24 Haziran 2015 Çarşamba

Vahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri

SÜnnet İnkarcilarina ku’ran İle reddİye



SÜNNET İNKARCILARINA KU’RAN İLEREDDİYE
Şükredenlerin hamd ettiği gibi Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun. Mücahidlerin ve muvahhidlerin imamı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e, onun ehline, ashabına ve din gününe kadar onların yolunda yürüyenlere ise salat ve selam olsun.
Allah (c.c.) kitabında kendisine imandan sonra resulüne imanı şartkoşmuş ve ona karşı gelmeyi yasaklamıştır. Peki bu akılsız kişilere (sünnet inkarcılarına) şunusorarız Allah (c.c.) kendisinden imandan sonra iman edilmesini şart koştuğu peygamberine bir takım helal ve haram (emir ve yasak) belirleme hakkını da vereceğini hiç mi düşünmüyorsunuz?
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
-“Allah’a ve Peygamber’ine iman edin. Allah "üçtür" demeyiniz.” (Nisa Suresi: 171)
-“Müminler, ancak Allah'a ve Resûlüne gönülden inanmis kimselerdir. Onlar, o Peygamber ileortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe birakip gitmezler.” (Nur Suresi:62)
Bunlar ve daha bir çok ayette Allah(c.c.) kendisine imandan sonra kendisinden itaatten sonra peygamberine de aynı şekilde itaati emrediyor. İman edilecek Peygamberin’in helal ve haram belirleme yetkisini görmeyenler kendilerine, iman Resule iman iddalarına ve önemliside Kur’an’a muhalefet etmişlerdir. Aşağıdaki ayetler Resulullah (s.a.v)’in hüküm verdiğine yani helal ve haram belirlediğine en büyük delillerdendirler.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
-“Allah'ın ve Peygamber'in haram kıldığı şeyleri haram saymayanlarla savaşın.” (Tevbe Suresi:29)
-“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmis bir erkek ve kadina o işi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur.” (Ahzab Suresi:36)
Bu konuda daha çok ayet yazabilirim ancak fazla uzatmamak için yazmıyorum (akıl sahiplerine bu kadarı da yeterlidir), diyeceğim şu ki bu ayetleri kabul edenler ve Resulullah (s.a.v)’e de itaatin Allah’a itaatten sonra farz olduğunu kabul edenlerin sünneti vahiy olarak ve helal ve haram belirleyici olarak görmemeleri büyür bir çelişkidir. Evet sünnet vahiydir, bazılarının saçma sözlerine kulak veripte Kur’an’da sünnet kelimesi yoktur, sünnetin Allah’tan indiğine dair bir delil yoktur demeyin, Kur’an’da direk sünnet ismi geçmiyorsa da dolaylı olarak onlarca ayette geçiyor bunlardan bazıları şunlardır:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
-“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti ögretecek, onlari temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her seyi yerli yerince yapan yalniz sensin.” (Bakara Suresi:129)
Başta İmam Şafii (rahimehullah) olmak üzere bir çok alime göre burada ki kitaptan kasıt Kur’an, hikmetten kasıt ise Sünnettir. Zaten biraz düşünürsek Allah (c.c.) sana Kur’anı ve Kur’anı indirdim demez, yani kitabı da hikmeti de Kur’an diye açıklamaz. Kitap Kur’anhikmet ise onun açıklayıcısı olan Sünnettir. İkisininde vahiy olduğunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Sana kitabı ve hikmeti indirdik ayetlerine devam edelim.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
-“Sizden olan ve içinizde bulunan Rasulü gönderdiğimiz gibi… Size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıyor, size kitap ile hikmeti öğretiyor ve size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.” (Bakara Suresi:151)
-“ Andolsun ki Allah mü’minlere aralarındaki kendilerinden olan rasulü göndermekle lütufta bulundu. Onlara O’nun ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlarakitap ile hikmeti öğretiyor. Oysa bundan önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Al-i İmran Suresi:164)
-“ Ümmiler arasından, kendilerine O'nun ayetlerini okuyan, onları temizleyen ve onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Halbuki onlar; daha önceleri gerçekten apaçık birsapıklık içindeydiler.” (Cuma Suresi:2)
-“ Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Ve bilin ki Allah, şüphesiz her şeyi bilendir.” (Bakara Suresi:231)
-“ Allah, sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini öğretmiştir. Ve Allah'ın senin üzerindeki lütfu çok büyük olmuştur.” (Nisa Suresi:113)
-“Evinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Muhakkak ki Allah, Latif, Habir olandır.” (Ahzab Suresi:34)
Bütün bu ayetlerde kitap ve hikmet ayrı birer hüküm olarak zikredilmiş yani sana kitabı da öğrettik hikmeti de sözüyle Resulullah’a iki ayrı şeyin öğretildiği açıklanmaktadır, bunlarda Kur’an ve Sünnettir. Son ayete dikkat ettiyseniz noktayı koyar nitelikte açık bir ayet, evinizde okunan Allah’ın ayetleriniyani Kur’anı hatırlayın Kur’an’dan sonra da hikmeti yani sünneti hatırlayın buyurmaktadır. Kur’an’da sünnet hikmet diye zikredilmiş ve peygambere kitap ve hikmet öğretilmiştir buyurmaktadır, yani Resulullah’a Kur’an ve onun açıklayıcısı olan sünnet öğretilmitir. Diyeceğim şu ki; Kur’an nasıl vahiy ise sünnette aynı şekilde vahiydir helal ve haram belirleyicidir, bu gerçeği inkar edenler, Resule iman şartını yerine getirmemiştir. Çünkü Resuleiman demek onun emir ve yasaklarına uymak, gösterdiği yolda itiraz etmeden gitmektir, işte bu sebeple sünnetin vahiy olduğunu inkar edenler Resule iman şartını yerine getirmedikler için mürted olmuş ve küfre girmişlerdir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
1- Kayan yıldız hakkı için.
2- Arkadaşınız Muhammed ne sapıttı ne de azıttı.
3- O havadan konuşmuyor.
4- Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir. (Necm Suresi)
BU KONUYA DAİR SÜNNETTEN İKİ ÖRNEK
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
-"Sakın, süslü koltuğuna yaslanmışbirine benim hadislerimden birisi okunur da o kişi vaziyetini hiç bozmadan " sizlerle bizim aramızda Allah'ın kitabı vardır. Dolayısıyla biz, onda haram olarak bulduğumuz şeyleri haram sayar, helal olarak bulduğumuz şeyleri de helal sayarız " der vaziyette karşıma çıkmasın. Dikkat edin ! Resulullah'ın haram kıldığı aynen Allah'ın haram kıldığı gibidir. “ (Tirmizi:4/2801, İbn Mace:1/12)
-“ Dikkat edin ! bana Kur’an ve onunla beraber bir misli daha verildi. Dikkat! yakında karnı tok, koltuğunda rahatça oturan bir kimse şöyle der: Sadece şu Kur’an’a sıkı sıkıya sarılın. Onda helal olarak bulduğunuz şeyi helal sayın,haram olarak bulduğunuz şeyi de haram sayın. Dikkat edin! size ehli eşeklerin eti helal değildir. Yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı dişi olanların eti size helal değildir. Kendileri ile aranızda anlaşma bulunan kimselerin kaybettiği şeyleri almanız size helal değildir.” (Ebu Davud: 5/4604)
Sözü fazla uzatmaya gerek yok Allah’ın hidayet verdiği kişiye bu kadarı da yeter, ama hidayet vermediği kişiye ciltler dolusu kitapta yazılsa faydası olmaz, onun için Yüce Allah’tan isteğim bana ve sizlere hidayet nasip etsin,yine Yüce Allah’tan isteğim bana ve sizlere, ilim öğrenip onunla amel etmeyi, onu tebliğ etmeyi ve bu tebliğ sonucunda gelecek eziyetlere sabretmeyi nasip eylesin.
Allah’a Hamd Resulüne Selat Ve Selam Ve Hidayete Tabii Olanlara Selam Olsun.

Gece Kur'an Okumanın Fazileti

Cenab-ı Hakk'ın kelâmı olan Kur ân'ı okumak çok faziletli bir ibadettir. Hattâ İbnu'l-Cezerî (833/1429) selef âlimlerinin Kur ân okumayı (nafile) ibadetler içerisinde birinci sıraya koyduklarını ifade eder (en-Neşr, 1/3). Nitekim Kur'ân'da bu hususa vurgu yapılmıştır: "Allah'ın Kitabı'nı okuyanlar, namaz kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir ticaret umarlar." (Fâtır, 35/29) "Ehl-i Kitap içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır" (Âl-i İmran, 3/113).

Allah Resûlü (s.a.s.), Kur ân okumanın fazileti üzerinde durmuş ve bunu fiilen uygulamıştır. Meselâ:

"Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur ân okumaktır." (Münavi, Feyzu'l-Kadir, 2/44)
Bir adam:

- "Ya Resülallah! Allah'ın en çok sevdiği amel hangisidir"? diye sordu. Hz. Peygamber:

- "Konup göçendir" cevabını verdi. Adam:

- "Konup göçen kimdir?" diye sorunca,

- "Kur ân'ı başından sonuna kadar okuyan, bitirince de tekrar başlayandır" cevabını aldı. (Tirmizî, "Kur ân," 11)

"Allah evlerinden bir evde, Allah'ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için toplanan kimselerin üzerine sekine iner, onları rahmet kuşatır, melekler etraflarını sarar ve Allah onları kendi katında bulunanlara överek anlatır." (Ebû Davud, "Vitr", 14; Tirmizî, "Kur ân", 10)

"Üç zümre vardır ki, onları Kıyametin dehşeti korkutmaz, onlar için hesap zorluğu yoktur, diğerlerinin hesabı bitinceye kadar onlar misk tepecikleri üzerindedirler. Bunlardan birisi, Allah'ın rızasını kazanmak için Kur ân okuyan kimsedir." (Taberanî'den Münzirî, et-Terğîb, 1/311)

Ayrıca Hz. Peygamber, Kur ân okuyan mü'mini hem kokusu hem de tadı güzel olan bir "meyveye" benzeterek (Buharî, "Et'ıme," 30; Müslim, "Müsafirîn," 243), onun meleklerle beraber olacağını da buyurmuştur. (Buharî, "Fedailü'l-Kur ân," 17)
Konuyla ilgili diğer bazı hadislerde ise şu noktalar vurgulanmaktadır: "Sizin en hayırlınız Kur'ân'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir." (Buhârî, "Fedailu'l-Kur'ân," 21). "Kur'ân-ı Kerim'den tek harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle kayda geçer. Elif-Lâm-Mim bir harftir demiyorum. Aksine elif bir harf, lâm bir harf ve mim de bir harftir." (Tirmizi, "Sevâbu'l-Kur'ân," 16, HN: 2912) "Allah, geceleyin Kur'ân okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti, kul namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır." (Tirmizî, "Sevâbu'l- Kur'ân", 17, HN: 2913). "Kim Kur'ân'ı okur ve onunla amel ederse, Kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?" (Ebû Dâvud, "Salât", 349, HN: 1453). "Kim Kur'ân'ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi Cennet'e koyar. Ayrıca hepsine Cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır." (Tirmizi, "Sevâbu'l-Kur'ân," 13, HN: 2907). "Kur'ân'da mâhir olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerîm ve mutî meleklerle beraber olacaktır. Kur'ân'ı kekeleyerek ve zorlukla okuyana iki sevap vardır." (Buhârî, "Tevhid," 52; Müslim, "Müsafirin," 244)

Uhud şehidleri defnedilirken ve daha sonra imam olmaya ehil kişi tesbit edilirken, Kur ân'ı iyi bilmenin bir ölçü olarak kullanılması da, Kur ân bilme ve okumanın önemini ortaya koyan başka misallerdir.

Kur ân'dan ezberlenen kısımların unutulmasının büyük günah sayılması da Müslümanları, sürekli Kur ân okumaya yönelten noktalardan birisidir. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Bir kimsenin şu âyetleri unuttum demesi ne kötü şeydir! Onlar ona unutturulmuştur. Kur ân'ı hatırınızda tutmaya çalışın. Doğrusu o, hayvanın ipini koparıp kaçması gibi, kişinin zihninden silinip gider." (Müslim, "Müsafirin," 228, 229)

Gece Kur ân Okuma

Âyet ve hadiste üzerinde bu kadar hassasiyetle durulan Kur ân okuma işi, tarih boyunca Müslümanlar tarafından önemle yerine getirilmiş ve faziletine binaen Kur ân, daha çok da geceleri okunmuştur. Gece okuma konusunda Cenab-ı Hak, "Geceleyin onunla (Kur ân) teheccüd kılmak için kalk" (İsra, 17/79) buyurmaktadır. Bu âyeti Nahcivanî (920/1514) şöyle açıklar: "Gecenin derinliklerinde, kalbin bütün meşgale ve eğlencelerden uzak kaldığı anlarda kişinin okuduğu Kur ân, nefse ağır ve vücuda yorucu gelse bile, daha etkili olur ve kalbe yerleşir." (Fevatih, 2/455)

Meşhur müfessir Hazin (725/1324) ise, "Gecenin yarısında kalk (namaz kıl), yahut bundan biraz eksilt. Veya bunu artır ve ağır ağır Kur ân oku." (Müzzemmil, 73/3-4) âyetinin tefsirinde şöyle der: "Allah gece namazını emredince, peşinde Kur ân okumayı zikretti. Efendimize, okuyacağı Kur ân'ı yavaş yavaş okumasını emretti ki, kalbi tam bir huzura kavuşsun, âyetlerin mânâlarını düşünsün, istiğfar âyetlerini okuduğunda istiğfarda bulunsun, va d ve vaîd âyetlerini okuduğunda korku ve ümit meydana gelsin, kıssa ve darb-ı meselleri okuduğunda ibretler alsın, böylece kalbi Allah'ın marifetiyle nurlansın." (Lübâbü't-Te'vil, 4/165)

Yukarıda da temas ettiğimiz gibi, İsra 73. âyetindeki zamirin Kur ân'a raci olması, gerek teheccüd namazı içinde gerekse gece müstakil olarak Kur ân okumanın önem ve gerekliliğine ayrı bir işarettir. (Bursevî, Rûhu'l-Beyan, 15/138) Hz. Peygamber de gece Kur ân okumaya teşvik ederek, "Kur ân öğrenin ve okuyun. Çünkü Kur ân öğrenip okuyan ve gecesini onunla ihya eden kimse, misk dolu ve kokusu her tarafa yayılan kap gibidir" buyurur (Tirmizî, "Edeb," 79). Abdullah b. Ömer'in rivâyet ettiği hadiste, ancak iki kişinin kıskanılabileceği, bunlardan birinin de Kur ân öğrenip gece gündüz okuyan olduğu belirtirken (Buharî, "Fezailü'l-Kur ân," 20); diğer bir hadiste, "Kim gece on âyet okursa gafillerden sayılmaz. Yüz âyet okuyan kânitînden, bin âyet okuyan ise mukantarînden sayılır" (Ebû Davud, "Salât," 326, HN: 1398) der. "Kıyamet günü Kur ân, 'Ya Rabbi! Ben bu şahsı, beni okuduğu için gece uykusuz bıraktım, izin ver ona şefaat edeyim" diyecektir" (İbn Hanbel, Müsned, 2/174) şeklindeki hadis de, gece Kur ân okumayı teşvik eden beyanlardandır.

Hz. Peygamber, gece teheccüd namazında okuduklarının yanı sıra her gece İsra ve Zümer sûrelerini de okur ve bunu bir hizip olarak sürdürürdü (Buharî, "Tefsiru Sûre 17, 1). Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in Allah tarafından her gece uyandırıldığını ve seher vakti gelmeden mutlaka hizbini bitirdiğini aktarmaktadır (Ebû Davud, "Tatavvu," 22). Evs b. Huzeyfe'nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye gelen bir heyete her gece yatsıdan sonra sohbet ederdi. Fakat bir gece gecikti. Sebebi sorulunca, "Bu gün Kur ân'dan okuma itiyadında olduğum hizbimi okumamıştım. Onu bitirmeden gelmek istemedim" buyurdular. Ravi Evs b. Huzeyfe diyor ki, sabah olunca ashaba, "Siz Kur ân'ı kaç hizbe bölersiniz?" diye sordum; onlar, "Üç, beş, yedi, dokuz, on bir, on üç ve hizbu'l-mufassal olarak bölüyoruz" dediler. (Ebû Davud, "Ramazan," 9). Bu taksime göre sûreler şu şekilde sıralanmıştır: Üç: Bakara, Âl-i İmran, Nisa; Beş: Maide, En'am, A'raf, Enfal, Tevbe; Yedi: Yûnus, Hûd, Yûsuf, Ra'd, İbrahim, Hicr, Nahl; Dokuz: İsra'dan Furkan'a kadar; On bir: Şuara'dan Ya-Sîn'e kadar; On üç: Sâffât'tan Hucûrât'a kadar; Hızbu'l- Mufassal: Kâf'tan sona kadar. (İbn Kesir, Tefsir, IV/220). Buna göre sahabe, 7 günde Kur'ân'ı bitirmiş oluyordu. Nitekim Hz. Osman, Kur ân okumaya Cuma gecesi başlar, Bakara'dan Maide'ye kadar okurdu. Cumartesi, En'am'dan Hûd Sûresi'ne kadar, pazar gecesi, Tâ-Hâ'dan Kasas''a kadar, salı gecesi, Ankebût'tan Sâd'a kadar, çarşamba gecesi, Zümer'den Rahmân'a kadar okur ve perşembe gecesi hatmini tamamlardı. İbn Mes'ud'un da kendine ait bir tertibi vardı. (Gazzalî, İhya, I, 244).

Gece uyuya kaldığı için hizbini okuyamayan kişinin, sabah ile öğle namazları arsında okuması durumunda aynı sevabı alacağını ifade eden hadisten, gece bir miktar Kur ân okumanın Müslüman'ın vazgeçilmez görevi olduğu anlamını çıkarmak da mümkündür.
Hz. Peygamber, teheccüd namazında bazen sayfalarca Kur ân okurdu. Hz. Huzeyfe, Efendimiz'le namaz kıldığını ve O'nun bir rekâtta Bakara Sûresi'nden başlayarak Nisa Sûresi'nin sonuna kadar okuduğunu belirtmektedir. İbn Abbas ise, Hz. Peygamber'in gece ibadetini öğrenmek için onlara misafir kaldığında, her rekâtta yaklaşık Müzzemmil Sûresi kadar (20 âyet) bir miktar okuduğunu söylemektedir.

Bu iki örnek bize teheccüd namazında, gücümüz nisbetinde az veya çok Kur ân okuyabileceğimizi göstermektedir. Hz. Osman'ın bazen gece boyunca kıldığı iki rekât namazda bütün Kur ân'ı hatmetmesi böyle bir teşvikin neticesidir. (Taberî, er-Riyadü'n-Nadra, 2/42)

Urve b. Zübeyr (94/712), gündüzleri Mushaf'a bakarak dörtte birini okur, geceleri de o miktarı teheccüdde okurdu. Ayağı kesildiği gece okuyamadı; onu da bir sonraki gece kaza etti (Ebû Nuaym, Hılye, 2/178). Mansur b Mu'temir (132/749) gecesini üçe böler, bir kısmında Kur ân okur, bir kısmında ağlar, bir kısmında da dua ederdi (İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/115). İmam Evzaî (157/774): "Kim geceleri uzun boylu Kur ân okursa, mahşer günü hesap için az bekler" der (a.g.e., 4/257).
Bu arada Hz. Peygamber dahil, bazı şahsiyetlerin kendilerine açılan engin mânâ kapılarından girerek, bir âyetin tefekkürüne daldıklarından veya o anda o âyetten çok etkilendiklerinden, sabaha dek belli bir âyeti tekrar ettikleri de rivâyetler arasındadır. Meselâ:

Hz. Peygamber, "Eğer onlara azap edersen, onlar Senin kullarındır (dilediğini yaparsın), eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen daima üstünsün, hikmet sahibisin."(Maide, 5/118) âyetini (İbn Mace, "İkametü's-Salâh," 179); Malik b. Enes, "Sonra o gün (size verilen) nimetten sorulacaksınız." (Tekasür, 102/7-8) âyetini (İbn Harrat, es-Salât ve't-Teheccüd, 278); Malik b. Dinar ve Temimuu'd- Darî, "Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini inanıp iyi işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!"(Câsiye, 45/21) ile, "(Orada onların) yüzlerini ateş yalar. Öyle ki, (ateş dudaklarını, yüz adalelerini yaktığından) dişleri açıkta kalır." (Mü'minûn, 23/104) âyetlerini (Gazzalî, İhya, 1/315); Hasan-ı Basrî, "Eğer Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz sayamazsınız. (Buna rağmen) yine de insan çok haksızlık edendir, çok nankördür"(İbrahim, 14/34) âyetini (İbn Harrat, a.y.); İmam-ı A'zam ise, "(Asıl azap ile), o (söz verilen) saatte karşılaşacaklardır. O saat cidden çok feci ve acıdır."(Kamer, 54/46) âyetlerini (Zehebî, Menâkıbü İmam Ebû Hanife, 23), bazen namazın içinde bazen dışında ve çoğu zaman gözyaşı eşliğinde, sabaha kadar tekrar etmişlerdir.

Kur'ân Okumanın Şekli

Gece Kur ân okuyuşunun sesli mi sessiz mi yapıldığı meselesine de değinip, konuyu bitirmek istiyoruz.

Bir gece Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'e uğramış, Hz. Ebû Bekir'in çok sessiz, Hz. Ömer'in ise sesli Kur ân okuduklarını görmüş ve sabah onlarla karşılaştığında, ilkine sesini biraz yükseltmesini, ikicisine de biraz alçaltmasını emretmişti. Ebû Davud'un meşhur şerhlerinden olan Bezlu'l-Mechud'da konu, tasavvufî bir edayla şöyle izah edilmektedir: "Hz. Ebû Bekir, kendisinde şühûd ve cemal hâli galip olduğundan, 'duyurmak istediğim (Allah) duyuyor'; Hz. Ömer ise, üzerinde celâl ve heybet hâli galip olduğu için, 'uykusu derinleşmemiş olanları uyandırıyor ve gaflet getiren vesvesesiyle birlikte şeytanı kovuyorum,' cevabını verdi. Hz. Ebû Bekir'in hâli cem', Hz. Ömer'in hâli ise fark idi. Ama en mükemmel hal, Hz. Peygamber'in hâli olan cem'u'l-cem'dir. Hâzık bir ruh ve kalb doktoru, yüce mertebelere ulaştırıcı şefkat ve merhamet timsali olan Efendimiz, Hz. Ebû Bekir'e biraz sesini yükseltmesini emretti. Böylece, hem etrafta duyanlar yararlanacaktı, hem de Hz. Ebû Bekir, masivayı yakıp yok eden tevhid hâlinden cem' ve şuhûd hâline geçecekti, böylece vahdet eşyanın kesretini örtmemiş, yaratıklar da Yaratan'a perde olmamış olacaktı. Bu, Efendimizin ulaştırmakla görevli bulunduğu evliya-yi izamın mertebesidir. Hz. Ömer'e de biraz sesini kısmasını emretti. Böylece namaz kılıp Kur ân okuyan diğer kimselerin dikkati dağılmamış olacağı gibi, özürlerinden ötürü uyuyanlar da rahatsız edilmeyecekti. Ayrıca Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e, erbabı nazarında ibadetin tadı, itaatin özü olan münacattan mahrum kalmamasını da emretmiş ve mizacını ta'dil etmiş oluyordu." (Seharenfurî, Bezlu'l-Mechûd, 7/89)
Yine bir gece Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Aişe Validemiz ile birlikte, Ebû Musa el-Eşarî'nin kapısından geçerken, onun o güzel sesiyle Kur ân okuduğunu duymuş ve bekleyip bir süre dinlemişlerdi. Sabahleyin durumu anlatınca, Ebû Musa el-Eşarî, "Ya Resûlellah, eğer beni dinlediğinizin farkına varsaydım, daha güzel okumaya gayret ederdim" dedi. (Ebû Nuaym, Hılye, 1/258)

Huzeyfe İbn el-Haris, Hz. Aişe'ye, Efendimizin gece Kur ân okurken nasıl okuduğunu sorup, "Bazen sesli bazen da sessiz" cevabını alınca sevincini, "Bu konuda genişlik yaratan Allah'a hamd olsun" şeklinde dile getirmişti (Tirmizî, "Salât," 330).
Netice olarak diyebiliriz ki, hem sesli hem sessiz okumaya teşvik eden rivâyetler bulunmaktadır. Öyle ise, gösterişten korkan sessiz okusun. Böyle bir endişesi olmayan, başkasını rahatsız etmemek şartıyla, sesli de okuyabilir. Sesli okumanın, dinlemek, öğrenmek, haz duymak yoluyla başkasına da faydası olmaktadır. Ayrıca okuyanın uykusunu dağıtarak uyanık tutar ve dikkatini toplamasına yardımcı olur. Bu arada duyanları da kalkmaya teşvik eder.

Kur ân'ı, sevgilinin sözlerini dinleme iştiyak ve zevkiyle okuyan marifet ehli, kalbi masiva (Allah'ın dışındaki her şey) kirlerinden temizlenen kişinin Kur ân okumaktan hiç bir zaman bıkmayacağını, Kur ân ezberlemeyen mü'minin çok eksik olacağını ve Kur ân'sız münacat yapılamayacağını belirtmişlerdir (İbn Receb, Camiu'l-Ulûm ve'l-Hikem, 2/343). Ebû Süleyman ed-Daranî, "Bazıları Kur ân okurken düşünür ve ağlar, bir kısmı Kur ân okurken düşünür ve coşar, üçüncü kısım ise Kur ân okurken düşünür ama ne nara atar ne de ağlar, sadece hayret içinde dona kalır," diyerek gece ehlini üç sınıfa ayırmış, bu üç hâlin oluşma sebebini soranlara ise, "bunu açıklamaya gücüm yetmez" cevabını vermiştir (Ebû Nuaym, Hılye, 10/20).

Marifet ehlinin diğer ibadetler gibi Kur ân okumaya bu derece önem vermesinin sebebi, Allah rızasına nail olmakla birlikte marifet ilmini elde etmektir. Çok tefekkür ve tekrarla okunan Kur ân sayesinde kalbe marifet kapıları açılır ve her âyetten, bazen bir kelimeden, bir çok mânâ çıkarma imkânı elde edilir.
"Kur ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?" (Muhammed, 47/42) âyetini zikrettikten sonra Serrac (378/988): "Kalplerin kilitleri, günahtan, dünya sevgisinden, uzun gafletten, hırstan, övülmeğe düşkün olmaktan ötürü kalplere çöken paslardır. Tevbe ile kalbin pası silinince gaybdan kalbe nurlar doğar, o kimse kalbinden taşan hikmetleri söyler. Allah Resûlü'ne uyarak içini dışını temizleyip bildikleriyle amel edenleri Cenab-Hak, bilmedikleri ilme muttali kılar ki, bu işaret ilmidir." der (el-Luma', 147-148). Onun için tasavvuf ehlinin yaptığı tefsirlere, dirayet ve rivâyet tefsirlerinin yanında üçüncü bir şık olarak işarî tefsir denmiştir.

Vahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri
            Giriş
            Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 14 asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüş ve bu şekilde telakki edilmişken, aklını kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler  ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı yazarlar; yeni şüpheler gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne yazıkki Nebevi sünnet kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara aldanmaktalar. Dolayısıyla bu gibilere hem cevap, hem de meseleyi araştırmak maksadıyla  bu konuyu hazırlamış bulunuyoruz.  Önce sünnetin vahyi yönünün olup olmadığını görelim.
            Vahiy Yönünden Sünnet:
            Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.
            1. Kur’an-ı Kerimdeki deliller:
            a)   Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız”[1][1] buyurmaktadır.
            Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.
            b)   “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”.[2][2]
            İkinci ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.
            c)   “Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”[3][3]   
            Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten sonra,  yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu  vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.
            d)   “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik”[4][4].
            Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği  şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.
            e) “ Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz”[5][5] demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.  
            2) Sünnetten deliller:
            a) Resulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun  elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz”[6][6] sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.
            b) Hz. Peygamberin, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi” [7][7]demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.
            c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Resulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”[8][8]. 
            Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Resulullah’a (s.a.v.), aynen  Kur’an-ı  indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi”[9][9] gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin  vahiyden olduğu  ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir: 
            1. Peygamber olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
            2. İnsan olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
            Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”[10][10]. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.
            a)   Vahyin içine giren sahalar:
1)   Helal ve Haramlar
2)   İbadetler
3)   Ukubat (hadler)
4)   Muamelat (akidler)
5)   Ahlaki konular
6)   Akideye ve gaybiyata ait konular
7)   Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri
            Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı  Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.
            b) Vahyin dışında kalan sahalar:
1)   Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)
2)   İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)
3)   Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)
4)   Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)
            Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında  “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz”[11][11]demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp  hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri ”[12][12] gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.
            Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların  tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya  getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.
            Bağlayıcılık Yönünden  Sünnet :
            Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir.
            1) İcmal ve tafsil açısından Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak gelmesi. Örneğin; namaz, zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki bu konularda gelen ayeti kerimelere muvafık olarak sudur etmiştir.
            2) Mutlakını mukayyed, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, mübhemini beyan etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette  geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın;  günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu , altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı vermeme anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten olduğu veya ayette;” Onlar imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile girmezler anlamına geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihitilaf yoktur.
            3) Kur’an-ın susup ne vacip saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin, mut’a nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.[13][13]
            Bu üçüncü türde gelen sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil  yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar kılar?
            Birinci görüş, cumhur alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür[14][14]. İmam şafii’nin nakline göre, selef alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki delillederden anlaşılacağı üzere birinci görüş tercihe şayandır.
            Sünnetin teşri’deki yetkisinin delilleri:
            1)   Kur’an Kerimdeki  deliller:
            a)“ Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki, onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe iman etmiş olmazlar”[15][15].
b) “ Peygamber size neyi getirdiyse alınız, neyden de kaçındırdıysa ondan sakınınız ”[16][16].
c) “ Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden, veya acıklı bir azaba düçar olmalarından sakınsınlar”[17][17]                                   
d) “  İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları ümmi Nebi’ye, Resul’e tabi olanlardır. O Resul (Peygamber), onlara iyiliği emreder, kötülükten de nehyeder; onlara, iyi ve temiz olan şeyleri de helal kılar ” [18][18].                                      
e) “ Kendilerine kitap verilenlerden Allaa’a  ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle,  Allah’ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram  saymayanlarla ve hak dini, din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle  cizye verinceye kadar savaşın ”[19][19].                                           
f) “ Allah ve Resulu, bir şeye hükmettikleri zaman, mümin erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur... ”[20][20]                                            
g) Peygamber (s.a.v.)’in emrettiği ve yasakladığı konularda ona uyma ve itaatın vucubiyyetine delalet eden Kur’andaki naslar, onu beyan ve teyid eden sünnet ile müstakil hüküm getiren sünnet arasında bir ayırım yapmamıştır. Bilakis bazı ayetler bu istiklaliyeti sünnet’e teslim etmektedir.
            Örneğin; “ Ey İman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere’de itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de...”[21][21].  
            Bu ayetin tefsirinde et-Tayyibi şöyle der: “Peygamber’e (s.a.v.) itaatin istiklaliyetine işaret etmek için, bu ayeti kerimede; “ Peygamber’e de itaat edin”           diyerek fiil işareten tekrarlanmış, fakat, “sizden olan ülü’l-emre de”  bu işareti tekrarlamamıştır”[22][22]. Özellikle (e) maddesindeki ayeti kerime bu konuda çok açıktır. Bunlardan başka ayeti kerimeler de bu meyanda delil sayılabilir.
            2) Sünnetten deliller :
            a)   Genel Hadisler:
            İster teyid eden, ister beyan eden ve isterse müstakil olarak gelsin, sünnetin bağlayıcılığını ispatlayan hadislerin geneli buna delil olmaktadır. Örneğin, “Size sünnetimi tavsiye ediyorum”[23][23] hadisi. Bunların  çokluğu   bu geneli kesinleştirmektedir.
            b)   Hususi Hadisler:
            Örneğin; “ Bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış bir adamın; ‘ Size gerekli olan Kur’andır, onda neyi helal bulduysanız, onu helal ediniz, neyi de haram bulduysanız, onu haram ediniz’ demesi yakındır. Allah Rasulu’nun haram ettiği şeyler, Allah’ın haram etmesi gibidir”[24][24].
             3) Akli delil:
            Madem ki Hz. Peygamber vahyi tebliğde hatadan masumdur, öyleyse sünnetin istiklalen hüküm getirmesi, aklen mani değildir. Ayrıca Cenab-ı hakk’ın Peygamber’e hükümlerini tebliğ etme hususunda hangi yolla olursa olsun, emretmesi mümkündür ki, bu aklen caizdir. Kaldı ki alimlerin ittifakıyla hükümleri tebliğ etme olayı, hem Kur’an, hemde sünnetle fiilen vuku bulmuştur.
            Sünnetin Müstekillen Getirdiği Hükümlere Örnekler:
1.      Ninenin mirası ve altıda bir olduğu. (Bu konuda alimlerin icma-ı söz konusudur, delil ise, sünnetin getirdiği müstekil hüküm)
2.      Zina eden evli erkek veye kadının recmedilmesi.
3.      Zina eden bekarın bir yıllığına nefyedilmesi.
4.      Evlilikte bir kadını, hala ve teyzesiyle birleştirmenin yasaklığı.
5.      Şuf’a ile ilgili hükümler.
6.      Evcil eşek etinin haramlığı.
7.      Mut’a nikahın haramlığı.
8.      Musakatla ilgili hükümler.
9.      Şahid ve yeminle ilgili hüküm.
10.  Ramazanda orucunu kasden bozana keffaret.[25][25]
Buna benzer bir çok örnekler vermek mümkündür.
Sonuç
            Bu kısa araştırmamızın neticesinde sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynak olduğu ve sünnetin büyük bir kısmının vahye dayandığı, belirtilen kısımların ise, vahye girmediği anlaşılmıştır. Ayrıca vahye dayanan sünnetin teşri’attaki yetkisi ve bağlayıcılık yönüyle de müstekil olarak bazı hükümler vaaz edebileceği, örnekleriyle ortaya konulmuştur. Ancak bu konularda daha kapsamlı bilimsel ve ciddi çalışmalar yapılmasının gerekliliği bir gerçektir.

[1][1] Ahzab, 34.
[2][2] Nisa, 113.
[3][3] Kiyame, 17-19.
[4][4] Nisa, 105.
[5][5] Nısa, 59.
[6][6] el-Hakim, Müstedrek,       ; Malik, Muvatta,       .
[7][7] Ebu Davud, Sünen, n° 4604      
[8][8] ed-Darimi,
[9][9] es-Suyut, Miftahu’l-Cenne,
[10][10] Kehf, 110.
[11][11] Sahih-i Müslim,         .
[12][12] Siretu’bni Hişam,       .
[13][13] Mustafa es-Sibai, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami,        .
[14][14] eş-Şatibi, el-Muvafakat,          .
[15][15] Nisa, 65.
[16][16] Haşr, 7
[17][17] Nur, 63
[18][18] Araf, 17
[19][19] Tevbe, 29
[20][20] Ahzab, 36
[21][21] Nisa, 59.
[22][22] et-Tayyibi,
[23][23] Ebu Davud, Sünen,  n°4607, İbn Mace, Sünen,  n°42            
[24][24] Ebu Davud, Sünen,  n°4604      .
[25][25]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder