındaki savaşla açıklanabilir İnsan büyük bir değişimin eşiğindedir ve tanrısal nitelikler kazanmak üzeredir Bu yeni insanın birkaç örneği dünyada yaşamaktadır Bunlar zaman ve mekan sınırlarının ötelerinden gelmiş olabilirler Dünyanın sahibi ya da korkunun kralı doğuda, gizli bir şehirde hüküm sürmektedir Onunla kontaklar kurmak mümkündür Onunla anlaşmaya varanlar Dünya' nın görünümünü değiştirecektir ve insanlığa anlam kazandıracaklardir"

Devlerin Yaşadığı Çağlar

Horbiger' e göre, günümüzdeki Ay, Dünya' nın dördüncü uydusudur Tarih boyunca üç Ay daha vardır Bunlar sırasıyla Dünya' ya düşmüşlerdir Ama bu seferki, öncekilerinden çok daha büyük olduğu için çok daha büyük felakerlere yol açacaktır Dünya' da dört büyük jeolojik dönem yaşanmıştır Çünkü geçmişte dört uydu vardı Bugün dördüncü zamandayız Bir Ay Dünya' ya düştüğünde ilk parçalanmadan oluşan halka Dünya' ya düşüp, yer kaabuğunu örter Bu da her şeyi fosilleştirir Normal dönemlerde gömülen organizmalar fosilleşemezler, sadece çürürler Ancak bir ay' ın düştüğü zamanlarda fosilleşme olabilir İşte bu yüzden jeolojik zamanları ayırdedebiliriz Bir uydu yakşaldığı zaman birkaç bin yıl boyunca Dünya' ya çok yakı bir yörüngede olur ve yerçekimi çok azalır Yaratıkların büyüklüğünü belirleyen şey çekim gücüdür Bu yüzden, uydunun yakın olduğu dönemler, devleşme dönemleridir Birinci jeolojik dönemde büyük bitkiler ve böcekler, ikinci dönemin sonunda Dinozorlar oluşmuştur Ani değişimler olmamaktadır, çünkü kozmik ışınlar çok güçlüdür Daha sonra ise dev insanlar oluşur Tevrat' ın Tekvin bölümü devlerin dokuzyüz yıl yaşadıklarını anlatır Bunun sebebi ağırlığın olmamasından dolayı organizmanın geç yaşlanmasıdır İkinci dönemin sonundaki felaketten ancak birkaç tür hayatta kalır ve bunlar giderek küçülürler Üçüncü zaman Ay' ı yörüngeye girdiği zaman daha akıllı bize göre normal insanlar türerler Gerçek atalarımız bunlardır Bununla beraber atalarımızla beraber eski devler de hala yaşamaktaydılar Atalarımıza uygarlığı öğretenler bunlar Devler insanlara tarım, madencilik, sanat, bilim, metafizik bilgileri öğrettiler Bu dönem Altın Çağ olarak bilinen dönemdir Bu dönem çeşitli mitolojilerdeki devler ve tanrıları, Mezopotamya' nın dev krallıklarını açıklar

Tiahuanaco Kapısı

Ve sonra üçüncü dönem Ay' ı da yaklaşır, çekime kapılan sular yükselir İnsanlar ve devler en yüksek tepelere çekilirler ve bazı merkezler oluştururlar Horbiger ve takipçileri buraları Atlantis olarak nitelendirirler Horbiger' in İngiliz taraftarı Bellamy, Güney Amerika' da, And Dağları' nda 4000 metre yükseklikle, 700 Km uzunlukta bir bölgede deniz tortuları bulunur Bunlardan da üçüncü zamanın sonunda ortaya kadar yükseldiği sonucu çıkartılır O dönemin uygarlık merkezlerinden biri Titicaca gölü yakınlarındaki Tiahuanaco' yu Bu kentin kalıntıları yüzbinlerce yıl öncesinden kalmadır Daha sonraki uygarlıkların hiç birine benzemez Horbigercilere göre orada devlerinizleri açıkça bellidir Gene Horbiger' in taraftarlarından olan Alman arkeolog Kiss 1928 ile 1937 yılları arasında Tiahuanaco' da bit kapı incelemiştir Kapının en az yüzbin yıl öncesine ait olması gerekiyordu 10 ton ağırlığındaki kapının süslemelerinin üçüncü zaman astronomları tarafından yapılmış bir takvim olduğu ileri sürülmektedir Bu süslemelerde Ay' ın görünür ve gerçek hareketleri, Dünya' nın da dönüşü göz önüne alınarak işlenmiştir Bundan çıkan sonuç ta Tiahuanaco' nun üçüncü zaman sonunda devler tarafından kurulan bir deniz uygarlığı olduğudur Tiahuanaco, aynı tipteki beş merkezden biridir Orada aynı zamanda da büyük bir liman ve rıhtım kalıntıları da bulunmuştur Diğer merkezlerin Yeni Gine, Meksika, Habeşistan ve Tibet' te olduğu anlatılır Devler, üçüncü Ay' ın da yörüngesinin daraldığını ve zamanı gelince düşeceğini biliyorlardı Sular alçalacak ve beş büyük merkez ortada kalacaktı Meksika' da Toltekler, Dünya' nın geçmişini, Horbiger' in görüşüne göre açıklayan yazıtlar bırakmışlardır Günümüzden 150000 yıl sonra devler de uygarlıklarını kaybederler Yönettikleri insanlar eski vahşi hallerine dönerler Horbiger, Dünya' nın 138000 yıl boyunca Ay' sız kaldığınnı hesaplar Ay' sız dönemlerde cüceler v bazı önemsiz, küçük hayvanlar türer ve son kalan devler bir krallık kurarlar Bu krallık 10' K ile 60' K enlemleri arasındaki bir düzlüğe yerleşir ve İkinci Altantis kurulur And Dağları' ndaki Atlantis ve çok sonra kurulan Kuzey Atlantik' teki ikinci Atlantis' tir ve Platon' un bahsettiği Atlantis ikinci Atlantis' tir 12000 yıl önce günümüzün Ay' ı, Dünya' nın yörüngesine girer Yeni felaketler olur, denizler kabarır, Buzul Çağı başlar ve Atlantis batar Bu da kutsal kitaplarda anlatılan Tufan ve kıyamet olayıdır

Rampa Kimdi? Crowley, Dee ve Kelly Üçgeni


1957' de İngiltere' de Horbigercilerin destekleyen bir kitap yayınladı "Üçüncü Göz" Kitabı yazan bir Avrupalıydı fakat kendisinin Tibet' li bir Lama ve isminin Lobsang Rampa olduğunu iddia ediyordu Rampa "İkinci Beden" isimli kitabında da çok detaylı bir şekilde anlattığı gibi hayattan bezmiş bir Avrupalı ile Astral planda beden değiştirdiğini iddia ediyordu Bir çok kişi Rampa' nın Hitler tarafından Tibet' e gönderilen Almanlardan biri olduğunu ve savaştan sonra orada kalıp, uzun süre sonra geri döndüğünü düşündü İngiliz gazeteleri Rampa' nnın kimliğini araştırdılar fakat resmi istihbarat servisleri bile hiçbir şey bulamadılar Rampa ya iddia etiği gibi gerçek bir Lama idi ya da kendisine aktarılmış olan bazı şeyyleri anlatıyor ve bu şekilde Horbigerci veya Nasyonal tezleri dile getiriyordu Şurası kesindir ki, Rampaa' nın açıklamaları Tibet konusunda uzman olan kimseler tarafından hiç bir zaman yalanlanmamıştır Rampa, "Üçüncü Göz" de yeraltındaki derin mahzenlerde gördüğü bazı şeyleri anlatır Üç tane tabut ve içlerinde altınla kaplı üç ceset Cesetlerin boyları üç ve beş metre arasında değişmekte, kafaları tepeye doğru konikleşmektedir Yani geniş tarafı yukarıda olan bir koni gibidir Beyinleri geniş, cesetlerin ağızları ince ve küçük, çeneleri sivridir Tabutlardan birisinin kapağına garip bir yıldız haritası çizilmiştir Rampa' nın tarifi Aleister Crowley tarafından kontak kurulan ve resmi çizilen ruhsal varlık Lama' ya benzediği kadar Elizabeth devrinin saray majisyeni Dr John Dee ve asistanı Edward Kelly tarafından kontak kurulan varlıklara da benzemektedir Bu varlıklar Dee' ye Enochian dilini ve alfabesini öğretirler Bu dil Golden Dawn tarafından geniş ölçüde kullanılmıştır ve hala da majikal orderler arasında geçerlidir Son yıllarda bir de Enochian sözlük yayınlanmıştır Rampa tarafından anlatılan cesetler yapı olarak bizim kat çalışmalarımız sırasında karşılaştığımız Işık Varlıkları' na da benzemektedir Rampa' nın anlattığı haritanın bir benzeri Himalayaların eteklerindeki bir mağarada bulunmuştur Bu haritanın 13000 yıl önce yapıldığı uzmanlar tarafından tesbit edilmiştir ve harita 1925' te National Geographic Dergisi' nde yayınlanmıştır Rampa mahzende gördükleri hakkında şunları söyler: "Binlerce yıl önce günler daha kısa ve sıcaktı İnsanlar daha fazla bilgiye sahiptiler Dış uzaydan gelen bir gök cismi Dünya' ya çarptı ve her yeri sular basınca Tibet sıcak bir deniz ülkesi olmaktan çıktı" 1953' te yapılan bir araştırmaya göre Horbiger' in Almanya ve İngiltere' de çok fazla izleyicisi vardır Sadece ABD' de bir milyondan fazla Horbigerci vardır Londra' da ise H S Bellamy önemli sayıda taraftara sahiptir

Yine Kapadokya

Şimdi gene Kapadokya ve yeraltı şehirlerine dönersek, buradaki şehirlerin aslında birbirinden farklı şehirler değil de tek bir şehrin farklı çıkışları olduklarını da düşünebiliriz Kapadokya bölgesinde Hıristiyanlığın ilk çağlarında, Bizans ve Roma dönemlerinde yapıldıklarına şüphe duyulmayacak birçok kaya mezarı ve kilisesi de vardır fakat yeraltı şehirleri bir başkadır Bazı Arkeolog ve tarihçiler yeraltı şehirlerinin ilk Hıristiyanlar tarafından korunma amacıyla kazıldığını iddia ederleken, bazı uzmanlar bu şehirlerin çok daha eski dönemlerden kalma olduklarını, ilk Hıristiyabların bunlara sonradan yerleştiklerini ya da buralarda yaşayan kimselerin Hıristiyanlığı benimsediklerini ileri sürerler Bizce bu ikinci tez çok daha geçerlidir Her şeyden önce Büyük İskender dönemi tarihçileri bu bölgende bulunan devasa yeraltı şehirlerinden bahsederler ki, o döneemde İsa henüz doğmamıştır Bu noktada, Mazıköy yeraltı şehirlerinden de biraz bahsetmek gerekir Yukarıda da bahsedildiği gibi Kaymaklı ile 12-15 Km' lik bir tünelle bağlanmış olan Mazıköy yeraltı şehri, diğer yeraltı şehirlerine göre daha değişik bir yapıdadır Diğer şehirler aşağıya doğru ilerleyip, genişlerken Mazıköy yeraltı şehri hem aşağıya, hem yukarıya giden bir şehirdir Büyük bir kayanın ya da dağın altında kazılmıştır Şehir zeminden aşağıya toprak altına ve yukarıya kayanın içine doğru ilerler Üzerindeki koca kaya parçası adeta dev bir apartman gibidir Mazıköy yeraltı şehri birçok açıdan Kaymaklı ve Derinkuyu' dan daha modern bir yerdir Daha çağdaş yaşam şartlarına sahiptir Roma dönneminden kaldığı iddia edilir Şehir ilk defa köylüler tarafından imece usulü ile çalışılarak açılmıştır Esas girişinin neresi olduğu göçükler yüzünden belli değildir Bugün, köylüler tarafından açılmış olan girişlerden girilerek açılmış ve aydınlatılmış olan kısımlar gezilebilir Köylüler zemini ve iki üst katı açtıktan sonra, aşağıya doğru kazarken bazı tarihi eşyalar bulurlar ve bunun üzerine ilgili bakanlık köylülerin kazılarını durdurur Bir, iki arkeolog gelir, şöyle bir bakarlar ve uygun bir zamanda devam etmek üzere kazılar durdurulur

Tarih Öncesi Kalan Fosil

Mazıköy yeraltı şehirlerinin sadece kazıların durdurulduğu güne kadar açılabilen kısımları ziyarete açıktır Geri kalan aşağı ve yukarı doğru olan katlar toprakla doludur Mazıköy' den bu kadar bahsetmemizin sebebi ise Bizans dönemline ait olduğu söylenen bu yeraltı şehrinde, zeminin altındaki kısımlarda bulunan bir ilk çağ hayvanı fosilidir Ne olduğu anlaşılamayan, sadece pre-historik dönemlere ait olduğu anlaşılan, büyük ve yırtıcı bir hayvana ait olan bu fosil de incelenmek üzere Ankara' ya götürülmüştür Bugün ise, fosilin akibeti bilinmemektedir Roma dönemine ait olduğu iddia edilen bir yerde de böyle bir fosilin bulunması oldukça anlamsızdır Bu durumda Mazıköy yeraltı şehrinin de Kaymaklı ve Derinkuyu gibi, çok çok eski çağlardan kalarak sonraki dönemlerde Bizanslılar tarafından kullanılmış olması akla yakındır Bizanslılar olsa olsa yukarıya doğru olan kayanın içindeki kısımları kazmış olabilirler Derinkuyu, Kaymaklı ve Mazıköy gibi yeraltı şehirlerinin Hıristiyanlıktan çok daha eski olduklarını hatta Atlantis ve Mu dönemlerinin kalıntıları ya da Agartha ve Şamballah' ın devamı olup, olmadıklarını düşünürken bu şehirde daha sonraki dönemlerde, iddia edildiği gibi ilkel kazma araçları ile açılan bir sürü odanın da olduğunu unutmamız gerekir fakat esas ileri bir teknoloji ile çok daha eski dönemlerde yapılmış olabilir Bu şehirlerin hepsinin etrafındaki toprağın son derece verimli bir arazi olması da dikkat çekicidir Sadece ziyarete açık olan bölümlerin kazılmasında bile binlerce metreküp kaya parçası çıkar Ziyarete açık olan bölümlerin de bugünkü arkeologlar tarafından bilinen yerlerin yaklaşık olarak onda biri kadar olduğunu düşünürsek, buraların kazılmasından çıkacak olan kaya parçalarının miktarı yapay bir dağ oluşturmaya yeteceğini kolayca görebiliriz Bölgede ise yığma kaya ve topraktan oluşan değil böyle bir dağ, küçük bir tepe bile yoktur Arazinin verimli toprak olması, döküntünün çevreye dağıtılmış olması fikrini de çürütmektedir


Onların Etkileri Hala Aramızda

Şimdi akla şu soru gelmektedir Buralardan çıkan atık kayalara ne oldu? Bunun en akılcı cevabı tünellerin, günümüzdekinden çok daha ileri bir teknoloji ile açılmış olmasıdır Burada, yazımızın Daniken' le ilgili bölümünde söz edilen ısı matkaplarını düşünelim Bize göre Derinkuyu, Kaymaklı, Mazıköy ve çevredeki diğer yeraltı şehirleri bir bütünün parçaları olabilirler Agartha, Şamballah ve Himalayalar' daki efsanevi yeraltı uygalıkları ile bağlantılar var mıdır yok mudur bilemeyiz? Fakat göründüklerinden çok daha derine inenler ve çok daha büyük bir bölgeyi kaplarlar Zannedilenden çok daha eski dönemlere aittirler ve ileri bir teknoloji ile açılmışlardır Bazı iddialara göre bu yeraltı tesisleri dünya yakınlarından geçen uzay araçları için yapılmış olan ikmal merkezleri, konaklama noktalarıdır ve artık kullanılmadıkları için de bilerek toprak ve kaya ile doldurulmuşlardır Kapadokya' nın bazı noktalarında ve özellikle Derinkuyu' da günümüze kadar gelen yoğun pisişik etkiler de  
vardır .

Alıntı : http://gecmisingizemi.blogspot.com/2014/09/agarta-ve-sambala-yeralt-uygarlklar.html