Bu bölümdeki bir ayet ve on bir hadis-i
şeriften Allaha, Rasûlüne ve müslüman olan idarecilere itaat edilmesi
gerektiğini, günah işlemesi emredilmediği sürece müslüman idarecilere itaatin
gerektiğini ve bu itaatin gücümüz yettiği kadar olacağını siyasi otoritesini
kabul edip elini sıktığımız müslüman idareciye sebepsiz yere itaatsizlik edersek
Allah’ın huzuruna tutunacağımız bir delil bulunmaksızın çıkacağımızı
müslümanların müslüman olan devlet başkanlarına bağlılık sözü vermeden ölen
kimselerin cahiliye devrinde ölmüş gibi muamele göreceğini, islam cemaatinden
ayrılarak ölen kimsenin de yine cahiliye döneminde ölmüş gibi muamele
göreceğini, ırkı ve şekli ne olursa olsun tayin olunan müslüman yöneticiye
itaatin gerektiğini, İslam devletinin devamı için her durumda itaatin devam
edeceğini, İslami yönetimde birden fazla idareci ortaya çıkarsa ikincisinin
başının vurulacağını, idareci idarecilikten, idare edilenlerin de kendilerinden
sorumlu olduğunu, müslüman idarecilere karşı hakkımız gasp edilirse hakkımızı
Allah’tan isteyeceğimizi müslüman devlet başkanına itaat edenin peygambere itaat
etmiş gibi olacağını peygambere itaat edenin de Allah’a itaat etmiş gibi
olacağını müslüman devlet başkanından hoşa gitmeyen bir şey görenin sabretmesi
gerektiğini kim de devlet başkanına ihanet ederse Allah’ın onun cezasını
vereceğini, öğreneceğiz.
[1]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasûlune
itaat edin ve sizin gibi müslüman olan, kendilerine otorite emanet edilmiş
olanlara da itaat edin.” (Nisa:
4/59)
664.
İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir müslümanın, günah işlemesi emredilmediği
sürece, sevdiği veya sevmediği bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat
etmesi şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat
etmez.”[2]
*
Allah’a ve onun emirlerine karşı gelmek söz konusu olduğu zaman hiçbir kula
itaat edilmez. Bu kişi anne baba ve idareci bile olsa (bkz. Ankebût: 29/8,
Lokman: 31/15).
[3]
665.
Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
sözünü dinleyip itaat etmek üzere bîat ettiğimiz zaman bize:
“Gücünüz yettiği kadar”
buyururdu.[4]
* Ümmetine karşı pek
şefkatli olan peygamberimiz kendisine biat ederlerken “gücümüz yettiği kadar”
demelerini isterdi.
[5]
666.
Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Kim bağlılık sözü verdiği devlet başkanına
karşı sebepsiz yere itaatsizlik ederse, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın
huzuruna, tutunacağı hiçbir delili bulunmaksızın çıkar. Devlet başkanına
bağlılık sözü vermeden ölen kimse, Câhiliye devrinde ölmüş gibi olur.”[6]
Yine Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
“Cemaatten ayrılarak ölen kimse, Câhiliye
devrinde ölmüş gibi olur.”[7]
* İslam cemaati
dediğimiz aynı ruh aynı şuur aynı inanç etrafında kenetlenmiş insan
topluluklarından bir kimse bu cemaatten ayrılacak olursa, İslamdan önceki hal
üzere ölmüş sayılır. Çünkü cahiliye döneminde herkes kendi başına bir buyruktu,
bağlı oldukları sözünü dinleyecekleri bir başkan reis vs. yoktu. O devir kargaşa
ve Allaha inanmamanın sembolü olduğu için müslüman bir devlet başkanının siyasi
otoritesini kabul etmeden ölen kimse cahiliyye döneminde ölen bir kimseye
benzetilmiştir. Bundan dolayı, her zaman ve her zeminde müslüman bir devlet
başkanı halifeyi tanımak onu ortaya çıkarabilmek için bir gayretin içinde
olmalıdır. Kafa ve kalbinde bu düşünce ve inanç olmadan ölen kimse Allah korusun
cahiliye döneminde ölmüş gibi sayılır.
[8]
667.
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üzerinize tâyin edilen yönetici, başı kuru
üzüm gibi siyah bir köle de olsa sözünü dinleyip kendisine itaat ediniz.”[9]
* Müslümanların başına geçen
müslüman halife ve başkan ırkı ve cinsi ne olursa olsun müslüman olduğu ve namaz
kıldığı sürece itaat edilmek zorundadır.
[10]
668.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Zenginken, fakirken; neşeliyken, kederliyken
ve başkası sana tercih edilirken bile söz dinleyip itaat etmen şarttır.”[11]
* Müslüman farklı
zamanlarda islam devletinin başındaki müslüman idareciye karşı tutumunu
değiştirmeyecektir. Kendisine zulüm edilse yani başkaları kendisine tercih
edilse bile İslam ümmetinin huzuru bozulmaması için buna sabredecektir ve
itaatini sürdürecektir. Fitne ve fesada yol açmayacaktır.
[12]
669.
Abdullah İbni Amr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem ile beraberdik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını düzeltiyor,
kimimiz ok atış tâlimleri yapıyor, kimimiz de otlayan hayvanların başında
bulunuyorduk. Derken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müezzini
“Haydin namaza!” diye seslendi. Biz de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanında toplandık. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
“Benden önceki bütün peygamberlerin görevi,
ümmetlerini iyi olduğunu bildikleri şeye dâvet etmek, kötü olduğunu bildikleri
şeyden de sakındırmaktı. Sizin içinde bulunduğunuz ümmetin huzur ve sükûnu, önce
gelenler zamanında olacaktır. Daha sonrakilerin başına çeşitli belâlar ve
bilmediğiniz kötülükler gelecektir. Öyle fitneler çıkacak ki, bu fitnelerin bir
kısmı diğerinden daha hafif olacaktır. Yine öyle fitne ve kargaşa çıkacak ki,
onu gören mü’min, işte beni bu mahveder diyecektir. Sonra ortalık sakinleşecek;
arkasından öyle müthiş bir fitne çıkacak ki, mü’min, işte bundan kurtuluş yok,
diyecektir.”
“Bir kimse cehennemden kurtulup cennete
girmeyi istiyorsa, Allah’a ve âhiret gününe imân etmiş olarak ölmelidir. Kendine
yapılmasını istediği şeyleri o da başkalarına yapmalıdır. Bir kimse devlet
başkanına bîat eder, elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa, elinden geldiği
kadar ona itaat etmelidir. Bu arada bir başkası ortaya çıkarak yönetimi ele
geçirmeye çalışırsa, derhal onun boynunu vurunuz.”[13]
* Peygamberlerimiz
geleceğe dair bir haberi olan bu hadisten sonraki zamanlarda fitne ve fesadın
çoğalacağını böyle zamanlarda imanı korumaya gayret edip müslümanlara düşman
gözüyle bakmamalıdır. Kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemeli
sonradan ortaya çıkan ve kendisinin siyasi otoritesinin kabul edilmesi
isteyenlere yüz vermemelidir.[14]
670.
Ebû Hüneyde Vâil İbni Hucr radıyallahu anh şöyle dedi:
Seleme İbni Yezîd el–Cu’fî Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Yâ Nebiyyallah! Başımıza kendi haklarını
bizden isteyen, fakat bizim hakkımızı bize vermeyen yöneticiler tâyin edilirse,
bize ne yapmamızı emredersin? diye sordu.
Resûl–i Ekrem onun bu sorusuna cevap vermedi.
Bir daha sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Onların sözünü dinleyip kendilerine itaat
edin. Onlar yapmaları gerekenden, siz de yapmanız gerekenden sorumlusunuz.”[15]
* Müslüman idareciler
namaz kıldıkları sürece adam kayırmalar ve bazı zulümler yapsalar bile itaat
edilecektir. Çünkü idare edilenler kendi görevleri olan itaatleri idareciler de
zulmetmeksizin toplumu idare etmekten sorumludurlar. İslam toplumunun üyelerine
sabredip haklarının kendilerine verilmesi için Allah’tan yardım dilemesi
gerekmektedir.
[16]
671.
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Benden sonra adam kayırma olayları ve
görmeye alışmadığınız işler meydana gelecektir”
buyurdu. Bunun üzerine ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Bizden o günleri görenlere ne
emredersiniz? diye sordular.
Şöyle cevap verdi:
– “Yapmanız gereken görevleri yaparsınız,
hakkınız olan şeyin size verilmesini Allah’tan niyâz edersiniz.”[17]
672.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana
karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur. Devlet başkanına itaat eden bana itaat
etmiş, devlet başkanına karşı gelen bana karşı gelmiş olur.”[18]
673.
İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey
gören kimse sabretsin. Zira kim devlet başkanına itaatten bir karış dışarı
çıkarsa, Câhiliye devrinde ölmüş gibi olur.”[19]
674.
Ebû Bekre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Kim devlet başkanına ihânet ederse, Allah da
ona ihânetinin cezasını verir.”[20]
*
Önceki birkaç hadis ve açıklamalara müracaat ederek konuyu bütünü içinde tekrar
gözden geçirmelidir.
[21]
[1]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[3]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[4]
Buhârî, Ahkâm 43; Müslim, İmâre, 90. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 24; İbni Mâce,
Cihâd 41.
[5]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[6]
Müslim, İmâre 58.
[7]
Müslim, İmâre 53, 54.
[8]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 222.
[9]
Buhârî, Ezân 54, 56, Ahkâm 4. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 39.
[10]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 222.
[11]
Müslim, İmâre 35, 41, 42. Ayrıca bk. Buhârî, Fiten 2; Nesâî, Bey’at 1–5;
İbni Mâce, Cihâd 41
[12]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 222.
[13]
Müslim, İmâre 46. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 25; İbni Mâce, Fiten 9.
Kısa bir şekilde 1568 de
gelecektir.
[14]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 223.
[15]
Müslim, İmâre 49–50. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 30.
[16]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 223.
[17]
Buhârî, Fiten 2, Müslim, İmâre 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 25.
51 de geçmişti.
[18]
Buhârî, Cihâd 109, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 32, 33. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at
27; İbni Mâce, Mukaddime 1, Cihâd 39.
[19]
Buhârî, Fiten 2; Müslim, İmâre 56.
[20]
Tirmizî, Fiten 47. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 42, 49.
[21]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 223.
Gülizârı Ehâdis...
Torpil, adam kayırma ve liyakat ehli olmayan insanlara tevdi edilen sorumlukların açtığı toplumsal yaralar.
حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ عَبْدِ رَبِّهِ قَالَ حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ بْنُ الْوَلِيدِ قَالَ حَدَّثَنِي شَيْخٌ مِنْ قُرَيْشٍ عَنْ رَجَاءِ بْنِ حَيْوَةَ عَنْ جُنَادَةَ بْنِ أَبِي أُمَيَّةَ عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِي سُفْيَانَ قَالَ قَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ حِينَ بَعَثَنِي إِلَى الشَّامِ يَا يَزِيدُ إِنَّ لَكَ قَرَابَةً عَسَيْتَ أَنْ تُؤْثِرَهُمْ بِالْإِمَارَةِ وَذَلِكَ أَكْبَرُ مَا أَخَافُ عَلَيْكَ فَإِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ الْمُسْلِمِينَ شَيْئًا فَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ أَحَدًا مُحَابَاةً فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ لَا يَقْبَلُ اللَّهُ مِنْهُ صَرْفًا وَلَا عَدْلًا حَتَّى يُدْخِلَهُ جَهَنَّمَ وَمَنْ أَعْطَى أَحَدًا حِمَى اللَّهِ فَقَدْ انْتَهَكَ فِي حِمَى اللَّهِ شَيْئًا بِغَيْرِ حَقِّهِ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ أَوْ قَالَ تَبَرَّأَتْ مِنْهُ ذِمَّةُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
Ahmed Bin Hanbel’in Müsned adlı hadis kitabında Peygamber Efendimizden rivayet edilen bir hadîsi şerîfte: “Hz. Ebu Bekir’in, Yezid’i Şam’a gönderdiğinde kendisine: ‘Ey Yezid! Senin için en çok korktuğum şey yönetimde akrabalarını kayırmandır. Çünkü Rasûlullah Efendimizin şöyle buyurduğunu işittim: ‘Her kim Müslümanların işlerini ilgilendiren bir meselede yönetici tayin ederken adam kayırma yoluna giderse, Allah’ın lâneti onun üzerine olur. Cehenneme atana kadar ne nafile ne de farz namazını kabul eder ve her kim Allah’ın korunmasını emrettiği sınırları birine emanet eder ve emanet ettiği kişi onu haksız yere çiğnerse Allah’ın laneti üzerine olur’. Rivayet edilen diğer bir kavil ile Allah’ın himayesinden kopmuş olur.’ buyurmuştur.” (Müsned, Ahmed bin Hanbel, 1/5 h.no 21)
Sayın okurlarımız, başlıktan da anlaşılacağı üzere bu ayki yazımızda, yukarıda geçen hadis-i şerif doğrultusunda Müslüman toplumunun üzerine vazife çıkarması gerektiği hususlara değineceğiz. Zikredilen bu hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz, yönetim ve idare hususunda, ümmetin harfiyen uyması gerektiği sözler irad etmiştir. Nitekim hadisten de anlaşıldığı gibi Hz. Ebu Bekir, endişesini daha Yezid’i Şam’a göndermeden evvel dile getirerek “kayırma” konusunda onu uyarıyor. Konumuza paralel olarak “Nasıl olursanız öyle yöneltilirsiniz” hadis-i şerifini de zikretmenin meseleyi teyit etmek açısından faydalı olacağını düşünüyorum. Ümmet olarak bu önemli sözlere muhatap olmakla beraber büyük sorumlulukların idrakinde olunması gerektiğinin altını çizmekte fayda var. Şark toplumlarında yerleşmiş bir hastalık olan adam kayırma ve torpil vakıaları yüzünden, liyakat ehli insanların iş başına gelmeleri engellenmiş örneklerini de tarih kitaplarında okumuşuzdur. Yüzyıllardır devam eden bu menfi sosyal olgu günümüzde ideolojik cenahta sıkça başvurulan yöntem olmaya devam etmekte. Toplum üzerinde açtığı tahribatı da hesaba katarsak; psiko-sosyal yaraların nesiller boyu süreceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Dolayısıyla konunun ehemmiyetine ve güncelliğine istinaden adam kayırmacılığını birkaç başlık altında açıklamağa çalışacağız. Öncelikle adam kayırmacılığın ıstılah mamasını göz atıp sonra da meselenin özüne ineceğiz.
ISTILAHTA ADAM KAYIRMA:
Adam Kayırma (Nepotizm; İltimas; Ayrıcalık; Dayıcılık): [Nepotism /Nepotismus; Vetternwirtschaft]: Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak, bir şeyin yapılmasını istemek, adam kayırmak, başkası için aracılık yaparak ona hakkı olmayan bir şeyin verilmesi için çaba göstermek gibi sosyal ahlâk esaslarına ters düşen davranış biçimlerinin bütünü. (Prof. Dr. Ali Seyyar)
Güven Ortamını Tahrip Eden Bir Sosyal Mikrop: Adam Kayırmacılığı
A) Asabiyet (hamiyet) Duygusu ile Başlayan Kayırmacılık:
İster ırkçılığa, isterse asabiyete (hemşericiliğe) bağlı olsun ayrımcılığın her çeşidi, toplum barışını ve sosyal adaleti tahrip eden tehlikeli bir sosyal mikroptur. Mikro boyutuyla ırkçılık unsurları da içeren asabiyet, mahiyet itibariyle “sinirlilik” anlamına gelse de psiko-sosyal ve sosyolojik boyutuyla kişilerin kan bağı bulunan akrabalarını aşırı derecede yani kayıtsız şartsız olarak koruması ve kayırmasıdır. Bu koruma, kollama veya dayanışma aralarında fikrî, siyasî, etnik, cinsel ve(ya) ideolojik yakınlık bulunanların arasında da görülebilmektedir. Her ne kadar asabiyet duygusu, kişinin korunduğu bir kabileye, aşirete veya gruba bağlı olduğunun şuurunu ve sorumluluk heyecanını veriyorsa da netice itibariyle kavmiyetçiliğe (mikro ve(ya) menfi milliyetçiliğe) veya belirli bir ideolojiye dayanan dar bir dayanışma türüdür. Geniş anlamda toplumsal dayanışmaya açık olmayan böyle bir yapılanmada, geniş çapta sosyal kaynaşmanın sağlanması ve millî birliğin oluşturulması mümkün değildir.
İbn-i Haldun'a (1332–1406) göre asabiyet, soyut birlik duygusu değil, kolektif bir yaşayış, örgütlenme ve dayanışma içeren bir davranış biçimidir. Asabiyet, değişik faktörlerin etkisi altında meydana gelmektedir. Buna göre eğer kandaşlık bağı varsa "nesep asabiyeti", menfaati varsa "sebep asabiyeti" olmaktadır. Nesep asabiyeti, aynı soydan gelen ve kandaş olanların arasında görülen etnik bir dayanışmadır. İlk cemiyetlerde ve bedevilerde yaygın, hâkim ve kuvvetli olan bir birlikteliktir. Sebep asabiyeti ise, ülfet, samimiyet, dostluk, ortak gaye, zaruret, siyasî veya ideolojik yakınlık gibi değişik sebeplerden dolayı meydana gelen bir dayanışma biçimidir. Asabiyet kavramı, akrabalarını ya da kabile (aşiret) menfaatlerini korumak, sosyal ve siyasî güç elde edebilmek için, kısaca, "zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et" biçiminde açıklanabilecek ilkel ve toplumsal düzeni bozan bir dayanışma biçimidir.
B) İslam Asabiyet İle Mücadele Etmiştir:
Modern sosyal siyasetin yanında Sosyal İslâm da asabiyetle mücadele etmektedir. Şöyle ki İslâmî sosyal siyaset, inananlar arasında manevî ve sosyal dayanışmayı teşvik ederken, başka toplulukların mal, can, ırz güvenliklerini ve diğer hak ve menfaatlerini de korumayı ön görmüş ve onlara karşı şiddete başvurarak üstünlük sağlamayı reddetmiştir.
C) İslam Hakkaniyetten Yana Tavır Konulmasını İstemektedir:
Bir kimsenin haksız olmasına rağmen, sırf nesebe veya sebebe bağlı olarak kendisine yardımcı olunmasını onaylamayan Sosyal İslâm, haksız tarafın karşısında olmayı, adalet ve hakkaniyetten yana tavır konulmasını istemektedir. Ne var ki asabiyet, Sosyal İslâm’ın benimsemediği bir tutum ve davranış olmasına karşılık, özellikle geri kalmış Müslüman ülkelerde de görülen sosyal bir olgudur.
D) Adam Kayırmacılığı (Nepotizm) İle Mücadele:
Nepotizm, yani iltimas, imtiyaz, ayrıcalık, dayıcılık, torpil veya adam kayırmacılığı her ne kadar bütün ülkelerde görünse de gelişmekte olan ülkelerde daha çok yaygındır. Genel anlamda nepotizm, yargı-eğitim-istihdam-siyaset-terfi ve vazife dağıtımı gibi değişik alanlarda bazı torpilli-imtiyazlı kişileri daha fazla koruma, diğerlerini (dürüst ve ehil olanları) görmezlikten gelme veya ihmal ederek, sosyal adaletten, şuurlu ve kastî olarak uzaklaşmadır.
E) İstihdam Edilenler Arasında Adam Kayırmak Sosyal Gelişmeyi Olumsuz Yönde Etkilemekte:
Eğitim, vasıf, ahlâk ve liyakat durumlarına bakılmaksızın bürokratların ve idarecilerin, eş, dost ve akrabalarını devlet işlerine alınmalarına öncülük etmeleri, sosyal gelişmeyi de olumsuz yönde etkileyen faktörlerdendir. Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak, bir şeyin yapılmasını istemek, adam kayırmak, başkası için aracılık yaparak ona hakkı olmayan bir şeyin verilmesi için çaba göstermek gibi sosyal ahlâk esaslarına ters düşen davranış biçimlerinin bütünü ile mücadele etmek, sosyal yönden gelişmek isteyen bütün ülkeler için son derece önemlidir.
Bazı gelişmekte olan ülkelerde nepotizm, bürokraside aşağıdan yukarıya doğru olarak hemen her kademede mevcuttur. Önemli mevkilere na-ehil (ehil olmayan) kişilerin getirilmesi halinde, bu kişiler, çoğu zaman ehliyetli ve vasıflı insanları çevresinde barındırma imkânı vermezler. Bu da iktisadî, siyasî ve sosyal gelişmenin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Sosyal ahlâk bilimcileri, adam kayırmacılığı, gerek dinlerin, gerekse hukuk sistemlerinin adalet anlayışı ile bağdaşmayan bir davranış biçimi olarak görmektedir. (Prof. Dr. Ali Seyyar) Yetenek ve deneyimlerine bakılmaksızın çocuklar işe alınıp hızla yükseltilir ve performans değerlendirilmeden ömür boyu iş imkânı sunulur. Bu tür bir tepeden inme, “ham ağaca gerekli işlemler yapılmadan vernik sürmeye” benzer. Vernik tırnakla kazındığında ağacın işlenmemiş olduğu hemen belli olur.
Akrabasıymış, dostuymuş, arkadaşıymış, yeğeniymiş, bacanağı imiş, askerlik arkadaşı imiş, hemşerisi imiş, köylüsü imiş, kendisine vefa borcu varmış... Bu sebeplerle ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilere makam, mevki, memuriyet, iş, vazife verilmez. Verilirse mülkün temelleri dinamitlenmiş olur. (Mehmet Şevket EYGİ)
F) Peygamberimiz Adam Kayırmacılığını Yasaklamıştır:
Sosyal hayatımızın düzenini ve sağlıklı çalışma ilişkilerini tahrip eden bütün olumsuz gelişmeler haddizatında ahır zaman ve kıyamet alametlerinden sayılabilir. Güven, emniyet ve barış ortamını tehdit eden unsurların başında işin ehline verilmemesi ve buna bağlı olarak da kayırmacılığın yapılması gelmektedir. Peygamber Efendimiz ashabıyla sohbet ederken yanına bir gün bir bedevi gelir ve “Kıyamet ne zaman?” diye sorar. Allah’ın Rasulü, konuşmasını bitirdiğinde o kişiye şöyle cevap verir: “Emanetin zayi edildiğinde kıyameti bekle.” Emanetin zayi olması nasıldır diye sorunca, “İşi ehli olmayana verilince kıyamete bekle” buyurarak, ehliyetsizliğin toplumun her yanını sarmasının kıyamet alametlerinden birisi olduğunu haber verir (Buhârî, İlim; 2). Bunun dışında kendisinden idarî bir görev talep eden bir kişiye Peygamberimiz: ”Sizler benden sonra kayırmacılıkla karışılacaksınız. Bana kavuşuncaya kadar sabredin” buyurur. (Buhârî; Fiten 2) Görüldüğü gibi Peygamberimiz gerek tecrübesiz ve bilgisiz kişilerin ehliyet isteyen kadrolara alınmalarını, gerekse buna bağlı olarak ehliyetsiz kişilere “torpil” yapılmasını hiçbir surette tasvip etmemiştir. O halde fitne, kargaşa ve kaos yerine huzur ve emniyet içinde sağlıklı bir toplumsal gelişme istiyorsak bütün işlerimizde adalet, ahlak, performans ve ehliyet ilkelerine bağlı tutum ve davranışlarda bulunmamız gerekmektedir. (Prof. Dr. Ali Seyyar)
Gülizârı Ehâdis...
Torpil, adam kayırma ve liyakat ehli olmayan insanlara tevdi edilen sorumlukların açtığı toplumsal yaralar.
حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ عَبْدِ رَبِّهِ قَالَ حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ بْنُ الْوَلِيدِ قَالَ حَدَّثَنِي شَيْخٌ مِنْ قُرَيْشٍ عَنْ رَجَاءِ بْنِ حَيْوَةَ عَنْ جُنَادَةَ بْنِ أَبِي أُمَيَّةَ عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِي سُفْيَانَ قَالَ قَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ حِينَ بَعَثَنِي إِلَى الشَّامِ يَا يَزِيدُ إِنَّ لَكَ قَرَابَةً عَسَيْتَ أَنْ تُؤْثِرَهُمْ بِالْإِمَارَةِ وَذَلِكَ أَكْبَرُ مَا أَخَافُ عَلَيْكَ فَإِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ الْمُسْلِمِينَ شَيْئًا فَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ أَحَدًا مُحَابَاةً فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ لَا يَقْبَلُ اللَّهُ مِنْهُ صَرْفًا وَلَا عَدْلًا حَتَّى يُدْخِلَهُ جَهَنَّمَ وَمَنْ أَعْطَى أَحَدًا حِمَى اللَّهِ فَقَدْ انْتَهَكَ فِي حِمَى اللَّهِ شَيْئًا بِغَيْرِ حَقِّهِ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ أَوْ قَالَ تَبَرَّأَتْ مِنْهُ ذِمَّةُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
Ahmed Bin Hanbel’in Müsned adlı hadis kitabında Peygamber Efendimizden rivayet edilen bir hadîsi şerîfte: “Hz. Ebu Bekir’in, Yezid’i Şam’a gönderdiğinde kendisine: ‘Ey Yezid! Senin için en çok korktuğum şey yönetimde akrabalarını kayırmandır. Çünkü Rasûlullah Efendimizin şöyle buyurduğunu işittim: ‘Her kim Müslümanların işlerini ilgilendiren bir meselede yönetici tayin ederken adam kayırma yoluna giderse, Allah’ın lâneti onun üzerine olur. Cehenneme atana kadar ne nafile ne de farz namazını kabul eder ve her kim Allah’ın korunmasını emrettiği sınırları birine emanet eder ve emanet ettiği kişi onu haksız yere çiğnerse Allah’ın laneti üzerine olur’. Rivayet edilen diğer bir kavil ile Allah’ın himayesinden kopmuş olur.’ buyurmuştur.” (Müsned, Ahmed bin Hanbel, 1/5 h.no 21)
Sayın okurlarımız, başlıktan da anlaşılacağı üzere bu ayki yazımızda, yukarıda geçen hadis-i şerif doğrultusunda Müslüman toplumunun üzerine vazife çıkarması gerektiği hususlara değineceğiz. Zikredilen bu hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz, yönetim ve idare hususunda, ümmetin harfiyen uyması gerektiği sözler irad etmiştir. Nitekim hadisten de anlaşıldığı gibi Hz. Ebu Bekir, endişesini daha Yezid’i Şam’a göndermeden evvel dile getirerek “kayırma” konusunda onu uyarıyor. Konumuza paralel olarak “Nasıl olursanız öyle yöneltilirsiniz” hadis-i şerifini de zikretmenin meseleyi teyit etmek açısından faydalı olacağını düşünüyorum. Ümmet olarak bu önemli sözlere muhatap olmakla beraber büyük sorumlulukların idrakinde olunması gerektiğinin altını çizmekte fayda var. Şark toplumlarında yerleşmiş bir hastalık olan adam kayırma ve torpil vakıaları yüzünden, liyakat ehli insanların iş başına gelmeleri engellenmiş örneklerini de tarih kitaplarında okumuşuzdur. Yüzyıllardır devam eden bu menfi sosyal olgu günümüzde ideolojik cenahta sıkça başvurulan yöntem olmaya devam etmekte. Toplum üzerinde açtığı tahribatı da hesaba katarsak; psiko-sosyal yaraların nesiller boyu süreceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Dolayısıyla konunun ehemmiyetine ve güncelliğine istinaden adam kayırmacılığını birkaç başlık altında açıklamağa çalışacağız. Öncelikle adam kayırmacılığın ıstılah mamasını göz atıp sonra da meselenin özüne ineceğiz.
ISTILAHTA ADAM KAYIRMA:
Adam Kayırma (Nepotizm; İltimas; Ayrıcalık; Dayıcılık): [Nepotism /Nepotismus; Vetternwirtschaft]: Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak, bir şeyin yapılmasını istemek, adam kayırmak, başkası için aracılık yaparak ona hakkı olmayan bir şeyin verilmesi için çaba göstermek gibi sosyal ahlâk esaslarına ters düşen davranış biçimlerinin bütünü. (Prof. Dr. Ali Seyyar)
Güven Ortamını Tahrip Eden Bir Sosyal Mikrop: Adam Kayırmacılığı
A) Asabiyet (hamiyet) Duygusu ile Başlayan Kayırmacılık:
İster ırkçılığa, isterse asabiyete (hemşericiliğe) bağlı olsun ayrımcılığın her çeşidi, toplum barışını ve sosyal adaleti tahrip eden tehlikeli bir sosyal mikroptur. Mikro boyutuyla ırkçılık unsurları da içeren asabiyet, mahiyet itibariyle “sinirlilik” anlamına gelse de psiko-sosyal ve sosyolojik boyutuyla kişilerin kan bağı bulunan akrabalarını aşırı derecede yani kayıtsız şartsız olarak koruması ve kayırmasıdır. Bu koruma, kollama veya dayanışma aralarında fikrî, siyasî, etnik, cinsel ve(ya) ideolojik yakınlık bulunanların arasında da görülebilmektedir. Her ne kadar asabiyet duygusu, kişinin korunduğu bir kabileye, aşirete veya gruba bağlı olduğunun şuurunu ve sorumluluk heyecanını veriyorsa da netice itibariyle kavmiyetçiliğe (mikro ve(ya) menfi milliyetçiliğe) veya belirli bir ideolojiye dayanan dar bir dayanışma türüdür. Geniş anlamda toplumsal dayanışmaya açık olmayan böyle bir yapılanmada, geniş çapta sosyal kaynaşmanın sağlanması ve millî birliğin oluşturulması mümkün değildir.
İbn-i Haldun'a (1332–1406) göre asabiyet, soyut birlik duygusu değil, kolektif bir yaşayış, örgütlenme ve dayanışma içeren bir davranış biçimidir. Asabiyet, değişik faktörlerin etkisi altında meydana gelmektedir. Buna göre eğer kandaşlık bağı varsa "nesep asabiyeti", menfaati varsa "sebep asabiyeti" olmaktadır. Nesep asabiyeti, aynı soydan gelen ve kandaş olanların arasında görülen etnik bir dayanışmadır. İlk cemiyetlerde ve bedevilerde yaygın, hâkim ve kuvvetli olan bir birlikteliktir. Sebep asabiyeti ise, ülfet, samimiyet, dostluk, ortak gaye, zaruret, siyasî veya ideolojik yakınlık gibi değişik sebeplerden dolayı meydana gelen bir dayanışma biçimidir. Asabiyet kavramı, akrabalarını ya da kabile (aşiret) menfaatlerini korumak, sosyal ve siyasî güç elde edebilmek için, kısaca, "zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et" biçiminde açıklanabilecek ilkel ve toplumsal düzeni bozan bir dayanışma biçimidir.
B) İslam Asabiyet İle Mücadele Etmiştir:
Modern sosyal siyasetin yanında Sosyal İslâm da asabiyetle mücadele etmektedir. Şöyle ki İslâmî sosyal siyaset, inananlar arasında manevî ve sosyal dayanışmayı teşvik ederken, başka toplulukların mal, can, ırz güvenliklerini ve diğer hak ve menfaatlerini de korumayı ön görmüş ve onlara karşı şiddete başvurarak üstünlük sağlamayı reddetmiştir.
C) İslam Hakkaniyetten Yana Tavır Konulmasını İstemektedir:
Bir kimsenin haksız olmasına rağmen, sırf nesebe veya sebebe bağlı olarak kendisine yardımcı olunmasını onaylamayan Sosyal İslâm, haksız tarafın karşısında olmayı, adalet ve hakkaniyetten yana tavır konulmasını istemektedir. Ne var ki asabiyet, Sosyal İslâm’ın benimsemediği bir tutum ve davranış olmasına karşılık, özellikle geri kalmış Müslüman ülkelerde de görülen sosyal bir olgudur.
D) Adam Kayırmacılığı (Nepotizm) İle Mücadele:
Nepotizm, yani iltimas, imtiyaz, ayrıcalık, dayıcılık, torpil veya adam kayırmacılığı her ne kadar bütün ülkelerde görünse de gelişmekte olan ülkelerde daha çok yaygındır. Genel anlamda nepotizm, yargı-eğitim-istihdam-siyaset-terfi ve vazife dağıtımı gibi değişik alanlarda bazı torpilli-imtiyazlı kişileri daha fazla koruma, diğerlerini (dürüst ve ehil olanları) görmezlikten gelme veya ihmal ederek, sosyal adaletten, şuurlu ve kastî olarak uzaklaşmadır.
E) İstihdam Edilenler Arasında Adam Kayırmak Sosyal Gelişmeyi Olumsuz Yönde Etkilemekte:
Eğitim, vasıf, ahlâk ve liyakat durumlarına bakılmaksızın bürokratların ve idarecilerin, eş, dost ve akrabalarını devlet işlerine alınmalarına öncülük etmeleri, sosyal gelişmeyi de olumsuz yönde etkileyen faktörlerdendir. Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak, bir şeyin yapılmasını istemek, adam kayırmak, başkası için aracılık yaparak ona hakkı olmayan bir şeyin verilmesi için çaba göstermek gibi sosyal ahlâk esaslarına ters düşen davranış biçimlerinin bütünü ile mücadele etmek, sosyal yönden gelişmek isteyen bütün ülkeler için son derece önemlidir.
Bazı gelişmekte olan ülkelerde nepotizm, bürokraside aşağıdan yukarıya doğru olarak hemen her kademede mevcuttur. Önemli mevkilere na-ehil (ehil olmayan) kişilerin getirilmesi halinde, bu kişiler, çoğu zaman ehliyetli ve vasıflı insanları çevresinde barındırma imkânı vermezler. Bu da iktisadî, siyasî ve sosyal gelişmenin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Sosyal ahlâk bilimcileri, adam kayırmacılığı, gerek dinlerin, gerekse hukuk sistemlerinin adalet anlayışı ile bağdaşmayan bir davranış biçimi olarak görmektedir. (Prof. Dr. Ali Seyyar) Yetenek ve deneyimlerine bakılmaksızın çocuklar işe alınıp hızla yükseltilir ve performans değerlendirilmeden ömür boyu iş imkânı sunulur. Bu tür bir tepeden inme, “ham ağaca gerekli işlemler yapılmadan vernik sürmeye” benzer. Vernik tırnakla kazındığında ağacın işlenmemiş olduğu hemen belli olur.
Akrabasıymış, dostuymuş, arkadaşıymış, yeğeniymiş, bacanağı imiş, askerlik arkadaşı imiş, hemşerisi imiş, köylüsü imiş, kendisine vefa borcu varmış... Bu sebeplerle ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilere makam, mevki, memuriyet, iş, vazife verilmez. Verilirse mülkün temelleri dinamitlenmiş olur. (Mehmet Şevket EYGİ)
F) Peygamberimiz Adam Kayırmacılığını Yasaklamıştır:
Sosyal hayatımızın düzenini ve sağlıklı çalışma ilişkilerini tahrip eden bütün olumsuz gelişmeler haddizatında ahır zaman ve kıyamet alametlerinden sayılabilir. Güven, emniyet ve barış ortamını tehdit eden unsurların başında işin ehline verilmemesi ve buna bağlı olarak da kayırmacılığın yapılması gelmektedir. Peygamber Efendimiz ashabıyla sohbet ederken yanına bir gün bir bedevi gelir ve “Kıyamet ne zaman?” diye sorar. Allah’ın Rasulü, konuşmasını bitirdiğinde o kişiye şöyle cevap verir: “Emanetin zayi edildiğinde kıyameti bekle.” Emanetin zayi olması nasıldır diye sorunca, “İşi ehli olmayana verilince kıyamete bekle” buyurarak, ehliyetsizliğin toplumun her yanını sarmasının kıyamet alametlerinden birisi olduğunu haber verir (Buhârî, İlim; 2). Bunun dışında kendisinden idarî bir görev talep eden bir kişiye Peygamberimiz: ”Sizler benden sonra kayırmacılıkla karışılacaksınız. Bana kavuşuncaya kadar sabredin” buyurur. (Buhârî; Fiten 2) Görüldüğü gibi Peygamberimiz gerek tecrübesiz ve bilgisiz kişilerin ehliyet isteyen kadrolara alınmalarını, gerekse buna bağlı olarak ehliyetsiz kişilere “torpil” yapılmasını hiçbir surette tasvip etmemiştir. O halde fitne, kargaşa ve kaos yerine huzur ve emniyet içinde sağlıklı bir toplumsal gelişme istiyorsak bütün işlerimizde adalet, ahlak, performans ve ehliyet ilkelerine bağlı tutum ve davranışlarda bulunmamız gerekmektedir. (Prof. Dr. Ali Seyyar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder