8 Temmuz 2015 Çarşamba

Müslümanların Tekbir Getirmeleriyle Rum Kralı Herakl'ın Sarayının Sarsılması Kayıp "Peygamber Resimleri" İstanbul da mı ?



Müslümanların Tekbir Getirmeleriyle Rum Kralı Herakl'ın Sarayının Sarsılması
Ben ve başka bir kişi Rum kralı Herakl'e gönderildik. Onu İslâm'a davet edecektik. Yola çıktık ve Şam'a vardık. O zaman Herakl adına Şam'ı, Ğassan oğulları idare ediyordu. Cebele b. Eyhem el-Ğassani'nin konağına inerek görüşmek için izin istedik. Cebele yanımıza bir elçi gönderdi. “Biz elçi ile konuşmayız. Ancak krala gönderildik. Eğer izin verirse kendisiyle görüşürüz. Aksi takdirde elçi ile konuşamayız"dedik. Elçi ona gitti, bu haberi iletince bize içeri girmek için izin verdi. "Konuşunuz"dedi. Hişam b. As konuştu, onu İslâm dinine davet etti. Sırtında siyah elbiseler vardır. Hişam bu elbiselerin ne olduğunu sordu. Ben bu elbiseleri sizi Şam'dan çıkarıncaya kadar çıkarmamak üzere yemin ederek giydim"dedi. Ben "Allah'a yemin ederim ki, senin konağını bile elinden alacağız. Hatta Allah izin verirse büyük kralın mülkünü de elinden alacağız. Peygamberimiz bunu bize haber verdi"dedim. O "Siz bu mülkü alacak kimseler değilsiniz. Onlar gündüzü oruç, geceyi ibadetle geçiren bir topluluktur. Sizin orucunuz nasıldır?"diye sordu. Biz ona orucumuzdan haber verince yüzü simsiyah kesilerek "Gidiniz!"dedi ve bizimle beraber bir elçiyi de krala gönderdi. Biz çıktık kralın bulunduğu şehre yaklaştığımızda bizimle beraber bulunan elçi "Sizin bu hayvanlarınız kralın şehrine giremez. İsterseniz size buradan atlar, katırlar temin edelim"dedi. Biz de "Allah'a yemin ederiz ki, biz ancak bu hayvanların sırtında oraya gireriz"dedik. Bu haberi krala gönderdiler. Kral aynı bineklerimizin sırtında şehre girmemize izin verdi. Kılıçlarımız boynumuzda olduğu halde şehre girdik, onun konağına geldik. Konağın tam kapısında indik. O bize bakıyordu. Biz "Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber"demeye başladık. Allah bilir ki, konak sanki şiddetli bir rüzgara maruz kalmış bir hurma dalı gibi sallandı. Bunun üzerine bize haber göndererek "Dininizin gereklerini yüksek sesle yerine getirerek bizi rahatsız etmeye hakkınız yoktur"dedi ve bize yanına girmek için izin verdi. İçeri girdik, baktık ki bir yatak üzerinde oturuyor. Yanında Rumlardan harb uzmanları vardı. Odasındaki her şey kırmızıydı. Biz ona yaklaştığımızda gülerek "Bize aranızdaki usûle göre selâm verseydiniz ne olurdu?"dedi. Yanında duran ve çok güzel Arapça konuşan adamına "Bizim selâmımız size uygun değildir. Sizin selâmınız da bize uygun değildir"dedik. "Peki, sizin aranızdaki selâm nedir?"dedi. "Selâmımız esselâmü aleyke'dir"diye cevap verdik. "Peki, siz kralınıza nasıl selâm veriyorsunuz?"dedi. "Aynı şekilde"dedik. "Sizin sözlerinizin en büyüğü hangisidir?"dedi. "Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber'dir"dedik. Biz bunu söylerken -Allah biliyor- saray o kadar sallandı ki kral başını kaldırıp tavana baktı ve "Söylediklerinizden sarayım sallandı, bu sözü evlerinizde söylediğinizde evleriniz de sallanır mı?"dedi. "Hayır, biz bunu ilk defa burada gördük"dedik. "Keşke bunları söyleyince her şey başınıza yıkılsaydı da sizden kurtulsaydık. Hiç şüphe yok ki, toprağımın yarısı elimden çıkacak"dedi. Sonra bize bir çok soru sordu. Biz de cevap verdik. Sonunda "Namaz ve orucunuz nasıldır?"dedi. Ona da cevap verdikten sonra "Kalkın"dedi ve bize güzel bir oda ile bol yemek hazırlanmasını emretti. İlk gece orada kaldıktan sonra bir adam göndererek bizi çağırttı. Yanına vardığımızda önceki sorduklarını tekrar sordu. Biz de aynı şekilde cevaplandırdık. Sonra emretti, dört köşeli, altın yaldızlı büyük bir kutu getirdiler. Kutunun içinde küçük gözler vardı. Her gözün kilidi ve kapısı bulunuyordu. O gözlerden birini açarak, siyah renkli, ipekli bir bohça çıkardı. Bohçayı açınca içinden kırmızı bir resim çıktı. Gözleri büyük, kalçaları kalın, boynu hiç görmediğim kadar uzun bir adam resmiydi. Gür sakallı ve Allah'ın yarattıklarının en güzeli denecek kadar güzel, saçında iki örgü bulunan bu adamın resmini bize göstererek "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Adem'dir"dedi. İnsanların en sık saçlısıydı. Sonra başka bir gözü açtı, oradan da siyah renkli bir ipekli çıkardı. Üstünde beyaz bir resim vardı. Saçı koyu burçak renginde, gözleri kırmızı, başı büyükçe ve sakalı güzeldi. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Nuh'dur"dedi. Sonra başka bir gözden, siyah bir ipekli parçasının içinden, başka bir resim daha çıkardı. O da beyaz renkli, gözleri güzel, alnı geniş, yüzü uzunca, sakalı beyaz ve gülümseyen bir adamın resmiydi. "Bu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. İbrahim'dir"dedi. Başka bir gözü daha açtı. Oradan da beyaz bir resim çıkardı. Allah'a yemin ederim ki, aynen Hz. Peygamber'e benziyordu. Bize "Peki, bunu tanıyor musunuz?"dedi. Ağlayarak "Evet, bu Allah'ın peygamber'i Hz. Muhammed'dir"dedik. Yanılmıyorsam ayağa kalkıp oturdu ve "Evet, vallahi odur"dedi. "Sen onu görmüş gibi tanıyorsun"dedik. Biraz baktıktan sonra "Aslında bu resim en son gözde bulunuyordu. Fakat sizi denemek için sırasını bozdum. Ne diyeceğinizi merak ettim"dedi. Bir başka gözü daha açtı ve içinden siyah bir ipekli daha çıkardı. Ondan da, kıvırcık saçlı, esmer, gözleri çukur, keskin bakışlı, asık suratlı dişleri sık ve üstüste gelmiş, öfkeli gibi dudakları kalkık bir adam resmi çıktı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Musa'dır"dedi. Bunun yanında bir resim daha vardı. Saçı yağlı, alnı geniş, gözlerinde hafif şaşılık bulunan bir adamın resmiydi. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu İmran oğlu Harun'dur"dedi. Başka bir gözü daha açtı. Beyaz renkli bir ipekli çıkardı. Bunun içinden de, esmer, uzuna yakın orta boylu ve dargınmış gibi duran bir adam resmi çıktı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Lût'tur"dedi. Bir gözü daha açarak beyaz bir ipekli çıkardı. Bundan da, beyaz renkli, gül yanaklı, burnunun ortası yüksek ve güzel yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. İshak'tır"dedi. Bir gözü daha açarak yine beyaz bir ipekli çıkardı. Ondan da Hz. İshak'a benzer bir resim çıktı. Ancak bunun dudağında siyah bir ben vardı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Yakub'dur"dedi. Bir göz daha açtı, beyaz bir ipekli daha çıkardı. Onun içinden de beyaz, güzel gözlü, burnunun ortası yüksek, biçimi güzel, yüzü nurlu, yüzünde huşû ve Allah korkusu görülen, rengi hafif kırmızı bir adam resmi çıktı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu peygamberlerinizin atası Hz. İsmail'dir"dedi. Bir göz daha açtı. Oradan da beyaz bir ipekli çıkardı. İçinden Hz. Adem'e benzeyen bir resim vardı. Resimdeki adamın yüzü güneş gibi parlıyordu. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Yusuf'tur"dedi. Bir başka göz daha açtı, oradan da yine beyaz bir ipekli çıkardı. İçinden de, kırmızı yüzlü, ince bacaklı, gözleri küçük, karnı büyük, orta boylu ve boynunda kılıç asılı bir adam resmi çıkardı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Davud'dur"dedi. Başka bir gözden yine beyaz bir ipekli çıkardı, onda da, kolları kalın, bacakları uzun ve ata binmiş bir adam resmi vardı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman'dır"dedi. Bir başka göz daha açarak siyah bir ipekli çıkardı. Ondan da, geniş, beyaz, simsiyah sakallı, gür saçlı, güzel gözlü, nur yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize "Bunu tanıyor musunuz?"dedi. "Hayır"dedik. "Bu Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa'dır"dedi. Biz "Bu resimleri nereden buldunuz’? Bunlar asıllarının aynısıdır. Çünkü biz peygamberimizi gördük. Onun resmi aynen kendi gibidir"dedik. O da, bize "Hz. Adem, soyundan gelecek bütün peygamberleri kendisine göstermesi için rabbine niyazda bulunmuş. Allah'da ona bütün peygamberlerin resmini indirmişti. Bu resimler, Hz. Adem'in batı tarafındaki hazinesindeyken, Zülkarneyn orayı ele geçirdiğinde resimleri alarak Danyal'a vermişti"dedi. Sonra da Allah'a yemin ederim ki, saltanatımı terkedip sizin en kötünüze, ölünceye kadar kölelik yapmaya razıyım"dedi. Sonra bize büyük ikramlarda bulunup hürmet ve sevgiyle bizi uğurladı. Biz, Ebubekir'in yanına döndüğümüzde, olanları anlattık. Ebubekir ağlayarak "Doğrudur. Bir düşkün bile Allah hakkında hayır dilerse ona hayır verir. Allah'ın rasûlü bize, hristiyan ve yahudilerin kitablarında kendisinin vasıflarının bulunduğunu bize söylemedi mi?"dedi (1).
Hayâtû’s Sahâbe Yazar : Muhammed Yusuf Kandehlevi
[1] Tefsir-i İbn Kesir, II/251; Kenz, V/322, Bidaye, VI/64; Heysemî, VIII/234; Ebu Nuaym, Delâil, s.9 (Hakim, Hişam b. As el-Emevî'den).
Herakleios veya Heraklius Yunanca:(Ηράκλειος, Hērakleios) Latince: Flavius Heraclius) (d. yak.575- ö. 11 Şubat 641) Doğu Roma İmparatoru : (5 Ekim, 610 - 11 Şubat,641)


Kayıp "Peygamber Resimleri" İstanbul da mı ?

Kayıp "Peygamber Resimleri" İstanbul da mı ?

M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtüs-Sahâbe isimli eserinin 4. cildinde çok ilginç bir hâdiseden bahsediyor. Hz. Ebû Bekir’in, hilâfet yıllarında, Bizans İmparatorunu İslama davet etmek için o zamanki ismiyle Konstantiniyye’ye gönderdiği 2 elçi, Bizans sarayında gördükleri peygamber resimlerini Medine’ye döndüklerinde bütün tafsilâtıyla Halîfe Ebû Bekir’e anlatırlar. İşte bu hâdisenin teferruâtı:


Halife Hz Ebubekir, Bizans İmparatoru Heraklius’u İslâma dâvet etmek için, Ubade b. Sâmit ve Hişam b. As’ı Bizans’a elçi olarak göndermişti. Ubade b. Sâmit anlatıyor:
Kılıçlarımız boynumuzda olduğu halde şehre girdik. İmparatorun sarayına geldik ve sarayın kapısında indik. İmparator Heraklius sarayının penceresinden bize bakıyordu. Biz ‘La ilahe illallahu vallahu ekber’ deyince Allah biliyor ki, saray sanki şiddetli rüzgâra maruz kalmış bir hurma dalı gibi sallanmaya başladı. Bunun üzerine bize haber göndererek içeri dâvet etti. “Dininizin îcâb ettirdiği şeyleri, yüksek sesle yerine getirerek bizi rahatsız etmeye hakkınız yok” dedi ve bize yanına girmemiz için izin verdi. İçeri girdik. Kırmızı ve görkemli bir taht üzerine oturdu. Sırtında da kırmızı bir pelerini vardı. Yanında Rumlardan râhipler ve harp uzmanları toplanmışlardı. Perdeler, şamdanlar, halılar, mobilyalar vs. odasındaki her şey kırmızıydı. Mütebessim bir ifâdeyle bize baktı ve:


—Bize aranızdaki usule göre selam verseydiniz ne olurdu, dedi. Yanında duran ve çok güzel konuşan adamına:
—Bizim selamımız size uygun değil, dedik.
—Nedir sizin aranızdaki selam? deyince de:
—Esselamu aleyke, diye cevap verdik.
—Peki, siz kralınıza nasıl selam veriyorsunuz?
—Aynı şekilde, diye cevap verdik
—Sizin sözlerinizin en büyüğü hangisidir? diye sordu.
—La ilahe illallahu vallahu ekber, dedik. Allah biliyor biz bunu söylerken saray o kadar sallandı ki Kral başındaki tâcı tuttu düşmemesi için. Ve korkuyla başını kaldırıp tavana baktı:
—Söylediklerinizden sarayım sallandı. Bu sözü evlerinizde söylediğinizde evleriniz de sallanıyor mu? diye sordu.
—Hayır, bunu ilk defa burada görüyoruz, dedik.
—Keşke bunları söyleyince her şey başınıza yıkılsaydı da sizden kurtulsaydık. Şüphe yok ki, toprağımın yarısı elimden çıkacak, dedi.


Sonra bize birçok soru sordu. Namaz ve orucu, ibâdeti, Peygamber Efendimiz’i sordu. Tüm sorularını cevapladıktan sonra, bize güzel bir oda ile bol yemek hazırlanmasını emretti. Üç gece orada kaldık.


Nihâyet bir akşam hizmetçilerinden birini göndererek bizi çağırttı. Yanına gittiğimizde önceki sorduklarını tekrar sordu. Bizde aynı şekilde cevaplandırdık. Sonra kutsal emânetler sandığının getirilmesini emretti. Dört köşeli, altın yaldızlı büyük bir sanduka getirdiler. Sandukanın içinde küçük bölümler vardı. Her bölümün de kilidi ve kapısı. O bölmelerden birini açarak, siyah renkli ipekli bir bohça çıkardı. Bohçayı açınca içinden siyah renkli ipek bir bez çıktı. Bezin üzerine çizilmiş oldukça yakışıklı bir adam resmi vardı. İri gözlü, kolları ve baldırları kalın, iri yapılı ve uzun boylu bir adam resmiydi bu. Gür sakallı ve Allah’ın yarattıklarının en güzeli denecek kadar güzel yüzlü, saçlarında iki örgü bulunan bu zatın resmini bize göstererek,


—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu insanlığın atası Hz Âdem’dir, dedi. İnsanların en gür saçlısıydı. Sonra başka bir bölüm açtı. Oradan da siyah ipekli bir bez çıkardı. Üstünde beyaz bir resim vardı. Resimdeki adamın saçı koyu burçak renginde, kıvırcık saçlı, gözleri iri, başı büyükçe ve sakalı oldukça güzeldi. Bize:
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Nuh’tur, dedi.
Sonra başka bir gözden, siyah bir ipekli bez parçasında, başka bir resim daha çıkardı. O da beyaz tenli, gözleri güzel, alnı geniş, yüzü uzunca, sakalı beyaz ve mütebessim bir adam resmiydi.
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz. İbrahim’dir, dedi.
Başka bir bölüm daha açtı. Oradan da beyaz ipek bez üzerinde bir resim çıkardı. Allah’a yemin olsun ki, tıpkı Resulü Ekrem (A.S) idi. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Evet! Vallahi bu Hz Muhammed’dir dedik.
Ayağa kalktı, salonda düşünceli düşünceli birkaç adım attıktan sonra tekrar gelip tahtına oturdu ve tekrar sordu:
—Gerçekten O mu?
—Evet, ta kendisi, dedik. Resme biraz daha dikkatlice baktıktan sonra;
—Aslında bu resim en son bölümde bulunuyordu. Fakat sizin ne yapacağınızı merak ettiğimden onu başa aldım, dedi. Bir başka bölümü daha açtı. Oradan da siyah ipekli bir bez çıkardı. Onda da kıvırcık saçlı, esmer, gözleri çukur, keskin ve sert bakışlı, çatık kaşlı, asık suratlı, dişlerini sıkmış, oldukça öfkeli bir adam resmi çıktı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Musa’dır, dedi. Bunun yanında bir resim daha vardı. Saçı parlak, alnı geniş, gözleri şehlâ bir adam resmiydi. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Harun’dur, dedi. Başka bir bölüm daha açtı. Beyaz renkli ipekli bir bez çıkardı. Bunun içinden de esmer, sinirli, uzuna yakın orta boylu ve dargınmış gibi duran bir adam resmi çıkardı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Lut’tur, dedi. Bir başka bölüm daha açarak beyaz ipekli bir bez çıkardı. Bundan da beyaz tenli, gül yanaklı, burnunun ortası yüksek, koç burunlu ve güzel yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz İshak’tır, dedi. Bir bölüm daha açarak yine beyaz ipekli bir bez çıkardı. Ondan da Hz İshak’a benzer bir resim çıktı. Ancak bunun dudağının üst tarafında siyah bir ben vardı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Yakub’tur, dedi. Bir bölüm daha açtı beyaz ipekli bir bez çıkardı. Bunun içinden de beyaz tenli, güzel gözlü, burnunun ortası yüksek, koç burunlu, sîmâsı oldukça güzel, ölçüleri mükemmel, yüzü nurlu, yüzünde huşu ve Allah korkusu görülen, pembe yanaklı bir adam resmi çıktı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu peygamberinizin atası Hz İsmail’dir, dedi. Resulü Ekrem’e en çok benzeyen de bu idi. Bir bölüm daha açtı. Oradan da beyaz bir ipekli bez çıkardı. İçinde Hz Âdem’e benzeyen bir resim vardı. Resimdeki adamın yüzü güneş gibi parlıyordu. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Yusuf’tur, dedi. Bir başka bölüm daha açarak beyaz ipekli bir bez çıkardı. İçinden de al yanaklı, ince bacaklı, gözleri küçük, gövdesi büyük, orta boylu ve boynunda kılıç asılı bir adam resmi çıkardı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Davut’tur, dedi. Başka bir gözden yine beyaz bir ipekli çıkardı. Onda da baldırları kalın, bacakları uzun, ata binmiş bir adam resmi vardı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Hz Süleyman’dır, dedi. Bir başka bölmeden bir siyah ipekli bez daha çıkardı. Ondan da oldukça genç, beyaz tenli, simsiyah sakallı, gür saçlı, iri ve güzel gözlü, yüzünde benleri olan nur yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize
—Bunu tanıyor musunuz? dedi
—Hayır! dedik.
—Bu Meryem oğlu Hz İsa’dır, dedi. Biz


Bu resimleri nereden buldunuz? dedik. İnanıyoruz ki bunlar asıllarının aynısıdır. Çünkü bizim Peygamberimiz resimdekine o kadar çok benziyor ki, diğerlerinin de benzediği aşikâr. Şöyle cevap verdi: “Hz Âdem, soyundan gelecek peygamberleri kendisine göstermesi için Rabbine niyazda bulunmuş. Allah’ta O’na peygamberlerin resimlerini levhalar halinde indirmiş. Bu resimler Hz Âdem’in doğudaki mahzeninde saklı iken, Hz. Zülkarneyn orayı ele geçirdiğinde resimleri alarak Hz. Danyal’a vermiş. Hz. Danyal da levhalardaki bu resimleri ipek bezlere aynen çizmiş, onlar da hanedanımız vesilesi ile bana kadar ulaştı” dedi. Sonra da “Allah’a yemin ederim ki, saltanatımı terk edip sizin en sıradanınıza, ölünceye kadar kölelik yapmaya razıyım” dedi. Sonra da bize büyük ikramlarda bulunup hürmet ve sevgiyle bizi uğurladı. Biz Halife Ebubekir’in yanına döndüğümüzde olanları anlattık. Halîfe Ebubekir gözleri dolu dolu “Doğrudur. Bir düşkün bile, Allah, hakkında hayır dilerse ona hayır verir. Allah’ın Resulü bize, Hıristiyan ve Yahudilerin kitaplarında kendisinin vasıflarının bulunduğunu söylemedi mi?” buyurdu.

1000 yıllık Bizans saltanatında 57 yıllık bir kopuk dönem var. Latin işgâli. Lâtin işgâlinde İstanbul’un yağmalandığını biliyoruz. İşte bu dönemde de o resimler Bizanslılar tarafından Lâtinlerin eline geçmesin diye saklanmış olabilir. Ya da Latinler tarafından yok edilmiş olabilir. Zirâ kiliselerdeki ikonları tahrip ettiklerine göre bu resimler ellerine geçmiş olsa onları da imhâ ederlerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder