Coyotte
Avustralya
yerlileri ruhun, fizik ölümle birlikte bedenden ayrıldığına inanırlar. Buna
göre ruh, Ruhlar Âlemi’nde kısa bir süre misafir olduktan sonra tekrar bir
insan bedenine girer. Fakat aynı bölgedeki Gnanji Kabilesi ise ölen bir
kadının ruhunun bedeniyle birlikte ortadan kalktığına inanır. Yine Avusturya
yerlileri ruhun ebadının bir tohum tanesi cesametinde olduğuna inanmaktadırlar.
Pennefather yerlileri, kalbte yerleştiklerine inandıkları “ngai"
adı verilen, ikinci bir ruhun varlığını kabul ederler. Buandikler de,
insanın çift ruhlu olduğuna inanırlar. Ölümden sonra bu ruhlardan biri denize,
diğeri de bulutlara gider (yükselir). Bigambullar, ruhun insan
hayattayken de bedeni terkedebildiğini düşünürler. Buna göre, ölüm düşüncesi
ruhun bedenden ayrılması durumunu ifâde ediyorsa o halde “canlılık prensibi”ni
oluşturan da ruhtur. Ngarigo hâdisesinde, içgüdüsel bir hayaletlere
inanma isteği ve merakı hasıl olur. Bu durum Avrupa’da hâlâ yoğun biçimde
mevcuttur. Ngarigo cenaze töreninde, bir nehrin bir yakasından öbür yakasına
dikkatlice geçilir. Bu ritüelin (ayinin) amacı hayaletin onları takib
edemeyeceği ihtimalinin sağlanmasıdır.
Yeni
Guinea’daki Tamiler de insanın çift ruh taşıdığına inanırlar. Bu
ruhlardan biri uzun diğeri kısadır. Uzun olan ruh, insanın “gölge”sidir ve
rüyâlarda bu ruh hâkimdir. Kısa ruh ise ölüme kadar bedeni hiç terketmez ve
ölümle birlikte Lamboam adı verilen Ruhlar Âlemi’ne gider. Bir diğer
Yeni Guinea kabilesi olan Windessiler de insanın çift ruhlu olduğuna
inaırlar. Buna göre, kadının ölümüyle birlikte her iki ruh da “Aşağı Dünya” adı
verilen yere gider. Fakat erkeğin ik ruhundan biri “Aşağı Dünya”ya giderken,
diğeri bir başka erkeğin bedenine girer. Solomon ada yerlileri iki tür
hayalete –ruha değil- inanmaktadırlar. Birinci grupta güçlü hayaletler, ikinci
grupta ise zayıf hayaletler bulunur. Tonganlar, asillere ait ruhların
ölümden sonra ilahî bir kimlik kazandığına inanırlar, orta sınıf insanların ise
ruhu yine yükselir ancak ilahî bir nitelik kazanması sözkonusu değildir,
sıradan bir figür olarak kalırlar; üçüncü gruptaki insanların yani yoksulların
ve hizmetkarların ise ruhları yoktur, yani onlar hayvanlar gibi fizikî bir
ölümle birlikte yok olurlar. Dr. C. E. Fox’a göre, Solomon adalarındaki San
Cristobal halkı, insanın çift ruhlu olduğuna inanırlar. Bu ruhlardan birine
“Adaro” denir ki, bu gölge-ruhtur ve “eril karakterli”dir. İkinci ruh ise
“Aunga” adını alır ki, bu ruh sakin, sevimli ve “su karakterli”dir. Hayatî prensip
“Baş”tır ve Adaro, kişinin ölümünden sonra başa duhûl edebilir. Aunga ise
ölünün bütün vücuduna hatta eşyasına girebilir. Üstelik Aunga, kişi hayattayken
de başın tepe noktasından (vertex) bazen de ağız, kulak ve burundan da girip
çıkabilir. İnsanın ölümünden sonra Adaro (olumsuz ruh) başka bedenlere de
gidebilir. Samoa yerlilerinden bazıları, ölüm ânında ruhun bedeni terkettiğini
gördüklerini söylemektedirler. Buna göre ruhun ebadı, terkettiği insanın
ebadıyla aynıdır. Sosyete ada yerlileri ölen kişinin ruhunun gelecekten
haber verme kabiliyetinde olduğunu ve bu haberleri dirilere ulaştırmakla
yükümlü olduğunu savunurlar. Bu topluluk ruhun insanın böbreklerinde olduğuna
inanırlar. Hawai yerlilerine göre ruh, insanın gözyüvarlarına özellikle
de gözyaşı bezlerine yerleşmiştir. Onlar da çift ruhun varlığına inanırlar.
İlginç bir çift ruh inancı Filipin Bagoboları’nda dikkat çekmektedir.
Buna göre, vücudun her yarısında ayrı bir ruh bulunmaktadır. Soldaki ruh uyku
sırasında bedeni terkeder ve ölümden sonra şeytanın ruhu haline gelir, insanın
bütün talihsizliklerini, kötülüklerini, hastalıklarını tevarüs eder (üstüne
alır). Buna karşılık sağdaki ruh nazik ve lâtiftir. Ölümden sonra “Aşağı
dünya”da atalarının ruhlarıyla birleşir. Hollanda Borneosu’nda insan ruhuna
“Antu” adı verilir ve bu ruh devasa boyutlardadır. Bu ruh 3 ilâ 7 kere
reenkarne olur (tenasuh, yeniden bedenlenme) ve en sonunda mükemmelleşip
uçuşkan hale gelir ve atmosfere karışarak sonlanır eşdeyişle insan ruhu
sonludur.
W. J. Perry’ye göre, Selebes
adalarında yaşayan Toradja kabilesi ruhun, insanın gölgesi olduğuna
inanır. Bu ruh genelde başın en üst noktasından (vertex) bazen de burun, kulak,
ağız veya eklem yerlerinden vücudu terkeder. Bedeni terkettikten sonra farklı
biçimlere girebilir. Söylentiye göre, iki Toradja erkeği uyurken, birisi, bir
farenin arkadaşının burnu etrafında dolaştığını görür ve bu fareyi öldürür.
Fare öldükten hemen sonra da arkadaşının öldüğüne şahid olur. Ruh hayvan
formundayken başka ruhları da ziyaret edebilir. Burada da bir düaliteyi
(ikilik) gözleyebiliyoruz. Hayalet ile ruh arasında bir ayırım yapmak
gerekirse, ruhun “soluk”la doğrudan bağlantılı olduğunu görüyoruz. Hayaletlerin
ise nefesle bir ilgileri bulunmamaktadır. Gilbert ada yerlileri,
çocukların doğuştan ruh sahibi olmadığına inanırlar. Çocuğun doğuşundan
itibaren 2-3 gün boyunca yakın akrabaları etrafında sür’atle dansederler ve
bebeğe gelmesi muhtemel olan ruhun dikkatini çekerler. Bu topluluğa göre de
insanın gölgesi aynı zamanda onun ruhudur. Bu ruh ölümden sonra 3 gün boyunca
bedenin etrafında dolaşır ve daha sonra da göğe yükselir. Oradan da “Ada
cenneti”ne gider. Marshall ada yerlilerine göre, insan ruhu akışkan, hızlı
hareket eden ve şeffaf yapıdadır.
Afrika
kabilelerinden olan Bariler ruhun sonsuza kadar varolduğuna inanırlar. Bontgolar’a
göre, ruh karanlık ve gölgelerle dolu sık ormanlarda yaşar. Masai ve Bahima
kabilelerine göre ölümsüzlük krallara ve aristokratlara mahsus bir imtiyazdır.
Batı Afrika’da yaşayan Tshi kabilesi ruha “Kra” adını verir. Bu ruh insanın
şahsî ruhu olmaktan çok “RUH’UN RUHU” olarak tanımlanabilir. Bir diğer Batı
Afrika kabilesinde ise insanın çift ruhlu olduğuna inanılır. Buna göre, “Eril
ruh” kötü ve şiddet yanlısıdır. “Dişil ruh” ise iyi ve naziktir. Yoruba
kabilesine göre insan 3 ruhludur: Biri başta, biri midede diğeri ise “el ve
başparmağı”nda yerleşmiştir. Nijerya’daki Hausa ve Kuzey Kongo’daki Bavili
yerlileri 4’lü manevî sistemi kabul ederler: Ruh, gölge, hayat ve çift.
Hausalar’a göre tabiat insanın hem içinde hem dışındadır. Bambula
kabilesi ise yukarıda zikredilen ruhanî elemanlara bir 5.yi ekler ki, bu da çok
kötü insanlara has bir niteliktir ve ölümle ortadan kalkmaz.
Nijerya
yerlilerinden olan İbolar insan ruhunun cansız varlıklara ve eşyaya da
duhûl edebildiğine inanırlar. Buna karşılık hayvan ruhunun böyle bir kabiliyeti
yoktur. Bantular ise hayvanların ruh taşımadığını savunurlar. Hayvanlar
insan ruhu “Ngoma”ya bağlıdırlar. Banyankole kabilesine göre, dişi
hayaletler kabilenin çocuklarına ve kadınlarına zarar verebilecek
karakterdedirler. Dahomey’de, kralın ruhu aynı anda birden fazla yerde
bulunabilme kabiliyetindedir. Örneğin Kral Gézu aynı ânda tahtında, savaş
alanında ve annesinin bedeninde görülmüştür. Yine Gézu kraliyet ailesine mensub
diğer bireylerin kılığında da görünmüştür. Orta Afrika yerli kabilelerinden
bazılarında kralın hayaleti aslan veya başka güçlü hayvanların bedenine
girebilir. Ashanti kabilesi ruhun rüzgâr karakterki olduğunu kabul
ederler. Böylelikle bedenini terketmiş olan insan ruhu insanlara dokunmak
suretiyle zarar verebilir. Bu inanışın motiflerine İrlanda folklorunda da
rastlanması ilgi çekicidir. İrlandalı bir Aran kadını Lady Gregory’ye
şöyle der: “Bazen bulut kılığına giriyorlar bazen de fırtına!" Aynı
anlayış, Eski Yunan düşüncesinde de mevcuttur: Buna göre rüzgâr ile yeraltı
tanrıları ve ölüm arasında bir bağlantı vardır.
Rasmussen’e göre,
Eskimolar insanın beden, ruh ve isim-ruh’tan oluştuğuna inanırlar. Ruh esas
bileşendir ve sık sık bedeni terkeder ve geri döner, ayrıca insanı gölgesi aynı
zamanda onun ruhudur. Bu ruh cesameti itibariyle insan bedeninden daha
küçüktür. Büyücüler bu ruhu görebilirler. Bu ruh bazı cadılar tarafından
çalınabilir. İsim-ruh adı verilen ruh ise ikinci bir ruh rolünü üstlenir ve
fizik yaşamı kontrol eder. Bu anlamıyla “can” rolünü yüklenir. Ölümden sonra bu
isim-ruh hamile bir kadının bedenine girer ve onun çocuğunu kontrol etmeye
başlar. Yalnız bu durumda büyücünün müdahalesi de gereklidir.
Kuzey
Amerika yerlilerinin ruh konusundaki inançları Eskimolar’ınkiyle benzerlik
arzeder. Chippewalar ruha “O’chechag” adını verirler ve bu ruhun bilinçdışılık
ve trans duyumlarında bedeni terkettiğine inanırlar. Hayvanların ve eşyanın da
ruhu vardır.
Animism (Cancılık) en
çok eski Çin’de gelişmiştir. Eski Çin düşüncesine göre, insan ruhu Yin ve Yang
adı verilen iki bileşenden meydana gelir. Bu iki bileşen, iyilik ve ışığın ve
kötülük ve karanlığın temsilcileridir. Ölümden sonra sayısız ruh biraraya gelir
ve ortak eyleme geçerler. Eşyanın da ruhu vardır. Örneğin uçan nesnelerin ruhu
özel bir koku yayarlar. Bir anlamda Çinliler hayaletler ve ruhlarla hayatın her
alanında içiçedirler.
Brahmanizm; Brahm
kelimesi nefes, rüzgâr ve ruh anlamlarına gelir. Buna göre, Brahma “Havada
oturan ve her yöne aralıksız esen büyük bir yel gibi, bütün varlıklar bende
yerleşmişlerdir." der. Brahmanlar, bireysel ruhun, tümel ruhtan
doğarak yine ona dönmek suretiyle ebedî varlığını koruduğu inancındadırlar.
Buddhaizm’de ruhun
belli bir başlangıcı yoktur.
Platon, ruhun geçici
bir hayat kalıbına girmeden önce Allah katında, saf bir öz hâlinde varolduğuna
inanır. Bu “prééxistancialisme” (Preeksiztansiylizm: Önceden varoluşçuluk)
anlayışıdır. Platon’a göre, ruh beyinde yer alır.
Pélagisme (Pelajizm)
ise insanî özgürlüğü “prédestination” (predestinasyon: Öncel takdir) dan
kurtulmak için şöyle bir inanç getirmişlerdir: Bir beden doğmak üzereyken Tanrı
o beden için ayrı bir ruh yaratır ve bu suretle ruhlar bedenlere paralel olarak
çoğalırlar.
Saint Augustin, Martin Luther ve Leibniz, ruh’un ilk atamızda (Hz.
Âdem’de) “tohum” halinde bulunduğunu ve ondan bütün kuşaklara yayıldığını
savunurlar. St. Augustin, bu olayı meş’alenin diğerlerini tutuşturmasına
benzetir.
Créationiste (Kreasyonist:
Yaratılışçı) Hristiyanlar, ruhun Tanrı tarafından ayrıyeten yaratıldığına
inanırken, Traducianıste (Tradüsyanist: Verâsetçi) Hristiyanlar ise
çocukların ruhu babalarının ruhundan doğar iddiasındadırlar.
Homeros, ruhun bir
nefes olarak ölen insanın ağzından ve yaralarından çıkıp, sonra gölge haline
geldiğini, nihayet bir duman olarak dağıldığını söyler.
Pythagoras, ruhu herşeye
hayat ve hareket veren ince ve hulûl edici bir rüzgâr olarak kabul eder.
Pythagoras ruhun beyinde olduğunu kabul eder.
Avdira (Abdera)
okulunun kurucuları olan Dimokritos ve Leukippos’a göre, ruh ateşli bir
atomdur.
Aristotelis (Aristoteles),
ruhun hayatı kabul edebilen cisimlerde gerçekten belirebilen bir kuvvet, beden,
biçim ruhtur. Ruh 3 basamaklıdır. Bitki ruhu, Hayvan ruhu, İnsan ruhu. Her
basamak bir üsttekinin maddesidir. Bitkilerde yalnızca özümseme ve üreme ruhu
vardır. Hayvan ruhu, devim-istek-duyumla belirir ve bitki ruhuna eklenir.
Akılla beliren insan ruhuysa kendinden önceki bütün ruhları kapsar. Bitki ruhu,
Hayvanlık biçiminin maddesi, hayvan ruhu ise insanlık biçiminin maddesidir. Bu
basamakların tabanında “biçimsiz (Amorf) madde”, tepesindeyse “maddesiz biçim”
vardır. Aristo’ya göre, ruh kalpte yerleşmiştir. Madde ilk biçimlenişinde (ilk
ruhla yüklenmesinde) –ki bunun nedeni, biçimler biçimine (ruhlar ruhuna)
duyduğu özlemle gerçekleşmiştir- 4 ana biçimde belirir: Toprak, su, hava, ateş.
Spiritüalistler’e
(Ruhçular) göre, ruh bedenden bağımsız ayrı ve özel bir hassadır.
Pantesitler
(Kamutanrıcılar), organizmayı reddeder ve bütün varlığa ruh atfında bulunur.
Hilozoizm (Madde-Canlıcılık)
de buna çok yakın bir anlayışı savunur.
Epikürienler ve Stoacılar
ise ruhun da ince (rafine) bir madde olduğunu kabul ederler.
Neo-Platonienler (Yeni
Platoncular) madde ve ruh ikiliğini reddederler.
Descartes, ruhun mekânsız
olduğunu ve bedenle özdeşleşmiş olduğunu söyler. Aynı Descartes daha sonraları,
ruhun beyinde bulunan “kozalak bezi”nde (Glande Pinéale) bulunduğunu iddia
eder. Epifenomenoglar (Olaycı-Olgucular), İnteraction (karşılıklı
etkilenimciler) kuramcıları da Neo Déscartien (Yeni Descartes’çı) felsefeye
bağlıdırlar.
Goethe ise ruhsuz
maddenin ve maddesiz ruhun olamayacağını savunur.
Leibniz, ruhun beden
üzerine etkisini Ezelî âheng kuramıyla açıklar.
Villis, ruh için
"Hayatî Âlev" tanımlamasını yapmaktadır.
Materyalizm’e
(Maddecilik) göre, ruh organik fonksiyonlarının basit bir hassasıdır.
Behavıourısm’e
(Biaviurizm: Davranışçılık okulu) göre, bütün ruhî olaylar uyarım (stimulus) ve
cevabtan (réponse) ibaret davranışlardır.
Felsefî Tanımı İtibariyle Ruh:
Fr:
Âme, İng: Soul, Yun: Psykhe, Al: Seele, İt: Anima.
Canlı
organizmanın duyusal yanı. Canlı organizmanın maddi yanını dile getiren beden
deyimine karşılık canlı organizmanın maddesiz yanını dilegetiren ruh deyimi,
“uçucu gaz” anlamındadır. İslâm’da ruh ve nefs birbirine yakın anlamlar
taşırlar. Canlı organizmalar arasında “insan ruhu”nu dilegetirmek amacıyla
“Nefs-i Nâtıka” (Düşünüp, söyleyebilen can) deyimi kullanılır. Canlı
organizmalar arasında hayvan “ruhlu” (psykhe), insan ise hem ruhlu hem tinli
(pneuma, spirit) bir varlıktır.
Arabça’daki
"Ruh" kelimesinin kökeni "yel, hava, rüzgâr" anlamına gelen
“Rıh” kelimesidir. “Kokulu hava” anlamına gelen “Râyiha” sözcüğü de bu kökten
türemiştir.
Yehova Şahitleri’nin Değerlendirmeleri:
"Ruh
diyarından yeryüzüne gelen Hz. İsa (İsa Mesih), olumsuz ruhî varlıkları
doğrulamıştır. Kendisinin birçok defa İblis’ten bahsettiğini ve onu, “yalanın
babası” ve “katil” olarak adlandırdığı yazılıdır. (Yuhanna, 8/44). İblis, Hz.
İsa’ya yerin bütün krallıklarını gösterek şunları söylemektedir: “Eğer yere
kapanıp bana tapınırsan bütün bu şeyleri sana veririm.” Hz. İsa bu teklife
şöyle cevab verir: “Çekil şeytan, çünkü Allah’a tapacak ve yalnız ona kulluk
edeceksin”. Bu diyalogtan sonra İblis, Hz. İsa’yı terkeder.
İsa
Mesih bu tecrübede kim tarafından deneniyordu? Gerçek bir varlık tarafından mı,
yoksa yalnızca bir “kötülük vasfı” tarafından mı? Eğer sadece bir kötülük vasfı
tarafından denendiyse, bu vasıf kimde bulunuyordu? Bu kötülük bizzat İsa
Mesih’in içinde miydi? Eğer öyleyse Hz. İsa’nın günahsız olduğu tezi doğru
olmazdı. Fakat Allah’ın sözü olan Mukaddes Kitab’ta, Hz. İsa’nın, “suçsuz,
lekesiz ve günahkârlardan ayrılmış” olduğu yazılıdır. (İbraniler, 7/26).
Mukaddes Kitab ayrıca şunu da söyler: “O günah işlemedi ve O’nun ağzında hile
bulunmadı.” (İ. Petrus 2 /22). Bu nedenle Hz. İsa, bizzat kendi içindeki
kötülükle konuşamazdı. O, yaşayan, ruhî bir varlıkla konuşuyordu. Buradan
İblis’in ruh diyarında yaşayan gerçek bir varlık olduğu anlaşılıyor.
Fakat,
İblis nasıl meydana geldi? İşi tam olan Allah’ın kötü bir varlık yaratmayacağı
bellidir. Böyle birşey hem mantığa hem de Allah sevgisine aykırıdır.
Dolayısıyla, daha sonra İblis haline gelen ruhî varlığın, Allah’ın bir yaratığı
olarak diğer milyonlarca melek, yani “Allah’ın oğulları” gibi kâmil ve kusursuz
olması gerekir. (Eyyub 38/7). O halde kendisi nasıl kötü oldu? İlk erkek ve
kadın yaratıldıktan sonra, bu ruhî varlık Allah’a isyan etme eğilimine
girmiştir. Bunun temel nedeni özündeki tapınılma arzusudur. Hz. Adem ve Hz.
Havva, onun için bir alternatif, bir ortak niteliğindeydi. İblis’in çözümü,
onları Allah’a karşı isyan etmeye zorlamak oldu. Aden’de, İblis yılanı
kullandı. Böylece Mukaddes kitab, İblis’i “eski yılan” yani kâinata kötülüğü ve
isyanı sokan olarak teşhis etti. (Vahiy, 12/9;2. Korentliler 11/3).
İblis,
itaatsizliğe ve kötülüğe sapan yegane ruhî varlık değildi. Allah çok sayıda
mukaddes melek yaratmıştı. Tekvin (Genesis) bölümünün 6/1-5 ayetlerinde Nuh’un
günlerindeki tufandan önce, “Allah’ın oğulları”ndan (meleklerden) bazılarının
maddi bedenler aldıklarını, gerçek meskenleri olan gökleri terk ederek, insan
biçimine girdiklerini açıklar. Bunu neden yaptılar? Görünüşü güzel olan insan
kızlarıyla evlenerek beşerî ihtiraslardan zevk almak için. Bu, Allah’a karşı
bir itaatsizlik hareketiydi ve Mukaddes Kitab bu hadiseyi “zina etmiş ve başka
bedenlerin ardına düşmüş” Sodom ve Gomorrhea’daki halkın hareketine benzetir.
(Yahuda 6/7). Aynı şekilde, melaikenin cinsel münasebette bulunmak üzere yere
inip insan bedenine bürünmeleri, onların semavî hüviyetlerine aykırıydı.
Onların bu hareket tarzı, anormal bir nesil olan “zorbalar” olarak adlandırılan
“Nefilim” dahil, birçok kötü sonuçlara yol açmıştır. “Allah’ın bu oğulları”
isyankâr hareketleriyle kendi kendilerini cinler haline getirmişler ve cinlerin
reisi olan İblis’in tarafına geçmişlerdir.
Bütün
küreyi sarmış olan Nuh’un günlerindeki tufan, bütün kötü insanları helâk ettiği
zaman, bu sadakatsiz melekler insanî bedenlerini terk ederek ruh diyarına
döndüler. Fakat Allah’ın mukaddes meleklerinin oluşturduğu teşkilâtta tekrar
yer almalarına müsade edilmedi. Bunun yerine alçaltılmış bir ruhî karanlık
durumuna getirildiler. (2. Petrus, 2/4). Allah, tufandan sonra, bu cin haline
gelmiş olan meleklerin bedenlenip maddileşmelerine izin vermemiştir. Fakat
onlar hâlâ kadınların ve erkeklerin üzerinde tehlikeli bir kudret icra
edebilirler. Şeytan, bu cinlerin yardımıyla dünyayı saptırmaya devam ediyor.
(Vahiy 12/9).
Yuhanna
kitabında, İsa Mesih’in, İblis’i 3 defa, “bu dünyanın reisi” olarak
adlandırdığını biliyoruz. (Yuhanna, 12/31; 14/30; 16/11). Mukaddes Kitab,
“Bütün dünya kötü olanın kudretinde bulunmaktadır” der. (1.Yuhanna 5/19). Bütün
dünya hükümetlerini de İblis idare ediyor. Hz. İsa da, İblis’in yerin bütün
krallıkları üzerinde hüküm sürdüğünü yalanlamadı. Vahiy 13/17’de, ona (İblis’e)
her sıpt ve kavm ve dil ve millet üzerinde selâhiyyet verildiği
belirtilmektedir. 10 boynuzlu canavarla sembolize edilen yaratık, İblis’in ta
kendisidir. O nedenle, Hz. İsa, “Benim krallığım bu dünyada değil” demiştir.
Cinlerin
birçok erkek ve kadını saptırmak için kullandıkları bir usul de spiritizma
(ruhçuluk)dır. Spiritizma, cinlerle temasa geçmek demektir. Spiritizma,
insanları cinnî etki altına sokar. Falcılık, sihirbazlık, afsunculuk, büyücülük
v.s hepsi de cinciliktir. Bu gibi şeylerle uğraşanlar Allah’ın düşmanı olurlar.
Astroloji de bu faaliyetlerden biridir ve Allah’a karşı gelmeyi içerir. Aziz
Pavlus (Saint Paul), “Şeytanın kendisi nur meleğinin suretine girer, onun
hizmetçileri de salâh hizmetçileri kılığına bürünür” der. (2.Korentliler,
11/14-15).
Eski Ahid, (Tevrat, Old
Testament, Ahd-i Atik) de "Tekvin" (Genesis, Oluş) bölümünde
Yahova’nın (Yahve) ruhu, kendisinden bir soluk (nefes) olarak fışkırır ve
yaratmak için ise suların üzerinde rüzgâr gibi dolaşır.
Tevrat
bir de Allah’ın ruhundan söz eder: “Rabb’in ruhu, Saoul’dan çekildi ve Rab
tarafından bir kötü ruh ona ıstırab verdi.” (Birinci Krallar, 16/14-15) ve;
“Allah tarafından Saoul’a ruh gelince Davud tamburu eline alıp çalar ve Saoul
da rahatlayıp ferahlayınca, kötü ruh üzerinden giderdi.” (B.K. 18/23)
Yahudiler’in
Talmud kitabı, ruhların düşecekleri zamana kadar kapatıldıkları bir mağaradan
sözder. Bu ruhlar bazen, Allah’ın tahtı altında bir ihtiyat alanında
bekletilirler. Bazen de, bedene geçmiş bulunan salih ruhlara eşlik ederek
göklere dönerler. Bunlar, öteki hayat hazineleri ve kutsal dualar arasında 7.
Gök’te otururlar. Ruhlar, İlahî özdendir. Uyku esnasında yeryüzünün her yerini
dolaşır ve rüya görürler.
Sir
Thomas Browne, "Birçokları ruhun durumunu tasvir etmek için büyük
sıkıntı çekerler” diyor. Günümüz uygar insanı ruh ve ölüm ötesi mevzuunda ciddi
bir araştırma ve düşünceye sahib değildir. Hatta belki de ilkel düşünce sahibi
adam daha ciddiydi denebilir. Hele mistik yönü itibariyle ilkel adam, uygar
adamdan daha derinlikliydi. Onun için bilmek inanmaktı. Ya bizim bilmediğimiz
birşeyler biliyordu, ya da bilip de unuttuğumuz şeyleri...
İlkel
eskatoloji’ye (ölümötesi bilimi) göre ölen bir insanın ruhu aşağıdaki seyri
izlemekteydi:
1-Genellikle
bir refakatçinin eşliğinde yargılama alanına (salonuna) gidiyor ve orada sonsuz
acılara veya zevklere ulaşıyor,
2-
Ruhlar âlemine doğru yollanıyor ve buraya ulaşmadan önce kuvvetle muhtemelen
şeytanların azabına uğruyor,
3-
Dünyada yaşadığı bölgeden çok uzak olmayan bir adaya, bir mağaraya ya da bir
ormana doğru yönleniyor ve orada diğer hayaletlerlerle (ruhlarla) birlikte
ölümötesi yaşamına devam ediyor. Zaman zaman yakınlarını ziyaret ediyor,
4-
Onları, mezarını ziyaret etmeleri konusunda uyarıyor ve kabile ya da kasaba
halkıyla yakın temas halinde,
5-
Kimi zaman bir başka insanın vücuduna giriyor. Bu olay hemen ölüm sonrasında
bir süre gerçekleşiyor.
Ruhun
yukarıdaki seyri izlemediği istisnaî durumlar ise şöyle:
-Katledilmiş
olmak,
-İntihar
etmiş olmak,
-Hayvanlar
tarafından öldürülmüş olmak,
-Vücudu
tam oluşmamış olmak (özürlü v.s.),
-Kadının
doğum esnasında ölmüş olması,
-Çok
küçük yaşta ölmüş olmak (rüşdünü ispat etmeden).
Buna
mukabil kişinin dünya hayatındaki ibadetinin ölümötesinde bir karşılığı
olmadığı inancı hâkimdir.
Ruhun
kaç evre geçirdiği konusu ise çok tartışmalıdır. Güney Hindistan’ın yüksek
bölgelerinde Todalar adında oldukça ilkel bir halk yaşamaktadır. Toda
eskatolojisine göre, Amnodr (öte dünya) Batı’ya doğru uzanır ve Nilgiri
Tepeleri’nin ötesinde güneş tarafından aydınlatılır. Amnodr, tanrı On’un
yönetimi altındadır. Ölülerin ruhları burada yaşarlar ve dünyada sürdükleri
hayatın aynısını sürdürürler. Ruh, Amnodr’a belli yollardan gelir. Sıcak taş
adı verilen bir taş bu yolun ilk aşamasında aşılır. Bir sonraki taş Panipikârs
adlı taştır. Daha sonra bir orman boyunca yürünür, her ruh vücudundan neşet
eden bir bıçakla yolu üzerinde bulunan ağaçların gövdesine bir işaret yapar
(kazır). Sonunda bir köprüye gelinir, kötü bir hayata sahib olanlar
(günahkârlar) köprüden aşağı düşerler ve yılanlar tarafından yutulurlar. Ancak
öyle durumlar vardır ki, ruh bu nehirden kurtulabilir ve geri kalan bölümüyle
birleşebilir (Araf esprisi).
Gilbert ada
yerlilerine göre, günahların cezası sürekli ertelenir. Avustralya ilkellerine
göre, ruh göğe yükselir ve zaman zaman yere iner. Bundan amaç, müşkülü olanlara
yardım etmektir.
Wotjolar’a göre, ruh
belli bir süre mağarada ikâmet eder.
Wiradjuriler’e göre, ruh
büyük bir ağaçta oturur.
Bigambullar, ölülerin
gölgeleri çok uzaklara giderler.
Alcheringa inancında,
ruhlar yeniden bedenlenene (reincarnation) kadar ruhlar âleminde beklerler. Bu
inanç Kuzey kabilelerinin genel inancıdır.
Maori inancına
göre, ölümü müteakip 3 gün boyunca ruh cesedin başında bekler. Bilahare
gölgeler âlemine gider. Gittikleri yer, dünyanın en karanlık, en derin yeridir.
Bunlar afet olarak dünyaya geri dönerler. Önemli insanların ruhları ise göklere
yükselir.
Britanya
Yeni Guinesa’sındaki Koritalar ruhun ölümden sonra İdu adlı dağa
gittiğine, fakat orada belirli bir süre kaldığına inanırlar.
Mafalu inancına göre
de ruh dağa çıkar ve oarada yumuşak bir ışık ya da büyük bir mantar biçimini
alır.
Monumbo inancına
göre, ruhlar hayvan ya da bitki kılığına bürünürler.
Yeni Kaledonyalılar,
ruhun bir denizin sonunda bulunan güzel bir yere (toprak) gittiğine inanırlar.
Bu ülke, Pott adasının kuzey doğusunda bulunur. Burada uykusuz bir hayat
sürerler her gün mezarlarından çıkarlar.
Melanezya inancında,
ruh ölüm adalarını dolaşır fakat arada bir doğduğu yere geri döner, kendini
gösterir ve duyurur.
Sosyete adası
yerlilerine göre, ruh ormana gider ya da bir eşyaya dönüşür.
Hawaililer’e göre,
sıradan insanların ruhları yeraltına inerler ve orada kertenkelelere veya
kelebeklere dönüşürler. Görkemli ruhlar ise göklere yükselirler.
Hollanda
Borneosu yerlilerine göre, ruh bir ağacın tepesinde görünmez bir yuva
yapar ya da tepelerde dolaşır. Ruh her hâl-ü kârda ateş tepesini aşmak
zorundadır. İyi ruhlar alevleri nasıl aşacaklarını bilirler ancak kötü ruhlar
ateşin içine yuvarlanırlar. Fakat imhâ olmadıkları için yeniden döngünün içine
girerler.
Dyaklar’a göre ruh
göğe yükselir.
Ballaus düşüncesinde
ruhlar âlemi yeraltındadır. İyi ve Kötü ruhlar ayrı ayrı bölümlerde yaşarlar.
Sibuyowlar’a göre
insanın 7 hayatı vardır. Buna göre birinci hayat dünya hayatı, son hayat ise
cennet hayatıdır.
Desunlar, ruhun
Kinabalu Tepesi’ne gittiğine inanırlar.
Watubela’da
(Endonezya), ruh doğu Seran’daki dağa gider.
Minabassa’da (Celebes)
kaydadeğer ruhların göğe yükseldiğine, sıradan ruhların ise ormana gittiğine
inanılmaktadır.
Marshall ada
yerlilerine göre, ruh ölümü izleyen altı gün boyunca mezarda bekler. Daha sonra
Narikrik adasına gider. Orada şeytanla karşılaşır, bilahare Eorerok’a geçer ki
burası gölgeler adasıdır.
Mortlock ada yerlileri
(Carolines) ruhun bir deniz kuşuna dönüştüğüne inanırlar. Eğer iyi bir ruhsa,
cennete ilahî bir refakatle gider.
Yap ada
yerlileri, ruhun zekî veya idiot bedenlere göre değişik bir serüven izlediğine
inanırlar. Falraman denen bir yere giderler.
Huron yerlilerine
göre kötü ruh, uzun ve meşekkatli bir sürecin sonunda güneşe ulaşır. Mezarda
kaldığı sırada zaman zaman sosyal olaylara katılır ve mezara bırakılan
yemekleri yer.
İroquoi yerlilerine
göre, ruhun dünyadan cennete yolculuğu bütün bir yıl sürer. Ruh, yolculuğa
hazır oluncaya kadar mezarda kalır. Mezarda sürekli bir ışık vardır. Böylece
ruh kendi yemeğini pişirebilir.
Chippewalar, eşyanın ve
hayvanların da ruhu olduğuna inanırlar. Eğer bir insan bu eşyaya veya hayvana
kötülük ederse ölümötesi dönemde onların hayaletleri tarafından rahatsız
edilecektir. Buna mukabil iyi ruhlar, ölümötesi hayatlarını dans ederek, şarkı
söyleyerek ve mantar yiyerek geçirirler.
Eskimo inancına
göre, ruh ya göklere yükselir ya da denizin dibine gider. Fakat her iki yerde
de zevk içindedir.
Yucatan’daki
Maya yerlilerine göre ruh (pishan) göklere yükselir.
Kelt inancına göre
ölümötesi hayat, dünya hayatının aynısıdır. Aynı keyifler, aynı problemler ve
aynı ihtiyaçlar ruhu beklemektedir. Ve ruh, aynı evlerde, aynı alanlarda ve
aynı toplumda yaşar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder