Geleneksel Türk dininin temel unsurları düşünüldüğünde merkezde Gök Tanrının olduğu görülür. Gök Tanrı, dinin çekirdeği hükmünde onun esasını oluşturur. Diğer bütün unsurlar ise onun etrafında şekillenmiştir. Gök Tanrı, yere ve göklere hakimdir.
Güneş, Ay ve yıldızlar Tanrı değil, sadece kutsalı gösteren göstergelerdir. “Gök Tengri” Hun çağından itibaren Türk dini hayatında “Bir Tengri” tabiriyle İslami döneme kadar gelmiştir. Tengri’nin etrafında, Semavi dinlerde olduğu gibi yaratılmış çevre ya da diğer bir ifadeyle var olan evren bulunur.(1)
Gök Tanrı inancı, Şamanizm ile birebir aynı değildir. Bazı beraberlikler ve paralellikler oluşmuşsa da esasta birbiriyle bağdaşmaz ve genel çerçevede de örtüşmez. Çünkü Gök Tanrı önceden var olan, kendine has bir mahiyete sahiptir. Şamanizm ise insani tecrübelere ve göksel tezahürlere dayanır.
Gök Tanrı, gökyüzü olayları ve insani tecrübeyle açıklanamayacak kadar aşkın, ne özel ne de genel, hissi ve nesnel olmayan kendi içrekliğinde bir varlıktır.
Şamanizm ise sıradan olaylar ve daha çok dünyevi olgularla ilgilidir. Fakat Gök Tanrı dünyadan da tamamen uzak değildir. Bir defa kurulu düzenin kurucusudur.(2) Yasa koyduğu sosyal düzenin kılıcısı ve koruyucusudur.(3) Bunlar da nihayet göksel tezahür ve sıfatlarla açıklanabilir özelliklerdir.(4)
Şaman dünya görüşünün en belirgin özelliklerinden biri tabiatla cemiyetin bir bütünlük oluşturmasıdır. Bu nedenle Şamanizm’i bir doğa dini ya da atalar kültü olarak görenler olmuştur. Nitekim Ziya Gökalp Şamanlığı dış görünüşü itibariyle Natürizm olarak görür,(5) sosyal yapıya bakarak da “eski Türk dini (totemizm gibi) cemiyet perestlikti” der. Ona göre “her sosyal yapıya bir ruh düşer.”(6) Şamanlığın felsefesi bundan dolayı doğa hadiselerine ve doğaüstü varlıklara dayanır. Arada bu bağlantıyı kurmak gerekir.
Zira evrenle dünyamız arasında ezeli ve ebedi bir denge vardır. Şaman bu dengeyi gözeten, kozmik bilgileri yaşatan ve bunu insanlara ileten bir kişidir.(7)
Şamanizm, insanın ve dünyanın özel bir tasarımını içerir. İnsanlar ile tanrılar arasında özel bir bağ olduğunu varsayar veya insanlarla öte dünya arasında Şamanın ruhlarla ilişki kurduğunu ima eder. Çünkü insan bir beden ve ruhtan ibarettir. Doğadaki -dağ, ağaç gibi- tüm varlıkların da ruhları vardır. Ruh, “bedenin kabuğundan sıyrılabilen ve ölümden sonra da yaşamayı sürdüren görünmez bir özdür.”
Üzerinde yaşadığımız dünya da iki farklı yönüyle insana benzer. Bir yanda gördüğümüz ve kutsal olmayan bir dünya, öbür yanda ise sıradan insanların göremedikleri, mitlerin betimlediği öteki dünya.
Şamana düşen görev burada muhtemel her türlü dengesizliği önleme ve her türlü talihsizliğe karşı koyma işlevidir. Bilinçaltının karışık oyunlarına, insanın alt benliğinin karanlık tortularına karşı koymak durumundadır.
Şaman insanların başına gelebilecek talihsizliklere karşı onları ayıktırmakla, eğer gelmişse nedenlerini açıklamakla veya ahirde acılarını dindirmekle yükümlüdür. Bu anlamda Şamanizm “bir dizi eylemin altında yatan fikirler bütünüdür.”
Diğer taraftan Şamanizm ile Türklerin inancı arasında şaşılacak bir uyum da meydana gelmiştir. Şamanizm, ekstaz, ruhun gezip dolaşması, tanrılarla bağlantı kurması noktasında eski Türk toplumunun tabiata atfettiği gizli kuvvetleri istismar etmiş, yine de yavaş yavaş gelişerek, getirdiği yeni unsurlarla bütün bir maneviyat aleminin içine yerleşerek sağlam bir din görünümü kazanmıştır. Özellikle atalar kültü, kartal inancı, demircilik ve at kurbanına belirgin bir Şamanik karakter vermiştir.(8) Şamanizm bu kadar başarılı bir olgu ortaya koyduğuna göre onda özgün bir takım unsurlar da olmalıdır ki yaşayabilsin.
Şamanizm’in menşeini Güney Asya etkilerinden ayrı olarak Kuzey Asya’ya bağlayanlar da olmuştur. Buna göre Şamanizm, kuzeye has iklim koşularında, şiddetli soğuğun, uzun gecelerin ve ıssızlığın karakteristik özelliklerini taşımaktadır. Bu bağlamda Şamanizm’i yöresel bir takım hastalıklarla açıklamak isteyenler olmuştur.(9)
Şamanizm aslında kendi içinde çeşitli ve özel bir maneviyat, geniş bir dünyadır. Ruh bilimci olarak yaklaşıldığında onu bir bunalım, histeri veya sara’ya benzer bir hastalık hatta norm-dışı eğilimler taşıyan gerileme içindeki bir pskhye’nin (nefsin) kendini dışa vurması olarak saptamak mümkün görünebilir.(10) Fakat bu bariz bir hata olur. Bu belirtiler, sıra dışı özelliklere sahip Şamanın bir “içsel çağrılış”ı veya “dini bunalım”ı olarak anlaşılmalıdır. Çünkü ait olduğu toplumda seçkin bir yere sahip Şaman ancak bunları bilebilir ve birçok dinin mistiği gibi gerektiğinde kullanmak için el altında bulundurur.
Esrime tekniğini sağlayan bir “içsel çağrılış” ya da esrimede bir “iç görü” daima buradan anlaşılmaktadır. Şamanizm, ilkel toplumların sihirbazlarından farklı bir yöntem ve uzmanlık içerir. Ayrıca esrimesi göğe yükselme ve yere inme girişiminde bulunulan özel bir esrimedir. Şamanın ruhlarla ilişkisi de ecinnilerin durumundan tamamen farklı olup, o kendi ruhlarına egemendir, insan olmakla beraber ölülerin, cinlerin, doğanın ruhlarının aleti olmaksızın onlarla iletişim kurmayı başarır. Dolayısıyla onu normal olarak din bilinen şeyden yana değil de, mistiklerin arasına koymak gerekir.Ercan DALKILIÇKaynak:HİKMET TANYU’DA GÖK TANRI İNANCI ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMEAlıntılar:(1) Yaşar Kalafat, Altaylardan Anadolu’ya Kamizm Şamanizm, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2004, s.19; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, c. 1, s. 425-426.(2) Üze kök tengri asra yagız yir kılundukta ikin ara kişi oglı kılınmış. (Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış.) Muharrem Ergin, Orhon Abideleri, s.67(3) Tengri yarlukadukın üçün özüm kutum bar üçün kagan olurtum. (Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için, kağan oturdum.) Muharrem Ergin, Orhon Abideleri, s.66(4) Mircea Eliade, Dinler Tarihi, s. 147-148.(5) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 27-28.(6) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 27.(7) Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006, s. 22.(8) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 289.(9) Ünver Günay, Harun Güngör; Türk Din Tarihi, Kayseri,1998. s. 119.(10) Mircea Elade, Şamanizm, s. 8.
Kaynak: http://www.bilinmeyenturktarihi.com/gok-tanri-dunyevi-samanizm-mistiktir.html
Gök-Tanrı İnancı
Altay halklarının dini inançları arasında en çok bilineni Tengri’dir. Hem “tanrı” hem de “gök” manasına gelen Tengri kavramı, Türk ve Moğol söz dağarına ait olmakla beraber aynı ifadenin Moğol ve Kalmuklarda “tengri”, Buryatlarda “tengeri”, Volga Tatarlarında “tengere”, Beltirlerde ise “tingir” olarak kullanımı tespit edilmiştir. Tengri kavramı tanrısal olanı ifade etmektedir. Kelimeye “ulu gök tanrı” manasında MÖ II. asırda Hunlarda (Hiung-nu) rastlanmaktadır. Kitabelerde göksel (mavi-kök), ezeli ve ebedi (mengü) ve küç (güç) sahibi olarak betimlenmiştir (Eliade, 2003: 12–13). Türklere göre her şeyi yaratan ve sahibi olan tek şey gökteki tanrı idi. Göğün kendisi kutsal kabul edilmesine rağmen tanrı değil, tanrının en üst katında ikamet ettiği evi konumundadır. Türklerde inanılan ve tapınılan ilahlar hiçbir zaman antropomorfik bir yapı göstermemişlerdir. Türk inancındaki Gök-Tanrı da İslamiyet’teki Allah inancı gibi mücerret ve şekilsizdi. Göğün katlarının resmi yapıldığı halde tanrının resmi yapılmıyordu (Dikici, 2005: 336–337). Hunlar Gök-Tanrı’ya inanıyorlar ve O’nu Kaşgarlı Mahmut’un ifade ettiği üzere hem gök hem de tanrı anlamında “Tengri” kelimesi ile ifade ediyorlardı. Tengri kavramı Göktürklerde de aynı anlamda kullanılmaktaydı. 763’te mani dinini benimseyen Uygurlarda ise tanrı kelimesinin başına “Kün, Ay ve Kün-Ay” kelimeleri ilave edilerek “Kün-Tengri, Ay-Tengri ve Kün-Ay Tengri” kavramlarını oluşturmuşlardır. Kaşgarlı Mahmut, Türklerin büyük dağ ya da ağaç gibi kendilerine ulu görünen her şeye tengri dediklerini ifade ediyorsa da Türkler tengri kelimesini sadece Gök-Tanrı’yı ifade etmek için kullanmışlardır (Güngör, 2002, C3: 262).
Gök-Tanrı inancında tanrı “deus otiosus” değildir. Bilakis insanların kaderinde ve dünyanın düzeninde her zaman müdahaleci bir yapı arz etmektedir. Hakanın devlet yönetiminde meşruiyetini kazanması Gök-Tanrı’nın inisiyafitindedir. Buna kut verilmesi denilmektedir. Orhun Kitabeleri’nde bu durumun açık tezahürlerini görmek mümkündür: “imparatorluğu veren tengri”, “Tanrı irade ettiği için, kutum olduğu için kagan oldum” gibi ifadeler bu durumun kanıtları niteliğindedir. Asya Hun imparatorunun unvanı “Gök-Tanrı’nın, güneşin, ayın tahta çıkardığı Tanrı kut’u Tanhu” idi (Kafesoğlu, 2010: 239–240). Hakan Gök-Tanrı’nın elçisi ya da temsilcisi olarak düşünülmektedir. Gök-Tanrı’nın tapınağı yoktur ve heykelleştirilmesi de söz konusu olmamıştır. Hakan, tanrıya yakın olmak ve yakarmak için en yüksek dağa çıkardı. Gök-Tanrı hoşnutsuzluğunu fırtınalar, seller ve kıtlıklar şeklinde gösterirken bu tip doğal afetler ve büyük yıkımlarda hemen hemen tüm ilkel topluluklarda görüldüğü gibi Gök-Tanrı’ya kurbanlar kesilirdi. Genellikle at, öküz ve koyunlar Gök-Tanrı’ya kurban olarak sunulmaktaydı (Eliade, 2003: 13–14).
Atalar Kültü
Atalar kültü, ölmüş ataların ruhlarına hürmet gösterilmesini ve ölümüyle bağlantılı özel günlerde ruhları için kurbanlar sunulmasını ve çeşitli törenlerle anılmasını gerektiren bir inançtır. Özellikle partriarkal aile tipinin hakim olduğu toplumlarda görülmektedir. İnanca göre ölen ataların ve özellikle babaların ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülüklerinin dokunabileceği düşünülmektedir. Atalar kültü ile bağlantılı olarak Türkler ölmüş ataların tasvirlerinin yapılıp saklandığına dair kayıtlar bilinmektedir. Genellikle keçe, paçavra, kayın ağacı kabuğu ve hayvan derisi gibi materyaller kullanılarak yapılan bu semboller Altay hakları tarafından “töz” Yakutlarda ise “tangara” olarak adlandırılmaktaydı (Güngör, 2002, C.3: 264). Bugün türbe, kümbet, yatır, evliya ve erenler gibi ziyaret yerleri atalar kültü, ölmüş anne-baba gibi büyüklerimizin mezarı başında yaptığımız taziyeler ise ölüler kültü inancı ile bağlantılıdır (Güngör, 2007: 2).
Tabiat Kültü
Tabiatın engin gücüne tapınma insanlık tarihi kadar eski bir inançtır. Yüksek dağlar, kutsal ormanlar, akarsular ve bazı ağaçlar zaman zaman birçok toplum tarafından kutsal sayılmıştır. Asya steplerinde yaşayan Türkler için de bu durum çok farklı olmamıştır. Geleneksel Türk inancının üçlü yapısından birisi de tabiat kültüdür. Türkler yaşadıkları bölgedeki tabiata ait varlıkları kutsal kabul etmişlerdir. Orhun kitabelerinde “Iduk yer-sub” olarak rastladığımız bu inanç Türklerde ilkel natürist inançlardan daha ileri bir aşamaya gelerek bir nevi “vatan kültü” haline gelmiştir. Tabiat kültünde, Şamanizm’de de yer alan “kozmik dağ” inancını dağ kültü olarak görmekteyiz. Keza “dünya ağaçı” sembolizmi de kutsal ormanlar yada kayın ağaçları şeklinde tezahür etmektedir. Kayıtlarda Ötüken ormanları “ıduk Ötüken yış”, Tamir suyunun kaynağı ise “Tamag ıduk baş” olarak tabiat kültünün tezahürü olmuşlardır (Güngör, 2002, C.3: 263). Gök-Tanrı İnancıAltay halklarının dini inançları arasında en çok bilineni Tengri’dir. Hem “tanrı” hem de “gök” manasına gelen Tengri kavramı, Türk ve Moğol söz dağarına ait olmakla beraber aynı ifadenin Moğol ve Kalmuklarda “tengri”, Buryatlarda “tengeri”, Volga Tatarlarında “tengere”, Beltirlerde ise “tingir” olarak kullanımı tespit edilmiştir. Tengri kavramı tanrısal olanı ifade etmektedir. Kelimeye “ulu gök tanrı” manasında MÖ II. asırda Hunlarda (Hiung-nu) rastlanmaktadır. Kitabelerde göksel (mavi-kök), ezeli ve ebedi (mengü) ve küç (güç) sahibi olarak betimlenmiştir (Eliade, 2003: 12–13). Türklere göre her şeyi yaratan ve sahibi olan tek şey gökteki tanrı idi. Göğün kendisi kutsal kabul edilmesine rağmen tanrı değil, tanrının en üst katında ikamet ettiği evi konumundadır. Türklerde inanılan ve tapınılan ilahlar hiçbir zaman antropomorfik bir yapı göstermemişlerdir. Türk inancındaki Gök-Tanrı da İslamiyet’teki Allah inancı gibi mücerret ve şekilsizdi. Göğün katlarının resmi yapıldığı halde tanrının resmi yapılmıyordu (Dikici, 2005: 336–337). Hunlar Gök-Tanrı’ya inanıyorlar ve O’nu Kaşgarlı Mahmut’un ifade ettiği üzere hem gök hem de tanrı anlamında “Tengri” kelimesi ile ifade ediyorlardı. Tengri kavramı Göktürklerde de aynı anlamda kullanılmaktaydı. 763’te mani dinini benimseyen Uygurlarda ise tanrı kelimesinin başına “Kün, Ay ve Kün-Ay” kelimeleri ilave edilerek “Kün-Tengri, Ay-Tengri ve Kün-Ay Tengri” kavramlarını oluşturmuşlardır. Kaşgarlı Mahmut, Türklerin büyük dağ ya da ağaç gibi kendilerine ulu görünen her şeye tengri dediklerini ifade ediyorsa da Türkler tengri kelimesini sadece Gök-Tanrı’yı ifade etmek için kullanmışlardır (Güngör, 2002, C3: 262).Gök-Tanrı inancında tanrı “deus otiosus” değildir. Bilakis insanların kaderinde ve dünyanın düzeninde her zaman müdahaleci bir yapı arz etmektedir. Hakanın devlet yönetiminde meşruiyetini kazanması Gök-Tanrı’nın inisiyafitindedir. Buna kut verilmesi denilmektedir. Orhun Kitabeleri’nde bu durumun açık tezahürlerini görmek mümkündür: “imparatorluğu veren tengri”, “Tanrı irade ettiği için, kutum olduğu için kagan oldum” gibi ifadeler bu durumun kanıtları niteliğindedir. Asya Hun imparatorunun unvanı “Gök-Tanrı’nın, güneşin, ayın tahta çıkardığı Tanrı kut’u Tanhu” idi (Kafesoğlu, 2010: 239–240). Hakan Gök-Tanrı’nın elçisi ya da temsilcisi olarak düşünülmektedir. Gök-Tanrı’nın tapınağı yoktur ve heykelleştirilmesi de söz konusu olmamıştır. Hakan, tanrıya yakın olmak ve yakarmak için en yüksek dağa çıkardı. Gök-Tanrı hoşnutsuzluğunu fırtınalar, seller ve kıtlıklar şeklinde gösterirken bu tip doğal afetler ve büyük yıkımlarda hemen hemen tüm ilkel topluluklarda görüldüğü gibi Gök-Tanrı’ya kurbanlar kesilirdi. Genellikle at, öküz ve koyunlar Gök-Tanrı’ya kurban olarak sunulmaktaydı (Eliade, 2003: 13–14). Atalar KültüAtalar kültü, ölmüş ataların ruhlarına hürmet gösterilmesini ve ölümüyle bağlantılı özel günlerde ruhları için kurbanlar sunulmasını ve çeşitli törenlerle anılmasını gerektiren bir inançtır. Özellikle partriarkal aile tipinin hakim olduğu toplumlarda görülmektedir. İnanca göre ölen ataların ve özellikle babaların ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülüklerinin dokunabileceği düşünülmektedir. Atalar kültü ile bağlantılı olarak Türkler ölmüş ataların tasvirlerinin yapılıp saklandığına dair kayıtlar bilinmektedir. Genellikle keçe, paçavra, kayın ağacı kabuğu ve hayvan derisi gibi materyaller kullanılarak yapılan bu semboller Altay hakları tarafından “töz” Yakutlarda ise “tangara” olarak adlandırılmaktaydı (Güngör, 2002, C.3: 264). Bugün türbe, kümbet, yatır, evliya ve erenler gibi ziyaret yerleri atalar kültü, ölmüş anne-baba gibi büyüklerimizin mezarı başında yaptığımız taziyeler ise ölüler kültü inancı ile bağlantılıdır (Güngör, 2007: 2).Tabiat KültüTabiatın engin gücüne tapınma insanlık tarihi kadar eski bir inançtır. Yüksek dağlar, kutsal ormanlar, akarsular ve bazı ağaçlar zaman zaman birçok toplum tarafından kutsal sayılmıştır. Asya steplerinde yaşayan Türkler için de bu durum çok farklı olmamıştır. Geleneksel Türk inancının üçlü yapısından birisi de tabiat kültüdür. Türkler yaşadıkları bölgedeki tabiata ait varlıkları kutsal kabul etmişlerdir. Orhun kitabelerinde “Iduk yer-sub” olarak rastladığımız bu inanç Türklerde ilkel natürist inançlardan daha ileri bir aşamaya gelerek bir nevi “vatan kültü” haline gelmiştir. Tabiat kültünde, Şamanizm’de de yer alan “kozmik dağ” inancını dağ kültü olarak görmekteyiz. Keza “dünya ağaçı” sembolizmi de kutsal ormanlar yada kayın ağaçları şeklinde tezahür etmektedir. Kayıtlarda Ötüken ormanları “ıduk Ötüken yış”, Tamir suyunun kaynağı ise “Tamag ıduk baş” olarak tabiat kültünün tezahürü olmuşlardır (Güngör, 2002, C.3: 263).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder