7 Temmuz 2015 Salı

MAKEDONYALI İSKENDER

Resim 1. İskender’in, (Zeus Amon’un boynuzlu tacıyla) portresi olan gümüş sikke.[1]Resim 1. İskender’in, (Zeus Amon’un boynuzlu tacıyla) portresi olan gümüş sikke.[1]



2.3.1  Makedonyalı Büyük İskender2.3.1.1  HayatıM.Ö. 356 yılında Makedonya’nın,[1] Pella kasabasında doğmuştur.[2] Asıl adı Alexandros olan İskender, kral II. Philippos ile Epiros prensesi (İlliryalı)Olympias’ın oğludur.[3] Bilim ve sanata karşı düşkünlüğü ile bilinen İskender, bilhassa askeri alanda olağan üstü deha sahibidir. İyi bir eğitim görmüştür, hatta ünlü bilgin Aristotales onun öğretmenidir. Babası suikast sonucu öldürüldüğünde 336 yılında tahta geçmiştir.[4]
Babasının öldürülmesinden sonra, ilk iş olarak şehirler halinde[5] olan Rum krallıklarını emri altında bir araya toplamıştır. Bir Rum birliğini kısmen sağladıktan sonra da Batı’ya doğru yönelmiştir.[6] 334 yılında, düzenlemiş olduğu asya seferine; mimar, mühendis, tarihçi ve ilim adamlarından oluşan danışmanlar grubunu da birlikte götürmüş ve bir yıl içerisinde Anadolu’yu ele geçirmiştir.[7]
Anadoluyu ele geçiren İskender artık, Pers İmparatorluğuna yönelmiş ve askeri dehasıyla Pers ordusunu yenmiştir. Pers kralı komutan III. Dâra, Bâbil’e kaçmak suretiyle canını zor kurtarmıştır. Galibiyete doymayan İskender, 332 yılında Perslerin elindeki Mısır’ı da ele geçirmiştir.[8]
Sınırları Kızıl Denize dayandıran İskender, Mısır’da “İskenderiye” şehrini yapmış ve ona kendi adını vermiştir.[9]  Mısır’ın zaptı İskender için önemli olmuştur. Çünkü bununla Perslerin son deniz üssü Makedonyalıların eline geçmiş ve bu verimli ülkenin ürünlerini Yunanistan’a göndermek suretiyle burasının tarafsız kalmasını sağlayabilmiştir. Uzun zamandan beri Pers egemenliği altında bulunan Firavunlar ülkesi hiçbir mukavemet göstermeksizin İskender’e teslim olmuştur. İskender din alanında gösterdiği tolerans ve Apis öküzüne kestiği kurbanlar sayesinde Mısırlıların kalplerini fethetmiştir. Başkent Memfis’te Mısır törenlerinin yanında Yunan tarzında spor, şiir ve müzik yarışmaları da yapılmasını ihmal etmemiştir.[10] Daha sonra Şam’a girmiş ve İsrailoğullarına yönelmiştir. Hatta onun Beyt-i Makdis’te  kurban kestiği bile rivâyet edilmiştir.[11]
Toplumlara nasıl yaklaşması gerektiğini iyi bilen İskender’in dini değerlere saygılı davranması sebebiyle Mısır’da ona, baş rahip tarafından “Amon’un oğlu” unvanı verilmiştir.[12] Doğu ile Batıyı birleştirmeyi yeni bir etnik kültür oluşturmayı düşünen İskender’in bizatihi kendisi de, giderek Pers İmparatorluğunun gelenek ve göreneklerini benimsemeye başlamıştır. Şahlar gibi taç giyinmiş, hatta huzurunda herkesin yere kapanarak kendisini selamlamasını istemiştir. Daha da ilerisi, Mısır’ın kendisine verdiği unvan sebebiyle bir ara kendini tanrılaştırma düşüncesine kapılmışsa da Makedonyalılar ve Yunanlılar’ca alaya alınınca bundan vazgeçtiği de söylenmiştir.[13]

[1]Makedonya’da yüzlerce yıldan beri -muhtemelen kuzeydeki ırklarla karışmış olmakla beraber- asılları Yunan soyundan gelme bir takım kavimler yaşamıştır. Hellas’lı Grekler bunlara hiçbir zaman saf Grek gözüyle bakmamışlardır. Bu şehirciklerde Argeadai adında bir soy yavaş yavaş en güçlüleri olmuş ve bütün ülkenin hükümdarlığını ele almıştır. M.Ö. 413 yılında bu soydan olan Arkhelaos kral olmuştur. Mimarlık ve sanat onun döneminde bir hayli ilerlemiştir. Bu kralın ölümünden sonra gelen karışıklık devresinde komşu kabileler Makedonya’yı istila etmişlerdir. Makedonya’yı bu durumdan M.Ö. 359 yılında kral olan İskender’in babası Philippos kurtarmıştır. Philippos, orduya ağırlık vermiştir. Düşüncesini bütün Yunan şehirciklerin birleştirmeye hedeflemiş ve M.Ö. 357-346 yılları arasında Avrupalı Yunanlıları topraklarına katmıştır. Sonra İran’ın elindeki Asya Yunanlılarına yönelmiş ancak M.Ö. 336 yılında öldürüldüğünden bu amacını 20 yaşındaki oğlu İskender’e bırakmıştır. Bkz. A.W.F. Bulunt, Batı Uygarlığının Temelleri, s.14-15, Çev. Phil. Müzehher Erim, 2. Baskı, İstanbul: İst. Ünv. Edebiyat Fak. Yayınları, 1979.
[2] R. Lane Fox, Alexander The Great, Fature Publications Limited: London 1973, s.43.
[3] Mahmut Kaya, “İskender”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.12, s.555-556; Fox, s.43; Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, 3.baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları: Ankara 1971, s.433.
[4] Bulunt, s.40.
[5] Yunanlıların bulundukları yerde yerleşik hayata geçmeleri, M.Ö. 1000 olduğu tahmin ediliyor. Fakat İskender’e kadar, hiçbir zaman tek bir ulus olarak tek bir hükümet yönetiminde toplanmamışlardır. Büyük bir devletin veya imparatorluğun parçaları olarak yaşamaktansa küçük site devletler halinde yaşamayı yeğ bulmuşlardır. Bu site devletler genellikle büyük bir kent (site) ve onun çevresindeki küçük kasaba ve köylerden meydana gelmiştir. Bkz.  Bulunt, s.6.
[6] er-Râzî, C.21, s.164.
[7] Kaya, C.12, s.555-556; Bulunt, s.43; Mansel, s.434, 458. 
[8]  James M. Cook, The Greeks in İonia and The East, London: Thames and Hudson, 1962, s.158; Boeschoten, Von Hendrik. “Iskandar-Dhulqarnain in Den Qısas-ı Rabğuzi”, Utrecht Turcological Series Utrechtse Türkologiuche Reeks. Volume:3, Netherlands, 1992,  s.50-52.
[9] er-Râzî, C.21, s.164; Alauddîn Ali b. Muhammed el-Hazîn, Tefsîru’l-Hazîn, C.3, Beyrut: Verdü’l-Mârife, ts. s.209.
[10] Mansel, s.443.
[11] er-Râzî, C.21, s.164.
[12] Kaya, C.12, s.555-556. Yine, M.Ö. 331 yılı başlangıcında Makedonya Kralı, İran kralı Dara’ya karşı ikinci bir muharebeye tutuşmadan önce kahinden geleceği öğrenmek ve elverişli bir cevap almakla yaptığı sefere dini bir karakter vermek istemiştir. Bkz. Mansel, s.445.    
[13] Kaya, C.12, s.555-556. İskender’in tanrı olarak kabul edildiği de iddia edilmiştir ki bu hususu İskender’in 324 yılında Yunanistan’a gösterdiği iki buyrultudan çıkarmak mümkündür. Birinci buyrultuda, “Korint birliğine giren tüm Yunan devletlerinin, İskender’i bir tanrı olarak tanımasını” istemiştir. Aslında bu, Yunanlılar için çok da olağanüstü bir durum değildir. Çünkü Yunanlılar öteden beri tanrılarını idealleşmiş insanlar olarak saymışlardır. Mısır’da tanrı oğlu olarak selamlanan İskender’in, doğuda kazandığı parlak zaferlerden sonra tanrı olmak istemesi, yine de Yunanistan’da bir takım tartışmalara yol açmıştır. Nihayet M.Ö 323 yılında Bâbil’e gelen bir heyet tarafından kabul edildiği İskender’e resmen bildirilmiştir. Bkz. Mansel, s.452.   

Resim 1. İskender’in, (Zeus Amon’un boynuzlu tacıyla) portresi olan gümüş sikke.[1]

[1] Fox,  s.285.

MAKEDONYALI İSKENDER 2

Galibiyete doymayan İskender, Ermenistan’a ve Bâbü’l-Ebvâb’a yönelmiştir. Irak’ı almıştır. Dara b. Dara’yı defalarca yenmiş ve nihayet muhafız kıtası komutanı Dara’nın öldürülmesiyle İskender, İranlıların mülküne bütünüyle sahip olmuştur.[1]

İskender, 331 yılında Bâbil’i de ele geçirmiş ve 328’de Afganistan içlerine doğru ilerlemiştir. 327 yılında 35 bin kişilik çoğu yabancılardan oluşan yeni bir ordu ile Hindistan üzerine yürümüştür. Yine bu bölgede de önemli gördüğü yerlerde kendi adıyla anılan şehirler kurdurmuştur.[2] 328 yılında İndus deltasında bir liman ve tersane yaptırdıktan sonra dönüş hazırlığına başlamıştır. 329 yılında Susa’ya varmış ve Makedonyalılarla Persleri kaynaştırıp yeni, dinamik bir ırk ve kozmopolit bir kültür meydana getirme siyasetine daha çok ağırlık vermişse de çok başarılı olamamıştır.[3]

İskender, 323 yılında Bâbil’de yeni şehirler inşa etme, yeni deniz seferleri düzenleme ve sulama kanalları açtırma planları üzerinde çalıştığı sırada içkili bir eğlencenin ardından ateşli bir hastalığa tutulmuş ve on gün sonra Bâbil’de ölmüştür.[4] Irak’ta Şehrizur’da hastalanıp burada öldüğü de söylenmiştir.[5] 32 yıl yaşamıştır.[6]

İskender, Doğu üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.[7] Fetihlerinin altında, “Doğuyla Batıyı uzlaştırma ve birleşik milletler topluluğunu kurma” emeli vardır.  Bu gaye ile, buyruğu altındaki Yunanlı subayları İranlı prenseslerle evlenmeye teşvik etmiş, kendisi de Dara’nın kızıyla evlenmiştir. Gittiği her yerde Yunan tipi kentler kurmuş, Yunanlıları yerleştirmeye çalışmıştır. Bu tip 70 şehir kurduğu söylenir.[8]

Yunanlılarda din alanında herkes düşünce özgürlüğüne sahip olup, hiç kimse ibadet etmeye zorlanmamıştır. Çok çeşitli dini görüşler olmakla beraber, yaygın olan din Olympos’lu tanrılardır. Yani Zeus, Athena ve öbürleri, kentin tanrıları olup, kent onlara inandığını kabul etmiş ve onlara kurbanlar sunmuştur. Fakat tâ Homeros’tan beri Yunanlılar bu tanrılar hakkında ilginç ve doğaüstü öyküler anlatagelmişlerdir. Gerçi Homeros da bu öyküleri birtakım süslü masallardan çok da farklı görmemektedir. Bu öykülerde, -belki biraz daha güçlü olmakla birlikte- tanrıları insanlar gibi tasvir etmişlerdir. Halkın arasında, şüphe yok ki, Olympos dini daha yaygın bir biçimde kabul edilmiştir. Fakat kentin tanrılarından dolayı halkın duyduğu övünç genellikle bugün bir katedral kenti halkının katedrallerinden dolayı duyduğu övünce benzemektedir. Kimisinde bu duygu dinsel bir nitelik alır, kimisinde ise yalnızca katedralin kentte görülebilecek en güzel yer olmasından başka bir şey değildir.[9]

  Bu görüş sahipleri, İskender’e Zülkarneyn adının neden verildiği konusunda birkaç görüş beyan etmişlerdir.

1.  İskender, güneşin doğduğu ve battığı yerlere vardığı için bu adı almıştır.[10] Çünkü güneşin doğduğu ve battığı yerlere “karneyni’ş-Şems” denir. Nitekim İran İmparatoru Behmen’in oğlu Erdeşir’e; istediği yerde emrini yürütebildiği için, iki kolu uzun anlamında “Tavîlu’l-Yedeyn” denilmiştir.[11]

2.  İranlıların iddialarına göre, Büyük Keykubat, Philuppus’un kızıyla evlenmiş, fakat gerdeğe girince onda kötü bir koku duymuş, bunun üzerine kızı babası Phillupus’a geri göndermiş. Philuppus’un kızı, Keykûbat’tan hamile kalmış ve babasına döndükten sonra İskender'i dünyaya getirmiştir. Aslında Büyük Keykûbât’ın oğlu olmasına rağmen, Philluppus, bu çocuğun kendine ait olduğunu yaymıştır. Bu iddia da bulunanlar delil olarak şunu söylemişlerdir. İskender, Büyük Keykûbât’a vardığında henüz ölmemişti. Onun başını kucağına koymuş ve Keykûbât’a şöyle demiştir: “Babacığım! bu adamın sana ne yaptığını söyle de senin intikamını ondan alayım. Bundan dolayı İranlılar, İskender’in soyunun bir yanını Yunanlılar bir yanını da İranlılar teşkil ettiği için, iki ırktan geldiğini ifade için, boynuzlu anlamına gelen “Zülkarneyn” lakabını aldığını söylemişlerdir.[12]

İranlılar, kendi kralları dışında böyle bir kralı hazmedemediklerinden ve ancak onların soyundan gelen birinin, güçlü olacağını iddia ettikleri için bu şekilde söylemişlerdir. Bu iddiaları doğru değildir. İskender’in, Keykûbât’a: “Babacığım!...” diye hitap etmesi, ona olan tevazu ve saygısından olabilir.[13]

İskender, Zülkarneyn eşleştirilmesi, her ikisinin de cihangir ve boynuz sahibi olmaları sebebiyle İran’da, ilk defa Firdevsî tarafından Şehnâme’de yapılmıştır.[14] Bu birleştirmenin gerçek sebebi psikolojik olup İranlılar’ın, ordularını hezimete uğratan, devletlerini yıkan şahsın olağanüstü büyüklüğüne ve peygamberliğine kendilerini inandırmak suretiyle, kırılan milli gururlarını onarmaya çalışmalarıdır.[15]

Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğu iddiası bilhassa Müfessir Razi’nin güçlü etkisiyle tefsirlerde yer alan en yaygın görüştür.[16]  Onun etkisi günümüzdeki, üstat Abbas Akkâd ve üstad el-Gazzali’yi de etkilemiş onlar da müffessirlerin ekserisine tâbi olarak Zülkarneyn’in, Makedonyalı İskender olduğunu söylemişlerdir.[17] Bu görüş sahiplerinin dayandığı delilleri şöyle sıralayabiliriz:

1.       Suali soranların Yahudi olması, sorulan şahsın yani Zülkarneyn’in onların tarihlerinde büyük bir yerinin olduğunu gösterir.[18] (İskender) Zülkarneyn’in Yahudilerde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Rivâyete göre, Zülkarneyn imparatorluk sınırlarını genişleterek ta Beyt-i Makdis’e kadar ulaşmıştır. Beyt-i Makdis’in başkanı onu karşılamaya çıkmış ve ona itaatlerini sunmuştur. İskender (Zülkarneyn)  şehre girmiş ve Tevrat’ı dinlemiş , onu beğenmiş ve Yahudilere iyi davranmıştır.[19]

2.       Makedonyalı büyük İskender olduğunu iddia edenler, büyük bir coğrafyaya yayılan egemenliğini ve doğuya ve batıya yaptığı seferlerle onu Zülkarneyn olmaya en yakın isim bulmuşlardır.[20] Razi bu düşüncesini açıkca şöyle ifade etmiştir: “Zülkarneyn bütün bir doğuya yahut dünyanın tamamına yakın kısmına sahip olmuş, bir kral olduğu Kur’ân’da sabit olduğuna ve tarih ilmine göre de bu vasıftaki kral İskender olduğuna göre ayette, Zülkarneyn diye bahsedilen bu şahıs ile Yunanlı Filip’in oğlu İskender’in kastedildiğini kesin olarak söylemek gerekir.”[21] “Tarih kitaplarında Kral İskender’den başka iktidarı bu sınırlara ulaşan her hangi bir kimseye rastlanamamaktadır.”[22]


[1] er-Râzî, C.21, s.164; el-Hazîn, C.3, s.209.

[2] J. M. Cook, The Greeks in İonia and The East, London: Thames and Hudson, 1962, s.159; Mansel, s.447-451; Kaya, C.12, s.555-556; er-Râzî, C.21, s.163.

[3] Kaya, C.12, s.555-556.

[4]Kaya, C.12, s.555-556. “Fenike ile Kıbrıs’ta yeni gemiler yaptırmakla meşgul olduğu esnada birdenbire hastalanmıştır. On gün süren tropik sıtma ya da pnömoniden 13 Haziran 323’de, 33 yaşını doldurmadan Bâbil’de ölmüştür. Cenazesi ilk önce Mısır Memfis’te, bir süre sonra ise İskenderiye’de defnedilmiştir.” Bkz. Mansel, s.454.

[5] er-Râzî, C.21, s.163.

[6] Ebu’s-Suûd, C.5, s.241; Cook, s.159.

[7] İskender’in gayretleri sonunda, bütün dünya tarihi değişmiştir. Yunan dili ve uygarlığı doğuya doğru onun sayesinde akmıştır. İskender kendisi de Doğu medeniyetini benimsemeye böylelikle –özellikle Doğu törelerini kabulde bir tanrı gibi kendisine ibadet edilmesini isteyecek kadar ileri gidince- askerlerini ve Hellesli Yunanlıları kızdırmaya başlamıştır. Hindistan’a kadar olan Asya uygarlığı yüzlerce yıl, tâ Arapların gelişine kadar Yunan uygarlığı biçimini korumuştur. Romalılar bile Asya’yı ele geçirdikten sonra bu durumu değiştirememişlerdir. Doğudaki Roma İmparatorluğu ana çizgileri bakımından daima Yunanlı kalmıştır. Bkz. Bulunt,  s.45.

[8] Bulunt, s.45.

[9] Bulunt, s.60-61

[10] İskender’in kurmuş olduğu İmparatorluk için bkz.. s.248.

[11] er-Râzî, C.21, s.163-165.

[12] er-Râzî, C.21, s.164. Bir başka varyantta ise, İskender Büyük Dârâ’nın oğludur ve II. Dârâ’yı mağlup ettiğinde, son nefesini vermek üzereyken ona yetişmiştir. Başını kollarına bırakarak ‘Ey kardeşim, bana seni bu hale kimin getirdiğini söyle ki intikamını ondan alayım.’ demiştir. Fakat bu iddia batıl ve asılsızdır. Böyle bir hadîse olsa bile ‘Ey kardeşim’ sözü bir hükümdarın diğer bir hükümdara ikramı kabilinden sayılır. Bkz. el-Âlûsû, C.16, s.25.

    Soyu hakkındaki bu bilgiler, eski İran’ın rencide olan milli gururunu tatmin amacıyla menkıbeleştirilmiştir. Bkz. Kaya, C.11, s.556. Ayrıca Yunan tarihinin onun Dâra’nın kızıyla evlendiğini söylemiştir. Yani Dâra onun Kayınbabasıdır, babası değildir. Mür. edz. s.49.

[13]  er-Râzî, C.21, s.164.

[14] Stephan Gero, “The Legehd of Alexander the Great in The Christian Orient”,  Bulletin of the John Rylands Universty Library of Manchester, Volume: 75/1(Spring 1993), Manchester, s.3-9. Erdem, “Zülkarneyn”, Zafer, sayı 113(Mayıs 1986), s.6.

[15] Erdem, “a.g.m.”, s.6.  Muk. edz. Firdevsî, Şehnâme, C.4, Bölüm 18-19 vd. Tahran, 1314.

[16] İsmail Hakkı Bursevî (v.1137), Tefsîru Rûhu’l-Beyân, C.5, İstanbul: Dersaadet, 1331, s.291; Abdurrahman b. Muhammed es-Se`âlebî, el-Cevâhirü’l-Hısân fî Tefsîri’l-Kur’ân (Tefsîru’s-Se`âlebî), C.2, Beyrut: Müessesetü’l-Âlemiyyi’l-Matbûât, ts. s.393; Ebu’s-Suûd, C.5, s.239; Beydâvî, C.3, s.519; Mehmet Vehbi Efendi, Hülâsat’ül-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, C.7, 4.Baskı, İstanbul: Üç Dal Neşriyat, 1968,  s.3165; el-Kâsımî, C.11, s.4102.

[17] Nûrulhak et-Tenvîr, “Zülkarneyn fi’l–Kur’ân ve’t-Târih”, Mecelletü’l-Ezher, C.31, sayı:2, Kahire, 1959, s.173.

[18] Nûrulhak et-Tenvîr,  s.173-180.

[19]  el-Kâsımî, C.11, s.4110.

[20]  en-Nedvî, s.27.

[21]  er-Râzî, C.21, s.163-164.

[22] er-Râzî, C.21, s.163-164; Âlûsî, C.16, s.26.

   “Kur’ân Zülkarneyn adındaki cihangirin memleketinin, batının en uç noktasına kadar uzandığını göstermektedir...Onun saltanatı Kuzeyde de en uzak bir yere kadar Türk kavimlerinden bir topluluk olan Ye’cûc ve Me’cûc’ün bulunduğu bölgeye kadar uzanıyordu. Yine tarih kitaplarında, Kur’ân’da bahsedilen demir sed, Kuzey’in en uzak yerinde yapılmıştır. Kur’ân’da Zülkarneyn diye bahsedilen bu insanın ününün doğu-batı ve kuzeyin en uç noktalarına kadar uzandığına, ayetler delalet etmektedir. Yeryüzünde mamur olan ve meskun olan bütün yerler, bundan ibarettir. Böyle bir mülke sahip olan bir kralın adının, gizli kalması, bilinmemesi imkansızdır. Tarih kitaplarında mülkü böyle olarak şöhret bulmuş hükümdar ise, sadece İskender’dir.” Bkz. er-Râzî, C.21, s.163-164.



İskender’in Zülkarneyn olduğuna dair getirilen bu delililere çeşitli itirazlar yapılmıştır. Bu itirazları maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:
1.        Nübüvvet makamına haiz görülen birisinin tarihi şayiaları olan İskender olması mümkün değildir. Muvahhit olduğu ileri sürülen ve fevkalade fütühatıyla dünyada özel bir tarih açmış olan İskender’in fatihlerden birisi olduğunda inkara mahal yoksa da Kur’ân’da zikrolunan zülkarneyn’in nübüvvet makamına haiz olması durumunda İskender’in bu derece yükseltilmesi uygun değildir. [1] 
2.        Grek kralı İskender bir putperest idi. Halbuki Kur’ân’ın söz ettiği şahıs, Allah’a ve Ahiret gününe ve öldükten sonra dirilmeye iman etmektedir.[2]  İbn Kayyim,[3]İğâsetü’l-Lehfân” adlı eserinde Makedonyalı İskender’in  Philippos’un oğlu olduğunu ve Allah’ın kıssasını anlattığı Zülkarneyn iken Makedonyalı İskender ve halkı, müşrik yani putperesttirdler.Ayrıca onun veziri konumunda olan, ünlü filozof, Aristotales de müşriktir.[4]
3.        İskender tarihte meşhur ve malum olduğundan, bunu peygambere sormak, soranların maksadına uygun değildir. Hakkında vahiyden başka bir şekilde bilgi alınması mümkün olan bir suali, nübüvvetini imtihan etmek için sormaları, soranların maksatlarına uymaz. Öyleyse bu sual, eski tarihin karanlıklarına kadar uzanan bir mevzu olmasını gerektirir.[5]
4.        Büyük İskender’in fetih faaliyetleri, Doğuya ve Batıya yapılan fetihler olarak görülemez. Ayrıca, karşılaştığı kavimlere karşı tutumu sert olmuş şefkat ve adaletle davranmamıştır. Bütün hayatı yazıya dökülen bu Makedonyalı’nın vasıfları ile Zülkarneyn’in vasıfları arasında ahlaki açıdan en ufak bir benzerlik yoktur. Ayrıca Zülkarneyn olarak nitelenmesini gerektirecek bir özelliği de olmamıştır. Makedonyalı İskender, tarihi verilere göre, başına buyuruk, tamahtar, diktatör, inatçı kan döken bir karaktere sahiptir. O, çocukları boğazlar, gençleri esir eder, ordusu için kadınları gasp ederdi.[6] Razi bile, o kadar zorlanmasına rağmen[7] bu sıfatı ispatta muvaffak olamamıştır.[8]
5.        Çok tanrılı Grek dinine ve hocası Aristo gibi hükema felsefesine bağlı olan İskender’in ülkesine geri dönmek üzere yola çıkmadan önce Hindistan’da, Olympos’un büyük tanrıları için on iki ayrı sunak (kurban kesilen mukaddes yer) yaptırdığı ve her tanrıya ayrı ayrı kurbanlar kestirdiği tarihen sabittir.[9]
6.        Bizzat kendi tanrılığını ilan etmiş, şerefine şarap tanrısı Dionysos’unkilere benzer âyinler (işret törenleri, ki seks partisi niteliğindedir.) tertip ettirmiş ve önünde, başkaları gibi secde etmeyen iki generalini öldürtmüştür [10]
7.        Tarihin en ünlü homoseksüellerinden biridir.[11]
8.        İskender’in bir sed yaptığı tarihen bilinmemektedir.[12]  İskender’den başka da doğuya ve batıya sefer düzenlemiş ve sed inşa etmiş cihangirler vardır. Mesela Roma İmparatorlarından birinin İngiltere’de, İranlı Nuşirevan’ın Kafkas dağlarında Bâbü’l-Ebvâb diğer bir isimle “Demirkapı” denilen mevkide birer sed yaptıklarını tarihler göstermektedirler. Ancak bu sorunun doğunun fethini ve batının fethini yaptıktan sonra kuzey’de İskitlere kadar varan ve aynı zamanda Akdenizden Kızıldenize kadar bir sed yaptığı rivâyet edilen Mısırlı Büyük Ramses gibi maddi ve manevi bir şöhreti haiz bulunan daha eski ve daha yüksek bir cihangiri işaret etmek rivâyet ve dirayet açısından daha uygundur. [13] 
10. Bu konda gelen rivâyetler ise mevzudur. et-Taberî’nin zikrettiğine göre Rasûllullah’tan gelen “Zülkarneyn, Rumlardan bir gençtir” kavli senedi zayıf bir sözdür. Kaldı ki, pek çok İslâm âliminin Zülkarneyn olarak telakki ettikleri İskender-i Zülkarneyn aslında bir efsanedir. Nitekim Ahmet Yaşar Ocak, bu konuyla ilgili bilgilerin efsane olduğunu söylemiştir. Ona göre, Ortaçağ İslâm dünyâsında İskender-i Zülkarneyn  hikâyesinin son derece yaygınlaşmıştır. Bu büyük efsane, İslâm mitolojisine daha eski çağlardan itibaren intikal etmiştir. Başlangıçta hiç şüphesiz doğuda ve batıda büyük seferler yapmış, zaferler kazanmış şöhretli bir fatih olması dolayısıyla, Büyük İskender’in adı etrafında teşekkül eden bu efsanenin, yayıldığı yerlerde pek çok mahalli unsuru da alarak zenginleşmiştir. Milattan önceki dönemde teşekkül etmeye başlayan ve anonim “Pseudokalisthenes” kitabına geçen Grekçe bu kompleks efsanenin, Milattan sonra üç yüz yılları civarında tamamlandığı belirtilmiştir. Efsâne Süryanice’ye de aktarılmış, Süryanice metinde İskender’e “İki boynuzlu” lakabı da eklenmiştir. Arapça’daki  “Zülkarneyn”in bunun tercümesi olduğu ileri sürülür. Süryanice versiyonun en geniş versiyon olduğu bilinmektedir. İşte böylece efsane gerek Orta Doğu’daki gayri müslim halklar arasında, gerekse onlar aracılığıyla müslüman halklar arasında benimsenip yazıya geçirilmiştir. IX. yüzyıldan itibaren tefsir yazarları ellerinin altında böyle bir şifâhî ve yazılı malzemeyi hazır bulmuşlar ve bunu geniş ölçüde kullanmışlardır. Tefsir kaynakları üzerinde yapılacak basit bir mukayese bunu açığa çıkarmak için yeterlidir.[14]

[1] Bkz. Kutub, C.16, s.2289; Nûrulhak et-Tenvîr, s.175
[2] Kutub, C.16, s.2289
[3] İbn Kayyim el-Cevziyye, Hanbeli mezhebi tefsircisidir. (12922-1350 m.) Ünlü fıkıh ve kelam bilginidir. İbn Teymiyye’nin öğrencisidir. “Tefsîru’l-Fâtiha”, “et-Tıbyân fi Aksâmi’l-Kur’ân”, “Kitâbu’r-Ruh”, “Kitâbu’l-Fevâit” ve “el-Müşevvike ila Ulûmi’l-Kur’ân” yapıtlarından bazılarıdır. Bkz. “İbn Kayyim”,  Büyük Larousse, Milliyet, C.11, İst. 1986, s.5525.
[4] el-Kâsımî,C.11, s.4107; Ebu’s-Suûd, C.5, s.241; Tabatabâî, C.13, s.383.
[5] Kutub, C.16, s.2289.
   Peygamber’e sorulan bu sorunun Büyük İskender hakkında olması ihtimali yoktur. Çünkü o dönemde Büyük İskender hakkındaki bilgiler tazedir ve bir çok kişi tarafından bilinmektedir. Hakkında -vahiyden başka bir kaynaktan bilgi edinebilecek birisi hakkında- sorulacak bir soru ise bir kişinin Peygamber olup-olmadığını ortaya çıkaramaz. Bkz. İskender Pala, “İskender mi Zülkarneyn mi?”, İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.26, İstanbul, 1993, s.128.
[6] Recep el-Beyvemî, Kadâya’l-İslâmiyye Münâkaşatü ve Rudûd, C.1, Dâru’l-Vefa: Mansûra 1985, s. 189-191; Pala, s.128,   (Cara de Vaux, İslâm Ansiklopedisi,  C.3, s.4807den alıntılamıştır.)
[7] Böylesine büyük bir iktidarın insanlar nezdinde bilinmesi gereklidir. Ki böylesine büyük bir iktidar sahibi olarak da sadece İskender bilinmektedir. Bu itibarla Zülkarneyn’in İskender olması gerekmektedir. Ancak bu görüşte büyük bir çıkmazla karşılaşılır. O da: İskender, filozof Aristotales’in talebesi idi ve onun görüşlerine sahipti. Allah Teâlâ’nın övdüğü zatın bu olduğunu söylemek Aristotales’in görüşlerinin de doğru olduğunu kabul etmeyi gerektirir ki bunu ileri sürmek mümkün değildir.” Muk. edz. er-Râzî, C.21, s.165.
[8]  en-Nedvî,  s.27.
[9] Erdem, “Zülkarneyn”, Zafer, sayı 113(Mayıs 1986), s.6.
[10] Erdem, “a.g.m.”,  s.6. (“Kallisthenes ve Philotas” Meydan Larousse Ansiklopedisi’nden alıntılamıştır.): “Büyük İskender” Temel Britannica, c.4, s.86.
[11]Erdem, “a.g.m.”, s.6. (Prof. Dr. Rasim Adasal, Aşk, Cinsiyet, Evlilik, Ankara:Tarhan Kitabevi, 1963, s.261’den alıntılamıştır.)
[12] Tabatabâî, C.13, s.383; Pala, s.128.
[13] Muk edz. Tabatabâî, C.13, s.383.
[14] http://www.dinbilimleri.com/dergi/cilt1/sayi1/M_Ozturk_Zulkarneyn.htm (28.04.2004.) (Ahmet Yaşar Ocak, İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara, 1990, s. 55-56’dan alıntılanmıştır.)

2.3.1.2  Hakkındaki Efsaneler
İskender hakkında bazı efsaneler dilden dile dolaşarak şuyu bulmuş ve hafızalara kazınmıştır. Mesela, rüyasında bir meleğin, Allah’ın kılıcını ona verdiği, Çin hükümdarı olan Tabgaç Han’ı bir ejderhadan kurtardığı, kendisini yok etmeye gelen devleri öldürdüğü, Hint seferi sırasında kendisine, güzel bir bakire, hiç boşalmayan bir kadeh, her şeyi bilen bir tabip ve her şeyi gösteren bir ayna verildiği, iki bayrağı olduğu bunlardan siyah bayrağı ile dünyayı düşmanın gözüne karanlık gösterdiği ve beyaz bir bayrağı ile de karanlığı aydınlattığı vb. bir çok efsane  anlatıla gelmiştir.[1] Bu efsanelerden en meşhur olanlarına yer verelim.
1.3.1.2.1           İskender’in Ölümü ile İlgili EfsaneRivâyet edilirki, yıldız bilimcileri İskender’e ‘her beldenin hazinelerinin gömüldüğü,  demir bir yer üzerinde, kereste bir gök altında öleceksin’ demişler. İskender, Babil’e girdiğinde bir ara, burnu kanamış ve atından düşmüş. Yaverleri, zırhını yere yaymış, İskender’i bunun üzerine yatırmışlar. İskender uyandığında, güneşe karşı, kendisini kalkanla gölgelendirdiklerini görmüş. Bunun üzerine İskender: “İşte burası, demir bir yer, ve kereste bir göktür, ölümüm yaklaştı’ demiş ve ölmüş.[2]
1.3.1.2.2           Ab-ı Hayat EfsanesiEfsane ve kıssa ağırlıklı kitaplarda, Zülkarneyn’in karanlığa girmesi ve ölümsüzlük şarabını araması ile ilgili malumatlar geniş yer tutar. Bu kıssaya göre, Zülkarneyn’in “Rafâil” adlı bir melekle arkadaşlık kurmuş. Zülkarneyn bir gün ona meleklerin ibadetinden sorduğunda, O da oturmaksızın ayakta ibadet edenler, başını kaldırmadan secde edenler, hiç doğrulmadan daima ruku eden meleklerin olduğunu söylemiş. Zülkarneyn bunun üzerine kendi ibadetini azımsayarak, daha fazla ibadet etmek için uzun bir ömür dilemiş. Melek de ona daha uzun yaşaması ve böylece daha fazla ibadet yapabilmesi için ölümsüzlük şarabından bahsetmiş. Kıssanın devamında bu suyun bulunması için çekilen çilelerden bahsedilmiştir. Nihayetinde bu hayat suyunu iskender içememiş, ancak birlikte bu suyu aramaya çıktıkları Hızır içebilmiştir...[3]
Bu rivâyeti, İbn Âsâkir, Veki` tarikiyle onun babasından o da Mu`temir b. Süleymân’dan o da Ebû Câfer el-Bâkır’dan(v.117/735) o da babası Zeynelabidin’den uzun bir haber olarak rivâyet etmiştir.[4] Gerçi bu efsane, kısmen Gılgamış destanına da benzemektedir.[5] Hatta bu sebeple bu kıssanın Gılgamış destanından etkilenilerek İskender’e yakıştırıldığı da söylenmiştir.[6]



2.3.1.2.3  Vezir Hızır KıssasıRivâyete göre Zülkarneyn bütün işlerini yaparken veziri olan Hızır’a danışırmış.[7] İskender ölünce o da artık Hz. Musa’ya kadar ortadan kaybolmuştur.[8]
Mev`ıza türü kitaplarda, Zülkarneyn hakkında bir çok kıssa, insanlara nasihat vermek maksadıyla bilhassa dünya nimetlerinin geçiciliğini zihinlere perçinleştirmek için,  çokça uydurulmuştur.[9]
Müslüman müfessirler, İskender’i Zülkarneyn’e denk getirmek maksadıyla çoğu ölçüsüz abartılı sözler söylemişlerdir. Bu rivâyetler, her hangi bir bilimsel ve tarihi gerçeğe uymamaktadır. Gerçi Yunanlı İskender’in uzun ömrü, Hızır’ın ona vezirlik yaptığı, Hızır’ın içtiği iddia edilen hayat suyu vb. hurafeleri çıkarırsak sair bilgiler tarihi verilere uygun olacak niteliktedir.[10]
Geniş bir coğrafyaya yayılmış bir çok devleti on iki yıl gibi kısa bir sürede ortadan kaldırarak buralarda büyük bir imparatorluk kuran İskender’in göz kamaştıran zaferleri, kendisinden sonra gelen devlet adamları için olduğu kadar sanatkarlar için de ilham kaynağı teşkil etmiş, hakkında destanlar yazılmış ve çeşitli menkıbelere konu olmuştur. Hatta bu cephedeki zaferlerin ancak manevi bir güçle ve ilahi bir destekle mümkün olacağını düşünenler giderek ona ruhani bir kişilik izafe etmiş ve Zülkarneyn ile aynı kişi olduğunu sanmışlardır.[11] İslâm tarihçileri ise, gece odun toplayan gibidirler. Çoğu zaman eleştirmeden öylece alırlar. İhtilaf ve tenakuzlarına rağmen İskender hakkında varit olan kaviller de bu kabildendir.[12]
Ancak bütün bu iddialar, İskender’in putperest olması, Allah’a ve ölümden sonra dirilmeye inanmayışı nedeniyle günümüzde, kısmen geçerliliğini yitirmiştir. İskender’in Zülkarneyn olmadığını iddia edenler daha ziyade onun dini tutumunu esas almışlardır.[13] Tarih boyunca benzer bir çok kişilik için bu tür tespitler yapılmışsa da hiç biri tam anlamıyla tatmin edici olamamıştır.[14]

[1] Pala,  s.141 vd.
[2] er-Râzî, C.21, s.163.
[3] Şihâbüddîn Ahmed b. Abdülvehhâb en-Nevîrî (v.733h.), Nihâyetü’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, Kahire, el-Müessetü’l-Mısriyye, s.309-312. Yahudi ve Süryani kaynaklarına göre, İskender Zülkarneyn,  insana ebedi hayat bahşeden bir çeşme olduğunu alimlerden öğrenir. Bunu aramak için ordusu ile yola çıkar. Yollarda başına gelen çeşitli olaylar sebebiyle, askerlerini ve ordusunu kaybeder. Yanında yalnız aşçısı kalır. Karınlarını doyurup, biraz da istirahat etmeleri için bir çeşme kenarında konaklarlar. Aşçı beraberinde getirdiği yiyecekleri hazırlamak için çeşmenin başına gider, orada azıkları olan tuzlu kuru balığı yıkamak ister. Fakat balık suya değer değmez canlanır ve suya atlayıp kaybolur. Aşçı bu suyun aranan hayat çeşmesi olduğunu anlayıp bir miktar su içer ve geri döner. Başına gelenleri Zülkarneyn’e anlatır. Zülkarneyn de aynı çeşmeden su içmek için kalktığında, çeşmeyi yerinde bulamaz. İslâmi kaynaklardaki mevcut metinler ise şöyle özetlenebilir: Nuh Peygamber’in torunu Yuha’nın soyundan gelen İskender’i Zülkarneyn ebedi hayat veren, insanüstü güç kazandıran, bir hayat çeşmesinden bahsedildiğini duyar ve bunu aramaya karar verir. Rivâyetlere göre Allah bunu Sam’ın soyundan birine nasip edecektir. Zülkarneyn halasının oğlu olan, Hızır diye anılan İlyas ile beraber askerlerinin refakatında yolculuğa başlar. Bir müddet hayli meşakkatten sonra, duydukları hayat çeşmesinin yeri olan karanlıklar diyarına gelirler. Çeşmenin yerini aramak için, Zülkarneyn bir tarafa, Hızır bir tarafa gider. Bu zaman içerisinde, uzun maceralar ve tehlikeler yaşanır, günlerce yol alınır. Bir gün Hızır ilahi bir ses duyar ve bir “nur” görür. Bunların kendini çektiği yere gidince de, orada Hayat Çeşmesi’ni görür. Suyundan içer ve yıkanır. Böylece hem ebedi hayata kavuşur, hem de insanüstü güç ve kabiliyetler kazanır. Sonra Zülkarneyn ile karşılaşır ve durumu ona anlatır. Çeşmeyi arasalar da bulamazlar. Zülkarneyn kaderine razı olur ve bir zaman sonra ölür.Bkz. Derviş Tur Dede,  www.alevi.com/aabf/tr/oegreti/ inancsal/Hizir%20Ilyas.html - 14k – (29.04.2003)
    Bir başka efsaneye göre; Alnında boynuz sertliğinde iki yumru çıkan İskender Zülkarneyn, derdine çare aramak üzere yollara düşmüş. O sırada ölümsüzlük sırrını arayan Hızır İlyas Aleyhisselam’la buluşarak bir kolunun Cennet’ten doğduğuna inanılan Dicle’nin kaynağını ararken günümüzde Lice ile Genç arasında bulunan Bırklin mağaralarına gelmişler. Her biri bir mağaraya girmiş. Hızır İlyas Aleyhisselam, girdiği mağarada Abı Hayat’ı bulup içmiş. Ama İskender-i Zülkarneyn yolunu kaybetmiş ve bir daha mağaradan çıkamamış. Halk arasındaki söylentilere göre bu mağaralardan biri Kaf Dağı’na çıkıyormuş. İskender-i Zülkarneyn de bu mağaraya girerek kaybolmuş. Asur döneminden kalma çivi yazılı kitabe ve motiflerle dolu Bırklin mağaralarından birine yöre halkı İskender Mağarası, yakınındaki kaleye de “Kale-i İskender” adını verir.
Bkz. www.dicle.net/efsaneler.html - 8k Erişim 22,02,2004
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, C.2, s.107. Ancak bu ve benzeri kıssalar gerçek dışı uydurma hikayelerdir. Kıssanın bütünü üzerine düşünüldüğünde, bu anlatılanların hayali ve uydurma

olduğu açıktır. Ancak ne yazık ki, edebi eserler dışında bu tür masallar dini kisveye bürünüp, dini kitaplarda da hakikatmişçesine yer almıştır.
[5] Destanın kahramanı, Uruk Kralı Gılgamış, dörtte üçü tanrı, dörtte biri insan olan bir varlıktır. Gılgamış halk tarafından çok sevilir ama, kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruzu, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu’yu yeryüzüne gönderir. Fakat Enkidu’nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamış’tan ziyade Uruk halkının başına bela olur. Gılgamış, Enkidu’yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve ehlileşmesini sağlar. Kadının peşinden kente gelen krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgün elbise giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrı’nın isteğinin aksine Enkidu ve Gılgamış iyi arkadaş olurlar. Güçlerini sınamak için beraber yola koyulurlar. Kendilerini sınamak için, korkunç sesiyle bile insanları öldürebilen, Sedir ormanının korucusu dev Huvava’yı seçerler. Devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan dona kalır. Gılgamış etkilenmez ve devi öldürür. Bunu gören tanrıça İştar, Gılgamış’a aşık olur. Fakat Gılgamış, tanrıçaya fahişe gibi davranış aşağılar ve reddeder. Tanrıçanın intikam almak için kente düzenlediği saldırıları iki arkadaş kahramanca bertaraf ederler. Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu kaybeden Gılgamış kendi öleceği gerçeğiyle yüz yüze gelir. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için ‘tufan’ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim’i ziyaret eder. Utnapiştim, bin bir zorlukla Mutlular adasındaki evine gelen Gılgamış’ı geri çeviremez ve ona tufanı anlatır. Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, tanrı Ea’nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitle sanat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder. Yedi gün, yedi sene süren ve yeryüzünün sularla kaplandığı tufan sonunda Utnapiştim’in gemisi Nisir dağının tepesinde karaya oturur. Utnapiştim, Gılgamış’tan, genç kalmanın sırrının, denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğunu saklamaz. Kral sevinçle denizin diplerine doğru dalar ve otu bulur. Ancak Gılgamış’ın yorgunluktan uyukladığını gören bir yılan otu yutar. Destan yılanların her bahar deri değiştirmesini bu sebebe bağlar. Gılgamış deliye döner, Uruk’a tekrar döner ve Enkidu’nun ruhuyla bağlantı kurmaya çalışır. Ona ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan sona erer. Bkz. http://www.ilkayet.net/mitoloji%20.htm.  (22.06.2004.) Ayrıca tablet tablet okumak için bkz. www.f27.parsimony.net/forum67052/-20k (22.06.2004)
Bu destan Nipur’da Asurbanipal’ın kütüphanesinde ve Eti’lerin başkenti Boğazköy’de bulunmuştur. “Fakat ben semavi Şamaş’a itaat ediyorum. Benim için tayin edilen yoldan yürüdüm.” Sözü Salih bir kulu andırır. Yine başının iki yanında iki tutam saçının olması Zülkarneyn lakabı ile anılmasını, “Enkidu” ab-ı hayat-ı arayan Hızır tiplemesini, “uruk’un etrafına sur yaptırdı” ifadesi de Zülkarneyn seddini anımsatmaktadır. Ancak bunu yazan şairin çok tanrılı bir dine mensup olduğunu da unutmamak gerekir. Muk. edz. Pala, s.143.
[6] Nöldeke, bu kıssanın aslının eski İran kıssalarında araştırmak gerektiği kanaatindedir. Farankil, bu kıssanın Suriyeli Hristiyan kaynaklı olduğunu ve muhtemelen Farsça’ya da çevrildiğini düşünmüştür. Bkz. ‘İskender Name”,  Dâiratü’l-Meârifi’l-İslâmiyye (Ans.), C.8, s.347.
[7] Hızır’ın Zülkarneyn’e şöyle vasiyet ettiği söylenir: “Muhakkak ki Allah Teâlâ sana yeryüzünde sağlam bir iktidar ve her bir şeyin sebebini verdi. Allah’ın öğrettiğinden gayrı hiçbir şey bilemezsin. Başına gelecek şeylere engel olamazsın. Ey Zülkarneyn! Sana öyle bir yük yüklenmiştir ki, eğer bu görev semaya verilse idi, sema parçalanırdı. Dağlara verilse idi dağlar yerle bir olurdu. Yeryüzüne verilse idi, yer yarılırdı. Sana sabır ve zafer verildi. Bütün yeryüzü halkının onlara kul olduğu bir kavim göreceksin. Onlar Allah’ın yaratmış olduğu şeyleri Allah’a ortak koşarlar. Onlar Ye’cûc ve Me’cûc’tur.  Allah’a yemin olsun ki, azimli kimseden kaçan kurtulmaz, onu kimse yenemez. Sonuç, emekten sonra gelir, savunmak saldırmadan öncedir.  Kızgınlık, rızanın altındadır. Vefa ahitten sonradır. Ey Zülkarneyn! Zarar veren tatlıdan, yarar veren acı daha hayırlıdır. Al ve koy. Sana gereken faydalı şeyleri, al; lüzumsuz şeyleri bırak. Ey Zülkarneyn!  Belki elinin erişemediklerini gözün görecek, yine amelinin ulaşamadığı şeye emelin ulaşacak, Bunun ötesi ecelindir. Ey Zülkarneyn! Ölmeyecek işler yap, zayi olacak işleri terk et! Yaşantında kanaatkar ol, Ey Zülkarneyn, elini dünyada gözünü ahirette kıl. Gidişatında  uyanık ol! Acele etme, ihmalkar da davranma! Eğer gafil davranırsan, helak olursun. Acele işte pişmanlık vardır. İhmalkarlıkta felaket vardır, iki hal arasında ol. Engeller içerisinde doğru yol vardır. Hakikat yol göstericidir. Onu rehber edersen, doğruyu bulursun. Zenginlik, helak edici bir eğlencedir.Ey Zülkarneyn! Kim dünyaya boş gözlerle bakarsa ona doğru bakışla bakmış olur. Onun nasibi başarı olur ve onu eşsiz bir şerefe gark eder; her kim de ona hırslı gözlerle bakarsa, onun nasibi de yalancı emellerdir, kazancı ise bir hiç ve pişmanlıktır. Ey Zülkarneyn, Hayat yalan, ölüm hakikattir! Zaman, yalan ve aldanmadan ibarettir. Ebediyet, fena bulmaz. Kanaatkar olmak, boyun eğmektir; Ölüler diyarında ölüm, ilmi öne almaktır ve eceli tecil etmektir ki gerçek ölmeyen diri budur.  Ey Zülkarneyn! insanlar dünyanın kuludur. Kim nefsini uslandırırsa, kendini azat etmiştir. Kim de dünyaya kapılırsa, kölelik süresini uzatmış demektir. Sana azim ve sebat verilmiştir. Sabır ilken, hakikat düsturun olsun.  Allah’tan korkmak kalkanın olsun ki yaptığın işler seni temizlesin ve ölüm korkusundan emin olasın. Eline Allah’ın kılıcını al, çünkü ona karşı koyacak hiçbir güç yoktur, onun zaferine engel olacak hiçbir mani yoktur.  Allah’ın yardımcı olması sana yeter. Bkz. Vehb b. Münebbeh, Kitâbu’t-Tîcân fî Mulûki Himyer, San`a: Merkezü’d-Dirâseti ve’l-Ehâdîsi’l-Yemeniyye, 1348, s.93-94.
[8] İbn Sa`d el-Endülûsî, Neşvetü’t-Tarb fî Târihi’l-Cahiliyyeti’l-Arab, C.1, Thk. Nusred     Abdurrahmân Aksâ, Umman, 1982, s.118.
[9] Buna örnek olarak, yaygın şekilde bilinen altın toplama hikayesini verebiliriz. “Zülkarneyn Aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna: ‘Ayağınıza takılan şeyleri toplayın!” diye emir verir. Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup: ‘Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımıza takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım’ diyerek hiçbir şey toplamamışlar. İkinci grup ise;Madem komutanımız emretti, birazcık toplayalım! Emre muhalefet etmeyelim. Zira ordunun, komutanına itaat etmesi gerekir!’ diyerek az bir şey toplamışlar. Üçüncü grup ise;Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete mebnidir’ diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldurmuşlar. Sabah olduğunda bir de bakmışlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca, hiç almayan birinci grup: ‘Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık’ diyerek pişman olmuşlar. Az alan ikinci grup ise: ‘Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık’ diye sitem etmişler kendilerine. Çok alan üçüncü grup ise: ‘Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımızı atsaydık, daha çok toplasaydık. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık!’ diyerek, fazla almalarına rağmen üzülmüşlerdir. İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi ağıtlarda bulunacak. Kafir olan:Keşke iman etseydim, keşke inansaydım da hiç olmasa cehenneme girdikten sonra imanımdan dolayı cennete girseydim, ebedi cehennemden kurtulsaydım,’ Mü’min, fakat az sevabı olan:Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım.’ Mü’min, çok sevabı olan ise:Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım...’ diyeceklerdir.” Bkz.
http://www.geocities.com/demetden/dh 25.htm-4k (01,01,2004.)
   Bir başka örnekte krallardan almış olduğu nasihatlerdir. Rivâyet edilir ki, Zülkarneyn bir kralla karşılaşmış ve ona şöyle demiş. “Bana  imanımı ve yakinimi artıracak ilim öğret!” Hikmet sahibi olan o Kral da şöyle demiş: ‘Sakın kızma!  Çünkü Şeytan ademoğluna kızgın olduğu zaman daha fazla gücü yeter. Kızgınlığını sükunetle yutkun. Acele etmekten de sakın. Çünkü acele ettiğin zaman daha fazla hata edersin. Yakınlarına da uzaklarına da yumuşak ve rahat kimse ol, Sakın zorba ve inatçı olma.” Bkz. Ebû Hamîd Muhammed Gazali (v.505h.),  İhya Ulumiddin, C. 3, Beyrut, 1989, s.165.
[10] M. İzzet  Derveze(v.1984), et-Tefsîru’l-Hadîs -Tertîbü’s-Süveri Hasebi’n-Nüzûl, 3.Baskı, C.5, Beyrut, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 2000, s.94.
[11] Kaya, C.11, s.556.
   Makedonyalı komutanın başarıları ve serüvenleri geniş yankılar uyandırmış ve hemen bir çok dilde eserlerin kaleme alınmasına sebep olmuştur. İslâm edebiyatında İskender ilk defa İran’da ele alınmış ve Firdevsî’nin “Şehnâme’sinde kendini göstermiştir. İran Edebiyatı ile İslam Edebiyatının başlıca kaynakları arasında “Şehnâme” önemli bir yer tuttuğundan, İskender Zülkarneyn yakıştırması hızla şüyu bulmuş ve hâfızalara yerleşmiştir. Muk. edz. Pala, s.12132-138.
[12] Vedîa Tâhâ en-Necm, “Şahsiyyetü Zilkarneyn”, Mecelletü’l-Lüğati’l-Arabiyyeti bi Dımaşk,  C.2, sayı:43, Dımaşk, 1968, s.393.
[13] Gerçi, İskender’in gizli iman etmiş olması da ihtimal dahilindedir. Yalnız Hızır’ın, Zülkarneyn’in veziri olduğu, hayat suyundan içtiği şeklindeki efsaneyi çıkarırsak, Makedonya kralı İskender’in hayatı, âyetlerde anlatılan kıssa kahramanının hayatına yakınlık gösterir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre de Zülkarneyn, milattan önce 330 yılında Kral olan Dârâ’nın kızıyla evlenen, Bengal’a kadar giden, dönerken, ülkesine kavuşmadan Irak’ta ölen Büyük İskender’dir. Ancak burada anlatılan zât, en azından Allah’a inanan salih bir kuldur. Oysa Makedonya kralı İskender, puta tapan bir toplumun kralı idi. Bu toplum çok tanrıya inanırdı. Büyük İskender de çok tanrılı bir inanca sahip idiyse, âyetlerde anlatılan Zülkarneyn vasfından uzaktır. Ancak İskender büyük filozof Aristo’nun talebesidir. Seferlerine hocasını da beraberinde götürmüştür. Neysâbûrî’nin dediği gibi filozofların sözlerinin hepsi batıl değildir. Aristo’nun tevhide inandığı, çok tanrılı inancı kabul etmediği herkesin bildiği bir şeydir. Eflatun’un hocası Sokrat da Allah’ın birliğine inandığından dolayı mahkum edilmiştir. Öyle ise İskender de hocası Aristo gibi tevhîde inanmış ama karışıklık olmasın diye bu inancını halktan gizlemiş, veya ilanına gerek görmemiş olabilir. Genellikle saraylardaki düşünce, kültür, yaşam, halkın yaşamından farklıdır. Bkz. Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsîri, C.5, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1989, s.324. (Ancak, Ateş, Ebu’l-Kelâm Âzâd’ın iddia ettiği gibi Kuruş’un da Zülkarneyn olabileceğini söylemiştir. Bkz. a.g.e. C.5, s.326.) Benzeri ifadeler için bkz. Abdullah b. İbrâhîm el-Asker, “Zülkarneyn Beyne’l-Haberi’l-Kur’âni ve’l-Vâkıi’t-Târihî”, ed-Dâre, C.4, Riyad, 1978, s.23.
  “Eimmetü’t-Tarih” adlı eserde ise İskenderiye şehrinin banisi, Filips’in oğlu İskender’i Ekber’in  Hicretten önce 954 (M.Ö. 332) senesinde İskenderiye’yi bina ettiğini yazmışlardır. Onun putlara tapan müşrik yani gayrı müslim olduğu meselesine gelince onun, Aristotales’in öğrencisi olduğu malumdur. İçinde bulunduğu toplum (Tabakâtü’l-Etbâ’ ve Terâcimü’l-Felsefe adlı eserde ve diğerlerinde) o dönemde putlara tapmaktadır ki bu sebeple zaten onun da putperest olduğu söylenmiştir. Ancak o, bu durumu saltanata çıkmada kullanmış olabilir. Meselâ, Sokrates, ahalinin müptela olduğu bu şirkten nefret etmiş, onları putlara ibadet etmeye muhalefete çağırmış, delil ve hüccetle ibadetlerinin batıllığını ispata yönelmiştir. Ancak, halk ona karşı ayaklanmış ve katli için baskı uygulamışlardır. Halkın lincinden korumak için hapse konmuş, ama müşrikler onun öldürülmesinden başka bir şeye razı olmadığı için,  aralarında geçen uzun münazaralardan  sonra ona zehir içirmişlerdir. Yani, Habeş Kralı Necaşi gibi Zülkarneyn’in de imanını gizlemesi mümkündür. Bkz. el-Kâsımî, C.11, s.4107. Ayrıca Muk. edz. Derveze, C.5, s.97-98.
[14] en-Nedvî, s.7; Derveze C.5, s.98.

2.3.2  İskender-i Evvel
İskender er-Rûmî, Yunanlı olan İskenderden evvel yaşamıştır. Ona Ekber ismi de verilmiştir. İsminin Merzuban b. Merdûbe olduğu ve Yâfes b. Nûh’un soyundan geldiği hatta siyâhi olduğu  bile söylenmiştir.[1]  
İshâk b. Beşr, Saîd b. Beşr’den o da Katâde’den rivâyet etmiştir ki: “Zülkarneyn, İskender’dir ki, onun babası ilk kayserdir. Sâm b. Nûh’un soyundandır. Yûnân b. Yâfes b. Nûh’un oğlu olduğu da söylenmiştir. İsmi için Merzuban b. Mısrî de demişlerdir. Yaşadığı dönemi  ise Hz. İbrahim Peygambere kadar çıkartmışlardır.[2]
Muhammed b. İshâk(v.150/767) demiştir ki: Hadîs literatürü kendisine miras kalan bir kimse bana tahdis etti ki; Zülkarneyn Mısır ehlinden bir adammış. İsmi (مرزبان بن مرذبه اليناني ) Yunanlı Merzübân b. Merzube’dir. Yunan b. Yâfes b. Nuh’un soyundandır.[3]
İbn Ebî Hâtim’den İkrime’ye ulaşan sahih bir isnatla nakledilmiştir ki: İbn Abbâs’tan rivâyet etmiştir ki: O en-Nehhâs’tır (النحاس ).[4] Dârekutnî ve İbn Mâkûlâ, isminin Hermes (هرمس )olduğunu söylemişlerdir.[5] (هرويس بن قيطون بن لنطي بن كشلوخين بن يونان ) Hervîs b. Kîtûn b. Rûmî b. Lentî b. Keşlûhîn b. Yûnân b. Yâfes b. Nûh denilmiştir.[6]  İbn Hişâm onun isminin “İskender” olduğunu beyan etmiştir.[7]
İbn Kesîr ve onun düşüncesinde olanlara göre, Rum olan Makedonyalı Filip’in oğlu İskender II’dir ve Rumlar tarihlerini bununla başlatırlar. İskender I ise, el-Ezraki’ye ve başka alimlerin de zikrettiğine göre; İbrahim (AS) Kâbe’yi yaptığı sırada beraberinde Hızır olduğu halde İskender, Allah’ın evini tavaf etmiş ve ona inanıp tabi olmuştur. İkinci İskender ise Makedonya’lı Filip’in oğlu İskenderdir. Onun veziri ise Meşhur Filozof Aristotales’tir. Hz. İsâ’dan yaklaşık 300 sene önce yaşamıştır. Kur’ân’da zikredilen Zülkarneyn, Birinci İskender’dir.[8] 1600  yaşında vefat ettiği, hatta 3000 sene yaşadığı da söylenmiştir.[9]
Rivâyet edildiğine göre, o yürüyerek hac yapmıştır.[10] İbrahim (AS) onun geldiğini işitince onu karşılamış, ona dua etmiş ve çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur. İskender’e binmesi için bir at da getirdiği söylenmiştir. Ama İskender: ‘İçinde Halîl’in bulunduğu beldede ata binemem!’ demiş; onun bu mütevaziliği sebebiyle, bir “bulut” ve hatta “sebepler” onun emrine verilmiş, İbrahim (AS) bunu ona kendisi müjdelemiştir. Artık, İskender bir savaşa gidecek olduğunda; bulut onu, askerlerini ve araçlarını taşırmış.[11] es-Süheylî(v.581/1185) de; Tarih ilminin verilerine göre iki İskender olduğunu, ilkinin İbrahim (AS) döneminde yaşadığını iddia etmiştir. Yine denilmiştir ki, Şam’da 7 kuyu hakkında muhakemeleştikleri zaman İbrahim (AS) lehine hüküm veren kişi I. İskender’dir ve  II. İskender’den asırlar önce yaşamıştır.[12]
İbrahim Peygamberin, Tufan’dan sonra 1603’te veya dünyanın yaratılışından 3337 sene sonra doğduğu ve Fırat nehri yakınlarında Bâbil kenti ve civarında yaşadığı görüşü esas alınırsa, Zülkarneyn’in de yaşadığı dönemler ve bölgelerin bunlara yakınlık gösterdiği ortaya çıkar. Bu sırada Hicaz’da Semud kavmi vardır. Taşları oymada mahir olan bu millet Babil yakınında Ninova şehrini kurduğu ve M.Ö. 400 ile 600 yılları arasında tarihten silindiği söylenmiştir.[13]
Yunan tarihinin ilk verilerini bize yine Yunanlı yazarlar vermektedir. Bunlardan ilki Homeros’tur. Ancak Yunanlıların dahi bilmediği İskender-i Evvel’i, İbn Kesir’in nereden bildiği sorulması gereken ciddi bir sorudur.[14] Kendisinden istifade edebildiğimiz tarih kitapları, es-Süüheylî’nin, el-Ezrâkî’nin ve İbn Kesîr’in ve diğerlerinin iddia ettiği gibi tarihte iki Zülkarneyn olduğunu bildirmemiştir.[15] İbn Kesîr, II. İskender iddiasıyla Razi’ye muhalefet etmiştir. Ancak, kendisi daha büyük bir yanlışa düşmüştür. Hem ilk Kayser sayılmış, hem de sınırlarını Doğuya ve Batıya doğru genişletmiş ne İskender adında ne de bir başka adda veziri Hızır olan ve Hz. İbrahim döneminde yaşamış olan bir kraldan hiçbir tarihi veri bulunmamaktadır.[16]
İslâm âlimlerinin yeni bir İskender icat etmelerinin sebebi, Zülkarneyn’in İskender olduğu iddiasından sonra Aristo’nun öğrencisi müşrik Makedonyalı İskender olamaması gerektiği düşüncesidir. Böylece Zülkarneyn’in salih bir kul ve Hızır’ın da kendisine vezirlik yaptığı bir kral olduğunu belirtmek suretiyle onun kimliğini Kur’ân’daki nitelemelere uygun hale getirmeye çalışmışlardır.[17]

[1] el-Âlûsî, C.16, s.27.
[2] Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en-Nîsâbûrî es-Se`âlebî (v.437), Kısasü’l-Enbiyâ Arâisu’l-Mecâlis, 4.Baskı, Beyrut: Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1985, s.359.
[3] el-Kurtubî, C.11, s.45. Ebu’s-Suûd, C.5, s.239; Yazır, C.4, s.3275-3276.
 İbn Hamîd, Seleme’den o da Muhammed b. İshâk’tan rivâyet etmiştir. O demiştir ki, bana Kitap Ehlinden müslüman olan ve Zülkarneyn ile ilgili eski bilgilere sahip olan zatlar söylemişlerdir ki:  Zülkarneyn Mısır ahalisinden bir adamdır. Adı Yunanlı Merzubân b. Merdube’dir. ( مرزبا بن مردبة اليوناني  ) Yunân b. Yâfes b. Nûh’un  oğludur. et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.17.
Muhammed b. İshâk, yabancı literatüre sahip bir bilginden rivâyet etmiştir. Muhakkak ki Zülkarneyn Mısırlı bir kimsedir. İsmi Merzuban b. Merdube’ el-Yunânî’dir. İbn Hîşâm dedi ki: “İsmi İskender’dir. İskenderiye şehrini o kurduğundan şehir ona nispet edilmiştir. Ebû Ca`fer en-Nehhâs, C.4, s.284; el-Beğavî, C.3, s.178.
[4] İbn Hacer, Fethü’l-Bâri, C.6, s.273.
[5] el-Kurtubî, C.11, s.46.
[6] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, C.2, s.105.
[7] el-Kurtubî, C.11, s.45.
[8]İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, s.101; Ebu’l-Velîd Muhammed el-Ezrakî, Ahbâru Mekke, Beyrut 1963, s.93.
  Mehmet Vehbi Efendi de, Makedonyalı İskender’in Aristo’nun talebesi olduğunu Kur’an’ın bu İskender’i değil, Hz. İbrahim zamanında, Yemen’de Himyer kabilesinden salih bir kimse olduğunu iddia eder. Mehmet Vehbi Efendi, Hulâsetü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, 4.Baskı, C.8, İstanbul, Üç Dal Neşriyat, 1968, s.3165.
[9] el-Âlûsî, C.16, s.25; Ebu’s-Suûd, C.5, s.241.
[10]Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, C.5, s. 439.
وأخرج ابن المنذر وابن أبي حاتم وأبو الشيخ من طريق ابن إسحق عمن يسوق أحاديث الأعاجم من أهل الكتاب ممن قد أسلم فيما توارثوا من علمه أن ذا القرنين كان رجلا صالحا من أهل مصر اسمه مرزيا بن مرزية اليوناني من ولد يونن بن يافث بن نوح
وأخرج أبو الشيخ وابن مردويه عن عبيد بن عمير أن ذا القرنين حج ماشيا فسمع به إبراهيم فتلقاه                                         
[11] Ebu’s-Suûd, C.5, s.240; Âlûsî, C.16, s.27.
[12] el-Kurtubî, C.11, s.47.
[13] Muk. edz. Pala, s.125-126, 
[14] Çünkü en eski Yunan tarihine baktığımızda, Yunanlıların, imparatorluk haline daha evvel hiç gelmediğini görürüz: “Makedonya ülkesi aynı adı taşıyan daha geniş tarihsel bir bölgenin parçasıdır. İlk Makedon kabileleri etnisite, dil ve kültür açısından Slavlardan çok antik Yunanlılarla ilişkilendirilebilir. Antik Makedonya, M.Ö. 8. yüzyıldan Roma imparatorluğunun çöküşüne kadar varlığını sürdürdü. Antik Makedonya devleti tarihi ülkeyi M.Ö. 808-778 yılları arasında yöneten kral Karan’ın zamanında başladı. M.Ö. 6. yüzyılda, Pella ve Aigai başkentleri kuruldu. M.Ö. 359-336 yılları arasında, II. Philip hükümdarlığı döneminde Makedonya devleti doruk noktasına erişti. Philip idaresinde Makedonya krallığı kuzey Yunanistan, Bulgaristan ve şu an ki Yugoslavya topraklarının büyük bölümünü kapsamaktaydı. Philip’in oğlu büyük İskender zamanında krallık tarihinin zirvesine çıktı. M.Ö. 336-323 tarihleri arasında İskender (Alexander) krallığı genişleterek Mısır’dan Kuzey Hindistan’a kadar uzanan büyük Makedonya imparatorluğunu yarattı. İskender’in ölümünden sonra imparatorluk çok sayıda Hellen (Yunan) krallıklarına ayrıştı.” Kaya, C.12, s.555-556; Mansel, s.434, 458;http://www.netbul.com/superstar/ozeldosyalar/sicakhaber/makedonya/anahtarbilgiler.asp (09.06.2004)
[15] eş-Şevkânî, C.3, s.307.
[16] Tabatabâî,  C.13, s.384.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder