Orhun Abideleri
Orhun Abideleri
Dilimizin eldeki en eski metinleri olan Yenisey ve Orhun yazıtları, tarih olarak ancak VII. yüzyıla inmektedir. Daha önce,
VI. yüzyılın sonunda Bumin Kağan'ın küçük oğlu Topo'ya (572-581)
Çin'den, Budist bir metnin Türkçeye tercümesinin gönderildiği
bilinmekteyse de bu metin günümüze kadar gelememiştir.
"Henüz
elde Yenisey-Köktürk yazıtlarından daha eskiye ait metin bulunmamakla
birlikte, Türk dilinin daha eskilere gittiği anlaşılmaktadır. Bunu komşu
kaynaklardaki bilgiler, çoğu şekli değişerek geçen Türkçe kelime, özel
isim ve cümleciklerle bilmekteyiz. Ancak ağır gelişen bir bünyeye sahip
olan Türkçenin eskiliği nereye kadar gitmektedir? Bazı dil bilginleri,
"Köktürk yazıtlarındaki gelişmiş dile kıyasla, öyle bir dilin meydana
gelebilmesi için en az yazıtlardan bugüne dek geçen zamana kadar geriye
gitmelidir." düşüncesindedirler.
Yine
de elde daha eski metin ve belgeler bulunmadıkça ve Türkçe'nin
karşılaştırmalı grameri ile gelişme tespit edilmedikçe, bu konuda kesin
bir şey söyleyebilmek güçtür. Ancak, son yıllarda yapılan araştırmalar
bu görüşü doğrulamaktadır. Türkçe ile Sümercenin aynı kaynaklı diller
olduğu ispat edilememiş bile olsa, Türkçe ile Sümerce arasında kelime
alış-verişinin kesin olarak bilinmesi Türkçenin tarihini Sümerce
dönemine kadar götüren bir delil teşkil etmektedir. Bu konuda Osman
Nedim Tuna'nın titiz çalışması son derece aydınlatıcı olmuştur.
Yukarıdaki
şemada gösterilen devrelerin ilk üçü elde metin bulunmadığı için
farazi, yâni tahminidir. Ancak Türk dilinin bu şemadaki dördüncü
bölümünü metinlerle takip etme imkânına sahibiz. Bu da belli târihlerle
değil, yüzyıllara göre yapılabilmektedir. Şimdi bu devreleri sırasıyla
inceleyelim.
Türk-Moğol
dil birliği de denilen bu devir, çok nazarî ve karanlıktır. Bu,
Türkçenin, Moğolcanın ve öteki akraba dillerin henüz teşekkül etmeden
bir "Ana Altayca" içinde bulunduğu tasarlanan devirdir. Târih olarak
tahminî bir zaman tayin etmek bile çok güçtür. Bunun için, "Târihin
karanlık çağlarında" deyimini kullanabiliriz.
Bu
devir de yine Türkçeyi ana Altaycadan ayrılmış olarak kabul edenlerin
düşündüğü tahminî bir devredir. Yine bir târih söylemenin çok güç olduğu
bu çağ, ancak Türkçenin eskiliği hakkındaki görüşlerin kuvvet kazanması
ile, daha eski devirlere gidebilir.
İLK TÜRKÇE ÇAĞİ
"Metinle
değilse bile, varlığı, bilinen Türk boylarının veya Türklüklerinde
artık ittifak edilen bazı kavimlerin dillerini içine alan bir devredir.
Hükümdar ve yer adları, yabancı kaynaklarda geçen kelime ve özel
isimlerle belirlenen Hun, Bulgar, Avar, Hazar vb. Türk kavimlerinin
dillerini, yâni bu Türk lehçelerini buraya sokabiliriz.
ESKİ TÜRKÇE ÇAĞI
Türkçeyi
metinle ve "Türk" adıyla takip edebildiğimiz gerçek bir devredir. Târih
olarak Vl-X yüzyıllar arasını kabul etmekteyiz. Orhun yazıtları ile
Uygur metinlerini içine alan bu çağ;
A) Köktürk
B) Uygur
devreleri olmak üzere ikiye ayrılır.
A) Köktürkçe:
Köktürkler
hakkında bildiklerimizin çoğunu Çinlilere borçluyuz. Eski Türk yazı
dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun yazıtlarının metinleridir. Fakat
bu metinler, şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü
Orhun yazıtlarının dili yeni teşekkül etmiş bir yazı dili olarak değil,
çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkar.
Köktürk
yazısının kaynağı hakkında çok çeşitli görüşler vardır. Bu görüş
çeşitiiliği de, meselenin henüz halledilemediğini ortaya koyar. Buna
rağmen, Köktürk alfabesinin Türk kaynaklı veya Türkler tarafından geniş
ölçüde katkılarda bulunulmuş yabancı bir yazı olduğu düşünülebilir. En
kuvvetli ihtimalse bu alfabenin Türk boylarının damgalarından çıkmış
olması ihtimalidir. Ahmet Bican Ercilasun bu konuda ikna edici örnekler
vermiştir.
Orhun
yazısında harfler bitişmez. Yazı sağdan sola sütunlar halinde ve
yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Kelimeler, aralarına üst üste iki nokta
konmak suretiyle birbirlerinden ayrılır.
B) Uygurca:
"Uygur"
kelimesi, Eski Türkçede, Moğolca ve Mançuca'da da vardır. Uygur,
Türkçede "medeni, uygar" anlamına gelir. Uygurlar, dört alfabe
kullanmışlardır.
1) Uygur yazısı
2) Manihey yazısı
3) Soğdak Yazısı
4) Brahmi yazısı
Bunların
en önemlisi Uygur yazısıdır. Uygur yazısı, Uygurların kullandıkları pek
çok alfabe sistemi içinde en önemlisidir. Bu alfabe Soğdak alfabesinin
yakın akrabası olan ve sonradan Moğolların kullandığı alfabedir.
XV
yüzyıla kadar kullanılmış olan bu alfabe, Arap alfabesinin hâkimiyeti
karşısında kullanıştan düşmüştür. Osmanlı imparatorluğunun ilk
zamanlarında şehzadelere Uygurca öğretildiği bilinmektedir.
Uygurca'dan
günümüze "Çaştani Bey Hikâyesi", "Altıın Yaruk", "Kalyanamkara ve
Papamkara" ve "Kuanşi İm Pusar" gibi eserler kalmıştır. Ayrıca dinî
nitelikli bir çok parça da ele geçmiştir. Kutadgu Bilig'in bir nüshası
Uygur alfabesi ile kaleme alınmıştır. Kısacası Uygur alfabesi ile
yazılmış pek çok kaynak olmakla birlikte maalesef bunların büyük kesimi
yurt dışında Almanya, İngiltere, Rusya, Japonya gibi ülkelerde
bulunmaktadır.
Köktürk ve Uygur döneminde Türkçenin yazı dili tektir ve Ahmet Caferoğlu bu döneme "Müşterek Orta Asya Türkçesi" adını vermektedir.
Eski
Türkçe döneminden sonra Türkçenin islâmiyet etkisinde ilk eserlerini
verdiği bir dönem vardır ki bu döneme Orta Türkçe veya Karahanlı
Türkçesi diyoruz. 10. yüzyılda Karahanlı Türklerinin islâmiyeti kabul
etmeleri ve Türk dünyasında Arap harflerinin kullanılmaya başlaması ile
edebiyatımızda da büyük değişiklikler görülür. Yusuf Has Hâcip bu
Türkçeye Hakaniye Türkçesi adını veriyor. Bu dönem Türkçesi hem Eski
Türkçenin özelliklerini göstermekte, hem de daha sonraki Türkçeye ait
değişikliklerin işaretini vermektedir. Orta Türkçe denmesinin sebebi de
budur. Dîvân ü Lügati't-Türk, Kutadgu Bilig, Atabetü'l-Hakayik bu dönem
Türkçesi ile yazılmış eserler olup, hepsi de islâmiyet etkisiyle meydana
getirilmiştir. Öte yandan bu dönem Türkçesi Doğu Türkçe-sinin
başlangıcı olarak da kabul edilmektedir. 13. yüzyıldan itibaren ortaya
çıkan doğu, batı ve kuzey Türkçeleri ile Eski Türkçe arasında yer aldığı
için bu döneme Orta Türkçe denmiştir.
Eski
Türkçe devrinin son dönemlerinde çeşitli sebeplerle Orta-As-ya'daki
Türklük âleminin parçalanarak büyük kütleler halinde Hazar Denizi'nin
güney ve kuzeyinden, kuzeye ve batıya yayılması yeni kültür
merkezlerinin meydana gelmesi, İslâm kültürünün Türkler arasında
gittikçe kuvvetli bir şekilde yerleşmesi gibi yeni unsurlarla birlikte
yeni bir yazının kabulü gibi çeşitli dış sebeplerle beraber, Türkçe'nin
bünyesinde bir müddetten beri kendisini hissettiren büyük değişiklikler,
yazı dili birliğini parçalamış ve Eski Türkçe kendi devrini
tamamlamıştır. Böylece, 12.- 13. yüzyıldan sonra, Türk yazı dili Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi adıyla ikiye ayrılmıştır.
Kuzey-Doğu
Türkçesi, önce 13. ve 14. yüzyıllarda bir müddet, Eski Türkçe'nin tabiî
ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında köprü görevi gören bir
geçiş devresi halinde devam etmiş ve 15. yüzyıldan itibaren Kuzey
Türkçesi ve Doğu Türkçesi adıyla iki yeni yazı diline ayrılmıştır.
Son
zamanlara kadar devam eden bu yazı dili Kıpçakça'dır. Bu dilin
yayıldığı bölgede (bugünkü kuzey Rusya bozkırları), kalıcı bir devlet ve
medeniyet, kültür merkezlerinin kurulamaması Kıpçak şivesine dayanan
bir Türk edebiyatının gelişmemesine yol açmıştır.
Kıpçakçadan elimize geçen en önemli eser "Codex Cumanicus"dur.
Bu devirde Türkçenin Moğolca ile de karşılıklı ilişkileri vardır. Bir
ara anayurt ve kuzey bölgelerinin Moğol hâkimiyetine girmesi ile Kuzey
ve Doğu şivelerine çok sayıda Moğolca kelime girmiştir. Daha sonraları,
bu geçiş Anadolu ağızlarında ve Osmanlıcada da görülmüştür.
Doğu
Türkçesi, Timur devriyle birlikte başlayan ve "Çağatayca" adıyla en
kuvvetli dönemini yaşadıktan sonra, yerini bugünkü Özbekçeye bırakan
yazı dilidir. Ve son zamanlarda dil bilginleri Çağatayca'yı üç grupta
incelemektedirler:
1) Çağatay Öncesi,
2) Klâsik Çağatayca,
3) Çağatay Sonrası (Özbekçe)
Çağatayca
eserlerin büyük çoğunluğu Arap harfleriyle yazılmıştır. Bunun yanında
Uygur yazısıyla da bazı Çağatayca metinlere rastlıyoruz. Çağatayca, Arap
ve özellikle Fars dilinin etkisinde kaldığı için, bu dillerden pek çok
kelime ve tamlama almıştır..
Özbekistan
şehirlerinde 1921'den sonra Çağatayca'nın yerini Özbekçeye bıraktığı
görülür. Bununla birlikte Çağatayca geçerliliğini bütünüyle
kaybetmemiştir. Bugünkü Özbekçede Çağatayca'nın bazı özellikleri
görülmektedir.
Doğu
Türkçesi'nden farklı olarak gelişen diğer Türk yazı diline Batı
Türkçesi diyoruz. Çoğunlukla bu ifâde Anadolu'nun batısı diye
anlaşılmaktadır ki yanlıştır. Batı Türkçesindeki batı ifadesinden geniş
Türk Dünyasının batısı anlamını çıkarmak doğru olur. Batı Türkçesi
derken, genellikle, batıya göç eden ve yerleşen Türklerin şivelerinden
gelişen yazı dillerini düşünmekle beraber, önce akla gelen Eski Anadolu
Türkçesi, Osmanlıca şeklinde gelişen, yine bu devirde Azeri ve Türkmen
kollarının ayrıldığı Oğuzca anlaşılmalıdır.
Anayurttan
koparak Anadolu'yu fetheden Oğuzların devlet dili olarak önce Arapçayı,
sonra da Farsçayı benimsedikleri bilinmektedir. Bu durum 1277 yılında
Karamanoğlu Mehmet Bey'in Türkçeden başka dilin konuşulamayacağa dair
yasaklamasına kadar devam eder. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Batı
Türkçesi:
a) Eski Anadolu Türkçesi
b) Osmanlıca
c) Türkiye Türkçesi
olmak üzere üç safhada gelişmiştir. Bu safhaları kısaca şöyle görebiliriz:
Türkçenin
13-15. yüzyıllardaki safhasıdır. Bu devre, Batı Türkçe-si'nin ilk
devresi olup, Batı Türkçesi'nin bir oluş ve kuruluş devresidir.
Eski
Anadolu Türkçesi'nde, Eski Türkçenin etkileri hayli fazladır. Yine bu
devre, yabancı unsurlar bakımından temiz denilebilecek bir devirdir.
Arapça ve Farsça unsurlar, bu dönemde dilimize yeni yeni girmeye
başlamıştır. Devrin sonuna doğru, bu devirde yazılan manzum ve mensur
eserler arasında farklı bir dil anlayışı görülür. Manzum eserlerdeki
Arapça ve Farsça kelimelerin çokluğu dikkati çeker. Nesir dili ise temiz
ve durudur. Bu dönemde, Türkçe normal cümle yapısını korumuştur. Genel
olarak sağlam yapısını koruyarak Osmanlıca devresine girmiştir.
Bu
devre 15-20. yüzyılları içine alır. Özellikle Fatih Sultan Mehmet
tarafından İstanbul'un fethinden ve burada yeni bir Türk kültür ve
medeniyet merkezi kurulmasından sonra gelişen yazı dilidir.
Yabancı
unsurlar bakımından Osmanlıca içinde üç devre vardır. Birinci devre
(15-16. yüzyıllar), Eski Anadolu Türkçesi ile birlikte başlayan Arapça
ve Farsça kelimelerin girmesi olayının hızlandığı bir devredir. Dilde
nispeten bir sadelik olmakla birlikte iyice karışık bir dil yolunda, çok
süratli bir gidiş, çok yoğun bir hazırlık görülür.
İkinci
devre ise, (17-18. yüzyıllar ile 19. yüzyılın ilk yarısı) dil koyu bir
karışıklık içindedir. Türkçeye çok güç benzeyen bu devre yazı dilinde,
Arapça ve Farsça unsurlar arasında Türkçe unsurları âdeta görünmez
olmuştur.
Osmanlıcanın
son devresi olan üçüncü devre de (19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20.
yüzyılın hemen başı), dilin ağdalı diye de tâbir edilen koyuluğunu
giderek kaybetmeğe başladığı devirdir. Osmanlıca, bu devirde zaman zaman
çok sun'i bir koyuluk içine girmişse de genel olarak bu devre, bir
çözülme devridir. Bu çözülme, nihayet 20. yüzyılın başlarında
tamamlanarak Osmanlıcanın hayatı sona ermiş ve Türkiye Türkçesi'ne
geçilmiştir. Dilde sadeleşme hareketleri büyük kesimin yanlış bilgisinin
tersine sarayca teşvik edilmiş ve desteklenmiştir.
Türkiye
Türkçesi, Batı Türkçesi'nin üçüncü ve son devresidir. Modern Türkçe de
denir. 1908 Meşrutiyetiyle birlikte, Osmanlı devlet içinde başlayan
milliyetçilik hareketleri dil ve edebiyata da yansımıştır Osmanlıcaya
karşı duyulan ilk ve en güçlü tepki, Tanzimat dönemi sanatçılarından
gelmiştir. Ali Süavi, Namık Kemal, Ziya Paşa bu konuda önemli çalışmalar
yapmışlardır. Fakat daha sonra gelen Servetifünûn ve Fecr-i Ati dönemi
sanatçıları dilde sadeliğe karşıdırlar. Dilde gerçek anlamdaki
sadeleşmeyi Selanik'le çıkarılan Genç Kalemler dergisi etrafında
toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp ile Necip Türkçü, Mehmet
Emin Yurdakul gibi yazar ve şairler gerçekleştirirler. 1911 -1923
yılları arası olarak kabul edilen "Millî Edebiyat" akımı dilde
sadeleşmenin kesinlik kazandığı dönemdir. Cumhuriyet sonrası bu
sadeleşme devam eder.
Bu
dönemde Türk Derneği (1909), Türk Ocağı (1911) gibi derneklerle Türk
Yurdu, Türk Sözü, Halka Doğru, ve Genç Kalemler gibi dergiler dilde
sadeleşmenin destekçisi olurlar.
Türkiye
Türkçesi, Batı Türkçesi'nin en temiz devresidir. Bu dönemde Türkçe,
Osmanlıca dönemindeki yabancı çekim edatlarından, yabancı tamlamalardan
ve yabancı kaynaklı kaidelerden kurtulmuştur. Sonra yabancı kelime
sayısı çok azalmış ve hâlen de azalmaktadır. Artık Türkçe için esâs
tehlike Batı dilleri, özellikle de ingilizcenin tasallutudur.
Türkiye
Türkçesi'nde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur. Bu
devrede Türk cümlesi eski devirlerdeki karmaşık ve anlaşılması zor, uzun
olma halinden kurtulmuştur.
Türkiye
Türkçesi'nde esas alman konuşma dili İstanbul Türkçesidir. Genç Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu ve önderi Atatürk, milleti sağlam temellere
oturtmanın yolunun millî ruhu hâkim kılmaktan geçtiğini görerek, bu
amaçla eğitim, hukuk, ekonomi, dil ve düşünce alanlarında da yenilikler
yapmıştır.
Dilde
yapılan yenilikler birkaç safhada gerçekleşmiştir. İlkin 1923
Cumhuriyet Anayasası'na özel bir madde eklenerek devletin resmî dilinin
Türkçe olduğu kesin bir biçimde ifade edilmiştir. 3 Mart 1924'te
Tevhîd-i Tedrisât kanunu, 26 Aralık 1925'te takvim ve saat
değişiklikleri 1927'de çıkarılan bir kanunla bütün cadde ve sokak
adlarının Türkçeleştirilmesi bu çalışmaların başlangıcı olmuştur.
Öte
yandan 26 Haziran 1928'de harf inkılâbı yapılarak yeni Türk alfabesi
kabul edilmiş, "Millet Mektepleri" açılmış, dilde sadeleşmenin hızı
arttırılmıştır. 2 Eylül 1930 tarihînde Atatürk'ün Sadri Maksudî Arsal'ın
Türk Dili İçin adlı kitabının başına yazdığı şu sözler onun Türkçenin
yenileşmesi konusundaki görüşlerinin özeti sayılabilir:
Halk
Türkçesinin derlenmesi için 1932 yılında 'Anadilden Derlemeler"
yayınlanmıştır. 12 Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, 12 Temmuz
1932'de de Türk Dili Tedkîk Cemiyeti kurulur. Bu ikinci cemiyet
tüzüğünde amacını şöyle açıklayacaktır: "Türk dilinin öz güzelliğini ve
zenginliğini meydana çıkarmak ve onu dünya dilleri arasındaki değerine
yaraşır yüksekliğe eriştirmek"...
Daha
sonra "Derleme" ve "Tarama" faaliyetleri ile halk arasında konuşulup
tespit edilmeyen kelime, atasözü, deyim ve benzerlerinin toplanması,
Türkçe dil yadigârı eserlerdeki dil malzemesinin değerlendirilmesi işine
girişilmiştir.
Bugün
Türkçe, sâdece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde konuşulmamaktadır.
Çoğu, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsız veya özerk
cumhuriyetler halinde yaşarken, Çin, Iran, Balkanlar ve dünyanın diğer
pek çok ülkesinde de pek çok Türk yaşamaktadır. Buna göre, dünyada
konuşulan Türk şivelerini beş grupta toplamak mümkündür:
1- Güney-Batı Türk Şiveleri: Anadolu ve Rumeli ağızları, Kırımı Osmanlı, Gagauz, Azeri ve Türkmen şiveleri
2- Kuzey-Batı Türk Şiveleri: Kazan, Kırım-Tatar, Başkırt, Kumuk, Karaçay şiveleri
3- Güney-Doğu Türk Şiveleri:Özbek, Yeni Uygur, Sarı Uygur şiveleri
4- Kuzey-Doğu Türk Şiveleri: Albay, Abakan şiveleri
5- Merkez veya Orta Türk şiveleri: Kazak, Karakalpak, Nogay, Kırgız şiveleri
Çuvaş
ve Yakut lehçeleri, bağımsız olarak bunlardan ayrıdır. Bunların bir
Türk kavmi alarak yerleri ise, Yakutlar, kuzey-doğuda, Çuvaşlar
kuzey-batıdadırlar.
Türkçe
bugün yeryüzünde en çok konuşulan diller arasında beşinci sırayı
almaktadır. Birleşmiş Milletler uzmanlarının yaptığı konuşulan 2700 dil
arasındaki bu beşincilik sırası son derece önemlidir. Bu sıralamada ilk
sırayı bir milyarın üstündeki nüfusuyla Çince alırken, onu İngilizce
takip etmekte, İspanyolca ve Hintçeden sonra da Türkçe gelmektedir.
İngilizce ve İspanyolcanın bu dillerin asıl sahibi ülkeler tarafından
dominyonlarına zorla kabul ettirilmesi sonucu konuşan insan sayısını
arttırdığı göz önünde bulundurulursa Türkçenin sıralamadaki yeri daha
çok önem kazanır.
Göktürklerden önce varlığını sürdürmüş olan Hunlardan geriye yazılı anlamda eserler kalmadığı için Hun Türkçesi konusunda çok fazla bir bilgi, ya da bu dili yaşatacak, tekrar hayata döndürecek ip uçları bulunmamakta. Göktürk Alfabesine dayalı Türkçe hali hazırda ulaşabildiğimiz en eski dil referansı. Göktürk alfabesi, 38 harften meydana gelir. Dördü sesli olup, sekiz sesi karşılar, geri kalan harfler sessiz harf statüsündedir. Sağdan sola doğru yazılan Göktürk alfabesi, yazıldığı gibi okunur.
statüsündedir. Sağdan sola doğru yazılan Göktürk alfabesi, yazıldığı gibi okunur.
2. ÇİNCE
Asya'da çağlar boyu varlığını sürdüren Türkler, bölgenin süper gücü konumundaki Çinceye de kayıtsız kalamamışlardı. Pek çok yazışmada kullanılan Çince, ilk Türk kavimlerinin iletişim için sıklıkla kullandığı bir dildi. Hatta Orhun Yazıtları'nın belirli kısımlarında da Çince cümleler bulunur. Çince her ne kadar Türklerin aktif olarak kullandığı bir dil olmasa da, günümüzün İngilizcesi gibi dış dünya ile iletişimde çok önemli bir yazı diliydi.
3. UYGURCA
Göktürklerden sonra Asya'da hakimiyet kuran büyük Türk devletlerinden Uygurlar, dillerini Çince altında asimile olmaktan kurtaran bir alfabeye sahiplerdi. Uygur alfabesi 18 sembolden meydana gelip, 4 sesli harf esasına dayanıyordu. Bitişik yazılan Uygurca, alfabe olarak varlığını ancak 18. yüzyıla kadar sürdürebilmişti. Günümüzde Uygurca farklı alfabelerin esareti altında hala kullanılan bir dil.
4. Farsça
Asya'dan Avrupa'ya sistemli bir şekilde göç eden Türklerin yolculuklarında karşılarına çıkan Türkler, ilk önce Pers topraklarında büyük bir geçmişe sahip, Farsça ile karşılaşmışlardı. Farsça, Türkler üzerinde Osmanlı dönemine kadar etkilerini sürdüren, hatta modern Türkçede pek çok kelimeye kaynak olan bir iletişim biçimiydi. Özellikle Selçuklular, Gazneliler ve Timurlar gibi büyük Türk devletlerinde resmi yazışma dili olarak sıklıkla Farsça tercih edilir ve edebiyat dili olarak da yine Farsça kullanılırdı.
5. Hintçe
Dünya tarihine Tac Mahal gibi eserler bırakmış Türk asıllı Babürler gibi devletler Hindistan'da kurdukları egemenlik dönemlerinde Hintçeyi aktif olarak kullandılar. Yaklaşık 300-400 yıllık hükümdarlıklarıyla bölgeye egemen olan Babürlerin en önemli iletişim aracı Hintçeydi.
6. Arapça
Anadolu'ya ilerleyen Türkler İslamiyet'le tanıştıktan sonra, Araplarla gelişen ilişkilerle birlikte yavaş yavaş Arapçayı yaygın bir şekilde kullanmaya başladılar. Pek çok alanda etkin olan Arapça, Türkler tarafından uzun süre resmi alfabe olarak benimsenmiş ve gerek resmi yazışmalarda gerekse edebiyat dili olarak sıkça kullanılmıştı. Farsça ve Arapçanın özellikle Osmanlı döneminde bir harman olarak kullanıldığını düşünecek olursak baskın bir Arapçadan ziyade daha heterojen bir Arapçanın Türkler tarafından kullanıldığını söyleyebiliriz.
7. OSMANLICA
28 harfli Arapçanın, sözlü iletişime dayanan Türkçe ve çağlardır kullanılan Farsça ile harmanlanarak 36 harfli bir dile dönüştürülmesiyle ortaya çıkan Osmanlıca, Türkler için bir kadim dil olmaktan ziyade bir İmparatorluk diliydi. Topraklarının büyük bir bölümünün yer aldığı Arap coğrafyasının ihtiyaçlarını karşılayan, Farsçayla gelişmiş bir edebiyatı içerisine alan ve kökleri Asya'ya uzanan bir sözlü iletişimi yazı diline döken Osmanlıca; 3 kıtada Osmanlı Devleti'nin etkin iletişim imkanı sağlamıştı. Eski Türkçe olarak da anılan Osmanlıcanın 13. ve 20. yüzyıllar arasında kullanıldığı biliniyor.
Pek çok araştırmacının "Osmanlı Türkçesi" olarak nitelendirdiği dil, 1876'da ilan edilen Kanun-i Esasi'de resmi dil sıfatını "Türkçe" adı altında kazanmıştı. İlgili belgede; "Madde 18 - Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır." şeklinde konunun altı çizilmiştir.
8. KİRİL ALGFABESİ- ÖZBEK TÜRKÇESİ
SSCB'nin Asya üzerindeki etkisini arttırması ve özellikle Hazar Denizi çevresindeki Türk bölgelerine hakim olmasıyla birlikte yeni bir dil, Türkler için önemini kazanmıştı. Kiril Alfabesini zorunlu hale getiren baskıcı SSCB yönetiminin altında, mevcut kullandıkları dilin alfabelerini yitiren Kazaklar, Özbekler ve Türkmenler başta olmak üzere bölgedeki egemen Türkler Rusçanın etkisi altında kalmıştı. Azerbaycan'ın da etki alanında kaldığı bu grup, günümüzde hala Kiril Alfabesini bir iletişim aracı olarak kullanmakta.
9. LATİN ALFABELİ TÜRKÇE
Cumhuriyet'in ilanından sonra Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün getirdiği harf devrimiyle Latin Alfabesine geçen Türkiye, batı dünyasıyla iletişimi kuvvetlendirmek adına yaptığı bu tercihten karlı çıktı. Türklerin tarih boyunca sahip olmadığı kadar etkileşimli ve gelişmeye açık bir iletişim aracına kavuşan Türkler, yeni alfabeleriyle geçmişteki edebiyat akımlarını sürdürmekle kalmadılar, yeni edebiyat kollarına da kucak açtılar. Bir egemenlik ve imparatorluk dilinden ziyade, etkin bir iletişim aracı olan Latin Alfabeli Türkçe, bugün; Türkiye, KKTC, Kıbrıs ve Kosova'da resmi dil olarak kabul ediliyor. Bosna, Makedonya, Irak ve Romanya gibi ülkelerde ise Türkçe bölgesel dil konumunda.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder