ZÜLKARNEYN İSMİ ETİMOLOJİSİ
"و يسالونك عن ذي القرنين " “Sana Zülkarneyn hakkında sorarlar...”
GRAMERİ: “Vav” isti’nafiyye, yani cümle başı harfidir. Fiil cümlesi olup fiil, fail ve mef’ûlün bih gayri sarihten oluşmaktadır.[1] (Yüklem , özne ve nesneden oluşmaktadır.)
1. Etimolojisi
“Zülkarneyn” ismi Arapça olup “ ذو” (zü) ve “القرنين” (el-karneyn) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. “Zü”, (bir şeyin) sahibi demektir. “Karn” ise, boynuz, perçem, zaman, tepe, güneş gibi anlamlara gelir. “Karneyn”, “karn” tekilinin çifti (tesniyesi) yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilir.[2] Zülkarneyn tabiri, “zü’l-yedeyn” (iki elli) ve “zü’l-cenaheyn” (İki kanatlı[3]) gibi teşbihi benzetmelerle, bazı özellikleri öne çıkan meşhur insanlara verilen bir lakaptır. “Karn” boynuz haricinde de bir çok mânâlara gelir.
[1] Mahmûd Hâfî, Îrâbu’l-Kur’ân, s. 243, Müessesetü’l-Eymân: Beyrut 1990.
[2] el-Firuzabadî, el-Kamusu'l-Muhît, Kahire 1332, c.IV, s.257.
[3]
“İbn Ömer, İbn Ca`fer’e selam vereceği zaman ‘Esselamü aleyke ya İbn
Zi’l-Cenâheyn’ diyerek (Ca`fer’i Tayyar’ın şehit edildiğinde meleklerin
ona iki kanat takmasını ima ederdi.)” Bkz. Buhari, Meğazi 3931.ZÜLKARNEYN İSİMİNİN ANLAMI 1
2. Anlamı“Karn” kelimesi boynuz, asır, aynı yüzyılda yaşamış topluluk mânâlarına geldiği gibi, yine hayvanda boynuzun yeri olan, insanın şakaklarına (erkeklerin perçemi, kadınların zülüfleri), güneşin kursunun kenarına ve bir toplumun başında olan idarecisine vb. ıtlak olunur. O halde Zülkarneyn (iki karn sahibi) lakabı ile bu mânâlardan hangisi kast edilmiştir? İleride göreceğimiz üzere müfessirler bunlardan birini tercih noktasında ihtilaf etmişler ve “karn” kelimesinin çeşitli anlamlarından her biri için farklı yorumlar ve çeşitli kaviller beyan etmişlerdir.[1]
Hakiki mânâyı esas alanlar, “karn” kelimesinin somut anlamını ele alarak maddi boynuza benzeyen şeyleri veya boynuzun simge ettiği manevi anlamları düşünerek yorum yapmışlardır.
Boynuzlu bir insan yaratmak muhakkak ki Allah’ın gücü dışında değildir; ancak tabiat kanunlarına, yani sünneti ilahiyeye aykırıdır. Nitekim Kur’ân’da “Gerçekten biz insanı en güzel biçimde yarattık”[2] âyeti ile yaratılışı özetlenen insan “normal insan” dır ve Allah, en sevgili kulu Hz. Muhammed’i dahi vücutça normal insanlardan farklı yaratmamıştır. Buna göre Zülkarneyn’in -hayvanların bir kısmında olduğu gibi- boynuzlu olduğunu düşünmek, Kur’ân mantığına da insan mantığına da uygun düşmemektedir.[3]
Vehb b. Münebbih’e[4] göre; hükümdar olan Zülkarneyn’in bu adı almasının sebebi, başının iki tarafında bakırın bulunmasından dolayı[5] yani başının iki yanı bakırdan olduğu için kendisine bu lakap verilmiştir.[6] Tacının iki boynuzu olduğu söylendiği gibi[7] bazıları da onun başında boynuza benzer iki şeyin olduğunu iddia etmişlerdir. Bu sebeple “iki boynuzlu” anlamında “Zülkarneyn” adı verilmiştir.[8] Katâde ve Yûnus b. Ubeyd es-Sâmin’den gelen rivâyetlere göre iki saç örgüsünden dolayı ona bu isim verilmiştir.[9] Bu görüşünü es-Sa`âlebî, “örüklerin başın kıyıları olduğunu” dile getiren şairin şiirine dayandırmıştır:
فلثمت فاها آخذا بقرونها شرب النزيف ببرد ماء الحشرج[10]
Yine alındaki boynuz yerlerinin kast edildiği görüşü Hz. Ali’ye[11] de dayandırılmaktadır. Süfyân es-Sevrî, Habîb b. Ebî Sâbit’ten[12] ; Ebû Tufeyl’in[13] şöyle dediğini nakleder: “Hz. Ali’ye Zülkarneyn sorulduğunda dedi ki: ‘O, kendisini Allah’a (C.C.) adayan bir kuldu. Kavmini Allah’a davet etti, onu alnından vurdular da öldü. Sonra onu Allah, diriltti. O da yine kavmini Allah’a davet etti, yine alnından vurdular da öldü. Bunun için ona Zülkarneyn adı verildi.”[14]
Manevi açıdan iki boynuzdan kinaye ile kendisine büyük bir gücün verildiği de düşünülmüştür. Boynuzlu olmak; güç, nüfuz ve saltanat sahibi olmayı ifade eden bir kullanım olduğuna delil olarak da Tevrat gösterilmiştir. Çünkü Yahudilerde “boynuz” güç ve saltanatı ifade eder ki bu kıssayı soranlar da zaten Yahudilerdir. Danyal (AS)’ın sözü buna delildir.[15] Yani cesur olduğu için iki boynuzlu anlamına gelen Zülkarneyn adını almıştır.[16] Nitekim cesur insanlara, Türk kültüründe de “koç” gibi denilmektedir, böyle biri emsallerini boynuzlayarak yenmiş[17] kişi olarak değerlendirilir.
[1]
Bkz. E. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IV, s.3275-3279; İbn Âşûr,
Tefsîru’t-Tahrîi ve’t-Tenvîr, c. 16, s.18, Daru’t-Tunus: yrs. ts.
[2] K. (95) Tîn 4.
[3] Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, Mayıs 1986, s.4.
[4]
Vehb b. Münebbih; aslen İran’lıdır. Hicrî 34 yılında Medine’de
doğmuştur. Bir çok eseri vardır. Bunlar arasında “Kitâbu’l-İsrâiliyyât”
adlı eseri dikkat çekicidir. Vehb b. Münebbih sayesinde bir çok
İsrâiliyât tefsire girmiştir. İsrâilî rivâyetlerin en mühim
kaynaklarından biri kabul edilen bu zât 90 yaşında h. 110 yılında vefât
etmiştir. Bkz. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâîliyyât, s.99-100.
[5] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.3, s.100; el-Bidâye ve’n-Nihâye, c.2, s.103-104.
[6] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164. Bu rivâyeti Vehb b. Münebbih’e dayandırır. Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
[7] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebî, c.21, s.164; et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c.16, s.8-9; Şevkânî, Fethü’l-Kadîr, c.3, s.307.
[8]
er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164; el-Beydâvî,
Tefsîrü’l-Beydâvî, c.3, s.519; Şevkânî,Fethü’l-Kadîr, c.3, s.307. (Bu
görüş Vehb b. Münebbeh’e ait olduğu da söylenmiştir. Bkz.:Kurtubî,
el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47.) Ayrıca Ubeyd b. Ya`lâ’dan da
rivâyet edilmiştir. Bu sebeple ilk başlık giyen kimse olduğu da
belirtilmiştir. Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
Vehb b. Münebbeh bunu halkın dilden dile dolaştıracağı kıssa haline getirmiştir. Özetle kıssa şöyledir: “Bir gün Zülkarneyn hamamda yıkanırken boynuzlarını gizlediği başlığını çıkarıp yıkanırken onu katibi görür. Zülkarneyn bunu sır olarak saklamasını aksi takdirde onu öldüreceğini söyler. Adam çöle gider ağzını yere dayayıp melikin boynuzlu olduğunu söyler. Ancak Allah orada yerden kamış bitirir; iki çoban da bunu keser ve mizmar yapar. Mizmar da: “dinleyin, melikin iki boynuzu var!” diye ses verir. Bu hadîse şehirde yayılınca, Zülkarneyn katibine adam gönderip durumu soruşturur. O da olan biteni anlatınca Zülkarneyn: ‘Demek ki Allah bilinmesini murad etti.’ der ve başlığını çıkarır.
Bu hikaye Yunan efsanelerinden alınmışa benzemektedir. Eski bir Yunan söylentisine göre, Frigya kralı Midas, Pan ve Apollon arasındaki bir müzik yarışmasında hakimlik yapar. Midas ödülü Pan’a verir. Buna çok içerleyen Apollon, kralın kulaklarını eşek kulağına çevirir. Midas eşek kulaklarını bir başlığın altından gizlediğinden bu sırrı berberi dışında hiç kimse bilmez. Sonunda sırrı daha fazla saklamaya dayanamayan berber, toprağa bir delik kazar ve sırrı eğilerek içine fısıldar. O anda deliğin çevresinde büyüyen sazlar rüzgar estikçe, “Midas’ın kulakları, eşek kulakları” diye dile gelerek Midas’ın sırrını bütün dünyaya duyururlar. Bkz. Temel Britannica, c.12, s.203-204.
Vehb b. Münebbeh bunu halkın dilden dile dolaştıracağı kıssa haline getirmiştir. Özetle kıssa şöyledir: “Bir gün Zülkarneyn hamamda yıkanırken boynuzlarını gizlediği başlığını çıkarıp yıkanırken onu katibi görür. Zülkarneyn bunu sır olarak saklamasını aksi takdirde onu öldüreceğini söyler. Adam çöle gider ağzını yere dayayıp melikin boynuzlu olduğunu söyler. Ancak Allah orada yerden kamış bitirir; iki çoban da bunu keser ve mizmar yapar. Mizmar da: “dinleyin, melikin iki boynuzu var!” diye ses verir. Bu hadîse şehirde yayılınca, Zülkarneyn katibine adam gönderip durumu soruşturur. O da olan biteni anlatınca Zülkarneyn: ‘Demek ki Allah bilinmesini murad etti.’ der ve başlığını çıkarır.
وأخرج أبو الشيخ عن وهب بن منبه أن ذا القرنين أول من لبس العمامة وذاك أنه كان في رأسه قرنان كالظلفين متحركان فلبس العمامة
من
أجل ذلك وأنه دخل الحمام ودخل كاتبه معه فوضع ذو القرنين العمامة فقال
لكاتبه هذا أمر لم يطلع عليه خلق غيرك فإن سمعت به من أحد قتلتك فخرج
الكاتب من الحمام فأخذه كهيئة الموت فأتى الصحراء فوضع فمه بالأرض ثم نادى
ألا إن للملك قرنين فأنبت الله من كلمته قصبتين فمر بهما راع فأعجب بهما
فقطعهما واتخذهما مزمارا فكان إذا زمر خرج من القصبتين ألا إن للملك
قرنين فانتشر ذلك في المدينة فأرسل ذو القرنين إلى الكاتب فقال لتصدقني
أو لأقتلنك فقص عليه الكاتب القصة فقال ذو القرنين هذا أمر أرد الله أن
يبديه فوضع العمامة عن رأسه
es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr,
c.5, s.436. Hâfız İbn Hacer bu rivâyetin münker olduğunu söylemiştir.
Bkz. İbn Hacer, Fethü’l-Bâri, c.6, s.24.Bu hikaye Yunan efsanelerinden alınmışa benzemektedir. Eski bir Yunan söylentisine göre, Frigya kralı Midas, Pan ve Apollon arasındaki bir müzik yarışmasında hakimlik yapar. Midas ödülü Pan’a verir. Buna çok içerleyen Apollon, kralın kulaklarını eşek kulağına çevirir. Midas eşek kulaklarını bir başlığın altından gizlediğinden bu sırrı berberi dışında hiç kimse bilmez. Sonunda sırrı daha fazla saklamaya dayanamayan berber, toprağa bir delik kazar ve sırrı eğilerek içine fısıldar. O anda deliğin çevresinde büyüyen sazlar rüzgar estikçe, “Midas’ın kulakları, eşek kulakları” diye dile gelerek Midas’ın sırrını bütün dünyaya duyururlar. Bkz. Temel Britannica, c.12, s.203-204.
[9]
er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164; Kurtubî, el-Câmî li
Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47; Ebû Ca`fer en-Nehhâs, Me`ânî’l-Kur’ân, c.4,
s.284; es-Se`âlebî, Tefsîru’s-Se`âlebî, c.2, s.393; Şevkânî,
Fethü’l-Kadîr, c.3, s.307; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
[10] Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47.
[11]
Hz. Ali; Hz. Peygamberin damadı ve Hulefâ-i Raşidin’in dördüncüsüdür.
Kur’ân ve sünneti en iyi bilen sahabîlerdendir. Sika yani rivâyetlerinde
güvenilirdir. Kendisinden çokca hadîs rivâyet edilmiştir. Bkz. Ethem
Ruhi Fığlalı, “Ali”, TDV İslâm Ans. c.2, s.371-374.
[12]
Habib b. Ebî Sâbit hadîs rivâyet eden zatlardandır. Münekkid İbni Muin,
onun sika ve güvenilir olduğunu söylemiştir. Bkz. Takiyüddin Ahmet b.
Ali el- Markizi (v.845h.), Muhtasarü’l-Kamil fi’d-Duafâi ve
İleli’l-Hadîs, s.287, Thk. Eymen b. Arif ed-Dımaşkî, Mektebetüs-Sünne:
Kahire 1994.
[13]
Ebû Tufeyl Âmir b. Vâsıle, en son vefât eden sahâbedir. Hicrî 3 yılında
doğmuş, 100 (m.718) yılında vefât etmiştir. Takribi 25 kadar hadîs
rivâyet etmiştir ki bunlar bilhassa Hz. Ali’nin çeşitli söz ve
haberleridir. Bkz. Ali Osman Koçkuzu, “Ebû Tufeyl”, TDV İslâm
Ansiklopedisi, c.10, s.346.
[14]et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c.16, s.8.
Ebû Tufeyl, İbn el-Kevâ’nın Hz. Ali’ye bu sorunun sorulduğunu zikreder. Ebû Ca`fer bu rivâyetin senedini güzel bulur. Ebû Ca`fer en-Nehhâs, Me`ânî’l-Kur’âni’l-Kerîm, c.4, s.283. Thk: Muhammed Ali es-Sâbûnî, Camiatü Ümmü’l-Kurâ: Mekke 1409h.
Ebû Tufeyl, İbn el-Kevâ’nın Hz. Ali’ye bu sorunun sorulduğunu zikreder. Ebû Ca`fer bu rivâyetin senedini güzel bulur. Ebû Ca`fer en-Nehhâs, Me`ânî’l-Kur’âni’l-Kerîm, c.4, s.283. Thk: Muhammed Ali es-Sâbûnî, Camiatü Ümmü’l-Kurâ: Mekke 1409h.
وأخرج أبو الشيخ في العظمة عن أبي الورقاء قال قلت لعلي بن أبي طالب ذو
القرنين ما كان قرناه قال لعلك تحسب أن قرنيه ذهب أو فضة كان نبيا فبعثه
الله إلى أناس فدعاهم إلى الله تعالى فقام رجل فضرب قرنه الأيسر فمات ثم
بعثه الله فأحياه ثم بعثه إلى ناس فقام رجل فضرب قرنه الأيمن فمات فسماه
الله ذا القرنين
Bkz. es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.5, s.436.
[15] Kâsımî, Tefsîru’l-Kâsımî, c.11, s.4109.
[16] Ebu’s-Suûd, Tefsîr-ü Ebi’s-Suûd, c.5, s.241; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
[17] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.165; Kâsımî, Tefsîru’l-Kâsımî, c.11, s.4108; el-Beydâvî, Tefsîrü’l-Beydâvî, c.3, s.519.ZÜLKARNEYN İSİMİNİN ANLAMI 2
Müfessirler arasında, “karn”ın güç, kuvvet, saltanat ve hakimiyet anlamı ağırlıklı görüşü oluşturmuş ve iki önemli yerin hakimiyeti boynuzla simgelendiği kabul edilmiştir.[1] Vehb b. Münebbih: “Bazı Ehl-i Kitap bilginlerinin söylediğine göre, ona Zülkarneyn lakabının verilmesinin sebebi, Bizans(Rum) ve İran’a (Fars krallığına) hakim olmasıdır.” demiştir. Bir çok müfessirler de aynı kanaati taşımaktadır.[2]
Güneşin doğduğu ve battığı yere ulaşmış olması da Zülkarneyn’e boynuzlu unvanının verilme sebebi olarak düşünülmüştür.[3] “Doğrusu biz, onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi kılmıştık.” Yani ona yeryüzünde büyük bir kudret ve imkan vermiştik. Bütün hükümdarlara verilmiş olan güç, asker, harp aletleri gibi şeylerin hepsi kendisine verilmiş, bu sebeple yeryüzünün doğusuna ve batısına hakim olmuştur. Kısaca hükümranlığı güneşin doğuş ve batış noktasına ulaştığı için Zülkarneyn adını almıştır.[4]
Bu kanaatte olan müfessir Râzî de, Zülkarneyn’in İskender olduğunu beyan ettikten sonra bu lakabın veriliş sebebini şöyle izah etmiştir: Tıpkı, Erdeşir b. Behmen’in[5] nüfuzunun istediği her yerde geçmesinden dolayı “Tavîlü’l-Yedeyn” (iki eli uzun) lakabını alması gibi, bu da ‘Güneşin iki karnına yani doğusuna ve batısına ulaştığı için “İki karn sahibi” (Zülkarneyn) diye lakaplandırılmıştır.[6] Rivâyete göre bu zat rüyasında göğe çıktığını, güneşin iki tarafına asıldığını görmüş, bu sebeple de Zülkarneyn adını almıştır.[7]
Yine iki boynuz ile “iki ayrı manevi güç”ün verildiği de düşünülmüş ve Allah Teâlâ’nın, ışık ve karanlığı ona musahhar kıldığı söylenmiştir. Yürüdüğü zaman ışık, önünü aydınlatırken, karanlığın arkasını örttüğü bu sebeple gece ile gündüz arasında onun için bir fark olmadığı ifade edilmiştir.[8] Yine nur ve zulmete[9] girdiği için bu adı aldığı da görüşler arasındadır.[10]
Müfessirlerden bir kısmı, burada geçen “karn” kelimesinin “çağ” anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Bu anlam esas alındığında, hükümranlık döneminin uzunluğu ve fetih faaliyetlerinin iki asra yayılması sebebiyle bu lakabın kendisine verildiği söylenmiştir.[11]
Yine; “karn” kelimesinin bir anlamı da “yok olan iki oba” demektir.[12] Bu anlamı esas alan müfessirler; Zülkarneyn’in hükümranlığı döneminde iki nesil insan yok olduğu için ona bu ismin verildiğini[13] söylemişlerdir. Yani Zülkarneyn’e Allah öyle uzun bir ömür vermiştir ki onun hayatında, iki nesil gelip geçmiştir.[14]
Bütün mânâları göz önüne alındığında, Kur’ân’da “İki boynuz sahibi” anlamındaki isimle anılan zâtın boynuzları hakkında üç ihtimal ileri sürülebilir.[15]
1. Boynuzlu miğfer giymiş ve esas adı unutulacak kadar bu miğferle ün yapmıştır. Tarihte pek çok örneği bulunan ve adına Latince “corniculum” denilen boynuzlu miğfer, özellikle geç devirlerde Galyalıların ve Vikinglerin sembolü haline gelmiştir.[16]
2. Hakkında söylenegelen her hangi bir efsane sebebiyle başında boynuz olduğu inancı halk arasında yerleşmiştir. Bunun meşhur örneği Büyük İskender’dir. İskender Mısır’ı fethettiği zaman, halkın sevgi ve saygısını kazanabilmek için, baş tanrı Amon’un oğlu olduğunu iddia etmiş ve böylece, zaten binlerce yıldan beri firavunlarının tanrılığına inanmış olan Mısır halkına, kendisinde de ilâhî güç bulunduğunu kolaylıkla kabul ettirmiştir. Tanrı Amon’un koç başlı[17] olduğuna inanıldığı ve heykelleri boynuzlu yapıldığı için, İskender de manen boynuzlu farz edilmiş ve ölümünden sonra adına kesilen sikkelerde koç boynuzlarıyla resmedilmiştir.[18]
3. Arapça karn kelimesi, diğer mânâsı olan “çağ, zaman” ile tercüme edilebilir. “İki çağ sahibi” (bir çağı kapayıp yeni bir çağı açan)”. Pek çok müfessirin kabul etmesine rağmen, bu çok uzak bir ihtimaldir. Çünkü ne Araplarda ne de Arap kültürünün tesiri altında kalan İslâm dünyasında, bir mânâsı da boynuz olan çağ(karn) kelimesinden yapılan sıfatlar, sevilen insanlara lakap veya unvan olarak verilmemiştir. Eğer böyle bir lakap verilecek olursa, derhal “boynuzluya çevrilecek ve Şeytan’da boynuzlu kabul edildiği için , lakap sahibinin itibarı zedelenecektir. Boynuzun itibar vesilesi olduğu dönemler ise, Kur’ân’ın nazil olduğu yıllardan asırlarca öncedir[19]...
[1] Pers ve Rum krallığı hakkında bilgi için krş. s.?
[2]
Kâsımî, Tefsîru’l-Kâsımî, c.11, s.4107; Kurtubî, el-Câmî li
Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47; et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c.16, s.8-9;
Ebu’s-Suûd, Tefsîr-ü Ebi’s-Suûd, c.5, s.240; Bkz. Şevkânî,Fethü’l-Kadîr,
c.3, s.308.
[3]
Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47; Ebû Ca`fer en-Nehhâs,
Me`ânî’l-Kur’ân, c.4, s.284; Beğavî, Tefsîrü’l-Beğavî, c.3, s.178.
ez-Zeccâc ve el-Ezherî de bu görüştedir. Bkz. Şevkânî,Fethü’l-Kadîr, c.3, s.307; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
ez-Zeccâc ve el-Ezherî de bu görüştedir. Bkz. Şevkânî,Fethü’l-Kadîr, c.3, s.307; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
[4]
İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.3, s.101; Ebu’s-Suûd, Tefsîr-ü
Ebi’s-Suûd, c.5, s.240; er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164.
ez-Zübeyr b. Bekâr, Süleymân b. Üseyd yoluyla İbn Şihâb’tan rivâyet etmiştir ki :“Zülkarneyn diye isimlendirilmesi güneşin doğu ve batı olmak üzere iki ucuna ulaşmasından dolayıdır.” Zemahşeri bunu merfu olarak rivâyet eder. Bkz. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, c.6, s.272; Zemahşerî, Keşşâf, c.1, s.578, Matbaatü’ş-Şeriyye: Mısır 1307. (İbn Münzir’in Kitâbü’l-Hâmiş’i ile birlikte basılmıştır.)
ez-Zübeyr b. Bekâr, Süleymân b. Üseyd yoluyla İbn Şihâb’tan rivâyet etmiştir ki :“Zülkarneyn diye isimlendirilmesi güneşin doğu ve batı olmak üzere iki ucuna ulaşmasından dolayıdır.” Zemahşeri bunu merfu olarak rivâyet eder. Bkz. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, c.6, s.272; Zemahşerî, Keşşâf, c.1, s.578, Matbaatü’ş-Şeriyye: Mısır 1307. (İbn Münzir’in Kitâbü’l-Hâmiş’i ile birlikte basılmıştır.)
[5]
Erdeşir b. Behmen;Tübba hükümdarlarındandır. Etrafındaki memleketlerden
hangisine elini uzatmışsa orasını eline geçirmiş olduğundan ona “kulacı
uzun Erdeşir” lakabı verilmiştir. Bkz. et-Taberî, Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, c.1, s.868.
[6]
er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.163; Kâsımî, Tefsîru’l-Kâsımî,
c.11, s.4108; el-Beydâvî, Tefsîrü’l-Beydâvî, c.3, s.519. Bu rüyasını
halka anlatmış ve halk onu bu isimle tesmiye etmiş. Bkz. el-Cevzî,
Zâdü’l-Mesîr, c.5, s.183.
[7]
Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47; Ebu’s-Suûd, Tefsîr-ü
Ebi’s-Suûd, c.5, s.241; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
İsmail Hakkı hazretleri de tefsirinde, Zülkarneyn’in rüyasında güneşe çok yaklaştığını hata doğusu ve batısını iki ucunu tuttuğunu görmüş sabah bu rüyayı anlattığında bunu duyan halkının ona bu lakabı taktığı nakline yer vermiştir. Bkz. İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, c.2, s.512.
İsmail Hakkı hazretleri de tefsirinde, Zülkarneyn’in rüyasında güneşe çok yaklaştığını hata doğusu ve batısını iki ucunu tuttuğunu görmüş sabah bu rüyayı anlattığında bunu duyan halkının ona bu lakabı taktığı nakline yer vermiştir. Bkz. İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, c.2, s.512.
[8]
er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164; Kurtubî, el-Câmî li
Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47; Beğavî, Tefsîrü’l-Beğavî, c.3, s.178;
Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24.
[9] Gılgamış destanı için krs. s.?
[10] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.165; Şevkânî, Fethü’l-Kadîr, c.3, s.307.
[11] ????????????????
[12] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164.
[13] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164; Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47.
[14] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.21, s.164.
[15] Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, Mayıs 1986, s.5.
[16] Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, Mayıs 1986, s.5.
[17]
Mitolojide Teb tanrısı, çok geçmeden güneş tanrısı Re olmuş ve Amon-Re
adını almıştır. Nübye’de inananlara koç olarak göründüğüne inanılmıştır.
XII. Sülale zamanında bu tanrıya bir tapınak yapılmış, bu tapınak daha
sonra büyütülmüş ve bugün Karnak’ta muazzam harabeleri görülen bir bütün
haline gelmiştir. Bu tapınağa, her iki yanında sıra sıra koçlar bulunan
bir ana yoldan girilmektedir. Amon ve Teb’de koç kutsal kabul edilmiş
ve Tanrının canlı bir timsali sayılan bir koç daimi olarak beslenmiştir.
Amon’un timsali güneşin sembolü olan bir kurs, boynuzlar ve iki tüydür.
Amon bazen bir koç başı, bazen de kulakların üstünden çıkan boynuzlu
bir insan yüzü ile temsil edilmiştir. Bazen bu başın üstünde bir kurs
ile iki uzun tüy bulunduğu da olur. Yunanlılar, Mısır’lıların tanrısı
Amon’da kendi Zeus’larını görmüşlerdir. Bkz. Meydan Larousse, c.1,
s.465, Meydan Yay.: İstanbul 1969.
[18]
Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, Mayıs 1986, s.5. Ayrıca
Bkz. Ömer et-Tîbî, “Zülkarneyn fi’l-Kur’ân ve’t-Târîh”,
Mecelletü’l-Ezher, c.31, sayı 4-5, s.443, Kahire 1959.
Boynuz, özellikle boğa boynuzu, tarihin ilk günlerinden beri güç-kuvvet sembolü olarak kabul edilmiş ve bu sebeple eski medeniyetlerin hemen hepsinde tanrı ve mukaddes yaratık tasvirleri boynuzlu yapılmıştır. Boynuzun güç sembolü olarak İslâm kültürüne de girdiği görülmekte ve nitekim Mevlana’da “Mesnevî”de, Hz. Mûsâ’nın ağzından Firavun’a hitaben “sivri, keskin boynuzların nice ciğerler deldi, işte şu asam da senin küstah boynuzunu kırdı.” demektedir. (c.IV, b.2440; keza b.2426) Aynı şekilde boynuz eski islâmi rüya tabirnamelerinde de “güç, kuvvet ve iftihar edilecek şey” şeklinde yorumlanmaktadır. Bkz. Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, Mayıs 1986, s.5.
Boynuz, özellikle boğa boynuzu, tarihin ilk günlerinden beri güç-kuvvet sembolü olarak kabul edilmiş ve bu sebeple eski medeniyetlerin hemen hepsinde tanrı ve mukaddes yaratık tasvirleri boynuzlu yapılmıştır. Boynuzun güç sembolü olarak İslâm kültürüne de girdiği görülmekte ve nitekim Mevlana’da “Mesnevî”de, Hz. Mûsâ’nın ağzından Firavun’a hitaben “sivri, keskin boynuzların nice ciğerler deldi, işte şu asam da senin küstah boynuzunu kırdı.” demektedir. (c.IV, b.2440; keza b.2426) Aynı şekilde boynuz eski islâmi rüya tabirnamelerinde de “güç, kuvvet ve iftihar edilecek şey” şeklinde yorumlanmaktadır. Bkz. Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, Mayıs 1986, s.5.
[19] Sargon Erdem, “Zalkarneyn”, Zafer, sayı 113, s.5, Mayıs 1986.
DEĞERLENDİRME
Bu görüşlerin her biri bir veya birkaç rivâyete dayanmaktadır. Bunlardan bir tek “dünyanın doğusunu ve batısını gezdiği için kendisine bu ad tesmiye edilmiştir” kavli merfu bir hadîsle varit olmuştur. Bunlar arasında sahih sayılacak başka bir rivâyet yok denilebilir.
Bu görüşlerin en meşhûru Kur’ân’ın beyânından da anlaşılacağı üzere arzın doğusuna ve batısına sahip olması demektir. İlimlerden zahir ve batına sahip mânâsı da Kur’ân’ın özüne münasip görüşlerdendir.[1]
قل ساتلوا عليكم منه ذ كرا “De ki, ondan bahseden bir kısım âyetler size okuyacağım.”
Yani onunla ilgili haberi sizlere anlatacağım.[2] GRAMERİ ( ذ كرا ) kelimesi ( قل) kelimesinin mef`’ul lehi(sebep bildiren mef`ul) veya hal makamındadır. Mekulül kavl (söylenen söz)cümlesi, fiil, fail, meful bih gayri sarihten veya (Sebep bildiren) meful-leh yahut (fiilin durumunu bildiren) halden ibaret olup mahallen nasptır.[3] “(منه) ondan bahsedeceğim” demek, onun haberlerinden, onun başından geçen olaylardan bahsedeceğim demektir.[4]
Allah Teâlâ sorulan soruya, Rasûlulâh’ın cevap vermesini isteyerek ona: “De ki:” buyuruyor. Ancak bundan sonra ki sözlerinin vahiy niteliğinde olduğunu beyân için “ondan bahseden (âyetleri) size okuyacağım” buyurarak istenilen bilginin vahyî olduğunu da teyit etmiştir.
[1]
E. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IV, s.3275-3279; Kurtubî,
el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47; Şevkânî, Fethü’l-Kadîr, c.3,
s.307.
[2] Ahmed b. Yûsuf es-Semîn, ed-Dürrü’l-Mesûn fî Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, c.6, s.540.
[3] Bkz. Mahmûd Hâfî, Îrâbü’l-Kur’ân, s.243.
[4]
Ahmed b. Yûsuf es-Semîn (v.756h.), ed-Dürrü’l-Mesûn fî
Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, Thk. Ahmed Muhammed el-Harrât, c.6, s. 540,
Dârü’l-Kalem: Dımaşk 1991.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder