28 Temmuz 2015 Salı

Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler Hak şerleri hayr eyler Zannetme ki gayr eyler







Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler…
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen Hakka tevekkül kıl
Tefviz et ve rahat bul
Sabreyle ve râzı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Kalbin O'na berk eyle
Tedbirini terk eyle
Takdirini derk eyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hallâk-ı Rahim oldur
Rezzâk-ı Kerîm oldur
Fa'âl-i Hakîm oldur
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bil Kadi-i hacâtı
Kıl ana münâcâtı
Terk eyle murâdâtı
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bir işi murad etme
olduysa inad etme
Haktandir o reddetme
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hakkın olacak işler
Bostur gam-u tesvişler
Ol hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hep işleri fâiktır
Birbirine lâyıktır
Neylerse muvafıktır
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Dilden gamı dûr eyle
Rabbinla huzûr eyle
Tefvîz-i umûr eyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen adli zulüm sanma
Teslim ol evde yanma
Sabret sakın usanma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Deme şu niçin şöyle
Yerincedir o öyle
Bak sonuna sabreyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hiç kimseye hor bakma
İncitme gönül yakma
Sen nefsine yan çikma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Mü'min işi reng olmaz
Âkıl huyu ceng olmaz
Ârif dili teng olmaz
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hoş sabr-i cemîlimdir
Takdîr kefilimdir
Allah ki vekilimdir
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Her dilde anın adı
Her cânda anın yâdı
Her kuladır imdâdı
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Naçar kalacak yerde
Negâh açar ol perde
Dermân eder ol derde
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Her kuluna her ânda
Geh kahr u geh ihsânda
Her ânda o bir sânda
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Geh mu'tî u geh mânî
Geh dâr u geh nâfî
Geh hâfiz u geh râfî
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Geh abdin eder ârîf
Geh eymen u geh hâif
Her kalbi odur sârif
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Geh kalbini boş eyler
Geh hulkunu hoş eyler
Geh askina dûş eyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Geh sâde vü geh rengin
Geh tâbin eder sengin
Geh hürrem ü geh gamgin
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Az ye az uyu az iç
Ten mezbelesinden geç
Dil gülsenine gel göç
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bu nâs ile yorulma
Nefsinle dahî kalma
Kalbinden ırâg olma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Geçmisle geri kalma
Müstakbele hem dalma
Hâl ile dahî olma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Her dem anı zikreyle
Zirekliği koy şöyle
Hayrân-i Hak ol söyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Gel hayrete dal bir yol
Kendin unut anı bul
Koy gafleti hazır ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Her sözde nasîhat var
Her nesnede ziynet var
Her işte ganîmet var
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hep remz u işârettir
Hep gamz u beşârettir
Hep ayn-ı inâyettir
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Her söyleyeni dinle
Ol söyleteni anla
Hoş eyle kabul cânla
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bil elsine-i halki
Eklâm-i Hak eyle Hakki
ögren edeb-u hulku
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Vallâh güzel etmiş
Billâh güzel etmiş
Tallâh güzel etmiş
Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. (r.a.) - Marifetnâme

Kalbin alt yüzeyinin ortasında göz bebeği benzeri siyah bir yer vardır ve adı Süveyda'dır ki çok latif bir noktadır. Ruhun kaynağıdır ve tüm yüce ilhamlar buraya iner. Hayvani ve insani nefs de bu noktada bulunur…

Nokta-i Süveydâ -8
Gazâlî’ye Göre Nokta-i Süveydâ
Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu
Sayı : 348 - Şubat 2015

Kalbin, Nokta-i Süveydâ’sından öteye yani kalbin insanın hakikatine doğru, Allah’a açılan ruhun, latifelerde latifi bir mahiyet kazanması; seyr u sülûkta ruh, sır, hafi, ahfâ olarak tekâmüle ermesiyle sonuçlanır. Yani letâif tamamlanır.1 Letâifin başlangıç noktası ve zikrin ilk darb yeri olan2 kalbin Allah’a açılan nokta-i süveydasıyla ilgili olarak İmam-ı Gazâlî (ks) Hazretleri ne diyor şimdi bunu görelim.
Herşeyden önce Gazâli, İhyâ’sında kalbi, nitelikleri itibariyle bilen, tanıyan, algılayan, sorumlu ve yükümlü metafizik bir varlık olarak tanıtır. Bu latîfe, insanı diğer canlılardan ayırır.3 Bu latîfe hayvanlarda olmadığı için onlar akıl sahibi değildir ve bu yüzden teklif onlardan kalkmıştır.
  1. a) Gazâlî’ye göre kalbin iki kapısı vardır. Bu kapılardan birisi melekût âlemine açılır. Bu da gaybet açılan Levh-i Mahfûz ve Melekût âlemidir.4 Burada yeri gelmişken, selef ulemasının levh-i mahfûz’un gayb âlemine ait bir husus olup mahiyetinin bilinemeyeceği kanaatini taşıdıklarını ifade etmek gerekir.5 Ve bu âlem zaman-mekan ötesi olup soyuttur. Kalbin ikinci kapısı olan dış kapı ise bilgi üretmede önem arzeden duyularımıza açılır. Yani bu gözle gördüğümüz şehadet âlemine açılır.
Gazâlî, eserlerinde Nokta-i Süveydâ diye anlatageldiğimiz kalbin içe açılan yönüne “kapı”dan başka terminolojik bir isimlendirme yapmadan açıklamalarda bulunur. Bir bakıma Nokta-i Süveydâ, İmam-ı Gazâlî’de kısaca “iç kapı” olarak isimlendirilir. Bu da az önce anlattığımız gibi, insanın gayb ve melekût âlemine açılan kapısıdır. Bu durumda Gazalî kalbin gaybe ait yönüne yaptığı her çeşit açıklama, terminolojik olarak Nokta-i Süveydâ’yı anlatmaktadır.
Özetle ifade etmek gerekirse, Allah’a açılan kalbin bu iç kapısıyla insan, Levh-i Mahfûz’u müşahede eder.6 Yazımızın esas konusu olan nokta-i süveydâ’nın anlam açılımı, Gazalî’de işte budur. Kalbin dış kapısı da özetle maddi şehâdet alemine bağlı olarak çalışan beş duyuya yani duyma, görme, tatma, dokunma, koklama gibi duyulara açılır.7
  1. b) Kalbin bu iç kapısı yani nokta-i süveydâsı, Gazâlî’ye göre duyu organlarına yani göz vs.’ye muhtaç olmadan görür/müşahede eder, vasıtasız ve dolaysız olarak bilir. Yani zaman ve mekan kaydından âzâdedir. Bu durumda o, epistemolojik her çeşit kurgulama ve spekülasyonların ötesindedir. Bu da rüya ve (yakaza ve gaybet gibi) zaman-mekân ötesi acaip hallere, yakinî bilgiye ulaşmayı, olmuş ve olacak olan işler hakkında bilgi sahibi olmayı ifade eder.8 Bu durumda kalbin siyah noktasında; görmek, gören ve görülen ayrılığı yoktur. Tıpkı rüyada olduğu gibi…
  2. c) Gazâlî’ye göre, bu müşahede ve bilgiye ulaşması için kalbin, herşeyden önce manevî temizliği elde etmesi gerekir. Bu da, ruhun irtibat halinde olduğu bedenin isteklerinden/arzularından kurtulması ve ondan bağımsız hale gelmesiyle mümkündür. Tasavvufî seyr u sülük ile kalp gözünün çalışmasını engelleyen perdeleri kalkan/açılan kişiler, Gazalî’ye göre sadece metafizik değil, fizik âlemin bilgilerini bile doğrudan doğruya vasıtasız olarak elde edebilirler.9
Burada dikkatimizi çeken bir hususa işaret etmeden geçmek istemiyoruz. Bilindiği gibi kalb ve Ka’be ikisi de Allah evidir ve bu fizik Ka’be/Beytullah ile metafizik kalb evinin birbirine benzeyen bir yönü de şudur:
Kalbin dışa ve içe açılan kapısı gibi Kabe’nin de iki kapısı vardır. Kaynaklara göre Peygamberimiz (sav) zamanında Kâbe’nin iki kapısı vardı. Birisi bugünkü bildiğimiz 192 cm. yüksekliğindeki kapısıdır. Diğeri de onun tam karşısında idi. Bu ikinci kapı Emeviler zamanında Haccac tarafından kapatılmıştır.10 Bugünkü Kabe kapısı Hacer-i Esved’e yani siyah (başlangıç) noktasına komşuluk ederken, eskiden açık olan ikinci kapı Rükn-i Yemânî’ye komşuluk etmekteydi. Bu tesbit, şimdiki kapının nokta-i süveydaya iç kapıya irtibatını ve tekabül ettiğini, ikinci kapının da dış kapıya fuad’a tekabül ettiğini gösterir gibidir. Ayrıca Kâbe’nin içinde eskiden mahzen gibi bir çukur/kuyu vardı. Keşke Peygamberimiz (sav) zamanında olduğu gibi o ikinci kapı bugün de açık olsaydı. Maddi Kabe, bedenî ibadetimizin kıblesidir. İmanın, maneviyâtın kıblesi de nokta-i süveydadır, kalptir ve her iki Kabe de Allah ile doğrudan bağlantılıdır. Yani “Beytu’llah”…
Kalbin nokta-i süveydasını anlamak için şimdi de kalbin biraz da dış âleme açılan yönüne/kapısına bakalım.
  1. d) Elmalılı, Hümeze Sure­si’ni tefsir ederken kalbin dışa açılan yönüne tıpkı İbn Berrecân gibi “Fuad” adını verir.11
İşte dış kapı dediğimiz kalbin bu yönüne yani “Fuâd”ına İmam-ı Gazâlî özetle şu açıklamayı getirir:
Bu latîf olarak bildiğimiz kalbin “fuâd”ı, potansiyel manada bilme ve görme gücünü, kendi içinde gizler. Bu güç, aklı, alabildiği ölçüde nurlandırır ve insana, bilmek için yöneldiği eşyayı aydınlatır. İmam-ı Gazâlî Hazretleri’ne göre kalb bir nurdur ve insan bu nur sayesinde şüpheden kurtularak ilme’l-yakîni elde eder. İşte bu dışa ait bilgi, âlemden elde edilen bir delille dolaylı değil, Allah’tan kalbe dolaysız olarak gelen bir nurla içten elde edilir.12
Kalbin bilgi üretimiyle ilgili olarak Tolstoy’un tecrübeyle vardığı şu sonuç çok ilginçtir: “Akıl bana hiçbir şey öğretmedi, bildiğim herşey bana kalb vasıtasıyla bildirildi.”13
Gazâlî’nin anlattığı kalbimizdeki bu nurlanmanın, ilginç bir şekilde biyolojik olarak kalbimizde de olduğunu, ilginç bir şekilde modern fizyonomi-anatomi bilimi keşfetmiştir. Maddî kalbimizde de bu türden, ama farklı olarak anatomik manada lokalize bir ışık/nur kaynağı vardır ve buna Flüg Flack adı verilir.
Kalbdeki gözle görülemeyen ancak maddi manada mikroskobik bir nokta olan bu minyatür seviyedeki organcık, üst vena cava ile sağ autriumun bitiştiği yerde bulunur. Bu, kalbin maddi bedene bağlı olmaksızın ona hareket sağlayan ve adeta ambulansların alarm ışığı gibi ışık saçan bir organcıktır. Bu minik maddi organcığın ürettiği bu ışık, önce beyine ulaşır, oradan da maddi bedeni idare eder.14 Günümüz modern tıbbı, kalbden beyne ulaşan bu nur/ışık etkilemesini kısaca şöyle anlatır: Siyah nokta kalpte ilk defa atrio ventriküler düğümden vena cava’nın altından ortaya çıkıyor. Sonra tam kalbin ortasında (kulakçık ve karıncıkaların birleştiği yerde) ki sinoatriel düğüme geliyor. Oradan his demetleriyle kalbin tamamını uyarıyor. Bu uyarı aynı zamanda beyne gidiyor. Yani beynin uyarılması kalpten gelen bu etkiyle oluyor.15
Gazâlî’nin kalbi nur olarak tarif etmesi sadece modern tıp bilimi açısından değil, aynı zamanda Kur’ân’ı Kerîm’deki anlatımlara da uygundur. Gazâlî bu hususu şu ayetten hareketle dile getirir: “Allah kime doğru yolu göstermek isterse onun göğsünü şerh eder/açar.”16 Ayrıca bu hususta şu ayeti de nazara verebiliriz: “Allah kimin kalbini İslam’a açmışsa o Rabbinden bir nur üzere değil midir?”17
Gazâlî o dönemin fizyonomi ve anatomi bilgisinde böyle bir kalb-beyin arasındaki nur/ışık iletişiminden söz edilmemesine rağmen, ayetleri me’haz/kaynak alarak bilmenin merkezi olarak akıldan ziyade kalbi ileri sürmesi oldukça ilginçtir.
Bu noktada durup İmam-ı Gazâlî’nin 900 sene önce maddi kalpten gelen nurun beyni etkilediğinden bahsetmesi üzerinde epeyce tefekkür etmek gerekiyor. Aynı husus daha önceki makalelerimizde ele aldığımız gibi 18. yüzyılda Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından da ileri sürülmüştür.18
Ziya Paşa’nın Terkîb-i Bend’inde dediği gibi;
Sübhane men tahayyere fi sun‘ihi’l-ukul
Bu sanat harikaları karşısında akılları hayrete düşüren Allah (cc) her türlü noksanlıktan münezzehtir.”
  1. e) Bilindiği gibi kalbin kesrete açılan fuâd kısmı19 temaşa, habbetü’l-kalb ise ilahî aşk mahallidir. Noktâ-i Süveydâ ise gaybı müşâhede, ilm-i ledün ve ilahî sırların mahallidir20
Ve Gazâliye göre kalb yedi tavır olup kalb bunlardan birisidir ve bu yedi kalb tavrı bedenin yedi secde uzvuna benzer ve her bir tavır kendi üzerinde secde eder.21
Sonuç olarak ifade etmek isteriz ki; Gazalî’den başka alimler, kalbin içe açılan kısmına; Nokta-i Süveydâ, Beht-i Hacer, Nokta, Lubb vs. gibi isimler vermişse de Gazalî buna “iç kapı” adını vermiştir. Gazalî’ye göre, kalbin Allah’ı müşahedesi ve bilmesi için, kalbin nokta-i süveydâsını/iç kapısını ve dış kapısını kullanmak lazımdır. Bunun için de tasavvufî mânâda mutlaka tasfiye ve tezkiyeye ihtiyaç vardır. İnsanî kemâlât için buna olan ihtiyaç kaçınılmazdır.
Dipnotlar: 1) Ahmed Ziyâud­din Gümüşhanevî, Câmi’u’l-Usul, Beyrut 1998, c. I, ss. 63,208,215,217; Necdet Tosun, İmam Rabbânî Ahmed Sirhindî, İst. 2009, ss. 59-61; Muhammed Emin el-Kürdî, Tenvîru’l-Kulûb, Haleb 1411, ss. 72-74. 2) Osman Türer, “Letaif-i Hamse” DİA., c. 27, s. 143. 3) Gazâli, İhyâ, c.III, ss.3-5 4) Gazâlî, İhyâ, III, 21; el-Kıstâsü’l-Müstakîm, ss. 69-70. 5) İbn Kayyım el-Cevzîyye, Şifâü’l-Alîl, Kahire 1323, ss. 39-41; Şerhu’l-Akâidi’t-Tahâviyye, s. 159. 6) Bkz. Gazâlî, İhyâ, III, 21. 7) Bkz. Necip Taylan, Gazâli’nin Düşünce Sisteminin Temelleri, İstanbul 1989, ss.104-106. 8) Gazâlî, a.y. 9) Gazâlî, İhyâ, Kâhire 1302, IV, 357; Kimyâ-ı Sa‘âdet, Tahran trz., II, 993. 10) Ezraki, Ahbâru Mekke, c.I, s.64,120. 11) Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c.9, s.6094. 12) Gazâlî, el-Munkız Mine’d-Dalâl, s. 7. 13) Sadık Kılıç, İslâmda Sembolik Dil, İstanbul 1995, s.100 (Wahl, Tableau, s.35’ten naklen) 14) Bkz. Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, ss. 222-4. 15) Leman Birol, Nuran Akdemir, Tülin Bedük, İç Hastalıkları Hemşireliği, Geliştirilmiş 5. baskı, Ank. 1995, s. 244, (Kalbin İletim Sistemi); Fahriye Erdil, Nalan Özhan Elbaş, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği, 4. baskı, Ank. 2001, s. 301 (Kalbin İletim Sistemi). 16) En‘âm, 6/125. 17) Zümer, 22. 18) Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma’rifetname, ss.292-304. 19) “Fuâd” için bkz: Süleyman Uludağ, “Kalb”, DİA., c. 24. Ss.229-232. 20) Ebu’l-Bekâ, Külliyat, s.28; Necmu’d-din Dâye, Mirsâdü’l-ibad, s.110. 21) Gazâli, İhyâ, c.III, s.7.

Lümme-i Şeytaniye: Şeytanın insana vesvese ve kuruntu üflediği, kalpteki bir makamın adıdır. Şeytan fıtraten latif ve şeffaf olmasından dolayı, insanın kalbinde ve damarlarında rahatlıkla dolaşabilir.
Süveyda-ül Kalp: Kelime olarak; kalbin içindeki siyah nokta demektir. Kalbin süveydası, kafirler için kalpteki karanlık ve günahlı noktadır. Kalbe gelen bütün ilimleri manasız ve boşa çıkaran bu noktadır. Müminde kalbin ortasındaki idrak ve basiret noktasıdır, bu da kafirin aksine gelen bütün ilim ve manaları imana ve sevaba kalbeden bir makine gibi çalışıyor.
Göz için her taraf ışık olsa, gözün içindeki siyah tabaka olmadı mı nasıl görme olmuyor. Onun için bir adam kainatın bütün ilimlerini bilse ve anlasa, kalbindeki o basiret ve idrak nuru yoksa, hepsi boşa çıkıyor, imana dönüşmüyor.
Nokta-i Sevda: İnsanın kendi nefsini ve benliğini kainatın merkezine koymasıdır. Kainat bu nefis ve benlik etrafında dönüyor. Her şeyin mihenk ve ölçüsünü nefis ve benliği olarak görüyor. Bu noktayı ve bu bakış açısını kainatın mühendisi şeklinde hayal ediyor. İnsanın bu dehşetli noktası insanı dalalete sevk ediyor.
Demek insanın kainattan cüzi istifadesi tek başına kainatın kuruluş amacının altından kalkamaz. Bu sebeple kainatın hareket mihengi, Allah’a ve isimlerine bakıyor, insanın cüzi istifadesine bakmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder