27 Temmuz 2015 Pazartesi

"Uygur Türklerinin İnanç Sistemlerinin Resim Sanatlarına Etkileri."






İslamiyet öncesi diye adlandırdığımız devrede, Orta Asya’da beş asırdan fazla hüküm sürmüş bulunan Uygurlar, bu dönemde sergilemiş oldukları sanat etkinlikleri bakımından Türk Sanatında önemli bir yere sahiptirler.

Aynı bölgelerde Uygurlardan  önce faaliyet gösteren ve göçebe bir yaşantıya sahip bulunan  diğer Türk Devletlerinin sosyal ve kültürel hayatlarını günümüze aksettiren sanat eserlerinin sayısı oldukça azdır. Bunda yerleşik hayata yeterince geçilememesinin  ve daha çok fütuhatçı bir teşkilat yapısına sahip olmalarının da rolü büyüktür. Ayrıca bu dönemlere ışık tutabilecek, bilimsel çalışmalarda yeterli değildir.

Uygurlar ise gerek göçerlikten yerleşik hayata geçişleri, gerekse temsil ettikleri dini inançlarının mimari, resim, heykel, yazı, vb. sanat olaylarına yönlendirici bir rol oynaması sonucu bu sanat dallarında günün şartları içerisinde mükemmele yakın eserler ortaya koymuşlar. Gerek mimari de, gerekse resim, heykel gibi sanat dallarında kendilerinden sonra dönemleri fazlasıyla etkilemişlerdir. Budist stupaları, mezar yapıları ve tapınakları mimari yönden Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Timurlu vb. devletlerin mimarı yapılarını etkilemiştir. Duvar resimleri ve özellikle minyatürleriyle de adı geçen bu devletlerin yanı sıra Arap sanatından, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı minyatür sanatına kadar etkili olarak temel kaynak olmuşlardır.

Resim Sanatı

Uygurların sosyo-kültürel yapılarında ve ortaya koymuş  oldukları sanat olaylarında temsil ettikleri dinlerin çok büyük bir rolü vardır. Çünkü sanat eserlerinin ve plastik sanatlarının büyük bir çoğunluğu dini konulara bağlı olarak ele alınmıştır. Çeşitli dinler bu topluluk içerisinde yaşama şansı bulmuş, kimisi  uzun süreli olarak büyük bir  kitleyi etkileyebilmiş, kimi resmi devlet dini olarak kabul görmüş, kimisi de kısa sürede etkisini kaybetmiştir. Gök Tanrı inancının esas alındığı Şamanizm, diğer Türk toplumları gibi Uygurların da milli inanç ve kültürüdür. Bu inancın dışında Uygurlara uzun süreli etki eden dinler arasında Maniheizm, Budizm, Nesturizm vb. çeşitli inançlar sayılabilir. Uygurların Budizm ile bağlantıları 7. yy. dan itibaren başlamış, Maniheizmin devlet dini olarak kabul edilmesi ise 762 yılına doğru gerçekleşmiştir. Bu nedenledir ki Eski Türk resim sanatı Budizm ve Maniheizm olmak üzere bu iki dini inanç çerçevesi içerisindeki eserleri ihtiva eder. Dolayısıyla eski Türk resminin gerçek temsilcileri ise sanata çok yakın olan Uygur Türkleridir. Eski Uygur şehir harabelerinde bulunan 8. Ve 9. yy.lardan kalma Budizm ve Maniheizm ağırlıklı duvar resimleri ile çeşitli minyatürler Türk resim sanatının bugüne kadar bilinen en eski örnekleridir.

Uygur sanatının başlangıç devresinin en önemli aşamasını Budist Gondhara sanatı ile Çin üslubunun kaynaşarak yepyeni bir akımın meydana gelmesi teşkil eder. Kumtura’daki bir Nirvana  mağarasında Brahmi yazısıyla yazılmış Uygurca ve Çince kitabelere rastlanmıştır. Yine Uygur resim sanatının proto-tipine örnek olarak Kumtura Mabedinde Buda’nın ölümünü tasvir eden bir resim ile Sorçuk’ta Kirin Mağarasında bulunan Uygur Prenslerini tasvir eden tablo gösterilebilir. Ayrıca bu sanatlara ilave olarak Part, Sansanı, Bizans, Greko-Budist gibi sanatları da başlangıç evresinde Uygur resim sanatını etkileyen akım ve üsluplar arasında göstermek gerekir. Gerçekte eklektik derlemelerden ibaret, bir çok sanatın karışımından meydana gelen erken dönem Orta Asya resim sanatı, bu etkilerin yanı sıra başka etkileri de bünyesinde taşır. Örneğin, Tibet ve kuzeydeki steplerinde (İskit sanatı) belirli bir ölçüde Orta Asya resmine etkileri söz konusudur. Böylesine yoğun bir etkileşimin nedeni; kervan yolu, ipek yolu, siyasi gelişmeler ve küçük toplulukların kısa sürede geniş bir alanı hakimiyetleri altına almaları gibi gerekçelere bağlanabilir. Erken dönemde bu sanatların etkisinde gelişimini sürdüren Uygur resim sanatı dokuzuncu yüzyıldan itibarın kendine özgü bir üslup, biçim ve forma kavuşur. Bu sanat 10. yy.da gelişir, 11-12 yy.lar da ise tam bir olgunluğa erişir. Arık bu son devir sanatta her bakımdan bir Uygur çağıdır.[1]

Uygur resim sanatının günümüze gelebilen ve aynı zamanda Türk resim sanatının da bilinen ilk örnekleri olana bu eserler, 856-1368 tarihleri arasında hüküm sürdükleri, günümüzde Doğu Türkistan diye bilinen Tarım bölgesindeki Hoço, (İdikut) Turfan, Toyuk, Yarhoto, Murtuk, Bezeklik, Sorçuk, Kuça, Kumtura, vb. şehirlerin mimari yapılarını süslemektedir. 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılan Karabalsağun bölgesindeki dönemlerinden ise günümüze hiçbir şey kalmamıştır.

Bu mevcut duvar resimleri büyük bir çoğunlukla dini konulu olup zaman zaman günlük hayatı, sosyal konuları, av sahnelerini veya resmini yaptırmak isteyen insanların portre özelliği taşıyan resimlerinden oluşur. Budizm ve Maniheizmin Uygur resim sanatının gelişmesindeki büyük rolü nedeniyle, fresk tekniğindeki bu duvar resimlerinde çoğunlukla dini konulara yer verilmiştir. Bu dönemde Uygurların büyük bir çoğunluğunun Budist oluşu da gerek mimari de gerekse resim sanatında bu inancın özelliklerini fazlasıyla yansıtır. Maniheist etkiler ise kendini daha çok minyatür, el yazması ve çeşitli metinlerde gösterir. Bu fresklerde rahipler, vakıfçılar, Buda ve Buda’ya dua sahneleri gibi dini konular işlenmiştir. Bunların dışında az da olsa prensler, prensesler, asiller, müzisyenler, av ve manzara sahneleri gibi sosyal konular işlenmiştir. İnsan figürlü kompozisyonlar bir sıralama halinde ve bir simetrik düzen içerisinde ele alınmışlardır. Renk olarak, genellikle koyu mavi ve kırmızının çok olduğu parlak renkler kullanılmıştır.

İnsan yüzüne ferdi bir özellik vermek, yani portre sanatı ilk defa 757 yılından sonraki Türk duvar resminde görülür. O tarihlere kadar insan vücudunun diğer uzuvları gibi yüz kısmı da, şematik olarak çiziliyor ve kişiler resimlerinin altlarına isimleri yazılmak suretiyle ayırt edilebiliyorlardı. Uygurlar kendilerinden farklı insanlar üzerinde dikkatlerini toplayarak, bunları çeşitli “tip” lere ayırmak suretiyle sonuçta kendilerini de daha belirgin olarak görmeye başlarlar. Zamanla bu gelişim onları portre sanatını ortaya çıkarmak ve bunu geliştirmek imkanına kavuşturur.[2]

Günümüze gelebilen Uygur Budist resim sanatının en iyi örnekleri Bezeklik Mabet (Ming-Öy) lerine aittir. Bu şehir Murtuk nehrinin bulunduğu akarsu yatağının üzerinde dar bir terasta, hepsi aynı seviyede olmak üzere kayalara oyularak yapılmış mabet, manastır ve tapınaklardan ibarettir. Alışılmamış bir şekilde derinlemesine oyulmuş mekanların tavanları ise beşiktonoz biçiminde olup duvarlar tamamıyla fresk, alçak-yüksek kabartma (rölyef) tekniği ile yapılmış duvar resimleri ile bezenmiştir. Hiçbir Uygur tapınak ve mabedinde bu kadar zengin plastik sanat örneklerine rastlanılmaz. Burası adeta plastik sanatlar bakımından bir açık hava müzesi durumundadır. Buradaki figürler, yüzün 3/4 ‘ünün tasvir edilişi, oval yüz, iri gözler, gölgeli çizginin kullanılışı, elbise kıvrımları gibi detaylar yönünden Sorçuk resimleriyle benzerlik gösterirler. Büyük panolarda çok başarılı kompozisyonlar görülür.  Freskler arasındaki figürler karakteristik olarak işlenmişlerdir. Bu nedenle resmedilen vakıfçılar veya duacılar arasındaki asiller ve prensler kolayca tanınabilmektedir.[3]

Uygurların hüküm sürdüğü Turfan (Batı Türkistan- Tarım Bölgesi) havzası şehirlerinden günümüze kadar gelebilen duvar resimlerinin büyük bir çoğunluğu konu itibariyle Budizm etkilidir. Ancak aynı bölgeden günümüze gelebilen minyatürler ise Maniheizm konuludur. Dolayısıyla Uygurların sanat tarihi bakımından diğer önemli bir yönleri de; Mani dinin kabulünden sonra, bu inançtaki kitapların resimlenmesi sonucu Türk sanatının ilk minyatürlü kitap örneklerinin bu dönemden günümüze gelebilmiş olmalarıdır. Kendisi de bir ressam olan Mani’nin din öğretisi bir bakıma güzel sanatlara dayanır. Bu nedenledir ki dini kitap, metin ve yazmalar çeşitli minyatürlerle süslenmişlerdir. Günümüze gelebilen bu minyatürlerin çoğu dağınık kitap sayfalarından örnekler olup, 9-10. yy.lara tarihlenirler. Resmedilen figürlerde suratlar dolgun ve köşeli oval bir tip arz eder. Badem gözler, hafif kemerli bir burun, gonca gibi minik bir ağız bu yüzün en bariz özellikleridir. Bezeklik’teki fresklerde de görülen ayın fizik özelliklere sahip olan bu minyatürler genellikle lacivert zeminli olup, ışık ve gölge aynı zamanda uygulanmıştır. Bu minyatürlerdeki tasvirlerin çoğunun neyi temsil ettiği tam teşhis edilememekle beraber insan tipleri, eğlence sahneleri veya kralı takdim sahnelerine benzeyen kompozisyonlarda önemli figürün iki yanında başka figürlerin sıralanması, tahtın önüne yerleştirilen meyve keseleri, ibrikler, vazolar vb. detaylar İslam minyatürlerindeki taht ve eğlence sahnelerinin kompozisyonlarına çok yakındır. Stilize ağaçlar ve nebatlar da yine ön Asya’da görülen türdedir. [4]

Sonuç olarak, Uygurlar; bilim ve sanata önem vermişler,  dış etkilere açık bir toplum olarak yaşamışlardır. Geliştirdikleri üslubu 750 yılındaki Talas savaşından sonra batıya taşımışlardır. Abbasi Halifesi Muntasım’ın muhafız kıtasını oluşturmak için Orta Asya’dan getirtilen Türk askerlerinin ikametgahı için Bağdat yakınlarında kurulan ve bir dönem için Halifeliğin yönetim merkezi de olan Samarra  şehrinde inşa edilen Cevsek-el Hakani, Balkuvara gibi saraylar zengin  duvar resimleri ve ştük dekorasyon ihtiva ederler. Bu fresklerdeki figürlerin köşeli dolgun çehreleri, gözlerin, burun ve ağzın işlenişi ve yanakların iki yanındaki saç kıvrımları gibi ayrıntı ve detaylar Uygur resim sanatının Abbasi merkezinde uygulandığını gösterir. Böylece, İslam sanatında bir doğululaşma ile birlikte yeni bir unsur olarak Orta Asya Türk resim üslubunun etkileri görülmeye başlar.[5]

Daha sonraları 11. yy. başında Gaznelilerin Leşker-i Bazar Sarayı fresklerinde, aynı yüzyıl sonunda  Selçukluların merkezi Rey’deki duvar resimlerinde, yine Rey ve Keşan minai ve perdahlı keramikleri ile çinilerinde Uygur resminin etkileri kendisini gösterir. Uygur resim ve minyatür üslubu bir çok değişiklikler geçirmekle beraber esasları bozulmadan 15. yy.ın ortalarına kadar devam etmiştir. Sonuçta Türkler Orta Asya’dan Uygur resim sanatına batıya getirerek Gazne, Rey, Keşan, Musul ve Anadolu’ya yerleştirmişlerdir.

Topkapı Sarayı Kütüphanesinde Prof. Dr. Ahmet ATEŞ tarafından keşfedilip tanıtılan Farsça yazılı Varka ve Gülşah Mesnevisi, yazısı ve minyatürlerinin üslubu bakımından 13. yy. başlarında Anadolu Selçuklu sanatının ortaya koyduğu şaheserler olarak kabul edilir. Bu eserin yetmiş bir minyatürü Uygurlardan beri gelişmiş olan Türk tipleri ve üslubunun Anadolu’daki devamını açıkça göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Ayrıca Uygur fresklerinin Anadolu’daki etkilerini Anadolu Selçuklularına ait olan Kubadabad Sarayı duvar çinilerinde de görmek mümkündür.

Tarihte kurulmuş önemli Türk devletlerinden birisi olan Uygur Devleti, İslam resim sanatında görülen bir çok etkileri bakımından minyatür sanatı içerisinde de önemli bir yere sahiptir Bu minyatürler ilerleyen dönemlerde adeta İslam minyatürlerinin proto-tipi konumuna gelmişlerdir. Ayrıca bu eserler Türk Sanat Tarihi bakımından da çok önemli olup bunlar bilenen ilk Türk minyatürleridir.

13.yy. sonunda ve 14. yy. başında Büyük Selçuklu topraklarında İlhanlıların hakimiyet kurması ile Uygur ressamları minyatür sanatında yeni bir  parlak devir açmışlar, Meraga ve Tebriz gibi yeni merkezlerde Uygurların elinde minyatür sanatının şaheserleri meydana gelmiştir. İlhanlı veziri ve tarihçi Reşideddin’in hazırlattığı Cami el Tevarih minyatürlerinden çoğu onların elinden çıkmadır. Böylece İran minyatür sanatı ilhanlılar zamanında onların sarayında çalışan Uygur ressamlarının getirdiği Uzak Doğu ve Orta Asya resminin etkisi altında başlamış, daha sonraki dönemlerde de bu Türk ressamlarının hakim rolü devam etmiştir.[6]

Uygurlar resim sanatında Orta Asya’da yaşadıkları kültür ortamının birçok etkilerini başarılı bir şekilde özümleyerek adata kendilerine has bir portre (oval yüz, badem gözeler, hafif kemerli burun ve küçük bir ağızdan oluşan yüz) sanatı geliştirmişler ve bu üslubu çeşitli kültür merkezlerine de ihraç etmişlerdir. Tarım bölgesindeki Tumsuk, Aksu Kızıl, Kuça, Kumtura, Karaşar, Sorçuk, Kutsal şehir Hoço (aynı zamanda başkentleri), Bezeklik, Toyuk, Murtuk vb. önemli merkezlere ait olan birçok fresk bugün Tokyo, Leningrad, Yeni Delhi, ve Berlin Müzelerinde korunmakta ve sergilenmektedir.

Uygur duvar fresklerinden bir örnek




Bir Uygur kadını başı




KAYNAKÇA


ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı Tarihi. Menşeinden Bugüne Kadar Mimarı, Heykel, Resim, Süsleme ve Tezyini Sanatları. İstanbul, 1955-1959.
ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı. İstanbul, 1970.
ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı. İstanbul, 1993.
BİNARK, İsmet; “Türklerde Minyatür Sanatı”, Türk Kültürü, 92, 1970.
CEZAR, Mustafa; Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık. İstanbul, 1977.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; “İslamiyet’ten Önce Türk Sanatı”, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı. Ankara 1993.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; “Türk Sanatının Kaynaklarına Doğru”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, II,  İstanbul, 1969.
DİYARBEKİRLİ, Nejat; Hun Sanatı. İstanbul, 1972.
ESİN, Emel; “Türk İslam Mimarisinin Türkistan’daki İlk Abideleri”, Türk Dünyası, 2, Ankara, 1966.
ESİN, Emel; “İslamiyet’ten Evvel Orta Asya Türk Resim Sanatı” Türk Kültürü El Kitabı,  II/I,  İstanbul, 1972.
ESİN, Emel; “Resimli Bir Uygur Varakı”, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara, 1966.
İNAL, Güner; Türk İslam Minyatür Sanatı, Ankara, 1976.
İZGİ, Özkan; Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre). Ankara, 1987.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültürünün Gelişme Çağları. İstanbul, 1988.
ÖGEL, Bahaeddin; “Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükseliş Devri” TTK. Belleten, XIX/75, Ankara, 1955.
YETKİN, Suut Kemal; İslam Mimarisi. Ankara, 1965.
YETKİN, Suut Kemal; İslam Sanatı. Ankara, 1954.
[1] Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991, s., 360-362. [2] Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İst., 1993, s., 16-17.
[3] Nejat Diyarbekirli, “İslamiyet’ten Önce Türk Sanatı”,Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara 1993, s.47-48.

[4] İnal, Türk İslam Minyatür Sanatı, Ankara, 1967. S.6-7.
[5] Güner İnal, a.g.e., s.15.
[6] Oktay Aslanapa, a.g.e., s.22.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder