M.Ö. 427 – M.Ö. 347 tarihleri arasında yaşamış olan Antik Yunan filozofu Platon Arap coğrafyasında Eflatun olarak tanınmış olup İslam Felsefesi ve Tasavvufu’nun oluşmasında etkili bir rol oynamıştır. Platon’un özellikle ruh ve ruhun ölümsüzlüğü görüşü, İslam filozofları üzerindeki etkisi açısından önemlidir.
Kutsal kitaplarda
Ölümden sonraki yaşamla ilgili bir temel, dinsel inançların kutsal kitaplarından bu yönde yapılan yorumlardır. Genel anlamda dinsel yöndeki bu tür inançlara göre, öbür dünya ya da ahirete ilişkin, Berzah (Limbus), Cehennem (Hell), Cennet (Heaven-Paradise) gibi durumların yaşanması için ruhun bedenini terketmiş olması gerekmektedir. Bütün bunların olabilmesi için ruhun insan bedeninden ayrılması bir zorunluluktur. Dinsel inançlara göre, ölen kişi bunları hem bedeni ve hem de ruhuyla birlikte yaşamaz. Çünkü ölmüş birinin bedeni hala bu Dünya'da bulunmaktadır ve yıllar sonra bile bu kişinin kemiklerinin, bulunduğu mezarda uzun zaman çürümeden kaldığı ve öbür aleme gitmediği bilindiğinden dolayı, bütün bunları yalnızca kişinin ruhunun yaşayacağına inanılır.Ne yazık ki Müslüman kesim antik Yunan’da yaşayan Platon’nun görüşlerini değerlendirirken her zaman olduğu gibi olaya sadece kendi taraflarından bakmaktadır. Platon’nun görüşlerinin sadece tasavvuf anlayışına değil bizzat Kuran ayetlerine de kaynaklık etmiş olabileceği ihtimalini düşünmek yerine, neredeyse onu Allah tarafından kendi çağına gönderilmiş bir peygambermiş gibi görme hevesine kapılanlar bulunmakta.
Kuran’daki Nuh, İbrahim gibi çok eski zamanlarda yaşamış olan peygamberlerle ilgili anlatılanlara bakıldığında, bu peygamberlerin açıkça kendi kavmindeki insanları en başta Allah’ın birliğine davet ettiklerini görmekteyiz. Eğer gerçekten de Platon -veya onun öğretmeni Sokrates- Allah tarafından kendi çağlarına gönderilmiş resuller ya da seçilmiş insanlar olsaydı en başta Allah’ın varlığı ve tekliği ile onun insanlara emrettiği ibadetler konusunda “açıkça” konuşmaları gerekmez miydi? Bu insanlar nasıl Allah’ın sevgili kullarıydı ki –Kuran’ın bile kabul ettiği Tevrat’a ve onun Rab’bine inananların var olduğu kendi çağlarında- yüzlerce sayfa yazıp da işin aslına dair bir cümleyi dahi evirip çevirmeden açıkça söyleyememişlerdi?
Acaba gerçekten de Müslüman kesimin düşündüğü gibi bu insanlar Allah’tan aldıkları bir ilhama göre mi hareket etmişlerdi yoksa onlar da tüm inançların eski inançlardan beslenmesi gibi geçmişten öğrendikleri bilgileri kendilerine göre yorumlayıp, sonraki inançların şekillenmesinde ister istemez etkili mi olmuşlardı?
Bu başlıkta olaya Müslümanların görmezden geldiği diğer taraftan bakarak, Platon’un görüşlerinin bizzat Kuran ayetlerinin yazılmasında dahi etkili olmuş olabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Ayrıca, konuyla ilgili aşağıda paylaşacağım bilgileri daha önce sık sık tekrarladığım Kuran’ın ilk yazımının aslında “Hıristiyan” orijinli bir Arap mezhebince yapılmış olabileceği yönündeki görüşlerimi desteklemesi adına da önemli sayıyorum.
Aşağıdaki ifadeler Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde 2012 yılında yayınlanmış olan “Corpus Coranicum Projesi: Kuran’ı Geç Antik Döneme Ait Bir Metin Olarak Okumak” adlı makaleden alınmış olup; Platon’a ait “Devlet (Politeia)” adlı eserde geçen bazı ifadeler ile Kuran ayetleri arasındaki benzerlikten bahsedilmektedir. Parantez içerisindeki tercüme bilgileri ise konunun anlaşılması adına tarafımca eklenmiştir:
Beled Suresi:
18- Ve onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir (kitapları sağ tarafından verilecekler).
19- Ayetlerimizi inkar edenler ise kötülüğe batmış kimselerdir.
Rahman Suresi:
41 - Suçlular simalarından tanınır da perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
Platon, Politeia, X:614
[He said that] when his soulwent forth from his body he journeyed with a great company and that they came to a mysterious region where there were two openings side by side in the earth, and above and over against them in the heaven two others, and that judges were sittingbetween these, and that after every judgement they bade the righteous journey to the right and upwards through the heaven with tokens attachedto them in front of the judgement passed upon them, and the unjust to take the road to the left and downward, they too wearing behind signs of all that they had done...(Terc. Shorey, 1969, 10.614b-10.614.d; tercüme David Kiltz tarafından gözden geçirilmiştir.)
(Canı bedeninden çıkar çıkmaz birçoklarıyla birlikte yola düzülmüş. Hep birden görülmedik bir güzel yere gelmişler. Orada iki çift kapı varmış: Bir çift kapı yerde, bir çift kapı yukarıda, gökte, tam ötekilerin karşısında. Bu çift kapıların ortasında yargıçlar oturuyormuş. Yargılarını verdiler mi, doğrulara göğe çıkan sağdaki yolu gösteriyorlarmış, yargılarını bir yazıyla önlerine asıp yolluyorlarmış. Suçluları soldan aşağı inen yola sokuyorlarmış, olanların bütün yaptıklarını da bir yaftayla sırtlarına asıyorlarmış.)
Platon’un (MÖ 428-348) Politeia isimli eserinden alıntılan bu pasaj sırayla “adil” ve “adaletsiz”, “sağ” ve “sol” şeklinde taksim edilen ölümden sonra hesap anlayışının MÖ 4. yüzyılda Yunanistan’da (Fars etkisi olasılığı söz konusu) olduğunu göstermektedir.
Bu metnin Kur’an vahyinin ilk muhatapları tarafından bilindiğini söylemek mümkün değildir. Ancak metin, böylesi fikirlerin geniş oranda insanlar tarafından bilindiğini göstermektedir.
Bununla birlikte 1945 yılında (Mısır’daki) Nag Hammadi’de Thomas İncil’i ve Havari Philip İncil’i gibi çoğu Hıristiyan-Gnostik muhtevaya sahip 52 adet el yazması eserin içerisinde bir Politeia nüshasının bulunduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu koleksiyon MS 2. yüzyılla tarihlendirilmektedir. Ayrıca bu metin Bizans’da eğitimli kişilerin müfredatlarının bir parçasıydı. Dolayısıyla onun bazı eğitimli Hıristiyanlarca bilinen bir metin olduğu kabul edilmelidir. “Sağdakiler” ve “Soldakiler” ifadeleri ayrıca Matta 25:33, 34, 41 ile karşılaştırılabilir. Kıyamet gününde insanların amellerinin işaretlerini taşıdığı motif için Mor Yakub Suruçlu’nun “Dünyanın Sonu ve Hesap Günü” isimli risalesine bakılabilir. Yine Platon’un eskatolojik anlamda dünyanın sonunda gerçekleşen kollektif bir hesaptan değil bireysel ölümden sonraki hesaptan bahsettiğine dikkat edilmelidir. Çünkü amellerin ‘işaretleri’ (Platon: sêmeia pantôn hôn epraxan) veya amellerin kaydedilmesi (Kur’an: kitāb) “adaletsiz” veya “dinsiz” olanların sırtına yapıştırılmıştır. (İnşikak -10 “Fakat kime kitabı arkasından verilirse”)
İlginç bir şekilde, insanların amellerinin kayıtları Yunanca’da sêmeia olarak adlandırılmaktadır. Bu da er-Rahman suresi 41. ayetinde “günahkârların” “işaretlerinden” (sīmā) tanınacağı ifadesine benzemektedir. Muhtemelen sīmā Yunanca’dan (sêma) alınmıştır. Platon’da geçen sêmeion ifadesi de bu kökün bir türevidir. Yunanca’dan alınan bu kelime Yahudi Babil Aramicesi’nde ve Süryanice’de sīmānā şeklinde bulunmaktadır.”
“sima” kelimesi konusunda yukarıda verilen bilgiler ilginç olmakla birlikte, 1945 yılında Mısır’ın Nag Hammadi kentinde kayalıklar arasında ortaya çıkarılan ve “Nag Hammadi belgeleri” diye adlandırılan kutsal el yazmalarının arasında Platon’un “Devlet” adlı eserinin bulunması da dikkat çekici.
Bulunan kutsal el yazmalarında bilindik İncillerdeki örneğin İsa ve Meryem’le ilgili yazılanlardan daha farklı söylemler yer alıyordu. Muhtemelen bu yazmalar erken dönem Hıristiyanları arasında yaygın olan ve Hıristiyanlık inancını geçmiş inançlardan tam olarak kopamayıp onların doğrultusunda kendisine göre yorumlamış olan bir topluluğa aitti. Bu bağlamda Kuran’ın da aslında Meryem ve İsa inancı başta olmak üzere İncil’e karşı farklı ve belirgin bir duruş sergilediğini hatırlamak gerekir.
Yukarıdaki bilgilerde her ne kadar Platon’un eserindeki söylemlerin Kuran vahyinin ilk muhataplarınca bilinemeyeceği belirtilmiş olsa da erken dönem Hıristiyanlarınca bu eserin bilindiğinden bahsedilmiş olması oldukça önemli. Çünkü bu bilgilerin Kuran’a Hıristiyan inancına sahip mezheplerce aktarılmış olma ihtimali bulunmaktadır.
Nag Hammadi’de blunan bilgilerin temelinde bu metinlerin bulunduğu topraklarda yaşamış olan Mısır uygarlığının etkisi bulunuyordu:
“Nag Hammadi bulgularının en ilginç yanı, Gnostik İnciller ile birlikte, aynı yerde, çok sayıda Hermetik dokümana da ulaşılmış olmasıdır. Bu dokümanların incelenmesi ile, İ.S. 2 yüzyılda yazılan, 5 bin yıldan daha eski Mısır belgelerinden kaynak aldığı söylenen ve Hermes’e atfedilen Corpus Hermeticum’un (Hermetika Külliyatı) daha kolay anlaşılabilmesi mümkün olmuştur. Hermes’in eserlerinin ve Gnostik İncillerin bir arada bulunmuş olması, ilk Hıristiyanların, Hermetik öğretiden ne denli etkilendiklerinin bir göstergesidir. Nitekim, Gnostik İncillerde yer alan pek çok Hermetik ifadeye, resmi İnciller içerisinde rastlamak mümkün değildir.”
Nag Hammadi’de İncillerle birlikte bulunan Hermetik metinlerin veya Platon’a ait olan ifadelerin Arapçaya aktarılması ve İslam inancı içerisinde etkili olması konusunda ise aşağıdaki bilgileri bakmakta fayda var:
“Hermetika ya da diğer adıyla “Zümrüt Tabletler”, eski Yunanlılar’ca Hermes Trismegistus olarak adlandırılan Hermes Trismegistus’un öğretisine ait kimi metinlerin eski Yunanca ve Latince yazılmış eldeki parçaları bütününe verilen addır.
Bunlar, Antik Mısır'da kutsal alfabeyle yazılmış orijinal kayıtların farklı yazı biçimlerine çevrilmiş kopyalarının kısmen eski Yunanca’ya ve Latinceye çevrilmiş bölük pörçük parçalarından oluşurlar. Bu metinlerin İskenderiye yangınından ve bağnazların ellerinden kurtulabilmiş kısımlarındaki bilgilerin de, hem çeviriler sırasında hem de başka nedenlerle bir miktar anlam kaybına uğradıkları sanılmaktadır. İskenderiye Kütüphanesi'nin 5. yüzyılda Kilise tarafından yönlendirilen yıkımından sonra bu metinlerdeki bilgilerin günümüze dek korunabilmesinde, Pisagor, Platon ve eski Yunanlı yazarlar kadar, Ortadoğu’daki ezoterik ekollerin de büyük katkısı olmuştur. Ortadoğu’da korunan hermetik bilgiler Avrupa’ya özellikle Floransa yoluyla aktarılmış olup Kilise’nin tüm çabalarına rağmen Avrupa’da yayılmayı başarmıştır.
Timothy Freke ve Peter Gandy, Hermetika üzerine yazdıkları kitaplarında konuya ilişkin olarak şu açıklamayı yaparlar:
“İskenderiye Kütüphanesi’nin 5. yüzyılda Vatikan’ca yönlendirilen yıkımından sonra, hermetika’ya ait metinlerin bir kısmı Ortadoğu’ya taşınarak Arapça’ya çevrildi. Bu bilgilerin bugüne dek korunabilmesinde Pisagor, Platon, eski Yunanlı yazarlar ve Gnostikler kadar bu metinleri Ortadoğu’ya aktaran Zerdüştçülük rahiplerinin ve Harran’daki Sâbiîler’in büyük rolü olmuştur. Sufilik bu metinlerden hayli yararlanmıştır. Ortadoğu’da korunan bu bilgiler Avrupa’ya özellikle Floransa yoluyla aktarılmış ve Vatikan’ın tüm müdahalelerine rağmen Avrupa’da yayılarak rönesansın oluşmasına son derece önemli bir katkıda bulunmuştur.”
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hermetika
Kökleri antik Mısır inançlarına kadar uzanan eski Yunanlı düşünürlere ait metinlerin Arapçaya çevrilmesinde Hıristiyan Arapların önemli roller üstlendiği ifade edilmektedir. Diyebiliriz ki; antik İncillerle bir arada bulunan Platon’un ölüm sonrasına ilişkin görüşleri Hıristiyan Arapların ellerinde Kuran ayetlerinin yazımına ve islam inancının şekillenmesine kaynaklık etmiş olabilirdi.
ARMEİOS OĞLU ER HİKÂYESİ BAĞLAMINDA PLATON’UN ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYAT İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİNİN DİNÎ VE FELSEFÎ ANALİZİ
-The Religious and Philosophical Analysis of the Plato’s Opinions on the Life after
Death for the Story of Er, the Son of Armeios-
Özet: Platon, İslam Felsefesi ve Tasavvuf’un oluşmasında etkili olan önemli filozof- lardan birisidir. Onun Devlet adlı eserinde, ahiret ile ilgili bir hikâye yer almaktadır. Hikâyeye göre, Armeios oğlu Er adında bir kişi ölmüş ve ruhu başka bir âleme gitmiş- tir. Ancak, bir süre sonra bu kişi tekrar canlanmış ve orada gördüklerini anlatmıştır. Er’in, bu âlem hakkında verdiği bilgilerden büyük bir çoğunluğu, İslam inançları ile uygunluk arzetmektedir. Bu çalışmada Platon’un ahiret hakkındaki görüşleri ile İslam inançları arasında ayet ve hadislere dayalı bir karşılaştırma yapılmıştır. Bu karşılaştır- ma neticesinde yaklaşık 15 meselede benzerlik ve 3 meselede ise farklılıklar tespit edilmiştir. Ayrıca Platon’un bu hikâyesi, İslam düşünürlerinin de benzer şekilde hikâ- yeler yazmalarına sebep olmuştur. İbn Sina’nın Hayy b. Yakzan’ı; Ahmed Gazalî’nin Risaletü’t-Tuyûr’u, Sühreverdî’nin Kıssatu’l- Gurbetü’l-Garbiyye’si, Necmeddin Razî’nin Risaletü’t-Tuyur’u ve Molla Camî’nin Salaman ve Absal’ı bunlardan bazıla- rıdır. Bu hikâyelerde de ruhun yolculuğundan bahsedilmektedir. Platon’un hikâyesinin ayrıca bir de felsefî özelliği bulunmaktadır. Platon’un özellikle ruh ve ruhun ölümsüz- lüğü görüşü, İslam filozofları üzerindeki etkisi açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Platon, Armeios oğlu Er, Ahiret, Ruh, Ruhun Ölümsüzlüğü, Yeniden Diriliş, Tenasüh.
Abstract: Plato is an important philosopher who had influenced on the Islamic phi- losophy and Mysticism. There is a story in his work, named Politea. According to this story, a man called Er, son of Armeios, had died and after a period of time he come back to life. He explained that he saw in the hereafter. The majority of Er’s statement on hereafter looks like the Islamic beliefs. At this work, Plato’s views were compared with Islamic beliefs. For the result of this comparison, 15 views are agreed with each other the Islamic beliefs and 3 views aren’t agreed with. However, this Plato’s story had some Islamic thinker written works like this story. Some of them are Ibn Sina (Avicenna)’s Hayy b. Yaqzan (The Living Son of the Vigilant), Ahmed Gazali’s Risale al-Tuyûr (The Pamphlet of Birds), Suhrawardi’s Kıssatu’l- Gurbeti’l-Garbiyye (the Trip of Soul), Najmoddin Razi’s Risale al-Tuyur (The Pamphlet of Birds) and
Molla Cami’s Salaman and Absal. In these stories, the trip of the soul is mentioned. There are philosophic properties in this story, too. They are soul and immortality of soul.
Key words: Plato, Er, Hereafter, Soul, Immortality of Soul, Revival, Metempsycho- sis.
Giriş
Platon (M.Ö. 347), İslâm Felsefesi ve Tasavvufu üzerinde oldukça etkili olan filozofların başında gelmektedir. Bu yüzden, kendisi müslüman düşünürlerce Eflatun-u İlahî olarak da adlandırılmıştır. Bu çalışmada, onun Devlet adlı eserinin Onuncu kitabında1 anlattığı bir hikâye üzerinde durmak istiyoruz. Platon bu hikâyede, Armeios oğlu Er adında bir savaşçının başın- dan geçen bir olayı anlatmaktadır. Olay, tamamen ölümden sonraki hayat ile ilgili olduğu için bizce önem arzetmektedir.
Bu hikâyeyi inceleyişimizin birkaç sebebi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Platon’un da anlattığı gibi, ölüm esnasında bazı kişilerin gördüğünü iddia ettikleri olayların, bilimsel ve felsefî bir değerinin bulunup bulunmadı- ğı hakkındaki tartışmaların güncelliğini koruyor olmasıdır. Zira, özellikle tıp uzmanları tarafından yapılan bu tür çalışmalarda, öldüğü sanılan, ancak daha sonra sağ olduğu anlaşılan kişilerin söylediği sözler değerlendirilmiş ve bu- nun üzerinde bazı çalışmalar yapılmıştır. Söz konusu çalışmalara göre, bu kişilerin anlattığı şeylerin çoğu, Platon’un hikâyesindeki Er’in anlattıklarına benzemektedir. Onlar da Er gibi, karanlık ve sıkıcı bir tünelden geçerek pırıl pırıl bir dünyaya gittiklerini, kendi bedenlerine dışarıdan bakma imkânına sahip olduklarını ve tekrar bedenlerine dönüp dönmeme hususunda tereddüt ettiklerini belirtmişlerdir2. Bu açıdan Platon’un hikâyesi bizce incelenmeğe değer olarak görülmektedir.
İkincisi ise, Platon’un ölümden sonraki hayat ile ilgili vermiş olduğu bilgilerin büyük oranda İslâm inançları ile benzeşiyor olmasıdır. Er hikâye- sinde anlatılan olaydan hareketle, Platon’un ahiret ve buna bağlı olarak da, hesaba çekilme, cennet ve cehennem gibi inançlara sahip olduğunu söyle- mek mümkündür. Çünkü bizim söylediğimiz bu fikrin daha önce Farabî (950) tarafından da iddia edildiğini görmekteyiz3.
Hikâyeyi inceleyişimizin bir diğer sebebi de, bu tür hikâyelerin, İslâm filozoflarının da benzer hikâyeler yazmalarına sebep olmuş olmasıdır. Başta İbn Sina (1037) olmak üzere birçok İslâm filozofu, Platon’un anlattığı hikâ- yelere benzer hikâyeler yazmışlardır. İbn Sina’nın Hayy b. Yakzan ve Risaletü’t-Tayr’ı; Ahmed Gazalî (1111)’nin Risaletü’t-Tuyûr’u, İbn Tufeyl
1 Bkz. Platon, Devlet, s. 614a-621d, (çev. Sabahattin Eyüboğlu- M. Ali Cimcoz, İstanbul,
1988, 300-306)
2 Mehmet Aydın, Din Felsefesi, İzmir, 1987, s. 195.
3 Farabî, Eflâtun ile Aristoteles’in Görüşlerinin Uzlaştırılması, çev. Mahmut Kaya (İs- lam Filozoflarından Felsefe Metinleri), İst. 2003, 181.
(1186)’in Hayy b. Yakzan’ı, Sühreverdî (1191)’nin Kıssatu’l- Gurbetü’l- Garbiyye’si, Necmeddin Razî (1256)’nin Risaletü’t-Tuyur’u ve Molla Camî (1492)’nin Salaman ve Absal’ı bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Söz konusu hikâyelerde de ruhun yapmış olduğu bir yolculuktan bah- sedilmektedir. Ancak Platon’un hikâyesinde, dünyadan ahirete yapılan bir yolculuktan bahsedilirken, İslâm filozoflarının bahsettikleri yolculuk, daha çok manevî âlemlere yapılan bir yolculuktur. Bu yolculuklarda, ruh doğru- dan “ruh” olarak değil de “Hayy”, “Salaman” ve “kuş” gibi sembollerle ifa- de edilmektedir. Sadece İbn Tufeyl’in hikâyesi bunlardan farklıdır. Onun eserlerindeki kahramanlar gerçek insanlar olup, bu dünyada geçen olayların muhataplarıdır.
Platon’un hikâyesinde, ruhun ahirete yapmış olduğu yolculuk ve bu esnada karşılaştığı olaylar, İslâm Dini’ndeki ahiret inancı ile bazı yönlerden benzerlik göstermektedir. Ancak hikâyede, İslâm inançları ile bağdaşmayan bazı bilgiler de bulunmaktadır. Bu yönü ile Er hikâyesinin, dinî bir özelliği olduğu gibi, ruh hakkında vermiş olduğu bilgilerden dolayı da felsefî bir özelliği bulunmaktadır.
Biz önce Platon’un anlattığı bu hikâyeden bazı alıntılar yapıp, daha sonra da hikâyede verilen bilgilerin, İslâm inançları ile mukayesesini yapa- cağız.
I.“Armeios Oğlu Er” Hikâyesi4
Platon’un Glaukon adında bir kişi ile yaptığı diyalog şeklindeki bir ko- nuşmada hikâye şöyle anlatılmaktadır:
“Bir Alkinoos5 masalı değil şimdi sana anlatacak olduğum: Bir yiği- din, Pamphlia’dan gelme Armeios oğlu Er’in başından geçeni anlatacağım. Bu yiğit bir savaşta ölüyor. On gün sonra onu, kokmaya başlamış ölüler arasında bozulmamış bir halde, kaldırıp evine götürüyorlar gömmek için. On ikinci gün, ölüsünü yakacakları sırada yiğit diriliyor. Anlatıyor o zaman ötede gördüklerini.
Canı bedeninden çıkar çıkmaz birçoklarıyla birlikte yola düzülmüş. Hep birden görülmedik bir güzel yere gelmişler. Orada iki çift kapı varmış: Bir çift kapı yerde, bir çift kapı yukarıda, gökte, tam ötekilerin karşısında. Bu çift kapıların ortasında yargıçlar oturuyormuş. Yargılarını verdiler mi, doğrulara göğe çıkan sağdaki yolu gösteriyorlarmış, yargılarını bir yazıyla önlerine asıp yolluyorlarmış. Suçluları soldan aşağı inen yola sokuyorlar- mış, olanların bütün yaptıklarını da bir yaftayla sırtlarına asıyorlarmış.
Bizim yiğit yaklaşınca, yargıçlar demişler ki ona: Sen insanlara bu ye- raltı dünyasından haber götüreceksin, orada olup bitenlere iyi bak. O da
bakmış, görmüş. Yargılanan ruhların kimi gökteki, kimi yerdeki kapıların birinden çıkıp gidiyormuş. Öteki kapıların birinden, yerin derinliklerinden çıkan perişan, bitkin, toz toprak içine ruhlar geliyormuş, öbüründense, gök- ten inen pırıl pırıl ruhlar. Birbiri ardından ilerleyen bu ruhlar uzun bir yol- culuktan gelmişe benziyorlarmış. Hepsi bir bayram sevinci içinde, bir çayır- lıkta toplanıp oturuyorlarmış. Birbirini tanıyanlar selamlaşıyor, yerden ge- lenler gökten, gökten inenler yerden haber soruyorlarmış. Kimi yeraltında bin yıl süren yolculuklarında çektikleri ve gördükleri işkenceleri ağlaya sız- laya anlatıyormuş, kimi göklerin tadına doyulmaz nimetlerini sonsuz güzel- liklerini.
….İşlenen suçların, aldatılan insanların sayısı kaç olursa olsun kötüler bütün yaptıklarını teker teker ve on kat ödüyorlarmış. Cezaların her biri yüz yıl sürüyormuş, yani bir insan ömrü, orada on katına çıkıyormuş. Birçok insanın kanına girenler, devletleri, orduları aldatıp köleliğe düşürenler, herhangi bir felakete yol açanlar, her suç için on kat ağır ceza çekiyorlar- mış.
İnsanlara iyilik etmiş, doğruluktan ayrılmamış olanların gördükleri karşılık da aynı ölçülerle artıyor, güzelleşiyormuş….
Tanrılara, ana babaya saygı veya saygısızlığın, bıçakla adam öldür- menin karşılığıysa, demin söylediklerimi aşıyormuş. Bir adamın yanına git- miş, ona başkaları Büyük Ardiea’nın nerede olduğunu sormuşlar. Bu Ardiea dediği bin yıl önce Pamphylia’da bir şehrin zorbasıymış. Babasını, ağabeyi- ni öldürmüş, daha birçok haltlar etmiş. Er’in dediğine göre, şunları anlatmış adam: O gelmedi, demiş, buraya hiç gelemez o. Gördüğümüz korkunç şey- lerden biri de bu oldu. Bütün cezalarımızı çektikten sonra kapının ağzına gelip çıkacağımız sırada bu Ardiea’yı daha başka zorbalar ve bir sürü hay- dutla bir arada gördük. Tam çıkacakları anda kapı yol vermedi onlara. Bu uslanmaz kötülerden yahut cezasını doldurmamışlardan biri geldi mi, kapı gürlemeye başlıyordu. Aralıkta duran ateş bedenli korkunç adamlar kapının gürlemesini duydular mı herifi belinden yakalayıp götürüyorlardı. Ama Ardiea’yla yanındakileri, ellerine, ayaklarına, boyunlarına zincir vurup yere attılar, yer yer derilerini yüzüp yolun kıyısına çektiler ve hepsini dikenli çalılıklar üzerine uzattılar. Bu arada gelen geçene, bu adamlara hangi gü- nâhları için böyle yaptıklarını anlattılar. Sonra hepsini götürüp Tartaros’un6 dibine attılar.
Er’in anlattığına göre kapı önünde kendilerinin de çekmediği korku kalmamış. Ama en korkunç şey, insanın tam çıkacağı sırada kapının kükre- mesi oluyormuş. Kendileri çıkarken kapı gürlemeyince rahat nefes alabilmiş- ler. İşte aşağı yukarı bunlarmış azaplar, iyi ve kötü karşılıklar.
Her küme çayırda yedi gün kaldıktan sonra çadırlarını kaldırıp, seki- zinci gün yola çıkıyor ve dört gün sonra başka bir yere varıyormuş. Orada yukarıdan aşağıya, gökle yer arasında uzayıp giden bir ışık görmüşler, direk
4 Platon, hikâyeye herhangi bir ad vermemiştir. Dolayısıyla hikâyeye verilen başlık bize aittir.
5 Alkinoos, eski adı Koro olan Scheria adasında yaşamış bir kralın adıdır. (Bkz. Şefik Can,
Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul, (trs.), 394.)
6 Tartaros, yeraltında, Cehennemlerin derinliklerinde bulunan korkunç yer. (Can, 488.)
gibi dümdüz bir ışık, gökkuşağı gibi ama daha parlak daha arık. Bir gün daha yürüyüp bu ışığa varmışlar. Orada, bu ışığın ortasında göğe gerili zincirlerin uçlarını görmüşler. Çünkü bu ışık zincirlerle bağlıymış göğe, kadırgaları boydan boya kuşatan halatlar gibi. Dönen bütün kubbeyi de böylece tutuyormuş bu ışık.
(….)7İşte, Glaukon, insan için en zor an bu seçme anıdır galiba. Onun için her birimiz başka her şeyi bir yana bırakıp bunun üstünde durmalı, bunu incelemeliyiz. Belki arayıp bir adamını buluruz da bize iyi ve kötü hayatları ayırt etme gücünü ve bilgisini kazandırır, o zaman belki bütün bu yolların hangilerini birleştirip hangilerini ayırarak, hayatta hangilerinin bize ne yararı olacağını hesaplayarak her yerde, her zaman mümkün olan en iyi hayatı seçebiliriz. Öyle bir adam bulursak öğrenelim ondan güzelliğin, fakir- lik veya zenginlikle, şu veya bu yatkınlıkla, ne türlü birleşmesinden iyilik veya kötülük çıkacağını, parlak veya sönük bir doğuşun, devlet veya ev işle- rinin, güçlü veya güçsüz olmanın, öğrenme kolaylığı veya zorluğunun, buna benzer doğuştan veya hayattan edinme kafa değerlerinin şu veya bu türlü bir araya gelmesinin ne sonuç vereceğini.
Bütün bunları düşünür ruhun aslını da göz önünde tutarsak hayatların iyisi ile kötüsünü ayırt edebiliriz. İyisi derken, başka her şeyi bir yana atıp, ruhu daha iyi edecek hayatı anlarız; kötüsü derken de ruhu daha kötü edecek hayatı. Çünkü yaşarken de, öldükten sonra da böyle bir seçmeden en fazla iyilik göreceğimizi biliyoruz artık. Hades’in8 ülkesine giderken bu inanç çelik gibi sert olmalı içimizde. Öyle olmalı ki orada para hırsı ve o cinsten kötülükler gözümüzü kamaştırmasın zorbalık ve onlara benzer, onulmaz dertler, belalarla dolu hayatlara dört elle sarılmayalım; orta hayatları seçe- lim daha çok; hem bu hayatta hem sonrakilerde yukarı veya aşağı uçlardan kaçınalım; çünkü insanın mutluluğu buna bağlıdır.
(…)9Er’e gelince, ona ırmaktan su içirtmemişler. Ama bedenine nerede nasıl kavuştuğunu bilmiyor gene de birden gözünü açınca kendini sabah sabah odun yığını üstünde bulmuş. İşte böylece Glaukon, unutulmaktan, kaybolmaktan kurtulmuş bu sana anlattıklarım. Bunlara inanırsak kurtarabi- liriz kendimizi. Lethe ırmağın10ı mutlu geçer ruhumuzu kirletmeyiz. Benimle inanırsanız ki ruhumuz ölümsüzdür. Her iyiliği, her kötülüğü yapmak elinde- dir, o zaman hep bizi yukarılara götüren yolda yürürüz. Nerede, nasıl olursa olsun doğruluktan bilgelikten ayrılmayız. Böylece hem kendimizle, hem de
7 Hikâyenin bu kısmında, ruhların dünyaya gelişlerinde nasıl bir kader seçecekleri hakkında bilgi verilmekte ve eski Yunan dinlerindeki bazı ruhanî varlıkların bu belirlemedeki rolle- rinden bahsedilmektedir.
8 Hades: Yeraltı dünyası, ahiret ve Cehennem gibi anlamlarının yanında, kötülük veya ölüler diyarının tanrısı anlamına gelmektedir. (Can, 416.)
9 Hikâyenin bu kısmında ise, öldükten sonra tekrar dünyaya gelecek ruhların nasıl bir beden seçecekleri detaylı olarak anlatılmaktadır.
10 Lethe ırmağı, Eski Yunan inançlarına göre, Cehennemde akan bir ırmaktır. (Can, 443.)
tanrılarla barış içinde yaşarız bununla da kalmaz, er geç doğruluğun karşı- lıklarını elde ederiz. Yarışlarda kazananlar nasıl dostlarından türlü arma- ğanlar alırlarsa. Hem bu dünyada mutlu oluruz o zaman, hem de anlattığı- mız o bin yıllık yolculukta”11.
Platon’un anlatmış olduğu bu hikâyeyi, dini ve felsefî olmak üzere iki ana başlık altında değerlendirebiliriz.
II. Er Hikâyesi’nin Dinî Açıdan Değerlendirilmesi
Platon’un Er Hikâyesi’nde vermiş olduğu bilgileri dinî açıdan değer- lendirirken, İslâm Dini’ni temel olarak almak istiyoruz. Çünkü diğer ilahî dinlerin, ahiret hakkındaki görüşleri, İslâm Dini’ndeki görüşler kadar açık değildir. Diğer dinler ile ilgili değerlendirmeyi özellikle Yahudilik açısından sonuç bölümünde belirteceğiz.
Hikâyede verilen bilgileri İslâm inançları ile uyumlu ve İslâm’a ters düşen görüşler olmak üzere kendi arasında iki başlık altında incelemenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
A-Er Hikâyesi’nde İslâm Dini İle Uyumlu Olan Görüşler
Platon’un anlattığı hikâyenin, İslâm Dini inançları ile uyuşan kısımla- rını, sadece âyet ve hadislerdeki bilgileri dikkate alarak değerlendirmek isti- yoruz. Bu değerlendirme esnasında, bazı kısa yorumlara da yer vereceğiz. Ancak, şunu da belirtelim ki; Platon’un olayları anlatırken takip ettiği sıra- lama ile, İslâm inançlarında belirtilen sıralama arasında zaman zaman önce- lik (takdim) ve sonralık (te’hir) olduğunu da belirtmemiz gerekir. Eğer bu sıralamadaki farklılıkları bir yana bırakırsak, İslam’daki ahiret inancı ile Platon’un görüşleri arasında birçok ortak noktanın bulunduğunu görebiliriz.
Platon’un verdiği bilgiler ile İslâm inançları arasındaki benzerlikleri belli başlı şu başlıklar etrafında değerlendirmek gerekir.
1- Ruhun Bedenden Ayrıldıktan Sonra Gideceği Yer
Hikâyede belirtildiği gibi, Er’in ruhunun bedenden ayrıldıktan sonra diğer ruhlar ile yola düşmesi ve “güzel bir yere”12 varmasını, İslâm inancın- daki mahşer ya da arasata benzetmek mümkündür.
Platon, bedenden ayrılan ruhların bir alanda toplanacaklarını bildir- mekle yetinmiş ancak bu alana bir ad vermemiştir. İslâm inancında ise ruhla- rın bir araya toplanacağı yere farklı adların verildiğini görmekteyiz. Bu ad- lardan en çok kullanılanı “mahşer”dir.
Mahşer kelimesi, "toplanmak, bir araya gelmek" anlamına gelen haşr kelimesinden türemiş bir addır. Terim olarak ise, Allah'ın insanları hesaba çekmek üzere tekrar dirilişten sonra bir araya topladığı yere mahşer denil- mektedir. Mahşer yerine bazen arasat da denilmektedir. Kur'an’da, mahşer- den ve bu sırada yaşanacak olaylardan bahseden pek çok âyet vardır. Bu âyetlerden birinde şöyle denilmektedir: "Allah, onları sanki günün ancak bir
11 Platon, Devlet, 614a-621d.
12 Platon, Devlet, 614c.
saati kadar kaldıklarını sandıkları bir durumda, yeniden diriltip toplayacağı
gün, aralarında birbirleriyle tanışırlar"13.
Mahşerde bir araya gelmenin sadece ruhanî mi yoksa hem ruhanî hem de bedenî mi olacağı tartışma konusudur. Ancak İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye adlı eserinde yer alan bir hadiste; Allah’ın ruhları huzuruna çağırıp kabzedeğinden ve İsrafîl’in diriliş üflemesini yapmasından sonra da ruhların arı gibi ortaya çıkarak yer ile gök arasını dolduracağından bahse- dilmektedir. Ancak daha sonra bu ruhlara dünyada canlandırdıkları bedenle- rine dönmeleri emrolunur14. Söz konusu hadisten de anlaşılacağı gibi önce ruhlar bir araya geleceklerdir.
İslâm inancında daha detaylı olarak açıklanan bilgiler ile Platon’un verdiği bilgiler arasında bir benzerlik göze çarpmaktadır.
2-Cennet ve Cehennem’in Kapıları
Platon’un “Orada iki çift kapı varmış: Bir çift kapı yerde, bir çift kapı yukarıda, gökte, tam ötekilerin karşısında.”15 sözleri, İslâm inancındaki Cennet ve Cehennem’in kapıları olarak yorumlanabilir. Gerçi Kur’an’da bu kapıların sayısının daha fazla olduğu belirtilmektedir, ancak Cennet ve Ce- hennem’in kapılarının bulunduğu bilgisi ile Platon’un verdiği bilgiler uyuş- maktadır.
Kur’an’da Cennet ve Cehennem’in kapıları ile ilgili bilgiler oldukça fazladır. Meselâ, Cehennem’in kapıları ile ilgili olarak Zümer Sûresi’nin 72. ve Hicr Sûresi’nin 44. âyetlerinde şu bilgiler verilmektedir: “Ve onlara şöyle denir: “Sonsuza dek içinde kalmak üzere Cehennem’in kapılarından gi- rin.”16 "Cehennem’in yedi kapısı vardır. O kapıların her biri için birer grup ayrılmıştır."17
Sâd Sûresi’nin; “Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn Cennetleri vardır”18 âyeti ise, Cennet’in kapılarından bahsetmekte ancak bu kapıların sayısı hakkında bilgi vermemektedir.
Cennet’in kapılarının sayısı hakkında daha detaylı bilgileri hadislerde görmekteyiz. Bir hadiste bu kapıların sekiz tane olduğu belirtilmekte ve şöy- le denilmektedir: “Cennette sekiz kapı vardır. Onlardan biri Reyyân olup, oruçlulardan başkası giremez.”19 Yine Cennet’in kapıları ile ilgili olarak,
13 Yunus/10, 45.
14 İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye/ Ölüm Ötesi Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İstanbul,
2001, 189-90.
15 Platon, Devlet, 614c.
16 Zümer/39, 72.
17 Hicr/15, 44.
18 Sâd/38, 50.
19 Buhari-2084, Müslim-1152.
"(Mirac sırasında) Cennet’in kapısında durup içeri baktım”20 hadisi de Cen- net’in kapısının bulunduğunu belirtmektedir.
Hz. Peygamberin Miraç hadisesini anlatan kaynaklardaki ifadeler de Platon’un ifadelerine oldukça benzemektedir. Meselâ, Miraç esnasında Hz. Peygamber’in birinci semâda Hz. Adem ile karşılaşmasını anlatan haberler- de, Cennet ve Cehennem’in kapıları hakkında şu tür ifadelere rastlanmakta- dır: “ Adem’in sağ tarafında bir kapı vardı. Oradan güzel kokular gelirdi. Sol yanında da bir kapı vardı. O kapıdan da fena kokular gelirdi. Cebrail’e sordum: Bu kapılar nedir? Cebrail de; sağında olan kapı Cennet’e açılır. Saidlerin ruhları o kapıdan Cennet’e gider. Solundaki kapı da Cehennem’e açılır. Günâhkârların ruhları da bu kapıdan içeri girerler.”21
Bu âyet ve hadislerdeki bilgiler ile, Platon’un aktardığı bilgilerin mâ- hiyet olarak benzediklerini görmekteyiz.
3- Sorgu ve Sorgu Melekleri
Platon’un, “Bu çift kapıların ortasında yargıçlar oturuyormuş”22 sözü de İslâm’daki Münker ve Nekir melekleri olarak değerlendirilebilir.
İslâm inancında Münker ve Nekir, ölen kimseyi mezarında sorguya çe- ken ve gerektiğinde onu cezalandıran iki melek olarak kabul edilmektedir. Bunların, Münker ve Nekir diye isimlendirilmeleri, her ikisinin de garip bir sûrette olmalarındandır.
Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, Münker ve Nekir melekleri ölünün kabri- ne gelir ve ölen kişiye rabbi, dini ve peygamberi hakkında sorular sorarlar. İnanan bir kişi bu sorulara cevap verir, ancak inanmayan birisi hiçbir cevap veremez23.
Bu hususta pek çok hadis de bulunmaktadır. Meselâ bir hadiste; "Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birisine Münker ve diğerine de Nekir denir. Ölüye: "Bu adam (Rasûlüllah) hakkında ne diyorsun?" diye sorarlar…."24 buyrularak, sorgu meleklerinin Münker ve Nekir olduğu belirtilmektedir. Ancak bazı hadislerde, ölüyü sorguya çek- mekle görevli bir melek olduğu belirtilmekte fakat bu meleğin adından bah- sedilmemektedir25.
Platon’un sorgu melekleri hakkındaki görüşleri ile İslâm inancındaki kabir sorgusu arasında bir benzerliğe rağmen, öncelik ve sonralık bakımın- dan bazı farklılıklar bulunmaktadır. Meselâ, Platon’un bildirdiğine göre, kişi
20 Buhari, Rikak, 51; Müslim, Zühd, 93, nr. 2736. Ayrıca bkz: Buhari, Savm, 5, Bed'ü'l- Halk, 11; Müslim, Sıyam, 2, nr.1079; Nesai, Sıyam 5, nr. 4, 129
21 Muinüddin Muhammed Emin Hirevi, Peygamberler Tarihi, çev. Muhammed b. Mu- hammed Efendi (Altıparmak), sad. A. Faruk Meyan, İstanbul, 1977, s.393.
22 Platon, Devlet, 614c.
23 Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akâidi, çev., Şerafettin Gölcük, İstanbul, 1980, s. 237.
24 Tirmizi, Cenâiz, 70.
25 Bkz: Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 3, 40.
ölür ölmez onun ruhu yargıçlar tarafından sorgulanmakta ve bu sorgu netice- sinde Cennet ya da Cehennem’e gönderilmektedir. İslâm inancında ise Münker ve Nekir’in sorgularından sonra, kıyamet gününe kadar ölüler kabir- lerinde kalacaklar ve ondan sonra mizan kurulup, amelleri hesaplanacak ve bu neticeye göre Cennet ya da Cehennem’e gönderileceklerdir.
Hikâyede geçen, “yargılarını verdiler mi…”26 sözü, Mizan’da amelle- rin tartılması olarak değerlendirilebilir. Hz Aişe’den rivâyet edilen bir hadis- teki bilgiler, Platon’un bu sözleri ile benzerlik arzetmektedir. Hz. Peygamber ile arasında geçen bir konuşmayı, Hz. Aişe şöyle anlatmaktadır: “Ateşi hatır- layıp ağladım. Hz. Peygamber; "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. "Cehennem’i hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim. "Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartı- sının ağır mı yoksa hafif mi geldiğini öğreninceye kadar; sayfaların uçuştu- ğu zaman kendi defterinin sağına mı, soluna mı yoksa arkasına mı düşeceği- ni öğreninceye kadar ve bir de Cehennem’in iki yakası ortasına kurulan Sırat’ın yanında, buyurdu." 27
Platon’un verdiği bilgilerle, yukarıdaki âyet ve hadislerin verdiği bilgi- ler arasında bir benzerlik göze çarpmaktadır. Çünkü Platon da yargıçlar ve onların verdiği kararlardan bahsetmektedir.
4- Yargı Sonuçlarının Yazılı Olarak Belirtilmesi
Hikâyedeki; “Doğrulara göğe çıkan sağdaki yolu gösteriyorlarmış. Yargılarını bir yazıyla önlerine asıp yolluyorlarmış. Suçluları soldan aşağı inen yola sokuyorlarmış onların bütün yaptıklarını da bir yaftayla sırtlarına asıyorlarmış”28 ibaresi de iki açıdan değerlendirilebilir.
Birincisi, iyi ve kötülere, yaptıklarının karşılığını görmeleri için gide- cekleri yerlerin işaret edilmesidir. Bu görüş, Zümer Sûresi 73. âyetteki ifade- lerle benzerlik arzetmektedir. Bu âyette, “Rablerinden korkup sakınmış olan takva sahipleri de zümre zümre Cennet’e gönderilmektedir.”29 Platon’un “doğru(olan)lar” sözü, Kur’an’daki “takva sahipleri” sözü ile mâhiyet olarak benzerlikler taşımaktadır. Yine Platon’un, doğrular ve suçlular olarak belirt- tiği kişiler de; Allah’a inanıp iyi işler yapanlar ve Allah’a inanmayıp günâh işleyenler olarak yorumlanabilir. Çünkü Kur’an’da, “Kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut edici bir yaşayış içinde olur. Ameli hafif olana gelince, işte onun anası ağlamıştır”30
İkincisi ise, herkesin yaptığı amellerin yazılı olarak kendilerine veril- mesidir. Bu hususta Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: "Herkesin amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet günü onun için bir kitap çıkaracağız ki, ona
26 Platon, Devlet, 614c.
27 Ebu Davud, Sünen, 28, nr. 4755.
28 Platon, Devlet, 614e.
29 Zümer/39, 73.
30 Karia/101, 6-9.
açılmış olarak kavuşacak." 31 Bu âyette açıklanan kitap, insanın ömründe yapmış olduğu her şeyin yazıldığı amel defteri ve hesabının görüldüğüne dair bir belge olarak değerlendirilebilir. Ancak bu defterin asıl günlüğü, in- sanın kendi hafızasında yazılı olup, boynunda asılıdır32.
Benzer ifadelere hadislerde de rastlamaktayız. Meselâ; “Vallahi sizden kim haksız bir şey alırsa, mutlaka onu boynunda taşır olduğu halde Kıyamet Günü Allah'la karşılaşacaktır”33. ve "Kıyamet Günü insanlar üç kere Allah'a arzedilirler: İlk iki arzedilmede cidal ve özür beyanı vardır. Ama üçüncü arzedilme esnasında ellerde sayfalar uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de sol eliyle alır."34 hadisleri, herkesin yargısının eline verileceğini iddia eden Pla- ton’un görüşleri ile uyuşmaktadır.
Ayrıca Platon’un ifadelerinde yer alan ve İslâm terminolojisinde de kullanılan “sağ” ve “sol” terimleri üzerinde de kısaca durmak istiyoruz: İs- lâm terminolojisinde sağ, iyilik ve bunun neticesinde elde edilecek mükafaatı; sol ise eksiklik, kötülük ve bunun neticesinde verilecek cezayı belirtmektedir. Meselâ; “O vakit kitabı sağ eline verilen”35, “Ancak (hesap defteri) sağ yanından verilenler başka”36 veya; “Kitabı sağından verilen, "alın okuyun kitabımı37 âyetleri, amel defteri sağ eline verilen kimsenin, kolay hesaba çekileceğini belirtmektedir. “Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi”38 âyeti de, amel defteri solundan verilen kimsenin hesabının çok zor olacağını göstermektedir.
Platon, doğrudan böyle bir bilgi vermemekle birlikte, iyilere sağ taraf- taki bir kapının ve kötülere de sol taraftaki bir kapının gösterildiğini belirt- mektedir. Onun vermiş olduğu bu bilgiler ile âyet ve hadislerdeki bilgiler, mâhiyet olarak bir birine benzemektedir.
5- Ahirette Ruhların Birbirini Tanımaları
Hikâyede, ahirette birbirlerini tanıyan ruhların, selamlaşacaklarına dair verilen bilgi39, “Allah'ın onları tekrar diriltip toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışmışlar gibi ola- cak.”40 âyetinde verilen bilgilere uymaktadır. Bir başka âyette ise; mahşerde kişinin “kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından
31 İsra/17, 13.
32 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VIII, haz. Komisyon, İstanbul, (trs), 63.
33 Buhari, Hiyel, 15, Cum'a, 29, Zekat, 67, Hibe, 17, Ahkam, 24, 41; Müslim, İmaret, 26, nr. 1832.
34 Tirmizi, Kıyamet, 5, nr. 2427.
35 İnşikak/84, 7.
36 Müddessir/74, 39.
37 Hakka/69, 19.
38 Hakka/69, 25.
39 Platon, Devlet, 614e.
40 Yunus/10, 45.
kaçacağı”41na dair ifadeler bulunmaktadır. Bu ifadelere göre, kişiler ahiret günü birbirlerini tanıyor olacaklardır. Yoksa, bir birlerini tanımayan kişile- rin, birbirinden kaçmalarından bahsedilmezdi.
Ruhların birbirini tanıyacaklarına dair bir hadiste de şu bilgiler veril- mektedir: "Ümmetim havzın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı develeri içerisindeki yabancı develeri kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insan- ları kovarım!” demesi üzerine yanındakiler: "Ey Allah'ın Resulü! (sen o gün) bizi tanıyacak mısınız?" dediklerinde: "Evet" buyurdu”42.
Hadiste bahsedilen “tanıma”nın ruhun tanıması olduğunu anlamamıza rağmen, bu tanımanın beden vasıtasıyla mı olacağını bilemiyoruz. Ancak ahirette insanların bir birlerini tanıyacaklarına dair âyet ve hadislerdeki bilgi- ler ile Platon’un vermiş olduğu bilgiler arasında da mahiyet olarak bir ben- zerlik bulunduğunu söyleyebiliriz.
6- Ahiretteki İşkencelerin Süresi
Platon’un belirttiği, “İşkencelerin bin yıl sürmesi”43 ifadesi, Kur’an’ın “… miktarı ellibin yıl süren bir günde yükselirler.”44 âyetlerinde belirtilen ifadelerin yorumları ile benzerlik arzetmektedir.
Elmalılı M. Hamdi Yazır (1942)’ın yorumlarına göre; bu ellibin sene- lik gün, kıyamet ve ahiretin süresi değil, Cennet ve Cehennem’e girilmeden önce, durup bekleme süresidir. İnkarcılar, hesabı görülüp Cehennem’e gön- derilinceye kadar, nice ellibin senelik duraklarda böyle ne sıkıntılar içinde bekleyecektir45.
Hadislerde de buna benzer ifadelere rastlanmaktadır. Meselâ bir hadis- te; "Bana bildirildi ki, Cehennemliklerin Mâlik'e yalvarmaları ile Mâlik'in onlara vereceği cevap arasında bin yıllık zaman geçecektir.”46 Yani bu süre zarfında cehennemlikler ceza çekmeye devam edeceklerdir.
Ancak bu senelerin dünya senesi mi yoksa başka bir sene mi olduğu hakkında farklı görüşler bulunmaktadır47.
Gerek Platon’un bahsettiği, gerekse âyet ve hadislerde geçen zaman di- liminin, sayı olarak değil de sürenin uzunluğu olarak kabul edilmesi gerekti- ği kanaatindeyiz. Bu durumda her iki bilgi arasındaki benzerlik daha da arta- caktır.
41 Abese/80, 34-36.
42 Müslim, Taharet, 37, nr.247.
43 Platon, Devlet, 615a.
44 Mearic/70, 1-4.
45 Elmalı, VIII, s. 85-86.
46 Tirmizi, Cehennem, 5, nr. 2589.
47 Geniş bilgi için bkz: Elmalı, VIII, s. 86.
7- İyi Amellerin Karşılığının Artırılması
Platon’un, “İyilik edenlerin amellerinin karşılıklarının artması”48 sözü, hadislerdeki ifadelere benzemektedir. Meselâ, kutsî bir hadiste Allah; "Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katını veya daha fazlasını veririm…"49 buyurmaktadır. Görüldüğü gibi İslâm inancında da, iyi işler yapan kimsele- rin mükafaatı, yaptığı işin karşılığı kadar verilebildiği gibi daha da artırabilir.
8- Bazı Günâhların Cezalarının Daha Ağır Olması
Hikâyedeki, “Tanrılara, ana babaya saygı veya saygısızlığın, adam öl- dürmenin karşılığının daha ağır olması”50 ifadesinden, bazı günâhların, İslâm inancındaki “büyük günâhlar” (kebâir) ile aynı olduğunu anlamakta- yız. Bu günâhların neler olduğu ise, âyet ve hadislerde açıkça belirtilmiştir.
Şu âyetlere dikkatlice baktığımız zaman, hangi günâhların daha ağır ceza gerektireceğini görebiliriz: “Doğrusu Allah kendisine şirk koşanları bağışlamaz”51. “Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, Ana babaya iyilik yapın. Yoksulluk yüzünden çocuklarınızı öldürmeyin… Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın”52 “Kim bir mü'mini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı Cehennem’dir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azap hazırlamıştır"53 “Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yal- varmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..."54. Bu âyet- lerdeki günâhlar ile Platon’un bahsettiği ağır suçlar arasında bir paralellik bulunmaktadır.
Aynı şekilde hadislerde de benzer ifadelerle karşılaşmaktayız: Meselâ, Hz Peygamber’e bir adam, büyük günâhlar hakkında bir soru sormuş ve peygamberimiz de şu cevabı vermiştir: "Büyük günâhlar dokuz tanedir: Al- lah’a ortak koşmak (şirk), sihir yapmak, insan öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık etmek, kıbleniz olan Beytu'l-Haram (da günâh işlemeyi) sağlığınız ve ölümünüzde helal addetmek."55
Âyet ve hadislerdeki büyük günâhlar ile Platon’un bahsettiği ağır suç- lardan ortak olanları, öncelik sırasına göre şunlardır: Tanrı’ya karşı gelmek veya ortak koşmak, ana ve babaya saygısızlık etmek, adam öldürmek. Bu üç günâh hem İslâm hem de Platon tarafından kabul edilen ilk üç büyük günâh- tır. Ancak İslâm, bunların sayısını daha da çoğaltmaktadır.
48 Platon, Devlet, 615b.
49 Müslim, Zikr, 22, nr. 2687.
50 Platon, Devlet, 615c.
51 Nisa/4, 116.
52 En’am/6, 151
53 Nisa, 93
54 Furkan 68
55 Ebu Davud, Vesaya, 10, nr. 2875; Nesai, Tahrim, 3, nr. 7, 89.
9- Ruhların Kabir Başında Yedi Gün Beklemesi
Hikâyede anlatıldığına göre, kişi öldükten sonra ruhu öbür dünyaya gi- der ve orada güzel bir yere varıp, diğer ruhlar ile birlikte beklemeye başlar. İşte burada bulunan ruhlardan, “Her küme çayırda yedi gün kaldıktan sonra çadırlarını kaldırıp, sekizinci gün yola”56 çıkar ve başka bir yere varırlarmış.
Platon’un vermiş olduğu bu bilgi, “Ölüler mezara konduktan sonra ruhlar, yedi gün kabir uçlarında beklerler.”57 anlamındaki bir hadiste verilen bilgilerle neredeyse tıpa tıp benzerlik göstermektedir.
10- Zebânîler
Hikâyedeki, “Ateş bedenli korkunç adamlar”58 ifadesi, İslâm’daki Ze- bânîler olarak değerlendirilebilir. Zira Kur’an’daki; “Biz de Zebânîleri çağı- racağız”59 âyeti ve bu âyetteki Zebânîlerin yorumu, Platon’un sözleri ile benzerlik göstermektedir.
İslâm inancındaki Zebânî veya Zebânîye terimleri, azap meleklerine verilen isim olup, zibniyye veya zibnî kelimesinin çoğuludur. Bu kelimeler ise, itme mânâsına gelen zebne kelimesinden türetilmiştir. Âyette, Zebânî- ler’in çağırılmaları, bunların günâhkârları perçemlerinden çekerek Cehen- nem'e sürükleyen varlıklar olarak da yorumlanmaktadır60.
“Biz o ateşin muhafızları (ashâbu’n-nâr)’nı melekler yaptık...”61 anla- mındaki bu âyet ise, Platon’un ifadeleri ile daha çok benzerlik göstermekte- dir. Bu âyette bahsedilen Cehennem ashabı (ashâbu’n-nâr)’nı, sonsuza kadar o ateşin içinde kalıp yanacak olanlar mânâsında değil, Cehennem’i koruya- cak olan bekçiler mânâsında anlamak gerekir. Çünkü bu melekler, kendileri- ne "Cehennem bekçileri" denilen ve Tahrim Sûresi’nde "Onun başında öyle melekler vardır ki iri mi iri, çetin mi çetin.. Allah kendilerine ne emrettiyse isyan etmezler ve kendilerine ne emredilmişse onu yaparlar."62 diye nitele- nen Zebânîler olup, başkanları ise Mâlik adında bir melektir63.
Zebânîler hakkında hadislerde de benzer ifadelere rastlamak mümkün-
dür64.
11- Azap Şekilleri
Hikâyedeki, “Ellerine, ayaklarına, boyunlarına zincir vurulması”65
ifadesi, şu âyette belirtilen ifadelere uymaktadır: “Çünkü biz inanmayanlar
56 Platon, Devlet, 616b.
57 İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, çev. Şaban Haklı, İstanbul, 2003, 140.
58 Platon, Devlet, 615e.
59 Alak/96, 18.
60 Elmalı, VIII, s. 557.
61 Müddesir/74, 31
62 Tahrim, 66/6
63 Elmalı, VIII, 164- 166.
64 Geniş bilgi için bkz: Tirmizi, Cehennem, 5, nr. 2589.
65 Platon, Devlet, 615e.
için zincirler, demir halkalar ve bir de Cehennem hazırladık”66. Bir başka ayetteki; "Sonra Cehennem’e atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunlu- ğunda bir zincire sarın!"67 ifadesi de bu görüşü desteklemektedir.
Ancak tefsircilerin bir kısmı bu âyeti şöyle yorumlamaktadırlar: Âyette bahsedilen bu zincirden maksat, dünyadaki ömürdür. Günler veya ayların, bu zincirin birer halkası ve her senesinin de ömrün bir birimi olması itibarıyla, bu zincirin uzunluğu, uzunluk ölçüsü olan arşın ile ifade edilmiştir. Buna göre, bir kişinin yetmiş arşın boya sahip olması, gerçekte onun yetmiş yaşın- da olması demektir. Âyette “yetmiş” kelimesinin kullanılması, yetmişin dı- şındaki sayıları sözün dışında bırakmak olarak anlaşılamaz. Ancak yetmiş sayısını, insanların ortalama ömrü olarak kabul etmek gerekir68.
Hadislerde de benzer ifadelere rastlanmaktadır. Meselâ bir hadiste Hz. Peygamber: "Zincirlere bağlı olarak Cennet’e sevk edilen bir zümrenin hali- ne Rabbimiz taaccüp (hayret) etti"69. buyurmaktadır. Onun bu sözleri, Pla- ton’un açıklamaları ile benzeşmektedir.
Yine Platon’un, “…derilerini yüzüp yolun kıyısına çektiler ve hepsini dikenli çalılıklar üzerine uzattılar. Bu arada gelen geçene, bu adamlara hangi günâhları için böyle yaptıklarını anlattılar. Sonra hepsini götürüp Tartaros’un dibine attılar.70 sözünü de birkaç şekilde değerlendirmek gere- kir.
Bunlardan, Platon’un bahsettiği “diken” meselesi, hadislerde anlatılan- lara benzemektedir. Hz. Peygamberin bildirdiğine göre; "Kıyamet günü in- sanlar, yayalar; binekliler ve yüzü üstü sürünenler sınıfı olmak üzere üç grup olarak tekrar diriltilirler. Onları ayakları üzerine yürüten Zat-ı Zülce- lal, yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir. Ancak bilesiniz, bu yüzleri üstü yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her dikene karşı kendilerini yüzleriyle korumaya çalışırlar."71
Başka bir hadiste ise; “Cehennemde, deve dikeninin dikenleri gibi kan- calar var. Deve dikeninin dikenlerini gördünüz mü?" diye sordu. Ashab: "Evet!" deyince Hz Peygamber devam etti: "İşte o kancalar, tıpkı deve dike- ninin dikenleri gibidir”72. denilmektedir. Bu ifadeler de Platon’un ifadeleri ile mâhiyet olarak benzerlikler arzetmektedir.
Bir diğeri de derilerin yüzülmesi meselesidir. Bu hususta da Platon’un sözleri ile hadisler arasında bir benzerlik göze çarpmaktadır. Bu benzerliği Hz. Peygamber’in; “Doğrusu günâhkârların yiyeceği zakkum ağacıdır. Tıpkı
66 İnsan/76, 3.
67 Hakka/69, 31-32.
68 Elmalı, VIII, 68-69.
69 Buhari, Cihad, 144; Ebu Davud, Cihad, 124, nr. 2677.
70 Platon, Devlet, 616a.
71 Tirmizi, Tefsir, Beni İsrail (İsra), nr. 3141.
72 Buhari, Rikak, 52; Ezan, 129; Tevhid, 24; Müslim, İman, 299, nr. 182; Tirmizi, Cennet,
20, nr. 2560.
erimiş madenler gibi karınlarında kaynar. Bir başka yönden de kaynar su- yun kaynaması gibidir”73 âyetinin açıklamasında görmekteyiz. Hz. Peygam- ber âyette geçen erimiş maden (mühl) tabirini şöyle açıklamıştır: "Bu (mühl) sıvı yağın dibine çöken tortu gibidir, adamın yüzüne yaklaştırılınca, yüzünün derisi derhal içine düşer."74
Bazı suçluların Tartaros’a atılması ifadesinden, Platon’a göre Cehen- nem’in kısım kısım olduğunu anlamaktayız. Benzer şekilde İslam inancında da Cehennem’in kısımları bulunmaktadır. Bunlardan en şiddetli azap çekilen yer ise “Cahîm” olarak adlandırılmaktadır. Diğer kısımlar ise Lezâ75, Hutame76, Saîr77, Sakar78 ve Haviye79’dir.
12- Sırat
Platon’un şu sözünden, onun Sırat köprüsüne benzer bir inanca sahip olduğunu anlamaktayız: “Lethe ırmağını mutlu geçer ruhumuzu kirletme- yiz”80.
Lehte Irmağı, Eski Yunan dinlerinde Cehennemde akan nehirlerden bi- ri olarak kabul edilmektedir81. Bu ırmağın üzerinden geçmek, İslâm’daki Sırat Köprüsü’nden geçmeğe benzemektedir.
Sırat ile ilgili detaylı bilgileri hadislerden öğrenmekteyiz. Bu hadisler- den bazıları şöyledir: “Cehennem’in üzerine sırat kurulur. Peygamberler arasında, ümmetiyle sırattan ilk geçen ben olurum.82. "Kim, hakkı sübut bu- luncaya kadar mazlumla birlikte olursa, ayakların kaydığı günde Allah onun ayağını Sıratta sabit kılar."83
Kur'an âyetleri ve özellikle de hadislerdeki bu ifadelerden, kıyamet gününde insanların hesaplarının görüldükten sonra Cehennem üzerinde kuru- lu olan bir köprü üzerinden geçecekleri anlaşılmaktadır. Müslüman ilim adamlarınca, kıldan ince ve kılıçtan keskin olarak tanımlanan ve Sırat ismi verilen bu köprü84 üzerinden inananlar selametle geçip Cennet’e ulaşırken;
73 Duhan/44, 43-46
74 Tirmizi, Sıfat-u Cehennem, 4, nr. 2584-2587; Tefsir, Sail (Mearic), nr. 3319.
75 Mearic/70, 15.
76 Hümeze/104, 4-7.
77 Furkan/25, 11.
78 Müddessir/74, 42.
79 Karia/101, 9.
80 Platon, Devlet, 621c.
81 http://www.zeugmaweb.com/zeugma/sozlukkl.htm
82 Buhari, Rikak, 52; Ezan, 129; Tevhid, 24; Müslim, İman, 299, nr. 182; Tirmizi, Cennet,
20, nr. 2560.
83 Ebu Davud, Edeb, 46, nr. 4893; Tirmizi, Hudud, 3, nr. 1426; Buhari, Mezalim, 3; Müs- lim, Birr, 58.
84 İmam-ı Gazalî, İhyau Ulumi’d-Dîn, IV, çev. Mehmed A. Müftüoğlu, İst. 1981, 1116.
kafir, münafık ve isyan ehli, geçmeyi başaramayacak ve Cehennem’e yuvar- lanacaktır.
13- Peygamberler
Platon’un peygamberlikle ilgili kesin bir görüşü bulunmamaktadır. Sa- dece Timaios adlı eserinde, peygamber soyundan bahsetmekte ve bunların da “hüküm yürütmek”le görevlendirildiğini belirtmektedir85. Er hikâyesinde ise Platon, peygamber olarak adlandırmasa da, insanları doğruluğa ulaştıra- cak kişilerden bahsetmekte ve şöyle demektedir: “Belki arayıp bir adamını buluruz da bize iyi ve kötü hayatları ayırt etme gücünü ve bilgisini kazandı- rır, o zaman belki bütün bu yolların hangilerini birleştirip hangilerini ayıra- rak, hayatta hangilerinin bize ne yararı olacağını hesaplayarak her yerde, her zaman mümkün olan en iyi hayatı seçebiliriz. Öyle bir adam bulursak öğrenelim ondan güzelliğin, fakirlik veya zenginlikle, şu veya bu yatkınlıkla, ne türlü birleşmesinden iyilik veya kötülük çıkacağını…”86
Bu ifadelerden, bahsedilen kişilerin peygamberler olduğunu anlayabili- riz. Çünkü peygamberler de benzer görevlerle görevlendirilmişlerdir. Allah, peygamberlere hükümlerini bildirmiş, peygamberler de bunları insanlara duyurmuştur. Bu durumda peygamberlerin görevleri, Allah'ın kendilerine bildirdiği emir ve yasakları duyurmaktan ibarettir. Nitekim Kur'an’da; "Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'- nun elçiliğini yapmamış olursun."87 buyrulmuş ve peygamberin görevi belir- lenmiştir.
Kur'an'a göre peygamberlerin aslî görevleri, topluma Allah'ın âyetlerini okumak, gönülleri ve kafaları kötülüklerden arındırmak, Kitab'ı ve hikmeti öğretmektir88. Başka bir âyette ise peygamberin görevleri ile ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır: “Ümmiler arasından, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O (Allah)’dur”89.
Görüldüğü gibi, her iki âyette de peygamberlerin görevleri, Kitap ve hikmetin öğretilmesi ve gönüllerin temizlenmesi olarak açıklanmaktadır.
14- Dünya Nimetlerinin Aldatıcılığı
Hikâyede, ruhların tekrar bu dünyaya geldiklerinde, dünya nimetleri ve kötülüklerden uzak durmalarının gerekliliğine değinilmekte ve şöyle denil- mektedir: “Hades’in ülkesine giderken bu inanç çelik gibi sert olmalı içimiz- de. Öyle olmalı ki orada para hırsı ve o cinsten kötülükler gözümüzü kamaş-
85 Eflatun, Timaios, çev. Erol Güney- Lütfi Ay, İstanbul, 1997, 103.
86 Platon, Devlet, 618c-d.
87 Maide/5, 67.
88 Bakara/2, 151
89 Cuma/62, 2
tırmasın zorbalık ve onlara benzer, onulmaz dertler, belalarla dolu hayatla- ra dört elle sarılmayalım”90.
Bu ibaredeki Hades üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Hades, Eski Yunanca’da; yer altı dünyası, ahiret ve Cehennem gibi anlamlarının yanında bir de kötülük veya ölüler diyarının tanrısı anlamına gelmektedir91. Ancak Platon’un bu ifadelerindeki Hades’in ülkesi, gerçek anlamında değil, mecazi olarak içinde bulunduğumuz bu dünya anlamında kullanılmış olmalıdır. Çünkü, insan para hırsı ile zorbalık ve buna benzer belaları ancak bu âlemde yapabilir. Öbür âlemde, yani ahirette ya da Hades denilen Cehennemde, böyle belalara sarılmak yerine, dünyada kazanılmış olan bu tür belaların cezası çekilmektedir. Bu sebeple Platon, bu dünyayı Hades ülkesi olarak görmektedir, diyebiliriz. Dolayısıyla bu dünyanın nimetlerine de fazla itibar etmemek gerekir.
Platon’un bu görüşü, “Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktiril- miş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık insanlar için bezenip süslendi.”92 âyeti ile paralellik arzetmektedir. Gerçi bu âyette, nimetlerin kendisi kötülenme- mekte ancak başka bir âyette bunlara aşırı düşkünlükten kaçınılması gerekti- ği belirtilmekte ve şöyle denilmektedir:“Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da, Ahireti bırakıyorsunuz”93. Bu ifade, dünya nimetlerinin aldatıcılığını göstermektedir.
15- Orta Yol Üzere Bulunma
Platon, aşırılıklardan kaçınmanın gerekliliğine inanmakta ve şöyle de- mektedir: “..orta hayatları seçelim daha çok; hem bu hayatta hem sonraki- lerde yukarı veya aşağı uçlardan kaçınalım; çünkü insanın mutluluğu buna bağlıdır.”94
Bu sözler, Bakara Sûresi’ndeki şu âyet ile benzerlik arzetmektedir. “Ve işte böyle, sizi doğru bir caddeye çıkarıp ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şahitleri olasınız.”95
Bu âyette belirtilen ifadeler ile Platon’un ifadeleri, insanların dünyada aşırılıktan kaçınmaları ve her işte orta yolu takip etmeleri gerektiğini belirt- mektedir. Bu sözler aynı zamanda “Orta yolu tutun, güzele yakın olanı ara- yın”96, “Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın”97 hadisleri ile de benzerlik arzetmektedir.
90 Platon, Devlet, 619a.
91 http://www.zeugmaweb.com/zeugma/sozlukhj.htm
92 Âl-i İmran/3, 14
93 Kıyamet75, 20-21.
94 Platon, Devlet, 619a-b.
95 Bakara/2, 143
96 Buhari, İman, 16-29; Ezan, 81; Müslim, Salat, 283, nr. 782; Muvatta, Salatu'l-Leyl, 4, nr. 1, 118.
16- Herkesin Yaptığı İşlerden Kendisinin Sorumlu Olması
Platon, iyilik ya da kötülük yapmanın, kişilerin kendi elinde olduğunu ve özellikle kötülüğü yapanların başkalarını suçlamamaları gerektiğini be- lirtmektedir. Bu görüşünü de; “Başına aldığı dertten kendini suçlu bulacak yerde talihe, cinlere, perilere çatıyormuş”98 ve “Her iyiliği, her kötülüğü yapmak elindedir, o zaman hep bizi yukarılara götüren yolda yürürüz. …. Böylece hem kendimizle, hem de tanrılarla barış içinde yaşarız bununla da kalmaz, er geç doğruluğun karşılıklarını elde ederiz. Yarışlarda kazananlar nasıl dostlarından türlü armağanlar alırlarsa. Hem bu dünyada mutlu olu- ruz o zaman, hem de anlattığımız o bin yıllık yolculukta.”99 sözlerinden an- lamaktayız.
Bu görüş de İslâm’a uygundur. Çünkü Kur’an’daki; “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur”100 âyeti, herkesin işlediği amellerden kendisinin sorumlu olduğunu göstermektedir.
Ayrıca iyilik ve kötülük yapmanın insanın iradesinde olduğu fikri de İslâm inancı ile benzerlik göstermektedir. Çünkü Kur’an, “Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir”101 demek sûretiyle, hem iyilik yapanların hem de kötülük yapan- ların, bu eylemlerinden bizzat kendilerinin sorumlu olduklarını göstermekte- dir.
Yine Platon’un, Tanrının emirlerini yerine getirenlerin hem dünya hem de ahiret diyebileceğimiz bir âlemde mutlulk elde edeceklerine dair görüşle- rinin de İslâm’a uygun bir görüş olduğunu söyleyebiliriz.
Buraya kadar ele aldığımız konularda, Platon’un görüşleri ile İslâm inançları arasında mâhiyet olarak bir benzerlik bulunduğu gibi, bir çok yerde de hem mâhiyet hem de ifade benzerliği göze çarpmaktadır.
B- Er Hikâyesi’nde İslâm İnançları İle Çelişen Görüşler
Platon’un anlattığı bu öyküde bazı görüşler de vardır ki, bunlar İslâm inançları ile uyuşmamaktadır. Bu görüşleri de birkaç başlık altında toplamak gerekir.
1-Ölülerin Yakılması
Platon’un, İslâm inançlarına ters düşen görüşlerinin başında ölülerin yakılması102 gelmektedir. Ölülerin yakılması başta Hinduizm olmak üzere bir çok dinde bulunmaktadır. Ölülerin ruhunun başka bedene geçmesine inanan
97 Müslim, Birr, nr. 2574; Tirmizi, Tefsir, Nisa, nr. 3041.
98 Platon, Devlet, 619c.
99 Platon, Devlet, 621c
100 Necm/53, 39.
101 Zilzal/99, 7-8.
102 Platon, Devlet, 614b.
Hindular, ölen kişinin bedeninden bir an önce kurtulması için yakılması ge- rektiğine inanmaktadırlar103.
Hindulardaki ölü yakma adetinin, eskiçağlarda Anadolu'da da yaygın bir gelenek olduğu görülmektedir. Hititlerle ilgili uygarlık buluntuları ara- sında ölü küllerinin, ölü kemiklerinin saklandığı özel kaplar görülmektedir. Bundan, Hititlerin kimi ölüleri yaktığı ve kimi ölülerin ise yalnız etlerini yakıp kemiklerini sakladığı104 anlaşılmaktadır.
Halbuki ilahî dinlerde ve özellikle de İslâm Dini’nde ölülerin yakılma- sı diye bir inanç olmadığı gibi, böyle bir gelenek de bulunmamaktadır.
2- Ruh Göçü (Tenâsüh)
Platon’un İslâm’a ters düşen görüşlerinden bir diğeri de ruh göçü (te- nâsüh) inancıdır. Platon’un anlattıklarına göre bedenin ölmesinden sonra ahirete intikal eden ruhlar, burada bir müddet kaldıktan sonra tekrar dünyaya gelip başka bir bedene gireceklerdir. Bu inanca “tenâsüh” adı verilmektedir.
Sözlükte, bir şeyin diğerini takip ederek yok etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini alması gibi anlamlara gelen tenâsüh105, muhtelif dinlerde, ruhun ölümden sonra bir başka bedende tekrar dünyaya gelmesi inancıdır106.
Tenasüh inancı, Hinduizm'den doğmuş ve buradan Hint Adaları, Tibet, Çin, Kore, Japonya, ve eski Yunan'a yayılmıştır. Bu inanç, Hinduizm ile beraber, Budizm, Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya'nın eski dinlerin- de de görülür. Tenâsüh fikri ile ilgili tespit edilen en eski yazılı kaynak, Hin- duizmin kutsal metinleri olan Upanişad'lardır. Tenâsüh inancında manevi mükâfat ya da ceza, yaptığı kötülük veya iyiliklerin karşılığı olarak ruhun bir hayvan veya insan cesedine girerek alçalması ya da yükselmesidir107.
Tenâsüh inancına, eski Yunan filozoflarından bir çoğunun görüşlerinde de rastlanmaktadır. Bu filozofların başında Pythagoras (M.Ö. 500) ve Platon gelmektedir. Bu iki filozof, tenâsühü benimsemekle kalmamış, onu felsefî olarak da geliştirmiştir. Platon’a göre ruh, ayrı bir âlemden bedene indirilmiş bir cevherdir. Bedenin yok olmasıyla ya geldiği âleme tekrar dönecek ya da başka bir varlığa geçmek sûretiyle içinde bulunduğumuz âlemde varlığını sürdürecektir. Onun bu görüşü, şu sözlerinden daha net anlaşılmaktadır: “... kendisine bağışlanan zamanı iyi kullanan, bağlı olduğu gök cisminde yaşa- maya dönecek, orada bahtlı bir ömür sürecekti. Buna aykırı hareket eden de ikinci Doğuşunda kadın olarak doğacak, bu haliyle de kötü olmakta devam
103 Louis Renso, Hinduizm, çev. Maide Selen, İstanbul, 1993, 75-76.
104 Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul, 1983, s. 56.
105 Mevlüt Sarı, el-Mevârid, İstanbul, (trs.), 1508.
106 Geniş bilgi için bkz: Turan Koç, Ölümsüzlük Düşüncesi, İstanbul, 1991, 137-159.
107 Annamarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul, 1999, 322; Süleyman Hayri
Bolay, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, Ankara, 1990, 268-270.
ederse, kötülüğün çeşidine göre her yeni doğuşta, yaşayanın en çok benzedi-
ği hayvanın kalıbını alacaktı.”108.
Platon’un da kabul ettiği tenâsüh inancı İslâm inançları ile uyuşma- maktadır. Çünkü Kur’an’da tenâsühün batıl olduğuna kesin olarak delalet eden âyetler bulunmaktadır. Meselâ bu âyetlerden birisinde şöyle denilmek- tedir: “Rabbim beni dünyaya geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada iyi amel ve hareketlerde bulunayım. Hayır, aslâ. Onun söylediği bu söz şüphesiz boş laftan ibarettir. Önlerinde ise diriltilecekleri güne kadar, (dünyaya dön- dürülmelerine) bir engel vardır"109. Diğer bir ayette de aynı şekilde; “..Göreceksin ki zalimler, azabı görecekleri zaman; “geri dönmek için bir yol var mı?” diyecekler.”110 ifadesi yer almaktadır. Yine başka bir âyette de; insanın ilk ölümden başka bir ölüm tatmayacağı111 şeklinde ifadeler bulun- maktadır. Bu ifadeleri, ruhun bir bedene girip ayrıldıktan sonra bir başka beden veya bedenlere girmeyeceği şeklinde anlamaktayız.
Bu âyetlerden elde ettiğimiz bilgilere göre, tenâsüh inancı İslâm’a ay- kırı bir inançtır. Platon’un bu görüşü, büyük ihtimalle Hind dinlerinden alınmış olmalıdır. Bizi bu kanaate götüren sebep ise, bazı felsefe tarihçileri- nin, Yunanlıların aslen Hindistan’dan geldiği ve felsefenin de Hindistan kaynaklı olduğu şeklindeki iddialarıdır. Bu iddialara göre, Eski Yunanlılar, medeniyeti, milattan bin beş yüz sene kadar önce, Girit Medeniyeti’nden veya Hindistan’dan geldiği iddia edilen atalarından öğrenmişlerdir. Bu görü- şü savunanlardan Balcızâde Tahir Harimî’ye göre, Eski Yunanlılar, aslen Hindistanlı olup, İran-Mezopotamya-Anadolu veya Kafkaslar üzerinden aşarak Balkanlar yoluyla Adriyatik sahillerine ulaşan ve Arî bir ırk olan Pelaj kavmine mensupturlar. Bu kavim, M.Ö. 2000 yıllarında bu günkü Yu- nanistan dolaylarına gelmiş, ancak geldikleri bölgenin yerli halkı tarafından köleleştirilmişlerdir. İşte köleleşen bu millet, göç ederken beraberinde getir- miş olduğu medeniyeti, buranın yerli halkına öğretmiştir. Hatta, Pelaj kavmi ile Hintliler arasındaki irtibat kesintiye uğramayıp, tarihin bazı dönemlerin- de, Yunanlı ilim adamları, Hindistan’a giderek Hint bilimlerini öğrenmişler ve tekrar ülkelerine dönerken beraberlerinde çok sayıda kitap getirmişlerdir. Onların getirmiş olduğu bu kitaplar arasında, diğer ilimler gibi, felsefe kitap- ları da bulunmaktaydı112.
Ancak, tenâsüh inancının Eski Yunan’a Mısır’dan geldiği şeklinde gö- rüşler de bulunmaktadır113. Bu iddiaların gerçekliği elbette ki tartışılabilir.
108 Eflatun, Timaios, 49.
109 Mü'minûn,/23, 99- 100.
110 Şûrâ/42, 44.
111 Duhan/, 56.
112 Balcızade Tahir Harimi, Tarih-i Medeniyette Kütüphaneler, Balıkesir, 1931, 60-65,
205-207; Pierre Theil, Dünyamızı Kuranlar, çev. Samih Tiryakioğlu, İstanbul, 1979, 57,
61.
113 Bolay, 269.
Ancak tenâsüh inancının kökeni ve Platon’un felsefesinde nasıl yer aldığı
konusunda bir fikir vermesi açısından önemlidir diyebiliriz.
Platon’daki tenâsüh inancının özellikle Aristoteles ile Farabî ve İbn Si- na gibi İslâm filozofları tarafından da tenkit edildiğini görmekteyiz. Meselâ, Aristoteles tenâsühü reddederken, özellikle Pythagorascıların ruh ile beden arasında bir münasebet kurmamaları ve ruhun bedensiz olarak ayrı bir varlık olduğu üzerinde durmuştur114. Farabî ise, tenâsühün aklen de caiz olmadığını söyleyerek şöyle demektedir: “Nefsin, bedenden önce mevcut olması, sıra ile muhtelif bedenlerde bulunması ve bir bedende iki nefis olması caiz değil- dir.”115 İbn Sina’nın tenkidi Aristoteles’in tenkidine benzemektedir. İbn Sina da tenâsühün geçersizliğini Aristoteles’inkine benzer şekilde eleştirmiş ve reddetmiştir116.
3-Cezaların Katlanarak Artması
Platon, işlenen suçların karşılığının on kat olarak verileceğini bildir- mektedir117 ki, bu görüş, İslâm inancıyla bağdaşmamaktadır.
İslâm’da ise, günâhların sadece belli bir karşılığı vardır. Allah adalet sahibi olduğu için, hiç kimseye hak ettiği cezadan fazlasını vermeyecektir. Çünkü Hz. Peygamberin ifade ettiği şu kutsî hadis, buna delil teşkil etmekte- dir: “Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katını veya daha fazlasını veri- rim. Kim de bir günâh işlerse bunun cezasını ya misli kadar veririm ya da affederim..."118
Görüldüğü gibi Allah, sevapların karşılığını istediği kadar artırdığını söylemesine rağmen, cezaların karşılığını en fazla misli ile vereceğini be- lirtmektedir. Bu inanç ise Platon’un, cezaların on kat artırılacağı şeklindeki görüşüne uymamaktadır.
III. Er Hikâyesinden Çıkarılacak Felsefî Görüşler
Armeios oğlu Er hikâyesi aynı zamanda bir takım felsefî görüşler de içermektedir. Bu görüşler özellikle nefs ile ilgili konularda yoğunlaşmakta- dır. Bu bağlamda hikâyeden çıkarılacak felsefî görüşleri ve bu görüşlerin İslâm Felsefesi ile ilişkisini şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
1-Ruhun Ölümsüzlüğü:
Platon, Er hikâyesinde ruhun ölümsüz olduğunu; “Benimle inanırsanız ki ruhumuz ölümsüzdür.”119 demek suretiyle açıkça belirtmektedir.
114 Aristoteles, Ruh Üzerine, çev. Zeki Özcan, İstanbul, 200, 32-38 (I, 3, 407a-b).
115 Farabî, Devai-i Kalbiyye, (Farabî, haz. Hilmi Ziya Ülken- Kivamettin Burslav), Ankara, (trs.), 126.
116 İbn Sina’nın tenâsühü eleştirisi için bkz: Mehmet Bayrakdar, İslâm Felsefesine Giriş, Ankara, 1997, 207-208.
117 Platon, Devlet, 615b.
118 Müslim, Zikr, 22, nr. 2687.
119 Platon, Devlet, 621c.
Platon’daki bu görüş, hem İslâm inançları ile hem de İslâm filozofları- nın görüşleri ile benzerlik göstermektedir. Zira Kur'ân’da; "Allah yolunda öldürülenleri sakın `ölüler' sanmayın. Bilakis onlar Rablerinin katında diri- dirler.120 buyrularak, bedenin ölmesi ile ruhların ölmeyeceği belirtilmektedir.
Söz konusu ayeti Elmalılı Hamdi Yazır ruhların ölümsüzlüğüne delil olarak göstermekte ve şöyle yorumlamaktadır: “Bu ayette ruhların başlı başına var olan beden cevherinden başka bir cevheri bulunduğuna ve bunun öldükten sonra müdrik olarak kaldığına, yani ruhun ebediliği meselesine bir işaret vardır. Çoğu sahabe ve tabiîn hazretlerinin de görüşleri budur.”121
İslâm filozoflarının büyük çoğunluğu de ruhun ölümsüzlüğü görüşünü benimsemişlerdir. Meselâ, Farabî’ye göre; “ruh, bedenden ayrıldıktan sonra baki kalır. Ruh, bozulmayı kabul etmez ve bedenden ayrıldıktan sonra bile saadet veya şekavetten ibaret birtakım hallerle karşılaşır”122.
Ancak İslâm filozofları, bedenden ayrılan ruhun tekrar dünyaya gel- meyip, ebedi olarak ahirette kalacağını savunurken; Platon ruhun bir bedene girmek için tekrar dünyaya geleceği ve varlığını bu şekilde sonsuza kadar sürdüreceğini ileri sürmektedir.
2- Ruhanî Haşr
Hikâyeden anladığımıza göre ahiret hayatı tamamen ruhanî bir hayat- tır. Bu âlemde bedenlerin dirilmesinden hiçbir şekilde bahsedilmemektedir. Ahirette ceza veya ödül de tamamen ruhanî bir elem veya lezzet olarak kabul edilmektedir.
Platon’un savunduğu bu görüşün kaynakları, Platon’dan önceki çağlara kadar uzanmaktadır. Meselâ, M.Ö. 3400’lü yıllarda Eski Mısır’da hüküm sürmüş olan 5. Hanedanlık zamanından kalan bir metinde, ruhun göklere ve bedenin de toprağa döneceğine dair inançlar, ruhanî haşr olarak kabul edil- mektedir123.
Ahirette ruhanî bir haşrın olacağı şeklindeki görüş, İslâm Felsefesi’nde tartışmalı konuların başında gelmektedir. Bu konuyu meşhur eden de Gaza- lî’dir. Gazalî’ye göre İslâm filozofları (özellikle Farabî ve İbn Sina) haşrın sadece ruhanî olup, cismani olmadığını savunmuşlar ve bu görüşleri ile de İslâm inançlarının dışına çıkmışlardır124. Eğer Gazalî’nin iddia ettiği gibi İslâm filozofları sadece ruhanî haşrı ve buna bağlı olarak da, ceza ve mükâfaatın ruhanî oluşu gibi iddialarda bulunuyorlar ise, bu iddiaların, Pla-
120 Bakara/2, 154.
121 Yazır, I, 435.
122 Farabî, Devai-i Kalbiyye, 126.
123 İsmail Taşpınar, Duvarın Öteki Yüzü- Yahudi Kaynaklarına göre Yahudilikte Ahiret
İnancı, İst., 2003, 42.
124 Geniş bilgi için bkz: Gazalî, Filozofların Tutarsızlığı, çev. Bekir Sadak, İstanbul, 2002,
223- 241.
ton’un görüşlerine uyduğunu ve hatta Platon’dan etkilendiklerini söyleyebili- riz.
Ancak İslâm felsefesi hakkında yapılan araştırmalarda, özellikle Farabî ve İbn Sina’nın bu tür görüşlerinin bulunmadığı kanaati hakimdir. Meselâ Hayrani Altıntaş’a göre İbn Sina, bedenin ölümünden sonraki hayatın sadece ruhanî değil, ruh ile bedenin birlikte olacağı görüşündedir125.
Sonuç
Ana hatları ile yapmış olduğumuz bu karşılaştırma sonucunda, Pla- ton’un ahiret hayatına benzer bir hayata dair görüşleri ile İslâm’daki ahiret inancı arasında bir takım benzerliklerin bulunduğunu söyleyebiliriz. Pla- ton’un tarih bakımından İslam’dan önceki dönemlerde yaşamış olmasına rağmen, İslam’daki benzer inançların Platon’dan etkilendiğini söylemek elbetteki mümkün değildir. Çünkü İslam, ilahî olan bir din olması hasebiyle inançlarının da ilahî olması gerekir. Eğer bu din beşerî bir din olmuş olsaydı, belki böyle bir etkilenme akla gelebilirdi. Ancak İslam’ın ilahî kaynaklı bir din olması ve Hz. Muhammed’in bu dini tebliği ettiği dönemde yaşayan insanların Platon’u tanıdıklarına dair bilgimizin bulunmayışı böyle bir ihti- mali ortadan kaldırmaktadır. Gerçi İslam alimlerinden bazılarının, Hz. Pey- gamber’in Platon’u bildiği126 şeklinde iddiaları bulunsa da bunların iddiadan öte geçemeyeceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, İslam Dini’ndeki ahiret ile ilgili inançların Platon’dan etkilenmesi söz konusu değildir.
Bizim asıl üzerinde durduğumuz mesele, Platon’daki bu görüşlerin kaynağı problemidir. Şunu kabul etmek gerekir ki, Platon’un bildirdiği gö- rüşlerin, gerçekten Er adındaki bir savaşçının görmüş olduğu şeylerden mi kaynaklandığı yoksa ilahî bir kaynağa mı dayandığının tespiti oldukça zor- dur. Eğer bir ilahî kaynağa dayanmakta ise, bu kaynağın Hıristiyanlık ve İslâm gibi ilahî dinler olması mümkün değildir. Çünkü Platon, bu iki din ortaya çıkmadan önce yaşamıştır. Geriye Yahudilik veya bilmediğimiz bazı ilahî dinler kalmaktadır.
Bazı Yahudi filozofların iddialarına baktığımızda, Platon’un bu görüş- lerinde Yahudilik’ten etkilenmiş olabileceği akla gelmektedir. Çünkü birçok Yahudi filozof ve ilim adamı, Platon’un felsefesinin Yahudilik’ten esinlen-
125 Krş. Hayrani Altıntaş, İbn Sina Metafiziği, Ankara, 1992, 140 vd.
126 Osmanlı ilim adamlarından Nev’î Efendi Hz. Peygamberin Platon’u tanıdığı şeklinde hadislerin bulunduğundan bahsetmekte ve şöyle bir olay anlatmaktadır: “Ashab-ı Rasulullah’dan birisi İskenderiyye’ye sefer idüb avdet itdiklerinde Meclis-i Rasûlullah’da, gördüğü acâyibden suâl olunub didi ki: “Bir kavm gördüm, siyah pûşlar ki Eflâtûn’un zikrin iksar iderler.” Ba’zı Ashâb-ı Rasûl Eflâtun’a la’n itdiler. Rasûl (a.s.) la’nı nehy idüb eytdi: “Lâ, fe inne Eflâtûn kâne nebiyyen cehelehu kavmuhu”. Ya’ni, la’n itmen, tahkîk Eflatûn nebî idi, kavmi ânı bilmedilir”. Bkz: Nev’î Efendi, İlimlerin Özü/ Netâyic el-Fünûn, haz. Ömer Tolgay, İstanbul, 1995, 126-27. Ancak muteber hadis kay- naklarında böyle bir hadise rastlanmamıştır.
diğine dair iddialı görüşleri bulunmaktadır. Meselâ, İskenderiyeli Numenius’a göre, Platon’un görüşleri tamamen Tevrat’tan alınmadır. Bu sebeple de Platon, aslında Grekçe konuşan bir Musa’dır127. Yine Numenius, Platon’un “Kanunlar” adlı eserinin, Hz Musa’ya gönderilen On Emir (Evâmir-i Aşere)’den alındığını da iddia etmiştir. Yahudi filozoflardan Philon da, Yunan felsefesinin Tevrat ile özdeş olduğunu ileri sürmüştür. Philon’a göre, Yunan filozofları, düşüncelerini Yahudilik’in dinî belgelerin- den devşirmişlerdir. Bu itibarla Platon, Musa’nın bir öğrencisi durumunda- dır128. Ancak Philon’a göre Yunan filozofları, almış oldukları bu doğrulara kendi yanlış düşüncelerini de katarak aktarmışlardır129.
Yahudi filozofların yapmış oldukları bu iddialar, hiç bir zaman delilleri ile ortaya konulmadığı için, bir iddia olmaktan öteye geçememiştir. Ancak Antik Yunanlılar ile İsrailoğulları’nın irtibat halinde olduklarına dair İslam dünyasında da bazı görüşler bulunmaktadır. Mesela, Ebu’l-Hasen Muham- med b. Yusuf el-Âmirî (922)’nin iddiasına göre, Yunan filozoflarının fikrî silsilesi, İsrailoğulları peygamberlerine dayanmaktadır. Platon’un fikri silsi- lesi de, Sokrates (M.Ö. 399), Pythagoras ve Hz. Süleyman’ın öğrencileri vasıtasıyla Hz. Süleyman’a kadar uzanmaktadır. Hatta Platon, kendi döne- minde yaşayan İsrailoğulları peygamberleri ile görüşmüştür. Mesela, Platon zamanında Yunanistan’da bir veba salgını olur ve bunun sebebini araştırmak için bir grup insan İsrailoğullarının peygamberlerinden birine giderler. Bu peygamberler de, küp şeklinde bir sunak yaptırılması durumunda veba salgı- nının duracağını bildirirler. Ancak bu sunak yapıldığı halde veba durmaz. Bunun sebebini tekrar peygambere sorarlar. O da yapılması gereken sunağı tekrar tarif eder. Bunun üzerine insanlar Platon’a gelerek ondan yardım ister- ler. Platon da peygamberin tarif ettiği şekilde bir sunak yapar ve vebadan kurtulurlar130. Plato’un yapmış olduğu sunak ve bu sunağın şeklinin belir- lenmesi problemine “delos” adı verilmiştir131.
Amirî’nin vermiş olduğu bu bilgilerden, Antik Yunan filozofları ve özellikle de Platon’un İsrailoğulları ile irtibat halinde olduğunu anlamakta- yız. Bu sebeple de aralarında bir etkileşmenin söz konusu olabileceğini tah- min edebiliriz. Ancak Platon ve diğer filozofların İsrailoğulları peygamberle- rinden birisine inanıp inanmadığını bilemiyoruz. Fakat aralarındaki bu irtiba- tı göz önüne alarak, Platon’un bedinin ölümünden sonraki hayat ile ilgili bu
127 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul, 1985, 14.
128 Gökberk, 129-30.
129 Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çev. Şamil Öçal, İstanbul, 2003, 51.
130 Ebu’l-Hasen Muhammed b. Yusuf el-Âmirî, “Sonsuzluk Arzusu”, çev. Mahmut Kaya, (İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri), İstanbul, 2003, 205-206.
131 Delos problemi ile ilgili olarak bkz: Sevim Tekeli, “Takiyüddin’in Delos Problemi ile
İlgili Çalışmaları”, Araştırma (D.T.C.F. Felsefe Araştırmaları Dergisi), C. VI, Ankara,
1970, 1-23.
fikirlerinin, ilahî kaynaklı olabileceği ihtimali üzerinde de durulması gerek- tiğini düşünüyoruz.
Ancak günümüz Yahudi kutsal kitaplarındaki, ahiret ile ilgili bilgileri dikkate aldığımızda, Yahudilik’in de Platon’un görüşleri üzerinde etkili ola- bileceği kanaatinde değiliz. Çünkü Yahudilik’teki ahiret inancı, ilk kez M.Ö.
4-3. yüzyıllarda veya miladi ilk yüz yıllarda meydana getirilen Mişna ve onun bir yorumu olan Talmud metinlerinde geçmektedir132. Bu metinlerdeki ifadelerde de, Platon’un anlattığı kadar açık ve detaylı bilgiler bulunmamak- tadır.
Netice itibariyle şunu söylemek istiyoruz: Platon’un ölümden sonraki hayat ile ilgili bu görüşlerinin, ya bugün elde olmayan bazı ilahî dinlerden alınmış olabileceğini, ya da bu olayın gerçek bir olay olup, hiçbir dinden etkilenmediğini söylemek durumundayız. Bu ihtimallerden hangisi doğru olursa olsun, inkar edilemez bir gerçek vardır ki bu da, Platon’un verdiği bu bilgilerin, ilahî bir din olan İslâm inançlarıyla bazı hususlarda benzemesidir.
KAYNAKLAR
AHMED İBN HANBEL, Müsned, III.
ALTINTAŞ, Hayrani, İbn Sina Metafiziği, Ankara, 1992.
ÂMİRÎ, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Yusuf, Sonsuzluk Arzusu, çev. Mahmut Kaya (İslam
Filozoflarından Felsefe Metinleri), İstanbul, 2003. ARİSTOTELES, Ruh Üzerine, çev. Zeki Özcan, İstanbul, 200. AYDIN, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir, 1987.
BALCIZADE, Tahir Harimi, Tarih-i Medeniyette Kütüphaneler, Balıkesir, 1931. BAYRAKDAR, Mehmet, İslâm Felsefesine Giriş, Ankara, 1997.
BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, Ankara, 1990.
BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâ’îl, el- Câmiu’s- Sahîh. CAN, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul, (trs.).
CEVZİYYE, İbn Kayyım, Kitabu’r-Ruh, çev. Şaban Haklı, İstanbul, 2003, s. 140. EBU DAVUD, Süleyman b. Eş’as es-Sicistanî el- Esdî, es-Sünen.
EFLATUN, Timaios, çev. Erol Güney- Lütfi Ay, İstanbul, 1997.
FARABÎ, Devai-i Kalbiyye, (Farabî, haz. Hilmi Ziya Ülken- Kivamettin Burslav), Ankara, (trs.).
FARABÎ, Eflâtun ile Aristoteles’in Görüşlerinin Uzlaştırılması, çev. Mahmut Kaya (İslam
Filozoflarından Felsefe Metinleri), İst. 2003.
GAZALÎ, Filozofların Tutarsızlığı, çev. Bekir Sadak, İstanbul, 2002. GAZALÎ, İhyau Ulumi’d-Dîn, IV, çev. Mehmed A. Müftüoğlu, İst. 1981. GİLSON, Etienne, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çev. Şamil Öçal, İstanbul, 2003. GÖKBERK, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul, 1985.
HİREVİ, Muinüddin Muhammed Emin, Peygamberler Tarihi, çev. Muhammed b. Muham- med Efendi (Altıparmak), sad. A. Faruk Meyan, İstanbul, 1977. http://www.zeugmaweb.com/zeugma/sozlukab.htm01.12.2003.
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye/ Ölüm Ötesi Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İstanbul, 2001.
KOÇ, Turan, Ölümsüzlük Düşüncesi, İstanbul, 1991
Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, (haz. Komisyon), Medine, 1987. MÂLİK B. ENES, Muvatta.
132 Yahudilikteki Ahiret İnancı hakkında geniş bilgi için bkz: Taşpınar, 57 vd.
MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin b. Haccâc, el- Câmiu’s- Sahîh. NESAİ, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şu’ayb, es-Sünen.
NEV’Î EFENDİ, İlimlerin Özü/ Netâyic el-Fünûn, haz. Ömer Tolgay, İstanbul, 1995. PEZDEVÎ, Ehl-i Sünnet Akâidi, çev., Şerafettin Gölcük, İstanbul, 1980.
PLATON, Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu- M. Ali Cimcoz, İstanbul, 1988.
RENSO, Louis, Hinduizm, çev. Maide Selen, İstanbul, 1993.
SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul, 1983. SCHİMMEL, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul, 1999.
TAŞPINAR, İsmail, Duvarın Öteki Yüzü- Yahudi Kaynaklarına göre Yahudilikte Ahiret
İnancı, İstanbul, 2003.
TEKELİ, Sevim, “Takiyüddin’in Delos Problemi ile İlgili Çalışmaları”, Araştırma
(D.T.C.F. Felsefe Araştırmaları Dergisi), C. VI, Ankara, 1970.
THEİL, Pierre, Dünyamızı Kuranlar, çev. Samih Tiryakioğlu, İstanbul, 1979. TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ, el- Câmiu’s- Sahîh.
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, I-IX, Haz. Komisyon, İstanbul, (trs).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder