25 Haziran 2015 Perşembe

Üçler, yediler, kırklar Gavs - Kutub Efsanesi

Soru: Üçler, yediler, kırklar diye halk arasında sıkça duyduğumuz şeylerin manası nedir?
Cevap: 
Tarikatlarda ricâlu’l-gayb (gayb erenleri) olarak bilinen ve üçler, yediler, kırklar olarak da adlandırılanlar, kimliklerini gizlediğine inanılan ve kutup, gavs, evtâd, revâsî, nukebâ ve nucebâ adı verilen kimselerdir.
Kutup, en büyük velî bilinir. Tarikatçılara göre, erenlerin başı ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir.
Gavs, tarikatçıların darda kalınca sığındıkları ve yardım istedikleri kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınır­lar. Gavs olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharı sayılırlar. Yani Allah’ın isim ve sıfatlarının onların şahsında ortaya çıktığına inanırlar. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı azam = en büyük gavs” lakabıyla ünlüdür.
Revâsî “dağlar”, evtâd “direkler” anlamına gelir. Onlara göre felaket za­manında kullar evtâda, evtâd da revâs­îye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” derler. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn (sağdaki imam) kutbun hükümle­rine, imam-ı yesâr (soldaki imam) da haki­katine maz­har sayılır. Yani biri kutbun kararlarını, diğeri de gerçek yönünü bilir, derler. Kutup ölünce yerine imam-ı yesâr geçer. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Bunlardan başka, sayıları se­kiz veya kırk olan “nücebâ” ile sayıları on veya üç yüz olan “nukebâ” bulunduğu ve onların in­san­ların iç dünyalarından haberdar olduğu kabul edilir.
Bunlar, Kur’ân’ın, küfür ve şirk sayarak yasakladığı şeylerdir. Müslümanlar, namazın her rekâtında “Yalnız sana kul olur ve yalnız senden yardım isteriz” (Fatiha 1/5) diyerek zihinlerini canlı tutarlar ki, bu hale düşmesinler. (KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2009, s: 98-99)
Kutub: Tasavvufta, evrenin manevi yönetiminden sorumlu veliler hükümetinin başkanı. Mutasavvıflara göre değirmen taşı milin çevresinde döndüğü gibi bütün evren de kendisinin çevresinde döndüğü için, veliler başkanına kutub denilmiştir. Herhangi bir sıfatla birlikte kullanılmadığında kutub kelimesi bu başkanı dile getirmekle birlikte, birden çok kutubdan söz etmek mümkün olduğundan Kutub yerine "Kutbu'l-Aktab" (Kutublar Kutbu) deyimi kullanılır. Kutub'a, kendisine sığınanlara yardım eden anlamında Gavs ya da "Gavsu'l-Azam" da denir.
Kutub, varlığın yaratılış nedeni olan Muhammedî hakikatin (Hakikat-ı Muhammediye) kendisinde tecelli ettiği kişidir. Veliliğin son ve en yüksek makamı olan kutubluğa kişi kendi çaba ve çalışması ile değil, ancak Allah'ın bağışı, vergisi sonucu gelebilir.
Kutubluk makamının Kutbu'l-İrşad ve Kutbu'l-Aktab ya da Kutbu'l-Vücud denilen iki çeşidi vardır. Kutbu'l İrşad, nübüvvet (peygamberlik) kurumunun içyüzünü (batın); Kutbu'l Vücud ise son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'in içyüzünü temsil eder. İrşad kutubları nebiler gibi çok olabilir; fakat Vücud Kutbu her dönemde ancak bir tane bulunabilir.
Tasavvufi kitaplarla mutasavvıflar arasında sık kullanılan "Aktab-ı Erbaa" (Dört Kutub) deyimi, genellikle Abdülkadir Geylani, Ahmet Rufai, Ahmet Bedevi ve İbrahim Desuki'yi dile getirir. Bazan Ebu'l-Hasan eş-Şazili, İbrahim Desuki yerine dördüncü kutub olarak anılır. Mevlana Celaleddin Rumi, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli ve Şeyh Şaban Veli de Anadolu'nun dört kutbu kabul edilir.
Kutb'un başında bulunduğu Ricalu'l-Gayb (Gayb Erenleri), Merdan-ı Huda, Merdan-ı Gayb ve Hükumet-i Sufiye (Mutasavvıflar hükümeti) gibi adlarla anılan veliler düzeninde Kutub'un sağ ve solunda İmaman denilen iki imam yeralır. Kutub'un sağında yeralan imam (İmam-ı Yemin), Melekût âleminin işleri ile; sol yanında yeralan imam (İmam-ı Yesar) ise Mülk âleminin işlerine bakar. Sağdaki imam, Kutub'un hükümlerine; soldaki imam, Kutub'un hakikatine mazhardır. Kutub öldüğü zaman yerine soldaki İmam geçer.
Halk arasında daha çok "Üçler" olarak anıları Kutub ve İmaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten Evtad-ı Erbaa (Dört Direk), daha aşağılarda ise yedi iklimi yöneten Yediler (Abdal, Ahyar), halka yardım eden Kırklar (Nüceba) ve insanları gözetleyip denetleyen Üçyüzler (Nükeba) bulunur.
Hucviri gibi bazı mutasavvıf yazarları "Bunların sıhhati üzerinde Ehl-i sünnetin icmaı vardır." (Keşfu'l Mahcub, Hakikat Bilgisi, İstanbul 1982, s. 330) demektedir. Ancak bazı kelam ve hukuk bilginleri, Kutub inancını İslam'ın temel inanç ilkeleriyle bağdaşmaması nedeniyle onaylamamışlardır. Bize göre böyle bir anlayışın esassız olması düşünülemez. Ancak İslami inanca uygun olmayan düşünce ve değerlendirmelere de dikkat etmek gerekir.


bu söz kalıpları içinde, evliya dedikleri kişilere olağanüstü yetkiler yakıştıran kimi tarikatlar da onlara bu yetkiyi Allah’ın verdiğini iddia eder.Halbuki bu sözlerin Kur'an ve Sünnet'de yeri olmadıklarını da bilirler.
Kendi kaynaklarında geçen bu sözlere sundukları anlamlar;

Velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâda yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup
ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur. Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.

Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır.
Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on ya da üç yüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler

Kutup: En büyük velî bilinir. Tarikatçılara göre, erenlerin başı  ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir.

Kutb'ul İrşad :"son derece az bulunur. Uzun zamanlar ve asırlar geçtikten sonra ortaya çıkar, hidayet ve zuhurunun nuru ile karanlık cihanı aydınlatır. Onun irşadı bütün cihana yaygındır. Arştan yeryüzünün merkezine kadar her kime rüşt, hidayet, iman ve marifet ulaşırsa onun yolundan ulaşır ve ondan alınır.Onun aracılığı olmadan bu devlet kimseye nasip olmaz.  Kutbu inkar eden yahut ondan rahatsız olan kimselere gelince, Allahın zikir ile meşgul olsalar bile gerçek rüşd ve hidayetten mahrum olurlar.  kutbu seven ve ona içten inanan kimseler, ona gönülleriyle yönelmeseler, Allahın zikir ile meşgul olmasalar dahi, yalnızca sevgileri sebebi ile rüşt ve hidayetin nuru onlara ulaşır."İmam Rabbânî, el-Mektûbât, Arapça nüsha,, c. I, s. 254, 260. mektubun son bölümü tercüme Hayreddin Karaman, ımamı Rabbani ve ıslam Tasavvufu, ıstanbul, 1992, s. 219-220
Ricalü'l-gayb: Gayb erleri, bilinmeyen kişiler demektir. Ricalü'l-gayb'a dahil olan kişileri kimse tanıyamadığı için kendilerine bu ad verilmiştir.

Bunların başı: Kutbü'l-Bausül - Ferd el - Cami'dlr.
Bu zat, Ruhaniyetiyle dünyanın dört .köşesini dolaşabilmektedir. Allah (C.C.) kendisini çok sevdiğinden O'nu herkesten gizlemiştir. Gerek havastan gerek avamdan hiç kimse O'nu tanıyamamaktadır. Kendisi cahil gibi görünür, âlimdir: anlayışsız görünür, ama çok zekidir. Hem yakın görünür, ama uzaktır. Hem alır görünür, ama almaz. Hem kendisinden korkulur, hem de kendisine emniyetle bakılır. Hâlleri böyle çok değişik tir. Veliler arasındaki veri, daireye göre merkezi nokta gibidir. Alemin düzen ve salâhı onunladır.

Nükaba (seçilmiş kişiler) kırk kişiden: Nüceba ise üçyüz kişiden oluşur . Bunlardan Kutbü'1-Gavs ne zaman vefat ederse dörtlerin en iyisi onun yerine seçilir. Dörtlerden birisi vefat ederse yedilerin en iyisi onun yerine seçilir. Yedilerin birisi vefat ederse kırklardan en iyisi onun yerine seçilir. Besyüzlerden birisi vefat ederse. Salihlerden birisi onun yerine seçilir. Ne zamanki Allah (C.C.) kıyametin kopmasını dilerse hepsi birden vefat ederler. Zira bunların aracılığı ile Allah'ü Teala kullarından bela ve musibeti def eder. Yine bunların vesilesiyle yağmur yağdırır (S.131)Seyyid Abdülhakim El Hüseyni ve Nakşibendi Tarikatı , Menzil Kitabevi

Kutb'un Yardımcıları

1- İmâmân (iki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekut, diğeri mülk alemi ile görevlidir.
2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişiolduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'l-Aktab'tan bir feyizdir.Bunlar ölecek olursa bütün alem bozulur.
3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olanbölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattır. Sayılarıkırktır. Yirmi ikisi Şam'da, on sekizi Irak'tadır.
4- Nuceba' (soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar.
Yerleri Mısır'dır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır.Yetmiş kişidirler.
5- Nukeba' (başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz omlduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır.

İbn Arabi ;Futuhat-ı Mekkiye'de  

ayrıca Recebiler denilen  ehlullahtan bir zümre anlatılır. Bunlar kırk kişidirler. Ne fazla ne eksik. Recep ayının ilk gününde sanki gökler onlar üzerine çökmüş gibi bir kenara çekilirler. Asla bir harekete güçleri yoktur. Ne ayak üzere durabilirler, ne oturabilirler... Bu taifeden Recep ayında birçok tecelliler, keşifler ve gayba muttali olmak gibi haller meydana gelir. (İbn Arabi'nin onlardan birini gördüğünü, bu Receb'in Rafıziler'i simalarından tanıdığını kaydeder). İmâmân; iki şahıstır. Biri gavs (Kutbu'l-Aktab)'ın sağındadır. Nazarları alemi melekûtadır. Ona Abdurrab denir. Biri de solundadır. Nazarları alemi melekedir. Ona Abdulmelik denir. Mertebe bakımından bu İmam  Abdurrab'dan daha faziletlidir. Evtad: Alemin dört rüknünde dört kişidirler. Biri doğudadır ve adı Abdulhay'dır. Biri batıdadır ve adı Abdulalim'dir. Biri kuzeydedir ve adı Abdulmürid'dir. Biri
de güneydedir ve adı Abdulkadir'dir." (Ondan sonra ebdal, nuceba, nukeba, rukeba ve hususiyetleri, görevleri anlatılır). Üçler, yediler, kırklar gibi halk arasında yaygın olan batıl inancın bu masallara dayandığı anlaşılıyor.
yorum;
Nitekim Hızır'ın kişiliği etrafında örülen masallar ve uydurulan hikayeler de bu inançlara dayanmaktadır. Çünkü gayb ricali, mukaddes ruhlar, nukeba, nuceba, rukeba, evtad, ebdal, aktab, gavs, gavsı azam gibi Batınî
Şii memleketin kurmayları yahut erkanı toplumun zihinlerine mukaddes inanç olarak sokulmuş ve bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Zaten tasavvuf Şii-Batıniliğin aldatıcı maskesinden ibaret değil midir?!


İbn Arabi En Büyük Kutup!

Aktab, evlad ve ebdal için İbn Arabi bu nitelikleri saydıktan sonra haliyle kendini bu ünvanlardan biriyle niteliyecektir. Ne var ki aşağı bir ünvanı yahut küçük bir mertebeyi kendine yakıştıracağını sanmayınız. Onun için
kendisinden büyük bir kutbun bulunmadığı en büyük kutup olarak kendini ilan etmekte ve şöyle demektedir: "Bu asırda ubudiyet makamında benim kadar tahakkuk eden birinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü
Rasûlullah'a veraset hükmüyle ubudiyet makamında hedefe ulaştım. Ben, âlemde hiçbir kimse üzerinde  rububiyetin bir hevesi olduğunu bilmeyen halis ve muhlis bir kulum. (Yahut alemde rububiyette gözü olan benden
başka kimse yoktur). Allah bu makamı kendisinden bir bağış olarak bana verdi. Onu amel ile elde etmedim, sadece Allah'ın vergisidir." Görüyorsunuz, İbn Arabi kendini hiçbir zirvenin boy ölçüşemiyeceği bir zirvede koyuyor ve herhangi bir kimse  kendisinden bu tercihin ve seçimin delil ve belgesini sormaması için bunun kendisine Allah tarafından verildiği yalanını söylüyor.  Bu şekilde İbn Arabi, şeytanın hasta tasavvuf
zihniyetine çizdiği gizli devlet üzerinde taç giymiş bir melek veya hükümdar olarak kendini ilan ediyor. Kendini kutupların kutbu, peygamberin varisi ve bilginlerin bilgini olarak empoze ediyor. Kendisinden sonra gelen ve yolunu izliyen bütün tasavvuf şeyhleri de bu yalanını onaylıyor, kendisine şeyhi ekber ve (kibrit-i ahmer) bulunmaz elmas diye niteliyorlar. Felsefeyi, eski dinleri ve her döneminde cahiliyye
hurafelerini ezberleyip bir sentezini yapan bu zındık, bu sapık inançlarını ahmak, putperest ve cahiliyye akidebi halinde insanlara sunabilmekte, ona tilkiden daha kurnaz bir ustalıkla âyet ve hadislerden bir kılıf giydirmektedir.
Bu kılıfla bu putperest inanç cahil müslümanlar arasında velayetin zirvesi ve kutupların kutbu olarak yayılabilmekte, asırlar boyunca batılın simsarları bunun ticaretini yapmaktadır.Tasavvufçular kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır. Kimileri bunları gavsı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır. Kur'ân-ı Kerîm'den ve Rasûlullah'ın sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama
tasavvufçular batın dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimlerin egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almak istemişlerdir.
Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerini ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklarını görünce hayretler içinde kalır. Zira insanlara
yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliğin esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimlerin elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmiyen insanları velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini
telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazan hayatta olup okuma yazma bilmiyen koyu cahiller, bazan ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazan yollarda ayaklarına işeyen veya kaldırım
kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunaklar, bazan zina eden ve içki içen fasıklar, hatta ibadet teklifinin kendilerinden kalktığını iddia eden kafirler, bazan hayat boyu su ve sabunla yıkanmayıp guya fakirler için tasarruf
yapan murdar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bildikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, her şeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin
gelemediğini iddia ederler.(TASAVVUF İLE  İLGİLİ FETVALAR  EBU MUAZ SEYFULLAH EL ÇUBUKABADÎ s300-303)


Mutarrif Bin Abdullah, babasından naklediyor;
“Amir oğullarından bir kaç kişi ile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldik. Bunlar;  “Sen bizim babamızsın, Sen bizim seyyidimiz (efendimiz)sin, sen bizim en faziletlimizsin, sen bizim en büyüğümüzsün, sen parlak kasesin, sen şöylesin, sen böylesin demeye başladılar. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Ne söyleyecekseniz söyleyin, şeytan sizi şaşırtıp durmasın.”Buhari Edebül Müfred(211) Ebu Davud(4806)
Ebi Bekre r.a.’den;
“Birisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında birisini övdü. Bunun üzerine  buyurdu ki; “Sana yazıklar olsun, arkadaşını boğazladın. Eğer biriniz muhakkak kardeşini övecekse, ve onu dediği gibi
biliyorsa; “Ben onu şöyle zannediyorum” desin. Allah o kimseye yeter, hesabını görücüdür. Kesinlikle Allah katında hiç kimseyi temize çıkarmayın.”287 (Kitabus Samt(597) Buhari(7/87) Edebul Müfred(333) Müslim(4/2296) Ebu Davud(4/252) Ahmed(5/41)

  "Ona ortak saydığınızdan ben niye korkayım? Ama siz, delil olarak indirdiği bir şey yokken, Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. Bu iki taraftan hangisi, güvende olmaya daha layıktır? Eğer bilginiz varsa söyleyin.”(En’am 6/81)
Bu konuda Tarikat ehlinin kendi güvenilen kaynaklarında konuyla alakalı sapmalar ;
Miftah'ül-kulub (kalplerin Anahtarı)Mehmet Nuri Şemsettin Nakşibendi (Salah Bilici Kitabevi, İst-1979)
Sayfa 40 :  [ Sırrı hilafet, kutbul-aktab, Gavs'ül-azam, kutbu ula ve aktab-ı saire bütün evliyaları üç bölümde beyan eder.
Bu gizli yönetim, her asırda Allah tarafından bu şahıslara ihsan edilir. Muhammed (s.a.v.) ümmeti idare ve terbiye etmeleri için izin verir.]
Sayfa 42 :  [Vazife tayin edilen bu zata bir zerre bile olsa, gizli hiçbir şey yoktur, hilafet nuruyla, kendisi ortada bulunup da bir müridi batıda, bir müridi doğuda olsa ikisine birden emr-i Hak (ölüm) vuku bulup da can boğaza geldiğinde iblis, rahatsız etse, o anda iblisin şerrinden kurtarmak için yetişebilir.
Yakın-uzak, gece-gündüz onun için birdir. Herkesin haline vakıftır. Kişinin hali­ni kendisinden iyi bilir. Nereye uzansa yetişir. Yakın uzak, nereye uzansa ayak basar. Göz açıp yumuncaya kadar nereyi görmek isterse görür.
Kutbu ula, Bağdat, Şam, Halep gibi beldelere mutasarrıf olur. Öbür kutublarda hallerince, birer ikişer yere mutasarrıftır. Hatta kafir beldelerine bile mutasarrıftırlar.
Ancak bunların mutasarrıfları kutbul- aktab` ın emriyledir. Kainat dışında bir şey olmaz ki, ona mutasarrıf olmasın. Bütün eşyaya, bütün velilere mutasarrıftır. Kainatta iyi, kötü ne vuku bulursa onun bilmesi ve dilemesiyledir.
Kutublar, memur edildikleri yerden kalkıp da tasarruf etmez. Kendisi İstanbul'da memuriyeti Hint'te olsa, yine o anda icrasına muktedir olur. Bunlar için uzak yakın müsavidir.
Sonra yüzler, üç yüzler, yedi yüzler ve binler yer alır. Bunlar da taraf-ı ilahiden kutbul-aktab`ın ve öbür kutubların hizmetindedir. Bunlardan başka üç binler, beş binler, yedi binler, on binler vardır. Bunların ka­mil ve mükemmeli de olsa, tasarruf işlerine karışmaz.]
Sayfa 82 :  [Bunlar her asırda üçü geçmez.
Birincisi : Kutb-i irşad`dır. Bütün halifelere üstündür. Kendisi doğuda, müridi batıda olsa da müridini terbiye ve irşad eder. Allah'a ulaştırır. Yakın ve uzak kendisine müsavidir.
İkinci : Gavs-ı Azam`dır. Bütün âlemin idarecisidir. Fakat kutb-ul aktab'a bağlı ol­duğu için tasarrufa karışmaz. Daima kendi halinde olur.
Üçüncüsü : Kutbul-aktab`dır. Zamanın bir tanesi, ariflerin sultanı, Allah'ın halifesidir. Derecesi ve kimliği olduğu için bütün yaratılmışların, bütün varlıkların yiyimi, içimi, hareketleri, kaza ve kaderleri, hasılı dünyada olan her şey onun tasarrufu altında­dır. Dilemesiyle vücuda gelir.]
Sayfa 100: Aktab ve Ehlullah
[ Tecelli-i zatta ilerleyenler, mustağrak-i fizat olurlar. Yüksek olan Allah'ın zatında yok olurlar ki, kendisinden asla haberleri olmaz. Bu tecellide iki hal zuhur eder. Celaliye, cemaliye.
Celaliyede, kendinden habersiz olarak kahır yüzünden tasarrufa dair bazı alametler zuhur eder ve o anda husul bulur. Mesela bir kimseye o anda "öl" dese o saat ölür. Bir ölüye "iznimle kalk" demiş olsa, o saatte hayat bulur.]
 Mutasarrıf: Tasarruf hakkı ve salahiyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idare eden.

ALLAH bütün yetkilerini kutbu aktaba devretmesi iftirası (s:100-101)

Ey aziz: Malûm olsun ki, Nefs-i-sâfiyyede olan Zât-ı-şerif, CAMİ İ-ESMÂ MA'A SIFAT olup, TECELLİ-İ-ZATA mazhar olmuştur. Yani:
Fâni olunuz, sonra fâni olunuz, sonra fâni olunuz,
Baki olunuz, sonra baki olunuz, sonra baki olunuz.
sırrınca, üçüncü derecede FENÂ-FlLLAH ve üçüncü derecede BEKA-BİLLAH olarak TECELL-İ-ZÂT'a MÜSTAGRAKİYN-İ-Fİ-ZÂTİLLAH olmuşlardır.

Nefs-i-sâfiyyede olan Zât-ı-şerifler de, her asırda üç olur:

Birisi, KUTB-ÜL-İRŞÂD'dır. Yani, irşada memur ne kadar Resûlüllah sallALLAHu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin halifesi varsa, Kutb-ül-irşâd olan zatlar, hepsinden üstündür. KUTB-ÜL-İRŞÂD olan zat, kendisi doğuda ve müridi batıda olsa, bulunduğu yerden o müridi terbiye ve irşâd ederek VASIL-I-İLALLAH kılar. Onlar için, yakın veya uzak müsavidir.

İkincisi, GAVS-ÜL-Â ZAM'dır ki, bu da CÂMl-İ-CİHAN ve MUTASARRIF-I-ÂLEM'dir. Fakat, Kutb-ül-aktâb'ın mülâzımı olduğu için tasarrufa karışmaz ve daima kendi hallerinde olurlar.

Üçüncüsü, Kutb - ül - aktâb'dır. Yani, CAMİ - İ - ÂLEM, FE-RİD-ÜZ ZAMAN ve SULTAN-ÜL-ÂRlFlYN HALÎFETULLAH olur. Makamı şerifleri, hüveyyette olduğundan bütün mahlû-kat ve mevcudatın yemeleri içmeleri, oturup kalkmaları, kaza ve kaderleri, sözün kısası dünvada olun bitenlerin hepsi onun tasarrufu altında ve onun dilemesiyle meydana gelir. Nefs-i-sâfivye olmak, zikr olunan üçlere mahsus olup, nefs-i-şerifleri asıl sıfatını bulmuş ve onlar NEFİSSİZ olmuşlardır, iyi anla
Öldürme ve diriltme görevi de bu zatı şeriflere verildiği. Zumlu ve iftirası (s:123-124)
Gerçeği, TECELLİ-İ-ZÂT keyfiyyetinin ilk mertebesidir.
2. Azizim: Malûm ola ki, bu Zât-ı-şerifler, TECELLİ-İ-ZAT'ta ilerleyerek MÜSTAGRAKİYN-İ- Fİ-ZÂT olurlar. Yani, keyfiyyetsiz Zât-ı-ecelli âlâda, öylesine garkolurlar ki, ken- dilerinden asla ve kat'iyyen haberleri olmaz.

Bu tecellide de, iki hal zuhur eder:

Birine CELÂLİYYE ve diğerine CEMALİYYE tâbir olu-nur.
CELÂLİYYE zuhurunda, kendisinden habersiz olarak kahır yüzünden tasarrufa dair bazı alâmetler zuhur eder, o ânda hasıl olur. Yani, o halde iken, bir kimseye: (ÖL!) demiş olsa, o saat oluverir. Bir ölüye de: (İZNİMLE KALK!) demiş olsa, o saat diriliverir. Böylece, her ne söylerlerse, derhal oluverir.
CEMALİYYE halinin zuhurunda da, kendisinden haber-siz olarak; kerem, lütuf ve ihsan yönünden tasarrufa dair her ne olursa, kendilerinden zuhur edecek söze göre derhal vücut bulur. O kadar ki, bir harfi bile kaybolmaz.
Bu keyfiyyete de, TECELLİ-İ-ZÂT'ın ikinci mertebesi olan MÜSTAGRAKİYN-İ-Fİ-ZÂTİLLAH tâbir olunur. (Kaynak: Miftahul kulub1-Mehmed Nuri Şemsittin Nakşibendi, Demir Kitabevi, İst-1968 )



   "Ona ortak saydığınızdan ben niye korkayım? Ama siz, delil olarak indirdiği bir şey yokken, Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. Bu iki taraftan hangisi, güvende olmaya daha layıktır? Eğer bilginiz varsa söyleyin.”(En’am 6/81)




bu söz kalıpları içinde, evliya dedikleri kişilere olağanüstü yetkiler yakıştıran kimi tarikatlar da onlara bu yetkiyi Allah’ın verdiğini iddia eder.Halbuki bu sözlerin Kur'an ve Sünnet'de yeri olmadıklarını da bilirler.
Kendi kaynaklarında geçen bu sözlere sundukları anlamlar;

Velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâda yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup
ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur. Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.

Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır.
Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on ya da üç yüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler

Kutup: En büyük velî bilinir. Tarikatçılara göre, erenlerin başı  ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir.

Kutb'ul İrşad :"son derece az bulunur. Uzun zamanlar ve asırlar geçtikten sonra ortaya çıkar, hidayet ve zuhurunun nuru ile karanlık cihanı aydınlatır. Onun irşadı bütün cihana yaygındır. Arştan yeryüzünün merkezine kadar her kime rüşt, hidayet, iman ve marifet ulaşırsa onun yolundan ulaşır ve ondan alınır.Onun aracılığı olmadan bu devlet kimseye nasip olmaz.  Kutbu inkar eden yahut ondan rahatsız olan kimselere gelince, Allahın zikir ile meşgul olsalar bile gerçek rüşd ve hidayetten mahrum olurlar.  kutbu seven ve ona içten inanan kimseler, ona gönülleriyle yönelmeseler, Allahın zikir ile meşgul olmasalar dahi, yalnızca sevgileri sebebi ile rüşt ve hidayetin nuru onlara ulaşır."İmam Rabbânî, el-Mektûbât, Arapça nüsha,, c. I, s. 254, 260. mektubun son bölümü tercüme Hayreddin Karaman, ımamı Rabbani ve ıslam Tasavvufu, ıstanbul, 1992, s. 219-220
Ricalü'l-gayb: Gayb erleri, bilinmeyen kişiler demektir. Ricalü'l-gayb'a dahil olan kişileri kimse tanıyamadığı için kendilerine bu ad verilmiştir.

Bunların başı: Kutbü'l-Bausül - Ferd el - Cami'dlr.
Bu zat, Ruhaniyetiyle dünyanın dört .köşesini dolaşabilmektedir. Allah (C.C.) kendisini çok sevdiğinden O'nu herkesten gizlemiştir. Gerek havastan gerek avamdan hiç kimse O'nu tanıyamamaktadır. Kendisi cahil gibi görünür, âlimdir: anlayışsız görünür, ama çok zekidir. Hem yakın görünür, ama uzaktır. Hem alır görünür, ama almaz. Hem kendisinden korkulur, hem de kendisine emniyetle bakılır. Hâlleri böyle çok değişik tir. Veliler arasındaki veri, daireye göre merkezi nokta gibidir. Alemin düzen ve salâhı onunladır.

Nükaba (seçilmiş kişiler) kırk kişiden: Nüceba ise üçyüz kişiden oluşur . Bunlardan Kutbü'1-Gavs ne zaman vefat ederse dörtlerin en iyisi onun yerine seçilir. Dörtlerden birisi vefat ederse yedilerin en iyisi onun yerine seçilir. Yedilerin birisi vefat ederse kırklardan en iyisi onun yerine seçilir. Besyüzlerden birisi vefat ederse. Salihlerden birisi onun yerine seçilir. Ne zamanki Allah (C.C.) kıyametin kopmasını dilerse hepsi birden vefat ederler. Zira bunların aracılığı ile Allah'ü Teala kullarından bela ve musibeti def eder. Yine bunların vesilesiyle yağmur yağdırır (S.131)Seyyid Abdülhakim El Hüseyni ve Nakşibendi Tarikatı , Menzil Kitabevi

Kutb'un Yardımcıları

1- İmâmân (iki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekut, diğeri mülk alemi ile görevlidir.
2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişiolduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'l-Aktab'tan bir feyizdir.Bunlar ölecek olursa bütün alem bozulur.
3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olanbölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattır. Sayılarıkırktır. Yirmi ikisi Şam'da, on sekizi Irak'tadır.
4- Nuceba' (soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar.
Yerleri Mısır'dır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır.Yetmiş kişidirler.
5- Nukeba' (başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz omlduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır.


...........................................

ismailağa

   Gavs ifadesi bu gün bazı hak tarikatlarda şeyhe verdikleri ön isim olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle her gavs ismini duyduğunuz zaman durup düşünmenize gerek yoktur.
   Gavs: Allah’u Teala’nın yeryüzünde tasarruf hakkı verdiği manevi orduya başkanlık yapan kişi… Bu kişilerin varlığı hadisi şerifler ile sabittir.
Her dönemde ümmetimin en hayırlısı beş yüz (kişi) dir. Bunlardan
kırkı abdallar (yani kırklar) dır. Ne beş yüzlerin, ne de kırkların sayısı
hiç noksanlaşmaz. Çünkü beş yüzlerden biri ölünce, onun yerine
başka biri ve kırklardan biri ölünce, onun yerine de başka biri alınır.
Bunlar kendilerine zulüm edeni af eder, kötülük yapana iyilik yapar ve
Allah’ın kendilerine verdiği (maddî, mânevî) nimetlerden herkesi eşit
şekilde yararlandırırlar. (Ebû Nuaym)
   Utbe bin Gazvan (Radıyallahu anh)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
   “Sizin biriniz bir şey kaybederse yahut yanında arkadaşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse:
   ‘Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdad edin!’ Desin. Çünkü Allah’ın bizim göremediğimiz kulları vardır.” (Taberani, el-Mu’cemu’l Kebir, No:290, 17/117; Haysemi, Mecme’u’zevaid, No: 17103, 10/188)
   İbni Abbas (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
   “Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ’nın hafaza meleklerinin dışında yeryüzünde melekleri vardır ki, ağaç yapraklarından düşenleri yazarlar.
   Sizin birinize çöl arazisinde bir aksaklık isabet ederse: ‘Ey Allah’ın kulları! (Bana) yardım edin’ diye seslensin.” (İbn-i Hacer El-Askalani, Muhtasar-u Zevaidi’l-Bezzar, No:2128, 2/420)
    Abdullah ibn-i Mes’ud (Radıyallahu anh)den rivayet edilen diğer bir hadisi şerifte, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
   “Sizin birinizin sahrada hayvanı kaçarsa: ‘Ey Allah’ın kulları hapsedin! Ey Alalh’ın kulları durdurun’ diye seslensin. Çünkü Allah’ın yeryüzünde hazır bulunan kulları vardır ki, kısa bir zaman içinde onu tutarlar.” (Ebu Ya’la, El-Müsned, No:5269, 9/177, İbni Hacer, el-Metaibu’l Aliye, No:3375, Taberani, El-Mu’cemu’l Kebir, No: 10518, 10/217, Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, No: 1311, 1/330”
   İşte farklı rivayetlerle gelen ve aynı manayı işaret eden bu hadisi şerifler ismini dahi bilemeyeceğiniz insanların, Allah’u Teâlâ tarafından kullarının yardımına koşulması için görevlendirilmiştir.
Başka bir hadis-i şerifte
   “Allah, onlar sebebiyle yer halkından belaları kaldırır.” (Ali el-Müttaki, Kenzu’l Ummal, No:34612, 12/190; Ahmed İbni Hanbel, El-Müsned, No:896, 1/238) hadis-i şerifi de bazı insanlar sebebiyle belaların def edildiğini bildiriyor.
   Peki, Peygamberin hayatta olduğu zaman bile “hürmetine rızık verilen, sebebi ile belalar kaldırılan” bu insanlar kimdir?
   Bakınız Suyuti bu konuda ne buyuruyor:
   “Hadisi şerifteki zayıflardan murat; Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanındaki fakir muhacirlerdir. Kutup ve gavs onlardandır. “Allah’ın kulları, Rahmanın kulları” denirdi ki Kur’an-ı Kerimde de (İnsan suresi 6, Furkan suresi 63) bu tabirler mevcuttur.
   Zamanımızda bu zatlara “kutup”, “Ğavs” “Evtad”, Nüceba” ve “Ebdal” (birler, dörtler, yediler, kırklar, üçyüzler” şeklinde isimler verilmektedir. (Suyuti el-Havi 2/455)
   Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah’u Teâlâ’nın yağmura, rızıklara vesile kıldığı, insanların yardımına gönderdiği bazı kulları vardır. Bu gerçek yukarıdaki hadisi şerifler ile sabittir. İnkâr edenler kâfir olmamakla birlikte, büyük bir hakikati perdelemek amacı taşımaktadırlar.
DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUS!
    Bu inkâr edilemeyen gerçekte bir şeye dikkat etmemiz gerekiyor. Biz yukarıdaki hadisi şeriflerde de bildirildiği gibi zamanın gavsının veya kutbunun kim olduğunu bilemeyiz. Ancak hüsnü zan ederiz. Hüsnü zan ettiğimiz kişinin gavs olması veya olmaması hadisi şeriflerde bildirilen gerçeği değiştirmez. Yani herkes kendi hocasına, Allah dostu diyebilir. Kişi onların demesi ile gavs olmayacağı gibi, onların inkârı ile de gavslıktan çıkmaz. Bu tamamen manevi bir iştir.
   Diğer husus ise “gavs” ismidir. Peygamberimiz hadisi şerifte bu insanları vasfederken “görmediğimiz” “hazır kullar” buyuruyor. Bu kişilerin varlığı inkâr edilemeyeceğinden, bunları “gavs” “kırklar” gibi isimlendirmekte bir mahzur yoktur. İsmin “gavs” veya “üçler” veya “kırklar” olması da bu gerçeği değiştirmez.
BİZE DÜŞEN…
   Hadis-i şerifler bu insanların varlığını haber verdiği gibi onlardan yardım istemenin meşru olduğunu da beyan etmektedir. Onların Allah’ın izniyle yardım edeceklerini bildikten ve böyle inandıktan sonra bize düşen şey hadis-i şeriflerin bildirdiği hakikati inkâr etmemek, Allah’ın hazır ordusundan istifade etmektir. İnkar etmek dinen bir mesuliyet gerektirmez ancak yarın Resulüllah’ın huzuruna varıldığında O’nun bildirdiği gerçekleri inkar etmenin mahcubiyetini kaldırmak zordur.

 Sorularla islamiyet
Kutub: Tasavvufta, evrenin manevi yönetiminden sorumlu veliler hükümetinin başkanı. Mutasavvıflara göre değirmen taşı milin çevresinde döndüğü gibi bütün evren de kendisinin çevresinde döndüğü için, veliler başkanına kutub denilmiştir. Herhangi bir sıfatla birlikte kullanılmadığında kutub kelimesi bu başkanı dile getirmekle birlikte, birden çok kutubdan söz etmek mümkün olduğundan Kutub yerine "Kutbu'l-Aktab" (Kutublar Kutbu) deyimi kullanılır. Kutub'a, kendisine sığınanlara yardım eden anlamında Gavs ya da "Gavsu'l-Azam" da denir.
Kutub, varlığın yaratılış nedeni olan Muhammedî hakikatin (Hakikat-ı Muhammediye) kendisinde tecelli ettiği kişidir. Veliliğin son ve en yüksek makamı olan kutubluğa kişi kendi çaba ve çalışması ile değil, ancak Allah'ın bağışı, vergisi sonucu gelebilir.
Kutubluk makamının Kutbu'l-İrşad ve Kutbu'l-Aktab ya da Kutbu'l-Vücud denilen iki çeşidi vardır. Kutbu'l İrşad, nübüvvet (peygamberlik) kurumunun içyüzünü (batın); Kutbu'l Vücud ise son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'in içyüzünü temsil eder. İrşad kutubları nebiler gibi çok olabilir; fakat Vücud Kutbu her dönemde ancak bir tane bulunabilir.
Tasavvufi kitaplarla mutasavvıflar arasında sık kullanılan "Aktab-ı Erbaa" (Dört Kutub) deyimi, genellikle Abdülkadir Geylani, Ahmet Rufai, Ahmet Bedevi ve İbrahim Desuki'yi dile getirir. Bazan Ebu'l-Hasan eş-Şazili, İbrahim Desuki yerine dördüncü kutub olarak anılır. Mevlana Celaleddin Rumi, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli ve Şeyh Şaban Veli de Anadolu'nun dört kutbu kabul edilir.
Kutb'un başında bulunduğu Ricalu'l-Gayb (Gayb Erenleri), Merdan-ı Huda, Merdan-ı Gayb ve Hükumet-i Sufiye (Mutasavvıflar hükümeti) gibi adlarla anılan veliler düzeninde Kutub'un sağ ve solunda İmaman denilen iki imam yeralır. Kutub'un sağında yeralan imam (İmam-ı Yemin), Melekût âleminin işleri ile; sol yanında yeralan imam (İmam-ı Yesar) ise Mülk âleminin işlerine bakar. Sağdaki imam, Kutub'un hükümlerine; soldaki imam, Kutub'un hakikatine mazhardır. Kutub öldüğü zaman yerine soldaki İmam geçer.
Halk arasında daha çok "Üçler" olarak anıları Kutub ve İmaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten Evtad-ı Erbaa (Dört Direk), daha aşağılarda ise yedi iklimi yöneten Yediler (Abdal, Ahyar), halka yardım eden Kırklar (Nüceba) ve insanları gözetleyip denetleyen Üçyüzler (Nükeba) bulunur.
Hucviri gibi bazı mutasavvıf yazarları "Bunların sıhhati üzerinde Ehl-i sünnetin icmaı vardır." (Keşfu'l Mahcub, Hakikat Bilgisi, İstanbul 1982, s. 330) demektedir. Ancak bazı kelam ve hukuk bilginleri, Kutub inancını İslam'ın temel inanç ilkeleriyle bağdaşmaması nedeniyle onaylamamışlardır. Bize göre böyle bir anlayışın esassız olması düşünülemez. Ancak İslami inanca uygun olmayan düşünce ve değerlendirmelere de dikkat etmek gerekir.




Gavs :
Kutub derecesine eren en büyük velîye kendisinden manevî yardım istendiği (istigâse) için gavs da denilir. Gavs-ı A'zam tabiri de kutb-i ekberi karşılar.

Tasavvuftaki klasik Mitolojik hikayelerden biriyle daha karşı karşıyayız! Yüce Allah'ı rububiyyet ve uluhiyyetten soyutlanın ve felsefede "Akl-ı evvel", Hristiyanlıkta "Kelime" ve tasavvufta "Kutup" olarak adlandırılan batıl bir kuruntuya giydirilen bir uydurma!..

[​IMG] [​IMG]

Gavs sıfatının lugati Farsça , Fars'ın da (İran) Şia, "Tasavvuf"un da Şia'dan beslenerek ortaya çıktığı gibi, Hallac-ı Mansur, Celaleddin-i Rumi (Mevlana), İbn Arabi vs pek çok tasavvuf ehlince büyük sanılan önderleri İran'da bulundukları, eğitim aldıkları siyerleri incelendiğinde görülecektir.

Kutub inancına ilk defa Muhammed b. Ali el-Kettânî'de (ö. 322/934) rastlanır. Kettânî, ricâlu'l-gaybdan bahsederken kutub anlamında kullanılan gavsın bir tane olduğunu söyler. (Şa'rânî, et-Tabakât, 1, 95)
Kettani'den sonra kutubdan daha açık ve geniş olarak Hucvîri bahsetmiştir.
Hucviri'ye göre kutub zahir ve bâtın, maddî ve manevî bütün varlıkların eksenidir, yani her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Onun her şeye feyiz veren bir özelliği vardır. Allah âlemi ve âlemdeki düzeni onun aracılığı ile devam ettirir. (Keşfu'l-mahcub, s. 249, 329,346)

Bazı mutasavvıflar gavslık (gavsiyet, kutbiyet) makamını ikiye ayırırlar.
Birinci makam: İrşâd,
ikinci makam: Vucud makamını oluşturur.

İrşâd makamı, nübüvvetin bâtınını; vucud makamı da son nebi Muhammed (s.a.v.)'in bâtınını temsil eder. İrşâd makamı birden çok gavs tarafından temsil edilebilir, dolayısıyla aynı anda birçok gavs bulunabilir. Fakat vucud makamı ancak tek gavs tarafından işgal edilebilir; bu nedenle her yüzyılda ancak bir vucud gavsi vardır. Bu tarifte vucud gavsı, gavsu'l-âzam demektir. Gavsu'l-âzam'a ayrıca Abdullah, Abdu'l-Câmi adları da verilir.

el-Kaşanî şöyle diyor:
"Kutup, ya madde alemindeki yaratıklara nisbetle kutuptur ki, ölünce ona yakın bedel yerine halife olur, ya da gayb ve şehadet (madde) alemindeki bütün mahluklara nisbetle kutuptur ki, onun yerine ne bir bedel halife olur ne de bir başka yaratık yerini tutar. Bu da şehadet aleminde birbirini takip eden kutupların kutbudur. Ondan önce ne bir kutup olur ne de yerine başkası geçer. O da "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım' ifadesinde sözü edilen Mustafa (Muhammed)'in ruhudur.

(el-Kaşânî, Keşfu'l-Vucuhi'l-Ğur, 2/103, 1320 h. Divan şerhi hamisinde. Meşhur tasavvuf kitaplarının hepsinde bu konu değiişik boyutlarıyla işlenmekledir. "Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım" anlamındaki hadisi tasavvufçular kutup anlayışları ve Hakikat-ı Muhaımmediyye inançlarına dayanak yapmak için uydurmuşlardır. Bu rivayet hadis değil, uydurma bir sözdür. (Keşfu'l Hafa 2/164, Leyla mad.)
Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne ricâlu'l-gayb (gayb adamları, gayb erenleri) denir. Bunlar, Kur'an'ın, "Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar (revâsi) yerleştirdik" (Kaf, 7) ayetinde andığı "dağlar" mesâbesindedir.
Ricâlullah, merdân-ı huda, merdân-ı gayb, hukûmet-i sufiye gibi adlarla da anılan ricâlu'l-gayb örgütünde gavs'ın altında İmaman (iki İmam) bulunur.
Sağdaki imama, İmam-ı yemîn, soldaki imama; İmam-ı yesâr denir. İmam-ı yemîn, gavs'ın hükümlerinin, imamı yesâr gavs'ın hakîkatinin mazharıdır. Gavs öldüğü zaman yerine İmam-ı yesâr geçer.
3'ler de denilen gavs ile imaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten evtâd-ı erbaa (dört direk) bulunur. Daha aşağıda ise nuceba (necibler, 8 ya da 40 veli) ve nükebâ (nakibler, denetçiler, on ya da üçyüz veli) yeralır.

Başka bir tasnife göre, ricâlu'l-gayb toplam 4000 veliden oluşur. Bunlar halktan gizlidirler (mektûm). Bunlar içinde ahyâr (hayırlılar) adı verilen 300 veli, ilk üst grubu oluşturur. Ahyâr, işlerin yapılmasına ya da yapılmamasına karar veren ehl-i hal ve'l-akd veliler, komutan velilerdir.
Bunların üstünde 40 velîden oluşan ve abdâl, budelâ denilen velîler; bunların üstünde de ebrâr (iyiler) denilen 7 velî yer alır. Örgütün en üst mertebelerini de 4 velîden oluşan evtâd (direkler); 3 velîden oluşan nukebâ (denetçiler) ve gavs (ya da gavsu'l-âzam) işgal ederler.

Ricâlu'l-gayb, yardımlaşarak kâinatı idare ederler.

Kutub konusu en geniş ve kapsamlı bir şekilde Muhyiddin İbnu'l-Arabî ve izleyiçileri tarafından işlenmiştir.
İbnu'l-Arabî el-Futuhatu'1-Mekkiyye'ye kutub meselesine geniş yer ayırdığı gibi ayrıca Menzilu'1-kutb, Risale fî marifeti'l-aktâb ve er-Risaletu'1-ğavsiyye adıyla eserler de yazmıştır.
Ona göre her eksen, çevresinde dönen şeylerin kutbudur. Bu anlamda kabile şefi ve aşiret reisi kabilesinin ve aşiretinin kutbudur. Çünkü yönettiği toplum ona dayanır, onun etrafında döner. Tasavvuftaki kutub da böyledir.
İbnu'l-Arabî bir işin erbabı ve ustası olan, herhangi bir nitelik veya yetenek kendisinde en mükemmel şekilde tecelli eden kişilere de kutub nazarıyla bakar. Meselâ bir çağda en mükemmel mütevekkil kim ise o çağda tevekkül ehlinin kutbu odur. Buna göre kutub bir tür prototiptir, belli bir zümrenin veya mesleğin ideal temsilcisi ve piridir.

İbnu'l-Arabî ayrıca tasavvuf! makamların sahibi olan kutublardan bahseder. Ona göre her çağda tevekkül, muhabbet, marifet gibi makam ve hallerin her biri için mutlaka bir kutub vardır. Rasûl-u Ekrem'in manevî bir özelliğine en yüksek derecede vâris olan bir velîye Muhammedi kutub dendiği gibi yine Peygamber vasıtasıyla önceki peygamberlerden birinin özelliğini güçlü bir şekilde temsil eden velîye de meselâ İbrahimi kutub, Musevi kutub gibi adlar verilir.

Kutbu'l-aktâb çeşitli işlevleri itibariyle kutb-i âlem, kutb-i cihan, kutb-i ekber, kutb-i irşâd, halife, kutb-i zaman, kutb-i vakt, vâhid-i zaman, sâhib-i vakt, hicâb-ı a'lâ. mir'ât-ı Hak, kutb-i medar ve gavs adını alır. Mâna alemindeki adı Abdullah olan kutbu'l-aktâbın biri solunda, diğeri sağında olmak üzere iki imam vardır. Soldakinin mâna alemindeki adı Abdulmelik olup melekût âlemini, sağdakinin mâna alemindeki adı Abdurrab olup mülk âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine derecesi daha yüksek olan halifesi Abdulmelik geçer ve Abdullah adını alır.

[​IMG]

Bütün kutublar kutbu'l-aktâbın emri altındadır. On iki kutubdan yedisine iklim kutubları, beşine velayet kutubları denir. İklim kutublannın her biri bir İklimi kontrol eder. Diğer velîler velayet kutublarından feyiz alır.
İbnu'l-Arabî ayrıca, velayet yolunda ilerleyen bir sûfînin ulaştığı çeşitli kutbiyet mertebelerinden söz eder. Ona göre kutbu'l-aktâb için de kendine has dereceler vardır.
Kutbu'l-aktâb yükselince ferdâniyyet mertebesine ulaşır. Bu mertebede bulunan kutbun irade ettiği her şeyi Hak da irade eder. Bu derecedeki kutub bir velîyi veya kutbu azletme, yerine başkasını tayin etme yetkisine sahip olur. Alâuddevle-i Simnânî'ye göre irşad kutbu güneş veliliğine sahip olup bütün âlemi aydınlatır. Abdal kutbu ise ay veliliğine sahiptir; yedi iklimde sözü geçer Ferdâniyyet mertebesindeki kutbü'l-aktâb yükselince vahdet kutbu mertebesine ulaşır. Bu mertebe maşuk olma makamıdır. Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî ve Abdulkâdir-i Geylânî'nin bu dereceye ulaştığına inanılır.
Ferdâniyyet mertebesinde mekân söz konusu olmaz. Kutubları halk göremez, fakat derecesi yüksek olan kutublar alt makamlardaki kutubları bilirler.

Sûfîlerin kutub inancı ve kutba yükledikleri işlevler bazı âlimlerin eleştirilerine yol açmıştır.

Kur'an'da, hadiste, selefte ve ilk sûfîlerde kutub inancının bulunmadığını söyleyen Takıyyuddin İbn Teymiyye'ye göre; her şeyden önce bazı velîlere kutub ve gavs denilmesi yanlış bir adlandırmadır. Ona göre bu inanç, Şiîler'in masum imam veya astronomi âlimlerinin kutub fikrinden kaynaklanmış olup temelinde Allah'ı hükümdara benzetme fikri yatmaktadır. Allah'a ait bazı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da İslâm'ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz.

(Mecmu'u fetâuâ, II, 363, 376,433,440)
İbn Haldun da kutub fikrinin İsmâiliyye inançlarıyla benzerliğine dikkat çekmiştir.

[​IMG]
Said Nursi; Abdulkadir Geylânî’nin aşağıdaki beyiti kendisi için 8 asır önce yazdığını iddia etmektedir :

Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada”

(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat, İstanbul 1991, s. 119)
Bu iddiayı Said Nursî’nin 23 şakirdi yapar.
(İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.)

İsbat için, cifir ilmi denen hayali, yahudi tılsımlarına dayanır ve şiirde şu anlamın saklı olduğunu söylerler:
"O Gavs'ın müridi Said Kürdî, Rusya'da esirken kuzeydoğu Asya’dan bid’atçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim."

Yardımın nasıl gerçekleştiği, şöyle anlatılıyor:
“Evet Hazret-i Gavs'ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya'nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs'ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.
Üstadımız diyor ki: "Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak "Yâ Gavs-ı Geylanî" derdim.
Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, "Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur" derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasiyle imdadıma yetişmiştir".

(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat s. 120)
Bu sapkın inancın İslama aykırılığı Kur’an’da da sabittir:
Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..“ (Neml 62)

Güç yetirilemeyen konularda Allah’tan başkasından yardım alınabilirse, kim Allah’a sığınır?
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınız ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur
.” (isrâ 56- 57)

Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir. Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.
Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19- 21)


Kutub Yaverleri

1- İmâmân (İki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekut, diğeri mülk alemi ile görevlidir.

2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişi olduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'1-Aktab'tan bir feyizdir. Bunlar ölecek olursa, bütün alem bozulur.

3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olan bölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattir. Sayılan kırktır. Yirmi ikisi Şam'da, onsekizi İrak'tadır. (Diğerleri herhalde kayıplara karışmış)

4- Nuceba' (Soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar. Yerleri Mısırdır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır. Yetmiş kişidirler.

5- Nukeba' (Başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz olduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır. (Ebdal ile ilgili hadis sahih değildir. M. Nasıruddin el-Elbani, Silsiletu'l-Ehadisi'z-Zaifla, C.2 hadis no:936; Zaifu'l-Camii's-Sagir ve Zıyadetuhu el-Fethu'l-Kebir, s, 355, hadis nu.2269)

Tasavvufçularm hayalleri ve gülünç hurafeleriyle uydurdukları masal ülkesinin hiyerarşisi bunlardır. İnsanları arzularına ram etmek, Allah'tan korkar gibi kendilerinden korkmak ve bütün arzularına boyun eğdirmek, kulların kaderlerinde ve ruhlarında tasarruf yetkileri olduğunu telkin etmek için uydurdukları masal ülkesi budur.
Yaşayanların iman ve nzıklarını çalmak, ölenlerin de kefenlerini soymak için tasavvufçularm Allah'ın egemenliğine ve birliğine karşı ortaya attıkları hayal ülkesi budur. Bütün bu işleri tasavvuf bürokratları yaptığına, insanların ruhları, nzıkları, ecelleri, kaderleri ve hayatları üzerinde bu şekilde tasarruf ettiklerine göre, acaba Allah'a, peygamberlere ve meleklerine ne kalmış olur? Başka bir ifade ile, Allah'a, peygamberlere ve meleklere ne ihtiyaç kalır. (Cevahiru'l-Maani,1/93) Allah, zalimlerin uydurduklarından munezzehtir. Yerlerin ve göklerin mülkü ve hakimiyeti O'nundur.

Bu masalı bir de Molla Cami'den dinleyelim.
Bilindiği gibi Molla Cami, nerede bir batını varsa, hepsini veli olarak ilan etmiş ve Nefahatu'1-Uns Min Hadarati'l-Kuds kitabına almıştır.
Günümüz harfleriyle de Türkçe tercümesi olduğu için bir nevi el kitaplarından olmuştur. Tasavvufun meşhurlarından biri olarak bu masalı bir de ondan dinleyelim:

"Şeyh Muhyiddin Arabi'den şöyle nakledilmiştir:
Hakikatta Muhammed'in kutubları iki türlüdür. Biri peygamberimizin bi'setinden önce olanlardır. Bunlar sayıları üçyüz onüç tane ofan peygamberlerdir. Diğeri bi'setten sonra gelenlerdir. Bunlar kıyamet gününe kadar oniki kutubdur. Yani oniki menzil üzerine deveran ederler. Her biri bîr peygamberin izi üzerindedir. Bir bölgede veya bir tarafta, yedi bölgedeki ebdal gibi, insanfardan bir topluluğun işi bir kutba havale edilmiştir. Zira her iklimde bir bedel vardır. O da iklimin kutbudur. Bunlar dört evtad gibidirler. Onlarla Allah doğuyu, batıyı, kuzeyi, güneyi muhafaza ediyor. Halkı mü'min veya kafir her memlekelin bir kutbu olduğu gibi, Allah velilerinden biri ile o memleketi muhafaza eder. Yine makam sahiplerinden her birinin bir kutbu vardır ve o onların zamanında işlerin merkezi olmuştur. Onlara Kutbu'i-Arifin, Kutbu'l-Muhibbin, Kutbu'1-Mutevekkifin, Kutbu'z-Zahidin, Kutbu'l-Abidin denir. Bunlar sadece kendine hasredilmiş değillerdir. Peygamberimizden sonra geleceğini söylediğimiz on iki kutup bu ümmetin işierini üzerine almışlardır. (Tasavvufçıılar, her tasavvufçunun azmettiği zaman kutup olabileceğini ve evrende tasarruf sahibi olacağını iddia ederler. Bu konuda daha fazla bilgi için Abdulvahhab eş-Şarani, el-Yevakil ve'l-Cevahir, 2/79-83; ibn Arabi, Futuhat-ı Mekkiyye, 2/7, 8, 52, 208. Ayrıca bu sapık inançların eleştirisi, kaynakları ve sonuçları hakkında bilgi için Muhammed Fihr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l Halk, 89-96; Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, 229-247.)

Nitekim alemdeki cisimlerin yörüngesi on iki tanedir. İbadet için yalnız başına bir tarafa çekilenler bunların dışındadır. Bunlar bir topluluktur ki, kutb dairesinin dışındadırlar. Hızır ve iki Hatem onlardandır. Bi'setten evvel peygamberimiz de onlardandı.
(Sıfatlan sayılmakta ve Allah'a mahsus sıfatlarla donatılmaktadır. Aynı şekilde diğer kutupların da sıfatları sayılmaktadır.)

[​IMG]

On iki kutup şunlardır:
1- Hz. Nuh'un izinde olanlar.
2- Hz. ibrahim'in izinde olanlar.
3- Hz. Musa'nın izinde olanlar.
4- Hz. İsa'nın izinde olanlar.
5-Hz. Davud'un izinde olanlar.
6- Hz. Süleyman'ın izinde olanlar.
7- Hz. Eyyub'un izinde olanlar.
8- Hz. İlyas'ın izinde olanlar.
9- Hz. Lutun izinde olanlar.
10- Hz. Hud'un izinde olanlar.
11- Hz. Salih'in izinde olanlar.
12- Hz. Şuayb'ın izinde olanlar.

(Her birine ait olan sure ve her birinin tasarruf alanları, yetkileri anlatılmaktadır).
Futuhat-ı Mekkiyye'de ayrıca Recebiler denilen ehlullah'tan bir zumre anlatılır. Bunlar kırk kişidirler. Ne fazla ne eksik. Recep ayının ilk gününde sanki gökler onlar üzerine çökmüş gibi bir kenar çekilirler. Asla bir harekete güçleri yoktur. Ne ayak üzerinde durabilirler, ne oturabilirler... Bu taifeden Recep ayında birçok tecelliler, keşifler ve gayba muttali olmak gibi haller meydana gelir, (ibn Arabi'nin onlardan birini gördüğünü, bu Receb'in rafızileri simalarından tanıdığını kaydeder).

İmamân; iki şahıstır. Biri Gavs (Kutbu'l-Aktab)'ın sağındadır. Nazarları alemi melekutadır. Ona Abdurrab denir. Biri de solundadır. Hazarları alemi melekedir. Ona Abdulmelik denir. Mertebe bakımından bu imam Abdurrab'dan raha faziletlidir. Evtad: Alemin dört rüknünde dört kişidirler. Biri doğudadır ve adı Abdulhay'dır. Biri batıdadır ve adı Abdulalim'dir. Biri kuzeydedir ve adı Abduimürid'dir. Biri de güneydedir ve adı Abdulkadir'dir.

(Nefehatu'l-Uns min Hadarati'l-Kııds, 49-55. Bedir Yayınevi, İstanbul 1971, Sadeleştirilip özetlenmiştir)
(Ondan sonra ebdal, nuceba, nukeba, rukeba ve hususiyetleri, görevleri anlatılır).

Üçler, yediler, kırklar gibi halk arasıda yaygın olan batıl inancın bu masallara dayandığı anlaşılıyor. Nitekim Hızır'ın kişiliği etrafında Örülen masallar ve uydurulan hikayeler de bu inançlara dayanmaktadır. Çünkü gayb ricali, mukaddes ruhlar, nukeba, nuceba, rukeba, evtad, ebdal, aktab, gavs, gavsı a'zam gibi batini şii memleketin kurmayları yahut erkanı toplumun zihinlerine mukaddes inanç olarak sokulmuş ve bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Zaten tasavvuf şii-batıniliğin aldatıcı maskesinden ibaret değil midir?

Kutup, gavs, ebdal, evtad, gibi tasavvufi çevrelerin dilinde dolaşan bu isimlerin dinden hiçbir delili yoktur. Bunlarla ilgili söylenen şeylerin tümü uydurmadır.
Bu konuda İbn Teymiyye şöyle demektedir:
"Fasıkların ve halktan birçokların dilinde dolaşan Mekke'deki gavs, dört evtad, yedi kutup, kırk ebdal, üç nuceba isimleri ne Allah'ın kitabı Kur'an'da mevcuttur, ne de sahih, hatta ebdal lafzının hamledileceği zayıf bir senedle Rasulullah'dan rivayet edilmiştir.

(ibn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava 11/433, Hz. Ali'ye nisbet edilen ve senetli sahih olmayan bir rivayete göre Şam'da kırk ebdal varmış, onlardan biri Ölünce yerine yenisi geçermiş.
Halbuki rivayet sahih değildir. Mecmuu'l Fetava -11/434. Bu sınıflarla ilgili söylenenlerin sahih olmadığını aynı şekilde Zehebi de belirtmektedir. Mizanu'l-İtidal ,1/ 187)

"Bu kişilerin Rasulullah'dan sonra olduğu iddia edilirse, iddia sahiblerine şunu sormak gerekir; Bunlar ne zaman var oldular?
Onların ilki kimdir?
Kur'an'dan veya altı hadis kitabından hangi delile dayanmaktadırlar?
İlk üç nesilde bu sınıflar iddia edilen sayılarda hangi mutevatir icma ile sabit olmuştur ki bunların varlığına inanalım?
Bilindiği gibi akaid konuları ancak kitap, sünnet ve ümmetin icmaı ile sabit olur. İddia sahiblerine "Doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin" diyoruz. Bu seri dört çeşit delille isbat etmezlerse, şubhesiz yalancıdırlar ve yalanlarına da inanmıyoruz.

"Kim yer yüzündekilerin sıkıntılarının giderilmesi ve üzerlerine rahmetin inmesi için ihtiyaçlarını önce üçyüz'e, onlar da yetmiş'e, onlar da kırk'a. onlar da yedi'ye, onlar da dörde, onlar da ğavs'a bildirdiklerini iddia ederse, yalancıdır, dalalettedir, müşriktir.

(İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437)
"Bu mertebeleri iddia edenler bazı yönlerden Rafızileri taklit etmektedirler. Hatta bu sayılar ve bu sıralama bazı yönlerden İsmailiyye ve Nusayriyye'nin Sabık, Tali, Natık, Esas, Cesed gibi Allah'ın bildirmediği tasniflerine benzemektedir.
(İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437 - 438)
[​IMG]
[​IMG]
[​IMG]
Rakipsiz En Büyük Kutuptur İbn Arabi

Aktab, evtad ve ebdal için İbn Arabi, bu nitelikleri saydıktan sonra haliyle kendini bu unvanlardan biriyle niteleyecektir. Ne var ki aşağı bir unvanı yahut küçük bir mertebeyi kendine yakıştıracağını sanmayınız.
Onun için kendisinden büyük bir kutbun bulunmadığı en büyük kutup olarak kendini ilan etmekte ve şöyle demektedir:

"Bu asırda ubudiyet makamında benim kadar tahakkuk eden birinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü Rasulullah'a veraset hükmüyle ubudiyet makamında hedefe ulaştım. Allah bu makamı kendisinden bir bağış olarak bana verdi. Onu amel ile elde etmedim, sadece Allah'ın vergisidir.

(İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437 - 438)
Görüyorsunuz, ibn Arabi, kendini hiçbir zirvenin boy ölçüşemeyeceği bir zirveyde koşuyor ve herhangi bir kimse kendisinden bu tercihin ve seçimin delil ve belgesini sormaması için bunun kendisine Allah tarafından verildiği yalanını söylüyor.
Bu şekilde İbn Arabi, şeytanın hasta tasavvuf zihniyetine çizdiği gizli devlet üzerinde taç giymiş bir melek veya hükümdar olarak kendini ilan ediyor. Kendini kutupların kutbu, peygamberin varisi ve bilginlerin bilgim olarak empoze ediyor. Kendisinden sonra gelen ve yolunu izleyen bütün tasavvuf şeyhleri de bu yalanım onaylıyor, kendisine şeyh-i ekber ve hatemu'l-evliya diye niteliyorlar.

Felsefeyi, eski dinleri ve her döneminde cahiliyye hurafelerini ezberleyip bir sentezini yapan İbn Arabi, bu sapık inançlarım bütün dinler ve inançlar sentezi halinde insanlara sunabilmekte, ona tilkiden daha kurnaz bir ustalıkla ayet ve hadislerden bir kılıf giydirmektedir. Bu kılıfla bu batıl inanç, cahil müslümanlar arasında velayetin zirvesi ve kutupların kutbu olarak yayılabilmekte, asırlar boyunca batılın simsarları bunun ticaretini yapmaktadır.

[​IMG]
3'ler, 7'ler, 40'lar...

Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır.
Kimileri bunları gavs-ı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'den ve Rasulullah'ın sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın sünetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batın dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır.
Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır.
Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazan hayatta olup okuma yazma bilmeyen koyu cahiller, bazan ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazan yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunakln hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia eden kafirler, bazan hayat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan murdar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bildikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini idida ederler.

(eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65-66)
7119

"Kutbu'l-Aktab'lık hizmeti cefilesi, her asırda bir zatı vâlâ-kadir'in uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın tasarrufu bizzat kendisine ihsan buyurulur ve dilediği gibi tasarruf eder.
Gavsu'l-A'zam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l-Aktab'a mülazımdır, onun da tasarrufa kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiçbir şeye destursuz karışmaz. Kutbu'l-Ûlâ tabir olunan zatı şerif de bütün diğer kutupların evveli demektir.

Kutbu'l-Aktab, Gavsu'l-A'zam ve Kutbu'l-Ulâ tabir olunan bu üç zat, halk arasında olarak anılan ve tanınan zatlardır.

Bunlardan başka 7'ler ve 40'lar tabir edilen zatlar da her biri birer kutup olmakla beraber Allah'ın insanıyla Kutbu'l-Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir. Bunlardan her birisi hallerine göre birer yere memurdurlar. Yani Kutbu'l-Ula, Bağdad, Haleb, Şam gibi beldelere mutasarrıf olurlar. Diğer kutuplar da halince birer ve ikişer yere mutasarrıftırlar. Hatta aralarında küffar beldelerine mutasarrıf olanlar da vardır. Ancak bunların tasarrufları Kutbu'l-Akîab'ın emriyledir. Zira Kutbu'l-Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemeyeceği hiçbir şey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehfullahı nefsinde toplamıştır. İki cihanda iyi veya kötü, her ne ki olursa, onun bilmesi ve dilemesi ve kalbinin onaylamasıyla olur ve memuriyetinin icrasıyla vucud bulur.

Kutupların tasarrufları, memur bulundukları yerde bizzat bulunmaları demek değildir. Kendisi İstanbul'da bulunur ve memuriyeti Hindistan'da olur ama bir anda icrasına muktedirdir. Onlara göre uzak veya yakın musavidir.
Bunlardan başka 100'ler, 300'ler, 700'ler ve 1000'ler de vardır. Allah tarafından bunlar da Kutbu'l-Aktab'ın ve diğer kutupların hizmetlerine memurdurlar.

Ayrıca 3000'ler, 7000'lerLER, 10000'LER de vardır.
Bunların kamil ve mükemmeli olsa bile, tasarruf işlerine karışmazlar ve bunlarla birlikte her asırda rivayet göre 124 bin veliyullah mevcut bulunur. Kıyamet gününe kadar da bu mevcut hiç eksilmez. Ve tasavvuf ülkesinin bu meçhul ve esrarengiz hiyerarşisi böyle devam eder.

(Mehmed Nuri Şesııddin en-Nakşibendi, Tam Miftahu'l-Kulub, 47-48, Salah Bilici Kitabevi, istanbul 1976.
Tasavvuf ülkesinin bu esrarengiz kurmaylarının rütbeleri, özellikleri ve sayıları hakkında hakkında ayrıca Ahmed Ziyaııddin Gümüşhanevi, Veliler ve Tarikatlarda Usul (Camiu'l-Usul). 41-51, tercüme, Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İst. 1977, Hace Muhamed Parsa-, Tevhide Giriş, (Faslıı'l- Hitab li Vasli'l-Ahbab tercümesi], 409-417, 568-594. Tercüme: Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları, İstanbul, No. 45. İmam Rabbani, Mektııbat, 251; 256, 260, 285, 2İS? nolu mektuplar. Ter. Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1968.)

[​IMG]
Günümüzde Kutupluk (Ricalu'1-Gayb)

İslam inancında ricalu'1-gayb inancı olmadığı halde tasavvufçular Batınıyye-İsmailiyye fırkasından ve başka batıl dinlerden bu inancı almış ve İslam inancı gibi benimseyerek hayatın ve kainatın tasarruf yetkisini ricalu'l gayb dedikleri kişilerin eline vermişlerdir.

Şimdi tasavvuf hocalığı yapan bir kişiden bu masalı dinleyelim:
"Abdal, Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ederler. Abdal 40'ı Şam'da; 30'u diğer memleketlerde olmak üzere 70 kişidir.

(Şam'daki bu 40 kişi herhalde İslam şeriatına ve müslümanlara düşmanlığı, onları toplu halde öldürmesiyie meşhur oları diktatör Hafız Esad'ın emrinde çalışmakla veya ona yardım elmektedirler. Hafız Esad'ın yaptıklarını görüp müslümanların yardımına koşmuyorlarsa; bu kişiler Şamda ne halt ediyorlar!!
Şam'ın kuzeyinde bulunduğu söylenen Kasyun dağında yüzyirmi üç bin peygamberin bulunduğu, o dağın evliya ve enbiya yatağı olduğu, onun için ışık olmadığı halde geceleyin nur yalımlar halinde parladığı iftirasını da isterseniz Bel'am Muhammed Nazım Kıbrısî (Şeyh Nazım)'ın sohbetlerinden okuyunuz: Tasavvufi Sohbetler, 59)

Diğer bir rivayete göre Abdal, Gavs, İmaman ve evtad olmak üzere 7 kişiden ibarettir. İç alemleri Hakka yöneliktir. Vaaz ve nasihatlarıyla insanları ıslaha çalışırlar. Kutb, değirmen taşının miline benzer. Değirmen taşı, milinin çevresinde döndüğü gibi, alem de onun etrafında döner. Her işin, her ülkenin, her yerin bir kutbu" vardır. Asıl kutub, kutbu'l-aktab'dır. Kendisinden yardım dileyene manen yardım elini uzattığı için "Gavs" ismi ile de anılmıştır. Bu zat, Muhammedi hakikatin varisidir.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye imaman ismi verilmiştir. Bunlardan birine, sağ yanındaki imam (imamı yemin), diğerine sol yanındaki (imamı yesar) derler...
Bunlardan başka yeryüzünün dört yönünü idare eden ve "Dört direk" (Evtad-1 Erbaa) denen erler vardır. Doğuda olana Abdulhay, batıdakine Abdulalim, kuzeydekine Abdulmurid, güneydekine Abduikadir denilmiştir. Bu topluluğun içinde kadınlar da bulunabilir. Maddelerini manaya, nefislerini ruha, mevhum varlıklarını gerçek varlığa tebdil ettiklerinden abdal diye anılmışlardır. (Ayrıca Nuceba ve nukebayı anlatır).

Kutup ölünce her dereceye aşağı derecelerdeki biri yükseltilmek ve sonra, velilerden eksilenin yerine de alttan birini seçip yüceltmek suretiyle bu erenlerin sayıları tamamlanır.

(Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatilar, 48-49 Marifet Yayınları , İstanbul 1981)
Muhammed b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî (295/888) tarafından nakledilen hadîs-i serîf :
“Bu ümmetim içinde İbrâhim tabiatı üzere kırk, Mûsâ tabiatı üzere yedi, Îsâ tabiatı üzere üç, Muhammed (a.s.) tabiatı üzere bir kişi bulunur. Bunlar derecelerine göre halkın efendisi sayılırlar.”

(İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî, Kesfü’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbâs Ammâ İstehera mine’l-Ehâdîsi alâ Elsineti’n-Nâs, II. baskı, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1351 H., c. I, s. 24; Ayrıca krs.: Ahmed b. Hanbel, Musned, c. I, s. 112; c. V, s. 322; c. VI, s. 316)
Hatta abdal hadislerini Musned’inde nakleden Ahmed b. Hanbel, yeryüzünde muhaddislerden başka abdal tanımadığını söylemektedir.
Ehli Tasavvufa göre Ricâlu’l-gayb olduğu söylenen bâzı kimselere, onları Allâh’a ortak gösterir gibi olağanüstü güçler ve yetkiler atfetmenin İslâm inancıyla bağdaştırılamayacağını söyleyen İbn Teymiyye, bu tür bir anlayışın daha çok hristiyanların ve aşırı Şiî fırkalarının inanış biçimlerini yansıttığını belirtmektedir.

(Takıyyuddîn Ebu’l-Abbâs Ahmed İbn Teymiyye, Resâil ve Fetâvâ, Tahkîk: Muhammed Resîd Rızâ-Muhammed el-Enver Ahmed el-Baltacı, (5 cilt, 2 mucelled hâlinde) Nesreden: Mektebetu Vehbe, Kahire, 1992, c. I, ss. 88-92.
İbn Teymiyye, sûfîlerin “ricâlu’l-gayb” dedikleri kisilerin cinlerden ibâret oldugunu söylemektedir. Bk.: Takıyyuddîn Ebu’l-Abbâs Ahmed İbn Teymiyye, Mecmûatu’r-Resâili’l-Kubrâ, Beyrut, 1979, c. I, s. 72)

İbn Haldun ise, kutub ve ebdâl telakkîsinin (Tasavvufta ebdâl telakkîsi, çesitli müelliflerce az çok farklı sekillerde açıklanmış olsa da bütün tasavvuf zümreleri arasında benimsenmiş ve zamanla aynı mânâda deger kazanan ricâlU’l-gayb anlayısıyla bütünlesmistir) ilk defa Irak sûfîlerinde görüldüğünü ve bu sebeple ricâlu’l-gayb ile ilgili diğer kavramların ortaya çıkışında Şia’nın ve Râfizîliğin etkili olmuş olabileceğini ileri sürmektedir. (İbn Haldun’un bu konudaki görüsleri için bk.: İbn Haldun, Sifâu’s-Sâil -Tasavvufun Mâhiyeti-, Terc.: Süleyman Uludag, II. baskı, Dergâh Yay., İstanbul, 1984, ss. 263-265 (“Mukaddime’de Tasavvuf İlmi” bölümü)

Nitekim İranlı yazarlar, abdal terimini XII. yy.dan îtibâren daha ziyâde heterodoks (Heterodoks: Bir ilâhiyat ve sosyal târih terimi olarak; kabul edilmiş resmî din anlayısına, yâni
ortodoksluga (sünnîlik) zıt ve aykırı olan bir tür din anlayısını ifâde eden bu kavramın siyâsî, sosyal ve teolojik yönleriyle ilgili bir degerlendirme için bk.: Ahmet Yasar Ocak, Babaîler İsyânı Alevîligin Tarihsel Altyapısı [Babaîler İsyânı], II. baskı, Dergâh Yay., İstanbul, 1996, ss. 77-78) dervişleri tanımlamak için kullanıyorlardı. (Ocak, Babaîler İsyânı, s. 67)

Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır. Kimileri bunları gavs-ı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'den ve Rasulullah'm sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın sünetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batm dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır.
Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır. Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazan hayatta olup okumayazma bilmeyen koyu cahiller, bazan ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazan yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunakln hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia eden kafirler, bazan hı yat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan mur dar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bji dikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini idida ederler. (eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65-66)

"Kutbu'l-Aktab'lık hizmeti cefilesi, her asırda bir zatı vâlâ-kadir'in uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın tasarrufu bizzat kendisine ihsan buyurulur ve dilediği gibi tasarruf eder.
Gavsu'l-A'zam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l-Aktab'a mulazımdır, onun da tasarrufa kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiçbir şeye destursuz karışmaz. Kutbu'l-Ûtâ tabir olunan zatı şerif de bütün diğer kutupların evveli demektir.
Kutbu'l-Aktab, Gavsu'l-A'zam ve Kutbu'l-Ulâ tabir olunan bu üç zat, halk arasında olarak anılan ve tanınan zatlardır.
Bunlardan başka "7 'ler" ve "40 'lar" tabir edilen zatlar da her biri birer kutup olmakla beraber Allah'ın insanıyla Kutbu'l-Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir. Bunlardan her birisi hallerine göre birer yere memurdurlar. Yani Kutbu'l-Ula, Bağdad, Haleb, Şam gibi beldelere mutasarrıf olurlar. Diğer kutuplar da halince birer ve ikişer yere mutasarrıftırlar. Hatta aralarında küffar beldelerine mutasarrıf olanlar da vardır. Ancak bunların tasarrufları Kutbu'l-Akîab'ın emriyledir. Zira Kutbu'l-Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemeyeceği hiçbir şey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehfullahı nefsinde toplamıştır. İki cihanda iyi veya kötü, her ne ki olursa, onun bilmesi ve dilemesi ve kalbinin onaylamasıyla olur ve memuriyetinin icrasıyla vücud bulur.
Kutupların tasarrufları, memur bulundukları yerde bizzat bulunmaları demek değildir. Kendisi İstanbul'dabulunur ve memuriyeti Hindistan'da olur ama bir anda icrasına muktedirdir. Onlara göre uzak veya yakın müsavidir.
Bunlardan başka yüzler , 300'ler, 700'ler ve 1000'ler de vardır. Allah tarafından bunlar da Kutbu'l-Aktab'ın ve diğer kutupların hizmetlerine memurdurlar.
Ayrıca 3000'ler, 7000'ler, 10000'ler de vardır. Bunların kamil ve mükemmeli olsa bile, tasarruf işlerine karışmazlar ve bunlarla birlikte her asırda rivayet göre 124 bin veliyullah mevcut bulunur. Kıyamet gününe kadar da bu mevcut hiç eksilmez.

(Geniş bilgi için Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sııl'i fi Dav'il Kilab ve's-Sunne, 229, 241, 247. Kutup inanımın bizzati Rafizilerin inancı olduğuna dair bakınız. İbn Haldun, Mukaddime, 473, Muesseselu'l-A'lemi, Hevrul. İbn Haldun, muteahbtr mutasavvıfların bu inanç ve anlayışlarını tenkid elmetle beraber selellerini savunmakla, gıayb alemini ve geleceği bilme, şatahat ve makamları' gibi durumlarını onaylamakla, fakihlerin ve başka alimlerin onları tenkid etmelerine de karşı çıkmaktadır. Hatta sibirbaz ve cincilerin yaptıklarına benzer olaylar sergileyen tasavvufçuların yaptıklarının keramet olduğunu söylemekte ve savunmaktadır, lîk/. Mukaddime, 467-475. Muesseselu'l-A'lemi lîeyrul, Şüphe yok ki, iki konularda İbn (İ. Haldun'un söylediklerine katılmamak mümkün değildir)
Ve tasavvuf ülkesinin bu meçhul ve esrarengiz hiyerarşisi böyle devam eder.

224

Tasavvufun bid'atlarından olan ricalu'1-gayb ve tasavvufun divanı inancını çağdaş tasavvufçulardan dinlemeye devam edelim:
"Her hafta divanı salihin, tensib edilen bir gecede kurulur. Rasulullah teşrif ederse reis odur. Teşrif etmezlerse, varis-i rasul riyaset eder. Ve ahval-i aleme ait kararlar alınır. Hükümler verilir. Cari hadisatın ekserisi bu hükümlere bağlıdır. (Ali Erol, Hatıratım, 53)
"Divanı salihinde Rasulullah bulunursa, Arapça konuşulur. Bulunmazsa Süryanice. (Ali Erol, Hatıratım, 61)
Muhyiddin İbn Arabi kendisini hatemu'l-Evliya ilan ettiği gibi, Ali Erol da şeyhini zamanın kutbu olarak ilan etmektedir.
Şöyle diyor:
"Varisi Muhammedi ve sahibi zamanın sonuncusu sadat-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye'ye ihsan olunmuştur. İmam Rabbani, Hindistan'da; Şahı Nakşibend ve Mevlana Selahaddin Siracuddin İbn Mevlevi, Buhara'da, son sahibi zaman ise Türkiye'de zuhur etmiştir... Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan ve Buhara'dan emaneti kübra, ilahi irade icabı, Türkiye'ye intikal etmiştir. (Ali Erol, Hatıratım, 33)
Ahmet Hulusi de klasik tasavvuf kitaplarında anlatıldığı şekliyle tasavvufun divanını ve ricali gayb masalını savunmakta, bunların alemin idaresi ve alem hakkında alman kararlarda söz sahibi olduklarını söylemektedir. Onları karar organı ve icra organı olarak iki smıfa ayırır ve meydana gelen olayların onların onayından geçtiğini belirtir. Divanın işleyiş tarzını da ayrıntılı olarak anlatır.

(Ahmerl Hulusi, Din-Bilim Işığında İnsan ve Fiilleri, 359-361 Ferşat Yayınları, İkinci baskı, İstanbul, irs.)
Bu misalleri başka çağdaş yazarların kitaplarından daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak tarikat çevrelerinde ve özellikle tasavvufçular arasında görülen Gavs, Kutup, Baz (Doğan), hatemul evliya gibi isimlerle istigasede bulunma, üçler, yediler, kırklar, aktab ve ebdal gibi isimler bu inancın halk arasında bile ne kadar yaygın olduğunu göstermeye yeterlidir.
Tarikatçıların şeyhlerine bu isimlerden biriyle seslenmeleri yahut onu bu isimle anmaları çok yaygındır. Bütün bunlar yeni tasavvufçuların eskilerin yolunda olduklarını göstermektedir.

Yine Şia'nın yerli cürufu olan "Alevi - Bektaşilerde şöyle bir inanç vardır:

[​IMG]

"Hz. Muhammed , birgün ashâb-ı suffa'nın kapısına varmış. onları ziyaret etmek için kapıyı çalmış. İçerden "kimsin" demişler, hazreti Muhammed, "peygamberim" buyurmuş. İçerden, "var, peygamberliğini ümmetine yap; bizim, peygambere ihtiyâcımız yok" denmiş.
Hazreti peygamber geri dönüp giderken, tanrı’dan tekrar kapıya varması emrini almış. Gene dönüp kapıyı çalmış. “kimsin” denince “rasûlüm” buyurmuş. Bu sefer de, “buraya rasûl sığmaz” denmiş ve gene kapı açılmamış.
Hazreti peygamber, dönüp giderken tanrı, tekrar dönmesini buyurmuş. Bu sefer “kimsin” sorusuna, “seyyidul – kavm, hâdimul – fukarâyım”, yani, toplumun ulusu, yoksulların hizmetçisiyim demiş. Bunun üzerine kapıyı açmışlar.
Hazreti peygamber, içeriye girince bakmış ki otuzdokuz kişi var. Siz kimsiniz diye sormuş. “Kırklarız; hepimizin gönlü birdir, birimiz neyse hepiniz odur” demişler.
Hazreti peygamber bu sözün ısbâtı gerek buyurmuş. Hazreti Ali de içlerindeymiş; fakat hazreti peygamber tanıyamamış. Kırklar, birimizden kan akarsa, kırkımızdan da akar demişler ve hazreti Ali, kolundaki damarı, neşterle yarmış. ondan kan akmaya başlayınca, otuzsekizinin kolundan da kan akmaya başlamış.
Aynı zamanda tavandan da kan damlamaya koyulmuş. Hazreti peygamber, bunu sorunca, birimiz, dışarıda; bize yiyecek toplamaya çıktı; bu kan, onun kolundan damlıyor demişler. Hazreti Ali’nin kolunu bağlamışlar; öbürlerinden akan kan da durmuş, derken Selmân gelmiş, bir tâne üzüm getirmiş, bu bir tânecik üzümü kırklara paylaştırmasını dileyerek hazreti Muhammed’in önüne koymuş.
Hazreti Muhammed, nasıl pay edeceğini düşünürken Cebrâil, cennetten tabak getirmiş ve ezmesini söylemiş.
Muhammed (s.a.v.) üzümü ezmiş, suyla karıştırmış. Kırklar’ın hepsi birer yudum içmiş; hazreti Muhammed de içmiş. Hepsi mest olup semâ’a kalkmış. Hazreti Peygamber, semâ ederken başında sarığı çözülüp yere düşmüş. Kırklar, bu sarığı kırk parçaya bölüp bellerine bağlamışlar, tennûre, yâni libâsı edinmişler."
(Abdulbâki Gölpınarlı, Yunus Emre, Divan ve risaletü'n-nushiyye, der yayınları, istanbul, 2003)






KUR’AN’DA İSTİAZE (SIĞINMA)
Kur’an’da yer alan sığınma terimi, insanın yaratıcıya sığınmasını hatırlatır.Yüce Allah insanların karşılaşacakları olumsuz halleri hatırlattıktan sonra, korunmak için kendisine sığınılmasını istemiştir. Kur’an’da konuylailgili şöyle buyurmaktadır. “Eğer şeytandansana bir vesvesegelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, her şeyi bilendir. ŞüphesizAllah’tan korkanlar,kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman düşünürler. Bir de bakarsınhemen düşüncelerinesahip olurlar.”(7/200-201) İşte bu makalede, sığınmanın işlenişini bulacaksınız.

SUMMARY

The Concept of Trust (İstiaze) in Qoran

The Qur’anic conceptof ‘trust’ reminds us of ‘trusting’ in the Creator. Allah (cc)commands humanbeings to take refuge to Him. İn order to protect themselves from the evil. God said that! “ İf asuggestion from satan Assail thy (Mind). Seek refugewithGod; For he heareth and knowethall things. Those who fear God, when athought of evel from satan assaults them.Bring God to remembrance when lo! they see (aright)” (7/200-201) İn this artıcle, you will find issues discussed under the concept of ‘istiaze’ (takingrefuge to Allah).

1. Giriş

Kur’ân’ın öğretisi uygulamaya ve insanlığın mutluluğuna yöneliktir. İnsana Yaratıcısıylailişkilerinde yol göstererek, fıtrat çizgisinde tutmayı,1 tehlikelerden korumayı hedefler.2 Kur’ân’a göreinsanı yaratan Allah’tır.3 O, yarattığı insanı irade ile donatmış veişlevinden yükümlü tutmuştur.4 Allah insanı halife olarak seçmiş,5 yaratılanları da onun hizmetine vermiş,6 onu, aklı, iradesi, iyi ve kötüfonksiyonları yapabilmesi açısından diğer yaratıklardan ayırmıştır. Dolayısıylainsan fiillerinden hesapvermek durumundadır.7 İnsana verilenüstün meziyetler, onuntabiata hakim olması ve tabiatıyaratılanların hizmetine sunması için verilmiştir. Bu nedenle, Şeytan tarafından sembolize edilenolumsuz güçlere karşı başarılı olması ve mücadele etmesi gerekmektedir.

İnsan üstün olarak yaratılmakla birlikte, Yaratıcısına nazaran aciz bir varlıktır.8 Aklı ve yetenekleri diğer yaratıklara karşı üstünlük sağlarken, zayıf olarak yaratılmış olması,9 musibetler karşısındakisabırsızlığı ve zaman zaman nefis ve şeytana karşı ümitsizliğe düşmesi,10 hastalıklar karşısındakiçaresizliği,11 Şeytanı arkadaş edinmesi,12 ömrü ve gücünün sınırlı oluşu, kendisine verilen gücün başkası

* Doç. Dr., U.Ü. İlâhiyatFakültesiTefsir Anabilim Dalı

1 Bk. Buharî,Cenâiz, 80; Müslim,Kader, 23; Krş. Rum, 30/30.

2 Bk. Tahrim,66/6.

3 Bk. En’am, 6/102;Râ’d, 13/16; Hıcr, 15/28;Fâtır, 35/3.

4 Bk. En’âm, 6/131-132; İsrâ,17/15; 27/92-93; Zümer, 39/41; İnsan, 76/3;Beled, 90/10.

5 Bk Bakara, 2/30; En’âm,6/165; Bakara 2/34; Araf, 7/11,172-173;Hıcr, 15/28-30.

6 Bk. Bakara, 2/29;Câsiye, 45/13.

7 Bk. Müddessir, 74/38; Tur,52/21; Zilzal, 99/7-8;Mâide, 105.

8 Bk. Nisâ, 4/28. Acziyetkelimesi için bk. Damagânî, s. 290-291.

9 Bk. Rum,30/54.

10 Bk. Nisâ, 4/28; Fussilet, 41/49; Mâide, 5/31.

11 Bk. Tevbe, 9/91.

tarafından verildiğini göstermektedir. Zayıf olan kuvvetli olana muhtaçtır. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayangüçlü demektir. İslâm inancına göre bu varlık Allah’tır.13 Buna göre insanın elinde bulunan imkanlarbelirli bir zaman dilimi ile sınırlıdır.14 Her şeyi ile yaratıcısına muhtaçtır. Allah insana hür iradesi ilemüspet ve menfi işler yapabilmeimkanı verdiği için insan, dilediği gibi hareket edebilir.15 İnsanın Yaratıcının istediği gibi kulolması ve tevhit çizgisi üzerinde kendisine güvenmesi, insanlık gereği hatalara karşı kendini koruması, Allah’a iltica ve takva ile mümkün görünmektedir. Yüce Allah insana, varlıkları ve olayları doğru bir şekilde algılama gücü vermiştir ki, Kur’ân bunu, “Hudâ”16 ve “Nûr”17 ifadeleriyle dile getirmektedir. İslâmî açıdan doğru algılama, istikrarlı karar verme, fayda ve zararına olanıtanıma, Allah’ın insanlığa verdiği bir iyiliği olarak görülür.

Kur’ân’ın haber verdiğine göre, Allah’ın dışında olan yaratıklar zayıf varlıklardır. Bunlar arasında bulunan insan hayatının her anında Allah’a muhtaçtır.18 Allah’ın izni olmadan yaşaması,nefes alıp vermesi, vücut fonksiyonlarını sürdürmesimümkün görülmez.Bu durum şu ayetle haber verilir. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise, zengin ve hamde layık olan O dur. Dilerse sizi götürürve yeni bir halk getirir. O Allah’a zor değildir.”19 Ayette yer alan “el- Fukarâ” kelimesimuhtaç olmada mübalağa ile kullanıldığı ileri sürülerek,20 yaratılanlar arasında en ihtiyaç sahibiolanın insanolduğu belirtilir.21 İnsan aczini bilerek dua ve ibadetleriyleYaratıcısına sığınma ihtiyacıduyar. Tanrı inancından yoksun bir kişinin cahil olduğu kabul edilir.22 Çünkü kişinin sınırsız isteklerine engel olmak Allah’a sığınma ile mümkünolacağı düşünülür. İnsan bazı şeyleri yapabilme kudreti yanında, gücünün sınırlı olduğunu anlama imkanına sahiptir.23 Bununla birlikte, Allah herşeyin sahibidir. İstediğine tasarruf yetkisi verir.24 O’nun kudreti yanında, insanların elinde bulunandünya nimetleri geçicidir.25

Kur’ân’a göre Allah, göklerin ve yerin nurudur.26 “O ilktir. Zahirdir, batındır. O, her şeyibilendir.”27 İnsana ışık vermez ise kendi gücüyle ışık bulamaz.28 İnsan düşünür,Allah ise anlamaimkanı verir.Kul Allah’a sığınır, Yaratıcı neticeyi ortaya çıkarır.29 O, kendisineinananların dostudur. Kafirlerin dostu yoktur.30 İnanmayanların sığındığı yer ise kötülüğün simgesi durumundaki şeytan olarakbelirtilir. “ (O) beni, bana gelen zikirdensaptırdı. Zaten Şeytan, insanı yalnızve yardımcısız bırakır.”31 Kur’ân’da, inanan ve inanmayanların muhatap alındığı bu emirler, Allahileşeytan, fıtrat dinine inanan ile inanmayan insanlar arasında en belirgin farklılık olan Yaratıcıya sığınmayı ortayakoymaktadır. Müslüman Allah’a sığınır. İnanmayanlar buna ihtiyaç duymaz. Kur’ân’da yer alan sığınma terimi insana verilen gücün sınırlı olduğunu hatırlatır. İnsan,Rabb’ine sığınmadan istenilenbaşarıya ulaşması mümkün görülmez.32 Diğer bir ifade ile aciz olan insanın, dünya ve ahiretteistenileni elde etmesi yaratıcısıyla olan ilişkisinin iyi olmasına bağlıdır. Yüce Allah bunu şu ayetleriyle hatırlatmaktadır.

12 Konuyla ilgiliayetler için bk. Nisâ,4/38, 119-120; Bakara, 2/208-209;Hac, 22/52-55.

13 İhlas, 112/1-2; Diğer ayetler için bk. En’âm, 6/102; Râ’d, 13/16;Bakara, 2/28; 72-73.

14 Bk. Rum, 30/8.

15 Bk. Âl-i İmrân, 3/178.

16 Bk. Bakara, 2/2, 185;Âl-i İmrân,3/138; Araf, 7/52; Yûnus, 10/57.

17 Bk. Nisâ,4/174; Şûrâ,42/52.

18 Konuyla ilgiligeniş bilgi için bk. Taberî, Tefsir,XXII/126; Kurtubî, Tefsir, XIV/337.

19 Bk. Fâtır, 35/15-17.

20 Kâdı Beydâvî,II/270

21 Elmalılı,Tefsir, VI/381.

22 Farklı görüşler içinbk. Paskal, Düşünceler, Trc. MetinKarabaşoğlu, İst. 1696. s. 32-42.

23 Kullun fiilleriyle ilgili olarak bk. Bakıllânî ve İnsan Fiilleri, Trc. Şarefettin Gölcük, T. Diyanet Yay. Ank. 1997, s. 104-

120.

24 Bk. Mülk, 67/1-5;Âl-i İmrân,, 3/26-27.

25 Bk., Mülk, 67/30.

26 Bk., Nur,24/35.

27 Bk. Hadîd, 57/3.Hz. Peygamberin hadisleri için bk.Müslim,Zikr, 61.

28 Bk. Nur, 24/40.

29 Bk. Bakara,2/186.

30 Bk. Muhammed, 47/11.

31 Bk. Furkân, 25/29.

32 Bk. Bakara,2/155-156.

“... Haydi namazı kılın. Zekatı verin veAllah’a sığının. Sahibiniz O’ dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.”33“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Yaşatan ve öldüren O’dur. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de yardımcı yoktur.”34 İnsanın sığınması gerektiğini şu ayetlerle haber verilir. “De ki! Allah size bir kötülükistese veya size rahmet dilese sizi ondan kim korur? Kendilerine Allah’tan başkane bir dostne de yardımcı bulamazlar.”35“Kötü işler yapanlarada yaptığının aynen cezası verilir. Onlarınyüzlerini birzillet kaplar. Onları Allah’tan kurtaracak kimseyoktur.”36

Kur’ân’da yer alanistiâzeyi,insan ile Rabbi arasında bir bağ olarak algılamak mümkündür.İnsan aczini kabul ederek Allah’a sığınmakta,O’nun essizliği karşısında teslimiyetini ifadeetmektedir. Yüce Allah, farklı ifade ve terimlerle, eski peygamberlerden sığınma örnekleri vermekte, kimlerden ve nasıl sığınılması gerektiğini açıklamaktadır.37 Kur’an-ı Kerim’denanladığımız kaderiyle insanın üstünlüğü aczini anlamaktan geçmektedir. İnsan bu duygu ve düşünce içinde Allah’a sığınarak üstün seviyeye ulaşabilmektedir.38 Diğer yaratıklar ise, kudret ve aczini anlayacakgüçte değildir.39

2. İstiâze Kelimesinin Etimolojik Yapısı ve Kullanımları

İstiâzekelimesinin mastarını oluşturan istiazeten,“sığınmak, iltica etmek ve yapışmak” gibianlamlara gelir.40 Aynı kökten türeyenavze, meâz, meâze ve teavvuz kelimeleri sığınmayı ifade eder.Taberî (ö. 310/922), “eûzü” kelimesini açıklarken haktan çeviren şeylerden, zararlıolan cin, insan, hayvan ve benzerlerinden Allah’a sığınma olarak değerlendirir.41 İsmail Hakkı Bursevî (ö.

1137/1724)’de istiâzeyi, kapıyı çalma ve izin isteme olarak açıklar.42 İbn Kesir (ö.774/1372)’delügatanlamlarına yerverdikten sonra genel birtanım yapmaktadır. Buna göre,istiâze şu cümlelerle tarifedilir;“Ben kovulmuş olan şeytanın dinimve dünyamhususundabana zarar vermemesi, emrolunduğum bir fiilden beni alıkoymaması, yasaklandığım bir işte beni yapmamaya teşviketmemesi için Allah’a sığınıyorum”43

Genel olarak değerlendirilecekolursa istiaze; (avz, meaz ve iyaz) sığınmak, himayesiniistemek demektir ki, sığınana“aiz” veya “müsteiz”, sığınılana “müsteânünbih”, kaçınılmasıgereken kötülüğe “münteâzünminh”, sığınış tarzına “avze”, koruyana “muîz”, korunana “muâz” denilmektedir.44 Allah’ın hıfz ve himayesini isteyerekO’na sığınır ve korunmak olarakdeğerlendirir.45

İstiâzeninKur’an’daki kullanımlarınagelince;bu kelimelerinon tanesi nefsi mütekellim,46 bir ayette muzâri,47 dört ayet emir48 ve iki ayette mastarolarak kullanıldığı gözlenir.49 Netice olarakaynı kökten gelen toplam on yedi ayet bulunmaktadır.50 Bunlardan mütekellim sığasıyla kullanılanon ayette işlenen ortak tema, başta peygamberler olmak üzere, yaratılanların maddi vemanevi düşmanlardan korunmanın yolları gösterilmektedir. Muzari sığasıyla kullanılanCin Suresi 6. ayette, cehalet kalıntısı olarak insanlardan bazılarının cinlerden bazı erkeklere sığınması neticesinde kibir ve azgınlıklarının arttığını haber vererek, yaratılanın başka bir yaratılana sığınmasının yanlışlığına

33 Bk. Hac,22/78.

34 Bk. Tevbe, 6/116.

35 Bk. Ahzap,33/17.

36 Bk. Yûnus, 10/27.

37 Bk. Fâtır, 35/15-17.Bk.Nisâbrî, Garâibu’l-Kur’ân,I/16-18.

38 Bk.. Hucurat, 49/13.

39 Konuyla ilgilibk. Pascal, a.g. e. s.45.

40 Bk. Ragıp İsfahânî,Müfredât, 526; İbn Manzur, lisânü’l-Arap,III/498-500.

41 Taberî, Tefsir,I/49.

42 Bk. Ruhu’l-Beyân,I/23.

43 İbn Kesîr, Tefsir,I/30.

44 Bunlar istiazeninrükünleridir. Bk. Nisâburî, Garâibu’l-Kur’ân, I/16-17.

45 Konuyla ilgilibk. Elmalılı,X/142.

46 Bk. Bakara, 2/67;Âl-i İmran, 3/36;Duhan, 44/20; 113/1;114/1

47 Bk. Cin, 72/6.

48 Bk. Araf, 7/200; Nahl,16/98; Gafir, 40/56; 41/36.

49 Bk. Yusuf,12/23,79.

50 Bk. Muhammed Fuad, s. 494.

işaret edilmektedir.Kur’ân-ı Kerim’de emirsığasıyla yer alan dört ayette, Şeytan’ın dürtüklemesi ve Kur’ân okunmasına başlamadan önce kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınılmasıistenmektedir. Mastar olarak yer alan ayetlerde de, Yusuf (as.)’ın kötülüklerden korunmak için Allah’a sığındığıhatırlatılır.

İstiâze kelimesin anlamları arasındagüvenmek, tutunmak ve yapışmak olduğu belirtilmişti.51

Kur’ân-ı Kerim’de bunların örneklerini bulmamızda mümkündür. “Asama bi” kelimesi tutunmakve yapışmak anlamlarınagelir. Yüce Allah NisâSuresi 146. ayette MünafıklarlaMüslümanları ayırt etmekiçin “Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’a yapışanlar ve dinlerini sırf Allah için yapanlar, işte onlar mü’minlerle beraberdir...”buyururken, aynı surenin175. ayetinde de Allah’a tutunanların doğru yolda oldukları belirtilmiş olur.Ayrıca iki ayette Allah’a yapışılmasıistenirken,52 başka birayette de insanların topluca Kur’an’auymaları arzulanır.53 İstiazeanlamına gelenbaşka bir kelime de “istemseke bi” mazi fiilidir.54

Yukarıda işaret edilenayetlerde işlenen ortak tema, tevhıd ve sığınılacak gücün Allah olduğunuvurgulamaktır. Buna göre, kulların sığınacak yeri Yaratıcıdır. O’ndan gelecek iyilik ve kötülüğüverecek ve önleyecek başka biri yoktur.55 Ayetlerin değerlendirmelerini yapan müfessirler de, incelemeye aldığımız konu hakkında geniş açıklamalarda bulunarak, sığınılacak yeri Yüce Yaratıcı olarak gösterirler.

3.Allah’a Sığınmanın Özellikleri

Kur’an; Allah ve insan eksenli bir kitaptır. Onuniçeriği Allah’ın birliği ise, gayesi insanın kulluğu olarak algılanır. Bu kulluk insanı aşan bir güce teslim olmaktır. Böylebir inanca göre enbüyük erdem Yaratıcıya boyun eğmek, en büyük günah ise isyan etmektir. Boyun eğilen güç her şeyin üstündemutlakhakimiyet sahibi veher şeyi bilendir. İnsanın gücünübu varlık ile kıyaslamak mümkün değildir.Bukonuda istiâzenin önemliolduğu gözlenir. Kur’ân’daistiazeyi konu alanayetler dikkate alındığında,sığınmadaşu prensiplerin olduğu gözlenir. İnanma,güvenme ve korkma.

a)İnanma

Yaratıcının insanlardan ilkolarak istediği kendisineinanılmasıdır.56 Bu durumuifade eden fiil“a-me-na” dır. Kelime insanda sükûnetin, emniyetin, güvenin hakim olması ve tasdik anlamlarına gelmektedir.57 İnanma, insanın her şeyi yaratanın ve verenin Allah olduğunu kabul etmesi demektir. Bu inanç kişinin benliğini kazanmada, güçlükleri yenmede, ümitsizlik duygusunungiderilmesinde etkili olmaktadır. İşteYüce Yaratıcı, istiazeyi konu edinen ayette korkudan emin olmanın şartı olarak; “ Gerçek şu ki: iman edip de yalnız Rablarına tevekkül edenlere onun(Şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.”58 buyurur.

İnsan şeytan ilişkisini değerlendiren ayette insanın korunması için Allah’a inancın gereğivurgulandığı görülür. Müfessirler, inananlara şeytanın etkisinin olmamasının sebepleri olarak, emir ve nehiylere riayeti,59 hata ve vesveseleri Allah’a havale etmeleri,60 yaptıklarına tövbe etmeleri61 ve Allah’ın af etmeyeceği günahları işlemeyecekleri62 sıralanır. Ayetlerden vemüfessirlerin yorumlarından Allah’ın emirlerine inanmadan veAllah’a sığınmadaninsanın kendisini güçlü hissedemeyeceğianlaşılmaktadır.

b) Güvenme

İstiâzeye yer verilen ayette; “...tevekkül edenler üzerinde onun bir etkisi yoktur.” ifadeleri

Allah’a güvenmenin gereğini hatırlatır. Tevekkül “ve-ke-le” kelimesinden türemektedir. Allah’a

51 Bk. Râgıp İsfahânî,Müfredât, 526; İbn Manzur,lisânü’l- Arap, III/498-500.

52 Bk. Âl-i İmran, 3/101; Hac,22/78.

53 Bk. Âl-i İmran, 3/103.

54 Bk. Bakara,2/256; Zuhruf, 43/43.

55 Bk. Ahzap,33/17.

56 Bk. Bakara,2/136; Äl-i İmrân, 3/84;Mâide, 5/111; Araf, 7/156, 158;23/58; 27/81.

57 İbn Manzur,XIII/21; Zebîdî, IX/124; Mu’cemu’l-Arab’l-Esâsî, s. 109.

58 Nahl, 16/99.

59 Taberi, Tefsir, XIV/174.

60 Taberi, Tefsir, XIV/174-175.

61 Kurtubî, Tefsir, X/175.

62 Râzî, Tefsir,IV/522; Âlûsî,Tefsir, IV/230.

dayanmak, ısmarlamak, kefil olmak, aczini itiraf ederek başkasına güvenmek, işini Allah’a bırakmakdemektir.63 Yüce Yaratıcı Hz. Peygamberinşahsında Müslümanların dikkatini çekerek yapılacakher işte Allah’a güvenilmesini istemekte,64 Mü’min iseniz Allah’a güvenin denilerek,65 başka birine sığınmanınsakıncalarına dikkat çekilmektedir.66 Diğer ayetlerde de, mutlak galip, engin merhamet sahibi ve sonsuzolanAllah’a güvenilmesi vurgulanarak,67 “Göklerin ve yerin ğaybı yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluketve O’na dayan.Çünkü Rabb’in sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.”68 buyurulmaktadır.69 Bu ayetlerin ifadelerine göre, yaratılanın korunması Yaratıcının yardımına bağlıdır.Müfessirleristiâzeyi değerlendirirken, bununsözve kalp uyumu ileberaber olması gerektiği görüşünü ileri sürmektedirler.70 Söz konusu ayetleri değerlendiren Taberî (ö. 310/922) de Yüce Allah ile şeytanarasındaki konuşmaya yer vererek, Hicr Sûresi 39-42. ayetleriyle açıklar.71 Benzer bir değerlendirmeyapan Kurtubî (ö.671/1273) ise, Hz. Peygamberin söz konusu ayetleri tefsir niteliğindeki hadisine yerverir.72 Buna göre, günah işleyen birinin tevbe etmesi halinde Allah’ın affedebileceği umulmaktadır.

c)Korkma

Kur’ân-ı Kerim’de Allah’tankorkmayı ve O’na sığınıpgüvenmeyi ifade eden kelimelerden biride takvadır. Türetildiği fiil “vikâye” dir. Bir şeyi birşeyden, bir şey aracılığı ilekorumak, bir şeydensakınmak, islah edip düzene sokmak ve bir şeyi himaye etmek anlamlarına gelir.73 Kur’ân’da insanın bir fiili olarak kendini istenmeyenfiillerden koruması, Allah’ın yasaklarından kaçınma, cezagerektirecek fiillerden sakınma anlamları için söz konusu kelime kullanılmaktadır.74 Takva bir neviinsanın kendisini kontrol mekanizması görevi yapmaktadır. Günah işlemekten ve şeytanın vesvesesinden korkanın, korkulan kötülüklerden, sevdiği veincitmesinden sakındığı yaratıcısına sığınmasıdır. Tıpkı annesi tarafından cezalandırılanyavrunun annesine sığınması gibi. Hata eden insan daAllah’a yönelir başkasına gitme ihtiyacı duymaz. Çünkü inananları koruyacak tek güç O’dur. “Eyİman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti deAllah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve mü’minler yalnızca Allah’a güvensinler.”75

Ayeti sığınılacak, güvenilecek ve kendisinden korkulacak sadece Yaratıcı olduğunu ortaya koymaktadır.

4.Kur’ân’da Sığınma Örnekleri

Kur’ân-ı Kerim’de yer alan istiâze, sonPeygamberin ümmetiyle sınırlı değildir.Öncekipeygamberleri de kapsamaktadır.

Hz. Nuh’un Sığınması; Tufan hadisesinde kendisine inanmayarak gemiye binmekistemeyen oğlunun davranışından endişe eden Hz. Nuh, Allah’a yalvarır.76 Yüce Allah Hz. Nuh’unduasına; “Ey Nuh! O senin ehlinden değildir...”77 şeklinde cevapverir. Bu ikaz üzerineHz. Nuh; “Ey Rabbim! Ben, hakkımdabilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım.Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan ziyana uğrayanlardan olurum.”78 şeklindeki sözleriyle pişmanlığınıbelirtmişolur.

Hz. İbrahim’in Sığınması:Yüce Allah Hz.İbrahim’den Müslüman olmasını istemiş,İbrahim’de; “...Alemlerin Rabb’ına teslim oldum demişti.”79 ayeti örnek teşkil etmektedir. Buradaki sığınma,Allah’aiman ve O’nun emirlerine teslimolma olarak anlaşılmaktadır.80

63 Râgıp, Müfredât, s. 834-835; İbn Manzur, XI/734-735; Zebîdî, VIII/159-160.

64 Bk. Âl-i İmrân, 3/159.

65 Bk. Mâide, 5/23; Yûnus, 10/84.

66 Bk. İsrâ, 17/2.

67 Bk. 26/217;25/58.

68 Bk. Hûd, 11/123.

69 Diğer ayetler için bk.3/101,122; 4/81,132; 5/11,23.

70 Âlûsî,Tefsir, XIV/230.

71 Taberi, Tefsir, XIV/174. Diğer ayetler için bk. Araf, 7/13-17.

72 Kurtubî, Tefsir, X/175.

73 İbn Manzûr, XV/401; Zebîdî,Tâcu’l-Arûs,X/396; Râgıp,s.833-834.

74 Bk. Bakara,2/24; 189; 194;Araf, 7/26;Şems, 91/8; Muhammed, 47/13.

75 Mâide,5/11.

76 Bk. Hûd, 11/45.

77 Hûd, 11/46.

78 Hûd, 11/46.

79 Bakara, 2/131.

Hz. Musa’nın Sığınması: Hz. Musa’nın Allah’tan aldığı emirleri tebliğ etmesine kızan Firavn, O’nu öldürmek ister. Bu durumu Yüce Allah şu ayetiyle haber verir. “Firavn, bırakın beni Musa’yı öldüreyim. Varsın Rabbine yalvarsın! Çünkü ben, O’nun dininizi değiştireceğinden, yahut yer yüzündebozgunculuk çıkaracağından korkuyorum dedi.” Musa’da ‘Benhesap gününe inanmayan her kibirlidenbenim de Rabbim sizin de Rabbiniz (olan Allah’a sığınırım)’ dedi.” 81 Buraya aldığımız yirmi yedinci ayetteyeralan “innî üztü bi Rabbi” ifadesiyle Firavn’dan gelebilecek düşmanlıktan Allah’a sığındığıgörülmektedir. Bu durum peygamberolan birininAllah’ın izni olmadan bir kötülüğü önlemeye gücününyetmeyeceğini hatırlatmaktadır.82

Hz. Yusuf’un Sığınması: İstiazeyeönemli örnek teşkil eden olaylardan biri, Hz. Yusuf’un duasıdır. O bir peygamber olmakla birlikteinsandır ve nefis sahibidir. Dolayısıyla iyi vekötü şeyleri istemesi mümkündür. Allah seçkin kullarını peygamberliğe engel teşkil edecek hasletlerdenkorumaktadır. Nitekim, Hz. Yusuf’a efendisinin hanımı birtakım isteklerde bulunur.Buistek karşısında aciz kalan Hz. Yusuf, Allah’tan sığınmaisteyerek korunmasını arzular. YüceAllah ta, Hz. Yusuf’u nefis ve kadına karşı korur.83

Hz. MeryemveAnnesinin Sığınması: İstiâzeye çarpıcı bir örnekHz. Meryem’in annesininduasında görülür. Hz. Meryem dünyaya gelinceannesi, “...Rabbim onu ben kızdoğurdum...Koğuşmuş şeytana karşıO’nu ve soyunu sana ısmarlıyorum.”84 demişti. Ayetinanlamına dikkat edilirse, çocuk yeni dünyayagelmiş, soyu veneslinin durumu belli değildir. Fakatişin başındakızının geleceğini Allah’a emanetetmektedir.85 Benzer duayı Hz.Meryem’de de görmekteyiz.86 Kur’an’da yer alan bu misaller bir Müslüman’ın nasıl hareket etmesi gerektiğiniortaya koymaktadır. Hz. Peygamberden önce gönderileninsanların Allah’asığındıkları gibi, aynıemirlerHz. Peygamber’edegönderilmiştir.YüceAllahhalk arasında yaygın olan yanlışinanç ve davranışları kaldırarakdoğru olanı haber vermiştir.

Hz.Peygamberin Sığınması

Kur’ân-ı Kerim,Hz. Peygamberin Yüce Allah’a sığındığı, dayandığı ve güvendiğini ortaya koyanbir kitaptır. Peygamberin biran Allah’tan ayrı kaldığını düşünmek mümkün değildir. Yaratılan her şey Allah’a götürmekte, düşünce,zikir, ibadet ve dualar, insanı Allah’a bağlamaktadır. Yapılanı Allah görmekte, kullardan bu duygu ve düşünce ileAllah’a dayanılması istenmektedir.87 Bunun en güzelörneği Hz. Peygamber’de görülmektedir. Bu bilgileri, daha önce gönderilenpeygamberlerin sığındığı gibi Allah’a dua etmesi, Araplar arsında yaygın olan yanlış inançların kaldırılması ve istiâzeileümmetine örnek olması şeklinde sistematikhale getirmemiz mümkündür. Yaratıcı daha öncegönderilenpeygamberlerin nasıl sığındıklarını haber vermiş, Hz. Peygamber’den de aynı şekilde dua etmesini istemiştir. Fakat,İslâm’ın gelmesinden önce diğer inanç konularda olduğu gibi bu konuda da yanılmalar olmuştur. Bunların başında cahil Araplarıninançları gelmektedir. Söz konusuinsanlar her hangi bir vadiye varıpkonaklamakistediklerinde, “Bu vadinin şerrinden bu vadininbüyüğüne yahut beyine sığınırım” şeklinde istiâzede bulundukları belirtilir.88 İslâm bu yanlışları düzelterek sığınılması gerekenive nasıl istiâze yapılacağını haber verir.89 “Şu gerçek ki: insanlardanbazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırdı.”90 Yüce Allah cahillerin yaptıklarını haber vermekle kalmamış, kendisine nasıl sığınılması gerektiğini, “De ki: Rabbim! Şeytanınvesvesesinden sana sığınırım.”91 Şeklinde ifade etmiştir. Hz. Peygamer’de yapmış olduğu duasında; “Şeytanın vesvesesinden, üfürmesinden veokumasındanalim ve işitici olan Allah’asığınırım.”92 demiştir. Uykuyayatarken de; Allah’ın gazabından, azabından, kulların kötülüklerinden, şeytanın vesvesesinden ve

80 Bk. Zemahşeri, Tefsir, I/95.

81 Mü’minûn, 40/26-27.

82 Hz. Musa ile ilgili diğerayetler içinbk: Mü’min, 40/20;Bakara, 2/67.

83 Yûsuf, 12/24.

84 Âl-i İmran, 3/36.

85 Bk. Müslim, Fedâil, 40 (h. 146-147) Ahmed b. Hanbel, II/233; Kurtubî,IV/68.

86 Meryem, 19/18.

87 Bk. Bakara,2/112.

88 Bk. Taberî, Tefsir,XXIX/108; Kurtubî, Tefsir,XIX/10; I/89.

89 Kurtubî, Tefsir, XIX/10.

90 Cin 72/6. Nüzülüyle ilgilibk. Taberî, Tefsir, XXIX/108; Kurtubî, Tefsir, XIX/10.

91 Mü’minûn,23/97.

92 Ahmetb. Hanbel, III/50; V/253.

şeytanların yanımda bulunmalarından Allah’a sığınırım şeklinde dua ettiği rivayet edilmektedir.93

Kur’ân’da Hz. Peygamberle ilgili sığınma örnekleri farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Bunlar arasında

“Mültehade”94 ve “ Asame”95 kelimeleri dikkat çekicidir. 96

Bir Peygamberin görevi verilen emirlere uymak vetebliğ etmektir. Yaratıcının izni olmadanPeygamberin, fayda ve zararı kaldırması mümkün değildir.97 Bu durumda, yaratılanın korunması için mutlak gücesığınma gereksinimi hatırlattığı anlaşılmaktadır. Yüce Allah kullarından bunuistemekte,kendisine dua edilmesinden memnunolmaktadır. Sığınmayı bir nevi kulluğun gereği olarak görmektedir. “Bana dua edin duanızı kabul edeyim.Bana kulluğa tenezzül etmeyenler aşağılık olarak cehennemegireceklerdir.”98 ayeti bu durumu haber vermektedir. Diğer taraftan Kur’an’da, inananlarınkendisine dayanması gerektiğini99 ve peygamberle tartışanlara karşı, Allah’ayönelinmesini emreden ayetler, Hz. Peygamberinşahsında sığınmayı ve sığınılacak yeri göstermiştir.100

5.KaçınılmasıGereken Kötülükler

İnsana, insanlardan ve cin şeytanlarından kötülük gelebilmektedir.101 Onlardan soyutlanması mümkün değildir.Onlarla olanilişkilerinde başarıyaulaşması arzulanır. Yaratıcı, yaratılanlardan gelecek tehlikelerden korunmanın sırlarını değişik vesilelerle açıklamaktadır.

a)Şeytandan Sığınma

İblis, insan yaratıldıktan sonra ona düşman olmuştur.102 Onun düşmanlığından korunması gerekir. İblis’in etimolojisi hakkında farklı nakiller ileri sürülse de,103 ağırlıklı görüş, âcemi kökenliolduğu doğrultusundadır.104 Mana itibariyle hayırdan ümit kesme, pişman olma gibi anlamlara gelir.105 İnsanların Allah’ın rızâsını ve cenneti kazanmaması için ne gerekirse yapacakolan şeytan ve nesli, sinsi olarak görevini yapar. Kur’an, şeytandan gelebilecek hile ve tuzakları insanlara haber vererek, inananların bu oyunlaragelmemeleri arzulanır.Şeytana verilenbu ruhsat, insan için bir imtihanın gereğidir.106 Her peygamber ve ümmetine şeytan ve insan düşmanları musallatkılınmıştır.107

Kur’ân-ı Kerim’de, yüz elliye yakın âyette şeytanla ilgili bilgilere yer verilir. Bunlardanbirkısmı, Yaratıcı ile şeytan, diğerleri insan-şeytan ilişkisini oluşturmaktadır. Allah tarafındanlanetlenen şeytan, Yüce Allah’a insanlar hakkında onları saptıracağını, kuruntularla aldatacağını veAllah’ın emirlerini ihlal ettireceği belirtir.108 Yüce Allah'ta, "(Şeytan ) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytan'ın onlara va'di aldatmaktan başka bir şey değildir."109 ifadeleriylecevap verir.

Kur’an-ı Kerim’deyer alan Hz. Adem ve İblis kıssası ve konuyla ilgili ayetlerbütün insanlığı uyarmaktadır. O gün insanlığın atasını şaşırtıp cennetten çıkmasına vesile olanşeytan, bugün deilk peygamberin evlatlarını şaşırtmaktan geri kalmayacaktır. Nitekim Yüce Allah Bakara,110 Araf,111

93 Râzî, Tefsir,XXIII/119; İbn Kesîr, Tefsir, V/486.

94 Bk, Kehf, 18/27; Cin,72/22; Hac, 22/78.

95 Mâide, 5/67; En’âm, 6/146.

96 Diğer ayetler için bk.Cin. 72/22-23;Kehf, 18/27; Kasas, 28/85.

97 Mâide, 5/76; En’âm, 6/17,71;Araf, 7/188; Ahzap, 33/17;Cin, 72/21.

98 Mü’min, 40/60.

99 Tevbe, 9/51.

100 Geniş bilgiiçin bk. Taberi, Tefsir,XVIII/51; Râzî, Tefsir, XXIII/119.

101 R. Rıda, Menar, IX/539.

102 Kur’ân-ı Kerim, Fâtır,35/6.

103. Bk.Râgıb, Müfredât, 60;Wensinck, İ.A. İblis Md.

104 İbn Manzûr, Lisânül-Arap,II/238; Zebâdî, Tacu’l-Arûs,IX/353.

105 Kurtubî, Tefsir, I/90;Elmalılı, Tefsir, I/239; Cânân, İbrahim, a.g.e., IV/347

106. BkBakara 2/38.

107. BkEn'âm, 6'112

108. Nisâ, 4/119.

109 Nisa 4/120.

110 Bk. Bakara, 2/35-36.

111 Bk. Araf, 7/20-22.

Hıcr,112 İsrâ113 Tâhâ,114 ve Sâd115 sûrelerinde Hz: Adem’in kıssasını haber verdikten sonra, değişik sûre ve âyetlerde Hz. Muhammed ve onun tebliğinemuhatapolan insanlığa şeytanın yapabileceği bütündüşmanlıkları haber verilmiştir. İslâm’ın hedefi insanlığın mutluğunu sağlamaktır.Bununiçin Hz.Peygamberin tebliğine muhatap olan insanlara Kur’ân’da şu uyarıda bulunur.

“Ey Adem oğulları! Sakın şeytan ananızla babanızı, edep yerlerini kendilerinegöstermek için kandırıpcennetten çıkardığı gibi,sizi de belaya sokmasın! Çünkü o ve kabilesi sizi kendilerinigöremeyeceğiniz yerden görürler. Biz şeytanlarıiman etmeyenlere dost kıldık.”116

Öte yandan Yaratıcı, şeytanın etkiliolabileceği insanlarındurumunu haber verirken şöyle buyurur. “Onun etkisi, onudost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.”,117 “..Kullarımızın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır.”118 Ey inananlarşeytana uymayın. Kim Şeytanın ardınatakılırsa bilsin ki o, hayasızlığı ve fenalığı emreder.Allah’ın lutfu ve merhameti bulunmasaydıhiç biriniz ebediyen temize çıkamazdı.”119 Şeytanda ahırette, “Bizim sizin üzerinizde bir tesirimiz yoktu. Bilakis azmış bir millettiniz.”120 Sözleriyle itiraftabulunmaktadır.

Yukarıda anlamve numaralarını verdiğimiz ayetlere dikkat edildiğinde, şeytanın etkisinin kendine tabi olan ve Allah’a şirk koşan insanlara olduğu anlaşılmaktadır. Bunların Müslümanlarakötülüğü olamaz mı? sorusuna verilecek cevap şüphesiz kötülüklerinin olabileceği şeklindedir. Fakat,şeytanın açıktan bir kötülüğü yoktur. Kurnaz tavırlarıylahilekurması, vesvese vermesi, göz boyaması, kötü şeyleri süslü göstermesi tercih ettiği metotlar arasında bulunur.121 Burada dikkatiçeken, günahların iyi gösterilerek Müslümanların kandırılmış olmasıdır.122 Şeytan insana söz ve umut verir, sonunda yalnız bırakır.123 İşte Müslümanlar, şeytanın hilelerine kanarak, verdiği vesvese neticesinde günah işlemiş olurlar.124 Bu durumda olanlar için Yüce Allah Hz. Peygambereşu hatırlatmada bulunur. “Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürterse, Allah’asığın, Çünkü O’ işitendirbilendir. Allah’tankorkanlar kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğuzaman (Allah’ın sevap ve cezasını)hatırlarlar ve hemen (gerçeği) görürler.”125 Kur’ân’da, Peygamberlereinsan ve cin şeytanları imtihan gereğidüşman kıldığını hatırlatılırken,126 bunlardan kurtulmanınistiâze ile olacağını müstakil surelerde zikredilmektedir.127 Şeytanın insana verdiği kötülüklerin başında vesvesegelir.128 Buda şüpheye düşürme, ibadetleri tehir ettirme, yaptıklarında gösterişte bulunma, kendini beğenme ve haset gibi kötü hasletler olarak belirtilir.129 Bu kötü hasletlerdenkurtulmak için şuşekilde iztiâzeyapılmasıistenir.

“...Rabbimşeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım. Veonların yanımda bulunmalarından sana sığınırım.”130 Yüce Allah, Araf 200, Fussilet36. ve Müminûn 97-98. ayetlerlebu hasletlerden kendisine sığınmailekorunmuş olacağını haber vermektedir. Çünkü görünmeyen düşman olan şeytanların kötülüklerinden Allah’a sığınmadan emin olunması mümkün görünmez.131

Müfessirler insanlardan gelecek tehlikelerden kaçınmanın prensipleri açıklayan, Araf 199. ayetinin

112 Bk. Hıcr, 15/39.

113 Bk. İsrâ, 17/62-63.

114 Bk. Tâ’ha, 20/120-121.

115 Bk. Sâd, 38/82.

116 Araf, 7/27.

117 Nahl, 16/100.

118 Hıcr, 15/42.

119 Nur,24/21.

120. Sâffat, 37/30.

121 Nahl, 16/63; En’âm, 6/43; Enfal, 8/48.

122 Âlûsî, Tefsir, VII/151.

123 Bakara, 2/169; Mâide,5/90-91; Nur,24/21.

124 Bakara, 2/168; En’âm, 6/142;İsrâ,17/53.

125 Araf, 7/200-201.Krş. Fussilet, 36; bk. Nisâburî, Garâibu’l-Kur’ân, I/19.

126 En’âm, 6/112.

127 Nâs, 114/1-6.

128 Vesvese ile ilgili bk. Kurtubî,Tefsir,XX/263; İbn Manzur, III/922.

129 Bk. İbn Cüveyy, Ebu’l-Kasım,Kitâbu’t-Teshîl li Ulûmmi’t-Tenzil,Kahira ts. IV/450.

130 Mü’minûn, 23/97-98.

131 İbn Kesîr, Tefsir, I/27.

nüzulünden sonraHz. Peygambere, “ kızdığımızda kendimize hakim olamıyoruz. Bu durumda neyapmamız gerekir” soruları üzerine, Araf suresi200. ayetinin nazil olduğunurivayet ederler.132

Buna göre, şeytandan korunmak için istiâzeden başka bir alternatifin olmadığı gözlenmektedir.Allah’ın, insanların yaptıkları hatadan dolayı istiğfaredenleri af edeceği ileri sürülür.133

b) İnsanve Benzerlerinden Sığınma

İnsan mükemmel bir varlıktır.134 Bu mükemmellikte kendisinin bir etkisi yoktur. Kötühasletler arızîdir. Yüce Allahkullarından kendisineinanmalarınıve hayırlı işlerde yardımlaşmalarınıistemektedir.135 İnsanlardan istenenler bunlar olmasına rağmen,menfi davranışta olanlar bulunabilmektedir. Menfidavrananlardan korunmaları gerekir.Bukorunma düşmanlıkla değil onlara güzelyaklaşarak, yaratılıştan getirdiği güzel hasletlerin tekrar kazandırılması arzulanır. Bunlarınnasıl yapılacağı Araf 199, Mü’minûn 96 ve Fussilet 33-35 ayetlerindeaçıklanmaktadır.

İnsanlar, şeytandan gelecek kötülüklerden korunmaları içinistiâzeyapmakdurumundadırlar. Bunlara güzel söz söylemek fayda vermez. İnsana ise iyi davranmak fayda verir. Kötülük yapana güzel konuşmak, iyi davranmak, hatalarını affetmek yerine göre ceza vermekten daha etkili olabilmektedir. Yukarıya alınanayetlerde bunlaraişaret edilmektedir.Nitekim uhudsavaşından sonranazil olan ayette;136 “Allah’ın rahmeti sebebiyle ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın çevren dağılır giderlerdi...”137 ifadelerinden iyi davranmanın neticesihatırlatılmaktadır.

R. Rıda, insanlar arsında ilişkilerin sağlıklı seyrini yukarıda belirtilen, -af, iyilikve cahillerden yüz çevirme- hasletlerine bağlamaktadır.138 İbn Kesîr (ö.774/1372)’de söz konusu ayetleri delil göstererek, Yüce Allah Şeytan türünden olan insanlara iyi davranılmasını emretmiştir. Böylece sonradan elde ettiği kötülükleri iyiliğe dönüştürmüş olur.Zira insan iyi yaratılmıştır şekliyleyorumlamaktadır.139 Zemahşeri (ö538/1149),kötülüğü önlemekiçin şuaçıklamalarda bulunur. “Sana gelmeyene git. Yasakedene ver. Zulmedeniafet.”140 Yukarıya alınan ayetlerde ifade edilen hükümler insanlar arasında kurulması gereken iyi ilişkilerin kurallarıdır. Bu güzel hasletlerin uygulanması halindedüşmanlığın dostluğa dönüşeceği anlaşılmaktadır.Bunlarınfayda vermediği insanlardan ise Allah’a sığınılması önerilir.141 Böylelikle af, iyilikle karşılık verme ve sığınma İslâm’ın insanlara yaklaşımını ortaya koymaktadır. Kur’ân’da insan ve cin Şeytanlarıyla birlikte,142 sığınılması gereken başkayaratıklar dabulunur. Bunlar:Felak, yarattığı şeylerin şerri, karanlık çöktüğünde gecenin şerri,büyücüler, haset edenler, vesvese veren şeytan, insan ve cin şeytanlarıdır. Dolayısıyla yedi sınıf yaratıktan Allah’a sığınılması istenmektedir.

Felak kelimesiyle başlayan surede insanazararlı olması düşünülen, din ve dünyacaiyikarşılanmayan kötühasletlerinhepsi ifade edilerek onlardanistiâzeyoluyla korunulması arzulanır. Felak; çok farklı anlamı olan bir kelimedir. Yırtmak, sabahın ağarması,ikitepe arasındaki alçaklık, cehennemde bir çukur vs.143 Böylelikle Yüce Yaratıcıya sığınma, “Ben, ağaran sabahın Rabb’ine sığınırım” şeklindeki girişle başlanmaktadır. Bu ayettensonra gelen “yarattığı şeylerin şerrinden”ifadesiyle sığınılacak kötülüklerin hepsi zikredilmektedir. Daha sonra karanlık gecenin durumu,144 sihir

132 Râzî, Tefsir, XV/97;Kurtubî,IX/157; İbn Kesîr, III/538.

133 Bk. Taberî, Tefsir, XIV/174;Kurtubî, Tefsir,X/27; 175; Kâdî Beydavî, Tefsir, I/557.

134 Bk. Tin, 95/4.

135 Bakara, 2/177; Mâide, 5/2.

136 Râzî, Tefsir, IX/60-61; Kurtubî,Tefsir, IV/248.

137 Âl-i İmran, 3/159.

138 R. Rıda, Menar, IX/539.

139 İbn Kesîr, Tefsir, I/30.

140 Zemahşeri, Tefsir, II/111.

141 Bk. Araf, 7/200; Fussilet, 41/36.

142 Bk. En’âm, 6/112; Nâs,114/6.

143 Bk. Taberi, Tefsir, XXX/349-351; Kurtubî, Tefsir, XX/254; Râgıp, s. 579.

144 “Gâsik”, şiddetli karanlık, dolgunluk, akmakgibi anlamlara gelmektedir. Bk. Taberî, Tefsir, XXX/351; Kurtubî, Tefsir, XX/256-357;İbn Manzur, X/288-289.

ve büyü yapanlar145 ve hased edenlerin ruh hali zikredilmiş olur. Kurtubî (ö.671/1273) Felak Suresini tefsir ederken, söz konusu surenin bütün kötülükleri Allah’ın yarattığına bir delil olacağını belirtir.146

Allah kötü hasletleri yaratırfakatonlarıninsanlarakötülük yapmasını arzulamaz. Bunların kötülüklerinden koruyacak yineO’dur.NasSuresi’nde de istiazeye vurgulamayaparak, gizli ve açık düşman olan insan ve cin şeytanlardan korunmak için istiazenin önemi belirtilir.147

6. İstiâzenin Hükmü ve Sığaları a)Hükmü

Kur’ân-ı Kerim okumaya başlarken,NahlSuresi 98.ayetininfarklıyorumlanması sebebiyle istiaze yapmanın vacip, sünnet ve müstehap olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürülmektedir.148

Fakat alimlerin ekseriyetinegöre, ayetteyer alan “festeız” emri, mendupbildiren bir emir olarak kabul edilmektedir.149 Bununla birlikte, Kur’ân-ı Kerim’de dört ayette emir sıgasıyle istiâzeyapılması emredilirken,150 Mü’minûn Suresi 97,Felakve Nas Surelerinin birinci ayetlerinde kimdenkorunması gerektiği işaret edilmektedir. İbn Sîrin (ö.110/728), Ata İbn Ebî Rebah (ö.114/732), Zahiri mezhep imamı Davud İbn Ali (ö.270/883) ve Razî (ö.606/1210), Nahl Suresi 98. ayetteki emri vacip olarak değerlendirmişlerdir.151 Buna göre istiâzeyi terk eden günah işlemiş olur.152

Kıraat ilmine göre, Kur’ân-ı Kerim’in başındanveya herhangi biryerinden okumaya başlayanbirinin, istiâzeyi okuması gerekmektedir. Ehl-i sünnet mezhepimamları arasında bu hususta görüş birliği bulunur. Diğer taraftan, İmam-ı Nâfi (ö.169/785)’nin istiâzeyi gizli,besmeleyiaçık okumayı, İmam-ı Hamza (ö.156/773) fatihanınevvelinde açık, diğer yerlerdegizli okuduğu nakledilir.153 Kur’ân okuyan kimse kendisini dinleyen var vesesli okuyacaksa, istiâzeyi açıkokur. Namazlarda ise gizli okunması tercih edilir.154 Hz. Peygamberden gelen nakillerden anlaşıldığına göre istiâze kıraatten öncedir. Tercih edilen görüş böyledir. Bunların dışında zikredilen görüşlerin zayıf olduğu kabul edilir.155 İbn Cezerî (ö. 833/1429) konuyla ilgili geniş değerlendirme yaptıktan sonra istiaze ile ilgili görüşlerini şöyleözetler: İstiâze ağız yoluylakazanılangünahları temizler. Allah’ınkelamını okumayahazır hale getirir. Söz konusu terim kulunaczini Yaratıcınınkudretini ortaya koyar.Diğer taraftankulun önleme imkanı olmayan manevi düşmanlardan Allah’ın kudreti vasıtasıyla korunmuş olur.156

Kur’an okuyan, kıraatle ilgili bir sebepten dolayı onu kesmiş ve aradaki fasıla uzamamış ise, tekrar başladığındaistiâzeyi okumaz.157 Kıraatin kesilmesine sebep arızi değilse, bu takdirde istiâzeyi tekraretmek durumunda kalır.158

b)İstiaze Sığaları

Kur’ân’da yer alanistiâzenin tefsiri niteliğindeki hadislerde bazı istiâzeterimleri bulunmaktadır. Bunlar arasında Nahl Surersi 98. ayete uygun olanı “eûzü billâhi mine’ş-Şeytâi’r-Racîm” ifadesidir. İslâm alimleri arasında tercihedilen istiaze budur. İkinci olarak; Araf Suresi 7/200. ve FussiletSuresi 41/36. ayetlerin sonundabulunan “O işitendir bilendir” ifadelerinin zikredildiği, “Eûzü billâ’s-Semiı’l-Alîmimine’ş-Şeydâni’r-racîm” sığasıdır.159 Tercih edilen istiazeler bunlardır. Farklırivayetlerde vardır.160

145 “Neffâsât-i fi’l-ukadi”: Büyücü kadın, düğümlere tükürmeden üfleyenler anlamındadır. Bk. Taberî, Tefsir, XXX/253; Kurtubî, Tefsir, XX/257.

146 Kurtubî, Tefsir, XX/259.

147 Konuyla ilgili bk.En’âm, 6/112; Nâs, 114/6;Araf, 7/200; Kurtubî, Tefsir, 263-264.

148 Bk. El-Bennâ, el-İthâf (I-II)Kahire 1987, I/107.

149 el Cezerî, Tuhbetü’t-Teysir,Beyrut1983,s. 38; en-Neşr,I/258; El-Bennâ, I/107.

150 Bk. Araf, 7/200;Nahl, 16/98; 40/56; 41/36.

151 Cezerî, Neşr, I/258.

152 Mühaysin,el-Mühezzep, I/30.

153 Cezerî, Teysir,s.30; El-Bennâ, İthaf,I/108; Mühaysin, el-Mühezzep,I/31.

154 Bk. Cezerî, Neşr, I/252-253.

155 Cezerî, Neşr, I/254.

156 Cezerî, Neşr, I/256.

157 Zerkeşî, Burhan, I-IV, 1972, (İsâ’l-Bâbi’l-Halebî)I/460.

158 Cezerî, Neşr, I/259.

159 Buharî, Edep, 76;Müslim,Birr, 109,110. Ebû Dâvud,Salah, 18; Cezerî, Neşr,I/243-244.

160 Bk. Cezerî, Neşr, I/244-251; Bennâ, İthaf, I/107-108; Palevî, Züpdetü’l-İrfân, s. 6.

Netice:

Kur’ân’da yer alan istiâze ile ilgili vardığımız sonuçları şu şekilde özetlememiz mümkündür.

İlk olarak İstiâze tevhid’iilgilendirmektedir. Yaratıcı bununla kendi yüceliğini, yaratılanların aczini işaret ederek, İslâm’dan önce cahil Araplar arasında yaygınolan cehâlet kalıntılarını kaldırmasıdır.İstiâze insanı günahlardan temizlemekte, insan ve cin şeytanlarıyla nasıl mücadele edilmesi gerektiğiniöğretmektedir. Bunun içininsanlara, insan şeytanlarından korunmaları için şu önerilerde bulunur. a) Yapılan kötülüğü af etmek, b) Kötülüğekarşı iyilikle cevap vermek, c) Sabırlı olmak, d) Cahillerden yüz çevirmek ve Allah’a güvenip sığınmak. Zira insanın aslı temizdir. Kötülükleri sonradan oluşmaktadır.İnsan istiâze ile Yaratıcının bütün isimlerinin toplandığı Allahlafzına sığınmaktadır. Böylelikle şeytanın kalbine bıraktığı vesveseveüfürme gibi kötü hasletler O’nun tarafından önlenir. Zira insana yakın olanO’dur.161 O rahman ve rahimdir. Şeytan ise kötü hasletlerin temsilcisidir ve Allah’ın rahmetinden kovulmuştur.Yaratılanların istiâzeden soyutlanması mümkün değildir. Ayrıca istiazesığasında asıl olan “eûzü billâhi mine’ş-şeydâni’r-racîm.” İle “eûzü billâ hi’s-semiı’l-alîmimine’ş-şeydâni’r- racim.” ifadeleridir. Diğerleri ayetlerin tefsiri niteliğindeki hadisler olduğu anlaşılır.

BİBLİYOGRAFYA

ABDÜLBAKİ,Muhammed Fu'ad; el-Mu'cemu'l-Müfehres li Elfâzi'l-Kur'âni'l-Kerim, Beyrutts.

AHMED, Muhammed b. El-Bennâ, El-İthâfü Fîdalâü’l-BeşeriBi’l Kıraati’l-Arbaate Aşara, (I-II) Kahira

1987

ÂLUSİ, Ebu'l-Fadl Şihâbuddîn Mahmud (ö.1270/1854); Ruhu'l-Meânîfî Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm Ve's-Seb'il-Mesânî, (I-XXX) Beyrut ts.

el-BUHARİ,Ebû Abdullah, (ö.256/870); el-Câmiu's-Sahîh,(IVIII), İst., 1979.

CASSAS, Eli er-Râzî (ö.370/980); Ahkâmu'l-Kur'ân, (I-V), Thk. Muhammed es-Sâdık, Mısır ts. CEZERî, Muhammed b. Ali (ö.823/1420); Tuhbetü’t-Teysîr, Beyrut 1983.

En-Neşr fî’l- Kırâati’n-Neşr, (I-II) Mısır Ts.

ÇETİN, Abdurrahman, Kur’ânOkuma Esasları, Bursa 1997.EBU'L-BAKA; el-Kulliyât, Bulak 1253.

HAMİDULLAH,Muhammed; Introduction To Islâm, Paris1963. el-Vesâiku's-Siyâsiyye,Beyrut 1985.

İBN KESİR, Ebu'l-Fidâ İsmail (ö. 774/1372); Tefsîru'l-Kur'an'l-azîm, thk. Muhamed İbrahim, ve

Muhammed Ahmed, (I-VII), İstanbul 1984.

İBN MACE, EbûAbdullahb. Müslim (ö. 276/889); Sünen (I-IV),Kahire1952.

İBN MANZUR, Cemaluddin Muhammed (ö.711/1311);Lisânü'l-Arab, (I-XV), Beyrut 1955. İSFEHANİ, Ragıp b. Muhammed (ö. 502/1108); el-Müfredat fî Garîbi'l-Kur'an,Lübnan ts. KURTUBİ, Ebû Abdullah, (ö. 671/1273); el-Câmîli Ahkâmi'l-Kur'an,(I-XX), Mısır 1967. MESUDİ, Ebû Hasan (ö. 346/957); Murûcü'z-Zehep ve Me'adinu'-Cevher,Mısır 1964.MUHAMMED,Hüsayın, El-Mühezzepfî Kırâati’l- Aşr, I-II

NİSÂBURİ, Muhammed b. Hüseyin (ö.728/1328), Garâibu’l-Kur’an ve Reğâibu’l-Furkân, (I-XXX),(Mektebetü’l-Halebî) 1962.

PALEVî, Abdülfettâh(ö.1252/1836); Zübdetü’l-İrfânFî vucûhi’l Kur’ân, İst. Ts. RAZİ, FahruddînEbû Abdillah (ö. 606/1206); Mefâtihu'l-Gayb., (I-XXXII)Mısır ts.

TABARİ, Ebû CaferMuhammed b. Cerir(ö. 310/922); Câmiu'l-Beyan an-Te'vîli Ayi'l-Kur'ân, (I-XXX)Mısır1903.

161 Bk. Kaf, 50/16.

VAHIDİ, Abû Hasan Ali b.Ahmed (ö. 468/1075); Esbâbü’n-Nüzül, Mısır 1968.

YAZIR, M.Hamdi.; Hak Dini Kur'anDili, (I-IX), İstanbul 1960 veZehraveyn Yayınları (I-X)İst. ts.

ez-ZAMAHŞERİ, Muhammedb. Ömer (ö. 538/1143); el-Keşşafan-Hakâiki't-Tenzil, (I-IV), Beyrut ts.

ez-ZEBİDİ, MuhammedMurtazâ (ö.1205/1790);Tâcu'l-Arûs, (I-X), Beyrut1988. ZERKÂNî, Muhammed Abdülazîm, Menâhilü’l-İrfânFî Ulûmi’l-Kur’ân,Mısır- ts (I-II)
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder