İslamiyet
öncesi diye adlandırdığımız devrede, Orta Asya’da beş asırdan fazla
hüküm sürmüş bulunan Uygurlar, bu dönemde sergilemiş oldukları sanat
etkinlikleri bakımından Türk Sanatında önemli bir yere sahiptirler.
Aynı
bölgelerde Uygurlardan önce faaliyet gösteren ve göçebe bir
yaşantıya sahip bulunan diğer Türk Devletlerinin sosyal ve kültürel
hayatlarını günümüze aksettiren sanat eserlerinin sayısı oldukça
azdır. Bunda yerleşik hayata yeterince geçilememesinin ve daha çok
fütuhatçı bir teşkilat yapısına sahip olmalarının da rolü büyüktür.
Ayrıca bu dönemlere ışık tutabilecek, bilimsel çalışmalarda yeterli
değildir.
Uygurlar
ise gerek göçerlikten yerleşik hayata geçişleri, gerekse temsil
ettikleri dini inançlarının mimari, resim, heykel, yazı, vb. sanat
olaylarına yönlendirici bir rol oynaması sonucu bu sanat dallarında
günün şartları içerisinde mükemmele yakın eserler ortaya koymuşlar.
Gerek mimari de, gerekse resim, heykel gibi sanat dallarında
kendilerinden sonra dönemleri fazlasıyla etkilemişlerdir. Budist
stupaları, mezar yapıları ve tapınakları mimari yönden Karahanlı,
Gazneli, Büyük Selçuklu, Timurlu vb. devletlerin mimarı yapılarını
etkilemiştir. Duvar resimleri ve özellikle minyatürleriyle de adı
geçen bu devletlerin yanı sıra Arap sanatından, Anadolu Selçuklu ve
Osmanlı minyatür sanatına kadar etkili olarak temel kaynak
olmuşlardır.
Resim Sanatı
Uygurların
sosyo-kültürel yapılarında ve ortaya koymuş oldukları sanat
olaylarında temsil ettikleri dinlerin çok büyük bir rolü vardır. Çünkü
sanat eserlerinin ve plastik sanatlarının büyük bir çoğunluğu dini
konulara bağlı olarak ele alınmıştır. Çeşitli dinler bu topluluk
içerisinde yaşama şansı bulmuş, kimisi uzun süreli olarak büyük
bir kitleyi etkileyebilmiş, kimi resmi devlet dini olarak kabul
görmüş, kimisi de kısa sürede etkisini kaybetmiştir. Gök Tanrı
inancının esas alındığı Şamanizm, diğer Türk toplumları gibi
Uygurların da milli inanç ve kültürüdür. Bu inancın dışında Uygurlara
uzun süreli etki eden dinler arasında Maniheizm, Budizm, Nesturizm vb.
çeşitli inançlar sayılabilir. Uygurların Budizm ile bağlantıları 7.
yy. dan itibaren başlamış, Maniheizmin devlet dini olarak kabul edilmesi
ise 762 yılına doğru gerçekleşmiştir. Bu nedenledir ki Eski Türk
resim sanatı Budizm ve Maniheizm olmak üzere bu iki dini inanç
çerçevesi içerisindeki eserleri ihtiva eder. Dolayısıyla eski Türk
resminin gerçek temsilcileri ise sanata çok yakın olan Uygur
Türkleridir. Eski Uygur şehir harabelerinde bulunan 8. Ve 9. yy.lardan
kalma Budizm ve Maniheizm ağırlıklı duvar resimleri ile çeşitli
minyatürler Türk resim sanatının bugüne kadar bilinen en eski
örnekleridir.
Uygur
sanatının başlangıç devresinin en önemli aşamasını Budist Gondhara
sanatı ile Çin üslubunun kaynaşarak yepyeni bir akımın meydana gelmesi
teşkil eder. Kumtura’daki bir Nirvana mağarasında Brahmi yazısıyla
yazılmış Uygurca ve Çince kitabelere rastlanmıştır. Yine Uygur resim
sanatının proto-tipine örnek olarak Kumtura Mabedinde Buda’nın ölümünü
tasvir eden bir resim ile Sorçuk’ta Kirin Mağarasında bulunan Uygur
Prenslerini tasvir eden tablo gösterilebilir. Ayrıca bu sanatlara ilave
olarak Part, Sansanı, Bizans, Greko-Budist gibi sanatları da
başlangıç evresinde Uygur resim sanatını etkileyen akım ve üsluplar
arasında göstermek gerekir. Gerçekte eklektik derlemelerden ibaret,
bir çok sanatın karışımından meydana gelen erken dönem Orta Asya resim
sanatı, bu etkilerin yanı sıra başka etkileri de bünyesinde taşır.
Örneğin, Tibet ve kuzeydeki steplerinde (İskit sanatı) belirli bir
ölçüde Orta Asya resmine etkileri söz konusudur. Böylesine yoğun bir
etkileşimin nedeni; kervan yolu, ipek yolu, siyasi gelişmeler ve küçük
toplulukların kısa sürede geniş bir alanı hakimiyetleri altına
almaları gibi gerekçelere bağlanabilir. Erken dönemde bu sanatların
etkisinde gelişimini sürdüren Uygur resim sanatı dokuzuncu yüzyıldan
itibarın kendine özgü bir üslup, biçim ve forma kavuşur. Bu sanat 10.
yy.da gelişir, 11-12 yy.lar da ise tam bir olgunluğa erişir. Arık bu
son devir sanatta her bakımdan bir Uygur çağıdır.[1]
Uygur
resim sanatının günümüze gelebilen ve aynı zamanda Türk resim
sanatının da bilinen ilk örnekleri olana bu eserler, 856-1368
tarihleri arasında hüküm sürdükleri, günümüzde Doğu Türkistan diye
bilinen Tarım bölgesindeki Hoço, (İdikut) Turfan, Toyuk, Yarhoto,
Murtuk, Bezeklik, Sorçuk, Kuça, Kumtura, vb. şehirlerin mimari
yapılarını süslemektedir. 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılan
Karabalsağun bölgesindeki dönemlerinden ise günümüze hiçbir şey
kalmamıştır.
Bu
mevcut duvar resimleri büyük bir çoğunlukla dini konulu olup zaman
zaman günlük hayatı, sosyal konuları, av sahnelerini veya resmini
yaptırmak isteyen insanların portre özelliği taşıyan resimlerinden
oluşur. Budizm ve Maniheizmin Uygur resim sanatının gelişmesindeki büyük
rolü nedeniyle, fresk tekniğindeki bu duvar resimlerinde çoğunlukla
dini konulara yer verilmiştir. Bu dönemde Uygurların büyük bir
çoğunluğunun Budist oluşu da gerek mimari de gerekse resim sanatında
bu inancın özelliklerini fazlasıyla yansıtır. Maniheist etkiler ise
kendini daha çok minyatür, el yazması ve çeşitli metinlerde gösterir.
Bu fresklerde rahipler, vakıfçılar, Buda ve Buda’ya dua sahneleri gibi
dini konular işlenmiştir. Bunların dışında az da olsa prensler,
prensesler, asiller, müzisyenler, av ve manzara sahneleri gibi sosyal
konular işlenmiştir. İnsan figürlü kompozisyonlar bir sıralama halinde
ve bir simetrik düzen içerisinde ele alınmışlardır. Renk olarak,
genellikle koyu mavi ve kırmızının çok olduğu parlak renkler
kullanılmıştır.
İnsan
yüzüne ferdi bir özellik vermek, yani portre sanatı ilk defa 757
yılından sonraki Türk duvar resminde görülür. O tarihlere kadar insan
vücudunun diğer uzuvları gibi yüz kısmı da, şematik olarak çiziliyor
ve kişiler resimlerinin altlarına isimleri yazılmak suretiyle ayırt
edilebiliyorlardı. Uygurlar kendilerinden farklı insanlar üzerinde
dikkatlerini toplayarak, bunları çeşitli “tip” lere ayırmak suretiyle
sonuçta kendilerini de daha belirgin olarak görmeye başlarlar. Zamanla
bu gelişim onları portre sanatını ortaya çıkarmak ve bunu geliştirmek
imkanına kavuşturur.[2]
Günümüze
gelebilen Uygur Budist resim sanatının en iyi örnekleri Bezeklik
Mabet (Ming-Öy) lerine aittir. Bu şehir Murtuk nehrinin bulunduğu akarsu
yatağının üzerinde dar bir terasta, hepsi aynı seviyede olmak üzere
kayalara oyularak yapılmış mabet, manastır ve tapınaklardan ibarettir.
Alışılmamış bir şekilde derinlemesine oyulmuş mekanların tavanları
ise beşiktonoz biçiminde olup duvarlar tamamıyla fresk, alçak-yüksek
kabartma (rölyef) tekniği ile yapılmış duvar resimleri ile
bezenmiştir. Hiçbir Uygur tapınak ve mabedinde bu kadar zengin plastik
sanat örneklerine rastlanılmaz. Burası adeta plastik sanatlar
bakımından bir açık hava müzesi durumundadır. Buradaki figürler, yüzün
3/4 ‘ünün tasvir edilişi, oval yüz, iri gözler, gölgeli çizginin
kullanılışı, elbise kıvrımları gibi detaylar yönünden Sorçuk
resimleriyle benzerlik gösterirler. Büyük panolarda çok başarılı
kompozisyonlar görülür. Freskler arasındaki figürler karakteristik
olarak işlenmişlerdir. Bu nedenle resmedilen vakıfçılar veya duacılar
arasındaki asiller ve prensler kolayca tanınabilmektedir.[3]
Uygurların
hüküm sürdüğü Turfan (Batı Türkistan- Tarım Bölgesi) havzası
şehirlerinden günümüze kadar gelebilen duvar resimlerinin büyük bir
çoğunluğu konu itibariyle Budizm etkilidir. Ancak aynı bölgeden
günümüze gelebilen minyatürler ise Maniheizm konuludur. Dolayısıyla
Uygurların sanat tarihi bakımından diğer önemli bir yönleri de; Mani
dinin kabulünden sonra, bu inançtaki kitapların resimlenmesi sonucu
Türk sanatının ilk minyatürlü kitap örneklerinin bu dönemden günümüze
gelebilmiş olmalarıdır. Kendisi de bir ressam olan Mani’nin din
öğretisi bir bakıma güzel sanatlara dayanır. Bu nedenledir ki dini
kitap, metin ve yazmalar çeşitli minyatürlerle süslenmişlerdir.
Günümüze gelebilen bu minyatürlerin çoğu dağınık kitap sayfalarından
örnekler olup, 9-10. yy.lara tarihlenirler. Resmedilen figürlerde
suratlar dolgun ve köşeli oval bir tip arz eder. Badem gözler, hafif
kemerli bir burun, gonca gibi minik bir ağız bu yüzün en bariz
özellikleridir. Bezeklik’teki fresklerde de görülen ayın fizik
özelliklere sahip olan bu minyatürler genellikle lacivert zeminli
olup, ışık ve gölge aynı zamanda uygulanmıştır. Bu minyatürlerdeki
tasvirlerin çoğunun neyi temsil ettiği tam teşhis edilememekle beraber
insan tipleri, eğlence sahneleri veya kralı takdim sahnelerine
benzeyen kompozisyonlarda önemli figürün iki yanında başka figürlerin
sıralanması, tahtın önüne yerleştirilen meyve keseleri, ibrikler,
vazolar vb. detaylar İslam minyatürlerindeki taht ve eğlence
sahnelerinin kompozisyonlarına çok yakındır. Stilize ağaçlar ve
nebatlar da yine ön Asya’da görülen türdedir. [4]
Sonuç
olarak, Uygurlar; bilim ve sanata önem vermişler, dış etkilere
açık bir toplum olarak yaşamışlardır. Geliştirdikleri üslubu 750
yılındaki Talas savaşından sonra batıya taşımışlardır. Abbasi Halifesi
Muntasım’ın muhafız kıtasını oluşturmak için Orta Asya’dan getirtilen
Türk askerlerinin ikametgahı için Bağdat yakınlarında kurulan ve bir
dönem için Halifeliğin yönetim merkezi de olan Samarra şehrinde inşa
edilen Cevsek-el Hakani, Balkuvara gibi saraylar zengin duvar
resimleri ve ştük dekorasyon ihtiva ederler. Bu fresklerdeki
figürlerin köşeli dolgun çehreleri, gözlerin, burun ve ağzın işlenişi
ve yanakların iki yanındaki saç kıvrımları gibi ayrıntı ve detaylar
Uygur resim sanatının Abbasi merkezinde uygulandığını gösterir.
Böylece, İslam sanatında bir doğululaşma ile birlikte yeni bir unsur
olarak Orta Asya Türk resim üslubunun etkileri görülmeye başlar.[5]
Daha
sonraları 11. yy. başında Gaznelilerin Leşker-i Bazar Sarayı
fresklerinde, aynı yüzyıl sonunda Selçukluların merkezi Rey’deki duvar
resimlerinde, yine Rey ve Keşan minai ve perdahlı keramikleri ile
çinilerinde Uygur resminin etkileri kendisini gösterir. Uygur resim ve
minyatür üslubu bir çok değişiklikler geçirmekle beraber esasları
bozulmadan 15. yy.ın ortalarına kadar devam etmiştir. Sonuçta Türkler
Orta Asya’dan Uygur resim sanatına batıya getirerek Gazne, Rey, Keşan,
Musul ve Anadolu’ya yerleştirmişlerdir.
Topkapı
Sarayı Kütüphanesinde Prof. Dr. Ahmet ATEŞ tarafından keşfedilip
tanıtılan Farsça yazılı Varka ve Gülşah Mesnevisi, yazısı ve
minyatürlerinin üslubu bakımından 13. yy. başlarında Anadolu Selçuklu
sanatının ortaya koyduğu şaheserler olarak kabul edilir. Bu eserin
yetmiş bir minyatürü Uygurlardan beri gelişmiş olan Türk tipleri ve
üslubunun Anadolu’daki devamını açıkça göstermesi bakımından oldukça
önemlidir. Ayrıca Uygur fresklerinin Anadolu’daki etkilerini Anadolu
Selçuklularına ait olan Kubadabad Sarayı duvar çinilerinde de görmek
mümkündür.
Tarihte
kurulmuş önemli Türk devletlerinden birisi olan Uygur Devleti, İslam
resim sanatında görülen bir çok etkileri bakımından minyatür sanatı
içerisinde de önemli bir yere sahiptir Bu minyatürler ilerleyen
dönemlerde adeta İslam minyatürlerinin proto-tipi konumuna gelmişlerdir.
Ayrıca bu eserler Türk Sanat Tarihi bakımından da çok önemli olup
bunlar bilenen ilk Türk minyatürleridir.
13.yy.
sonunda ve 14. yy. başında Büyük Selçuklu topraklarında İlhanlıların
hakimiyet kurması ile Uygur ressamları minyatür sanatında yeni bir
parlak devir açmışlar, Meraga ve Tebriz gibi yeni merkezlerde
Uygurların elinde minyatür sanatının şaheserleri meydana gelmiştir.
İlhanlı veziri ve tarihçi Reşideddin’in hazırlattığı Cami el Tevarih
minyatürlerinden çoğu onların elinden çıkmadır. Böylece İran minyatür
sanatı ilhanlılar zamanında onların sarayında çalışan Uygur
ressamlarının getirdiği Uzak Doğu ve Orta Asya resminin etkisi altında
başlamış, daha sonraki dönemlerde de bu Türk ressamlarının hakim rolü
devam etmiştir.[6]
Uygurlar
resim sanatında Orta Asya’da yaşadıkları kültür ortamının birçok
etkilerini başarılı bir şekilde özümleyerek adata kendilerine has bir
portre (oval yüz, badem gözeler, hafif kemerli burun ve küçük bir
ağızdan oluşan yüz) sanatı geliştirmişler ve bu üslubu çeşitli kültür
merkezlerine de ihraç etmişlerdir. Tarım bölgesindeki Tumsuk, Aksu
Kızıl, Kuça, Kumtura, Karaşar, Sorçuk, Kutsal şehir Hoço (aynı zamanda
başkentleri), Bezeklik, Toyuk, Murtuk vb. önemli merkezlere ait olan
birçok fresk bugün Tokyo, Leningrad, Yeni Delhi, ve Berlin Müzelerinde
korunmakta ve sergilenmektedir.
Uygur duvar fresklerinden bir örnek
Bir Uygur kadını başı
KAYNAKÇA
ARSEVEN,
Celal Esad; Türk Sanatı Tarihi. Menşeinden Bugüne Kadar Mimarı,
Heykel, Resim, Süsleme ve Tezyini Sanatları. İstanbul, 1955-1959.
ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı. İstanbul, 1970.
ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı. İstanbul, 1993.
BİNARK, İsmet; “Türklerde Minyatür Sanatı”, Türk Kültürü, 92, 1970.
CEZAR, Mustafa; Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık. İstanbul, 1977.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; “İslamiyet’ten Önce Türk Sanatı”, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı. Ankara 1993.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; “Türk Sanatının Kaynaklarına Doğru”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, II, İstanbul, 1969.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; Hun Sanatı. İstanbul, 1972.
ESİN, Emel; “Türk İslam Mimarisinin Türkistan’daki İlk Abideleri”, Türk Dünyası, 2, Ankara, 1966.
ESİN, Emel; “İslamiyet’ten Evvel Orta Asya Türk Resim Sanatı” Türk Kültürü El Kitabı, II/I, İstanbul, 1972.
ESİN, Emel; “Resimli Bir Uygur Varakı”, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara, 1966.
İNAL, Güner; Türk İslam Minyatür Sanatı, Ankara, 1976.
İZGİ, Özkan; Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre). Ankara, 1987.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültürünün Gelişme Çağları. İstanbul, 1988.
ÖGEL, Bahaeddin; “Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükseliş Devri” TTK. Belleten, XIX/75, Ankara, 1955.
YETKİN, Suut Kemal; İslam Mimarisi. Ankara, 1965.
YETKİN, Suut Kemal; İslam Sanatı. Ankara, 1954.
[1] Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991, s., 360-362.
[2] Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İst., 1993, s., 16-17.[3] Nejat Diyarbekirli, “İslamiyet’ten Önce Türk Sanatı”,Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara 1993, s.47-48.
[4] İnal, Türk İslam Minyatür Sanatı, Ankara, 1967. S.6-7.
[5] Güner İnal, a.g.e., s.15.
[6] Oktay Aslanapa, a.g.e., s.22.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder