7 Temmuz 2015 Salı

ZÜLKARNEYN'İN GENEL OLARAK SEFERLERİ

ZÜLKARNEYN'İN GENEL OLARAK SEFERLERİ



  2.7  Zülkarneyn’in Seferleri

" فاتبع سببا "     “O da bir yol takip etti.”  Yani esbab aleminde yol aldı.

Grameri: (سببا ) kelimesi meful lehtir.[1]

Kraati: (فاتبع) kelimesinin okunuşunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Basralılar ve Medine kurralarının büyük çoğunluğu Nâfî, İbn Kesîr, ve Ebû Amr; bu kelimeyi, süluk etti, yürüdü, arkasından takip etti anlamında “hemze”nin vaslı ve “ta” nın teşdidi ile “فَاتَّبع” şeklinde okumuşlardır. Kufe kurralarının çoğunluğu da (İbn Âmir, Âsım, Hamzâ ve el-Kısâî) kavuştu anlamında, elifi maktu ile ve “ta” nın sukunu ile  (tahfifi ile) “  فَاَتْبَعَ” şeklinde okumuşlardır.[2] el-Ahfeş mânâ açısından, her ikisinin de aynı anlama geldiğini söylemiştir. el-Esmâî de bir yere ulaşıldığında “اتبع” nın kullanıldığını, henüz ulaşılmayan bir yere gitmeyi ifade için de " تبع" nın kullanıldığını söylemiştir. Ebû Ubeyd ise “فاتبعوهم مشرقين”   ayetini delil getirerek bu ayırımı reddetmiştir.[3] İbn Kemâl bu konuda: “ikinci birinciye ulaşmak istediği zaman, “ تبعه اتباعا” kelimesinin; ona uğrayıp da onu da geçip gitmek istediği zaman ise “  تبعه تبعا” kullanıldığını söylemiştir.[4]  Ebû Ubeyde[5] Kufe ehlinin kıraatını tercih etmiş, et-Taberî ise her iki kıraattan daha isabetli olanının elifin tahfifi ile olduğunu söylemiştir.[6] Yine her iki okuyuşun da aynı mânâya geldiği ve bir mef’ul alan müteaddi fiil olduğu söylendiği gibi kat’i hemze ile olanın iki meful aldığı ve takdirinin (فاتبع سببا سببا) şeklinde olduğu da söylenmiştir.[7]

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd’den bunun ‘yol’ anlamına geldiğini söylemiştir. Bu görüşüne şu âyeti delil getirmiştir:

 ” اذ تبرا االذين اتبعوا و راوا العذاب وتقطعت بهم الأسباب “

“İşte uyulanlar (kendilerine ) uyanlardan uzak durdular, azabı gördüler, aralarındaki bağlar kesildi.”[8]

Kur’an’da esbab kelimesi başka yerlerde de geçmektedir:

”من كان يظن ان لن ينصر الله في الدني و الاخرة فليمدد بسبب الي السماء ثم ليقطع فلينظر هل يذهبن كيده ما يغيظ “

“Kim Allah’ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmiyeceğini sanıyorsa öfkesini gidermek için göğe bir sebeple (iple) uzansın, sonra (ayaklarını ) yerden kessin baksın, bu çaresi öfkelendiği şeyi giderebilecek mi?”[9]

” ام لهم ملك السموات والارض و ما بينهما فليرتقوا في الاسباب “

‘Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse sebepler (vesileler) içinde yükselsinler.”[10]

” و قال قر عون يا هامان ابن لي صرحا لعلي ابلغ الاسباب * اسباب السموات فاطلع الي اله موسي  و اني لاظنه كاذبا “...

“ Fir`avn dedi ki. Ey Hâmân bana yüksek bir kule yap da o sebeplere (göğe ulaştıran yollara) ulaşayım. (Yani) göklerin yollarına (sebeblerine). Ki Musâ’nın Tanrısına çıkıp bakabileyim. Çünkü ben onu yalancı sanıyorum.”[11]

[1] Ukburî, C.2, s.107.

[2] es-Semîn, C.6, s.540.

[3] el-Kurtubî, C.11, s.47.

   Kıraat alimlerinden en-Nehhâs dedi ki: Ebû Ubeyde, Mekke ehlinin kraatını tercih etti. Çünkü bu yürüyüşü ifade eder. Bir başka haberde ise o, ve el-Esma`î’nin “tebe`a”nın, “kavuşma olmaksızın yürümeyi” ifade ettiğini “etbeğa’nın ise “nihayetine varıldığını” ifade ettiğini söylemişlerdir. Ebû Ubeyde de benzerini söylemiştir. Bu görüşüne  ( فأتبعوهم مشرقين)  “tan yeri ağarırken onlara yetiştiler” âyetini delil getirmiştir. en-Nehhâs bu görüşe itiraz etmiş ve  “el-Esma`î’nin bu görüşü bir delil veya bilgi gerektirir. Zikri geçen âyette Firavun onlara kavuştu demek değildir. Çünkü, Musâ ve kavmi denizden çıktıkları zaman daha Firavun ve ordusu denizdeydiler ve deniz daha yetişemeden onları içine aldı. Doğrusu ‘tebeğa’ ve ‘etbeğa’nın aynı anlamda iki ayrı ifade olduklarıdır. Yani yürüyüş demektir. Bkz. eş-Şevkânî, C.3, s.308.

[4]  İsmail Hakkı Bursevî , C.5, s.291.

[5] Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm, meşhur Arap dili ve Edebiyatı, fıkıh, hadîs ve aynı zamanda bir kırat alimidir. Hicrî  154 yılında Herat’da doğduğu tahmin edilmektedir. Hicrî 224 (m.838) yılında vefât etmiştir. Bkz. Mehmet Özdemir, “Ebû Ubeyd” TDV İslâm Ansiklopedisi, C.10, s.244.

[6] et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.10.

[7] Bkz. es-Semîn, C.6, s.540; Ukburî, , C.2, s.107; el-Beydâvî, C.3, s.519.

[8] K. (29 el-Bakara 166.

[9] K. (22) el-Hacc 15.

[10] K. (34) Sâd 10.

[11] K. (40) el-Mü’mîn (Ğâfir) 36-37.

Âyette geçen “ ...Bir yol... ” kelimesi için  İbn Abbâs bunun “menzil” anlamına geldiğini söylemiştir.[1]  Mücâhid ise; doğu ile batı arasında “bir konak” diye, tefsir etmiştir.[2] Dahhâk da buradaki yolun, “konaklar” anlamına geldiğini belirtmiştir. Mücâhid’den gelen bir diğer rivâyette ise, “yeryüzünde bir yol” diye yorumlandığı söylenmiştir.[3] Katâde, Zülkarneyn’in yeryüzünün “konaklarını ve işaret yerlerini” izlediğini söylemiştir.[4]. Matar da “kendisinden önce bulunan “işaret ve izler” anlamına geldiğini söyler.[5] Sa`îd b. Cübeyr ise, bunun bilgi anlamına geldiğini söyler. İkrime, Ubeyd b. Yâla ve Süddi de aynı şekilde yorumlar.

Görüşleri özetleyecek olursak, “kendisini batıya götürecek yolları izledi” demektir. Batıya ulaşmak için gerekli yolları, yeryüzünde bulunan yerleşim yerleri ile ilgili verileri, harita ve yol bilgisi ile  derleyip toparlayarak izlemiştir.[6]

O, kendisini güneşin battığı yere götürecek yollara tabi oldu ve gitti. ez-Zeccâc; “kendisine bahşedilen sebeplerden birisine tabi oldu ki her şeyin sebebi ona verilmiştir. Bu sebeplerden birisi de kendisini mağribe götüren şeydir” demiştir. Yine, istediği şeye  onu ulaştıran ilme tabi oldu da denilmiştir. Umumi anlamda yaratılmışların ihtiyaç duyacağı şeylerin tamamına tabi olduğu söylendiği gibi;                          hususi anlamda şehirlerin fethinde, düşmanların kahrında kralların ihtiyaç duyacağı şeye tabi olduğu da söylenmiştir.[7]

          

Değerlendirme

Allah Teâlâ, nimetini kullar arasında yaymış, bir kısmını bir kısmına üstün tutmuş ve istediğine hesapsız mal ve saltanat vermiştir.[8] İhsan edilen bu nimetleri, kiminden alarak kimine de vererek imtihan etmiştir.

“Ne yerde ne de kendi üzerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, (ezeli bilgimizle takdir edilmiş) bir kitapta olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır. Bu, -elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiğine sevinip şımarmayasınız- diyedir. Çünkü Allah kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.”[9]

Kulların imtihanı, elinden alınan nimetlerle olabileceği gibi kendilerine nimet verilmek suretiyle de olur. Hatta verilen nimetin imtihanının alınan nimetten daha zor olduğu da söylenmiştir. İnsanın gerçek kişiliği de ona makam ve mevki verildiğinde bellli olur. Elinde yetkisi olan kimse ağır bir sorumluluk altına da girmiş demektir. İşte Dâvud (AS) ve Süleyman (AS) gibi[10] Zülkarneyn (AS) da yetki alanının genişliği ile yani saltanatla imtihan[11] olmuştur.

“Ona her şeyin sebebini verdik o da bir yol tuttu.”ifadesinde ona verilen bütün iktidarın ve bütün işlerin, esbab aleminde cereyan ettiğine ve harikulade türden şeyler olmadığına işaret vardır.[12]

Yine bu âyeti kerimelerde her şeyin sünnetullah’a tabi olarak cereyan ettiğine, bu sebeple insanların vesilelere sarılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Azim ve çalışmakla yüksek yerlere gelinebileceği başarı ve zaferin elde edilebileceği ifade adilmiştir. Eğer insan cehd eder ve Allah’ta dilerse, dünyanın doğusundan, batısına kadar her bir köşesini alabileceği hususuna dikkat çekilmiştir.[13]

Ayrıca bu âyetlerde kolaycılığa değil, zorluklarla mücadele etmeye, rahatlığın insana getireceği gevşeklikten nasıl kurtulacağına ve azmedilirse istenilen hedeflere nasıl ulaşılacağına yer verilmiştir. Büyük zorluk ve sıkıntılar, büyük rahatlıkları beraberinde getirir. Yani her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğu, her zorluğu aşmanın bir yolunun var olduğu belirtilmiştir. İnsan kendisini zorlarsa, olması imkansız gözüken şeyler dahi onun için mümkün hale gelir.[14] Bugün, havada uçan tonlarca ağırlıktaki çelik uçaklar ve suda yüzen dev gemiler bunun en güzel misalidir. İletişimde gelinen yer ise akla hayale gelmez bir boyuta ulaşmıştır.

Müslümanlar esbab alemi çerçevesi içerisinde İslâmı hakim kılmakla yükümlüdürler. Allah (CC) dilerse, onlara bir takım olağanüstü olaylarla yardımcı olabilir. Ancak mükellefiyet, sebep-sonuç esasına göredir. Bu ise müslümanların Allah’ın adının en yüksek olmasını sağlamakla mükelleftirler. Her hangi.[15]

gayeye ulaştıran yolları izlemeyi, imkan dahilindeki araç ve vasıtaları değerlendirmeyerek ihmal etmektedirler. İstisnai şartları ortadan kaldırmak için gerekli esbaba yapışmakta direnç zafiyeti, evrensel İslâm devletini gerçekleştirmek için gerekli olan  esbabı olumlu kullanmak konusundaki ihmaller ve buna benzer taksirlerin hepsi, mükellef olan müslüman bireylerin -gayeye ulaştıran yolları- izlemedeki  kusurları arasında yer almaktadır.[16]

[1] Muhammed b. Sa`d babasından o da amcasından o da babasından o da babasından o da İbn Abbâs’tan nakletmiştir. Bkz. et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.10; es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, C.5, s.450.

[2] Ebû Ca`fer en-Nehhâs, C.4, s.285. Muhammed b. Amr, Ebû Âsım’dan o da Îsa’dan yine el-Haris, Hasan’dan o da Verkâ’dan her iki varyantta İbn Ebî Nüceym’den  o da Mücâhid’den rivâyet etmiştir. Yine bu rivâyetin benzerini, el-Kâsım, el-Hüseyn’den o da Haccâc’tan o da İbn Cüreyc’ten o da Mücâhid’den rivâyet etmiştir. Muk. edz. et-Taberî, a.g.e., C.16, s.10; es-Suyûtî, a.g.e., C.5, s.450.

[3] Muhammed b. Ammâre el-Esedî, Ubeydullah b. Mûsa İsrâil’den o da Ebû Yahyâ’dan o da Mücâhid’den rivâyet etmiştir.  et-Taberî, a.g.e, C.16, s.10.

[4] Bişr, Yezid’den o da Sa`îd’den o da Katâde’den rivâyet etmiştir. Yine el-Hasen b. Yahyâ, Abdurrezzâk’tan o da Ma`mer’den o da Katâde’den benzerini rivâyet etmiştir. el-Hüseyn, Ebû Muaz’dan o da Ubeyd’den o da ed-Dahhâk’tan bu görüşün benzerini rivâyet etmiştir. Bkz. et-Taberî, a.g.e, C.16, s.10.

[5] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, s.102.      

[6] Saîd Havvâ, C.6, s.3224.

[7] Bkz. eş-Şevkânî, C.3, s.308; el-Hazîn, C.3, s.210.

[8] el-Kâsımî, C.11, s.4104.

[9] K. (57) el-Hadîd 22-23.

[10] K. (27) en-Neml 40.  “Yanında kitap’tan bir ilim bulunan kimse de: ‘sen gözünü kırpmadan ben onu sana getirebilirim’ dedi. (Süleyman tahtı yanında görünce dedi ki. ‘Bu Rabbimin bir lutfudur. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınıyor. ( ليبلرني ءاشكر ام اكفر)

[11] “Dedik ki: ‘Ey Zülkarneyn onlara azap da edebilirsin veya kendilerin güzel de davranabilirsin.” âyeti bir bakıma onu yetki muhayyerliğiyle imtihan etmektedir.

[12] Saîd Havvâ, C.6, s.3224.

[13] el-Kâsımî, C.11, s.4104.

[14] el-Kâsımî, C.11, s.4104.

[15] Saîd Havvâ, C.6, s.3226.

[16] Saîd Havvâ, C.6, s.3224-3225.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder