2 Temmuz 2015 Perşembe

ÖLÜYE VERİLEN DEĞER






Eski Türkler, ölen kişinin ruhunun, şaman tarafından özel bir merasimle yeraltı dünyasına götürülünceye kadar evde dolaştığına inanırlar; çünkü onlara göre ölü çevresinde olup bitenden haberdardır. Bu yüzden akrabalarına zarar verebileceği düşünülen ölü, merasimlerde etkisiz hale getirilmelidir.

Türklerin ölülerini nasıl gömdüklerine gelince en sağlıklı ve eski bilgileri Çin kaynaklarından edinebilmekteyiz: "Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme."

Gök Türkler "ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip""kanlı gözyaşı dökerler" "Bu töreni yedi defa tekrar ederler."Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler. "İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçeklerin açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar."

Mezar üzerinde kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşların tasvirini yaparlar. Türklerde bulunan bu balbal geleneğine uygun olarak "ölü" ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş korlar" "İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler, cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır""Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi" Bu atların ve kurban edilen koyunların kafaları ise kazıklara asılırdı.

Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. "IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan'ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz, yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp - bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar; ve mezarın üzerine korlar. Derler ki - bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler."

Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü "bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur."Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı.

MERASİMLER

Altaylı Türkler cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: "Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir. Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir. Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler. Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömer. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay'da ancak bazı yerlerde tatbik edilir, ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler. Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar."

Hunlular ölülerini tabut içine koyarak, bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi. Gelecek hayatta da kendisine hizmet etmesi için yüzlerce kişi kurban edilerek ölüyle beraber gömülürdü.

Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: "O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş. Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş. Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş. Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş. Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış."

Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. "Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang'dan yola çıkıp 519 yılında Odun'a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)'daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü.

Sanırım en yaygını ağaç üstüne koyma imiş. Jean-Paul Roux "Altay Türklerinde Ölüm" adlı kitabında uzun uzun anlatıyor eski Türk ve Moğolların bu geleneklerini. Ağaca asma ifadesi yanlış anlaşılabilir. Ağaçların üstüne bir paravana yapılıp ölünün cesedi oraya konuyordu. Son zamanlarda bunun sadece toprağın kazılamayacak kadar sert olduğu kış aylarında yapılıp sonra gömüldüğü de söyleniyor.

Bir başka yöntem ise vahşi hayvanlara terketme. Bunla ilgili Akira Kurosawa'nın bir filmini seyretmiştim. Japonlar da uyguluyorlar. Yaşlanan kişiyi oğlu dağa götürüp bırakıyor. Vahşi hayvanlara yiyecek oluyor. Bugün bunu anlamak mümkün değil ama, o zaman bu bir asalet sayılıyor. Hatta dağa götüecek bir oğlu yoksa şerefi lekeleniyor.

Bir başka konu ise eski Türklerin yaşlılığa bakışı. Pek hoş bakmıyorlar. Yaşlanıp muhtaç hale düşmek adeta şerefsizlik sayılıyor ve çok yaşlanmadan ölmek gerekiyor.

Son olarak önemli kişilerin ölülerinin gömülmesi. Gömülen yeri kimsenin bilmemesi gerekiyor. Bu yüzden gömme işini yapanlar öldürülüyor. Cengiz ve Kubilay'ın ölümlerinde ise sayısız insan öldürülmüş. Bu insanların gittikleri yerde de aynı şekilde yaşayacakları düşünülüyor ve bunun için ihtiyacı olabilecek atlar, uşaklar, cariyeler de öldürülüp beraberlerinde gönderiliyor.

Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. "Bu gelenek, Anadolu'da da görülmüştür. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar."

Eski Türkler ölülerine "aş vermeyi" en önemli görev sayar ve yoğ töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. İslamiyetin Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören "sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek" şeklini almıştır. "Ölü aşı töreninin en ilkel şekli Tayga ormanlarında kalmış olan şamanist boylarda müşahade edilmiştir. Bunlar arasında öyle koca karılar vardı ki koyunlarına yahut çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp kocasının mezarına koyarlar ve -ye, iç! bize dokunma! hain seni! hâlâ doymadın! diye bağırırlar. Demek oluyor ki iptidai devirlerde aş-yemek doğrudan doğruya ölüye sunulmuş kurbanlardır ki bununla onların zararlarından kurtulmak istenirdi.

Eski Türklerin yas tutup tutmadıklarına gelince "Eski Türklerin en başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserlerdi." Bunlara "sağıtçılar (Ağlayıcılar)" denirdi.

"Orhon yazıtlarında Kül Tegin ve Bilge Hakan'a yapılan matem törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Gök Türkler yas tutarken saçlarını, kulaklarını... keserler, feryat ederek ağlarlardı. Kül Tegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: Çok yaşlandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım. Bilge Hakan'ın oğlu, babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: ...bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler. Eski Oğuzların yas adetleri Dede Korkut hikâyelerinde çok tafsilatlı tasvir edilmiştir. Beyrek'in babası kaba sarığını kaldırıp yere vurdu. Çekti, yakasını yırttı. Oğul, oğul diyerek ağladı, inledi. Ak perçemli anası ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnaklarıyla ak yüzünü parçaladı, al yanağını çekti, yırttı; sim siyah saçını yoldu. Kızı, gelini kas kas gülmez oldu. Kızıl kına ak ellerine yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler... Beyrek'in nişanlısı kara giydi, ak çıkardı. Bunu işitip Kayan Selçük oğlu Deli Dundar ak çıkardı, kara giydi, yar ve yoldaşları akı çıkarıp kara giydiler. Kalabalık Oğuz Beyleri Beyrek için büyük yas tuttular. Yaslı çadırın üzerine bayrak asmak Oğuzlarda adetti. Dede Korkut hikâyelerinden Beyböyrek hikâyesinde -karalu, göklü otağ zikredilmektedir. Her halde yaslı çadır üzerine kara ve gök bayrak asarlardı. Altay dağlarında yaşayan Kazakların yas alametleri geçmişte beyaz başörtüsü olduğu tespit edilmiştir. Umumiyetle Kırgız-Kazaklarda yas tutma töreni ve adetleri eski Gök Türk ve Oğuzlar'da olduğu gibidir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Kadınların yüzlerini tırnaklarıyla yırttıkları, saçlarını yola yola ağladıklarını, yakalarını param parça ettiklerini biz kendimiz müşahade ettik. Kazaklarda yas adetine yalnız ölü çıkan aile değil bütün soydaşlar (en az yüz aileden ibaret oymak efradı) riayet ederler. Yas bir yıl devam eder. Yas alameti olarak saç kesme adeti şamanist Sagaylarda tespit edilmiştir. Sagaylar defin törenini tamamlayıp ölenin evine döndükten sonra karısının saç örgüsünü yarısından keserler. Manas destanında bir hakan kadınlarını boşadıktan sonra saçlarını kestirerek dışarı atıyor, bu kadınlar muhafızlar tarafından yağma ediliyorlar. Herhalde saç kesme dul olma alameti sayılmış olsa gerektir."

Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giyinmedir. "Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk şamanist Türk göçebelerinin kadınları yas tutarken elbiselerini yedi gün ters giyerler. Kırım sultanlarından meşhur Adil Sultan destanında anası Dana Bigim ağıt söylerken elbisesini ters giyip ağladığı söylenmektedir."

Hitit devrinde Anadolu halkı genelde ölülerini gömmekteydi. I. Hattuşili vasiyetinde şöyle yazmaktadır:

"Cesedimi yıka, gerektiği gibi. Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak beni toprağa göm…"
Ancak imparatorluk döneminde Hitit kral ve kraliçelerinin öldüklerinde yakıldıklarına dair metinler de bulunmaktadır. Arkeolojik veriler Orta ve Güneydoğu Anadolu’da erken Tunç çağından başlayarak ölü gömme ve ölü yakmanın birlikte varolduğunu göstermektedir.

Eldeki metinler Hititlerin ölüleri yakma törenleriyle Homeros’un aktardığı Troyalı Hektor'un cenaze töreni arasında büyük benzerlikler ortaya koymaktadır. O. R. Gurney’in saptadığı bu benzerlikler şöyle özetlenebilir:
1) Cenaze yakılır,
2) ateş içeceklerin dökülmesiyle söndürülür,
3) kemikler yağa bandırılır ya da yağla kaplanır,
4) kemikler keten bezi ya da iyi bir giysiyle kaplanır,
5) küller taş bir odaya yerleştirilir,
6) şölen yapılır.

Törenlerin bu denli benzeşmesi Troyalılarla Hititler arasında varolmuş olan güçlü bir kültürel bağa işaret etmektedir.

 Frig beyleri ölülerini ya kayalara oyulmuş mezarlara ya da tümülüslere gömerlerdi. Kaya mezarlarının çoğu soyulmuş oldukları için mimari dışında fazla bilgi vermezler. Buna karşın tümülüsler, yani yığma mezar tipleri Frig ölü gömme geleneğini öğrenmemizde önemli rol oynarlar. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion’dadır. Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yeralır ve sayısı 100’e yaklaşır.

Bu türde ölü gömme tekniği gelişmiş olarak birden ortaya çıkar. Bu durum tümülüs mezarlarının Frigya’ya dışarıdan gelmiş olduğuna işaret eder. Gerçekten de Arnavutluk ve Makedonya’da soylu kişileri gömmek amacıyla tümülüs mezarların MÖ 1800-1500’den itibaren kullanıldığı bilinmektedir.

Frigya tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan’dan gelen etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülmüştür.

Toprak yığınının ahşap mezar odasına yapacağı baskıyı en aza indirmek için mezar şu şekilde yapılırdı: Ahşap mezar odasının üstü moloz taşlarla kaplanmış, bunun üzerine kalitesi ve direnci fazla olan, sulandırılarak bulamaç haline getirilmiş kil serilmiş , sonra da kuru kilden tepe yığılmıştı. Toprak kümesi, altındaki nemli kilin iyice kurumasından sonra yığılmış olmalıdır; çünkü ıslak kil kuruyunca mukavemeti artıyordu.

Tümülüslerin yüksekliği gömülen kişinin önemine göre 2-3 ile 60-70 metre arasında değişmektedir.

Frig tümülüslerini, Lidya ve Yunan mezarlarından ayıran; mezar odaları yapımında taş yerine tahta kullanılması, yığma tepe toprağının çevreye yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvarı ve mezar odasınına geçit veren dromos kullanılmamasıdır.

Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük boy tümülüslerde ortada, alçak tümülüslerde ise mezar soyguncularına karşı alınan önlemle merkezden uzak yerlerde olurdu.

Soylular için kentlerin dışında görkemli yığma mezarlar yapılırken, geniş halk kiltleleri için gösterişsiz mezarlar kullanılmıştır. Pazarlı halkı, ölülerini kalenin içindeki basit mezarlara, sırt üstü yatırarak gömmüşlerdi. Boğazköy halkı ölülerini yakıp, küllerini küpler içine koyarak gömmüşlerdi. Ayrıca Boğazköy’de çocuk mezarı olarak kullanılan bir vazo bulunmuştur.

Bu Boğazköy ve Pazarlı’daki ölü külleriyle iskeletlerin tümü geç Frig dönemine aittir ve sürekli kent içine gömülmüşlerdir. Ancak Ankara’da yakılmış ölülerin küpler içinde gömüldüğü kent dışı mezarlar da bulunmuştur. Bu Ankara’da bugünkü Hacıbayram Camisi çevresindeki Frig kentinde yaşayan farklı halk sınıflarının varlığını gösterir.

Etrüskler’in öteki dünya hakkında da inançlar geliştirmişlerdir. Sanat eserlerinin büyük bir bölümü öteki dünya kültünün bir parçası olarak oluşturulmuştur. Elimizde yazılı metinler olmasa da ölülerle beraber konulan eşyalardan , yapılan resimlerden , kabartmalardan öteki dünya inançları hakkında bir fikir sahibi olabiliyoruz. Etrüsk inançlarına göre ölen kişinin ruhu kanatlı cinler tarafından öteli dünyaya götürülürdü. Bu tema bir çok mezar odasındaki resimlerde işlenmiştir. Burada oyunlar oynanıp ziyafetler veriliyordu. Burada Etrüskler’e özgü bir çok cin vardı. ( Bazen kader kitabını açan Culsu ve Vanth gibi.) MÖ. dördüncü yüzyıldan itibaren ise bu resimlerde öteki dünyanın efendileri de gösterilmeye başlanmıştır. Bunlar Greklerden alınan Eita ( Hades ) ve Phersipnai ( Persefone ) dir. Bu yüzyıldan itibaren öteki dünyanın tasvirleri de değişmeye başlamıştır. Burası artık eziyet çekilen korkunç bir yer olmaya başlar. Charus ve Tuchulcha adında iki korkunç cin de tasvirlerde yer alır. Etrüsk Krallığı çökmeye yaklaştıkça tasvirler daha da korkunçlaşır.

Urartular da, diğer kültürler gibi ölümden sonra hayata inanmışlardı. Urartular’dan ölü gömme ile ilgili belge bize ulaşmamıştır. Ancak arkeolojik bulgulardan hem yakarak hem de yakmadan ölü gömdüklerini, anıtsal mezar yaptıklarını ve ölü hediyesi bıraktıklarını biliyoruz.

Açık hava tapınaklarının da ölü kültü ile olan ilişkisi Altıntepe açık hava tapınağı için şöyle anlatılmaktadır:

"Bu açık hava mabedinin ölü kültü ile ilişkili olduğundan ve muayyen zamanlarda burada toplanıldığından, dini merasimler yapıldığından şüphe edilmemelidir. Açık hava mabedinin mâna ve plan bakımından paraleli Urartuda, hatta bütün Anadolu’da mevcut değildir. Bu bakımdan buna Uratuların ortaya koyduğu bir yenilik gözü ile bakılmalıdır."

Yahudilerde ölü gömme rituelleri:

Giysilerin Yırtılması (Keriya)

Giyilen kıyafetlerin yırtılması çok eskilere dayanır. Ölüm haberi üzerine, ölenin yakınının giysisini yırtması, ilk İbranilere kadar uzanan bir gelenektir. “Yaakov, oğlu Yosef’in öldüğünü öğrendiğinde üstündekileri yırtmıştı.”

Bu yüzden birinci dereceden yakınını kaybeden kişi, yani yas tutacak kişi kıyafetini kol tarafından yırtar. Bu eylem kişiler ayaktayken gerçekleştirilir. Keriya’nın sebebi, kişinin içindeki Tanrı’ya olan isyanı yatıştırmak içindir.
Ölen kişi 1. dereceden akrabaysa, yas tutan kişi yedi günlük yas süresince giydiği tüm elbiseleri yırtmalıdır. Ve bir daha dikmemelidir.

Günümüzde Türkiye’de hiçbir dinsel gerekliliği olmamasına rağmen Yahudiler yas sırasında, siyah giyinmektedirler.

1. dereceden yakınını kaybeden ve yas tutan kişiye, ölümden, cenazeye kadar olan zamanda “Onan” denir. Bu kişi bu süre boyunca hiçbir şey yapmamalıdır. Bu süre içinde dinsel tören olmamalıdır.

Onan, bu süre içinde yıkanmamalı, et yememeli, şarap içmemeli, cinsel ilişkiye girmemeli, neşeli partilerde bulunmamalı, arkadaşlarıyla görüşmemelidir. Kişi evden sadece cesedin gömüleceği zaman çıkabilir. Aksi takdirde evden çıkmamalıdır.

Eğer ölüm Cumartesi günü olmuşsa, onan bu yaptırımların birçoğunu yapmak zorunda kalmaz. Ancak yine de cinsel ilişkiye girmesi yasaktır.

Kefen hazırlıklarına, kişi ölmeden başlamak kesinlikle yasaktır. Yapılan kefenlerin çok pahalı olmaması şarttır. Kefenler dikilirken veya ölü giydirilirken kefenin kesinlikle bir tarafı kıvrılmamalıdır.
Ceset, kesinlikle kefen hazır olmadan yıkanmamalıdır.

Ölüleri yakmak yasaktır. Gömme toprakta olmalıdır. Tora’ya göre “ Topraktan geldiniz toprağa döneceksiniz”(Bereşit 3:19). “Kesinlikle ölüyü gömmelisin“ (Devarim 21:23)

Gömme mümkün olduğunca ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından olmalıdır. Ertesi güne ancak uzakta bulunan akrabaların ulaşabilmesi yada Şabat ve bayramlar nedeniyle ertelenir.

Şabat günü gömmek yasaktır. Bayramların ilk günü de Yahudilerin gömülmesi yasaktır. Bayramların ikinci günü ölüyü gömebilirler. Tercihen bayramın diğer günleri cenaze töreni yapılmamalıdır. Bayramın kutsallığını bozmak ve ölüye kutsal günlerde saygısızlık yapmamak için mümkünse bu zamanlarda cenaze yapılmaz.

Yas Yemeği (Guevo)

Yasın ilk günündeki yemek, yas tutan kişinin olmamalıdır. Yemek, komşularının veya arkadaşlarının olmalıdır. Yemekte yumurta verilmesi simgesel bir olaydır. Yumurtanın yuvarlaklığı bu mesajı vermektedir; “Bütün insanlar bir gün ölecektir”.

Arkadaş veya komşular 7 gece boyunca yemek vermelidir. 7 gün boyunca yastaki kişiler hiçbir iş yapmamalıdır.

Kadiş

Kadiş, en önemli, en yüce duadır. Aramicedir. Bu dua söylenirken Kudüs’e dönülür. Yas sırasında söylenen “Kadiş” duası iki nedenden ötürü okunur. Birinci nedeni, kişi yakını öldüğünde isyan içindedir. Tanrı’ya isyan eder. Bu duayı okurken de Tanrı’nın adaletine sığınır. Her ne kadar isyan etse de onun doğru yaptığına olan inancını ifade eder. İkinci nedeni, ölen kişinin ruhunun, Tanrı’ya hesap verdiği süre boyunca, yakınları okudukları “Kadiş” duası ile Tanrı’ya karşı ruhu yüceltirler.


Yas Zamanı

Yas zamanını Yahudiler üçe ayırmışlardır. İlk yedi gün (Şiva), ölümden sonraki 30 gün (Şeloşim) ve ölümden sonraki 12 ay.

Yas, ölünün gömüldüğü andan itibaren başlar.

Şiva süresi yedi günün ilk sabah duasıyla başlar. Gömme günü Şivanın ilk günü olarak sayılır.

Şabat da Şiva sürecinin içindedir. Şabat şivanın arasına gelince halk uygulamalarına göre Şabat için Şivaya ara verilir ve Şabattan sonra devam edilir. Yine de Şabat yedi günün içinde sayılır.

Kutsal bayramlardan biri şiva zamanına denk gelirse, şiva tamamlanır ve bayram bittikten sonra da şivaya devam edilmez.

Cenaze Pesah veya Sukot haftasına denk gelirse şiva yapılır. Fakat bayram tamamen sona erince başlar. Diasporada bayramın son günü şivanın ilk günü sayılır.

Purim ve Hanuka yası bitiren bayramlardan sayılmaz. Yine de yasta olanlar Purimde Megila okumak için sinagoga gidebilirler.

Uzakta veya başka şehirde bulunmaktan dolayı ölüm haberi geç öğrenilirse ,haber ulaştığından itibaren şiva ve yasın gerektirdiği tüm kurallar yapılır. Ölümün olduğu yerde aile fertleri şivanın ortalarında iseler, haberi sonradan alan uzakta olan fert katılabiliyorsa diğerlerine katılıp aynı zamanda şivayı bitirir. Eğer diğer yastakilere katılamıyorsa veya şiva tamamlanmışsa o zaman ölüm haberinin alındığı ilk gün şivanın ilk günü sayılır.

Ölüm haberi otuz gün geçtikten sonra ulaşırsa şiva yapılmaz. Ayakkabılar çıkarılıp bir saatliğine alçak bir yerde oturulur, bu bir simgesel tutumdur. Ölü, kişinin ebeveyni ise giysisi ona sunulur.


Şiva Kuralları :

* Yasın ilk üç günü yas tutan kişi kimseyle selamlaşmamalı ve aynı zamanda verilen selamı da almamalı. Üçüncü günden yedinci güne kadar kendi selam vermemeli, ancak verilen bir selamı cevaplandırmalı.

* Bu yedi günlük süre içinde kişi cinsel ilişkiye girmemeli, deri ayakkabı giymemeli, evinden çok gerekli olmadığı takdirde çıkmamalı ve yerde oturmalıdır.

* Kişi yıkanmamalıdır. Erkekler traş olmamalı. Sadece elini, yüzünü ve ayaklarını soğuk suda yıkamalıdır. Yeni yıkanmış, güzel kokulu kıyafetleri “Şabat” dahi olsa giymemelidir. Kadınlar da kozmetik ürünleri kullanmazlar.

* Kişi kesinlikle ev işi yapmamalıdır. Sadece çok gerekli olduğundan, bazı önemsiz ev işlerini yapabilir.

* Yedi günlük yas süresince bir mum veya bir lamba dünyamızı terkeden ruhun anısına yanmalıdır.

* Yasta olanlar normal yükseklikteki sandalyelerde oturmazlar. Alçak sandalye veya tabure ,minder kullanılır. Sandalye koltuklarındaki minderler alçak yerlere koyarak oturulabilinir.
* Yas tutanlar deri ayakkabı giymezler.Terlik,spor, bez ayakkabı veya çorap giyebilirler.

* Yasta olanlar işe gitmemelidir. Özel durumlar için de cemaat ravına danışılmalıdır.

* Yas kuralları içeren kitap ve bölümler, Yeremia’nın üzüntü ve ıstıraptan söz eden

bölümlerinden başka, Tora çalışılmaz.

Günümüzde Türkiye’de kişiler ilk günden selam alıp vermektedirler. Bazı kimseler hala bu yas süresince yerde oturmayı tercih etseler de, birçok kişi artık odanın bir köşesindeki koltukta oturmayı yeğlemekteler. Oturulan o koltuğa yas tutanlardan başkalarının oturmaması gerekmektedir. Genelde var olan bir uygulama da şöyledir. Ölen kişi arkasında birinci dereceden kaç kişi bıraktıysa, evde o kadar sayıda mum yanar.


Şeloşim (ilk 30 gün)

Aşağıdaki uygulamalar, ölen kişi birinci dereceden ise 12 ay boyunca, daha uzaktan akrabaysa 30 gün boyunca uygulanır.

* Kişi bu süre boyunca yeni kıyafet giymemelidir. Yeni alınan bir kıyafeti ancak kıyafet 2-3 kere başkası tarafından giyildikten sonra giyilebilir.

* Yas tutan kişi bu süre boyunca hiçbir eğlence yerine gitmemelidir. Hiçbir kutlama yapmamalıdır ve hiçbir hediye alıp vermemelidir.

Bayramlardan biri şeloşim zamanına denk gelirse yas tamamlanmış sayılır.Bayram bittikten sonra devam etmez.

12 Ay

* 12 aylık yas süresi boyunca sabah akşam Kadiş söylenmelidir. Her sene ise ölenin anısına, kişinin gömüldüğü günden bir sene sonra Limud yapılmalıdır. Bugün boyunca da bir ışık o ruhun anısına yanmalıdır.

Yahudi dinine göre bir ölünün arkasından gereğinden fazla üzülmek yasaktır. “Rab verdi ve Rab aldı.” diye inanılır.

Kişi gömüldükten üç ay sonra, mezartaşı konulur ve ilk ziyaret yapılır. Bu ziyaretler (ziyara) her yıl düzenli olarak Roş Aşana-Kipur arası ve Oşana Raba gününde yapılır.

Cahiliye döneminde Araplar cenazelerini yıkayıp kefenlerler ve ölü için dua
ederlerdi. Ölünün velisi cenaze tabuta konduktan sonra ayağa kalkar “ Allah’ın rahmeti
senin üzerine olsun” der, yakın akrabasından en büyüğü onun iyiliklerini sayar ve onu
gömerdi. Bundan sonra ölenin mezarının yanına bir deve getirilir, devenin başını
sırtından arkasına veya göğsünden karnına doğru bağlarlar, boynuna bir halka takarlar
ve ölünceye kadar mezarın yanında bırakırlardı Araplar buna Beliyye derlerdi(Çağatay,
1982: 138 ; Günaltay, 1997: 13).

İbni İshak’ın belirttiğine göre; risaletin onuncu yılında Peygamber’in amcası Ebu Talip öldüğü zaman oğlu Ali’ye onu yıkayıp kefenlemesini ve defnetmesini emretmiştir. (İbn İshak, 1981: 223).
Bedir harbinden sonra ölen Ebu Leheb’de üzerine su serpilerek yıkanmış ve gömülmüştür.
(İbn Sa’d, 1989: IV, 74).
Cahiliye adetlerinde ölünün nasıl yıkandığıyla ilgili ayrıntılar bilinmemekle birlikte ölünün soğuk suyla yıkandığı Evfah el-Evdi’in şu şiirinde görülüyor; “Beni yıkayacakları soğuk bir su getirdiler” (İbn Habib, [t.y.] : 320)

Yine cahiliye döneminde bir kimse öldüğü zaman bunun özel bir ilan şekli vardı.
Bir kimse öldüğü zaman içlerinden biri halkın içinde “ filan kişi öldü, cenazesinde hazır
bulunulsun” diye bağırırdı. Buna “Na’y” denilirdi. (Ateş, 1996: 86)

Cahiliye devrinde kocası ölen kadın, bir yıl mağaramsı bir kulübeye kapatılır,
kimseyle temas etmez, yıkanmaz, saçlarını taramaz, tırnaklarını kesmezdi. Hatta bu
devrin Arapları arasında, ölümünden sonra kendisi için bağıra çağıra, iyiliklerinin
sayılarak ağlanmasını vasiyet edenler bile vardı. Böyle yas tutmayı Peygamber yasaklamış, sadece ölenin hatırasına hürmeten yakın akraba için üç gün, koca için de dört ay on gün bir nevi yas tutmayı meşru kılmıstır. Bu konuyla ilgili olarak bir hadiste şöyle yazar:

"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının kocasından başka bir ölü için üç gün den fazla yas tutması helâl değildir. Ancak kadın, kocasının ölümü halinde dört ay on gün matemini sürdürür" (Zebidi, 1973: IV, 363).
Cahiliye döneminde ölü tabutla mezara götürülürdü. Cenazeye katılanlar normal
elbiselerini değiştirip matem elbisesi giyerlerdi. Cenaze giderken alaya katılanların bir
takım asırılıkları da olurdu. Bazen ridalarını atıp boyundan diz altına kadar uzanan
gömlekle yürürlerdi. Peygamber bu âdeti de yasaklamıstır. (İbni Mace, 1982: I,
476)
Cenaze geçerken alayda olmayanlar ayağa kalkarlar tabutu görünce “İki kere
(hayatta ve ölü iken) kendi ailen içinde olduğun gibi oldun” derlerdi. Böylece onlar
“hayatta nasılsan simdi de öylesin. O zaman iyiysen simdi (ikinci sefer) de iyisin.
Kötüysen kötüsün” demek isterlerdi. Yani burada ölümden sonra iyi olmanın, hayatta iyi
olmaya bağlı olduğu anlatılır. Burada ahiret inancının izleride görülmektedir.

İslamiyet'e- Ehli-sünnete göre ölünün ardından ağlamak, yas tutmak doğru değildir; çünkü ardından ağlanan ölü kabirde rahat edemez, kabir azabı görür.

Kişi ölünce çenesi bağlanır, gözleri kapatılır, elbiseleri çıkartılır ve ince bir örtüyle üzeri örtülür. Ölünün şişmemesi için ölünün üzerine bir demir parçası-bıçak konur.

Ölünün Yıkanması

İslam inancına göre ölünün yıkanması gerekir. Bunun için ölü, teneşir üzerine veya yüksekçe bir yere sırtüstü yatırılır. Sonra ölüye abdest aldırılır. Abdeste önce yüzden başlanır, ağza ve buruna su verilmez; parmağa sarılı bir bezle dudaklarının içi, dişleri ve burun delikleri ıslatılır. Kolları yıkanır, başı meshedilir, ayakları yıkanır. Abdest bittikten sonra üzerine ısıtılmış su dökülür, saçı ve sakalı başı ve bedeni iyice temizlenir. Sonra sol tarafına çevrilerek sağ tarafı, sağ tarafa çevrilerek sol tarafı yıkanır. Yıkayıcı, ölünün karnına yavaşça dokunarak ölünün vücudundan bir şey çıkarsa onu da yıkar. Ölüyü yıkarken her organı üç defa yıkamak sünnettir. Ölünün tırnak ve saçları kesilmez. Saçları ve sakalı kesilmez. Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkar. Kadın, ölen kocasının cesedini yıkayabilir; ancak erkek ölen karısını yıkayamaz.

Kefenleme

İslam'da kefen üç çeşittir:

a) Sünnet Kefeni: Erkekler için gömlek, izar ve lifafe olmak üzere üç kattır. Boyun kökünden ayaklara kadar uzanan gömleğin yeni ve yakası yoktur. İzar ve lifafe baştan ayağa kadar uzanır. Lifafe, İzar ve gömleğin üzerine giydirilir. İzardan biraz daha uzun tutulur. Kadın kefeninde ise bunlara ek olarak baş ve göğüs örtüsü kullanılır.

b) Kifayet Kefeni: Ölen kişinin maddi durumunun bozukluğuna paralel olarak kifayet kefeni ile yetinebilir. Bu kefen izar ve lifafeden ibaret olup ölen kadınsa bunlara ek olarak baş örtüsü dahil edilir.

c) Zaruret Kefeni: Zorunluluk halinde ölü, ne bulunursa onunla kefenlenir.

"Kefen hazırlandıktan sonra tütsülenir" "Sünnet kefen şöyle yapılır: Önce lifafe yayılır. Onun üzerine izar konulur. Daha sonra ölüye kefen gömleği giydirilip izarın üstüne konur. İzar önce ölünün soluna, sonra sağına sarılır." Lifafe de sağa, sonra sola sarılır. Ayaklarının altından ve başının üstünden bağlanır."

"Kadın cenazenin kefenlenmesinde, kadının saçları ikiye ayrılarak göğsünün üstüne konur. Kadın kefenlendikten sonra başı ve yüzü başörtüsü ile örtülür. İzarın üstünden göğüs örtüsü bağlanır. Göğüs örtüsü, göğüsten göbeğe veya dizkapaklara kadar olan bir örtüdür." Daha sonra ise lifafe sarılır.

Cenaze Namazı

Ölen bir kişinin cenaze namazının kılınabilmesi için, her şeyden önce Müslüman olması ve ölünün yıkanmış olması gerekir. Bunun yanında ölünün vücudunun bütünlüğünü korumuş olması, yani başı ile beraber vücudunun yarıdan çoğunun olması şarttır. Cenaze namazını topluluk içinde birkaç kişinin kılması da yeterlidir. Tüm topluluğun kılması şart değildir. Cenaze namazını, usulünü bilen herkes kıldırabilir."

Ölünün Gömülmesi

"Cenaze namazından sonra ölü mezara konur. Mezarın en az göğüs hizasına kadar kazılması şarttır. Ölü gömülürken kefenin bağları çözülür ve sağ yanına yatırılarak kıbleye yöneltilir." "Ölü kadın ise, ölünün en yakınının onu mezara koyması gerekir. Kadının mezara inmesi yasaktır. Mezarların üzerine yapı yapmak, süslemek, islamda haramdır. Ancak taş dikmek, isim yazmak, ağaç dikmek yasak değildir."

Telkin

Ölü mezara konulduktan sonra ve üzeri toprakla örtüldükten sonra topluluk mezarın başına oturarak, imam veya başka birisinin okuduğu Kur'an-ı dinler ve ölünün ruhuna fatiha okur. İslamiyet'e göre bütün insanlar ister Müslüman olsun, ister olmasın ölüp de mezara konunca Münkir ve Nekir adlı iki melek tarafından sorgulanır. Sorgu dinsel olup ölünün Müslüman olup olmadığını saptamak için yapılır. Cenazenin defin edilmesi sırasında imamın mezar başında verdiği telkin sorgu sırasında ölünün korkudan dilinin kekelememesi içindir.

ÖLÜM SONRASI


Taziye

Ölünün yakınları, komşuları, akrabaları tarafından ziyaret edilerek "Allah size sabır ve ecir versin, hüküm Allah'ındır, Allah cennete kavuştursun" denilerek teselli edilirler.Taziye üç gündür; ancak uzakta olanlar daha sonra da taziyeye gelebilirler. Bu süre içinde komşular yemek yaparak ölü evine getirirler.

Mezar Ziyareti

Kabirde, hem ruha hem de bedene nimet ve azap vardır. Peygamberler, veliler ve şehitler mezarlarında da diridirler. Kabirde ölü kendini ziyarete gelenleri tanır. Bunun için kabirde bulunan ölülere selam vermek sünnettir. Kabir ziyaretleri peygamber tarafından yasaklanmışken daha sonra ibret olması maksadıyla yasağa son verilmiştir.

Alevilerde Ölü Gömme Kültü:

Bir can “Hakk’a yürüdüğünde” üzerinden elbiseleri (yalnızca iç çamaşırları üzerinde bırakılarak) çıkarılır. Yere uzatılır ve elleri göğsünde birleştirilir ya da elleri yanlarına uzatılır. Sonra bir çarşafa sarılıp, “Rahat Döşeğe”/“Hak Döşeği”ne bırakılır, yani yere indirilir. Bu işlemlerden sonra ölenin üzeri boylu boyunca bir örtülür. Başucunda üç adet mum yakılır. Yaşlı ve olgun insanlar ölünün olduğu evde kalırlar ve ev halkına yardım ederler. Ölen kişinin yanında güzel kokulu (esans, kolonya,gülsuyu vb) maddeler bulundurulur. Yıkanıncaya kadar bir başka odada sesi fazla yükseltmeden dua okunduğu görülmektedir. Hatta ölünün bulunduğu oda geniş olur, ölünün de üstü tam örtülü bulunursa, bir köşede sessizce okunduğu gibi, ayrıca ölümle ilgili “düvazlar” ve “gülbang”da okunabilmektedir. Ayrıca ölenin karnının şişmemesi için karnının üstüne metal bir madde (demir parçası, makas, bıçak vb.) konulur.

Ölenin içinde bulunduğu odanın pencereleri açılarak içerisi havalandırılır. Böylece ölüm kokusunun/kötü havanın çıktığına inanılır. Ayrıca ölünün bulunduğu oda (ışık, mum, lamba vb.) aydınlatılır. Bu aydınlatma kimi Alevi topluluklarında 3 gün, kiminde ise 40 gün boyunca sürer.

Tahtacı köylerinde ölüm (Hakk’a göçüş) olduğunda hemen defin hazırlığı başlar. Ölüm akşama yakın bir zamanda olmuş ise defin işlemi hemen yapılmaz. Çünkü Tahtacılar cenazelerini, güneş battıktan sonra toprağa vermezler. O yüzden akşama doğru vefat eden kişinin cenazesi ertesi gün defnedilir. Bu gibi hallerde cenaze kendi evinde sabahı bekler. Tahtacılar bu bekletme işlemine “Ölümün gecelemesi” adını verirler. Böyle hallerde ölü kendi evinde bir odaya konur, başında sabaha dek ağıtlar yakılır ve köyde zâkir bulunuyorsa, zâkir veya zâkirler ölü evinde sabahlarlar ve saz eşliğinde beyitler yani deyişler okurlar. Beyaz bir tülbent içinde ceviz büyüklüğünde biraz tuz konur, tülbentin ucu üçlü fitil yapılır. Bu fitil bir tabak içinde bulunan zeytinyağının içine konur, zeytin yağı ile yağlanan fitil Mutlaka Meşe Kömürü ile tutuşturulur. Bu şekilde hazırlanıp yakılan Kandilin başında insanlar sabaha dek nöbet tutup onun sönmemesine çalışırlar. Fitili bekleyen kişi fitili söndürürse günahkâr sayılır. Fitil tutuşturulurken “Hül Cemaat (Topluluk) Şahı Merdan’ı uyandırıyorum” diye üç kez bağrılır.

ÖLÜMDEN SONRA YAPILACAK İŞLER

1. Ölümün Duyurulması

Ölüm olayının ardından ev sahiplerine yardım amacıyla ve cenazenin çabuk kaldırılması için ve de cenaze namazının (secdesiz namazın) kalabalık bir topluluk tarafından kılınmasını sağlayabilmek amacıyla ölüm haberi, ölenin sevenlerine hemen duyurulur.

Ölümün duyurulması, oturulan yerleşim biriminin büyüklüğü veya küçüklüğüne göre değişmektedir. Kırsal yerleşim alanlarında ölenin yakınlarının ağlaması ile başlayan duyurulma süreci, olayı duyan komşuların ölü evinde toplanması ile başlar. Bundan sonra da ölenin yakınları ve komşuları ailenin acılarına ortak olmaya, onları avutmaya, ilk hazırlıkları yapmaya yardımcı olurlar. Bu arada ölen kişinin ailesi/yakınları ve komşuları gerekli yerlere olayı haber verirler.

Tahtacılarda ölünün gömülmesi (defin) hazırlığına hemen başlanır. Tahtacılarda yapılması gereken ilk iş kefeni hazırlamaktır. Tahtacı ölü için üç kat kefen hazırlar. Ölenin tenini örtecek kefenin ilk adına “yakasız gömlek” denilir. Bu kefenin ortası deliktir ve ölünün başından geçirilerek ölüye giydirilir. Ölüyü omuzlarından diz kapaklarına değin kaplar. Gömlek, ölenin cinsel organlarını da kapattığından, bu gömleğe “sır örtüsü (sır gömleği)” adı da verilir. Kalan iki kefen ölüyü, boydan ve enden olmak üzere, tümden kaplar. Başka bir deyişle kefen bir torba gibidir ölü bu iki katlı torbanın içine sokulur ve bu kefenler ölünün her tarafını dar olmayacak şekilde kaplar.

Kentlerde ve özellikle büyük kentler (İstanbul, Ankara ve İzmir) gibi yerleşim alanlarında ise, ölüm haberi ölen kişinin ailesi ve yakınları tarafından, telefon, telgraf, gazete ilanları vb. gibi kitle iletişim araçları ile duyurulur.

2. Ölüye Ağlamak / Ölenin Arkasından Ağlamak

Yakınlarını, sevdiklerine bir anda kaybedenlerin acı çekmeleri, ağlamamaları olanaklı değildir. Bu tepkilerde gayet doğaldır. Bu duygusallığın (ağlamanın ve üzülmenin) sonucu, duygu yoğunluğu ile ölenin arkasından şiirler/şiirimsi anlatımlar ortaya çıkarmıştır. (Bu tür üzücü olayların ardından, ağlamanın yanı sıra bu duygularını şiirsel bir anlatımla ifade etme insanoğlunun dolayısıyla bu toplulukların en genel özelliklerinden biridir.)

 Alevilerce kutsal kabul edilen “Yedi Ulular”dan (yedi büyük ozandan) biri olan Pir Sultan Abdal bir kaza sonucu ölen oğlu için şu ağıtı söylemiştir:

Dinleyin aşıklar benim sözümü

Felek yaktı kül eyledi özümü

Elimden aldırdım körpe kuzumu

Her gün kıyamet oğlum diye diye

Bir gün kıyamet oğlum diye diye

Yakarım yakarım ateşim tütmez

Seslerim seslerim bülbülüm ötmez

Oğlumun hayalı karşımdan gitmez

Her gün kıyamet oğlum diye diye

Bir gün kıyamet oğlum diye diye

Pir Sultan’ım dünya fanidir fani

İnsana verdiler emanet canı

Dünyadan ahrete uludur yolu

Bundan gayrı yol yok dönesin geri.

CENAZE’NİN YIKANMASI

Cenaze, Hak Döşeğinden alınarak “Teneşir” denilen ve yüksekliği 60-70 cm. kadar olan bir yere sırtüstü yatırılır. Ölü teneşire götürülürken Dede şu duayı yapar:

“Ber cemal-i Muhammed, kemal-i İmam Hasan, Şah Hüseyin, Ali’yi pir bilene verelim candan salevat (salevat getirilir). Dünya geçicidir, ahiret yurdu kalıcıdır. Tanrının hükmü yürüdü. Ulu Tanrı seni kutlu bir menzile yetirsin. Kabrin ışıklı, mekanın cennet olsun. Şah-ı Merdan seni sancağı altında saklasın, beklesin. Gerçeğe hü...”

Teneşirin etrafı güzel kokulu bir şey ile tütsülenir. Ölen “can”ı yıkanırken mürşidi, musahibi ve yakınları başında bulunur, daha fazla kimsenin bulunmasına izin verilmez. Ölünün göbeğinden (hanımlarda göğsünden) dizlerine kadar “edeb” yeri bir örtü ile örtülüp, elbisesi tamamen çıkarılır. Yıkayıcılardan biri su döker, diğer biri yıkar. Cenaze yıkayan, önüne bir önlük takar, ayaklarına çizme giyer.

Bu hazırlıktan sonra yıkayıcı “Besmele” çekip, yani “Bismi Şah” deyip, yıkama için niyet eder ve şu sözleri söyler: “Bu ölüyü yıkamaya Allah rızası için niyet ettim” der. Yıkama işi bitinceye kadar “Ey esirgeyen, bağışlayan Allahım! Yargılamanı dilerim” diye dua edilir. Yıkama işi bitinceye kadar “Allah-Muhammed-Ali” ve “Oniki İmamlar”ın isimleri anılır. Ayrıca şu dua sözleri de söylenir:

“Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz... Emir büyük yerden... Yargı Allah’ındır...” diye, ölünün hatalarının affı için dua edilir.

Ölünün yıkama ve abdest işlemleri aynı İslami usüllere göre yapılır. Kefenlenir, ziyarete sunulur.
Ziyaret sırasında sadece elinin öpülmesine izin verilir. Bedenine dokundurulmaz, gözyaşı döktürülmez.
Cenaze namazı da ehli-sünnetle benzer şekildedir.
Cenaze evine komşuları yemekler getirir. Taziye ziyaretine gelenlere ikramlarda bulunulur. Helva pişirilir, dağıtılır.
3 gün yas sürer. Üçü, yedisi ve kırkı günlerinde dualar ve mevlit okunur.

Alevi toplumunun bu kültü bazı duazlar ve söylemler haricinde tüm toplumda hemen hemen aynı şekilde uygulanmaktadır.
Daha geniş bilgi için:

http://www.alevibektasi.org/olum_rituel.htm

Gafil durma şaşkın bir gün ölürsün

Dünya sana bâki değil ne fayda

Ettiğin işlere pişman olursun

Pişmanlığın ele girmez ne fayda

Bir gün seni iletirler evinden

Hakk’ın kelamını kesme dilinden

Kurtulamazsın Azrail’in elinden

Türlü türlü yolun olsa ne fayda

Teslim Abdal

Sn. Pante,

Diriyle bu kadar uğraşsak toplumsal refaha ermiş olacaktık. Yazık ki tarihin ilk evrelerinden bu yana ölüyle ilgilenmek oldukça önemliymiş.

Psikolojik olarak, yokluğun karşılığını anlayamayan insanoğlunun, kendi kendini aldatmalarından biri daha.

Çalışmanız çok güzel olmuş ellerinize sağlık, teşekkürler.

Hatalarımızı, cehaletimize bağışlayın

Eski Mısır'da Ölü Gömme Kültü:

Eski Mısır'da cenaze töreninin nasıl yapıldığını ise en güzel "Herodot Tarihi"nden öğreniyoruz. Bu konuda "Herodot Tarihi" şunları yazıyor:

"Bir evde hatırı sayılır biri öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler; bütün akrabaları da onlarla beraber giderler; öbür yandan erkekler, onlar da sıvanmış olarak dövünürler. Bu törenden sonradır ki cenaze, tahnit edilmek üzere, ölücüye götürülür. Mumya yapmanın gizlisini bilen, bu işle görevli uzmanlar vardır. Kendisine bir ölü getirildiği zaman, müşteriye boyalı tahtadan gayet güzel taklit edilmiş modeller gösterir. Bunların en iyisi, diye anlatır müşteriye, adının anılmasını büyük bir günah saydığım kişiye benzeyenidir; arkasından ikinci bir model gesterir, birinci kadar iyi değildir ve daha ucuzdur, sonra bir üçüncü ve en ucuzu. Bu açıklamalardan sonra sorar, ölünün yakınlarına, hangisinden istiyorsunuz diye. Müşteri fiyatta anlaştıktan sonra gider, mumyacı, evden dışarı çıkmadan işe koyulur. En iyi mumyalama dediğimiz şudur: Önce demir bir kanca ile burun deliklerinden beyni çeker; ama hepsini alamaz, kalanını ilaçla eritir. Arkasından, keskin bir Ethiopia taşı ile ölünün böğrünü uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltır; içini böyle temizledikten sonra hurma şarabından geçirir ve kokular püskürtür; karnına dövülmüş saf mür ve çeşitli kokular doldurur; ve diker. Sonra tabii sodyum karbonat içine daldırıp yetmiş gün onun içinde bırakmak suretiyle tuzlar. Yetmiş günden sonra çıkarır, yıkar ve baştan aşağı Mısırlıların genellikle yapıştırıcı olarak kullandıkları zamka batırılmış gayet ince tül şeritlerle sarar. Ve ölünün yakınlarına teslim eder, onlar da tam bir insan gövdesine göre yapılmış olan bir tabut hazırlatırlar ve mumyayı içine kapatırlar; kapandıktan sonra ölü odasına götürülür, ayak üstü bir duvara yaslanır."

Campbell, yapılan kazıların sonucunda elde edilen bilgilere göre Eski Mısır mezarlarını şu şekilde tarif eder.

"Esas gövde daima erkek-daima mezarın güney tarafında sağ tarafının üstüne yatar. Genellikle yatak üstündedir, ahşap bir yastığı vardır ve başı doğuya doğrudur, yüzü kuzeye (Mısır'a) bakar, bacakları dizlerinden hafif bükülmüştür. Sağ eli çenesinin altında ve sol eli, uykuda gibi sağ dirseğinin üstünde veya yanındadır. Yanında ve çevresinde her zamanki silahları ve kişisel eşyaları, bazı tuvalet malzemesi ve bronz aletler, devekuşu tüyünden yelpaze, bir çift ham deriden sandal vardır. Bütün gövde deriyle, genellikle öküz derisiyle örtülüdür; yatağın bacakları da boğa bacakları biçimindedir. Gövdeye keten elbise giydirilmiştir. Yanına ve duvarlar boyunca sayısız büyük kap kacak yerleştirilmiştir."

Eski Mısırlılar ölenin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat süreceğine inanırlardı. Bunun sonucu olarak gerçek hayatta olduğu gibi beslenmesini sağlayacak yiyecekler mezara konduğu gibi, orada da ona hizmet edecek kişiler kurban edilirdi. "Özellikle kadın kurbanı, eşin kurban edilmesi ve bazı zengin mezarlarında hizmetkarlarla birlikte tüm haremin kurban edilmesi söz konusudur." "Mezarlarda ayrıca sayısız koç kalıntısı vardır. Ve esas gövdenin daima sükun içinde olmasına karşın ötekilerin yatırılış biçimlerinde kural yoktur. Çoğunluğu sağa dönük, başları doğu tarafındadır, fakat esas gövdenin hafif kıvrılmış duruşundan ikiye katlanmaya varana kadar nerdeyse olanaklı her biçim görülmektedir. Eller genellikle yüzün üstünde veya boğazdadır."

Sonuç olarak Mısırlılar derin bir ölmezlik umuduna sahiptiler. Bu umut Eski Mısır diniyle, ilişki kurmuş bulunan öteki dinlere de geçmiştir. Nitekim bu, Yahudilik yoluyla yeni yeni başlamakta olan Hıristiyanlığa da geçmiş ve bu dinlerin egemenlik kurduğu milletlerin kültürünü de etkilemiştir.

Hristiyanlıkta Ölü Gömme Kültü:

Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır.

İlahilerden biri "üyelerimizden birinin aramızdan ayrılışıyla" diye başlarken, bir diğeri "Ey havarilerin lordu -efendisi- onlar senin yüce merhametine güvenerek öldüler: Ve yine senin merhametin ve şefkatinle günahlarından arınacaklar..." bir başkası, "En sonunda gelerek ölene yeniden can verecek olan Yüce Kurtarıcımız, Kutsal İsa..." diye başlar.

Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler. İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler.

Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa'nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti'nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye "Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı'nın nuru ile aydınlansın..." diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir.

Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz'den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün "Tüm Ruhların Günü"dür.

Yunan uygarlıklarında Ölüm Geleneği:

Ölülere, toprağın insanları ve Demeter'in halkı adı verilir. Aynı şekilde ölülerle ilgili görülen yılan, hem bereket sembolü hem de ölülerin bir simgesi ve somutlaşmasıydı. Hellenler öncesinde ölüleri yatıştırmak için onlara insan kurban edildiği de olmuştur. Klasik devirde ise ölülere karşı ikili bir tavır takınılmıştır. Birincisi, ata ruhlarına dindarca bir saygı, ikincisi, her çeşit hastalık ve afetin taşıyıcısı olarak hortlaklardan korkmak.

İbadetlerin özellikle mezarlar etrafında yoğunlaşması Yunan dininin en önemli ve belirleyici özelliğidir. "Birer anıt haline gelen mezarlar, hazineler ve her çeşit ev eşyasını içermektedir. Mezarlara kurbanlar sunulur, ölülerin mezarlarında ikamet ettiklerine, gölgelerinin de Hades ülkesine gittiğine inanılırdı. Bu ülke bir ceza ve ödül ülkesi olmayıp, bu hayatın sadece hayalet biçiminde devamıdır."

Yunanlılarda ölülerin ruhları yılan, kuş ve özellikle kelebek biçiminde betimlenirdi. Nitekim Yunancadaki psykhe sözcüğü hem kelebek, hem ruh anlamındadır.

Yunanlılar ölümden sonraki yaşam hakkında birbirine karşıt düşüncelere sahip olmuşlar ve bunları bağdaştırmak için hiç uğraşmamışlardır. Ölüler yerin altında yaşamayı sürdürürler, onların torunları ve çocukları da kutsal armağanlar sunarak bu yaşamı hoş bir hale getirmeye çalışırlardı. Tanagralı sanatçılar, yaptıkları ve sundukları küçük heykellerle ölüleri mutlu etmeye çalışırlardı. Ancak ölüme karşı bu bakış açısı ölenin peşinden yas tutulmayacağı anlamına gelmezdi. "İlk çağda, Yunanistan'da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek edinmiş kadınlar vardı. Sözde derin acı duyuyormuş gibi yaparak, elleriyle üstlerini, başlarını yırtarak bu ağlayıcılar bir ağızdan yas ilahileri söylerlerdi."

Hindistan'da Ölüm Kültü:

Hindistan dinlerinin başlıcaları Hinduizm, Budizm, Vedizm ve Jainizmdir. Hindistan'da bu kadar çeşitli dinler olmasına rağmen ruh ve ölüm konusunda aralarında keskin bir ayrım bulunmamaktadır.

Hinduizme göre insan sonu olmayan bir tenasuh zinciri içerisinde gidip gelmektedir. Buna göre ölüm, bir korku vasıtası, bir yokluk değil, bir halden diğerine geçiştir. Hinduizmde bulunan Karma inancına göre insan ruhunun tekrar tekrar başka bedenlerde dünyaya gelişi (tenasuh), çok eskilere dek gitmektedir. Assam, Nagas ve Lushais gibi ilkel dinlere sahip Hint kabilelerinde bu inanış mevcuttur. Hintlilerde, insanın öldükten sonra, ruhunun bir böceğe girdiği inancı yaygındır. Budistlere ve Hindulara göre kişi, geçmiş hayatındaki erdemlere göre tekrar dünyaya gelir. İyi ruhlar insanlara girer. Kötüler ise, kaktüs, kertenkele, kaplumbağa ya da zehirli bir sarmaşık olarak yeniden doğarlar.

Jainistler ve Hindular da Budistler gibi tenasuha inanırlar. Vedizme göre ise ölüler diğer hayatta da yaşamaya devam ederler; ancak bunun için ölülere kurbanlar kesmek gereklidir.

Burning Ghat - Ölü yakılan Ghatlar

Hemen hepsi banyo ve ibadet için kullanılan Ghatlardan bazıları ölülerin yakılması için ayrılmıştır ve “burning ghat” yani “yakma ghatları” olarak ayrılmıştır.
Burning Ghatlarda ölülerin yakılması faaliyetleri günün 24 saati kesintisiz olarak devam eder. Buraya Hindistan’ın hemen her yerinden ölü bedenler getirildiğine göre bu kadar çok sayıda bedenin hemen yakılması pratik olarak mümkün değildir. Bu iş için sıraya girilmesi gerekir. Bir bedenin yakılması için 380 kg. kadar kuru ağaca ihtiyaç duyulduğunu ve töreniyle, ibadetiyle ve bölgenin temizliğiyle bir yakma işlemi yaklaşık 3 saat sürer.

Ölü yakılma ritüelinde ölen kişinin en büyük oğlu baş sorumlu rolde olur. Oğlu yoksa da buna eş başka bir akrabası bulunur. Bu sorumlu kişi beyaz elbiseler giyer ve saçlarını kökünden kazıtır. Burning Ghatların hemen yanındaki Şiva tapınağında Pujalar ve seremoniler yapılır ve tapınağın içinde yanan kutsal ateşten bir tutam ot tutuşturularak bedenin yanına sorumlu kişi tarafından getirilir.

Bu sırada yakılacak beden kuru odunların altında hazırlanmıştır. Daha iyi yanması için Ghee denilen bir tür tereyağı dökülür. Ayrıca kötü kokmaması için sandalağacı tozu ve başka baharatlar serpilir. Kutsal ateşi getiren sorumlu kişi bedenin etrafında üç kez dolaştıktan sonra elindeki ateşle odun yığınını tutuşturur. İyice kurumuş ve yağlanmış olan odunlar çabucak tutuşur, bu sırada ölünün yakınları tarafından ilahiler okunur ve Puja yapılır.

Ölü yakılma bölgesine ölenin yakınlarından sadece erkekler yaklaşabilir. Kadınlar ancak uzak bir mesafeden izleyebilirler. Bu tedbirin kadınların duygusal davranabileceklerinden mi yoksa bir tür cinsiyet ayrımcılığı mı olduğunu kestirmek güç.

Odunların yanışı azaldıkça bu işle görevli kasttan kişiler, korları karıştırarak alevin büyümesi sağlarlar; bedenden geriye yanmamış hiç bir parça kalmaması için bu gereklidir. Ölü yakıcıların verdiği bilgiye göre kadınların bel ve kalça bölgelerindeki kemikler ile erkeklerin göğüs bölgesindeki kemikler en zor yanan bölgelerdir, ve çoğu durumda odunlar yanıp bittikten sonra geriye kalan bu tür parçalar Ganj nehrine atılır.

3 saat kadar süren yakma işleminden sonra geriye yarım kova kadar kül kalır, bu kül de görevlilerce süpürülerek Ganj nehrine atılır. Böylece bir ruh daha bedeninden bağını kopartmak ve ruhlar aleminde bağımsız kalmak şansına erişmiş olur.

Ölü gömme kültlerinde rastladığımız ilginç ritüellerde var. Bunlardan biri de toplumumuzda
görülen ölünün karnı şişmesin diye konulan bıçak.
Ölünün karnının şişmesi gerçek de bıçak ya da demirin bunu önlediğinin bilimsel bir açıklaması var mı acaba?
Bu konuda bilgisi olan var mı?

Toplumumuzda uygulanan ölünün karnı üzerine bıçak ya da başka bir demir alet konması konusunda bir açıklama gelmedi.
İslami kaynaklarda bu konuda bir bilgiye rastlamadım. Dolayısıyla bu uygulamanın İslami olmadığını söyleyebiliriz. Bilimsel bir açıklaması da yok. Nitekim ölü 2-3 haftalık iken karnı patlıyor. Demir, bıçak konmuş olması bu sonucu değiştirmiyor.

Demir kültü Türklerden gelme. *Eski Türkler demiri kutsal olarak görmüşlerdir. Bu inanç Türklerin müslümanlaşmasından sonra da devam etmiştir. Demircilik ise şerefli bir meslek sayılır. Bir Yakut atasözüne göre demirciler ve şamanlar aynı yuvadan çıkmadır. Bu atasözü Şamanizmle demircilik arasındaki ilişkiyi açıkça göstermektedir.
Kırgızlar ve Kazaklar demirden kötü ruhların kaçtıklarına inanırlardı. Lohusa kadınlara musallat olan alkarası veya albastının demirden korktuğuna dair inanç Anadolu köylerinde sürmekte olup bunun için yatağın altına bıçak, çekiç vs. konur.

Ölü üzerine konulan bıçak ya da demirden amaç da aslında ölüyü kötü ruhlardan korumaktır.

Toplumumuzda uygulanan ölünün karnı üzerine bıçak ya da başka bir demir alet konması konusunda bir açıklama gelmedi.
İslami kaynaklarda bu konuda bir bilgiye rastlamadım. Dolayısıyla bu uygulamanın İslami olmadığını söyleyebiliriz. Bilimsel bir açıklaması da yok. Nitekim ölü 2-3 haftalık iken karnı patlıyor. Demir, bıçak konmuş olması bu sonucu değiştirmiyor.

Demir kültü Türklerden gelme. Eski Türkler demiri kutsal olarak görmüşlerdir. Bu inanç Türklerin müslümanlaşmasından sonra da devam etmiştir. Demircilik ise şerefli bir meslek sayılır. Bir Yakut atasözüne göre demirciler ve şamanlar aynı yuvadan çıkmadır. Bu atasözü Şamanizmle demircilik arasındaki ilişkiyi açıkça göstermektedir.
Kırgızlar ve Kazaklar demirden kötü ruhların kaçtıklarına inanırlardı. Lohusa kadınlara musallat olan alkarası veya albastının demirden korktuğuna dair inanç Anadolu köylerinde sürmekte olup bunun için yatağın altına bıçak, çekiç vs. konur.

Ölü üzerine konulan bıçak ya da demirden amaç da aslında ölüyü kötü ruhlardan korumaktır.

Evet benim de bildiklerim aynen bu yönde sevgili pante.Başlığı yeni okudum.Özellikle de bu alkarısı vs. falan hala yaygın ve sanki islama kaynamış bi inanç.Birçok insan biliyorum,kültürlü,çağdaş,modern müslüman diye geçinip çocuğun 40 ı çıkmadan yalnız bırakmak iyi değildir,aman yatağın altına bıçak koyun,yorgana firkete takın,alkarısı demirden korkar demir olmazsa gelir parçalar allah korusun anlayışına sahip insan sayısı küçümsenmeyecek kadar fazla :D

Diğer ölü gömme ritüellerine bakarsak yine ilginç sebeplerle karşılaşmaktayız;

Ölenin gözleri kapatılır:

Gözüne toprak kaçmasın diye,
Bu dünyada gözü kalmasın diye.

Ölünün çenesi bağlanır:

İçine şeytan girmesin diye,
Korkunç ve çirkin gözükmesin diye,
Yıkanırken ağzına su kaçmasın diye,
Çenesi sarkmasın diye.

Bulunduğu odanın pencereleri açılır:

Ruhu çıksın diye,
Melekler içeri girsin diye.

Yörelere göre bu sebepler farklılık arz eder. Bunları incelediğimizde ne mantık ne bilimsellik bulabiliriz. Örneğin;

Gözüne toprak kaçsa ne zararı var ölüye?
Öldükten sonra gözü dünyada kalır mı ölünün?
Ölünün içine şeytan ya da kötü ruhlar neden girsin ki?
Çenesi sarkıp ta çirkin görünmemesi kimler için?
Yıkanırken ağzına su kaçsa ne olacak? Neticede ölü değil mi?
Pencereler açılmasa ruhu dışarıya çıkamıyacak mı?
Ya da pencereler kapalı olunca melekler içeri giremez mi?

Kefenleme, yıkama ve şehitlerin yıkanmaması için de bu sorular sorulabilir.

 Bir de toprağın altında dahi kıbleye çevrilir ceset. Ne gereği varsa?
Kur'an'da hiç değinilmediği halde, cahiliye devri inanışlarından olan kabir azabı sözde hadislerle İslam'a sokulmuş olup, sorgulayıcı meleklerin karşısında ölünün dilinin tutulmaması ve kekelememesi için defin sırasında imam ölüye telkinde bulunur.

Münkir ile Nekir adlı melekler defin yapılan kabre gelecekler ve soru yağmuruna tutacaklar ölüyü. Neden iki melek acaba?
11 melek olsaydı daha demokratik olurdu kararları. Kolay mı? İki meleğin kararıyla kıyamete kadar ya işkence görecek ya cennetteymiş gibi rahat edecek ölü.
Ya imam telkini unuttuysa ya da etkili bir telkinde bulunamadıysa ne olacak garip müslümanın hali. Kabirde mizan terazisi de yok ki ölçüp biçilsin. Sadece sorular sorulup yanıtlarına göre karar verilecek.

Eski kavimlerin mezarlara yiyecek, içecek koyması ve günümüzde dahi benzer adetlerin sürdürülmesine ne denebilir?
Kocası ölen kadının da yakıldığı, öldürüldüğü gelenekler nasıl izah edilebilir?

Tibet'te göğe verme (sky burial) denen bir adet var. Meftayı kuşbaşı parçalayıp yırtıcı kuşlara yediriyorlar. Böylece rahmetliyi yukarı göndermiş oluyorlar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder