Daha önceki yazılarımda Sirius
ile ilgili olan Sothik takvimden ve Sirius’un öneminden konumuzu ilgilendirdiği
kadarıyla bahsetmiştik. Gerçi Sirius konusunda hemen hiç bir şey söylememiş
sayılır, fakat bu yazının çerçevesi bu kadar izin veriyor.
Şimdi kısaca, İskender takvimi
teknik özelliklerini hiç girmeden (Alexandrian) diye de bilinen Mısır takvimine
kısaca değinelim. Gerçekte Mısır ve İskender takvimleri tam olarak aynı
değildirler. Çünkü, İskender takvimi sabit bir sistemi baz alırken, Mısır
takvimi "döngüsel" bir sistemi baz olarak alır. Oldukça karmaşık bir yapıya
sahip olan Mısır takviminden ne yazık ki günümüzün modern astrolojisi tam olarak
faydalanamamaktadır.
Antik Mısırda birden çok takvim
sistemleri kullanılmıştır. Burada bahsettiğimiz sistem, günleri şanslı ve
şanssız günler olarak tasnif etmekte kullanılmış ve günlük sıradan takvimden
ayrı tutulmuştur. Yani, gerek Sothik gerekse İskender takvimi diye anılan Mısır
takvimi, çeşitli ritüeller ve cenazeler için kullanılan günlük takvimden bir çok
bakımından farklılıklar gösterir. Mısır takviminde geçen şanslı ve şanssız
günlere ilişkin listeler, astrolojik veriler referans alınarak hazırlanmıştır.
Ayrıca bu sistemin köklerinin Asur’dan kaynaklandığı konunun uzmanlarınca da
ileri sürülmüştür.
Günlerin şanslı veya şanssız
olarak nitelendirilmeleri Solar ve Lunar döngüler referans alınarak
oluşturulmuşlardır. Fakat, nihai şeklini almış olan bu listeler zamanla
astrolojik ve takvimsel kavramlardan ve içerikten maalesef uzaklaşmaya
başlamıştır.
Orijinal Mısır günleri, her biri belli bir kozmik düzeneğe veya "taslağa" isnat
eden üç bölüme ayrılmıştır. Yani tamamen iyi, tamamen kötü veya kısmen iyi veya
kısmen kötü şeklinde üçe ayrılmıştır. Seyahate çıkmak-çıkmamak,
çalışmak-çalışmamak, cinsel faaliyetler vb. konulardaki seçimler buradan
kaynaklanırlar. Bir bakıma Horary astrolojinin de temellerinin de buraya
dayandığı da söylenebilir. Büyük olasılıkla günlerin bu şekilde tasnif
edilmeleri, dini festival günlerinden de bir şekilde etkilenmiştir. Tasnif
edilmiş Mısır günlerinin, Roma sistemindeki "fas" ve "nefas" günlerinin
tespitinde de etkili olduğuna söyleyebiliriz. Görüldüğü gibi birbirleriyle
ilgisiz gibi görülen sistemler, aslında, birbirlerini çok etkilemektedirler.
Mısır sisteminde yıl, Thot’ un
birinci gününde başlar (bu milâdi takvimde 19 Temmuz’a denk düşer) ve 365 günden
oluşur. Bir yıl Nil nehrinin taşma periyotlarına göre her biri 4 aydan oluşan 3
mevsime bölünür. Fakat her yılın sonunda 5 artık gün vardır. Bu epagomenal
günlerin her birinin, pantheonda ki hangi tanrılarla eşleştiğini daha önceki
yazılarımızda belirmiştik.
Şimdi meraklı araştırmacılar
için 12 ayın Mısır'da kullanılan koptik lisandaki isimlerini de verelim.
1- Thot
4- Choisk 7- Phamenot 10-
Payni
2- Paophi
5- Tybi 8- Pharmouti
11- Epiphi
3- Athry
6- Mesheir 9- Pachon
12- Meshori
Bu arada Mısır sistemindeki 30
yıllık "sadu döngüsü"nün takvimsel ve astrolojik kaynaklı değil, fakat, Jubilee,
yani Musevi sisteminden gelen 50 yıllık kutlamalarla ilgili olduğunu da fazladan
belirtelim.
Antik Mısır kökenli astrolojik
bilgiler içinde bazı ilginç bağlantılar kuran araştırmacılar vardır. Bunlardan
biri de Algeiers Üniversitesinden Astronom L. Filipoff’tur. Filipoff’un kurduğu
bağlantı Thoth (Hermes / Merkür) ile Yengeç burcu arasındadır. Filopoff’a göre
Thoth, bahar gündönümünün Yengeç burcunda olduğu İ.Ö. 7156 sıralarında ortaya
çıkmış (batıdan gelmiş) bir inisiye’dir. Bu görüşü, 5. Ve 6. Sülale piramit
metinlerinde bulunan malumatlarla ortaya atmıştır. Filipoff, “Thoth, mısır
topraklarına ayak bastığında, halkın eğitim ve yasa yoksunluğundan öylesine
etkilenmişti ki, kendisiyle gelenlerle birlikte, Mısırlılara bilim, sanat, müzik
ve metafizik konularında bilgi aktarmaya başladı” der. Gerçi klasik astrolojik
bilgilere göre, Thoth, Merkür'e tekabül etse ve niteliksel olarak Yengeç burcu
ile bağdaşmaz gibi gözükse de, Gaius Manilius’un (İ.Ö. 48 – İ.S. 20) meşhur
astrolojik şiirinin 2. Dizesinde Grek / Roma tanrılarına Zodyak burçlarını
yakıştırırken şöyle demiştir; “Apollo güzelim İkizleri tutar elinde , Merkür ise
bir Yengeç”.
Bu arada bir inisiyasyon’a bağlı olan veya en azından inisiyatik bilgilere aşina
olanların çok iyi bileceği gibi Hermes Trimegistus (3 kere büyük veya yüce
Hermes) beşeriyete meşhur “Zümrüt Levhaları”nı vermiştir. Bu arada belirtmek
gerekir ki, Hermetik literatür –ki bunlar majikal, astrolojik ve alşimik
konuları içerirler- Eski Mısır ve Eski Yunan arasında büyük bir etkileşim
olduğunu gösterir. Bunun böyle olduğu özellikle 1945 yılında, Yukarı Mısır'da
bulunan Nag Hammadi kütüphanesine ait dökümanlar yayımlandıktan sonra iyice
netleşmiştir. Çünkü söz konusu dokümanlar Eski Mısır dili olan Koptikçe ve fakat
Grek alfabesine yazılmışlardır. Neredeyse tüm Gnostik yazılar bu şekilde kayda
alınmıştır. Bu etkileşimin detaylarını Ptolemik astrolojiyi incelerken ele
alacağız.
Mısırla ilgili olarak söz etmeye değer bir diğer hususta Denderah Zodyağıdır.
Denderah rölyefi, Yukarı Mısır’da, Nil nehrinin sol kıyısında Yunanlıların
Tentyris, Mısırlıların Lunit Tentore adını verdikleri şehir kalıntıları arasında
bulunan bir Hathor mabedinde bulunulmuş ve daha sonra Napoleon tarafından Louvre
Müzesine götürtülmüştür. Hathor mabedinin duvarlarında, kumtaşından yapılma
Denderah rölyefinde, ortasında güneş, gezegenler ve zodyakta ki takım yıldızları
gösteren şekiller (bunlara Draco, Sirius ve diğerleri için kullanılan antik
ideogramlar da dahildir) daha sonra astrolojide kullanılmaya başlanmıştır. Yani
bugün bildiğimiz astrolojik grafikasyon en sistemli şekliyle ilk kez burada
görülmüştür. Osirian kült ile de ilişkili olan Denderah rölyefi, Champollion’a
ve bir çok akademisyene göre Ptolemaeus devrinde yapılmıştır, fakat yine de
yapım tarihi konusunda farklı iddialar vardır. Örneğin, Fagan, İ.S. 17 tarihi
üstünde durmuşken, çok daha gerilere giden tarihler de öne sürülmüştür. Denderah
Zodyağı, Ptolemik devirde pek kullanılmayan bazı astrolojik elemanları da
bünyesinde barındırdığından daha eski bir yapı olma ihtimali biraz fazla
gibidir.
Denderah Zodyağı esasında,
klasik bir “Zodyak resmi” olmanın ötesinde özellikler taşır; gezegenlerin tam
fonksiyon görebildikleri, çok rahat oldukları (exalted) ve tersine zayıf
oldukları burçları sistematik olarak gösteren ilk astrolojik şema
niteliğindedir. Ayrıca çeşitli yıldızsal hareketleri de gösteren bir
“konstelasyon” haritası da sayılır. Denderah, zodyağı veya haritası diyelim,
Hellenistik (Yunan) ve Roma ekollerinde oldukça rağbet gören Sideral Sistemle
bağlantılı olan, Koç burcunun 8 derecesine özel bir önem atfeder. Görüldüğü
üzere bu gibi karmaşık astrolojik konulardaki adeta bir “kilit taşı”
fonksiyonunu gören Denderah Zodyağı, ne var ki, farklı otoriteler tarafından
birbirine uymayan yorumlara da hedef olmuştur; Mısır bilimcilerinin bazıları,
diğerlerinin, hiyerogliflerin anlamlarını tam olarak deşifre edemediklerini
iddia etmişlerdir. Örneğin John Anthony West, Schwaller de Lubizc’in Denderah
Zodyağındaki kimi anormalliklere ilişkin gözlemlerini yorumlarken şöyle
yazmıştır: “Zodyak takımyıldızları merkez çevresinde düzensiz bir çember
halinde dizilmiştir. Yengeç’in başkalarınca tasvir edilmiş çemberin içindeki, ya
da belki de bir sarmalın iç noktasındaki yerleşimine dikkat etmek gerekir...
Schwaller de Lubicz, zodyak burçlarının bir merkezi ekliptiğin kutbunda (dişi
hippotamın memesinin ucu), diğeri kutup yılıdızında (çakal ya da köpek) olan
dışmerkezli bir dairenin çevresinde sıralandığı kanısındaydı. Bu bana tümüyle
inandırıcı gelmiyor. Örneğin Terazi’nin konumuna dikkat edin. Ancak düzenlenişi
yöneten tasarım ne olursa olsun, Yengeç burcunun özel bir işleme tabi olduğu
kesindir”.
Bu arada Sirius’un da,
Yengeç'te bulunması ilginç bir tesadüf! olsa gerektir.
Aynen Denderah gibi, konstelasyon haritalarına,
çeşitli planetsel hareketleri içeren bir başka Zodyak rölyefi de, daha sonra adı
Latopolis olan, Esna’daki Khum mabedinde bulunur. Burada devasa bir takvim ile
binanın dışında ve içinde olmak üzere iki adet zodyak rölyefi vardır. Esna
rölyeflerindeki konstelasyon haritaları, içerikleri açısından günümüz astronomik
bilgilerine son derece yakındır. Buradaki bilgiler daha sonraları Arap
astrologları tarafından Yunan ve Roma astrolojik ekollerine aktarılmışlardır.
Konumuza Ptolemik Mısır’ı inceleyerek devam
edeceğiz. Fakat Ptolemi’yi, Helenistik Astoloji’nin gelişim çizgisi ve Antik
Mısır’ı harmanlayarak incelemekte yarar var. O sebepten
Eski Yunan üzerinde duralım. Fakat önce kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum;
burada yazdıklarımız Astrolojinin gelişim çizgisinde sadece bazı “kilometre
taşlarını” işaret etmekten ibarettir. Dediğim gibi onlarında bazılarını. Yoksa,
Astrolojinin sadece ve sadece Mısırda’ki gelişimini inceleyen 446 sayfalık bir
kitap var elimizde. Detaya girdiğimiz taktirde yalnızca Karnak'taki Amon–Ra veya
Denderah’taki Isis veya Hathor mabetlerinin astrolojinin gelişimindeki
fonksiyonlarını inceleyerek, bu yazının hacminin ve amacının çok ötelerine
taşar. Okuyucun bu inceliği gözardı etmemesini dileriz.
Şimdi konumuza devam edelim. Eski Yunan’a
gelen
ilk Kalde’li astrolog olan Beresos’un gelişi ile (İ.Ö. 330’lar) Ptolemi
(Ptolemy, Ptolemaios – aynı zamanda Batlamyus olarak da bilinir)
tarafından
yazılan Tetrabiblon’un İskenderiye’de yazılışı arasında (İ.S. 140)
ortalama 5
y.y.’lık bir süre geçer. Bu 5 y.y.’lık süre zarfında bazı yeni
astrolojik
teknikler bulunmuş, daha önceleri bilinen bazı teknikler ise
geliştirilmiştir.
Astrolojik Yunan geleneğinin belli bir dönemi “Milet”
ekolüne dayanır. Bu dönem Thales (İ.Ö. 640) ile Anaksimenes (İ.Ö. 548)
arası olarak belirlenmiştir. Ancak Simenes, parça ve bütün arasında nasıl
bir analoji var ise, aynı şekilde insan ve dünya arasında da bir analojik
ilişki olduğunu tespit etmiştir. Bu yaklaşımlar “astrolojik
sembolizmin” oluşmasında kilometre taşlarıdır. Astrolojinin arkasındaki
en önemli isimlerden biri olan Phytogoras ise (İ.Ö. 6. y.y.) özelliklle nümeroloji
ve bugün astrolojide çok önemli bir yere sahip olan harmonikler teorisinin ve
buradan kaynaklanan Astrolojik tekniklerin
“babası” konumundadır. Ayrıca tabii ki açı kalıplarının oluşması da
Phytogoras’ın nümerolojik sistemine dayanmaktadır. Daha sonraları
Agrigento’lu Empedokles (İ.Ö. 490–420) 4 element (ateş–hava–toprak–su)
bilgisini astrolojinin bünyesine
yatkın olacak şekilde ortaya koyar. Daha sonra Aristo, bu 4 temel unsura
astrolojinin daha fazla yararlanabileceği, niteliksel bir yapı kazandırır.
Şimdi, tekrar bu noktaya dönmek üzere, biraz genişçe bir parantez açalım
ve Aristo ile Newton arasındaki dönemde,
Astronomik ve Kozmolojik teorilerin gelişim çizgisine kronolojik açıdan bir
göz atalım. Bu gelişim zincirini kuşbakışı olarak görmemiz, daha sonra
biraz detaylı olarak inceleyeceğimiz Ptolemi'yi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Şimdi parantezimizi açarak kısa gezintimize başlayalım.
İ.Ö. 340’larda Aristo, “Gökkubbe Hakkında” adlı kitabında dünyanın
düz bir tepsi değil, fakat, bir küre şeklinde olduğunu anlatmıştır. Bu görüşünü
destekleyen iki adet gözleme dayanan düşüncesi mevcuttur.
Bunlardan birincisi Aristo’nun, ay tutulmalarının, güneş ve ay arasına
giren dünyanın neden olduğunu anlamasıdır. Buna göre, dünyanın ay üzerine
düşen gölgesi, ancak dünya küresel bir formdaysa her zaman göründüğü
gibi küresel olabilmesidir. Yani eğer dünya
düz bir disk şeklinde olsaydı, güneş olmadıkça, dünyanın gölgesi bir
elips şeklinde olmalıdır. Dünyanın küre formuna sahip olduğu düşüncesini
destekleyen ikinci gözlemi ise, eski Yunanlıların yaptıkları
yolculuklardan, kutup yıldızının, kuzey kutbunda
ve ekvatorda farklı açılardan görülmesidir. Ekvatora doğru geldikçe,
Kutup yıldızının daha alçak bir seviyeden gözükmeye başladığı o
tarihlerde biliniyordu. Çünkü bilindiği üzere Kutup yıldızı, kuzey
kutbunun tam üstünde olduğu için, oradan bakan birisi
tepe noktasında, fakat ekvatordan bakan birisi ise tam ufukta görecektir.
Aristo ayrıca, kutup yıldızının Mısır ve Yunanistan’dan görünüş açılarındaki
farktan yola çıkarak dünyanın çevresinin uzunluğunu da hesaplamaya çalışmıştır
(Gerçek değerin iki mislini hesaplamıştır).
Eski Yunan'daki dünyanın yuvarlak olduğuna ilişkin ortaya çıkan düşüncenin
arkasında, ayrıca, ufukta görünen bir geminin, gövdesinden önce yelken
direklerinin görülmesi gibi basit fakat çok önemli bir gözlem de yatar.
4
elementi astrolojinin kullanabileceği şekile daha yaklaştıran,
daha niteliksel hale getirerek tasnif eden Aristo, dünyanın sabit olduğunu,
diğer tüm kozmik cisimlerin dünyanın etrafında döndüğünü düşünüyordu.
Yani Jeosantrik bir görüşe sahipti. Ayrıca, ezoterik bir ekolden
yetiştiği için, dünyanın etrafındaki kozmik cisimlerin, kendisine en mükemmel
hareket şekli diye öğretildiği, dairesel bir devinime sahip oldukları düşüncesindeydi.
Bu düşünce daha sonraları Ptolemi tarafından (İ.S. 2. y.y.) daha kapsamlı
bir kozmogonik taslak haline getirilmiştir.
PTOLEMİ'NİN
GÖKYÜZÜ HARİTASI
Merkezde duran dünyanın çevresinde dönen tüm diğer
planetlerin, (o sırada tabii ki Satürn’e kadar olanlar bilinmekteydi) karmaşık
yörüngeleri boyunca takip ettikleri rota, hayali bir rota meydana
getiriyordu. Yani dünyanın etrafında, Güneş de dahil olmak üzere, 7 adet
imajiner küre ve tüm statik konumda olan yıldızları da içeren
8. Küre ile birlikte 8 adet imajiner katman olduğu kabul edilmekte idi.
Ptolemi, tüm bu kozmik cisimlerin pozisyonlarını hesaplayabilmek
için, kendi devrine göre doğruluk oranı yüksek bir sistem meydana getirmiştir.
Fakat kurduğu sistemin netice vermesi için, ayın dünyaya olan uzaklığının
arada bir yarı yarıya azaldığı fikrini varsaymak zorunda kalmıştır. Bu
varsayıma göre ayın belli periyotlarda 2
misli büyük görünmesi gerekirdi. Ptolemi'nin kendisi de kurduğu teorinin
iskeletindeki bu çatlağın farkındaydı, fakat uzun bir dönem boyunca bu
teori, çoğunluk tarafından kabul görmüştür. Hatta kilise bu modeli kendi
teolojik doktrinine temel yapacak şekilde
kullanmıştır; 8. Kürenin ötesinde Cennet ve Cehennem olduğunu öne sürerek...
Daha sonraları (1514 yılında) bir Polonyalı papaz olan
Nicholas Copernicus tarafından daha sade olan bir kozmogonik sistem öne sürülmüştür.
Bu sistem heliosantrik olduğundan, yani merkeze güneşi koyduğundan, Kiliseyi
karşısına almasın diye, Copernicus, önceleri bu modelin altına imzasını
atmaktan kaçınmıştır. Bu modelin kabul görmesi için aşağı yukarı 1
y.y. geçmesi gerekmiştir. Daha sonraları Astronominin “babalarından”
olan Johannes Kepler ve Galileo Galilei’de, Copernicus’un modelini, içerdiği
bazı teknik çatlaklara rağmen (yörüngesel hesaplara ilişkin), açıkça
savunmaya başlamışlardır. Fakat Aristo ve Ptolemi temelli bu model 1609 yılında
sarsıldı çünkü yeni icad edilen
teleskop ile incelemeler yapan Galileo, Jüpiter’i incelerken, çevresinde dönen
birkaç uydu veya ayın Jüpiter’e eşlik ettiğini gördü. Bu ise jeosantrik
modelin sorgulanmasının başlangıcı oldu. Ayrıca bu arada Kepler,
Copernicus’un teorisinde bir değişiklik
yaparak planetlerin dairesel değil, fakat, elips yörüngelere sahip olduklarını
öne sürdü. Bu da matematiksel hesapları ile astronomik gözlemlerin sonuçlarının
birbirlerine yaklaşması demekti. Kepler bunu kendi bulmasına rağmen, elipsin
daire kadar mükemmel bir geometrik form
olmadığını düşünmekten de kendini alıkoyamamıştı. Çünkü, Kepler,
bu teoriyi, “gezegenlerin güneşin çevresinde manyetik çekim kuvveti ile döndüğü”
şeklindeki açıklaması ile bir türlü bağdaştıramamıştı. Bu teorinin
bilimsel açıklaması uzun bir zaman sonra,
1687 yılında Sir Isaac Newton’un Philosphia e Naturalis Principia
Mathematica adllı meşhur eserinde yapılmıştır.
Şimdi, parantezimizi kapatarak tekrar Eski Yunan’a ve Eski
Mısır’a geri dönelim.
Astrolojinin gelişim çizgisinde çok önemli bir kilometre
taşı ve hatta ondan da öte belki de bir kavşak noktası olan Ptolemy hakkında
birşeyler söylemeden önce çok kısaca Hellenistik Astrolojiye bir göz atalım.
Bu arada kendi çağlarında çok önemli statülere sahip
bilim insanlarının, filozofların aynı zamanda birer astrolog olduklarını,
en azından konuya sempatiyle bakarak, astrolojiyi kendi branşlarına yardımcı
olarak gördüklerini belirtmek gerektir. Örneğin modern tıbbın kurucusu sayılan
Hipokrates (İ.Ö.460–377) hastalıkların yapıları ve sebepleri ile
ilgili yaptığı tasnifte astrolojiyi açıkça kullanmıştır. Okuyucu,
Hellenistik düşünce tarihini farklı kaynaklardan araştırdığında, Eski
Greklerin, astrolojiyi ne kadar kaale aldıklarını, kendisi zaten görecektir.
Şimdi, kronolojik olarak, astrolojinin evrim sürecindeki
olaylara genel olarak bir bakalım:
“Büyük İskender”’in, İ.Ö. 330’larda Mezopotamya’yı egemenliği
altına alışı ile tüm diğer alanlarda olduğu gibi, astroloji ile ilgili
trendlerde de değişim süreci tetiklenmiştir; İskender’in bu fethi
sayesinde bir çok “meta” sayılan konu, Ortadoğu’dan Batıya doğru
akmaya başlar, ki astroloji bunların en belli başlılarındandır. İskender
İ.Ö. 323’de ölür, fakat, başlamış olan süreç onun ölümüyle durmaz,
bu arada, hem rahip, hem tarihçi ve hem de bir astrolog olan Kaldeli Berosos
Yunanistan’a yollanarak, Kos Adasında bir astroloji okulu kurar. Bu, Sümer,
Kalde, Babil astrolojik ekolünün, batıya ilk derli toplu aktarımıdır. İskender’in
ölümünden sonra imparatorluk, generalleri arasında paylaştırılır ve fethedilmiş yerlerde karşılaşılan her türlü
bilgi Hellenistik felsefenin yapı
taşlarına ilave edilir. Antakya ve Bergama’da çeşitli okullar kurulur.
Fakat, Mısır’da bulunan İskenderiye şehri ilim – irfan açısından,
imparatorluğun merkezi durumundadır; üniversitesi, rasathanesi ve en az
700.000 ciltlik kütüphanesi çok meşhurdur. Özellikle İskenderiye şehrinde
astroloji ve matematik daha bir iç içe girmeye başlamışlardır. Burada
horoskop hesaplama tekniklerinde daha farklı matematiksel modeller ve teknikler
kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda katkısı olan matematikçilerin en
tanınmışı ise Eukleides’tir (Türkçe Öklid olarak telaffuz edilir).
Kendi adıyla anılan geometri teoreminin mucidi olan Eukleides’in astrolojiye
olan merakı (astroloji düşmanı olan ‘bilimciler’! dışında)
tüm araştırıcılar tarafından bilinmektedir. Bu aşamadan sonra, hem bölgesel
olarak Mısır’ın hem de o dönemlerde o bölgelerde etkisi malum olan
Hellenistik düşünce ve Grek filozoflarının etkisiyle (ki bunların çoğu
yine Mısır'dan yetişmiştir) astroloji giderek daha bir “bilimsel kimlik”
kazanmaya başlar. Bu belki de o zamana değin yapılmış tüm buluşlar ve değişik
bölgesel kaynakların aynı potada erimeye başladığı bir sentez dönemidir...
Örneğin İ.Ö. II y.y.’dan itibaren, bir akademisyen olan Hipparkhos, Eski
Grek astronom / astrologlarının, o tarihe kadar kayda geçirmiş oldukları tüm
datayı inceleyerek çeşitli karşılaştırmalar yapar, ve böylelikle de
ekinoks noktalarının 150 yılda aşağı yukarı 2 derece gerilediğini
yakalar. Bu keşifle sideral zodyaktan, tropikal zodyağa geçiş süreci başlar.
Çok iyi bilindiği üzere Hint Astrolojisi – Jyotish – sideral zodyağı
kullanmayı devam eder.
Ayrıca bir malumat olarak belirtelim ki, ekinoks kaymaları,
Hint Astrolojisinde ve hatta daha da geniş çaplı olarak tüm hint
kozmogonisinde çok önemli bir yer tutan “yuga”’ların (çağlar)
hesaplanması ile de çok yakinen ilişkilidir. (Yugalar konusunda daha derin araştırma
yapmak isteyenler H.P. Blavatsky’nin Secret Doctirine adlı eserini
okuyabilirler). Daha sonraları İ.Ö. I. y.y.’dan itibaren, o
tarihlere kadar Mezopotamyalılar tarafından bilinmeyen yeni bir koordinat
sistemi geliştirilir. Bu, bugünkü efemeris tabloları ile yükselen burç ve
ev tablolarının başlangıcıdır; artık astrologlar için bakılacak
horoskopu hesaplamaya yönelik bire bir astronomik gözlem yapma şartı ortadan
kalkmıştır. Yükselen burç ve diğer planet pozisyonlarını gösterecek olan
paket tablolar – bugünkü ölçüde olmasa bile – artık ellerinin altındadır.
Bu dönemde Hipsikles’in geometrik yaklaşımı kullanılarak burçlarının yükselinimlerinin
farklı enlemlerdeki durumları incelenmiş ve Hipparkhos’un küresel
trigonometriyi de işin içine katmasıyla sistem gelişip oturmuştur. Bunlar
astrolojinin evrimindeki kilometre taşlarıdır. Bu süreç günümüze
gelinceye kadar iki temel aks aynı kalmak şartı ile birbirinden oldukça
farklı ev sistemlerinin doğmasına da neden olmuştur. Bunların gelişim süreçlerini
incelemek için astrolojinin dışında, ileri seviyeden astronomik bilgiler de
gerektiğinden, ilgilenenlerin eğitimlerine konunun bu yönünü de katmaları
gerekir.
Burçların öncü – sabit – değişken tarzındaki
tasniflenmesi de bu döneme denk düşer. Ayrıca Kentra, Mesuranema, Dysis,
Hypogaion gibi bir çok teknik terim ve kavramlar bu dönem imzasını taşırlar.
Bu dönemden itibaren yavaş yavaş astroloji; doğum astrolojisi, horary ve tıbbi
astroloji olmak üzere üç temel bölüme ayrılmıştır. Gezegenlerle
mitolojik tanrı isimlerinin eşleştirilmesi gibi konular ise, daha öncelere
Platon’un (Eflatun) öğrencisi olan Oponte’lu Phillippos’a atfedilir.
Ayrıca bir malumat olarak aktaralım ki, günlerin hafta içindeki
sıralanması da rastgele değil, fakat astrolojik kökenlidir; Eski Mısırlılar
ve Grekler, daha önceleri Yahudiler tarafından kullanılan yedi günlük
haftayı bilmiyorlardı. Yahudilerin kullandığı sistem Mezopotamya kökenli
ve astrolojik bağlantısı olan bir sistemdi. Bugün kullanılan Hellenistik kökenli
günlerin haftalık sıralanışı ise İ.Ö. II. y.y.’dan itibaren kullanılmaktadır
ve daha önceki haftalık dizaynın – değişik kültürlerden gelen bazı
ilavelerle - bir uzantısıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder