8 Temmuz 2015 Çarşamba

Sacrificing his son Abdullah Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in bir rüyası



Sacrificing his son Abdullah
Abdul-Muttalib had only one Son (named al-Haarith) when he had a dream to dig a well near by the Zam Zam, He prayed to Allah to give more sons. He vowed that if he were to have ten sons, he would sacrifice one of them for Allah at the Kab'ah. His prayer was answered and has been blessed with 9 more sons. His favorite Son Abdullah(Youngest of them) was chosen to sacrifice for Allah. After the elder brothers asked him to sacrifice something else besides Abdullah, Abdul-Muttalib asked advice from a wise women. She told him to cast lots between Abdullah and ten Camels. If Abdullah were chosen, he had to add ten more camels and keep on doing the same until his Lord accepts the camels besides Abdullah. When there was 100 camels reached, Camels were chosen, Abdul-Muttalib confirmed this by repeating the test three times. Then the camels were sacrificed and Abdullah was spared.

Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in bir rüyası
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib bir rü’yâ görmüştü. Rü’yâsında:
- Kalk! Zemzem kuyusunu kaz! diye emredildi. Gündüz, oğlu Hâris ile beraber, Kâ’benin yakınında kendisine işâret edilen yeri kazmaya başladılar. Önceleri bu işle pek ilgilenmiyen Kureyşliler, Zemzem kuyusunun açıldığını görünce, hak talep ettiler ve dediler ki:
- Bu bizim dedelerimizin kuyusudur. Burada bizim de hakkımız var. Eğer bizim teklîfimizi kabûl etmezsen, sen bizimle başa çıkamazsın! Çünkü senin bir tek oğlun var; biz daha kalabalığız ve senden güçlüyüz.
Abdülmuttalip, tamâmen kendi hakkı olan bu kuyuya, başkalarının da ortak olmak istemelerine üzüldü. Ama gerçekten de onlarla mücâdele edecek, hakkını savunacak durumda değildi. Bu duruma çok üzülüp içi burkulunca, Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardı:
- Yâ Rabbî! Bana on çocuk ihsân eyle! Eğer bu duâmı kabûl edersen, içlerinden birini Ka’bede Sana kurbân edeceğim.
Allahü teâlâ, onun bu duâsını kabûl etti ve on oğlu oldu. Bu on oğlundan birinin adı Abdullah’tı. Oğullarından en çok bu Abdullah’ı seviyordu. Onda diğerlerine göre çok farklılık vardı.
Zemzem kuyusunu bulduktan ve zaman içerisinde on oğlu olduktan sonra Abdülmuttalib’in şânı ve şöhreti iyice artmıştı. Bir gece Abdülmuttalib’e rü’yâsında şöyle bir îkâz yapıldı:
- Ey Abdülmuttalib, adağını yerine getir!
Abdülmuttalib seneler önceki adağını unutmuştu. “Adağını yerine getir” diye îkâz edilince, sabahleyin hemen bir koç kesti. Ertesi gece yine îkâz edildi:
- Ondan daha büyük kurbân kes!
Bu defa da bir sığır kurbân etti. Yine îkâz edildi:
- Daha büyüğünü kes!
Bu defa da bir deve kurbân etti. Fakat îkâz yine devâm ediyordu. Bunun üzerine rü’yâda sordu:
- Bundan daha büyüğü ne olabilir, ne kesmeliyim?
O zaman kendisine şöyle cevap verildi:
- Hâtırlarsan, seneler önce oğullarından birini kurbân etmeyi adamıştın. Bu adağını yerine getir!
Adağını hâtırlayan Abdülmuttalib, ertesi gün çocuklarını topladı. Kendilerine durumu anlattı. Hiçbiri i’tirâz etmedi.
- Memnûniyetle; hangimizi istersen kurbân edebilirsin dediler.
Abdülmuttalib, kurbân edeceği oğlunu kur’a ile tesbît etmek istedi. Ama kur’a, en çok sevdiği oğlu Abdullah’a isâbet etti. Fakat söz vermişti; adağını yerine getirmeliydi. Keskin bir bıçak ile berâber oğlu Abdullah’ı alıp Kâ’be-i şerîf’in yanına geldi.
Bu hâdiseyi duyan Kureyşliler, hemen onun yanına koşup dediler ki:
- Biz, bu işe aslâ râzî değiliz. Eğer sen bu işi yaparsan, bu, âdet hâline gelir. Herkes, oğlunu kurbân etmek zorunda kalır. Buna başka bir çâre bulalım. Sonra şöyle bir çâre bulundu: Develer ve oğulları arasında kur’a çekilecekti. O zaman Kureyş’te insan diyeti on deve idi. Oğullarına isâbet ettiği müddetçe her defasında on deve ilâve edilerek, kur’a, develere çıkıncaya kadar buna devâm edilecekti.
Kur’aya başlandı. Fakat çekilen her kur’a, Abdullah’a isâbet ediyordu. Her defasında on ilâve edilerek devâm ediliyordu. Onuncu kur’ada deve sayısı yüz olunca, kur’a develere çıktı.
Abdülmuttalib, hemen yüz deveyi kurbân etti; oğullarından hiç birine, bu etlerden hiçbir şey vermeden tamâmını fakîrlere dağıttı.
İsmâîl aleyhisselâmın, kurbân edilmekten kurtulma hâdisesinden sonra, ikinci evlâd kurbân edilmeme hâdisesi de bu olmuş oldu.
İşte, Peygamber Efendimizin soyu, İsmâîl aleyhisselâma dayandığı için, “Ben, iki kurbânlığın oğluyum” buyururdu.
Bilindiği üzere kurbân ibâdeti, dünyâya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hz. Âdem’den beri bilinen ve yapılagelen bir ibâdettir. Tabîî ki İslâmiyette insan kurbân etmek yoktur; şiddetli harâmdır.
Hac sûresinin 36-37. âyetlerinde umûmî olarak kurbân ibâdeti; Mâide sûresinin 27. âyetinde, Âdem aleyhisselâmın 2 oğlunun kestikleri kurbân, yine aynı sûrenin 103. âyetinde adak kurbânı; Sâffât suresinin 102-107. âyetlerinde Hz. İbrâhîm aleyhisselâm’ın kestiği kurbân; Bakara 196; Mâide 2, 95, 97 ve Fetih 25’te ise [Temettu’ ve Kırân haclarından birini yapanların] hacda kestikleri kurbânlar zikrolunmuştur.
Kevser sûresinde ise, Peygamber Efendimize farz olan, fakat (Hanefî mezhebine göre) ümmetinden zengin olanlara vâcip kılınan, (Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise sünnet-i müekkede olan) kurbân beyân buyurulmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder