İKİ SET ARASINDAKİ BÖLGE NERESİDİR
ZÜLKARNEYN'İN İKİ SET ARASINDA BİR BÖLGEYE GİTMESİ
2.7.3 Üçüncü Seferi ( İki Sed Arasına Yaptığı Sefer)
“ ثم اتيع سببا حتي اذا بلغ بين السدين وجد من دونهما قوما لا يكادون يفقهون قولا “
“...Sonra
bir yol daha tuttu. İki seddin arasına kadar ulaştı, onların sedlerin
önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu..."
(فاتبع سببا) “Sonra bir yol tuttu.”
Zülkarneyn, güneşin battığı ve doğduğu yerlere varmış, buralarda
(ulaşabildiği) kavimlere hakim olmuştur. Sonra tekrar bir sebebe binaen
yeni bir yol tutmuştur. Fakat, bu yol öncekiler gibi doğuya ve batıya
değil, kuzeye veya güneye olmuştur. Müfessirlerin ekserisine göre
kuzeye gitmiştir.[1]
[1] Emiroğlu, C.7, s.348; Ebu’s-Suûd, C.5, s.244; el-Âlûsî, s.37.
Bu iki dağın hangi dağlar olduğu ve dolayısıyla yapılan seddin hangisi olduğu noktasında farklı görüşler mevcuttur.Bazıları Ermenistan ile Azarbeycan arasında yer alan iki dağın arasındaki vadi olduğunu iddia ederken bazıları da, Kuzey doğu mıntıkası[4] veya Kuzeyin en uzak noktası[5] ya da Türk sınırının başladığı yer[6] gibi çeşitli alternatifler üretmişlerdir. Bu görüşleri yapılan seddi de kapsayacak şekilde daha ayrıntılı olarak incelemeye çalışalım:
ez-Zemahşerî, bu iki dağın kuzeydoğuda Türk topraklarının kesildiği yerde olduğu söylemiştir. Nesefi de mezkur iki dağın Zülkarneyn’in aralarını kapattığı dağlar olduğu, söz konusu bu yerin ise, Doğu taraflarında Türklerin topraklarının bittiği yer”[7] olduğunu teyit etmiştir. Ebu’s-Suûd’un[8] görüşü de bu yöndedir. Türk toprakları ile “Maveraünnehr” kast edilmiş ise, Zülkarneyn’in yaptığı sed ile, Çin seddine işaret edilmiş demektir.[9] Burası, Himalayalar'da bir bölge olabilir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de aynı bölgelere işaret etmiş ve Zülkarneyn'in "... Hind ve Çin'deki halka zulümlerini durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın, iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve barbar kavimlerin hücumlarının bir çoğuna[10] çok zaman mani olduğunu..." hatırlatmaktadır.
O halde, Zülkarneyn’in yaptığı sed olarak düşünülen Çin seddini kim, nerede ve niçin inşa etmiştir? Haritaya baktığımızda Çin seddinin, Sarı Deniz kıyısındaki Şanhaikuan’dan Kansu eyâletine kadar, doğu-batı doğrultusunda 1.900 km. boyunca uzanan dünyanın en uzun duvarı olduğu görülür. Dönemeçleriyle birlikte 2.400 km. yi bulur. M.Ö. 3. yüzyılda ülkeyi Hunların[11] saldırısından korumak amacıyla yapılmıştır. Kuşbakışı görünümü, toprağın üzerinde kıvrılarak yol alan upuzun bir yılanı andırır. Duvarın genişliği 3.5 metredir. Yüksekliği ise 4 ile 9 metre arasında değişir. Duvar taş, toprak ve tuğladan yapılmıştır. Duvarın bazı bölümleri ise dışarıdan hendeklerle çevrilidir. İnsanoğlunun gerçekleştirmiş olduğu en büyük yapılardan biridir.[12]
Bu durumda Zülkarneyn, seddini, Himalaya dağ silsilesin arasında yapmış demektir. Sed “Çin seddi” kabul edilirse, yardım edilen millet Çinliler, Ye’cûc ve Me’cûc ise Moğollar ile Tatarlardır. Tarihe göre, Pekin civarında denizden başlayarak Altay dağlarının altlarına doğru yüzlerce saatlik mesafede uzayıp giden Çin seddinin M.ö. 3.yüz yılda, 4. Çin sülalesi devrinde şimalden gelecek olan Moğol ve Tatarların tecavüzlerine karşı yapılmıştır. Bu sed dünyanın yedi harikasından biri sayılıyorsa da yapılışının üzerinden uzunca bir süre geçmeden yine saldırılarla aşılmış ve geçilmiştir.[13] Kullanılan malzemeye bakıldığında bu seddin sağlamlığı ve yapılış tarzının, Kur’ân’da zikrolunan vasıflara uygun olmadığı anlaşılmaktadır.[14] Ayrıca bu sed ile Kıyamete kadar hapsedilen bir toplumun varlığı söz konusu olmadığından, bahsi geçen seddin olamayacağı bir başka açıdan gözler önüne serilmektedir.
Çin seddini yapan Şhin Huvankti’dir. 264 yılında inşa edilmiştir. Ancak bu şahıs ile Zülkarneyn birbirlerine mutabık olmadıkları gibi, Çin seddi de 300 kilometre uzunluğu ile, iki dağ arasını tümleyen bir boğaz değildir. Ayrıca yapımında demir ve bakır kullanılmadığını[15] tekrar belirtmek gerekir.
“İki sed arasına vardığında” cümlesi Ermenistan ve Azerbaycan arasında bulunan iki dağ[16] olarak yorumlanmıştır.[17] Yine bu mânâya yakın anlamlar içeren görüş mahiyetinde iki dağın Türkistan’ın Ermenistan’a ve Azerbeycan’a nihayetlendiği yerde olduğu da söylenmiştir.[18] Bu “iki dağ” Hazar Denizi ile Karadeniz arasında uzanan dağ sıralarının bir bölümünde olup, Bu dağların ötesinde Ye’cûc ve Me’cûc bölgesi vardır.”[19]
Sed hususunda genel olarak verilen diğer bir isim “Demir kapı/Bâbü’l-Hadîd?Derbenttir.” Ancak bilinen bir çok demirkapı vardır. [20] Bu sebeple alimler Demirkapı’nın yerini tarif ederken esas aldıkları tarihi verilere göre farklı farklı yer tariflerinde bulunmuşlardır. Mesela, genel görüş, bu dağların Kafkas Dağları olduğu ve iki sed arasının bu dağlar arasında yer alan Demirkapı olduğu yönündedir. İbn Haldun[21] ile Ebû’l-Fedâi: Nûşirevân’ın burada bir sed yaptığını rivâyet etmişlerdir. Ebû Reyhân’da burasının, Mamure’nin (yerleşim bölgesi) kuzey batı yakınında olması gerektiğini söylemiştir.[22] Yine iki dağın Semerkant ile Hint bölgesi arasındaki dağlar olduğu, Ye’cûc ve Me’cûc’un ise Moğol ve Tatarlar olduğu zira onların Tibet ve Çin’e saldırdıkları iddia edilmiş ve yine sed Demirkapı[23] olarak yorumlanmıştır.
“Tirmiz şehri yakınlarında Bâbü’l-Hadîd ( Demirkapı) diye bilinen bir sed keşfedilmiş bulunuyor. Miladi beşinci asrın başlarında Alman bilgin Scheilt Berger, bunu kitabına kaydetmiş ve ondan söz etmiştir. Aynı şekilde İspanyol tarihçi Glafigo 1403 yılındaki seyahatinde de bundan söz ederek şöyle demektedir: “Babül Hadid” şehri Semerkant ile Hint arasındaki yol üzerindedir. Bunun Zülkarneyn’in yaptığı sed olması ihtimali de düşünülebilir.”[24]
Tevrat bilgilerini esas alan kanat ise Kuzeyin sonlarında iki yüksek dağ olduğudur. Yahudi alimlerinden bazıları “Ye’cûc Me’cûc kuzeyin son noktasındadır’ demişlerdir. Öyle ki orada onlardan başkaları yaşayamaz. Fakat Yahudi alimleri, onların kuzeydoğuda mı, yoksa kuzeybatıda mı olduklarını belirtmemişlerdir. [25] Hezekial (AS) kitabında bu dağa “Âhiri’l-Cibriyâ” denmiştir. Bu kelime ise ilk nazarda Sibirya ismini andırır. Bu yerin batı cihetinin sonunda Ural dağları, doğu tarafında ise Behrenk boğazı vardır. İki dağ arasının, İstanoy dağları ile Ural dağları demek olan Sibirya’nın kendisi midir? Yoksa doğuda Behrenk boğazına doğru Kamçatka dağları mıdır? Bunu tayin etmek zordur. Bunlardan başka doğuda Çin seddi, batıda Bâbü’l-ebvâb olarak bilindiğine göre bu iki seddin bunlar olması ihtimali daha yüksektir denilebilir. Buna göre iki sed arasından kasıt Türkistan’ olur.[26]
Bazıları da bu seddin Mağrib seddi olduğunu söylemişlerdir. Ancak Mağrib seddi olarak bilinen sedler, sulama gayesine matuf olarak inşa edilen sedlerdir. Yemen krallarından bazılarının “zü” ile lakaplandırılması, Zülkarneyn’in Yemenli olacağı fikrini zihne getirmiş, dolayısıyla oralarda bir sed arama faaliyetine girişilmiştir. Zira günümüze dek yapılan tarih ve arkeoloji araştırmaları, doğuda ve batıda askeri faaliyetleri olan ve Kur’ân’da zikredilen türden bir sed inşa etmiş, iman sahibi ve seferleri ile meşhur olmuş bir komutan maruf değildir.[27] Bu sebeple Ma`rib seddi çok akılcı bir yaklaşım değildir, zira yapımında da demir ve bakır kullanılmamıştır.[28]
Bazıları, yeryüzünde bilinmeyen yerler olduğunu, bütün kara ve deniz parçalarının detaylı bir şekilde tetkik edilmediğini yani her yerin görülmediğini, dolayısıyla, bu seddin şimdiye kadar bilinmeyen bir yerde olabileceğini söylemişlerdir.[29] el-Kâsımî, zaman içerisinde meydana gelen jeolojik değişimlerle buraların farklı yerlere dönüşmüş olabileceği ihtimalinden de bahsetmiştir.[30]
[1] Bişr, Yezîd’ten o da, Sa`îd’ten o da, Katâde’den iki sed ile iki dağın kastedildiğini söylemiştir. Yine, el-Hüseyn, Ebû Muaz’dan o da Ubeyd’ten o da Dahhâk’tan aynısını rivâyet etmiştir. Ayrıca el-Hasen b. Yahyâ, Abdurrezzâk’tan, o da Ma`mer’den o da Katâde’den iki dağın kastedildiğini rivâyet etmiştir. et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.16.
[2] Emiroğlu, C.7, s.349; el-Kâsımî, C.11, s.4102. et-Taberî, a.g.e, C.16, s.15.
[3] el-Âlûsî, C.16, s.37.
[4] Birûnî, s.36.
[5] İbn Hazm, el-Fasl, C.1, s.120.
[6] ez-Zemahşerî, C.2, s.498.
[7] Nesefi, Asıl adı Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmet b. Mahmud’tur. Hanefi fıkıh ve kelam âlimidir. Yirminin üzerinde eseri vardır. 1310 yılında vefât etmiştir. Bkz. Bedreddin Çetiner, “Nesefî”, Şâmil İslâm Ansiklopedisi C.5,s.87-88.
[8] Ebu’s-Suûd Efendi, Hicrî 896 (m.1490) yılında İstanbul’da doğmuştur. Fakih ve aynı zamanda müfessirdir. Tefsir ve fıkıh alanındaki eserleri meşhurdur. Hicrî 951 yılında vefât etmiştir. Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi II, C.2, s.293 vd.
[9] Emiroğlu, C.7 s. 349, Yazır, c.4, s.3286.
[10] O dönemlerde Büyük Hun İmparatorluğu mevcuttur. Kısaca tarihine bakacak olursak, M.Ö. 204 yılında Mete (Bagatır) tarafından kurmuştur. Kuzeyde Sibirya, Güneyde Tibet, Kişmir, Doğuda Büyük Okyanus, Batıda Hazar denizine kadar alanda yer almışlardır. M.Ö. 58 yılında da ise ikiye ayrılmıştır. M.Ö. 1116 yıllarına kadar geriye giden eski Türk devletlerine vakıf değiliz.
Bkz. http://www.ergenekon.8k.com/tarih.htm
[11] Çin kaynaklarının İ.Ö. IV. Yüzyıldan başlayarak”Şiongnu” adını verdikleri Türk boyudur. Ötügen çevresinde bulunan Hunların tarih sahnesine ne zaman çıktıkları tam olarak bilinmemektedir. Bir kısım tarihçiler. İ.Ö. XIII yüzyıla kadar götürmüşlerdir. Hunlarla ilgili ilk tarihsel belge ise M:Ö: 318 tarihli bir anlaşma metnidir. Daha sonra Çin toprakları üzerinde baskıyı artıran Hunlara karşı Çin imparatoru meşhur Çin seddini inşa ettirdi. Bkz. “Hunlar”, Büyük Larousse, C.11, s.5422; “Çin Seddi” , Meydan Larousse, C.3, İstanbul : Meydan Yayınevi, 1970, s.273.
[12] “Çin Seddi”,Temel Britannica, C.IV, 6.Baskı, İstanbu,l 1992, s.326-327.
[13] Lev Nikolayeviç Gumilev, Muhayyel Hükümdarlığın İzinde, Çev.. Ahsen Batur, Selenge Yay. İstanbul, 2002 s.45; “Çin Seddi”,Temel Britannica, C.4, 6.Baskı, İstanbul 1992, s.326-327.
[14] Emiroğlu, C.7, s.352. Me’cûc ile Moğol kelimesi arasında benzerlik kuran bazı müfessirler vardır. Böyle olsa bile Moğolların Türk olmadığı malumdur.
[15] Tabatabâî, C.13, s.382.
[16] el-Kurtubî, C.11, s.55. Atâ’ el-Horâsânî, İbn Abbâs’tan iki sedden kasıtın Azarbeycan ve Ermenistan dağları olduğunu rivâyet etmiştir. Ebû Ca`fer en-Nehhâs, C.4, s.293; Bu rivâyetin İbn Abbas’a rivâyetinin doğru olmadığını hata olduğunu söylemiştir. Fakat bu sözüne delil göstermemiştir. Bunu söyleyen kişi, Zülkarneyn seddinin bugün Demirkapı’da meşhur olan sed olduğu düşüncesindedir. Bu durum Ye’cûc ve Me’cûc’un Türk olmalarını gerektirir ki bu da tarihçilerin görüşüne ters düşmektedir. Çünkü bu seddi bazı tarihçilere göre Kisrâ Nuşirevân, bazılarına göre İsfandiyar yapmıştır. Âlûsî, C.16, s.37.
[17] er-Râzî, C.21, s.169-170; el-Beydâvî, C.3, s.522. (Bu görüşü Atâ el-Horâsânî, İbn Abbâs’tan rivâyet etmiştir. Bkz. el-Kurtubî, C.11, s.55; Ebu’s-Suûd, C.5, s.244.
[18] Kadı Beydâvî, C.3, s.522; Mehmet Vehbi Efendi, C.7, s.3170; el-Kurtubî, C.11, s.55; et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.16; el-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, C.5, s.189.
[19] Mevdûdî, C.3, s.195.
[20] Demir kapı, Araplar tarafından “Bâbü’l-hadîd”, farslar tarafından “derbend” şekillerinde aynı anlamda kullanılmış olup bunların hepsi siyasi ve tabii sınırlarda bulunan, sınır karakolu gibi kullanılan hisarları ve geçit bölgelerini ifade etmektedir. Aynı adla bilinen birkaç demirkapı vardır:
Orhun abidelerinde adı geçen demir kapı, muhtemelen Orta Asya’da Baysun dağ silsilesinde, 10-18 m. Genişliğinde ve 3 km. uzunluğunda olan, Buhara ve Semerkant’dan Belh’e giden ana yol üzerinde yer alan geçittir.
Bir başka demirkapı ise Taşkent bölgesinin (eski adı Şaş veya Çaç) kuzeyindedir.
Bir başkası ise derbend adıyla tanınan ve Ortaçağ’da Hazar denizinin en önemli limanı olan şehirdi. Ayrıca Kırım’da Gurzuf yaylasında 1540 m. Yükseklikteki bir dağın tepesinden geçen yolun en yüksek noktasında bulunan geçide de demirkapı adı verilmiştir. Bkz. Aliev Saleh Mehmedoğlu, “Demirkapı” TDV İslâm Ansiklopedisi C.9, s.153-154.
[21] İbn Haldun (808/1332), Tarih ve toplumla ilgili görüşleri sonraki yüz yıllarda daha çok ilgi çeken büyük bir Arap düşünürüdür. Asıl adı Veliyüddin Ebû Zeyd Abdurrahman’dır. İbn Haldun’un ün sağlayan çalışması, Tarih yapıtı “el-İber”e başlangıç olarak kaleme aldığı “Mukaddime (Giriş)” dir. Bu çalışmasında tarihi olaylara, toplum yapılarına bakış açısını anlatmıştır. Bkz. “İbn Haldun”, Temel Britannıca, Hürriyet: İst. 1991; C. 8, s.260-261
[22] Emiroğlu, C.7 s. 349, Yazır, c.4, s.3286,3290.
[23] M. Muhammed et-Tayr, “Zülkarneyn Yeftehu’l-Meşriga ve Yebnî Sedde Ye’cûc ve Me’cûc, Mecelletü’l-Ezher, C.57, sayı 9, Kahire, 1979, s.2045-2046.
[24] Kutub, C.16, s.2292.
[25] el-Âlûsî, s.37.
[26] Emiroğlu, C.7 s. 349, Yazır, c.4, s.3288, 3290.
[27] en-Nedvî, s.26-27.
[28] en-Nedvî, s.27.
[29] el-Âlûsî, C.16, s.37-38; Mehmet vehbi Efendi, C.8, s.3175.
[30] el-Kâsımî, C.11, s.4102-4103
İKİ SET ARASINDA YAŞAYAN KAVİM KİMDİR
2.7.3.2 İki Sed Arasında Yaşayan Kavim
“وجد من دونهماقومالا يكادون يفقهون قولا”
“Setin berisinde söz anlamayan bir kavme rastladı.”
Kıraatı: Hamza ve Kısâî bu fiili, “başkalarına bir şey anlatma kudreti olmayan” mânâsında, “ya”nın zammesi ile ve “kaf”ın kesrası ile “ يُفْقِهُون ” şeklinde okumuşlardır. Diğer kıraat imamları ise, fetha ile “يِِفقهون ” yani onlar ancak kendilerinin dilini bilirler, Zülkarneyn’in konuştuğu dili anlamazlar’ şeklinde okumuşlardır. Her iki kıraatte sahihtir.[1] Sa`îd b. Mansûr, Temîm b. Cüneym’in “لا يكادون يفقهون قولا ” şeklinde okuduğunu tahriç etmiştir. [2]
“دونهما” (Berilerinde) ile “ورائهما” onların “gerisinde” kastedildiği de söylenmiştir.[3]
“وجد” (Buldu) kelimesi burada “rastladı” anlamındadır. Yani “setin önünde bir kavme rastladı” demektir.[4]
“يفقهون ” Kavrama kelimesi üzerinde müfessirler ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmı, toplumun ilkelliğini kast ederek: “yani kendileri başka bir dil bilmedikleri gibi, başkalarının sözlerini anlayabilecek kabiliyette değillerdi. Ne kendileri başkalarının sözlerini anlar ne de başkaları onların sözlerini anlayabilirlerdi. İfadeleri dar ve basitti” demişlerdir.[5] Konuşmalarının ilkelliği, insanlardan uzaklıkları sebebiyle hemen hemen hiçbir sözü anlamıyorlardı. Veya, Ye’cûc ile Me’cûc, komşu toplumlardan ayrı olduklarından, kendilerinin dili ile çevrelerinde bulunan toplumların konuştukları dilin birbirinden farklı olması sebebiyle de olabilir.[6] O halde anlaşamamaları ya kendi dillerinin başka dillerden uzak olması veya zekalarının azlığı sebebiyledir. Zeka seviyeleri yüksek olmadığından sözün gelişinden, karinelerden veya işaretlerden bile anlam çıkaramıyorlardı.[7]
Bu âyette karşılıklı anlaşamayan toplumu, bazıları yardım isteyen toplum olarak düşünürken bazıları da Ye’cûc ve Me’cûc olarak düşünmüşlerdir. Yardım isteyen toplum olarak değerlendirildiğinde dil farkı problemi öne çıkmış, zorba toplum olarak nitelendirildiğinde ise, ifadeleri dar, basit, ilkel bir kavim olduklarından anlaşmaya yanaşmayan bir toplum olarak görülmüştür.
Doğrusu hangi toplum düşünülürse düşünülsün, dilsiz olacak kadar ilkel bir toplum akla pek yatkın değildir. Birinci anlam (yani: farklı dilleri oldukları) daha uygun gözükmektedir. Çünkü, Zülkarneyn'in yeni gittiği bölgede karşılaştığı topluluğun hemen hiçbir sözü kavramadıkları ifade edilmektedir. "Hiçbir söz" değil, "hemen hemen hiçbir söz" denmesi, bu topluluğun farklı ve alışılmışın dışında bir dil konuştuğuna işaret etmektedir. Ayrıca, ( كاد) “Olayazdı” fiilinin müspetinden menfi, menfisinden müspet mânâ anlaşılır. Buna göre ifade, onların hiçbir şey anlamadıklarını değil, güçlük ve zorlukla anlayabildiklerine delalet eder.[8] Mesela Bakara’da geçen “وما كادوا يفعلون” ayetinde olduğu gibi.[9]
Yardım isteyen kavmin söyledikleri şeyler anlaşılamıyor ise nasıl konuşmuşlardır, denilirse, onlarla mütercim yoluyla iletişim kurulmuştur denilebilir.[10] Zira “Kâde” fiili, neredeyse olanaksız gibi görünen bu işin üstesinden gelindiğini göstermektedir.[11] Ancak Zülkarneyn bu kavimle konuşabilmektedir. Bu durumda Zülkarneyn ya özel bilgisiyle bu farklı dili anlayıp konuşuyordur ya da yanında bulunan kişiler bu dili anlıyor olabilirler. Bu ayet bir bakıma, Zülkarneyn'in yanında bu konularda bilgili özel bir ekibi olduğunu da gösterir.
Ye’cûc ve Me’cûc’un Türkler olduğu[12] görüşüne alternatif olarak bunun tam aksini yani Ye’cûc ve Me’cûc’a karşı yardım gören toplumun Türkler olduğu da iddia edilmiştir. Mesela, Hasan Tahsin, Ye’cûc ve Me’cûc’e karşı yapılan seddin, Türklerin yardımı ile yapıldığını öne sürmüştür.[13] O, tefsirinde şöyle söylemiştir: “Eğer bu kavim müfessirlerin naklettikleri gibi Türkler ise, Zülkarneyn’e kuvvetle yardım eden mazide arzı fesattan kurtarmak için ettikleri hizmetin önemi bildirilmiş olduğu gibi, peygamberin gönderilmesinden sonra, İslam’a yapacakları hizmete de işaret edilmiş demektir. Şu halde Türklerin inkıraazı Ye’cûc ve Me’cûc seddinin yıkılması ve arzın nizamının fesadı demek olacaktır ki, kıyamet alametlerindendir.[14]
[1] er-Râzî, C.21, s.170; el-Kurtubî, , C.11, s.55; et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.16; el-Beğavî, C.3, s.180.
[2] es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, C.5, s.455.
[3] el-Kurtubî, C.11, s.55.
[4] el-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, C.5, s.190.
[5] Mevdûdî, C.3, s.195; Emiroğlu, C.7, s.350. Yani zeka seviyeleri düşüktü anlamındadır. Bkz. el-Beydâvî, C.3, s.522.
[6] Saîd Havvâ, C.6, s.3226; el-Beydâvî, C.3, s.522.
[7] el-Merâğî, C.16, s.18; Âlûsî, C.16, s.38.
Bir topluluk ne kadar ibtidâî olursa olsun hiç olmazsa işaretlerle, mimiklerle meram ve istekleri karşı tarafa ulaştırmaya çalışır. Hz. Âdem’den sonra belirli bir zamana erişmiş bir kavim tarih öncesi uzun devirler geçirerek belirli bir asra gelmiş bir topluluk az da olsa, ibtidâî de olsa konuşma hassasına sahip olması gerekir. Muk edz. Cevdet Gökalp, Çin Kaynaklarına Göre Shih-wei Kabileleri, Ankara: Sevinç Matbaası, 1973, s.92.
[8] er-Râzî, C.21, s.170.
[9] el-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, C.5, s.190.
[10] Mehmet Vehbi Efendi, C.8, s.3170; eş-Şevkânî, C.3, s.311; Ebu’l-Leys Semerkandî, C.2, s.312; el-Beğavî, C.3, s.180
[11] el-Beğavî, C.3, s.180; eş-Şevkânî, C.3, s.311; Ebu’l-Leys Semerkandî, C.2, s.312.
[12] el-Hazîn, C.3, s.211; er-Râzî, C.21, s.170; el-Beydâvî, C.3, s.522; Ebu’s-Suûd, C.5, s.244.
[13] Esbâb-ı Nüzûl, C.7, s.350.
[14] Emiroğlu, C.7, s.352-353. Emiroğlu, müfessirlerin “sözü kavrayamayan toplumun Türkler olduğu” görüşünden yola çıkarak, sözü kavrayamayan topluluğu “Ye’cûc ve Me’cûc” değil de “kendisine Zülkarneyn’in yardım ettiği toplum” olarak düşünmüş, kavilleri bu doğrultu da değerlendirmiştir. Muk. edz. Emiroğlu, C.7, s.352-353.
.
DESCRIPTION: The spread of Islam into Asia, bringing with it a diverse range of Muslim, Greek, and Latin intellectual traditions, resulted in a variety of maps that intermingled cultures, languages, and geography. Nowhere can this diversity be seen more vividly than in this late 18th century Indian world map. Although its creator is unknown, based on the exquisite vignettes covering the work it appears to have been made by a miniaturist. The map is typical of the style of painting found in the 18th century in Rajasthan in the west of India or in the Deccan plateau to the south, its linguistic diversity also points to these regions as its source: it features descriptions written in Arabic, Persian, and Hindi (in the Devanagari script).
This particularly beautiful and eclectic world map, probably dating from around 1770, is currently in the Museum für Islamische Kunst in Berlin. While obviously not produced during the early medieval period, it is also obviously very similar in design of the following medieval maps: Psalter #223, Hereford #226, Ebstorf #224, and ‘Umari #226.2. It is a large map, measuring 260 x 261 cm (8’6.25” x 8’6.75”), painted in tempera on cloth, and is richly illustrated with miniature depictions, largely - but not entirely - of scenes from the Iskandarnamah, a mythologized and widely disseminated account of the exploits of Alexander the Great, the origins of which date back at least to the middle of the fourth century. On stylistic grounds the painting is thought to originate from either the Indian Rajasthan or the Deccan; in both areas, schools of miniature painting were particularly well developed. A remarkable feature of the painting is the diversity of languages and scripts used for the map text. The descriptive geographical text is in Arabic; some names of countries and towns are in Persian; and in India the place-names are in both Arabic and Devanagari scripts. The use of the latter suggests that Hindu artists might have been employed by Moslem patrons in its production. Knowledge of Persian and the Arabic scripts was not uncommon among educated Hindus in 18th century India, whereas this did not hold for Muslims and the Devanagari script.
Although like many Arabic maps this one is oriented with South at the top, the depiction of the earth on this Berlin map is essentially Ptolemaic. Knowledge derived from the 15th century pilot Ibn Majid, whose no longer extant work Asra al-bahr [Secrets of the Sea] is cited on the map. (Whether such a work existed is problematic in that Ibn Majid’s known writings never mention the title in question.) Also included on the map is information from European contacts since the time of Vasco da Gama. Places noted in Europe (close to the right edge of the map) include France, Germany and Austria. The name Portugal appears near a red caravel, with an adjacent dinghy, both at anchor in the Indian Ocean, along with misplaced names of several Portuguese islands in the Atlantic Ocean. The largest number of place-names, however, approximately fifty in all, are in South Asia. Calcutta is named, and Amer [Amber] persists in place of Jaipur, which succeeded it as the Kachwaha Rajput capital in 1728, an apparent anachronism. Curiously, the island of Sri Lanka is depicted twice, possibly a throwback to the dual depiction of Tabrobane on some European reconstructions of Ptolemy’s world map (Book I, #119) as well as on Sadiq Isfahani’s (#204). Alternatively, the dual representation may be the result of copying from two different earlier maps, each depicting the island in a different place. There is also an abundance of Middle Eastern place-names.Constantinople is prominently shown by a large rectangle joined to the mainland by a narrow tongue of land. The city is in the shape of a domed kiosk. Mecca is indicated by the black stone of the Ka‘ab. In Africa, the Nile is the most prominent feature. It originates, as on so many Islamic maps, in several streams in the southerly Mountains of the Moon, on which the legendary palace of Alexander is perched, and swings far to the west to join the Mediterranean near Morocco. East (left) of India there appears Japan, shown as a vertical island in which are seated a group of dog-faced creatures; China, along the edge of the earth disk; and rectangles with the names of English and Dutch colonies.
In its depiction of elements from the Iskandarnamah, the Berlin map includes the Spring of Life, whose discovery is attributed to Moses, shown as a black rectangle at the bottom center; the place of Alexander’s meeting with those who sought his help against the people of Gog and Magog; the wall he built for that purpose, to the left of the foregoing; islands inhabited by ape-men; and as already noted, Alexander’s palace on the Mountains of the Moon.
It is interesting to speculate on who commissioned the painting of the Berlin map and why. The chief purpose of the map was very likely ornamental, but one should not rule out an additional didactic motive. No very similar map is known - though that described by Rehatsek has some corresponding features - but it seems likely that comparable productions will eventually come to light.
LOCATION: Museum für Islamische Kunst, Staatliche Museen Preussischer Kulturesitz, Berlin, Germany
REFERENCE:
*Harley, J. B., The History of Cartography, Vol. Two, Figure 17.4 and Plate 29.
*Brotton, J., Great Maps, pp. 176-179.
Eclectic world map, detail, India and adjacent areas. The vignette along the bottom edge shows Alexander directing construction of a wall to protect against the giants Gog and Magog. The large vertical island (upper left), within which one sees dog-faced people, is Japan.
An eclectic world map,tempera on cloth, oriented with South at the top, 1770,
260 x 261 cm (8’6.25” x 8’6.75”)
Museum für Islamische Kunst in Berlin
260 x 261 cm (8’6.25” x 8’6.75”)
Museum für Islamische Kunst in Berlin
Key to the following detail segments from J. Brotton’s book.
Mecca and the Kaaba.
Islam’s holy sites are shown in great detail. Most of the Arabian peninsula is taken up depicting Mecca and the surrounding mountains. At the very center is the “Kaaba”, lying at the heart of Al-Masjid Al-Haram, Islam’s holiest site. Its architecture is shown with some precision.
Islam’s holy sites are shown in great detail. Most of the Arabian peninsula is taken up depicting Mecca and the surrounding mountains. At the very center is the “Kaaba”, lying at the heart of Al-Masjid Al-Haram, Islam’s holiest site. Its architecture is shown with some precision.
Life on the Nile.
Along the Nile River everyday life combines with legend and myth: elephants roam and locals eat and farm, with the river’s source ends in the fictional Mountains of the Moon, on which Alexander’s legendary palace perches.
Along the Nile River everyday life combines with legend and myth: elephants roam and locals eat and farm, with the river’s source ends in the fictional Mountains of the Moon, on which Alexander’s legendary palace perches.
The Portuguese in India.
European influences can be discerned in the Indian Ocean, where a red caravel and dingy are anchored, identified as Portuguese by a nearby inscription.
European influences can be discerned in the Indian Ocean, where a red caravel and dingy are anchored, identified as Portuguese by a nearby inscription.
The Spring of Life.
The map’s most remarkable feature is the black, rectangular “Spring of Life” in the far north, near the pole. Muslim belief attributed its discovery to the Old Testament’s Moses, although its location here is strikingly reminiscent of the biblical Paradise found on medieval Christian mappae mundi.
The map’s most remarkable feature is the black, rectangular “Spring of Life” in the far north, near the pole. Muslim belief attributed its discovery to the Old Testament’s Moses, although its location here is strikingly reminiscent of the biblical Paradise found on medieval Christian mappae mundi.
Alexander’s Army.
In one of the more explicit depictions of the story of Alexander’s confrontation with the monstrous race of Gog and Magog, the map shows the emperor “with men who asked for his help against the people of Gog and Magog, and the wall built for their defense.”
In one of the more explicit depictions of the story of Alexander’s confrontation with the monstrous race of Gog and Magog, the map shows the emperor “with men who asked for his help against the people of Gog and Magog, and the wall built for their defense.”
India.
The map’s Indian origins give this area topographical detail (more than 50 place-names) although its shape still echoes Ptolemy’s beliefs. Surprisingly Sri Lanka is drawn twice, a remnant of age-old confusion over the mythical island named “Taprobana” in the Indian Ocean.
The map’s Indian origins give this area topographical detail (more than 50 place-names) although its shape still echoes Ptolemy’s beliefs. Surprisingly Sri Lanka is drawn twice, a remnant of age-old confusion over the mythical island named “Taprobana” in the Indian Ocean.
Iberia and Atlantic Islands.
The mapmaker’s confusion over European discoveries is obvious in the Atlantic. Islands discovered by Portugal are named but misplaced, while the tear-shaped land at the top right might even represent America.
The mapmaker’s confusion over European discoveries is obvious in the Atlantic. Islands discovered by Portugal are named but misplaced, while the tear-shaped land at the top right might even represent America.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder