12 Haziran 2015 Cuma

ENDÜLÜSE AĞIT The Emirate of Granada

  Sword and scabbard of Boabdil (Muhammad XII), Nasrid Granada, c. 1400
  Sword and scabbard of Boabdil (Muhammad XII), Nasrid Granada, c. 1400 


    Gırnata Emirliği veya Ben-i Ahmer Devleti (Kızıloğulları Devleti), başkenti Gırnata olan Orta Çağ devleti. Muvahhidlerin Las Navas de Tolosa Savaşı'nda Hıristiyanlara yenilmesinin ardından 1232 yılında kurulmuştur. İber Yarımadası'nda kurulan en uzun ömürlü ve son bağımsız İslam devletidir.

Gırnata Emirliği'nin kurucusu Muhammed bin Ahmer'dir. Ülkenin merkezi Gırnata'dır. El Hamra Sarayı da Gırnata Emirliği zamanında yapılmıştır.İspanya'daki son müslüman devlettir.250 yıldan uzun bir süre siyasi varlığını devam ettirmiştir . Aragon Kralı II. Ferdinand, Ekim 1469 tarihinde Kastilya Kraliçesi I. Isabel ile evlenerek bu iki krallığın güçlerini birleştirmiştir. II. Ferdinand, 1482 tarihinde Gırnata Emirliği'ne karşı bir mücadele başlatmıştır. Gırnata Emiri Ebu Abdullah Muhammed'den 1490 yılında Gırnata'nın teslimini istemiş fakat bu isteği geri çevirilmiştir. 1491 yılında karısı ile birlikte Gırnata yakınlarındaki Santa Fe'ye karargah kurmuştur. Gırnata halkı Osmanlı Devleti'nden yardım istemiş, fakat Cem Sultan olayından dolayı Osmanlı Devleti yardımda bulunamamıştır. 2 Ocak 1492 tarihinde Gırnata düşmüş ve Gırnata Emirliği yıkılmıştır. Birçok Müslüman ve Yahudi ülkeden çıkarılmış, din değiştirmeye zorlanmıştır. Yaklaşık 200.000 Yahudi ülkeyi terk etmiştir.Ülkeyi terk eden Yahudilerin çoğu bağımsız denizciler olan Hızır Reis ve Oruç Reis tarafından Osmanlı Devletine getirildi ve burada İzmir, Selanik ve İstanbul'a yerleştirildi. Beni Ahmer Devleti Orta Çağ'da kurulan devletlerin,kültür ve medeniyet anlamında ileri bir seviyede olması nedeniyle İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir.   


The Alhambra Vase, late 14th-early 15th century, Nasrid period  Earthenware painted over glaze, Spain 


                            Historic map of Granada by Piri Reis 
                           15th century Nasrid ‘ear-dagger’ from Spain

Family tree

The family tree below shows the genealogical relationship between each sultan of the Nasrid dynasty. It starts with their common ancestor, Yusuf al-Ahmar. Daughters are omitted, as are sons whose descendants never reigned. During times of rival claims to the throne, the family tree generally recognizes the sultan who controlled the city of Granada itself and the Alhambra palace.









                                                
              Ve lâ ğâlibe illallah ( و لا غالب الّا الله )
                 (Allah'tan başka galip yoktur.)

                                                     

                                                          ENDÜLÜSE  AĞIT

                  Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
                  Niçin bunca gurur maldan, mülkten, adtan sandan insanoğlu.

                  Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
                  Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.

                   Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
                   Yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
                   .........................................................................................................
.                  Sen de şahit olsaydın benim gibi onların
                   Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.

                   O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
                   Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.

                   Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
                   Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu

                   İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
                   Kirli yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri. Yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.

                   Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
                   Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!

                                       Ebu'l-Bekâ Er-Rindi (Tercüme: Sezai Karakoç, İslam'ın Şiir Anıtlarından)

 Granada'nın teslim olması By Francisco Pradilla
  711’de çıkıyor Müslümanlar Endülüs’e. Öyle bir çıkış ki dünya tarihini değiştirecek adımlar atıyorlar. 12 bin askeriyle gemileri yakan Emevi komutanlarından Tarık bin Ziyad ve 712’de yarımadaya ayak basan Musa bin Nusayr iki koldan hareketle İber Yarımadası’nı ele geçiriyorlar. 714’te Preneler’i aşıp Fransa’ya dayanıyorlar. Bu kadar kısa zamanda bu kadar büyük kara parçasının fethi tarihte görülmemiş. Daha sonra bu iki komutan bilinmeyen bir nedenle dönemin Emevi hükümdarı tarafından Şam’a çağrılıyor. Ama onların bu topraklarda ektiği tohum 1492’de resmen sona erse de günümüze kadar canlılığını koruyor. Önce valiler dönemini yaşıyor yarımada (715-756). Sonra Endülüs Emevi Devleti kuruluyor (756-1031). Ardından Beylikler (1031-1090), Murabıtlar (1090-1147), Muvahhidler (1146-1248) ve Granada Sultanlığı (1231-1492) ile 8 asır süren dönem son buluyor. Avrupa’da Rönesans’ın temellerini oluşturan; Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların tarihte eşine rastlanmamış bir hoşgörü içinde bir arada yaşadığı; sanat, bilim, mimari ve edebiyatta zirve yapan bir hayat yaşanıyor bu topraklarda. Aragon Kralı Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi İsabella’nın evliliğiyle Hıristiyanların birleşmesi, Vatikan’ın çağrısı ile Müslümanları bu topraklardan atma gayreti, 1492’deki sonun sebepleri. Ama bu 3 kitabı okuduğunuzda Müslümanların bu toprakları kaybetmesinin asıl sebebinin dâhilî çekişmeler olduğunu görüyorsunuz. Bir yarımada etrafında aynı dönemde neredeyse 20’ye yakın devlet kurmak gibi bir basiretsizlik söz konusu. Fetih sonrası fitnelerin ardı arkası kesilmiyor, meydana gelen asabiye savaşları, bölünmeler, parçalanmalar Hıristiyanların iştahını kabartıyor. Hıristiyanlar, tarihte reconquista (geri alma) denen hareket etrafında birleşerek yeniden bu toprakları ele geçiriyor. 2 Ocak 1492’de de Granada’nın son sultanı Ebu Abdullah (XII. Muhammed de denir) şehrin anahtarını Kral Ferdinand’a teslim ediyor.

   Granada “yürümek ve düş kurmak için yaratılmış bir şehir” diye anılıyor. Francisco A. de Icaza’nın Elhamra’daki La Polvorosa Kulesi’nde sergilenen dizelerinde dediği gibi: “Ona sadaka verin bayan/ bu dünyada/ Granada’da kör olmak kadar/ kötü bir felaket yoktur…”
Gerçekten büyülü bir şehir Granada. Müslüman ve İspanyol kültürünün içiçe olduğu, Batı ve Doğu’nun bir potada eridiği, hem dünyevi hem de ruhani zevklere hitap eden Granada, sadece dillere destan Al Hambra Sarayı için bile görülmeye değer. Lezzetli tapasları, flamenco şovları ve yüzyıllar öncesine dayanan tarihi mimari eserleri ile Granada, Avrupa’nın en gözde destinasyonlarından birisi.
İspanya’nın Endülüs Bölgesinde, ülkenin en yüksek dağları olan Sierra Nevada Dağları’nın eteklerindeki bir vadide kurulmuş Granada, asıl ününü Endülüs Emevileri’nden kalma büyüleyici Al Hambra Sarayına borçlu. Endülüs bölgesinin batısında, bölgenin en büyük şehri olan Granada, pek çok coğrafi farklılığı barındırıyor. Güneyde Akdeniz’e kıyısı olan bölgede İspanya’nın en yüksek dağı olan Mulhacen’in de yer aldığı Sierra Nevada Dağları bulunuyor. Darro ve Genil nehrilerinin arası ise geniş, verimli ovalarla kaplı. Aralarında Al Hambra Sarayı’nın da yer aldığı eski yapılar tepelerin üstüne ve çevresine konuşlanırken, yeni yerleşim düz ovada kurulmuş.
Granada 1492’de Kraliçe Isabel ve kocası Ferdinand’a son teslim olan Müslüman kenti. Bu zamana kadar Emeviler tarafından inşaa edilen bazı yapılar şehirde büyülü bir atmosfer yaratıyor. Granada’nın en önemli hazinesi Al Hambra Sarayı. İspanya’nın en yüksek dağı Sierra Nevada’nın eteklerinde 9. yüzyıldan itibaren kraliyet binaları inşaa edilmeye başlanmış. Ancak Al Hambra Sarayı, bugünkü büyüklüğüne ve ihtişamına 14. yüzyılda Endülüs Emevi’lerinin başında olan Nazari hanedanlığı sırasında ulaşmış. Sultan Yusuf I ve oğlu Sultan Muhammed V döneminde Al Hambra’da ardı ardına büyüleyici saraylar inşaa edilmiş, bahçeler oluşturulmuş.


     Ruhu Tazelendiren Bahçeler
Ayrıca Elhamra’da çok hoş bahçeler, çeşmeler ve havuzlar vardır. Enrique Sordo’nun bir kitabında yazdığına göre “bu Arap tarzı bahçeler, cennetten bir köşe gibidir” (Moorish Spain). İslami etki her yerde açıkça görülür. İspanyol yazar García Gómez şunları yazdı: “Kuran’da cennet, şahane derelerle sulanan . . . . süslü bir bahçe olarak detaylı bir biçimde tarif edilir.” Elhamra’da su bolca kullanılır. Bu da, çölün sıcak ve kurak havasına alışkın insanlar için bir nimettir. Bahçenin tasarımcıları, insanı rahatlatan su sesini dinlemenin bir zevk olduğunu ve suyun havayı serinlettiğini fark etmişlerdi. İspanya’nın parlak göklerini yansıtan dikdörtgen havuzlar insanda ferahlık ve aydınlık duygusu uyandırır.
Elhamra’nın bulunduğu, Sabika tepesine komşu Cerro del Sol tepesinde Cennet’ül Arif adı verilen tenha bir Magrip villası ve bahçesi yer alır. Arap bahçe mimarisinin güzel bir örneği olan Cennet’ül Arif’in “dünyanın en güzel bahçelerinden biri” olduğu söylenir.* Bu bahçe önceleri bir köprüyle Elhamra sarayına bağlıydı ve herhalde Granada hükümdarları dinlenmek için bu villayı kullanıyordu. Bir avlunun sonunda Su Merdiveni vardır. Burada duyulara hitap eden ışık, renk ve farklı kokular ziyaretçileri cezbeder.
Magrip’in İç Çekişi
Granada’nın son hükümdarı Boabdil (XI. Muhammed), şehri Fernando ve Isabel’e teslim ettikten sonra ailesiyle sürgüne gider. Şehirden ayrıldıktan sonra, bugün El Suspiro del Moro (Magrip’in İç Çekişi) olarak adlandırılan yüksek bir tepede dururlar. Muhteşem kırmızı saraylarına son kez dönüp bakarlarken, Boabdil’in annesi ona şöyle söyler: “Erkek gibi savunamadığın saray için kadın gibi ağla!”
Her yıl Elhamra’yı ziyarete gelen üç milyon kişiden bazıları, hâlâ aynı tepeye gider. Boabdil gibi onlar da, taç gibi olan Granada’yı ve onun tepesindeki inci gibi duran Arap sarayını seyrederler. Bir gün Granada’yı ziyaret ederseniz, siz de Magrip kralının acısını anlayabilirsiniz.

         CONVİVENCİA

     Pedro’nun bahsini ettiği birlikte yaşama kültürü, tarihte Endülüs’ü farklı kılan en önemli unsurlardan biridir. Endülüs’te 3 din bir arada huzur içinde yaşar. Biraz daha geriye gittiğimizde bu coğrafyada Katolikliğin 586’da bütün İspanya’nın resmî dini hâline geldiğini görürüz. Orta ve alt tabaka, kilisenin nüfuz sahibi olmasından başlangıçta mutlu olur. Ancak kilise bu sınıflara yönelik vaatlerini yerine getirmez. İslam fethi sonrasında buraların kolayca İslamlaşmasında kilisenin bu kayıtsızlığının da etkisi büyüktür. Katolikliğin resmi din haline gelmesi İspanya’da en çok Yahudileri etkiler. 694’te çıkarılan bir fermanla ülkedeki Yahudilerin toptan köle statüsüne alındığı ilan edilir. Yahudiler için de Müslümanların bu toprakları fethetmesi kurtuluştur.
Fetihten sonra Müslümanlar, Hıristiyanların aksine birlikte yaşama kültürünü ön plana çıkartır. 713’te Müslüman komutan Abdulaziz bin Musa ile İspanyol Teodomiro arasında şöyle bir anlaşma imzalandığını Mehmet Özdemir’in Endülüs Müslümanları kitabından okuyoruz: “Anlaşma şartlarına uydukları sürece, Teodomiro ve onun idaresi altındaki herhangi bir Hıristiyan’ın malına dokunulmayacak, kendileri, çocukları ve kadınları öldürülmeyecek, esir edilmeyecek, dinlerini yaşama hususunda herhangi bir engelle karşılaşmayacak, kiliselerine dokunulmayacaktır.”
Fethin ardından Hıristiyanlıkla alakalı düşünce, eğitim ve öğretim faaliyetleri de gözle görülür bir canlılık kazanır. Bu hoşgörüden en fazla faydalananlar Yahudiler olur. Kaybettikleri sivil ve dini haklarını yeniden kazanırlar. Müslümanlar Yahudi topluluklarını şehir merkezlerine yerleştirir. Kapatılmış sinagogların açılmasına izin verilir. Müslümanların bu tutumu sonraları, 3 dinin bir arada yaşama sanatı diye tabir edilen ‘convivencia’ kavramını ortaya çıkarır.
Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlara hoş görülüdür ancak birbirleriyle yaşama noktasında ise aralarında sık sık fitneler çıkar. Yaşanan taht kavgaları, Endülüs’te uzun dönemli ve coğrafi açıdan geniş bir devlet kurmalarına engeldir. Müslümanların birbirlerine düşmeleri 1492’deki hazin sonu getirir.
1492’den sonra sadece Müslümanlar değil, Yahudiler de büyük sıkıntı yaşar. Hıristiyanlar, Granada’nın anahtarını teslim sırasında Müslümanlarla yapılan 67 maddelik anlaşma metnini 2-3 ay sonra unutmaya başlar. Tuleytula’daki (Toledo) cami kiliseye çevrilir. Gırnata Ulu Camii (Cami el’Kebir), Kraliçe İsabella’nın emriyle yıkılır. Yerine büyük bir katedral inşa edilir. Yaklaşık 5 yıl sonra ise şehir merkezinde oturan Müslümanlar göçe zorlanır. Halkın İslam’la alakalı bilgi kaynaklarını kurutmak için Arapça dini eserler toplattırılarak yakılır. Müslümanların isyanları sert bir şekilde bastırılır. Bazı Müslüman topluluklar topluca vaftiz edilmeyi kabul edince bağışlanır. Endülüs Müslümanları görünüşte Hristiyan’mış gibi davranma yolunu da seçer. Bu Müslümanlara Moriskolar denir. Ancak Hıristiyanlar daha ağır kararları yürürlüğe koyar. Hayvanların İslami usulde kesilmesini önlemek için Moriskoların kasap olmaları dahi yasaklanır. Mescitler kapatılır. Arap isimleri yasaklanır, çocukların sünnet ettirilmesi de... Yasaklara uymayanlar Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanır. Bu mahkemeler Yahudileri de takip etmek için kurulmuştur. İyice bunalan Moriskolar 1568-1570’de büyük bir isyan daha çıkartır. İsyan Hıristiyanların başını ağrıtır ancak isyancılar arasında ikilik çıkınca çok geçmeden bastırılır. Düşünün Müslümanlar isyan ettiklerinde bile birbirlerine düşer.
90 yıl süren asimilasyon politikası beklenen neticeyi tam olarak vermeyince İspanyollar 1609’da Moriskoların ülke dışına sürülmelerine karar verir. 5 yıl süren sürgün neticesinde çoğu Müslüman Kuzey Afrika’ya göç eder. Fransa’ya, İtalya’ya, hatta Osmanlı topraklarına kadar gidenler olur. Sürgünde yarım milyon insanın göç ettiği tarihi kaynaklarda yer alıyor. Osmanlı’nın yardımlarından Yahudiler de payını alır. 2003 yılında yani aradan tam 511 yıl geçtikten sonra İspanyol Müslümanlar Endülüs topraklarında ilk camilerini açar. Caminin yapımı için izin alma süreci 19 yıl sürer. Bugün 300 bin nüfuslu Granada’da 10 bin Müslüman yaşıyor.



.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder