Âb-ı hayât hakkında yine pek çok kaynakta çeşitli bilgilerle karşılaşmaktayız. Efsaneye göre Büyük Đskender M.Ö.3000 yıllarında Babil şehrini almak için Ön Asya’ya geldiğinde ciddi bir hastalığa tutulur. “ Büyük Đskender’e bakan doktorlar Ab-ı Hayat (Ölümsüz Hayat) suyunu içerse
iyi olacağını söylerler. Bunun üzerine atlılar Ab-ı Hayat suyunu aramak üzere dört bir yana dağılırlar. Sonunda Ab-ı Hayat suyunu Bingöl Dağı'nın yanındaki vadide bulurlar ve getirirler. Suyu içen Büyük Đskender
iyileşir ve daha güçlü olduğunu hisseder. Vadideki göl daha sonra
esrarengiz bir şekilde bölünerek binlerce göle dönüşür. Böylece Ab-ı Hayat suyunun hangi gölde olduğu asırlarca anlaşılamaz.”
Diğer önemli kaynak ise Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sidir. Eserde, çok bilinen bir hikâyeden
bahsolunur. “ Bir avcı öldürdüğü kuşu yıkamak için suya daldırınca kuş canlanıp uçar.
Avcı, bir müddet sonra suyun ab-ı hayat olduğunu anlayıp ölümsüzlüğe erişmek amacıyla aynı gölden su içmek ister. Ama bir anda gölün bulunduğu kaynağın bin parçaya bölünerek
çoğalmasından, hangisi olduğunu anlayamaz. “
Âb-ı hayât üzerine bilgiler aktarılırken Hızır ile olan ilişkisinden söz edilmemesi mümkün değildir. Hızır, “ içtiği hayat suyuyla şahsında hayatın cevherine sahip olmuştur. “ ( Melikoff,
1960: 163–164; akt. Ocak, 2007: 126 ) Allah tarafından kendisine batın bilgisi (Ledün ilmi, Hakikat ilmi) verilerek, şeriatta kalan Musa’ya hakikatin bilgisini sunmakla görevlendirilmiş; tasavvuf erbabınca tarafından ‘insan-ı kâmil’ in simgesi sayılmıştır. Halk arasında ise dar zamanlarda imdada yetiştiğine inanılan bir peygamber veya bir veli kimse olarak kabul edilmiştir.
Aynı zamanda çeşitli görünümlerde darda kalanlara yardım için zaman ve mekân olgusunu hiçe sayarak, kozmik yolculuklar yapabilen, “ ölü insanları diriltebilen” ( Menakıb-ı Mahmut Paşa; Akt. Ocak, 2007; 90), Allah’ın inayeti ile her bilgiye sahip olup, makamı “ ravza-i hadra, şeriat
ve hakikat ilminin birleştiği yer olan ‘mecmaü’l-bahreyn’ dir.” (Kurnaz,1998:411) Kuran-ı Kerimde “ Biz bir kulumuza kendi ilmimizden bir ilim öğrettik” ( Kehf Suresi, 65.ayet ) diye
bahseder Hızır için. O da ilmini (
ilm-i ledün )
Allah’ın izni ile layık gördüğü kimselere öğretir. “
Mutasavvıflar zaman zaman onunla karşılaşmışlardır; Hızır onlara ilham vermiş, sorularını cevaplamış, onları tehlikelerden kurtarmış ve kimi özel durumlarda onlara hırka giydirmiştir ki bu, tasavvufun el alma geleneğinde geçerli kabul edilmiştir.“(Schimmel,2004:122)
“ Bu efsanenin İslâmî kaynaklarda mevcut metinleri şöyle özetlenebilir:
Nuh Peygamber'in torunu Yunan'ın soyundan gelen İskender-i Zülkarneyn,
ebedî hayat veren ve insanüstü güçler kazandıran âb-ı hayâttan
bahsedildiğini duyar ve bunu aramaya karar verir. Rivayete göre Allah
bunu Sam'ın soyundan birine nasip edecektir. Zülkarneyn halasının oğlu
olup Hızır diye anılan Elyesa' ile askerlerinin refakatinde yolculuğa
başlar. Âb-ı hayât, "karanlıklar ülkesi"ndedir. Yolda bir fırtına
yüzünden Zülkarneyn ve Hızır askerlerden ayrı düşerler, bir müddet
sonra karanlıklar ülkesine gelirler. Zülkarneyn sağa, Hızır sola giderek
yollarını tayine çalışırlar. Günlerce yol aldıktan sonra Hızır ilâhî
bir ses duyar ve bir nur görür. Bunların kendisini çektiği yere gidince
de orada âb-ı hayâtı bulur. Bu sudan içer ve yıkanır. Böylece hem ebedî
hayata kavuşur, hem de insanüstü güçler ve kabiliyetler kazanır. Sonra
Zülkarneyn'le karşılaşırlar. Zülkarneyn durumu öğrenir ve âb-ı hayâtı
ararsa da bulamaz, kaderine razı olur. Bir müddet sonra ölür. ”
Bengi su, abı hayat, hayat suyu ya da dirilik suyu, birçok söylencede adı geçen, içen kişiye ölümsüzlük kazandırdığına inanılan efsanevî su. Farklı Türk dillerinde Mengüsuv, Bengüsub olarak da söylenir. Bengü/Bengi/Mengü/Mengi sözcüklerinin tamamı Türkçede sonsuz (veya sonsuzluk) demektir.
Aslında ayrı ayrı mitolojik dizgelerde karşılaşılan bir anlayıştır. Bengi su'ya, söylenceler ve mitolojik metinlerden başka dini kitaplarda, Hızır'ın adıyla bağlı ve Musa'nın öyküsü anlatılırken karşılaşılır. Anlatılara göre bu suyu ilk içenler Hızır ve İlyas -peygamberler- olmuştur. Bengi su ve sonsuz yaşam aktarışıyla bağlı çok sayıda anlatı olsa da bu anlatılar, eski yeryüzü uygarlıklarında, Gılgamış, Oğuz Han ve İskender Zülkarneyn gibi, yalnız birkaç kişinin adıyla bağlantılı düşünülmüştür. Bu anlatılar arasındaki bağlılık araştırıldığında, Bengi su ile ilgili anlatıların kökeninin Sümerler olduğu anlaşılmıştır. Sonraki dönemlerin araştırmaları ise Bengi su ile bağlı anlatıların daha eski geleneklerde aranması gerektiği görüşünü doğrulamıştır.
Adına bazen 'Dirilik Suyu' denilen Bengi su, Zulmet diye tanımlanan karanlık ve bilinmeyen bir dünyada gizlidir. İskender'de Bengi suyunun peşinden Zulmet'e kadar gider, ancak onu elde etmeyi başaramaz. Onun adıyla ilgili Bengi su, yaratıcı başlangıç sayılan ilk karmandan (kaos - sudan), dirilik verme, sonsuz yaşatma, ölümsüzleştirme imlerini alıp, kendinde saklamıştır. Bu anlamda Bengi su simgesinde, yaratılış mitinde olan başlangıç gibi, ilk suyun izlerini bulmak mümkündür. Suyun varlığa yaşam veren gücü, çeşitli inanç dizgelerinde onun, sonsuzluğa kavuşturan ve ölümsüzlük kazandıran güç olduğuna dair görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bengi suyunun yaşam verme gücü üstüne ilk düşüncelere anlatılarda rastlanır. Örneğin ölen kahramanın üstüne su serpilmesiyle, hapşırıp ayağa kalkması, karşılaşılan konulardan biridir. Söylence ve anlatılarda, bazı kahramanların Bengi su içerek ölümsüzlük kazanmaları da sık görünür. Aşk masallarında buta alarak, inanılmaz güzelleşen kahramanın içtiği Işık kadehi'nin de Bengi su ile dolu olduğu söylenir. İnanışlarda Bengi suyunun eskiden gelen, karışık bir anlamı vardır. Aşığın Buta (Bade) alması esnasında içtiği ışığın da aslında bu su olduğu öne sürülür. Çünkü ozanın söylediği türküler kendisinin ölümünden sonra da yaşamaya devam edecektir. Yani o da bir semboldür. Tasavvuf şairleri, onunla ilgili şöyle demişlerdir: "Toprağı düşen adi tohuma can veren su, dirilik suyu değilse, nedir o zaman?"
Birçok efsaneye göre ab-ı hayat sadece zulmet ülkesinde bulunur. Bazı kaynaklar ise onun kızıl denizinin derinliklerinden çıkarılan bir bitki (galsam otu) ya da (şahı galsam) olduğunu söyler.
İran mitolojisinde dört kutsal varlığın bir araya getirilerek kanlarından oluşturulan karanlık bir iksir olduğuna inanılmaktadır. Bunlar; şah-ı galsam, şahmeran, imperan, zümrüd-ü anka'dır.
Bengi su içenlere ölümsüzlük ve gençlik sağlar. Yaşam ağacının köklerinden çıkar. Bir ırmak veya dere şeklinde akar. Bazen köpük şeklinde gelir. Örneğin, Köroğlu destanında bir ırmaktan üç köpük şeklinde gelir. Mecazen bilgeliği, kalıcı eserler bırakmayı, iyiliği simgeler. Ölüleri bile diriltebilir. Uluğ Kayın’ın dibindeki bir çukurdan kaynaklanır. Başında bir bekçi ruh bulunur. İçenlere güç ve kuvvet verir. Hastaları iyileştirir. Ayrıca Bengi adlı bir halk oyunu da mevcuttur. Maniheizm dininin kurucusu olan Mani adı da Mengü ile bağlantılandırılmıştır. Pek çok uygarlıkta böyle bir yaşam suyuna dair, çoğu zaman birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkıp gelişen ortak bir inancın bulunması ise ilgi çekicidir.
Ab- ı hayat
Doğu edebiyatında pek çok efsanede adı geçen, içen kişiye ölümsüzlük kazandırdığına
inanılan efsanevî sudur. Kimi Türk lehçelerinde
Mengüsuv, Bengüsub olarak da adlandırılan bu suyun Türk dilindeki
karşılığı bengisudur.
Ab ı hayatın kelime kökeni Âb, Farsça'da "su",
hayat ise Arapça'da "yaşam" demektir. Bu suya Ab-ı hayat, ab-ı Hızır, aynü'l-hayat, nehru'l-hayat
da denilmektedir. Abı hayat divan
şiirinde çok sık kullanılan bir mazmundur. Ab-ı hayvan, ab-ı beka, ab-ı cavid,
ab-ı cavidani, ab-ı zingedan, ab-ı İskender tabirleri de ab-ı hayat yerine veya onunla onunla aynı anlamda kullanılmıştır.
Ab-ı ahayat suyu tasavvuru
yüksek bir ihtimalle, mezopotamya kökenlidir. Bu tasavvur şu anki bilgilere
göre ilk kez Sümer mitlerinde karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca , İran, Yunan ve
Hint destanlarında da böyle özelliklere sahip
sihirli sular vardır. Bengi
su inancının kökenine mitolojilerde
rastlanıldığı gibi dini kitaplardaki Hızır ve Musa ile ilgili olarak da
karşımıza çıkar.
Kur'an-ı Kerim'de ab-ı hayata Hz. Musa ve Hızır kıssası
anlatılırken dolaylı olarak temas edilmiştir. (el-Kehf, 18/60-82). “ Hz. Musa bir gün genç
arkadaşıyla birlikte, kendisine allah tarafından "rahmet ve gizli
ilim" verilen Hızır (a.s.)'la buluşmak üzere yola çıkar. Buluşma yeri
"iki denizin birleştiği yer" (Mecmau'l-Bahreyn)'dir. Yanlarına azık
olarak aldıkları tuzlu balığın canlanıp denize atlaması buluşma yerini
belirleyen bir işaret olacaktır.”[1]
Bu suyu ilk içenler Hızır ve İlyas peygamberler olarak anlatılmaktadır. . Bengi su ‘dan ilk
kez söz eden mit ise Gılgamış destanıdır. Daha sonra , Oğuz Kağan destanı ile İskender,- Zülkarneyn de
de ab – hayat geçmektedir. Bengi su, Zulmet denilen bilinmeyen bir yerdedir.
Gün yüzünden utanıp ab – hayat
Meskenin etti vera –yı zulumat
( Hakani)
Meskenin etti vera –yı zulumat
( Hakani)
Ab-ı Hayatı bulmak amacı ile dünyayı dolaşan ve feth eden İskender,
Hızır ile birlikte Zulumat ülkesine kadar gelmiş, bu suyu Hızır
bulmuş ve atıyla birlikte bu suya girerek sudan da içmiş, yanın da bulunan İlyas’da bu
sudan içmiştir. Hızır içmesi için İskender’i de çağırmayı düşünmüş ama tam o anda su ortadan kaybolmuştur. Ab-ı
hayatın İskender’e nasip olmayacağını anlayan Hızır ise bu suyu bulduğundan İskender’e hiç söz etmez.[2]
Ama Hızır , İlyas ve Hızır’ın atı artık
ölümsüz olmuştur.
Zulmet’i gezdi Skender heyhat
Anda car-i oluyor ab – hayat
( Sermed) [3]
Anda car-i oluyor ab – hayat
( Sermed) [3]
Kimi divan şairleri ab – hayatı Çin'de bir nehir olarak
düşünmüştür. Kimi Türk destanlarında
bengi su ile Mengü Kağan arasında bir irtibat olduğu düşünülmüştür. Kimi Türk
şairleri bengi suyu yarin ağzı olarak düşünmektedir. Yarin
ağzı ve can bağışlayan söz ab – hayattır. ( Tuhfe- Vehbi) [4]Kimi
inançlarda aşık edebiyatımızdaki bade’nin de bir çeşit ab – hayat olduğuna inanılır. Badeyi içen
aşıklar saz çalma yeteneği kazanır, uyanır uyanmaz şiir söylemeye ve saz
çalmaya başlarlar. Badeyi içtikten sonra da hak aşığı olurlar bu badeyi veren
kişi de çoğu zaman Hızır’dır. Bade ile ab – hayat arasında çoğu kez bağlantı
kurulmuştur.
Ab – hayvan olsa da vaslın getirmem yadıma
Hayli demdir şişe-i hatırda vardır inkisar,
( Şeyhüliislam Yahya )
Hayli demdir şişe-i hatırda vardır inkisar,
( Şeyhüliislam Yahya )
Namına mürde iken verdi hayat-ı ebedi
Ab – hayvan demesin badesine Cem ne desin[5]
( Vecdi.)
Ab – hayvan demesin badesine Cem ne desin[5]
( Vecdi.)
Beytinde de olduğu gibi
şarabın mucidi olan Cem de ab-
hayattan içmiş gibi tasavvur edilmiş olmalıdır. Çünkü iran mitlerine göre Cem sekiz yüz yıl
yaşamıştır.
“İran mitolojisinde
dört kutsal varlığın bir araya getirilerek kanlarından oluşturulan karanlık bir
iksir olduğuna inanılmaktadır. Bunlar; şah-ı galsam, şahmeran, imperan,
zümrüd-ü anka'dır.”[6]
Bengi su içenler
ölümsüzlüğe kavuşur. Bengisu br ırmak veya dere şeklinde tasavvur edildiği
gibi kutsal bir ağacın köklerinden
çıkar. Köroğlu destanın bazı varyantlarında bengisu köpük şeklindedir ve
Köroğlu'nun kıratı bu köpüklerin içinden çıkmıştır.
- [1] (Buhârî Tefsîr, Suretü'l-Kehf, 4).
- [2] Şahamettin Kuzucular,http://edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/1291-iskendername_(serefn%C3%A2me_ve_ikb%C3%A2ln%C3%A2me)__nizami_gencevi.html
- [3] A. Talat Onay, Edebiyatımızda Mazmunlar, İstanbul 1996 , shf 65
- [4] A. Talat Onay, Edebiyatımızda Mazmunlar, İstanbul 1996 , shf 65
- [5] A. Talat Onay, Edebiyatımızda Mazmunlar, İstanbul 1996 , shf 65
- [6] http://tr.wikipedia.org/wiki/Bengi_su
Mektubat, Sayfa 11
Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.
İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazen, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir.
Hz. Ilyas (a.s) ve Diyarbakır
1848 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Yahudi seyyah Benyamin Haşeni şehrin ayrı bir kesiminde kendi aralarında yaşayan 250 Yahudi aile olduğunu gördü ve onlar hakkındaki gözlemlerini böyle nakletti:
'Çoğu dinimizi biliyor.Kutsal kitaplarımız ve peygamberlerimiz kalplerinde yer edinmiştir.Sinagogda mevcut olan küçük bir oda daima kapalı tutulmaktadır.Bu oda Yahudiler ve diğer dinlere mensup kişiler için kutsaldır.İnançlarına göre Hz.İlyas bu odada peygamberliğini ilan etmiştirDuvarla çevrili bu odada Aramice bir Tevrat yazması mevcuttur
Aynı yıllarda Diyarbakır'ı ziyaret eden seyyah J.J.Benjamin haham olduğundan bu Tevrat yazmasını inceleyebilme imkanına sahip oldu.Yazma Hazret-i İlyas'ın peygamberliğini ilan ettiği oda olduğuna inanılan odada saklı tutuluyorduı
(Rifat N.Bali:Diyarbakır YahudileriDiyarbakır Müze Şehir.s:368)
Sinagog’un orijinal duvarı
İlyas peygamberin makam adresi:
Eski adres:Şeyh Arap mahallesi,Yahudi sokak No:21
Yeni isimlerle adres:
Hasırlı mahallesi,Küçükbahçecik sokak No:21’dir.
Kapı orijinal kapıdır.Önünde yere konmuş bir sütun vardır.Buradan bir odaya girilir.Bu oda daha önceki sinagogun avlusudur.Kapıdan yaklaşık 4 m.ileride bulunan duvar orijinal sinagog duvarıdır.
Eski adres:Şeyh Arap mahallesi,Yahudi sokak No:21
Yeni isimlerle adres:
Hasırlı mahallesi,Küçükbahçecik sokak No:21’dir.
Kapı orijinal kapıdır.Önünde yere konmuş bir sütun vardır.Buradan bir odaya girilir.Bu oda daha önceki sinagogun avlusudur.Kapıdan yaklaşık 4 m.ileride bulunan duvar orijinal sinagog duvarıdır.
Diyarbakır’da daha önce 6.yüzyılda
varolan,MS1676’da Kubbad mahalleindeki sinagog’un kaybolduğunu
gözlüyoruz.Seyyahların bahsettiği 19. yüzyıldaki sinagog ise verilen
adrestedir
(Parla C:Osmanlı öncesinde Diyarbakır. 1.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu.2004.Diyarbakır.s:258)
(Parla C:Osmanlı öncesinde Diyarbakır. 1.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu.2004.Diyarbakır.s:258)
Elyesa peygamberi yetiştiren
İlyas peygamberdir.Elyesa peygamberin mezarının Diyarbakır'ın Eğil
ilçesinde olduğunu biliyoruz.Haliyle Hz.İlyas'ın bu interlandda olması
doğaldır .
Yıl.2001.Adı soyadı:Ahmet Turan,Yaşı 80,Derleme yeri:Malkaya-Çüngüş-Diyarbakır
Ziyaret yeri dagda ha.çoval baba var.böyüklerden ele eşittim.esasan ora makamıdır,bah makamdır ama ismi de ilyastı ha.şu çüngüşün şey var tekye,tekye denilen türbe var ya İlyas pegambardır.ben ele eşittim,orası makamı,gennisi burada.çünkü bura padişahların gününde burada kazan kaynardı,kazan kaynardı Cuma gecesinden Cuma gecesine.çoh ora ayda ben ele eşittim dokuz madeni lira ora aydan aya şey gelirmiş.
Doç.Dr.Saadet Özçelik,Yrd.Doç.Dr:Erdoğan Boz:Çüngüş ve Çermik Yöresi Ağzı.Ank.2001.s.234
Köyün tarihi isminde de bu esintiler var:
Malkaya köyünün eski kayıtlarda adı Elyus,Elyas,Eluyas olarak geçmektedir
Ziyaret yeri dagda ha.çoval baba var.böyüklerden ele eşittim.esasan ora makamıdır,bah makamdır ama ismi de ilyastı ha.şu çüngüşün şey var tekye,tekye denilen türbe var ya İlyas pegambardır.ben ele eşittim,orası makamı,gennisi burada.çünkü bura padişahların gününde burada kazan kaynardı,kazan kaynardı Cuma gecesinden Cuma gecesine.çoh ora ayda ben ele eşittim dokuz madeni lira ora aydan aya şey gelirmiş.
Doç.Dr.Saadet Özçelik,Yrd.Doç.Dr:Erdoğan Boz:Çüngüş ve Çermik Yöresi Ağzı.Ank.2001.s.234
Köyün tarihi isminde de bu esintiler var:
Malkaya köyünün eski kayıtlarda adı Elyus,Elyas,Eluyas olarak geçmektedir
Kenan Yıldırım:Malkaya Köyü Monoğrafyası.D.Ü.Eğitim Fak.Coğrafya Bölümü.Diyarbakır.1992.s.10
Eski adı Elyos olan ve
Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Malkaya olarak değiştirilen (bu ad
Köyün üst kısmında bulunan bir yayladan almıştır) Malkaya Köyü’nün
geçmişine ilişkin ilk yazılı bilgiler Yavuz Sultan Selim Devri’ne kadar
gider. Köyün hukuki konumu Çüngüş Sancağı Kanunnamesi’nde yazılı
olarak yer almıştır. Osmanlı arşivlerinde bulunan ve Dr. Ahmet
Akgündüz1 tarafından çevrisi yapılan bu Kanunnamede
köyümüz şöyle tanımlanmaktadır. Köyün Osmanlı dönemindeki ismi
Eylos`dur ( bu zamanla köy dilinde Elyos olmuştur) ve civardaki 6
Türk-müslüman köylerden biridir
1“Yavuz Sultan Selim Devri
Kanunnameleri-Diyarbekir Eyaleti Kanunnameleri” bölüm (27) sayfa 247
Çeviri Dr. A. Akgündüz. Orijinal nüsha BOA TTD 64 (840) sh 581.
www.geocities.com/malkayakoyu
www.geocities.com/malkayakoyu
Hz.Musa ve Hz.Hızır(AS) kıssası:Diyarbakır’ın doğusunda ve Dicle nehrinin kuzeyinde Hızır İlyas köyü vardır.1970 sayımına göre burası 40 haneli ve 212 nüfuslu bir yerleşim merkezidir..Daha kuzeyde Kani Hızır(Hızır pınarı )vardır.Hızır (AS)’nın Birkleyn mağaralarında Hz.Musa ve İskender-i Zülkarneyn ile buluştuğuna dair efsaneler halk arasında anlatılmaktadır.Diyarbakır merkez de de etkilenme fazladır.Örneğin Hızır İlyas mahallesi,Hızır-İlyas kilisesi gibi hristiyanların da tarihi etkilenimi söz konusudur.
Bırkleyn mağarası
Bırkleyn
Hızırlıklar
Hz.Hızır’ın görüldüğü yerlere
Hızırlık ismi verilir.Anadoluda Hızır adını alan pek çok
camii,tekke,ziyaret yeri,türbe,mezarlık,dağ,mesire yeri,akarsu ve köy
vardır.Hızır’ın uğradığına inanılan bazı şehir,kale ve cami kapılarına
Hızır kapısı adı verilir Ramazan Hub:Hızır
Diyarbakır
Hızır İlyas köyü:1785-1847 yıllarında Diyarbekır merkez köyü olarak gözüküyor Yrd.DoçDr. İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.s:166
Hızır İlyas köyü:1785-1847 yıllarında Diyarbekır merkez köyü olarak gözüküyor Yrd.DoçDr. İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.s:166
Hızır pınarı köyü
Hızır İlyas kilisesi
Bırkleynde Hızır Zülkarneyn buluşması
Diyarbakırda tarihte en kalabalık
mahalleler arasında(7 mahalle arasında) Hızr İlyas mahallesi de
bulunmaktaydı. Yrd.DoçDr. İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk
Yarısında Diyarbakır.s:342
Bırkleyn
Türkiye'nin en uzun 2. nehri olan Dicle Nehri'nin en önemli iki kaynağından biri ilçemiz sınırları içindeki Bırkleyn Mağaraları'ndan doğmaktadır. Bırkleyn suyu, Lice'nin yukarısında, Lice-Genç yolu üzerinde bulunan Bırkleyn mağaralarında doğar. Bir süre güneybatı yönünde akar. Sonra batıya yönelir; kimi dere sularını alarak çoğalır. Piran yöresinde (Dicle ilçesinin eski adı) Dibni (Zebene) suyunu alır.(vikipedi)
Türkiye'nin en uzun 2. nehri olan Dicle Nehri'nin en önemli iki kaynağından biri ilçemiz sınırları içindeki Bırkleyn Mağaraları'ndan doğmaktadır. Bırkleyn suyu, Lice'nin yukarısında, Lice-Genç yolu üzerinde bulunan Bırkleyn mağaralarında doğar. Bir süre güneybatı yönünde akar. Sonra batıya yönelir; kimi dere sularını alarak çoğalır. Piran yöresinde (Dicle ilçesinin eski adı) Dibni (Zebene) suyunu alır.(vikipedi)
Hızır Aleyhisselam Lice'deki
Bırkleyn mağaralarına gelmiş, bu mağaralardan birinde akan, Cennetten
çıkıp yine Cennet'e giden Dicle ırmağı'nın kaynaklarından birini
oluşturan, ölümsüzlük suyundan içmiş ve ölümsüzleşmiş.
Hızır, yine ucu Kaf Dağ'ına çıkan bu mağaralarda İskender'i Zülkarneyn ile ve Hz. Musa ile buluşmuş Muhsine Helimoğlu YAVUZ; DİYARBAKIR EFSANELERİ, Doruk yayınları, 2. Baskı, Ocak 1993. iki cilt birarada, sayfa 42-43.( Yurt Ansiklopedisi, Cilt 4, Diyarbakır maddesi'nden naklen.
Bir başka efsanede ise İskender-i Zülkarneyn bir sefere giderken, başının iki tarafında boynuz gibi iki ur çıkmış ve çok acı vermeye başlamış. İskender'e bir gün rüyasında, Lice'de bulunan Bırkleyn Mağaraları'ndaki suda yıkanırsa, boynuzlarının kaybolacağı söylenmiş. İskender-i Zülkarneyn hemen, yolunu değiştirerek, gelip Lice'yi fethetmiş. Bırkleyn Mağaraları'nın suyundan içip, başını da bu suyla yıkayınca boynuzlarından biri hemen yok olmuş. Diğeri ise kısa bir süre içinde iyileşmiş.
Bırkleyn öylesine derindir ki içinde bir saat kadar yürüdükleri halde sonunu göremediklerini söyleyen köylüler oldukça çoktur. Öyle ki efsaneye göre ucunun Kaf Dağı'na çıktığı belirtilir.
Efsanelerde geçen ve ölümsüzlük suyu olarak nitelendirilen Bırkleyn Suyu, Dicle Nehri'nin iki ana kaynağından biridir. Bu su, yerin altında doğal bir tünelden geçtikten sonra yeniden yeryüzüne çıkar. Bu özel oluşuma Bırkleyn Mağaraları ya da Dicle Tüneli adı verilir. Antik dünyada, Bırkleyn Suyu'nun kaybolduğu bu yere "dünyanın bittiği yer" gözüyle bakılmıştır. Plinius, bu geçidi "ölülerin yer altı dünyasına giriş yerlerinden biri" olarak yorumlar.
Lîce-Bingöl arasında bulunan Bırkleyn Mağaraları, birbirine paralel uzanan iki kayalığın içinde olup üç tanedir.
Elbette Bırkleyn Mağaraları sadece derinliği, uzunluğu ve ölümsüzlük suyu ile ünlü değildir. Bırkleyn'e ait çok önemli bir nokta ise Asur Krallarından kalma yazıt ve kabartmalara rastlanmış olması ve gerek Asurlar'dan önce gerekse Asurlar'dan sonra burada yoğun bir şehirleşmenin olmuş olduğudur.
Bırkleyn Mağaraları'ndaki Asur yazıt ve kabartmaları, ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından keşfedilir. Daha sonra Andreas Schechner tarafından bir yüzey araştırması yapılır. Bu araştırmada Asurlara ait yazıt ve kabartmaların M.Ö. 1100 ile 850 yıllarına ait olduğu tespit edilir. Çalışmalarını 5 yazıt ve 3 kaya kabartmasına dayandıran Andreas, mağaralarda insan yapımı kalıntıların varlığından ve buluntuların ışığında o mıntıkanın M.Ö. 6000 yılından itibaren kullanıldığından, en yoğun dönemi ise Bizans ile Selçuklu dönemlerinde yoğun bir şehirleşme ile yaşadığından bahseder. Hamza AksalAmed'in Büyüleyici Mağaraları.Mizgin
Hızır, yine ucu Kaf Dağ'ına çıkan bu mağaralarda İskender'i Zülkarneyn ile ve Hz. Musa ile buluşmuş Muhsine Helimoğlu YAVUZ; DİYARBAKIR EFSANELERİ, Doruk yayınları, 2. Baskı, Ocak 1993. iki cilt birarada, sayfa 42-43.( Yurt Ansiklopedisi, Cilt 4, Diyarbakır maddesi'nden naklen.
Bir başka efsanede ise İskender-i Zülkarneyn bir sefere giderken, başının iki tarafında boynuz gibi iki ur çıkmış ve çok acı vermeye başlamış. İskender'e bir gün rüyasında, Lice'de bulunan Bırkleyn Mağaraları'ndaki suda yıkanırsa, boynuzlarının kaybolacağı söylenmiş. İskender-i Zülkarneyn hemen, yolunu değiştirerek, gelip Lice'yi fethetmiş. Bırkleyn Mağaraları'nın suyundan içip, başını da bu suyla yıkayınca boynuzlarından biri hemen yok olmuş. Diğeri ise kısa bir süre içinde iyileşmiş.
Bırkleyn öylesine derindir ki içinde bir saat kadar yürüdükleri halde sonunu göremediklerini söyleyen köylüler oldukça çoktur. Öyle ki efsaneye göre ucunun Kaf Dağı'na çıktığı belirtilir.
Efsanelerde geçen ve ölümsüzlük suyu olarak nitelendirilen Bırkleyn Suyu, Dicle Nehri'nin iki ana kaynağından biridir. Bu su, yerin altında doğal bir tünelden geçtikten sonra yeniden yeryüzüne çıkar. Bu özel oluşuma Bırkleyn Mağaraları ya da Dicle Tüneli adı verilir. Antik dünyada, Bırkleyn Suyu'nun kaybolduğu bu yere "dünyanın bittiği yer" gözüyle bakılmıştır. Plinius, bu geçidi "ölülerin yer altı dünyasına giriş yerlerinden biri" olarak yorumlar.
Lîce-Bingöl arasında bulunan Bırkleyn Mağaraları, birbirine paralel uzanan iki kayalığın içinde olup üç tanedir.
Elbette Bırkleyn Mağaraları sadece derinliği, uzunluğu ve ölümsüzlük suyu ile ünlü değildir. Bırkleyn'e ait çok önemli bir nokta ise Asur Krallarından kalma yazıt ve kabartmalara rastlanmış olması ve gerek Asurlar'dan önce gerekse Asurlar'dan sonra burada yoğun bir şehirleşmenin olmuş olduğudur.
Bırkleyn Mağaraları'ndaki Asur yazıt ve kabartmaları, ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından keşfedilir. Daha sonra Andreas Schechner tarafından bir yüzey araştırması yapılır. Bu araştırmada Asurlara ait yazıt ve kabartmaların M.Ö. 1100 ile 850 yıllarına ait olduğu tespit edilir. Çalışmalarını 5 yazıt ve 3 kaya kabartmasına dayandıran Andreas, mağaralarda insan yapımı kalıntıların varlığından ve buluntuların ışığında o mıntıkanın M.Ö. 6000 yılından itibaren kullanıldığından, en yoğun dönemi ise Bizans ile Selçuklu dönemlerinde yoğun bir şehirleşme ile yaşadığından bahseder. Hamza AksalAmed'in Büyüleyici Mağaraları.Mizgin
Bu efsaneler İslami kaynaklarla da uyuşmaktadır.Mustafa Öztürk’ün kıssaların Dili kitabına bakalım:(150,151,154)
‘Nuh peygamberin torunu Yunan’ın soyundan gelen İskender-i Zülkarneyn,insana ebedi hayat bahşeden ve insanüstü güçler kazandıran bir hayat çeşmesinden bahsedildiğini duyar(1)
Ve o çeşmeyi arayıp bulmaya karar verir.Rivayete göre Allah,bunu Sam’ın soyundan birine nasip edecektir
Hz.Hızır ,Zülkarneyn’in veziri ve onun teyzesinin oğludur.(2) veya Hz.Hızır Zülkarneynin ordusunun öncü kuvvetleri arasında yer alan bir şahsiyettir(3)
.Zülkarneyn,halasının veya teyzesinin oğlu Hızır’ı yanına alır ve askerleriyle birlikte yolculuğa başlar.Hızır’ın kendisine bildirdiğine göre hayat çeşmesi karanlıklar ülkesindedir.(4)Yolculukları sırasında birçok zorlukla karşılaşırlar ve bir fırtına yüzünden yolları ayrılır.Bir müddet sonra karanlıklar ülkesine gelirler.Zülkarneyn sağa,Hızır sola doğru gider.Günlerce yol aldıktan sonra Hızır ilahi bir ses duyar ve bir nur görür.Bu ses ve nurun geldiği yöne doğru gidince hayat çeşmesini bulur.Hızır bu sudan içer ve yıkanır.Böylece hem ebedi hayata kavuşur hem de insanüstü güçler kazanır.Daha sonra Zülkarneyn ile tekrar buluşur.Zülkarneyn durumu öğrenince çeşmeyi aramaya koyulur.Bulamayınca kaderine razı olur ve bir süre sonra da Hakka kavuşur(5)
Zülkarneyn Arap-İslam kültürüne ait bir figür değildir.(M.Öztürk:Kıssaların dili.s:43)
Zülkarneyn ve Eshab-ı Kehf olaylarına mekan olan Lice bölgesi de geçmişinde Arap-İslam orijinli değildi
Burada hurri-mitanni egemenliği, asur egemenliği, bi-zamani krallığı,Urartu egemenliği,,Med,Makadon egemenliği,Part egemenliği,Büyük Tigran dönemi,Part-Roma,Sasani Bizans dönemi geçirmiş,bunu takiben Arap-İslam,Selçuklu,Eyyubi,İlhanlı,Akkoyunlu,Osmanlı dönemi gelmiştir
1.)İbni Hacer’in naklettiği bir rivayete göre Zülkarneyn bu suyun varlığını arkadaşı olan Rifai adlı bir melekten öğrenir.Bkz:İbn Hacer,el-İşabe, I.117 2.Makdisi,el_bed,III.78; 3.)Sa’lebi,Ara’isul’Mecalis,s.240. 4.).İbn Hacer,el-İşabe,I,117 5.).Ocak,Hızır-İlyas Kültü,s.57.Bu efsanenin versiyonları için bkz.Taberi,Tarihu’l-Umem,I,118,İbn Hacer,el-İşabe,I.117-118
Kökeni Hurri diline dayanan, Birkleyn (Bılk) sözcüğü; yükselme, kabarma, kaynama (suyun fışkırması) anlamına geliyor.
Birkleyn Mağaraları, hem jeolojik devir açısından hem de tarihsel olarak oldukça eskilere dayanıyor.
Birkleyn, Bermal Çayı'nın vadisinde yer alan en büyük mağara. Tersiyer (üçüncü) döneme (yaklaşık 6.5-2.5 milyon yıl önce) ait kalkerlerin, kuvarterlerin (dördüncü) dönemde (2.5 milyon yıl öncesinden günümüze) çökerek tıkadığı vadide akarsu oymasıyla oluşan bir mağaradır. İskender'in doğu seferi sırasında ordularını burada konaklattığı söylenir. Bu nedenle bu mağaraya İskenderi-Birkleyn Mağarası da denilir. .özgürgündem
Diyarbakır Lice ilçesinde Diyarbakır-Bingöl yolunun doğusundadır. Dicle Nehri’nin iki ana kolundan biri bu mağaranın olduğu yerdedir. Bırkleyn Suyu’ndan Anadolu ile Kuzey Mezopotamya arasındaki yollardan biri geçmektedir. Bırkleyn Suyu bu antik yol ile birleşmeden önce yerin altında akar ve doğal bir tünelden sonra yeniden yukarıya çıkar. Bu özel oluşumdan ötürü buradaki mağaraya Bırkleyn Mağaraları veya Dicle Tüneli ismi verilmiştir.
Antik çağlarda bu suyun kaybolduğu, toprağın altına indiği yere Dünyanın Bittiği Yer olarak tanımlanmıştır. Plinius bu geçide ölülerin yer altı dünyasına giriş yeri olarak tanımlamıştır. Alman tarihçi C.F.Lehmann Haupt 1899 yılında mağaralarda inceleme yapmış, buradaki stelleri yayınlamıştır.
Birbirine paralel olarak uzanan bu kayalığın içerisinde üç mağara bulunmaktadır. Bunlardan güneydeki kayalığın altında ve içerisinden akan Bırkleyn Suyu’nun bulunduğu mağaraya Asur kralı I.Tiglatpileser (MÖ.1114-1076) kabartma çivi yazılı bir kitabe; III. Salmanassar da (MÖ.859-828) kabartma iki çivi yazılı kitabe koydurmuştur. İkinci mağaranın girişinde Antik çağa ait yapı kalıntıları ile III.Salmansar’a ait kabartma yazılı iki kitabe ve bir kabartma bulunmaktadır. Bu mağara birincinin devamı niteliğinde olup, 15 m. yüksekliğinde, 12 m. genişliğindedir. Oldukça derin olan mağara birkaç km. uzunluğundadır. Üçüncü mağara diğerlerinden daha büyük olup, burası sarkıt ve dikitleri ile yöre halkı tarafından astım tedavisinde yararlanılmaktadır.
Bu mağarada Kuzey Mezopotamya’ya özgü, Hassuna-Samarra seramikleri bulunmuştur. (Kenthaber kurulu)
Diyarbakır’da Hızır efsaneleri
Hz.Hızır’ın Bırkleyn mağarasına gelince İskender-i Zülkarneyn ile buluştuğu,bu mağaranın bir yerinde ab-ı hayat içerek ölümsüzlüğe eriştiği efsanede vardır.Burası cennet çıktığı ve tekrar cennet aktığı Dicle’nin bir kaynağıdır(Şevket beysanoğlu:Eshab-ı Kehf’in yeri.23-30 Haziran.1975.I.Uluslararası Türk Folklor kongresi.İstanbul).c.4.s.41-45
‘Nuh peygamberin torunu Yunan’ın soyundan gelen İskender-i Zülkarneyn,insana ebedi hayat bahşeden ve insanüstü güçler kazandıran bir hayat çeşmesinden bahsedildiğini duyar(1)
Ve o çeşmeyi arayıp bulmaya karar verir.Rivayete göre Allah,bunu Sam’ın soyundan birine nasip edecektir
Hz.Hızır ,Zülkarneyn’in veziri ve onun teyzesinin oğludur.(2) veya Hz.Hızır Zülkarneynin ordusunun öncü kuvvetleri arasında yer alan bir şahsiyettir(3)
.Zülkarneyn,halasının veya teyzesinin oğlu Hızır’ı yanına alır ve askerleriyle birlikte yolculuğa başlar.Hızır’ın kendisine bildirdiğine göre hayat çeşmesi karanlıklar ülkesindedir.(4)Yolculukları sırasında birçok zorlukla karşılaşırlar ve bir fırtına yüzünden yolları ayrılır.Bir müddet sonra karanlıklar ülkesine gelirler.Zülkarneyn sağa,Hızır sola doğru gider.Günlerce yol aldıktan sonra Hızır ilahi bir ses duyar ve bir nur görür.Bu ses ve nurun geldiği yöne doğru gidince hayat çeşmesini bulur.Hızır bu sudan içer ve yıkanır.Böylece hem ebedi hayata kavuşur hem de insanüstü güçler kazanır.Daha sonra Zülkarneyn ile tekrar buluşur.Zülkarneyn durumu öğrenince çeşmeyi aramaya koyulur.Bulamayınca kaderine razı olur ve bir süre sonra da Hakka kavuşur(5)
Zülkarneyn Arap-İslam kültürüne ait bir figür değildir.(M.Öztürk:Kıssaların dili.s:43)
Zülkarneyn ve Eshab-ı Kehf olaylarına mekan olan Lice bölgesi de geçmişinde Arap-İslam orijinli değildi
Burada hurri-mitanni egemenliği, asur egemenliği, bi-zamani krallığı,Urartu egemenliği,,Med,Makadon egemenliği,Part egemenliği,Büyük Tigran dönemi,Part-Roma,Sasani Bizans dönemi geçirmiş,bunu takiben Arap-İslam,Selçuklu,Eyyubi,İlhanlı,Akkoyunlu,Osmanlı dönemi gelmiştir
1.)İbni Hacer’in naklettiği bir rivayete göre Zülkarneyn bu suyun varlığını arkadaşı olan Rifai adlı bir melekten öğrenir.Bkz:İbn Hacer,el-İşabe, I.117 2.Makdisi,el_bed,III.78; 3.)Sa’lebi,Ara’isul’Mecalis,s.240. 4.).İbn Hacer,el-İşabe,I,117 5.).Ocak,Hızır-İlyas Kültü,s.57.Bu efsanenin versiyonları için bkz.Taberi,Tarihu’l-Umem,I,118,İbn Hacer,el-İşabe,I.117-118
Kökeni Hurri diline dayanan, Birkleyn (Bılk) sözcüğü; yükselme, kabarma, kaynama (suyun fışkırması) anlamına geliyor.
Birkleyn Mağaraları, hem jeolojik devir açısından hem de tarihsel olarak oldukça eskilere dayanıyor.
Birkleyn, Bermal Çayı'nın vadisinde yer alan en büyük mağara. Tersiyer (üçüncü) döneme (yaklaşık 6.5-2.5 milyon yıl önce) ait kalkerlerin, kuvarterlerin (dördüncü) dönemde (2.5 milyon yıl öncesinden günümüze) çökerek tıkadığı vadide akarsu oymasıyla oluşan bir mağaradır. İskender'in doğu seferi sırasında ordularını burada konaklattığı söylenir. Bu nedenle bu mağaraya İskenderi-Birkleyn Mağarası da denilir. .özgürgündem
Diyarbakır Lice ilçesinde Diyarbakır-Bingöl yolunun doğusundadır. Dicle Nehri’nin iki ana kolundan biri bu mağaranın olduğu yerdedir. Bırkleyn Suyu’ndan Anadolu ile Kuzey Mezopotamya arasındaki yollardan biri geçmektedir. Bırkleyn Suyu bu antik yol ile birleşmeden önce yerin altında akar ve doğal bir tünelden sonra yeniden yukarıya çıkar. Bu özel oluşumdan ötürü buradaki mağaraya Bırkleyn Mağaraları veya Dicle Tüneli ismi verilmiştir.
Antik çağlarda bu suyun kaybolduğu, toprağın altına indiği yere Dünyanın Bittiği Yer olarak tanımlanmıştır. Plinius bu geçide ölülerin yer altı dünyasına giriş yeri olarak tanımlamıştır. Alman tarihçi C.F.Lehmann Haupt 1899 yılında mağaralarda inceleme yapmış, buradaki stelleri yayınlamıştır.
Birbirine paralel olarak uzanan bu kayalığın içerisinde üç mağara bulunmaktadır. Bunlardan güneydeki kayalığın altında ve içerisinden akan Bırkleyn Suyu’nun bulunduğu mağaraya Asur kralı I.Tiglatpileser (MÖ.1114-1076) kabartma çivi yazılı bir kitabe; III. Salmanassar da (MÖ.859-828) kabartma iki çivi yazılı kitabe koydurmuştur. İkinci mağaranın girişinde Antik çağa ait yapı kalıntıları ile III.Salmansar’a ait kabartma yazılı iki kitabe ve bir kabartma bulunmaktadır. Bu mağara birincinin devamı niteliğinde olup, 15 m. yüksekliğinde, 12 m. genişliğindedir. Oldukça derin olan mağara birkaç km. uzunluğundadır. Üçüncü mağara diğerlerinden daha büyük olup, burası sarkıt ve dikitleri ile yöre halkı tarafından astım tedavisinde yararlanılmaktadır.
Bu mağarada Kuzey Mezopotamya’ya özgü, Hassuna-Samarra seramikleri bulunmuştur. (Kenthaber kurulu)
Diyarbakır’da Hızır efsaneleri
Hz.Hızır’ın Bırkleyn mağarasına gelince İskender-i Zülkarneyn ile buluştuğu,bu mağaranın bir yerinde ab-ı hayat içerek ölümsüzlüğe eriştiği efsanede vardır.Burası cennet çıktığı ve tekrar cennet aktığı Dicle’nin bir kaynağıdır(Şevket beysanoğlu:Eshab-ı Kehf’in yeri.23-30 Haziran.1975.I.Uluslararası Türk Folklor kongresi.İstanbul).c.4.s.41-45
Hızır İlyas köyü.Üniversite arazisinden Ziraat fakültesi arkasından yaklaşık 15 km.ötededir.
Hızır İlyas köyuünde bir inanmış gerekli duları ve ibadeti yaptıktan sonra Hz.Hızır’ı görmek ister.Hz.Hızır,halka ak sakallı,nur yüzlü fakir bir ihtiyar kılığında görünürmüş.Günün birinde bu köylü,köy civarındaki çeşme başında ihtiyar bir adama rastlar.Ak sakallı ,nur yüzlü bu ihtiyarı,güneş batmak üzere olduğu,akşamın bu saatinde başka bir köye ulaşması mümkün olmadığından Tanrı misafiri olarak evine davet eder.Hz.Hızır bu Salih adamı kırmaz,evine misafir olur.Ertesi sabah erkenden evden ayrılırken adama,’Darlık görmiyesiniz,ambarınız dolu,hayvanlarınız bereketli olsun ‘diye dua eder ve kapıdan çıkar çıkmaz yok olur,aramaya başlarlar,bulamazlar.Hz.Hızır olduğu anlaşılır .O günden beri Hızır İlyas köyünün toprakları verimli,hayvanları bereketli,halkı tok bir durumdadır.Civar köyler halkı son zamanlara kadar,verimli olsun diye tohumluk arpğa ve buğdaylarını buradan alır,hayvanları bereketli olsun diye kuzularını bir günlüğüne köy arazisinde otlatırlardır.
(Şevket beysanoğlu:Eshab-ı Kehf’in yeri.23-30 Haziran.1975.I.Uluslararası Türk Folklor kongresi.İstanbul)
Köy halkı ile konuştuğumda 1930’lu yıllarda bir çobanın köpeğine Hızır ismini koyması nedeniyle yaşlı bir ihtiyar tarafından ciddi ikaz edildiği ve bu ihtiyarın o anda kaybolması nedeniyle çobanın 1 hafta perişan bir şekilde hasta yattığı ve pişman olduğunu ifade ettiler
Benzer hikayeleri Lice’ye giderken Kocaköy yakınında sağdan 1km içeride Hızır pınarı köyünde de duyabiliyoruz.Köyün büyüğü Nimetullah Berk dedelerinin köyde bir pınar(Hızır pınarı) görüştüğünü anlattı
Hızır İlyas köyuünde bir inanmış gerekli duları ve ibadeti yaptıktan sonra Hz.Hızır’ı görmek ister.Hz.Hızır,halka ak sakallı,nur yüzlü fakir bir ihtiyar kılığında görünürmüş.Günün birinde bu köylü,köy civarındaki çeşme başında ihtiyar bir adama rastlar.Ak sakallı ,nur yüzlü bu ihtiyarı,güneş batmak üzere olduğu,akşamın bu saatinde başka bir köye ulaşması mümkün olmadığından Tanrı misafiri olarak evine davet eder.Hz.Hızır bu Salih adamı kırmaz,evine misafir olur.Ertesi sabah erkenden evden ayrılırken adama,’Darlık görmiyesiniz,ambarınız dolu,hayvanlarınız bereketli olsun ‘diye dua eder ve kapıdan çıkar çıkmaz yok olur,aramaya başlarlar,bulamazlar.Hz.Hızır olduğu anlaşılır .O günden beri Hızır İlyas köyünün toprakları verimli,hayvanları bereketli,halkı tok bir durumdadır.Civar köyler halkı son zamanlara kadar,verimli olsun diye tohumluk arpğa ve buğdaylarını buradan alır,hayvanları bereketli olsun diye kuzularını bir günlüğüne köy arazisinde otlatırlardır.
(Şevket beysanoğlu:Eshab-ı Kehf’in yeri.23-30 Haziran.1975.I.Uluslararası Türk Folklor kongresi.İstanbul)
Köy halkı ile konuştuğumda 1930’lu yıllarda bir çobanın köpeğine Hızır ismini koyması nedeniyle yaşlı bir ihtiyar tarafından ciddi ikaz edildiği ve bu ihtiyarın o anda kaybolması nedeniyle çobanın 1 hafta perişan bir şekilde hasta yattığı ve pişman olduğunu ifade ettiler
Benzer hikayeleri Lice’ye giderken Kocaköy yakınında sağdan 1km içeride Hızır pınarı köyünde de duyabiliyoruz.Köyün büyüğü Nimetullah Berk dedelerinin köyde bir pınar(Hızır pınarı) görüştüğünü anlattı
Lice’de eshab-ı kehf mağarası da bulunmaktadır.Bu konu ayrı olarak ele alındı.
Hz.Hızır ismi bölge kaynaklı
Bir bölgede yaşamış ünlü kişi ismi ile de o bölgeyi etkilemiştir.Örneğin Ökkeş, Maraş’ta,Şehmus Mardinde olduğu gibi
Hz.Hızır ismini dil bilimi ve tarih açısından ele alalım.
Diyarbakır tarihi çerçevesinde Huri-Asur ve Akkadların etki alanında idi.
Diyarbakır'ı da içine alan Yukarı Dicle bölgesinin ilk uygar ahalisi Subarular'dan sayılan Hurriler'dir.
Uzun süre Hurri adı altında yaşayan boylar, nihayet M.Ö. 2. bin yılın ortalarında, biri Hurri, diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrıldılar. İlk zamanlarda bu iki krallıktan birincisi olan Hurri Krallığı daha büyük ve kuvvetliydi. Fakat sonraları küçük bir birlik olan Mitanni Krallığı yavaş yavaş Hurri Krallığı aleyhine genişlemiş ve sonunda onu ortadan kaldırmıştır.
Mitanniler'den sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen oldu. (1260-653) Bu dönemde şehrimize, Amidi veya Amedi denildiği Asur hükümdarlarından Adad-Nirari'den (1310-1281) kalma bir kılıç kabzasındaki yazıdan ve M.Ö. 800, 762, 705 yıllarından kalma Asur valilerinin isimlerini bildiren belgelerden anlaşılmaktadır. Şevket Beysanoğlu Diyar-ı Bekr'den Diyarbakır'a
1-) Hurri Mitanni Dönemi (M.Ö. 3500-1260)
2-) Asurlular Dönemi (M.Ö. 1260-775)
3-) Urartular Dönemi (M.Ö. 775-736)
4-) Asurlular Dönemi (ikinci defa) (M.Ö. 736-653)
İ.Ö.2400’lerde Sami asıllı I.Sargon,Sumer kralı Urzababa’ya başkaldırıp kendisini kral yapıyor.Sumer’in şehir beyliklerini birer birer idaresi altın alıyor.Sargon yönetim sınırlarını Kuzey mezopotamyaya kadar uzatıyor ve Kendisine Sumer ve Akkad’ın kralı unvanını veriyor.Sargon’dan sonra kral olan Naramsin Diyarbakır’a kadar geliyor.
Muazzez İlmiye Çığ.İbrahim Peygamber.Kaynak yay.6.basımİst.2006..s77.Bir bölgede yaşamış ünlü kişi ismi ile de o bölgeyi etkilemiştir.Örneğin Ökkeş, Maraş’ta,Şehmus Mardinde olduğu gibi
Hz.Hızır ismini dil bilimi ve tarih açısından ele alalım.
Diyarbakır tarihi çerçevesinde Huri-Asur ve Akkadların etki alanında idi.
Diyarbakır'ı da içine alan Yukarı Dicle bölgesinin ilk uygar ahalisi Subarular'dan sayılan Hurriler'dir.
Uzun süre Hurri adı altında yaşayan boylar, nihayet M.Ö. 2. bin yılın ortalarında, biri Hurri, diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrıldılar. İlk zamanlarda bu iki krallıktan birincisi olan Hurri Krallığı daha büyük ve kuvvetliydi. Fakat sonraları küçük bir birlik olan Mitanni Krallığı yavaş yavaş Hurri Krallığı aleyhine genişlemiş ve sonunda onu ortadan kaldırmıştır.
Mitanniler'den sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen oldu. (1260-653) Bu dönemde şehrimize, Amidi veya Amedi denildiği Asur hükümdarlarından Adad-Nirari'den (1310-1281) kalma bir kılıç kabzasındaki yazıdan ve M.Ö. 800, 762, 705 yıllarından kalma Asur valilerinin isimlerini bildiren belgelerden anlaşılmaktadır. Şevket Beysanoğlu Diyar-ı Bekr'den Diyarbakır'a
1-) Hurri Mitanni Dönemi (M.Ö. 3500-1260)
2-) Asurlular Dönemi (M.Ö. 1260-775)
3-) Urartular Dönemi (M.Ö. 775-736)
4-) Asurlular Dönemi (ikinci defa) (M.Ö. 736-653)
İ.Ö.2400’lerde Sami asıllı I.Sargon,Sumer kralı Urzababa’ya başkaldırıp kendisini kral yapıyor.Sumer’in şehir beyliklerini birer birer idaresi altın alıyor.Sargon yönetim sınırlarını Kuzey mezopotamyaya kadar uzatıyor ve Kendisine Sumer ve Akkad’ın kralı unvanını veriyor.Sargon’dan sonra kral olan Naramsin Diyarbakır’a kadar geliyor.
Yukarıda arzedildiği üzere Huriler ,Asurlar ve Akadlar Diyarbakır’ı mekan tutmuştur
Hz.Hızır insanlara yardım eden Yüce bir kişidir.Sıkışan bir kimse ‘Yetiş ya Hızır’der.
Hızır yardımcı bir kimsedir.Asur dilinde Hi-zi-ri,Hu-zi-ri; Akkad dilinde Haziru,Huri dilinde Hu-zi-ri isimleri yardımcı veya yardım eden demektir.
Gürdal Aksoy:Dersim Alevi Kürt Mitolojisi.Komal yayİst.2006.s.255
Hz.Hızır insanlara yardım eden Yüce bir kişidir.Sıkışan bir kimse ‘Yetiş ya Hızır’der.
Hızır yardımcı bir kimsedir.Asur dilinde Hi-zi-ri,Hu-zi-ri; Akkad dilinde Haziru,Huri dilinde Hu-zi-ri isimleri yardımcı veya yardım eden demektir.
Gürdal Aksoy:Dersim Alevi Kürt Mitolojisi.Komal yayİst.2006.s.255
Mūsā-Hızır
Kıssası ve Kıssanın Yahudi
Kökeniyle
İlgili İddiaların Değerlendirilmesi
Öz
Kur’an-ı
Kerim’de detaylı bir şekilde anlatılan Mūsā-Hızır kıssası,
Batılı araştırmacılar tarafından eski medeniyetlerin
hikâyeleriyle ilişkilendirilmiş ve kıssanın kökeninde bu
hikāyelerin yattığı iddia edilmiştir. Bu noktada gündeme
getirilen iddialardan biri de kıssanın, Yahudi gelenekte yer alan
Rabbi Yeşu b. Levi kıssasıyla benzerlik taşıdığı, bundan
dolayı da
Yahudi
gelenekteki bu hikāyenin Kur’an’daki anlatının temelini
oluşturduğu hususudur. Bu makalede bu iddia ele alınmış,
Mūsā-Hızır kıssasının Yahudi geleneğindeki kıssayla ne
derece ilişkili olup olmadığı sorgulanmıştır.
Anahtar
Kelimeler:
Mūsā, Hızır, Eliyahu, Rabbi Yeşu ben Levi, Mūsā-Hızır
hikāyesi.
Abstract
The
Story of Mūsā and Khaḍir: An Evaluation of Its Alleged Jewish
Origins
This
article analyzes the views of orientalist scholars regarding the
story of Mūsā-Khaḍir with a focus on the allegedly Jewish origin
of the story. Narrated in some details in the Qur’an, the story of
Mūsā-Khaḍir has been linked by those scholars to the epic tales
of ancient civilizations, which have then been asserted to be the
provenance of the Qur’anic story. Raised to that effect
is
the claim that there are similarities between the story of Rabbi
Joshua ben Levi in Jewish tradition and that the Qur’anic version
of the story is based on the Jewish tale. This study takes up this
claim and investigates the degree of relation between the Mūsā-Khaḍir
story in the Qur’an and the one in Jewish tradition.
Key
words: Mūsā, Khaḍir,
Elijah, Rabbi Joshua ben Levi, Story of Moses and Khaḍir.
Giriş
Yahudi ve İslam geleneği,
peygamber hikâyeleri başta olmak üzere birçok ortak anlatımı
paylaşmaktadır. Yahudiliğin kronolojik olarak İslam’dan önce
oluşu sebebiyle, Kur’an ve Tanah’taki ortak anlatımlar,
İslam’ın Yahudi kökene dayandığı iddiasına zemin
hazırlamış, bilhassa Kur’an’da yer alan peygamber kıssaları
Yahudi âlimleri tarafından taklit ve intihal olarak
yorumlanmıştır. Orta Çağ Yahudi âlimleri arasında İslam’ın
Yahudi kökenli olduğunu iddia edenlere örnek olarak İbn Meymūn
(ö.1204) ve Şim‘on ben Tsemah Duran (ö.1444) zikredilebilir. İbn
Meymūn, Hıristiyanlık ve İslam için Yahudilikten
“kesilmiş/çalınmış dinler” (datot
gzurot, datot
gnuvot) tabirlerini kullanmıştır.1
Duran ise İslam’daki uygulamaların bazı küçük
farklılıklarla Yahudi şeriatının taklidi (hikuy)
olduğunu iddia etmiştir.2
Orta Çağ’dan itibaren ortaya
konan bu iddialar, son iki asırda Yahudi ve Hıristiyan
oryantalistler tarafından da devam ettirilmiştir.3
Oryantalistler ve günümüzdeki Batılı
araştırmacılar, Mūsā-Hızır kıssasını da Gılgamış,
İskender ve Glaukos hikâyeleriyle ilişkilendirmişlerdir.
Zikredilen bu hikâyeler, Yahudi geleneği dışındaki
anlatımlardır. Bunlar arasında İskender hikâyesi diğer
hikâyelere nazaran daha fazla rağbet görmüştür.
Oryantalistlerin Mūsā-Hızır kıssasıyla ilişkilendirdikleri
Yahudi geleneğindeki anlatım ise Rabbi Yeşu b. Levi hikâyesidir.4
Kur’an’da anlatılan
Mūsā-Hızır kıssasıyla ilgili Batı dünyasında pek çok
çalışma yapılmıştır. Konuyla ilgili Türkçe yayın ise
sınırlı sayıdadır. Bu yayınlardan, kıssayı İslam ilahiyatı,
tasavvuf literatürü, Türk halk inanışları ve Türk edebiyatı
bağlamında inceleyen Ahmet Yaşar Ocak’a ait Hızır-İlyas
Kültü adlı eser, konu üzerine
yapılmış en önemli çalışmadır.5
Bu çalışmanın yanında Mustafa Öztürk, “Bilge
Kul-Musa Kıssası ve İslâm Kültüründe Hızır yerini incelemiştir.6
Fakat bu iki çalışma da kıssanın kökeni olduğu
iddia edilen Yahudi hikâyesinin içeriğiyle ilgili bilgi
vermemektedir. Bu noktada Kur’an’daki Mūsā-Hızır kıssasının
Yahudi geleneğindeki benzerlerini inceleyen bu makalenin amacı,
oryantalistler tarafından Kur’an’daki Mūsā- Hızır kıssasının
Yahudi geleneğindeki kökeni olarak iddia edilen hikâyeyi, benzer
ve farklı yönlerini karşılaştırıp değerlendirmektir. Makale,
oryantalistlerin kıssanın kökeniyle ilgili iddialarını tartışma
ve buna cevap verme amacı taşımamaktadır.7
Makalede öncelikle kıssanın Kur’an’daki şekli
aktarılacak, ardından oryantalistlerin iddiaları ana hatlarıyla
ortaya konacak ve son olarak Yahudi geleneğindeki Mūsā-Hızır
motifli hikâyeler incelenecektir. Mūsā-Hızır kıssasının
tefsir-hadis geleneğindeki ayrıntılarına gerekli görüldüğü
yerlerde ana hatlarıyla değinilecektir.
Kur’an’daki Mūsā-Hızır
Kıssası ve İlgili Rivayetler
Mūsā-Hızır kıssası,
18/el-Kehf suresinin 60-82 ayetleri arasında anlatılmaktadır. Bu
anlatıma göre, Mūsā genç arkadaşına durup dinlenmeden iki
denizin birleştiği yere ulaşacağını yahut senelerce
yürüyeceğini söyler.8
İki denizin birleştiği yere vardıklarında Mūsā’nın
genç arkadaşı yanlarındaki balığı bir kenarda unutur ve balık
denize atlayarak bir yol tutup gider. İki denizin birleştiği yeri
geçip ilerlediklerinde Mūsā, yolculuğun kendilerini yorduğunu
belirterek genç arkadaşından azıklarını getirmesini ister. Genç
arkadaşı balığı kayalıklarda unuttuğunu, bunu kendisine
şeytanın unutturduğunu ve balığın da şaşılacak bir şekilde
denizde bir yol tutup gittiğini söyler.9 Bunun
üzerine Mūsā ve genç arkadaşı geldikleri yolu takip ederek geri
dönerler ve orada Hızır’ı10
bulurlar.11
Mūsā, Hızır’dan, sahip olduğu ilmi kendisine de
öğretmesini talep eder. O da Mūsā’ya, iç yüzünü bilmediği
meselelerden dolayı sabredemeyeceğini söyleyerek işin zorluğuna
dikkat çeker. Mūsā da sabredeceğine ve hiçbir konuda
kendisine zorluk çıkarmayacağına
dair Hızır’a
taahhütte
bulunur.12
Hızır, yapacağı hiçbir iş
hakkında soru sormayıp o konuda açıklama yapana kadar beklemesini
Mūsā’ya şart koşar. Mūsā, şartı kabul eder ve yola
koyulurlar. Bir gemiye binerler. Hızır, gemide bir delik açar.
Mūsā ona, “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin?
Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın” diye çıkışır.
Hızır, sabredemeyeceğini daha önce söylediğini
belirterek Mūsā’yı uyarır. Mūsā da verdiği sözü bir an
için unuttuğunu ifade ederek bilgisinden yararlanması hususunda
kendisine zorluk çıkarmamasını ister. Tekrar yola koyulurlar. Bir
süre sonra bir çocukla karşılaşırlar ve Hızır çocuğu
öldürür. Mūsā dayanamayıp Hızır’a, sebepsiz yere masum bir
cana kıydığını ve çok kötü bir iş yaptığını söyler.
Hızır, sabredemeyeceğini daha önce söylediğini belirterek
Mūsā’yı ikinci kez uyarır. Mūsā da Hızır’dan son bir şans
ister ve bir daha soru sorması halinde hiçbir mazeretinin
kalmayacağını belirtir.13 Tekrar
yola koyulurlar ve bir köye varırlar. Köylülerden yemek isterler,
fakat köylüler onlara ikramda bulunmaya yanaşmazlar. Mūsā ve
Hızır, o köyde yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görürler.
Hızır, eğri duvarı tamir eder ve doğrultur. Mūsā kendilerine
yemek vermeyen insanlara ait bu köydeki duvarın tamir edilmesini
garipser ve Hızır’a yaptığı bu işe karşılık bir ücret
alabileceğini ifade eder. Bu söz, artık Mūsā ile Hızır’ın
ayrılma vakitlerinin geldiği anlamına gelmektedir. Hızır,
Mūsā’ya yaşadıkları olaylarla ilgili şu açıklamaları
yapar: “Gemi, fakir deniz işçilerinin malı idi. Onda bir kusur
meydana getirmek istedim. Çünkü bu denizcileri, rastladığı her
sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar kovalıyordu. Çocuğa
gelince, onun ebeveyni mümin kimselerdi. Onları azgınlığa ve
kâfirliğe sürüklemesinden endişe ettik. Rableri onlara daha
temiz ve daha merhametli bir evlat bağışlasın diye böyle yaptık.
Duvara gelince, o duvar şehirde yaşayan iki yetim çocuğa aitti.
Duvarın altında bu yetimlere ait bir hazine vardı ve babaları da
iyi bir insandı. Rabbin istedi ki o yetimler, erginlik çağına
erdikten sonra hazinelerini kendi elleriyle duvarın altından
çıkarsınlar. Ben bütün bu işleri kendi kafama göre yapmadım.
İşte sabredemediğin olayların açıklaması bunlardır.”14
Kur’an’da bu şekilde
anlatılan kıssaya hadisler ve gelenek yoluyla bazı ayrıntılar
ilave edilmiştir. Örneğin, Mūsā’nın neden iki denizin
birleştiği yere kadar durmadan yürüyeceği Kur’an’da yer
almayıp hadislerde açıklanmaktadır. Rivayetlere göre,
İsrailoğulları bir gün Mūsā’ya kendisinden daha bilgili
kimsenin olup olmadığını sormuşlardır. Mūsā da kendisinden
daha bilgili
bir insan
bulunmadığını
söylemiştir.
Allah da
Mūsā’ya,
bir balık
alarak bir sepete koymasını, balığı kaybettikleri yerde
kendisinden daha bilgili bir kulu olduğunu bildirmiştir. Mūsā’nın
bu yolculuğa çıkmasının sebebi de bu şahısla tanışma
isteğidir ve buluşma noktaları balığın denize karıştığı
yerdir.15 El-Buḫārī’deki bir
hadiste Mūsā ile hizmetçisinin sığındıkları kayanın altında
hayat adı verilen bir pınar/göze (
ayn) olduğu, o suya dokunan her şeyin hayat bulduğu, balığa
da bu sudan değdiği ve bu şekilde canlanarak denize atladığı
bilgisi yer almaktadır.16
Ocak’a göre, İslam kültüründeki âb-ı hayat
efsanesinin kaynağı da bu rivayettir.17
Muslim’de yer alan bir hadiste Mūsā’nın yanına
aldığı balığın, tuzlu/tuzlanmış (ḥūt
māliḥ) bir balık olduğu kaydı
mevcuttur.18 Kur’an’da
“Katımızdan ilim verdiğimiz bir kul”19 diye
bahsedilen kişinin Hızır olduğu da hadislerde belirtilmiştir.20
Kıssada zikredilen karakterlerden birisi de Mūsā’nın
genç arkadaşıdır. Bu kişinin Yūşa b. Nūn olduğu yine
hadisler aracılığıyla bildirilmektedir.21
Hikâyede ismen zikredilen tek kişi, Mūsā’dır.
İsmen zikredilmesine rağmen, Hz. Mūsā’nın kimliği de
tartışılmıştır.22
Oryantalistlerin Mūsā-Hızır
Kıssasının Kökenine Dair İddiaları
El-Kehf
suresinde anlatılan Mūsā-Hızır kıssasına dair Orta Çağ
Yahudi bilginlerinin eserlerinde herhangi bir yorum ya da bilgi yer
almamaktadır. Son iki asra gelindiğinde Batılı araştırmacılar
bu kıssayı Yahudi veya Hıristiyan geleneğindeki benzer
hikâyelerle veya eski medeniyetlerin efsaneleriyle irtibatlandırmaya
çalışmışlardır.23 Bunun ilk
örneklerinden biri, 1828 yılına ait Almanca Kur’an mealinde
görülmektedir. Bu mealde “Katımızdan ilim verdiğimiz bir
kul”24 şeklinde zikredilen kişi,
ilgili ayetin dipnotunda Pinhas’la özdeşleştirilmiştir.25
Yazdığı eseriyle kendisinden sonra gelen
oryantalistlere öncülük eden ve Kur’an’daki her olayın Yahudi
kökene sahip olduğunu iddia eden Yahudi din âlimi Abraham Geiger,
Mūsā-Hızır kıssasıyla ilgili Yahudi geleneğinde bir şey
bulamadığını belirtmiştir.26 Hirschfeld
ise Hızır olarak bilinen şahsın Eliyahu olduğunu ifade etmiş,
ayrıca Kur’an’da anlatılan Hızır’la, Tanah’ın I.
Krallar Kitabı 19. bölümde anlatılan İlyās peygamber
arasında benzerlikler bulunduğuna dikkat çekmiştir.27
Konuyla ilgili detaylı araştırmalar yapan
Friedlaender, Mūsā-Hızır kıssasının Yunan kültürüne ait
İskender hikâyesiyle ilişkili
olduğu sonucuna varmıştır.28
Encyclopaedia
of Islam’ın
“al-Khaḍir” maddesinde Mūsā-Hızır kıssasının kökenini
Gılgamış destanı, İskender efsanesi, Glaukos hikâyesi ve Rabbi
Yeşu ben Levi olaylarıyla ilişkilendiren Wensinck’in iddiaları
ise çokça tartışılmıştır.29
Mūsā-Hızır kıssasıyla
ilişkilendirilen Gılgamış destanına göre, Mezopotamya’da
hüküm süren Sümerlere ait Uruk kentinin kralı Gılgamış, dostu
Enkidu’nun ölümüne çok üzülür. Onun hayata yeniden dönmesi
için çözümler ararken ölümsüzlük otunu öğrenir. Bu otun
yerini bilen tek kişi ise Utnapiştim adında bir bilgedir. Hikâyeye
göre Utnapiştim, “Irmakların birleştiği yerde” yaşamaktadır.
Gılgamış, uzun süren bir yolculuktan sonra Utnapiştim’i bulur
ve ölümsüzlük otuna sahip olur. Fakat bir yılan bu otu elinden
alır ve kaçar. Gılgamış destanında zikredilen Utnapiştim,
sularda yaşayan, darda kalanların yardımına koşan ve ölümsüzlüğe
ulaşan bilge olarak anlatılmaktadır. Mūsā ile Hızır’ın iki
denizin birleştiği yerde buluşması, Utnapiştim’in de
ırmakların birleştiği yerde yaşaması araştırmacıları bu iki
anlatım arasında irtibat kurmaya yöneltmiştir.
Oryantalistlerin Mūsā-Hızır
kıssasıyla ilişkilendirdikleri bir diğer hikâye de İskender’le
ilgilidir. Efsaneye göre İskender, içenleri ölümsüz yaptığına
inanılan bir pınardan haberdar olur ve onu aramaya koyulur.
Yolculuk sırasında İskender’in askerleri teker teker ordudan
ayrılır, İskender’in yanında sadece aşçısı Andreas kalır.
İskender ve aşçısı yolculuk yüzünden yorgun düşüp
acıkırlar. Aşçı Andreas yanlarında azık olarak tuttukları
tuzlu balığı o civarda bulunan bir pınarda yıkamak ister. Fakat
balık suyla temas ettiğinde birden canlanır ve suya atlayıp
gözden kaybolur. Aşçı, aradıkları pınarın bu olduğunu anlar
ve hemen sudan içer. Ardından İskender’in yanına gelerek
başından geçenleri anlatır. İskender de sudan içmek üzere
koşar fakat onca aramaya rağmen ikisi de bir türlü pınarı
bulamazlar. Bunun üzerine İskender öfkelenerek aşçısını
denize atar. Aşçı Andreas deniz cinine dönüşür ve ölümsüz
olur. Bu hikâyede balığın canlanarak suya karışması, Kur’an’da
anlatılan Mūsā-Hızır kıssasında balığın kayalıklardan
atlayarak denize
karışmasıyla
ilişkilendirilmektedir.30
Wheeler,
İskender
hikâyelerinin
‘İsrâiloğulları’nın
Mūsā’sı mı?’ şeklindeki kayıtla, İsrailoğullarının en
büyük peygamberi olan ve Mūsā
denince
ilk akla gelen kişi olması itibariyle, kendisine Tevrat verilen Hz.
Mūsā’nın kastedildiği açıktır. İsrailiyat rivayetleriyle
bilinen ve Hz. Mūsā’nın kimliğiyle ilgili iddiaları ortaya
atan Nevf b. Feḍāle el- Bikālī’yle ilgili bilgi için bkz.
Özcan Hıdır, Yahudi Kültürü
ve Hadisler
(İstanbul: İnsan Yayınları, 2010), ss.397-402.
23
Bkz.
Ocak,
Hızır-İlyas
Kültü,
ss.52-58.
Yüce,
“Hıdrellez
Bayramıyla
İlgili
Bazı
Notlar,”
ss.249-256.
24
18/el-Kehf:64.
25
Samuel
Günter
Wahl,
Der
Koran
(Halle,
1828),
s.249.
Pinhas,
İsrailoğullarının
Mısır’dan
çıktıktan
sonraki
dönemde
başkahinlik
yapmıştır.
26
Abraham
Geiger,
Was
hat
Mohammed
aus
dem
Judenthume
aufgenommen?
(Bonn,
1833),
s.171.
27
Hartwig
Hirschfeld,
Beiträge
zur
Erklärung
des
Koran
(Leipzig,
1886),
s.
81.
28
Israel
Friedlaender,
“Zur
Geschichte
der
Chadhirlegende,”
Archiv
für
Religionwissenschaft
13
(1910),
ss.92-110;
Israel
Friedlaender,
“Alexander
Zug
nach
dem
Lebensquell
und
die
Chadhirlegende,”
Archiv
für
Religionwissenschaft
13 (1910), ss.161-246; Israel Friedlaender,
Die Chadhirlegende
und der
Alexanderroman
(Leipzig, 1913). Friedlaender, İslam ülkelerinde yaşayan ve
Eliyahu ismine sahip olan Yahudilerin, kendilerini Hızır diye
tanıttıklarını, Türkler arasında ise Hızır ile İlyās’ın
özdeşleştirilerek Hıdrellez şeklinde bir kullanımın olduğunu
belirtmiştir. Bkz. Israel Friedlaender, “Khiḍr,” Encyclopedia
of Religion
and Ethics
(New York, 1951), c.7, s.694. Friedlaender’in çalışmalarının
değerlendirmesi için bkz.
Ocak,
Hızır-İlyas
Kültü, ss.52-54.
29
Wensinck,
“al-Khaḍir,”
ss.902-905.
30
Mūsā-Hızır
kıssasıyla
İskender
kıssası
arasındaki
benzerlikler
için
bkz.
B.
M.
Wheeler,
“Moses
or
Alexander?
Early
Islamic
Exegesis
of
Qur'an
18:60-65,”
ss.191-215;
İsmail
Avcı,
“İskendernamelerde
Ölümsüzlüğe
Yolculuk:
İskender-i
Zülkarneyn
ve
Hızır,”
Prof.
Dr.
Mine
Mengi
Adına
Türkoloji
Sempozyumu
Bildirileri
(Adana: Çukurova Üniversitesi, 2012) içinde, ss.28-40; Ocak,
Hızır-İlyas
Kültü,
ss.185-187.
çoğunun Kur’an sonrası
döneme ait olduğunu, etkilenmenin de oryantalistlerin iddiaların
tam aksi yönde olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, Kur’an’ın
ilgili ayetlerini açıklamak için kayda geçirilen hadis-tefsir
külliyatındaki bilgiler, daha sonraki İskender hikâyelerine
kaynaklık etmiştir.31
Mūsā-Hızır kıssasının
kökeniyle ilgili bir diğer iddia da Korint kralı Glaukos ile
ilgilidir. Yunan mitolojisine göre bir balıkçı olan Glaukos,
tuttuğu balıkların bir ot üzerinde canlanarak denize
atladıklarını fark edince bu otu yiyerek denize atlamış ve deniz
tanrısına dönüşmüştür.32
Balığın canlanarak denize atlamasının yanında
Glaukos kelimesinin “yeşil” anlamına gelmesi de iki olay
arasında benzerlik kurulmasına yol açmıştır. Zira Hızır
kelimesi de yeşil/yeşillik gibi anlamlara gelmektedir.33
Yukarıda anlatılan hikâyelerde yer alan “su,
yeşillik ve ebedi hayat” motifleri, bu hikâyelerin Kur’an’daki
kıssanın kökeni olduğuna dair iddialara dayanak teşkil etmiştir.
Dikkat çekici olan husus ise hikâyelerde Hızır’ı temsil eden
şahıslarla ilgili en önemli özellik sayılabilecek ölümsüzlüğe
dair, Kur’an’da bir bilginin yer almamasıdır.
Oryantalistlerin Mūsā-Hızır
kıssasının muhtemel kaynağı olarak gördüğü bir diğer hikâye
ise Yahudi geleneğinde yer alan Eliyahu ve Rabbi Yeşu ben Levi
hikâyesidir. Yahudi geleneğindeki Rabbi Yeşu hikâyesi,
oryantalistler tarafından Kur’an’daki Mūsā-Hızır kıssasının
kökenlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Obermann,
Kur’an’ın, Mūsā-Hızır kıssasını bugün elimize ulaşmayan
fakat Kur’an’dan önce mevcut olan bir Yahudi kaynağından
aldığını iddia etmektedir. Zira ona göre Kur’an’ın Yahudi
kaynaklarına dayanma gibi bir özelliği vardır.34
Yahudi Geleneğinde Mūsā-Hızır
Motifleri
o adamı
öldürdü”42
diyerek
olayın iç
yüzünü açıklar.
Benzer bir başka hikâye ise
yokluk içinde günlerini geçiren bir Yahudi ile ilgilidir. Bu
hikâye de İbn Şāhīn tarafından nakledilmektedir. İbn Şāhīn,
hikâyeyi anlatmadan önce “Selam üzerlerine olsun
âlimlerimiz nakletmişlerdir ki …” şeklinde bir giriş
yapmaktadır. Hikâyeye göre, çocuklarının yiyecek ekmekleri dâhi
olmayan bir Yahudi aile, adeta açlıktan ölmek üzeredir. Adamın
eşi ısrarla kocasına pazara gitmesini ve bir şeyler getirmesini,
aksi takdirde açlıktan öleceklerini dillendirmektedir. Adam da
hiçbir akrabasının ve arkadaşının olmadığını, nereye
gideceğini bile bilmediğini ifade ederek dert yanmaktadır. Evde
çocukların ağlaması ve açlık dayanılmaz boyutlara ulaşınca,
kadın dayanamaz ve kocasına “Evden çık artık, belki bir şeyler
vesile olur, olmadı bari bir yerlerde ölürsün. Evde sırayla tek
tek ölmemizden iyidir yine de!” diye çıkışır. Adam ise
bedenini örtecek elbise bile olmadığını ve bu şekilde
çıkamayacağını söyler. Kadın da evdeki bütün giysileri bir
araya getirerek adamı giydirir ve dışarı gönderir. Evden çıkan
adam şaşkın bir şekilde sağa sola bakar, hangi istikamete doğru
yürüyeceğini bile bilemez. Hüngür hüngür ağlamaya başlar ve
gözlerini semaya kaldırarak “Ey âlemlerin Rabbi! Sen biliyorsun
ki gideceğim bir kimse bile yok, kendisine aczimi ve fakrımı ifade
edebileceğim bir insan da yok! Dışarı çıktım ama nereye
gideceğimi bile bilmiyorum, ne kardeşim ne akrabam ne de bir dostum
var! Evde küçücük çocuklar açlıktan kıvranıyorlar. Bizi sen
yarattın, rahmetinle bize muamelede bulun veya ruhumu bir an önce
al da kurtulayım” diye yakarışta bulunur.
Bu duanın ardından adam
gelişigüzel yürümeye başlar ve yolda Eliyahu önüne çıkar.
Eliyahu adama derdini sorar. Adam da durumunu anlatır. Eliyahu ona
“Gel seninle pazara gidelim, ben senin kölen olacağım, sen de
beni satıp ailene rızık temin edeceksin” der. Adam bunun mümkün
olmadığını, şehirde herkesin kendisinin fakir olup kölesinin
olmadığından haberdar olduğunu söyler. Eliyahu adamı ikna eder,
fakat ona kendisini, istediği kişiye satmasını ve fiyatta oynama
yapmamasını tembih eder. Eliyahu, ayrıca üzerine daha fazla fiyat
verseler de kendi işaret ettiği kişinin dışında birisine
satmamasını adama şart koşar. Adam da bunu kabul eder. Pazara
geldiklerinde insanlar duruma şaşırarak fakir adama “Bu
gerçekten senin kölen mi?” diye sorarlar. Adam da “Evet”
cevabını vererek onun satılık olduğunu söyler. O sırada
pazarda bulunan vezirlerden biri Eliyahu’nun güzel görünüşlü
ve eli ayağı düzgün (cemīlu’ṣ-ṣūra
ḥasenu’l-ḥilye)
olduğunu görür ve köleyi (Eliyahu’yu) satın almak ister.
Eliyahu, adama kendisini vezire satmasını işaret eder. Vezir,
Eliyahu için seksen dinar teklif eder. Bir anda etraflarına
insanlar toplanır ve Eliyahu için iki yüz dinara kadar teklif
verenler çıkar. Fakir adam söz verdiği üzere fiyatta oynama
yapmaz ve Eliyahu’yu seksen dinara vezire satar. Eliyahu adama
“Şimdi git bu parayla eşine ve çocuklarına rızık temin et!”
der. Ardından vezir, Eliyahu’yu alarak oradan ayrılır. Adam da
pazara giderek ekmek, et, yağ ve un başta olmak üzere arzu ettiği
her şeyi alır ve eve gelir. Eve döndüğünde çocuklarını
açlıktan ölmek üzere bulur. Ev ahalisi adamın getirdiği
erzaktan yiyip içerler ve karınlarını güzelce doyururlar. Kadın,
kocasına başından geçenleri anlatmasını ister, adam da anlatır.
Kadın, “Tavsiyemi iyi ki dinlemişsin, yoksa sen de biz de helak
olacaktık” der. Ömrünün geri kalanında, adamın sayılamayacak
kadar malı olur ve bir daha hiç darlık çekmez.43
Beraber yola koyulurlar. Akşam
vakti fakir bir adamın evine misafir olurlar. Bu adamın sadece bir
ineği vardır. Adam ve eşi, Eliyahu ve Rabbi Yeşu’yu güzelce
ağırlar. Sabah olunca Eliyahu ineği öldürür ve yollarına devam
ederler. Rabbi Yeşu, şaşırır ve “Bize ikramda bulunan bu
fakirin yaptığının karşılığı, ineğinin ölmesi olmamalıydı”
diye çıkışır. Eliyahu, susma ve soru sormama şartını
hatırlatarak onu ikaz eder. Rabbi Yeşu susar ve yola devam ederler.
Akşam vakti olduğunda zengin bir adamın evine misafir olurlar.
Adam onlarla ilgilenmez ve ikramda bulunmaz. Adamın evinde yıkık
bir duvar vardır. Sabah olunca Eliyahu duvarın onarılması için
Allah’a dua eder. Rabbi Yeşu şaşırsa da bu kez soru sormayıp
kendini tutar. Yola devam ederler ve gece olduğunda bir sinagoga
girerler. Sinagogta altından ve gümüşten oturaklar olup, herkes
kendi koltuğunda oturmaktadır. Sinagogta bulunan insanlar, Eliyahu
ve Rabbi Yeşu’nun yabancı ve misafir olduklarını fark ettikleri
halde onlarla ilgilenmezler. Eliyahu ve Rabbi Yeşu geceyi orada
geçirirler. Sabah olduğunda Eliyahu onlara, “Allah hepinizi lider
yapsın” diye dua eder. Onlardan ayrılıp gün boyu yola devam
ederler.
Gece olduğunda bu kez fakir bir
topluluğa rastlarlar. Bu insanlar onlara ikramda bulunup güzelce
ilgilenirler. Sabah olduğunda Eliyahu onlara “Allah aranızdan
sadece bir kişiyi lider yapsın” diye dua eder. Rabbi Yeşu
dayanamaz ve “Efendim, artık senden ayrılıyorum. Çünkü
senin yaptıklarına sabrım kalmadı” der. Eliyahu ise ona
sabredemediği olayların iç yüzünü şu şekilde izah eder:
“İneği ölen fakir adamın eşi o gün ölecekti. Allah’tan,
kadının yerine ineğin ölmesini talep ettim. Duvarını onardığım
adama gelince, eğer duvarı olduğu gibi bıraksaydım yıkılacaktı
ve temeli ortaya çıkacaktı. Duvarın temelinde büyük bir hazine
vardı. Bu hazine o adamın hakkı değildi. Bu yüzden duvarı
onardım,49 zira bir müddet sonra
hiç onarılamayacaktı. Hepsinin lider olması için dua ettiğim
topluluğa gelince, bu onların kötülüğünedir. Çünkü bir
yerde ne kadar çok baş olursa o kadar çok çatışma olur. Sadece
bir tane liderleri olsun diye dua ettiğim topluluk da tek yönetici
olduğu
için huzurlu
olacaktır.
Şimdi benden
ayrılıyorsun,
sana faydalı
olacak bir
tavsiye vereceğim. Kötü bir adamı mutluluk ve rahat içinde
görürsen bu duruma şaşma. Çünkü bu durum onun kötülüğünedir.
Benzer şekilde darlık içinde ve sıkıntılara düçar salih bir
insan görürsen de şaşma. Zira ondan daha büyük belalar
kaldırılmıştır. Kalbini bu tür şüphelerden arındır.”
Eliyahu bunları söyledikten sonra Rabbi Yeşu’dan ayrılarak
yoluna devam edip gider.50
Yahudi geleneğindeki bu hikâye
ile Kur’an’daki Mūsā-Hızır kıssası karşılaştırıldığında
benzer ve farklı bazı hususlar karşımıza çıkmaktadır.
Öncelikle Yahudi hikâyesinde Rabbi Yeşu’nun Eliyahu ile
buluşması, yeryüzündeki kötülüğü sorgulamasının sonucudur.
Diğer taraftan Hz. Mūsā’nın Hızır’la buluşma sebebi
Kuran’da zikredilmemektedir. Hadislerde ise buluşma, Allah’ın,
Hz. Mūsā’yı kendisinden daha bilgili birisinden haberdar etmesi
ve Hz. Mūsā’nın da tanışma isteği sonucunda
gerçekleşmektedir. Hz. Mūsā ve Rabbi Yeşu’nun bilge bir
insanın rehberliğinde yolculuk yapmaları iki olay arasındaki
önemli benzerliklerden biridir. Bir başka benzerlik de hem Eliyahu
hem de Hızır’ın, kendileriyle yolculuk yapan kişinin
sabredemeyeceğini düşünerek soru sormama şartını öne
sürmeleridir.
İki hikâye de olayların akışı
açısından incelendiğinde karakterlerin sürekli hareket halinde
oldukları ve farklı olaylar yaşadıkları görülmektedir.
Kur’an’da anlatılan kıssada üç olay yaşanmaktadır. Bunlar,
deniz işlerinde çalışan fakir insanlara ait bir geminin
delinmesi, çocuğun öldürülmesi ve yıkık bir duvarın
onarılmasıdır. Yahudi geleneğine ait hikâyede ise dört olay
anlatılmaktadır. Bunlar, fakir bir aileye ait ineğin öldürülmesi,
yıkık bir duvarın onarılması, zengin bir topluluğa misafir olup
hepsinin lider olması şeklinde dua ve fakir bir topluluğa misafir
olup sadece birisinin lider olması şeklinde duadan oluşmaktadır.
Bu olaylardan fakir işçilere ait geminin delinmesiyle fakir bir
aileye ait ineğin öldürülmesi eylem olarak birbirine
benzemektedir. Zira iki olayda da fakir insanları büyük bir
felaketten daha az zararla kurtarma durumu vardır. Diğer taraftan,
Hızır’ın çocuğu öldürmesiyle benzerlik kurulabilecek bir
olay, Yahudi hikâyesinde yer almamaktadır. Aynı
şekilde
Yahudi
kıssasında
zengin
ve fakir
topluluklara
misafir
olup
zenginlere
hepsinin lider olması şeklinde fakirlere de sadece bir
kişinin lider olması şeklinde yaptığı duanın da Kur’an’da
anlatılan olaylardan herhangi biriyle benzerlik noktası yoktur.
Olaylar arasındaki en önemli benzerlik, yıkılmaya yüz tutmuş
duvar meselesiyle ilgilidir. Duvarın onarılması Yahudi hikâyesinde
de Kur’an’da da aynı şekilde yer almaktadır. Duvarın altında
bir hazine olduğu bilgisi de birebir örtüşmektedir. Kur’an’daki
anlatıma göre bu hazine, şehirde yaşayan iki yetime aittir.
Büyüyüp kendi mallarına sahip çıkacak yaşa geldiklerinde
kendileri bu hazineye sahip olacaklardır. Yahudi hikâyesinde ise
duvarın altındaki hazinenin o evde oturan adama ait olmadığı
bilgisi yer almaktadır.
Yahudi geleneğindeki Rabbi Yeşu
ve Kur’an’daki Mūsā-Hızır kıssası, kahramanların
isimlendirmeleri ve rolleri üzerinden karşılaştırıldığında
da bazı benzer hususlar göze çarpmaktadır. Kur’an’daki
kıssada Hızır olarak bilinen şahıs, Yahudi hikâyesinde Eliyahu
olarak zikredilmektedir. İslami kaynaklarda, Hızır’ın gerçek
adının Belyā olduğu şeklinde bilgiler yer almaktadır.51
İbn Kesīr ise Belyā ismi yanında Īlyā ismini de
zikretmektedir.52 Muhtemelen bu
isimlendirmeler, Eliyahu’dan gelmektedir. Eliyahu ise Arapça’daki
İlyās isminin karşılığı olarak bilinmektedir.53
Nitekim Batılı
araştırmacılar da Hızır’ı, Yahudi geleneğindeki Eliyahu
(İlyās) ile özdeşleştirmektedirler.54
İslamî gelenekte Hızır’a yüklenen role
benzer şekilde Tanah’ta da İlyās (Eliyahu) peygamberin
harikulade işler yaptığı görülmektedir. İlyās peygamberin,
Tanah’ta bahsedilen en önemli özelliklerinden biri kasırgayla
göklere alınmış olmasıdır.55
O, dul ve naçar bir kadının evine bereket getirmiş,
kadının evinde un ve yağ hiç tükenmemiştir.56
Yine
İlyās
peygamber,
evine
misafir
olduğu
bu kadının
ölen oğlunu
diriltmiştir.57
O, Yehuda kralı Ahazya’nın adamlarını da mucizevî
bir şekilde gökten ateş indirerek öldürmüştür.58
İlyās peygamber ayrıca Erden nehrine cübbesiyle
vurarak nehri ikiye ayırmıştır.59
Bütün bu benzerlikler araştırmacıları Hızır ile
İlyās’ın (Eliyahu) aynı kişiler olduğunu düşünmeye
itmiştir. Ocak da hemen hemen bütün oryantalistlerin “haklı
olarak” Hızır ile Eliyahu’nun aynı kişiler olduğu sonucuna
vardıklarını belirtmektedir. Ona göre “İslamî kaynakların
çizdiği Hızır şahsiyeti ile Kitabı Mukaddes’in çizdiği İlya
şahsiyeti dikkatle incelenir ve karşılaştırılırsa,
şarkiyatçıların çıkardıkları bu sonuçlara katılmamak mümkün
değildir.”60 Tanah’taki Eliyahu
(İlyās) karakteri ile Kur’an’daki İlyās peygamberin aynı
kişiler olduğu kuvvetle muhtemeldir. Kur’an’da İlyās
peygamberle ilgili verilen tek bilgi, onun Baal putuna tapanlarla
mücadele etmesidir.61 Tanah’ın
kaydına göre de Eliyahu peygamber, Baal putuna tapanlara karşı
mücadele etmiştir.62 Bu çerçevede
Tanah’ın Eliyahu karakterinin Kur’an’ın İlyās karakteri
olduğunu söylemek mümkündür. Fakat bu karakterlerin Hızır
olduğunu söylemek kesinlik arz etmemektedir. Bu çerçevede
Kur’an’da, İlyās peygamberin Hızır olarak bilinen şahıstan
ayrı olarak zikredilmesi de63
İslam âlimlerini bu özdeşleştirmede ihtiyatlı
davranmaya sevk etmiştir.64
Benzer bir isimlendirme de
Yeşu/Yuşa’da görülmektedir. İslam geleneğinde Yūşa b. Nūn
olarak bilinen Hz. Mūsā’nın hizmetçisi, Yahudi geleneğindeki
hikâyede Rabbi Yeşu b. Levi olarak geçmektedir. İkisinin de
Yeşu/Yuşa isminde olması, metin yazarının tasarrufta bulunarak
ilgili kahramanı Yeşu b. Levi olarak değiştirdiği ihtimalini
akla getirmektedir. Fakat İslam kaynaklarında Hz. Mūsā’nın
genç arkadaşı olarak bilinen Yuşa/Yeşu, pasif bir rolde olup Hz.
Mūsā’nın Hızır’la yolculuğunda hiç zikredilmemektedir.
Yahudi geleneğindeki hikâyede ise Yeşu/Yuşa, Kur’an’daki
kıssada soru soran ve sorgulayan kişi konumunda yer alan Mūsā’ya
karşılık gelmektedir. Bilindiği üzere, Hz. Mūsā’nın
Hızır’la
buluşmasına
sebep
olan olay,
kendisini
insanların
en bilgilisi
olarak
tanıtmasıdır. Wheeler’e göre Hz. Mūsā’nın yerine
Rabbi Yeşu’nun konulmasına bu rivayet sebep olmuş olabilir. İbn
Şāhīn’in, hadislerde geçen ve Müslümanlar arasında şifahi
olarak yaygın olan bu bilgiden haberdar olması kuvvetle
muhtemeldir. Bu yüzden İbn Şāhīn, Hz. Mūsā’nın kendisini
insanların en bilgilisi olarak tanıttığı bu kibir ifade eden
tavrın, Hz. Mūsā’yı olumsuz betimlediğini düşünerek onu
Yahudilikteki özel konumuna zarar verici bir şekilde resmetmekten
kaçınmış olabilir.65
Sonuç
1
İbn
Meymūn,
Teşuvot
ha-Rambam,
ed.
Joshua
Blau
(Yeruşalayim:
Mekitsey
Nirdamim,
1989),
c.2,
s.728.
2
Şim‘on
ben
Tsemah
Duran,
Magen
Avot
(Yeruşalayim:
Mahon
ha-Ktav,
2003),
s.233.
3
İlgili
çalışmalar
için
bkz.
Abraham
Geiger,
Was
hat
Mohammed
aus
dem
Judentume
aufgenommen?,
(Bonn,
1833); J. Leveen, “Mohammed and His Jewish Companion,” Jewish
Quarterly
Review 16:4
(1926), ss.399-406; Alfred Guillaume, “The Influence of Judaism on
Islam,” Edwyn Bevan (ed.), Legacy
of Israel (Oxford,
1928) içinde, ss.129-172; M. Schwabe, “Asarat Haverav ha-Yahudîm
şel Muhammed (Muhammed’in On Yahudi Arkadaşı),” Tarbits
2 (1930), ss.74-89; Erwin Rosenthal, Judaism
and Islam
(London & New York: T. Yoseloff, 1961); Charles Torrey,
Jewish Foundation
of Islam
(New York, 1933); Nahman Paris, “İyunim be-Yahaduto şel
ha-Kuran,” Norman Paris (ed.), Braha
le-Menahem
(Missouri,
1955)
içinde, ss.309-337; Abraham Katsh, Judaism
and the Koran:
Biblical and
Talmudic
Backgrounds
of the Koran
(New York, 1962). Ayrıca bkz. Özcan Hıdır, “İslam’ın
Yahudi Kökeni Teorisi ile İlgili İddialar ve Çalışmalar,”
İLAM Araştırma
Dergisi 3:1
(1998), ss.155-169; Nuh Arslantaş, Yahudilere
Göre Hz. Muhammed
ve İslamiyet
(İstanbul: İz Yayıncılık, 2011).
4
Konuyla
ilgili
tartışmalar
için
bkz.
Brannon
M.
Wheeler,
“Moses
or
Alexander?
Early
Islamic
Exegesis
of
Qur’an
18:60-65,”
Journal
of
Near
Eastern
Studies
57:3
(1998),
ss.214-215;
Brannon
M.
Wheeler,
“The
Jewish
Origins
of
Qur'an
18:65-82?
Re-examining
Arent
Jan
Wensinck’s
Theory,”
Journal
of
the
American
Oriental
Society 118:2 (1998),
s.171.
5
Ocak,
oryantalistlerin
kıssanın
kökeniyle
ilgili
iddialarını
tartıştığı
bölümde,
kıssanın
Yahudi
kökeniyle
ilgili
olarak
“Maalesef
söz
konusu
efsanenin
İbranice
metninden
faydalanamadık
ve
yukarıdaki
dipnotta
anılan
iki makaledeki özetleriyle yetinmek zorunda kaldık. Bu yüzden
Hızır kıssasının bu asıl metinle tam
bir
karşılaştırmasını yapamadık” ifadesini kullanmaktadır. Bu
durum bizi kıssanın Yahudi kökenini araştırmaya ve orijinal
metni bulma arayışına itmiştir. Ahmet Yaşar Ocak, İslam-Türk
İnançlarında
Hızır yahut
Hızır-İlyas
Kültü (İstanbul:
Kabalcı Yayıncılık, 2012), s.56, dipnot 48. Arapça orijinal
metnin yer aldığı esere ulaşmamı sağlayan Recep Gürkan
Göktaş’a teşekkürü bir borç bilirim.
6
Mustafa
Öztürk,
“Bilge
Kul-Musa
Kıssası
ve
İslâm
Kültüründe
Hızır
Mitosu,”
Ondokuz
Mayıs
Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi 14-15
(2003), ss.245-281.
7
Kıssanın
tasavvuf
literatürü,
halk
inanışları
ve
Türk
edebiyatında
işlenişi
makalenin
konusu
olmayıp
bu
konuda
okurların
Ocak’ın
Hızır-İlyās
Kültü
adlı
eserine
başvurmaları
yeterli
olacaktır.
8
18/el-Kehf:60.
9
18/el-Kehf:62-3.
10
Hızır
kelimesi
Kur’an’da
geçmemektedir.
Ayette
“katımızdan
ilim
ve
rahmet
verdiğimiz
bir
kulumuz”
şeklinde
tanıtılan bu kişinin Hızır olduğu hadislerde açık bir şekilde
belirtilmiştir. Akıcılığın sağlanması adına bu kişiden
Hızır olarak bahsedilecektir.
11
Dikkat
çeken
husus,
Hızır’la
karşılaşıncaya
kadar
Hz.
Mūsā’nın
yanında
yer
alan
genç
arkadaşının,
Hz.
Mūsā’nın
Hızır’la
buluşmasından
sonra
hiç
zikredilmemesidir.
12
18/el-Kehf:69.
13
18/el-Kehf:76.
14
18/el-Kehf:80-83.
15
El-Buḫārī,
Ṣaḥīḥ,
Kitābu’l-İlm,
44 B.
Mā
yusteḥabbu
li’l-ālim,
s.13
(no.122);
Kitābu
Eḥādīs̠i’l-Enbiyā,
27
B. Ḥadīs̠u’l-Ḫaḍir
s.276 (no.3400); Muslim, Ṣaḥīḥ,
Kitābu’l-Feḍāil,
170-174 B. Min feḍāili’l-ḫaḍir,
ss.1096-1097 (no.6163-6168). Hadislerde ayrıca şöyle bir rivayet
yer almaktadır: “Bir serçe, denizden gagasıyla su alıp gemiye
konmuştu. Hızır, bunu Mūsā’ya göstererek şöyle dedi:
Allah’ın ilmi yanında, benim ve senin ilmin, şu serçenin
denizden eksilttiği su kadardır.” Bkz. el-Buḫārī, Ṣaḥīḥ,
Kitābu’l-İlm,
44
B.
Mā yusteḥabbu
li’l-ālim,
s.13 (no.122); Kitābu
Eḥādīs̠i’l-Enbiyā,
27 B. Ḥadīs̠u’l-ḫaḍir
s.277 (no.3400).
16
El-Buḫārī,
Ṣaḥīḥ,
Tefsīru
Sūrati’l-Kehf,
4 B.
Ḳavlihi
Teālā
e-raeyte
ieveynā,
s.396
(no.4727).
17
Ocak,
Hızır-İlyas
Kültü,
s.49.
18
Muslim,
Ṣaḥīḥ,
Kitābu’l-Feḍāil,
172
B.
Min
feḍāili’l-ḫaḍir,
s.1096
(no.6165).
19
18/el-Kehf:64.
21
El-Buḫārī,
Ṣaḥīḥ,
Tefsīru
Sūrati’l-Kehf,
4
B.
Ḳavlihi
Teālā
e-raeyte
ieveynā,
s.396
(no.4727);
Muslim,
Ṣaḥīḥ,
Kitābu’l-Feḍāil,
170 B. Min Feḍāili’l-Ḫaḍir,
s.1096 (no: 6163).
31
Wheeler,
“Moses
or
Alexander?,”
s.214.
32
Gerald
Gruman,
A
History
of
Ideas
About
the
Prolongation
of
Life
(New
York:
Springer
Publishing
Company,
2003), s.38.
33
Hadiste,
Hızır’a
oturduğu
yerin
yeşillenmesi
dolayısıyla
Hızır
dendiği
aktarılmaktadır.
Bkz.
el-Buḫārī,
Ṣaḥīḥ,
Kitābu Eḥādīs̠i’l-Enbiyā,
27 B. Hadīs̠u’l-ḫaḍir,
s.277 (no.3402). Wensinck, Hızır’ın oturduğu yerin
yeşillenmesini de Kitab-ı Mukaddes’te yer alan “İşte Filiz
adındaki adam! Bulunduğu yerde filizlenecek ve Rabbin Tapınağı'nı
kuracak (Zekeriya, 6:12)” ifadeleriyle ilişkilendirmektedir. Bkz.
Wensinck, “al- Khaḍir,” s.905.
34
Julian
Obermann,
“Two
Elijah
Stories
in
Judeo-Arabic
Transmission,”
Hebrew
Union
College
Annual
23:1
(1950-1951), ss.399-401.
35
Bu
çalışmalar,
9.
asırda
Arap
edebiyatında
ortaya
çıkmış,
daha
sonra
gelişerek
13.
asırda
Fars
edebiyatına,
15.
asırdan itibaren de Türk edebiyatına girmiştir. Bilindiği
kadarıyla bu adla yazılan ilk eser, Ebū’l-Ḥasen
36
Bu
eserin
orijinal
Arapça
metni,
Obermann
tarafından
yayınlanmıştır.
Bkz.
İbn
Şāhīn,
Nisim
ben
Yakov,
Studies
in Islam and
Judaism: The
Arabic Original
of Ibn Shâhîn’s
Book of
Comfort Known
as the Ḥibbûr
Yaphê of R.
Nissîm B. Ya‘aqobh
= el-Aṣlu’l-Arabī
min Kitāb
fī’l-Ferac
li-İbn Şāhīn,
ed. Julian Obermann (New Haven: Yale University Press,1933). İbn
Şāhīn’in bu eserine makalemizde el-Ferac
Bade’ş-Şidde
adıyla atıfta bulunulacaktır. Abramson, eserin Judeo-Arabic
(İbrani harfleriyle Arapça) yazmalarını bir araya getirerek
yayınlamıştır. Bkz. Shraga Abramson, Rabbi
Nisim Gaon:
Hamişa Sfarim
(Yeruşalayim: Hotsaat Mekitsey Nirdamim, 1965), c.3, ss.361-502.
Bu çalışmalara dayanarak William Brinner, eseri İngilizce’ye
çevirmiştir: An Elegant
Composition
Concerning
Relief after
Adversity (New
Haven: Yale University Press, 1977). Arapça aslı esas alınarak
yapılan İbranice tercüme de Hirschberg tarafından hazırlanmıştır;
bkz. Hayim Zeev Hirschberg, Hibur
Yafe me-ha-Yeşua
(Yeruşalayim: Hotsaat Mosad ha- Rav Kook, 1954).
37
Dan
Ben-Amos,
“Jewish
Folk
Literature,”
Oral
Tradition
14:1
(1999),
s.184.
Konuyla
ilgili
araştırmalar
için
bkz. Ronit Şoşani, “İyun be-şiney Sipurim be-Midraş Rut Zuta
ve-be-İvudam ve-Hibur Yafe me-ha- Yeşua,” Jewish
Studies Internet
Journal
(JSIJ) 2 (2008),
ss.81-103; Julian Obermann, “Ein Werk agadisch- islamischen
Synkretismus,” Zeitschrift
für Semitistik
5 (1927), ss.43-68.
39
İbn
Şāhīn,
el-Ferac
Ba
de’ş-Şidde,
s.2.
40
Çıkış,
33:13.
41
Tanah’taki
pasajlara
açıklık
getirmek
üzere
rabbiler
tarafından
kaleme
alınan
hikâye
ve
menkıbe
türü
anlatımlar
ve
bu
anlatımların
yer
aldığı
kitaplara
verilen
ad.
42
Yehoşua
ibn
Şuayb,
Draşot
al
ha-Tora
(Krakow,
1573),
76a.
43
İbn
Şāhīn,
el-Ferac
Ba
de’ş-Şidde,
ss.100-103.
45
“Midraş
Megilat
Rut
Zuta,”
Şlomo
Baber
(ed.),
Midraş
Rut
Zuta
(Vilna,
1925)
içinde,
ss.43-44.
47
Eliyahu’nun
köle
olarak
bir
krala/vezire
satılması
ve
saray
yapması
hikâyelerinin
karşılaştırması
için
bkz.
Şoşani,
“İyun be-Şiney Sipurim be-Midraş Rut Zuta ve-be-İvudam ve-Hibur
Yafe me-ha-Yeşua,” ss.95-99.
48
Yeşu
ben
Levi,
öğretileriyle
Talmud’u
oluşturan
Amoraim
hahamlarından
olup
Miladî
üçüncü
yüzyılda
Filistin
topraklarında yaşamıştır.
49
Hikâyenin
Arapça
orijinal
metninde
ilk
önce
ineği
Eliyahu’nun
öldürdüğü,
duvarın
da
dua
neticesinde
onarıldığı
belirtilmektedir.
Eliyahu
olayların
iç
yüzünü
açıklarken
bunları
doğrudan
kendisinin
yaptığını
ifade
etmektedir.
Metne
sadık
kalma
adına
düzeltmede
bulunmadık.
50
Hikâyenin
Arap
harfleriyle
orijinal
metni
için
bkz.
İbn
Şāhīn,
el-Ferac
Bade’ş-Şidde,
ss.10-13.
Hikâyenin
Judeo-Arabic
orijinal
metinleri
için
bkz.
Shraga
Abramson,
Rabbi
Nisim
Gaon:
Hamişa
Sfarim,
c.3,
ss.432-437.
Hikâyenin
İbranice
versiyonları
için
bkz.
Adolph
Jellineck,
Bet
ha-Midraş
(Viyana,
1873),
c.5,
ss.133-135;
Rabbi
Nisim
ben
Ya‘kov,
Sefer
Maasiyot,
ed.
Meir
Yahiel
(Varşova,
1886),
ss.9-12;
Hayim
Zeev
Hirschberg,
Hibur
Yafe
me-ha-Yeşua
(Yeruşalayim:
Hotsaat
Mosad
ha-Rav
Kook,
1954).
Hikâyenin
İngilizce
çevirisi
için
bkz.
Louis
Ginzberg,
The
Legends
of
the
Jews
(Philadelphia:
The
Jewish
Publication
Society,
1913),
c.4,
ss.223-226.
51
Ebū
Cafer
Muḥammed
b.
Cerīr
eṭ-Ṭaberī,
Tārīḫu’l-Umem
ve’l-Mulūk,
tah.
Ebū
Ṣuheyb
el-Kermī
(Riyad:
Beytu’l-Efkāri’d-Devliyye,
tsz.),
s.124;
Ebū’l-Faḍl
Şihābuddīn
Aḥmed
b.
Alī
İbn
Ḥacer
el-Asḳalānī,
el-
İṣābe
fī
Temyīzi’ṣ-Ṣaḥābe,
tah.
Abdullāh
b.
Abdulmuḥsin
et-Turkī
(Kahire:
Merkezu
Hecr
li’l-Buḥūve’d-
Dirāsāti’l-Arabiyye
ve’l-İslāmiyye,
2008),
c.3,
s.228.
Muhendisīn,
Cīze: Merkezu Hecr li’l-Buḥūve’d-Dirāsāti’l-Arabiyye
ve’l-İslāmiyye, 1997), c. 2, s.244.
53
Tanah’taki
bilgilere
göre,
İlya’nın
Baal
putuyla
mücadele
etmesi,
diğer
taraftan
Kur’an’ın
anlatımına
göre
İlyās
peygamberin
Baal
putuyla
mücadele
etmesi
Eliyahu
ile
İlyās
peygamberin
aynı
kişiler
olduğunu
teyit
etmektedir. Bkz. 37/eṣ-Ṣaffāt:123-130; II. Krallar, 18:20-40.
54
Bernhard
Heller,
“Chadhir
und
der
Prophet
Elijahu
als
wundertätige
Baumeister,”
Monatsschrift
für
Geschichte
und Wissenschaft
des Judentums
81 (1937), ss.76-80; Mark Lidzbarski, “Wer ist Chadhir?,”
Zeitschrift
für Assyriologie
7:1 (1892), ss.104-116; Karl Dyroff, “Wer is Chadhir?,”
Zeitschrift
für Assyriologie
7:1 (1892), ss.319-327; A. J. Wensinck, “al-Khaḍir,”
Encyclopaedia
of Islam, c.4,
s.904.
Ayrıca
bkz. Ocak, Hızır-İlyas
Kültü, ss.79-81. İbn Ḥacer
el-Asḳalānī de Hızır’ın İlyās olduğuna dair bir hadis
rivayet etmektedir; bkz. el-İṣābe
fī Temyīzi’ṣ-Ṣaḥābe,
c.1, s.220.
55
II.
Krallar,
2:11.
56
I.
Krallar,
17:8-16.
57
I.
Krallar,
17:17-24.
58
II.
Krallar,
1:9-12.
59
II.
Krallar,
2:7-8.
60
Ocak,
Hızır-İlyas
Kültü,
ss.79-80.
61
37/eṣ-Ṣaffāt:123-128.
62
I.
Krallar,
18.
Bölüm.
63
6/el-Enām:85,
37/eṣ-Ṣaffāt:123,
130.
64
Bkz.
Ocak,
Hızır-İlyas
Kültü,
ss.79-81.
Hızır
ve
İlyās’ı
ayrı
kişiler
olarak
görme
eğiliminde
olanlar
Hızır’ı
denizlerden
sorumlu,
İlyās’ı
ise
karalardan
sorumlu
olarak
tanımlamışlardır.
Türk
halk
inanışlarında
Hıdrellez
olarak
bilinen
kutlama
da
Hızır
ile
İlyās’ın
buluşma
günü
olarak
bilinmektedir.
Halk
inanışlarında,
Hızır
ile
İlyās’ın
bazen
aynı
kişiler
bazen
de
ayrı
kişiler
olarak
algılandığı
görülmektedir.
Bkz.
Ocak, Hızır-İlyas
Kültü, ss.123-129.
Ek: Arapça Orijinal Metin
Yahudi Geleneğindeki Eliyahu
ve Rabbi Yeşu Kıssası 66
65
Wheeler,
“The
Jewish
Origins
of
Qur’an
18:65-82?
Re-examining
Arent
Jan
Wensinck's
Theory,”
s.169.
66
İbn
Şāhīn,
el-Ferac
Bade’ş-Şidde,
ss.10-13.
Bu
metin,
Arapça
bilen
okurların
metni
orijinalinden
takip
edebilmeleri
amacıyla paylaşılmaktadır.
KAYNAKÇA
Abramson, Shraga.
Rabbi Nisim
Gaon: Hamişa
Sfarim.
Yeruşalayim: Hotsaat
Mekitsey Nirdamim,
1965.
Akyol, Ali.
“Ferec ba’de’ş-Şidde’de Giriş, Dil Bilgisi,
Metin, Dizin,” Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Atatürk
Üniversitesi, Erzurum, 2008.
Apık, Tufan.
“Ferecbad eş-Şidde’nin Budapeşte Nüshasının Dizini ve
Sözlüğü,” Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Niğde
Üniversitesi, Niğde, 2013.
Arslantaş, Nuh.
Yahudilere Göre
Hz. Muhammed
ve İslamiyet.
İstanbul: İz Yayıncılık,
2011.
Avcı, İsmail.
“İskendernamelerde Ölümsüzlüğe Yolculuk: İskender-i
Zülkarneyn ve Hızır,” Prof. Dr.
Mine Mengi
Adına Türkoloji
Sempozyumu
Bildirileri,
(Adana: Çukurova Üniversitesi Yayınları, 2012) içinde,
ss.28-40.
Ben-Amos, Dan
“Jewish Folk Literature,” Oral Tradition
14:1 (1999), ss.140-274. Brinner, William. An Elegant
Composition
Concerning
Relief after
Adversity.
New
Haven: Yale
University Press, 1977.
el-Buḫārī,
Muḥammed b. İsmāīl. Ṣaḥīḥu’l-Buḫārī.
Ṣāliḥ b. Abdulazīz Ālu’ş-Şeyḫ
(ed.),
el-Kutubu’s-Sitte
(Riyad: Dāru’s-Selām, 2008) içinde. Çelebi, İlyās.
“Hızır,” Diyanet İslam
Ansiklopedisi
(DİA), c.17, ss.406-409.
Deveci,
Menşure. “el-Ferec Ba’de’ş-Şidde’de
Metin-Gramer-Sözlük,” Yayınlanmamış yüksek lisans tezi,
Selçuk Üniversitesi, Konya, 2007.
Duran, Şim‘on
ben Tsemah. Magen Avot.
Yeruşalayim: Mahon ha-Ktav, 2003. Dyroff, Karl. “Wer ist
Chadir?,” Zeitschrift
für Assyriologie
7:1 (1892), ss.319-327.
Friedlaender,
Israel. “Alexander Zug nach dem Lebensquell und die
Chadhirlegende,”
Archiv
für Religionswissenschaft
13 (1910), ss.161-246.
----------. “Zur
Geschichte der Chadhirlegende,” Archiv
für Religionswissenschaft
13 (1910), ss.92-110.
----------. Die
Chadhirlegende
und der Alexanderroman.
Leipzig, 1913.
----------.
“Khiḍr,” Encyclopedia
of Religion
and Ethics,
c.7, ss.693-695.
67
“Akıllı
bir adamla
şehir
iskân
olur.”
Ben
Sira,
16:5.
Geiger, Abraham. Was
hat Mohammed
aus dem Judenthume
aufgenommen?
Bonn,
1833.
Ginzberg, Louis. The
Legends of
the Jews.
Philadelphia: The Jewish Publication
Society, 1913.
Gruman, Gerald. A
History of
Ideas About
the Prolongation
of Life. New York:
Springer Publishing Company, 2003.
Guillaume, Alfred.
“The Influence of Judaism on Islam,” Edwyn Bevan (ed.), Legacy
of Israel
(Oxford, 1928) içinde, ss.129-172.
Hazai, György &
Andreas Tietze. Ferec ba‘d
eş-Şidde: “Freud nach Leid”:
Ein
frühosmanisches
Geschichtenbuch. Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 2006. Heller,
Bernhard. “Chadhir und der Prophet Elijahu als wundertätige
Baumeister,”
Monatsschrift
für Geschichte
und Wissenschaft
des Judentums
81 (1937), ss.76-80.
Hıdır, Özcan.
“İslam’ın Yahudi Kökeni Teorisi ile İlgili İddialar ve
Çalışmalar,”
İLAM
Araştırma
Dergisi 3:1 (1998),
ss.155-169.
----------. Yahudi
Kültürü ve
Hadisler. İstanbul:
İnsan Yayınları, 2010.
Hirschfeld, Hartwig.
Beiträge zur
Erklärung
des Koran.
Leipzig, 1886.
İbn Ḥacer
el-Asḳalānī, Ebū’l-Faḍl Şihābuddīn Aḥmed b. Alī.
El-İṣābe fī
Temyīzi’ṣ-
Ṣaḥābe.
Tah. Abdullāh b. Abdulmuḥsin et-Turkī. Kahire: Merkez Hecr li’l-
Abdulmuḥsin
et-Turkī. El-Muhendisīn, Cīze: Merkez Ḥicr li’l-Buḥūve’d-
İbn Meymūn, Mūsā.
Mişne Tora.
Ed. Yohay Makbili. Hayfa: Hotsaat Yeşivat Or
Vişua‘, 2009.
----------.
“İggeret Teyman,” Yitshak Şilat (ed.), İggerot
ha-Rambam
(Maale
Adumim: Hotsaat
Şilat, 1995) içinde, c.1, ss.82-102.
----------. İggeret
Teyman. Ed. Abraham S. Halkin. New York:
American Academy for Jewish Research, 1952.
----------. Teşuvot
ha-Rambam.
Ed. Joshua Blau. Yeruşalayim: Mekitsey Nirdamim,
1989.
İbn Şāhīn, Nisim
ben Yakov. Studies in
Islam and
Judaism: The
Arabic Original
of Ibn Shâhîn’s
Book of Comfort
Known as the
Ḥibbûr Yaphê
of R. Nissîm
B. Ya‘aqobh =
el-Aṣlu’l-Arabī
min Kitāb fī’l-Ferac
li-İbn Şāhīn.
Ed. Julian Obermann. New Haven: Yale University Press,1933.
----------. An
Elegant Composition
Concerning
Relief after Adversity.
İngilizce terc.
William M. Brinner.
New Haven: Yale University Press, 1977.
----------. Hibur
Yafe me-ha-Yeşua.
İbranice terc. Hayim Zeev Hirschberg.
Yeruşalayim:
Hotsaat Mosad ha-Rav Kook, 1954. [İbn Şāhīn’in el-Ferac
bade’ş-Şidde
adlı eserinin İbranice tercümesi].
İbn Şuayb,
Yehoşua. Draşot al
ha-Tora. Krakow,
1573.
Jellineck, Adolph.
Bet ha-Midraş.
Viyana, 1873.
Jervis, James Paul.
“Al-Khaḍir: Origins and Interpretations: A Phenomenological
Study,” Yüksek Lisans Tezi, Institute of Islamic Studies, McGill
University, Montreal, 1993.
Katsh, Abraham.
Judaism and
the Koran:
Biblical and
Talmudic Backgrounds
of the
Koran.
New York, 1962.
Kavruk, Hasan,
Süleyman Çaldak & Kazım Yoldaş. El-Ferec
Ba’de’ş-Şidde:
Karşılaştırmalı
Metin I. Malatya. Kubbealtı Yayıncılık,
2000.
-----------.
El-Ferec Ba’de’ş-Şidde
II. Malatya: Özserhat Yayıncılık, 2004.
el-Kutubu’s-Sitte.
Neşr. Ṣāliḥ b. Abdulazīz Muḥammed b. İbrāhīm Ālu’ş-Şeyḫ.
Riyad: Dāru’s-Selām
li’n-Neşr ve’t-Tevzī, 2008.
Leveen, J. “Mohammed
and His Jewish Companion,” Jewish
Quarterly Review
16:4 (1926), ss.399-406.
Lidzbarski, Mark,
“Wer ist Chadhir?,” Zeitschrift
für Assyriologie
7:1 (1892), ss.104-
116.
“Midraş Megilat
Rut Zuta,” Midraş Rut
Zuta, ed. Şlomo Baber (Vilna, 1925)
içinde,
ss.39-50.
Muslim b.
al-Ḥajjāj. Ṣaḥīḥu
Muslim. Ṣāliḥ
b. Abdulazīz
Ālu’ş-Şeyḫ
(ed.), el-
Kutubu’s-Sitte
(Riyad: Dāru’s-Selām, 2008) içinde.
Newby, Gordon
Darnell. The Making
of the Last
Prophet: A
Reconstruction
of the Earliest
Biography of
Muhammad. Columbia: University
of South Carolina Press, 1989.
Obermann, Julian.
“Ein Werk agadisch-islamischen Synkretismus,” Zeitschrift
für
Semitistik
5 (1927), ss.43-68.
----------. “Two
Elijah Stories in Judeo-Arabic Transmission,” Hebrew
Union College
Annual
23:1 (1950-1951), ss.387-404.
Ocak, Ahmet Yaşar.
İslam-Türk
İnançlarında
Hızır yahut
Hızır-İlyas
Kültü. İstanbul: Kabalcı
Yayıncılık, 2012.
Öztürk, Mustafa.
“Bilge Kul-Musa Kıssası ve İslâm Kültüründe Hızır
Mitosu,”
Ondokuz
Mayıs Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi 14-15 (2003),
ss.245-
280.
----------.
Kıssaların
Dili. Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2010.
Paris, Nahman.
“İyunim be-Yahaduto şel ha-Kuran,” Norman Paris (ed.), Braha
le- Menahem (Missouri,
1955) içinde, ss.309-337.
er-Rāzī, Muḥammed
b. Umer Faḫruddīn. Mefātīḥu’l-Ġayb.
Beyrut: Dāru’l-Fikr,
1981.
Renard, John.
“Khaḍir/Khiḍr,” Encyclopaedia
of the Qurān,
c. 3, ss.81-84. Rosenthal, Erwin I. J. Judaism
and Islam.
London & New York: T. Yoseloff, 1961. es-Salebī, Aḥmed b.
Muḥammed b. İsmāīl. Arāisu’l-Mecālis
(Kahire: Maṭbaatu’l-
Ḳastiliyye, 1869.
----------.
Arāis al-Majālis
fī Qiṣaṣ
al-Anbiyā or
‘Lives of the
Prophets’: As
Recounted by Abū
Isḥāq Aḥmad ibn
Muḥammad
ibn Ibrāhīm
al-Thalabī,
İng. terc. ve notlandırma W. M. Brinner. Leiden: Brill, 2002.
Schwabe, M. “Asarat
Haverav ha-Yahudîm şel Muhammed (Muhammed’in On
Yahudi Arkadaşı),”
Tarbits 2 (1930), ss.74-89.
Seyidoğlu, Bilge &
Orhan Yavuz. Ferec ba‘de’ş-Şidde
Hikâyeleri. İstanbul: Büyüyen
Ay Yayınları,
2012.
Şoşani, Ronit.
“İyun be-Şiney Sipurim be-Midraş Rut Zuta ve-be-İvudam ve-Hibur
Yafe me-ha-Yeşua,”
Jewish Studies
Internet Journal
2 (2008), ss.81-103.
eṭ-Ṭaberī, Ebū
Cafer Muḥammed b. Cerīr. Tārīḫu’l-Umem
ve’l-Mulūk.
Tah. Ebū
Ṣuheyb el-Kermī.
Riyad: Beytu’l-Efkāri’d-Devliyye, tsz.
et-Tenūḫī, Ebū
Alī el-Muḥassin b. Alī. El-Ferac
Bade’ş-Şidde.
5 c. Tah. Abbūd eş-
Şālcī. Beyrut:
Dār Ṣādir, 1978.
Torrey, Charles.
Jewish Foundation
of Islam.
New York: Jewish Institute of Religion
Press, Bloch
Publishing Co. Agents, 1933.
Wahl, Samuel Günter.
Der Koran. Halle,
1828.
Wensinck, A. J.
“al-Khaḍir,” Encyclopaedia
of Islam,
c.4, ss.902-905.
Wheeler, Brannon M.
“Moses or Alexander? Early Islamic Exegesis of Qur’an 18:60-
65,” Journal
of Near Eastern
Studies 57:3 (1998),
ss.191-215.
----------. “The
Jewish Origins of Qur’an 18:65-82? Re-examining Arent Jan
Wensinck’s Theory,” Journal
of the American
Oriental
Society 118:2 (1998),
ss.153-171.
Ya‘kov, Rabbi
Nisim ben. Sefer Maasiyot.
Ed. Meir Yahiel. Warsaw, 1886.
Yıldız, Çetin.
“el-Ferec Ba’de’ş-Şidde’de Motif İncelemesi,”
Yayımlanmamış yüksek
lisans tezi,
Adıyaman Üniversitesi, Adıyaman, 2011.
Yüce, Nuri.
“Hıdrellez Bayramıyla İlgili Bazı Notlar,” Türk
Dili ve Edebiyatı
Dergisi
44:44 (2011),
ss.249-256.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder