A. Zülkarneyn Kıssasının Nüzul Sebebi
"و يسالونك عن ذي القرنين" “Sana Zülkarneyn’den (bilgi) soruyorlar.”
Bazılarına göre, Mekke döneminde Kureyşli müşrikler, Medine’de yaşayan Yahudilere bir heyet göndererek Allah Rasûlü’nün durumunu öğrenmek istemişlerdi.[1] Yahudiler de kitap ehli idiler ve peygamberler tarihiyle ilgili bilgileri vardı. Oysa Kureyş müşriklerinin bu türden hiçbir bilgi birikimleri yoktu. Heyet, Muhammed (SAS) hakkında bilgi alabilmek için Medine’ye gittiğinde Yahudi din adamlarıyla görüştü. Onlara son Peygamberin özelliklerini ve söylediklerini ileterek şöyle dediler: ‘Sizler Tevrat ehlisiniz. Bizde ortaya çıkan bir adam hakkında bilgi vermeniz için geldik.’ Yahudi din adamları da şöyle dediler: ‘Ona üç mesele sorun; cevaplarını size söyleyeceğimiz bu üç meseleyi bilirse gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer bilemezse yalancının biridir. Ona karşı uygun gördüğünüz şekilde davranabilirsiniz. Öncelikle geçmiş zamanlarda yurtlarından ayrılıp giden gençlerin durumunu sorun Onların durumu ne olmuştur? İlginç sözleri olmuş mudur? İkinci olarak yeryüzünü sürekli dolaşan, doğulara ve batılara giden adamın durumunu sorun. Üçüncü olarak da Ruh’u sorun, -Ruh nedir?- deyin. Eğer bu sorulara doğru cevaplar verirse, kendisi hak peygamberdir ve ona uymanız gerekir. Eğer veremezse yalancıdır, dilediğinizi yapın”[2]
Kureyş heyeti bu bilgiyle Mekke’ye dönmüş ve şehrin ileri gelenleriyle görüştükten sonra söz konusu meseleleri Allah Rasûlü’ne sormuşlardı.[3] Bunlara cevap niteliğinde de Kehf sûresi indirilmiştir.
Bazılarına göre, bu sorular Yahudiler tarafından Medine’de Allah Rasûlü’nü sınamak için sorulmuştu. Ancak bu görüş fazla kabul görmemiştir. Çünkü surenin Mekke’de inişi üzerinde kesinlikle ihtilaf söz konusu değildir.[4] Çünkü Üslup da Medine dönemine ait olmaktan çok Mekke dönemine aittir.[5]
Ukbe b. Âmir’den sıhhati tespit edilememiş olan bir rivâyette o şöyle demiştir: “Ehl-i kitaptan bir grup Yahudi, ellerinde bazı sayfalar olduğu halde geldiler ve bana şöyle dediler: ‘Yanına girmemiz için Rasûlullah’tan izin iste.’ Rasûlullah (SAS)’ın yanına girdim ve kendisiyle görüşmek üzere geldiklerini ve kapıda beklediklerini haber verdim. O, ‘Bilmediğim bir şeyi bana sual ettiklerinde ne cevap vereceğim ?’ buyurdular. Sonra abdest almak için su istediler, abdest alıp evlerinde namaz kıldıkları yere çekilip iki rekat namaz kıldılar. Oradan çıkıp bana doğru geldiklerinde, mübarek yüzlerinde bir tebessüm gözüküyordu. ‘Git, onları ve kapıda ashabımdan kim varsa hepsini içeri al’ buyurdular. Ben onları içeri aldığımda onlara: ‘Dilerseniz bana sorduğunuz şeyin cevabını söyleyeyim, isterseniz başka şeyler sorun, dilediğinizi yapın!’ buyurdular. Ukbe b. Âmir’in bu anlattıklarına göre Zülkarneyn’le ilgili âyeti kerimeler Yahudilerin (veya onların akıl vermeleriyle Kureyş müşriklerinin) ruhu sormalarından önce, bu olay üzerine nazil olmuştur.[6]
Bu hadîs daha teferruatlı bir şekilde et-Taberî’de[7] şöyle geçmektedir. “Ukbe b. Âmir dedi ki. ‘Rasûlullah (SAS)’e hizmet ettiğim bir gün, huzurundan çıktım. Kitap ehlinden bir grup bana rastlayıp: ‘Biz Rasûlullâh’a soru sormak istiyoruz, izin ister misin?’ dediler. Ben de girdim ve Rasûlullah’a durumu haber verdim: Peygamber (SAS): ‘Onların benimle ne işleri var? Ben Allah’ın bildirdiğinden başkasını bilmem’ buyurdular. Sonra benden abdest suyu dökmemi istediler, abdest alıp namaz kıldılar. Namaz kıldığında yüzünde bir sevinç gördüm. Sonra Rasûlullah (SAS): ‘Onları ve Ashabımdan kimi görürsen içeri al!’ buyurdular. Onlar da içeri girdiler, Rasûlullah’ın huzuruna çıktılar, Rasûlullah buyurdu ki: ‘İsterseniz kitabınızda yazılı bulduğunuz şeylerden sorun cevap vereyim! İsterseniz, doğrudan ben bilgi vereyim’ buyurdular. Bunun üzerine onlar da : ‘Sen doğrudan bilgi ver’ dediler: Rasûlullah: ‘O, bir Rum genciydi, Gelip Mısır ve İskenderiye şehirlerini inşa etti. Bina tamamlanınca bir melek onu göğe yükseltti ve ona dedi ki: ‘Ne görüyorsun?’ O da : ‘bir şehir görüyorum’ dedi. Sonra melek onu tekrar yükseltti ve: ‘Ne görüyorsun?’ dedi. O da: ‘Yeryüzünü’ dedi. Melek dedi ki: ‘Bu deniz, dünyayı kaplamıştır, Allah beni sana gönderdi ki, cahile öğretesin, alime sebat ettiresin. Sonra melek onu sete götürdü. O sed orta büyüklükte iki dağdan ibaretti. Onun üzerinde bulunan her şey kaygandı. Sonra onu Ye’cûc ve Me’cûc’ü geçinceye kadar götürdü. Daha sonra yüzleri köpek yüzüne benzeyen kavimle savaşan başka bir grubun yanına götürdü.”[8]
Ancak İbn Kesîr[9], bu rivâyeti münker bulmuştur: “Zülkarneyn, Rum asıllı bir delikanlıdır. İskenderiye’yi o kurmuştu. Bir melek onu göğe yükseltmiş ve sedde kadar götürmüştür. Orada yüzleri köpeğe benzeyen bir kavim görmüştür. Daha uzun uzadıya anlatılan bu rivâyet çirkinliklerle doludur ve bu rivâyetin Rasûllullah’a yükseltilmesi doğru değildir. Daha ziyade İsrâilî bir rivâyettir. Ne gariptir ki, Ebû Zür`a er-Râzî[10], çok değerli bir yere sahip olmasına rağmen, bu rivâyeti bütünüyle “Delâilü’n-Nübüvve” adlı eserinde nakletmiştir. Bu, garip bir nakildir ve nakledilen şeyde münker taraflar da vardır. Bu kötü hususlardan birisi de, Zülkarneyn’in Bizanslı olduğunu söylemesidir.”[11]
Katâde:[12] “Yahudilerin, Zülkarneyn’i sormasından sonra Allah’ın (C.C.) bu âyeti indirdiğini söylemiştir.[13] Şeyh Hıfzurrahmân’a göre, bu rivâyetler kısaltılarak aktarılmıştır.[14] Sorular Yahudilerce seçilmiş olmakla birlikte, Kureyşliler tarafından sorulmuştur.[15]
Bu ve benzeri rivâyetlerden şu sonucu çıkarabiliriz: Rasûlullâh’a üç soru sorulmuştur. Bu sorulara cevaben Kehf sûresi indirilmiştir. Ancak, Ruh ile ilgili âyet, İsrâ suresinde geçmektedir ve Mekkîdir. Eğer olay rivâyette anlatıldığı gibi cereyan etseydi “ruh” meselesinin de aynı surede zikredilmesi gerekirdi. Bu sonuç, söz konusu rivâyetin zayıflığına dikkat çekerken, yöneltilen soruların tek bir anda sorulmadığı kanaatini de desteklemektedir.[16]
Bu âyetin nüzul sebebindeki ihtilafları bir yana bırakırsak, ki nüzul sebebindeki ufak ayrılıkların bilinmesi, kıssanın anlaşılmasına ek bir şey katmamaktadır. Ancak kesin olan bir şey vardır ki Zülkarneyn’in Peygamber’e sorulduğu kesindir.
Burada geniş zaman ve gelecek zaman siygası olan (يسالونك) “ي” eki ile sorunun “sana sordular” değil de “sana soruyorlar” tarzında ifade edilmesi, sadece geçmişteki bir olayın muhatapların gözü önünde hali hazırda cereyan ediyormuş gibi canlandırılması içindir. Bazı müfessirler “geniş zaman siygasının kullanılması, onların bu sorularında ısrar etmeleri sebebiyledir” demişlerdir. Bazı tefsirciler de, bu ifadenin soru sorulmadan önce âyetin nazil olduğunu gösterir demişlerdir.[17]
[1] Bkz. el-Beydâvî, Tefsîrü’l-Beydâvî, c.3, s.519.
[2] İbn-i Hişâm, Sîret-i İbn-i Hişâm, c.2, s.39.
Seyyid Kutub ise bu kavli İbn İshak’tan nakletmiştir ve rivâyetin başında ‘Bana Mısırlı bir ihtiyar anlattı, bundan kırk küsur sene önce gelmişti. Ona İkrime anlatmış ona da İbn Abbâs nakletmiş ve demiş ki: ‘Kureyşliler, Hâris b. Nadr’ı ve Ebû Muayt b. Ukbe’yi Medine’deki Yahudi hahamlarına gönderdiler ve dediler ki: ‘Onlara Hz. Muhammed’in durumunu ve niteliklerini anlatın, söylediklerini bildirin ve nasıl hareket edeceğimizi sorun’....” fazlalığı vardır. Bkz. Seyyid Kutub, fî Zilâli’l-Kur’ân, c.16, s.2289.
[3] “Bunun üzerine Kureyşliler toplu olarak Hz. Muhammed’in yanına gelerek dediler ki. ‘Ya Muhammed, şu sorduğumuz soruların cevabını bize bildir!’ Sonra da Yahudilerin öğrettiği soruları sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdu; ‘Sorduğunuz soruların cevabını size yarın bildireceğim’ Ama ‘Allah dilerse diye’ ilave etmedi. Kureyşliler bunun üzerine çekilip gittiler. Tam 15 gece Hz. Muhammed vahyin gelmesini bekledi. Ama vahiyden eser yoktu. Cibril (AS) hiç yanına uğramadı. Bunun üzerine müşrikler işi azıtıp söylenmeye başladılar. ‘Muhammed bize yarın dediği halde 15 gündür sesi çıkmıyor’. Bunun üzerine Rasulullah (SAV) çok üzüldü. Hem vahyin gelmemesine hem de müşriklerin ileri geri konuşmalarına canı çok sıkıldı. Bilahare Cibril, Kehf sûresini getirdi. Bu sûrede Hz. Peygamber’e onların durumuna neden üzüldüğünü ifade eden itap ifadeleriyle beraber Ashab-ı kehf ve Zülkarneyn kıssası yer alıyordu. Ayrıca “Sana ruhtan sorarlar” âyeti de bu sırada nazil oldu. Bkz. Seyyid Kutub, fî Zilâli’l-Kur’ân, c.16, s.2289.
[4] Selmân Âbid en-Nedvî, Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.12.
[5] M. İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, c.5, s.92.
[6] Alûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s.24; Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr, et-Taberi(v.310h.), Tefsîru’t-Taberî, c.16, s.7.
[7]İmam et-Taberî’nin adı, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr’dir. Fıkıh, hadîs, tarih,dil, tefsir ve kıraat ilimlerinde otoritedir. “Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk”, “İhtilâfu’l-Fukahâ” ve “Câmiu’l-Beyân” adlı tefsiri meşhurdur. Hicrî 310 (m.923) yılında vefât etmiştir. Bkz.Bedreddin Çetiner, “Taberî”, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.6, s.69-70.
[8]Ebû Kerîb, Zeyd b. Hubâb’tan o da İbn Lehî`a’dan o da Abdurrahman b. Ziyâd b. En`am’dan o da Necip’li iki Şeyh’ten onlar da Ukbe b. Âmir’den rivâyet etmiştir. Bkz. et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c.16, s.8.) Benzeri ancak, biraz kısaltılmış aynı rivâyeti Ahkâmu’l-Kur’ân’da da buluyoruz. Bkz. Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.47. Metin şöyledir:
أخرج ابن عبد الحكم في فتوح مصر وابن أبي حاتم وأبو الشيخ والبيهقي في الدلائل عن عقبة بن عامر الجهني قال كنت أخدم رسول الله صلى الله عليه وسلم فخرجت ذات يوم فإذا أنا برجال من أهل الكتاب بالباب معهم مصاحف فقالوا من يستأذن لنا على النبي صلى الله عليه وسلم فدخلت على النبي صلى الله عليه وسلم فأخبرته فقال ما لي ولهم سألوني عما لا أدري إنما أنا عبد لا أعلم إلا ما أعلمني ربي عز وجل ثم قال ابغني وضوءا فأتيته بوضوء فتوضأ ثم صلى ركعتين ثم انصرف فقال وأنا أرى السرور والبشر في وجهه أدخل القوم علي ومن كان من أصحابي فأدخله أيضا علي فأذنت لهم فدخلوا فقال إن شئتم أخبرتكم بما جئتم تسألوني عنه من قبل أن تكلموا وإن شئتم فتكلموا قبل أن أقول قالوا بل فأخبرنا قال جئتم تسألوني عن ذي القرنين إن أول أمره أنه كان غلاما من الروم أعطي ملكا فسار حتى أتى ساحل أرض مصر فابتنى مدينة يقال لها اسكندرية فلما فرغ من شأنها بعث الله عز وجل إليه ملكا فعرج به فاستعلى بين السماء ثم قال له انظر ما تحتك فقال أرى مدينتي وأرى مدائن معها ثم عرج به فقال انظر فقال قد اختلطت مع المدائن فلا أعرفها ثم زاد فقال انظر قال أرى مدينتي وحدها ولا أرى غيرها قال له الملك إنها تلك الأرض كلها والذي ترى يحيط بها هو البحر وإنما أراد ربك أن يريك الأرض وقد جعل لك سلطانا فيها فسر فيها فعلم الجاهل وثبت العالم فسار حتى بلغ مغرب الشمس ثم سار حتى بلغ مطلع الشمس ثم أتى السدين وهما جبلان لينان يزلق عنهما كل شيء فبنى السد ثم اجتاز يأجوج ومأجوج فوجد قوما وجوههم وجوه الكلاب يقاتلون يأجوج ومأجوج ثم قطعهم فوجد أمة قصارا يقاتلون القوم الذين وجوههم وجوه الكلاب ووجد أمة من الغرانيق يقاتلون القوم القصار ثم مضى فوجد أمة من الحيات تلتقم الحية منها الصخرة العظيمة ثم مضى إلى البحر الدائر بالأرض فقالوا نشهد أن أمره هكذا كما ذكرت وإنا نجده هكذا في كتابنا
Bkz. Abdurrahmân b. el-Kemâl Celâluddîn es-Suyûti (v.911), ed-Dürrü’l-Mensûr, c.5, s.438, Dârü’l-Fikr: Beyrut 1993.
[9]Abdullah b. Kesîr; hicrî 45 tarihinde doğmuştur. Müfessir, nahivci ve kurradır. Mekke’de hicrî 120 (m.738) de vefât etmiştir. Bkz. Ziriklî, el-Â`lam, c.4, s.255.
[10] Ebû Zür’â er-Râzî; hadîs hâfızı ve münekkididir. Hicrî 194 yılında doğmuştur. Ebû Zür`â kendisi bizzat, 200.000 rivâyeti ihlâs sûresi gibi ezbere bildiğini, 300.000 rivâyeti ise hadîsleri müzakere ederken okuyabileceğini söylemiş, ayrıca asılsız haberleri ve mevzu hadîsleri tanımak maksadıyla ezberinde 10.000 uydurma rivâyet bulunduğunu ifade etmiştir. Müslim, 250 yılında el-Câmi`us-Sahîh’ini tamamladıktan sonra Ebû Zür`â’nın tetkikine sunmuş ve onun uygun görmediği rivâyetleri kitabına almamıştır. Bkz. Yaşar Kandemir, “Ebû Zür`a er-Râzî ”TDV İslâm Ansiklopedisi, c.10, s.273-276.
[11] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.3, s.100.
[12] Katâde b. Diâme, Müfessir Tâbiîdir. Hasan Basrinin yanında 12 yıl kıraat , tefsir ve hadîs dersi almıştır. Evzâî, Ebân b. Yezid, Şu’be b.Haccac gibi bazı alimler kendisinden hadîs rivâyet etmişlerdir. Sika yani güvenilir bir ravidir. Ali b. Medînî, büyük şehirlerdeki isnat zincirlerinin isimleri üzerinde kesiştiği altı kişiden birinin Katâde olduğunu söylemiştir. Bkz. Abdülhamit Birışık, “Katâde b. Diâme “, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.25 , s.22-23.
[13] Vâhidî,Esbâbü’n-Nüzûl, s.210.
[14] İlgili rivâyet, es-Suyûtî de şöyle geçer:
وأخرج ابن أبي حاتم عن عمر مولى غفرة قال دخل بعض أهل الكتاب على رسول الله صلى الله عليه وسلم فسألوه فقالوا يا أبا القاس كيف تقول في رجل كان يسيح في الأرض قال لا علم لي به فبينما هم على ذلك إذ سمعوا نقيضا فب السقف ووجد رسول الله صلى الله عليه وسلم غمة الوحي ثم سري عنه فتلا ويسألونك عن ذي القرنين الآية فلما ذكر السد قالوا أتاك خبره يا أبا القاسم حسبك
Bkz. es-Suyûtî, ed-Dürrül-Mensûr, c.5,s.435.
[15] Hıfzurrahmân, Kasasu’l-Kur’ân, c.3, s.113.
[16] Selmân Âbid en-Nedvî, Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.14.
[17] Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, c.16, s23-24.
RİVÂYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Konuyla ilgili ayetlere “ يسالونك ” (sana soruyorlar) diye başlanması, bu ayetlerin inişinin bir arka-plana bağlı olduğunu göstermektedir. Yani bu ayetler Hz. Peygamber’e birileri tarafından sorulan bir sorunun ardından inmiştir. Bu noktada, Zülkarneyn hakkında soru soran birilerinin kim oldukları ve niçin böyle bir soru sordukları son derece önem kazanmaktadır. Bütün rivâyetler, bu soruyu soranların Yahudiler ya da Mekke müşrikleri olduğunu ifade etmektedir. Kehf suresinin Mekke’de indiği hatırlanacak olursa, soruyu soranların müşrikler olduğu ihtimali daha da kuvvetlenmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bu sorular her ne kadar müşrikler tarafından sorulmuş olsa bile, soruların kaynağında Medine Yahudileri bulunmaktadır.[1]
Bu ve benzeri rivâyetlerle ilgili olarak Allâme Hıfzurrahmân[2] (v.1962) Kasasu’l-Kur’ân adlı eserinde şunları söylemiştir. “Bu görüş, hadîsçilerden değişik kanallardan aktarılmış ve bu nakiller ‘hasen’ derecesinde görülmüştür. Ancak bunların hiç biri belli bir kaynak belirtmemişlerdir. Bu nedenledir ki rivâyetin mesnediyle ilgili araştırma yapmak hayli güçtür. Bunun tek istisnası, bizzat kıssayı aktaran İbn Abbâs’ın rivâyetidir ki o da İbn Hişâm tarafından nakledilmiştir.[3] Burada da senet kısmına yer verilmemiştir.[4]
et-Taberî’nin(v.310/923) rivâyetinde senet vardır: “Ebû Kureyb[5] bize nakletti ki: Yunus b. Bükeyr [6] bize Muhammed b İshâk’tan nakletti ki: 43 küsur yıl önce gelmiş Mısırlı bir Şeyh bana İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs’tan nakletti ki:” İbn İshâk’ın bahsettiği bu şeyh meçhul bir şahsiyettir. Bu da göstermektedir ki Yunus b. Bekr , görüştüğü bu şeyhi hatırlayamamıştır. Râvîsinde meçhul bir şahıs vardır.[7]
Suyûtî, söz konusu rivâyetin İbn el-Münzir, Ebû Nuaym[8] ve Beyhakî[9] tarafından da nakledildiğini belirtmiş, ama alışkanlığı gereği senet zincirine yer vermemiştir.[10] Suyûtî, “ed-Dürrü’l-Mensûr” adlı eserinde, Ebû Nuaym’ın “ed-Delâil” adlı kitabından –matbu nüshasında mevcut olmayan- bu rivâyeti kısmen naklederek şöyle demiştir: “es-Süddî es-Sağîr kanalıyla[11] o da İbn Abbâs’tan nakletti ki...”[12]
Bu senet zincirinde yer alan es-Süddî aşırı Şiilerdendir. el-Kelbî[13] ise, hadîsçiler nezdinde metruk (rivâyeti kabul görmeyen) bir kişidir. Bunu Ebû Hâtim[14] ifade etmiştir. İbn Hibbân ise onu Sebâilikle suçlayarak şöyle demiştir.: “el-Kelbî Ali’nin hayatta olduğuna, dünyaya tekrar gelerek adalet temeline dayalı hilafeti tekrar kuracağına inanırdı. Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs’tan nakil yaptığı halde Ebû Salih’ten tek bir rivâyet dinlememiştir. İbn Abbâs’ın oğlu Ebû Sâlih’i de hiç görmemiştir.”[15]
Bütün bu veriler göstermektedir ki, bize ulaşan rivâyetlerin güvenilirliği pek yoktur. Ancak, bir çok kanaldan gelen rivâyetlerin birbirlerini destekler mahiyette olması, ister istemez soruyu soranların Yahudi oldukları kanaatini pekiştirir mahiyettedir.
[1] Ancak gelen bu ve benzeri rivâyetlerin şu noktada zayıflıkları söz konusudur:
1. Bu konudaki rivâyetlerin tamamı ya senet bakımından ya da metin bakımından zayıftrır. (Meselâ Kelbi ve Süddî, metrukturlar, Ebû Sâlih, İbn Abbas’a yetişememiştir yani senet kopuktur, adı bilinmeyen şeyh ise meçhuldür, Beyhakî, İbn Münzir ve Ebû Nuaym’dan gelen rivâyetler ise senetsiz gelmişlerdir.)
2.Sure Mekke’de nazil olmuştur, bu suali Medineli Yahudilerin sorması tuhaftır.
3.Üç sorudan birinin ”ruh” olması, üç sorunun cevabının da aynı surede yer almasını gerektirirdi. Oysa “ruh” ile ilgili âyet İsrâ suresinde yer almaktadır.
4. Sorularından birincisi olan “Ashab-ı Kehf” de Yahudilerin sormalarını gerektirecek bir konumda değildir. Çünkü müfessirler, Ashab-ı Kehf’in İsevî olduğuna müttefiktirler. Yahudilerin Hristiyanlığı din olarak kabul etmediğine göre,Tevrat ve sifirlerinde geçmeyen bu kimseleri sormaları yersizdir.
5. Sorularından ikincisi olan Zülkarneyn de Tevrat’ta geçmemektedir. Tevrat’da geçen yalnızca Danyal’ın rüyasında gördüğü iki boynuzlu koçdan ibarettir.
6. Yahudilerin müşriklere telkin ettiği, eğer üç suali bilirse o rasuldür, o vakit ona müşriklerin uyması gerektiğini değil, “birlikte iman edelim” demelerini gerektirirdi.
7.“Tevratta adı geçmeyen bir nebi istemelerine gelince, Yahudiler, Zülkarneyn’in nebi olduğunu zaten kabul etmemektedirler. Çünkü onlar yalnız Yahudi milletinden nebileri kabul ederler. Danyal’ın rüyası ise, bir nebi değil, Fars kralı olarak yorumlanan iki boynuzlu koçtur. Muk. edz.Süleymân Âbid en-Nedvî, Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.11-18.
[2] Allame Hıfzurrahmân; tefsir ve hadîs alanında güçlü çağdaş Hintli bir alimdir. 1962 yılında vefât etmiştir. İki ciltlik Kısasu’l-Kur’ân adlı eseri en meşhur yapıtıdır.
[3] İbn Hişâm, Sîret-i İbn Hişâm, c.3, s.321.
[4] Selmân Âbid en-Nedvî, Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.12. (Hıfzurrahmân, Kasasu’l-Kur’ân, c.3, s.112-113’ten alıntılamıştır.)
[5] Ebû Kureyb; Rişdi b. Kureyb Medineli olup İbni Abasın azatlı kölesidir. Zayıf bir muhaddis olarak kabul edilmiştir. Bkz. Takiyüddin Ahmet b. Ali el- Markizi (v.845h.), Muhtasarül Kâmil fi’d-Duafâi ve İleli’l-Hadîs,s.336.
[6] Yunus b. Bükeyir Ebubekr eş-Şeybani için hadîs münekkitleri siga ve güvenilir olduğu söylenmiştir. Bkz. Takiyüddin Ahmet b. Ali el-Markizi (v.845h.), Muhtasarül Kamil Fi’d-Duafâi ve İleli’l-Hadîs, s.807.
[7] Selmân Âbid en-Nedvî, Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.12-13.
[8] Ebû Nuaym el-Isfahânî; Hicrî 336 yılnda Isfahanda doğmuştur. Hadîs, kelam, tasavvuf alanında alim olup aynı zamanda tarihçidir. 20 küsur eser yazmış ve bu yazmış olduğu eserlerinden bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. 800 kadar âlimin hayatını anlatan “Hilyetü’l-Evliyâ” ve Rasullullah’ın risaletini ispat babında kaleme alınan “Delâilü’n-Nübüvve”, eserlerinin en meşhurlarındandır. Osman Türer, “Ebû Nuaym”, TDV İslâm Ansiklopedisi c.10, s.20-203.
[9] Beyhaki; Ebû Ca`fer el-Beyhakî, Nahivci ve müfessirdir.Hicrî 470 de doğmuştur. Namaz hariçlerinde evden çıkmadığı, öğrencileri ile ilimle iştiğal ettiği söylenir. Hicrî, 544 yılında vefât etmiştir. Bkz. Şemsettin Muhammed Ali, Tabakâtu’l-Müfessirîn, c.1, s.26.
[10] Selmân Âbid en-Nedvî Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.13.
[11] Ebû Sâlih es-Semmân, Hicrî 634 yılında doğmuştur. İbn Abbas, Hz. Âişe, ve Abdullah b. Ömer gibi bir çok sahabîden çok rivâyet etmiştir. Kendisinden 1000 kadar hadîsi Âmeş rivâyet etmiştir. Ahmet b. Hanbel, Ebû Zûr er-Razi ve Yahyâ b. Ma`în gibi otoriteler, onu sika olarak değerlendirmiştir. Hicrî 101 (m. 719) yılında vefât etmiştir. Bkz. Talat Sakallı, “Ebû Sâlih es-Semmân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.10, s. 226.
[12] Suyûti, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.4, s.210.
[13] el-Kelbî; Asıl adı Ebü’n-Nadr Muhammed b. Sâib b. Bişr el- Kelbî el-Kûfi’dir. Ebû Sâlih Bazen ve Âmir eş-Şa`bi gibi alimlerden hadîs rivâyet eden Kelbî Kûfe’de tefsir ve tarih dersleri vermiştir. Kendisinden oğlu Hîşam, Hammad b. Seleme, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne ve Ebû Bekir b. Ayyaş kendisinden rivâyette bulunanlar arasındadır. Sebeiyye’ye mensup olduğu söylenmiştir. Hadîs otoriteleri onu rivâyetlerinde güvenilir bulmamışlardır. Hicrî 146 (m.763) yılında vefât etmiştir. Bkz. İsmail Cerrahoğlu, “Kelbî, Muhammed b. Sâib”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.25 , s.22-23.
[14] Ebû Hâtim, Muhammed b. İdris er-Râzî, Hicrî 195 yılnıda doğmuştur. Hicrî 277 (m.890) yılında vefât etmiştir. Hadîs hâfızı ve münekkididir. Hadîs ravileri hakkındaki bazı görüşleri Berzâî tarafından onun eserlerinden derlenerek bir araya getirilmiştir. İbrahim Canan, “el-Kelbî”, TDV İslâm Ans, c.10, s.150.
[15] Selmân Âbid en-Nedvî, Teemmülâtü fî Şahsiyeti Zilkarneyn, s.13. (İbn Hibbân, Hatime-i Tefsir-i Süfyan es-Sevrî, Thk. İ. Ali Arşi, s.430’dan alıntılamıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder