17 Haziran 2015 Çarşamba

NAMAZ VE ORUÇ VAKİTLERİ [Süleymaniye Vakfı ]



Müslim
[1], Allah’a teslim olan ve onun yolunda her zorluğa göğüs geren kişilere Allah’ın verdiği addır[2]. Dini, eğip bükmeden uygulayanlar onlardır. Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “ben müslimlerdenim” diyen kişinin sözünden daha güzelini kim söyleyebilir?”(Fussilet 41/33)
Bu yazıda namaz ve oruç vakitleri, müslim olanlar için anlatılacaktır. Kendisini yahut bir kişiyi veya kurumu, dini konularda yetkili sayanlar, hedef kitlemizin dışındadırlar.
Kur'ân'da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle başlayan iki âyet vardır:
وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
 “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde tam kıl.” (Hûd, 11/114)
أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
 “Namazı, Güneşin dülûk’ndan gecenin ğasakına kadar, bir de fecrin kur'ân’ında tam kıl. Fecrin kur’ânı meşhûddur.“ (İsrâ 17/78)
Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamaya yardımcı olan âyetlerin başlıcaları şunlardır:
ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن يبعثك ربك مقامًا محمودًا
“Gecenin bir kısmında namaz için uyan; bu senin için ek görevdir. Belki Rabbin seni güzel bir makama yükseltir.“ (İsrâ 17/79)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا .  وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا
 “Rabbinin adını, sabah akşam aklında tut. Gecenin bir kısmında ve gecenin uzun bölümünde ona secde et ve kulluğa devam et (teheccüd namazı kıl)[3].” (İnsan 76/25-26)
ومِن اللّيلِ فسبِّحه وإِدبار النّجومِ
“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların geri dönüş vaktinde ona kulluk et.” (Tur 52/49)
İlgili kavramlar ile namaz ve oruç vakitlerini, bu âyetlerin ve bunları açıklayan diğer âyetlerin ortaya koyduğu hükümlerle anlamaya çalışacağız.

I. KAVRAMLAR

Kur’an’da konan ölçülere göre Dünyanın her yerinde her gün, gece ve gündüz olur. İbadet vakitlerini belirlemede bu ölçülere uyulursa kutup bölgeleri de dâhil hiçbir yerde bir sıkıntı doğmaz. Önce bazı temel kavramları görelim.

A- GÜNEŞ

Güneş, ziyâ üreten gök cismidir. Allah Teâlâ şöyle der:
هُو الذِي جعل الشمْس ضِياء
Güneşi ziyâ yapan odur…” (Yunus 10/5)
Biz, Güneşin kendini değil, ziyâsını yani ışınlarını görür, o ışınlar kümesine Güneş deriz.
http://www.solarantalya.com/wp-content/uploads/2012/06/gunes.jpg
Ziyânın kümeleştiği nokta; Güneş[4]
Ziyâ; vakit hesabı yapma imkânı veren Güneş ışınıdır. Güneşin ilk ziyâsı, seher vaktinde doğu ufkunun üst tarafından başlar, sonra bütün ufku; daha sonra da her tarafı sarar. Akşam yavaşça batıya çekilir, gecenin ortası olunca ziyâdan eser kalmaz. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
قُلْ أرأيْتُمْ إِن جعل اللهُ عليْكُمُ الليْل سرْمدًا إِلى يوْمِ الْقِيامةِ منْ إِلهٌ غيْرُ اللهِ يأْتِيكُم بِضِياء أفلا تسْمعُون . قُلْ أرأيْتُمْ إِنْ جعل اللهُ عليْكُمُ النهار سرْمدًا إِلى يوْمِ الْقِيامةِ منْ إِلهٌ غيْرُ اللهِ يأْتِيكُمْ بِليْلٍ تسْكُنُون فِيهِ أفلا تُبْصِرُون
De ki, hiç düşündünüz mü; Allah geceyi kıyamet gününe kadar uzatsa Allah‘ın dışında size ziyâyı getirecek ilah kimdir; dinlemez misiniz? De ki, hiç düşündünüz mü; Allah gündüzü kıyamet gününe kadar uzatsa Allah‘ın dışında size rahatlayacağınız geceyi getirecek ilah kimdir? Görmez misiniz? (Kasas 28/71)
Sabahın ve akşamın alacakaranlığında gece ile gündüz iç içe olur. Rahatlayacağımız gece, gecenin ortasıdır. Çünkü gecenin ortası, canlıların dinlenme vaktidir.
Ziya; yılın her gününde, Dünyanın her yerinde, farklı sürelerde gözükür. Kutup bölgelerinde, Güneşin doğmadığı günlerde bile ondan gelen ziyaya göre vakitleri hesaplarız.
Beyaz gecelerde, yatsı ile seher vakti arasında görülen ziya değil, nurdur. Nurun ne olduğu Ay başlığı altında görüelcektir.
Güneşin bir de duhâsı vardır. Duhâ, gündüzün ortaya çıkar. Onu anlatan âyetler şunlardır:
والشمْسِ وضُحاها  .والْقمرِ إِذا تلاها . والنهارِ إِذا جلاها . والليْلِ إِذا يغْشاها .
“Güneşi ve duhâsını düşünün[5]. Onu takip ettiğinde Ay’ı düşünün. Onu gösterdiğinde gündüzü düşünün. Onu örttüğünde geceyi düşünün.” (Şems 91/1-4)
Şu ayette duhâ gündüz anlamındadır: 
أَوَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
“Ya da o kentlerin ahalisi oyun halinde iken duhâda baskınımıza uğramayacaklarından emin midirler?” (Araf 7/98)
Bu âyetler, gündüzü duhâ ile tanımlandığını, gecenin duhâyı örttüğünü gösterdiği için bizi, dünyanın her yerinde ve her zaman geçerli şu tanımlara ulaştırır:
Gündüz: Duhânın ortaya çıkması ile kaybolması arasındaki zaman dilimidir.
Gece: Duhânın kaybolması ile ortaya çıkması arasındaki zaman dilimidir.
Öyleyse gece ile gündüzün temel belirleyicisi duhâ’dır. Bu sebeple kutup bölgelerinde Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine görüldüğü günlerde Güneş, dağın arkasından doğup batıyor gibidir. Ama duhâsı, günün başından sonuna kadar var olmaya devam eder. Güneşin hiç batmadığı veya kısa süreliğine gözükmediği günlerde de gündüzü duhâ ile tanıyabiliriz. Güneşli geceler şu âyetlerdeki gölgeliğe benzerler:
 وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى   . فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى . إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى . وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى
Bir gün meleklere; “Âdem’e secde edin” dedik de hemen secdeye kapandılar ama İblis direndi. Dedik ki; “Bak Âdem! Bu sana da, eşine de düşmandır. Sakın sizi şu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun. Burada ne acıkır ne de çıplak kalırsın; susuz kalmaz, duhâdan da etkilenmezsin.” (Taha 20/116-119)
Âdem aleyhisselamı duhânın etkisinden koruyan, bahçedeki gölgeliklerdir. Beyaz gecelerde de gece, kişiyi duhânın etkisinden koruyan gölgeliğe benzer.
Şu âyete göre duhâ, gece ile gündüz arasındaki ısı farkının sebebidir.
 ولا الظلُماتُ ولا النورُ . ولا الظل ولا الْحرُورُ .
“Karanlıklarla aydınlık bir olmaz. Gölge ile sıcaklık da aynı değildir. (Fatır 35/20-21)
Âyetteki el-harûr = الحرور kelimesine Güneş anlamı da verilebildiği için[6] ona gündüz, gölgeye de gece denebilir. O zaman ayetin meâli şöyle olur:
“Karanlıklarla aydınlık bir olmaz. Gece ile Gündüz aynı değildir.
Alacakaranlıklarda var olan Güneş ışınları da ısı verir ama duhâ gibi değildir. Şu âyetlere göre duhâ, gündüzü, bir deniz gibi dalgalandırır:
وَالضُّحَى . وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى
Duhâyı iyi düşün. Durgunlaştığı zaman geceyi iyi düşün.” (Duhâ 93/1-2)
Secâ = سَجَى’nın anlamı, durgunlaşmadır; dalgalı denizin durgunlaşmasını ifade için kullanılır[7]. Bu da beyaz geceleri tespitte ölçü olur. Güneş havada olmasına rağmen, bir durgunlaşma ve serinlik başlarsa gecenin başladığına hükmedilir. Beyaz geceler gölgelik gibi Güneşin duhâsını örttüğü için insanları ve hayvanları dinlendirir. Nitekim Tromso’da, Haziran ayının son haftasında, geceleyin pencerenin perdesini kapatma ihtiyacı duymuyor, odayı dolduran Güneş ışığından rahatsız olmuyorduk.

B- AY

Ay, kendindeki ışığı bize yansıtan gök cismidir. Bir âyet şöyledir:
هُو الذِي جعل الشمْس ضِياء والْقمر نُورًا
Güneşi ziyâ, Ay’ı nûr yapan odur…” (Yunus 10/5)
Nûr, yayılan ve görmeye yardımcı olan ışıktır[8]. Ay’dan yansıyan ışık nûr olduğu gibi beyaz gecelerde, duhâdan arındırılmış Güneş ışığı da nûrdur. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
وجعل القمر فِيهِن نورًا وجعل الشمس سِراجًا
Allah, göklerin içinde Ay’ı nur,  Güneşi de kandil yapmıştır”. (Nuh 71/16)
Güneş, kandile benzetilmiştir. Çünkü kandil, ışığın kaynağıdır. Işığın kaynağı olan Güneşin ziyâsı, Ayın üzerine nûr olarak iner. Biz Ay’ı, ondan yansıyan nur kadar görür; ona hilal, yarımay veya dolunay deriz.

C- DÜNYA

Dünya bir beşik gibidir; 20 Hazirana kadar sağa, 20 Aralık’a kadar da sola eğilirken 22 Eylül ve 20 Mart günlerinde dik duruma gelir. 21 Mart, ilkbaharın, 21 Haziran yazın, 23 Eylül sonbaharın ve 21 Aralık da kışın ilk günüdür.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
الذِي جعل لكم الأرض مهدًا
Sizin için yeri (Dünyayı) bir beşik yapan odur. (Taha 20/53)
الذِي جعل لكم الأرض مهدًا وجعل لكم فِيها سبلًا لعلكم تهتدون
Sizin için yeri (Dünyayı) bir beşik yapan odur. Hedefinize ulaşabilmeniz için orada size yollar açmıştır. (Zuhruf 43/10)
  ألم نجعلِ الأرض مِهادًا .  والجِبال أوتادًا
Biz, yeryüzünü bir beşik, dağları birer kazık yaptık değil mi?" (Nebe' 78/6-7)
Dünyanın beşik gibi olması,  Güneşin doğuş ve batış noktalarının ve gölge yönünün sürekli değişmesini gerektirir. Gölge ile ilgili âyetler daha sonra gelecektir. Diğer âyet şudur:
فلا أُقْسِمُ بِرب الْمشارِقِ والْمغارِبِ إِنا لقادِرُون
“Doğuların ve batıların Sahibini[9] iyi düşünün; o elbette ölçüler koyar[10].” (Meâric 70/40)
“Doğular ve batılar” ifadesi,  doğuş ve batış noktalarının çokluğunu gösterir. Güneş sadece, 20 Mart ve 22 Eylül günlerinde tam doğudan doğar ve tam batıdan batar. 20 Aralık ve 20 Haziran günlerine kadar doğuşun ve batışın iki uç noktasına ulaşıp geri döner. Bunu gösteren âyet şudur:
رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ . فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
“O, iki doğunun sahibidir. İki batının da sahibidir;  (Ey insanlar ve cinler) Bu durumda Rabbinizin (Sahibinizin) hangi nimeti karşısında yalan söyleyebilirsiniz?” (Rahman 55/17-18)

D- GECE VE GÜNDÜZ

Daha önce gördüğümüz gibi gündüz: Duhânın ortaya çıkması ile kaybolması arasındaki zaman dilimi; gece ise duhânın kaybolması ile ortaya çıkması arasındaki zaman dilimidir.
Dünyanın büyük bir bölümünde duhâ, Güneş ile birlikte ortaya çıkar ve onunla birlikte yeryüzünden çekilir. Güneşin doğmadığı veya batmadığ yahut kısa süreliğine doğup battığı yer ve zamanlarda duhâ Güneşe bağlı olmaz. Çünkü gece ile gündüz, Güneş ve Ay gibi bağımsız varlıklardır. İlgili âyet şöyledir:
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ay’ı yaratan odur. Her biri bir yörüngede yüzer.” (Enbiya 21/33)

Felix Baumgartner, 15 Ekim 2012’de 39 bin metreden atlarken[11] uzayın karanlığı, gecenin eflatun renkli tabakası ve gündüzün aydınlığı açıkça görülmektedir[12]. Üçüncü resimde de gece karanlığındaki elektrik ışıkları, üstte geceyi saran gündüz kuşağı, sol uçta gece ile gündüzün karıştığı alacakaranlık, onun üstünde arora, en üstte de uzayın karanlığı[13] bir arada görülmektedir.

Resimlerde görüldüğü gibi günün her saatinde varlğını sürdüren gece ile gündüz, sürekli yer değiştirir; günün bir bölümünde gündüz öne çıkıp geceyi örter, bir bölümünde de gece öne çıkıp gündüzü örter.
يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا
“… Allah gündüzü, kendini sürekli kovalayan gece ile örter.” (Araf 7/54)
Gündüz, tıpkı Ay gibidir; Güneşten aldığı ışınları aydınlığa çevirir.  Bir âyet şöyledir:
يقلب الله الليل والنهار إن في ذلك لعبرة لأولي الأبصار
“Allah gece ile gündüzden her birini diğerinin yerine geçirir. İleri görüşlüler için bunda tam bir ibret vardır.” (Nûr 24/44)
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِوَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ
“Allah gökleri ve yeri gerçek varlıklar olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üstüne sarar, gündüzü de gecenin üstüne sarar. Ay’ı ve Güneşi hizmete sokmuştur; her biri belli bir süre için akar gider. Bil ki o üstündür, bağışlaması da boldur.” (Zümer 39/5)
her biri belli bir süre için akar gider” âyeti; gecenin, gündüzün, Güneşin ve Ay’ın kendi yörüngelerini, belli bir sürede tamamladıklarını gösterir.

1- Gündüzün Göstergesi
Gelenekte gündüzün göstergesi Güneş, gecenin göstergesi karanlıktır. Bütün tanımlar buna göredir ama bunlar olmazsa olmaz şeyler değildir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا آيَةَالنَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُواْ عَدَدَالسِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً
“Geceyi ve gündüzü iki âyet yaptık, daha sonra gecenin âyetini giderdik[14]; aydınlatıcı (mubsir) olmayı da gündüzün ayeti yaptık. Bu, hem rabbinizin ikramını aramanız hem de yılların sayısını ve hesabı bilmeniz içindir. Biz her şeyi ayrıntılı olarak açıklamışızdır.” (İsrâ 17/12)
Âyet (الآية), açık alâmet yani gösterge demektir[15]. “Geceyi ve gündüzü iki âyet yaptık” sözü onların birer gösterge olduklarını bildirir. Gecenin ve gündüzün de göstergeleri vardır. “daha sonra gecenin âyetini giderdik” sözü ile “aydınlatıcı (mubsir) olmayı gündüzün ayeti yaptık” sözü, başlangıçta gecenin “karanlık” olduğunu ama daha sonra karanlğın, gösterge olmaktan çıkarıldığını, gündüzün göstergesinin de Güneş değil, aydınlatıcılık olduğunu ifade eder.  
Demekki önceleri Dünya, beşik gibi değildi; günün yarısı aydınlık, yarısı karanlık olur, mevsimler oluşmazdı. Beşik gibi olunca karanlık, gecenin göstergesi olmaktan çıktı ve mevsimler oluşmaya başladı.
Gündüzün göstergesi olan mubsir (مبصر), gözün görmesi anlamındaki basardan (بصر) türemiş olup “gösteren” anlamındadır. Bu sebeple gündüzün, kendini veya çevreyi göstermesi gerekir.
Güneş, gündüzün göstergesi sanıldığı için Güneşin doğmadığı yerlerde gündüzün oluşmadığını düşünenler vardır. Hâlbuki Güneş gündüzün göstergesi olmadığı için Güneşsiz gündüzler olabilir.  Aşağıda görüldüğü gibi Güneşin doğmadığı yerlerde gündüz, bulutlu kış günü gibidir.
1155
vlcsnap-2012-04-18-10h17m22s171
Tromso 12 Aralık 2011 Güneş ufkun 0,5 derece altında
Tromso 12 Aralık 2011 Güneş ufkun 3 derece altında

Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğup battığı yerlerde gündüz, doğudaki aydınlığın batı ufkuna ulaşmasıyla başlar. Bu gibi yerlerde doğu ile batı, başka yerlerde olmadığı kadar birbirine yakındır.
2011 Ocak ayının ikinci haftasında Güneşin doğmadığı bir günde Tromso’da çektiğimiz resimler:
IMG_2533
1155
IMG_2707
Sabah (Güneş -5°)
    Öğlen (Güneş -0,5°)    
  İkindi (Güneş -1,75°)       
      Akşam (Güneş -7°)        
       Yatsı (Güneş-9°)
Aydınlatan Güneş değil, gündüzün kendisidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan odur. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Dinleyen bir toplum için bunda göstergeler vardır. (Yunus 10/67)
Güneş ufkun ne kadar altında olursa olsun gündüz, ondan aldığı ışıkları aydınlığa çevirebilmekte ve duhâ, varlığını göstermektedir. Aşağıdaki iki resim, konuyu anlamayı kolaylaştırmaktadır. 
_MG_0038İstanbul’da Güneş ufkun 9˚ altında, henüz gece
Sıvalbard’da Güneş ufkun 12˚ altında ama gündüz.
Yaşadığımız bölgede Güneşin ufka yakınlığı 12° olduğu zaman ufuk çizgisi görülemeyecek kadar karanlık olur[16].  Sıvalbard’da kışın bu durumun oluşmaması, kutup noktasına kadar her yerde gündüzün gözlemlenebileceğinin işaretidir.

2-     Gecenin Göstergesi

Yaşadığımız bölgede Güneşin ufkun altında olması, gecenin göstergesi sayıldığından Kutup bölgelerinde Güneşin doğmadığı günlerde gündüzün oluşmadığı sanılmaktadır. Hâlbuki karanlık her yerde gecenin göstergesi değildir. Daha önce okuduğumuz âyetin ilgili bölümünü tekrarlayalım:
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ
“Geceyi ve gündüzü iki âyet yaptık, daha sonra gecenin âyetini giderdik...” (İsrâ 17/12)
Âyet (الآية) burada, gösterge anlamındadır[17]. “Geceyi ve gündüzü iki âyet yaptık” sözü onların birer gösterge olduklarını bildirir. “daha sonra gecenin âyetini giderdik” sözü, gecenin ve gündüzün de bir göstergesi olduğunu ama daha sonra gecenin göstergesinin kaldırıldığını ifade eder. Öyleyse karanlık, gecenin olmazsa olmazı değildir. Ama İslam âlimlerinin yaşadığı bölgelerde karanlık, gecenin göstergesi sayıldığı için yukarıdaki âyet anlaşılamamış ve metni ile uyuşmayan yorumlar yapılmıştır[18].
Gece ile ilgili bir başka âyet şöyledir:
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا
"(Allah göğün), Gecesini alâmetsiz kıldı ve duhâsını çıkardı." (Naziât 79/29)
"Alâmetsiz kıldı" diye tercüme ettiğimiz ağtaşa = أَغطَشَ’nın kökü olan ğataş = الغَطَشُ göz kamaşması demektir. Kamaşan gözün önünde her şey belirsizleşir; tam gözükmez.
Ğataş = الغَطَشُ kelimesine, sedef (السَّدَفُ) = karanlıkla aydınlığın karışması anlamı da verilmiştir. Ne tarafa gidileceği belli olmayacak şekilde yolu kaybolmuş çöle; mefâzetun ğatşâ = مفَازةٌ غَطْشى; bir şeyi görmemiş gibi davranan kişiye de müteğâtiş المُتغاطِشُ denir[19]. Bütün bunlar, ğataş = الغَطَشُ’ın kök anlamının “belirtisizlik” olduğunu gösterir. Gecenin belirtisizleştirilmesi ise alâmetsiz yani göstergesiz kılınmasıdır.
Tefsir ve meallerde ağtaşa = أَغطَشَ’ya “karanlıklaştırdı” anlamı verilmiştir. Bu, kelimenin sözlük anlamı değil, lazımî yani zihinde oluşan anlamıdır. Geceleyin çevre belirsizleşir ama ayete göre belirsizleştirilen çevre değil, gecenin kendisidir. Bu sebeple anlam; "(Allah), Göğün gecesini belirtisiz kıldı…” şeklinde olur. Belirtisiz kılmak alâmetsiz kılmaktır. Öyleyse âyete “(Allah), Göğün gecesini alâmetsiz kıldı” anlamını vermek gerekir. Yani karanlık gecenin olmazsa olmazı değildir.   
Şu âyet, gecenin karanlık olacağına delil getirilebilir:
وءاية لهم الليل نسلخ منه النهار فإذا هم مظلمون
“Gece, onlar için bir âyettir; gündüzü ondan soyup çıkarırız da karanlıkta kalıverirler.” (Yasin 36/37)
“…karanlıkta kalıverirler” ifadesi,فإذا هم مظلمون  ‘un meâlidir. Muzlimûn kelimesine karanlığa girmiş olurlar, anlamı verildiği gibi “parlak bir havaya girmiş olurlar” anlamı da verilebilir. Çünkü azleme (أَظْلَمَ)’nin iki zıt anlamı vardır; biri karanlığın bastırması diğeri parıldamadır. Dişlerden süzülen suya, renginin saflığından dolayı zalm =ظَلْمٌ  denir. Dişlerin saf ve parlak olduğunu ifade için de aynı kelime kullanılır.
تَجْلُو عوارِضَ ذي ظَلْمٍ إذا ابتَسَمَتْ
(Sevgilim) gülünce, parlak arka dişlerini ortaya çıkarıyor[20].
Ön dişler parıldadığı zaman da “أَظْلَمَ الثَّغْرُ = ön dişler muzlim oldu”  denir[21].
Bölgemizde geceler karanlık olduğu için azleme أَظْلَم fiili gece ile birlikte olunca karanlığın bastırması anlamı verilmiş ve kelimenin ikinci anlamı akla gelmemiştir. Hâlbuki muzlim kelimesi, gecenin hem karanlık olabileceğini hem de duhâsı alınmış ışık şeklinde olabileceğini göstermektedir. Alttaki resimler dikkatle incelenirse, aydınlığa rağmen gece ile gündüz arasındaki fark anlaşılabilir:
Tromso’da gündüz 22.6.2011. 15.03
Akşamüstü 22.6.2011. 18.14
22.6.2011  Gece 23,07
https://lh4.googleusercontent.com/2IgcoAIDUpI4UcUdRDDJjPRZ0O5v0WrQT-ADQZbTh4sQXopLnmqZP3uGuik4zcNE42YQsaETDHY6-zEBzdLXa9vJY_LsI3zVc6yc2VilR7yM7dwi2XA2QjqZsja1uT5-Da9EUzo

3-     Kerahet Vakitleri

Ukbe b. Amir el-Cuhenî’nin dediğine göre Allah’ın Elçisi;  Güneşin doğmasından yükselmesine, öğlende tepeden batıya kaymasına, akşam batmaya yüz tutmasından kaybolmasına kadar namaz kılmayı ve ölü gömmeyi yasaklamıştır[22]. Güneşe tapanlar ona, bu vakitlerde secde ederlermiş. Bir âyet şöyledir:
وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
“Gece, gündüz, Güneş ve ay onun âyetlerindendir.  Güneşe de aya da secde etmeyin; onları yaratan Allah’a secde edin. Yalnız ona kulluk edecekseniz böyle yapın.” (Fussilet 41/37)
 Secde, eğilmek ve kendini aşağı görmektir[23].  Güneşe secde, onun karşısında alnı yere koyma veya rükû şeklinde olabileceği gibi baş eğme şeklinde de olabilir. Doğuş ve batıştaki kerahet vakitlerinde Güneşin ufuktan yüksekliği bir mızrak boyundan yani 5˚‘den az olur[24]. Onu tespit için çene gökse dayatılır ve bakılır; Güneş görülemezse kerahet vakti çıkmış olur. Bu, yay derecesi olmadığı için zaman değeri yere ve zamana göre değişir. 20 Mart ve 22 Eylül’de ekvatorda 20 dakikaya iner; daha aşağıya inmez.
İkindiyi kerahet vaktine bırakmış olan, Güneşin batmına kadar kılar. Nebîmiz şöyle demiştir: “Kim Güneş batmadan önce bir rekâta başlar veya Güneş doğmadan önce bir rekâta başlarsa namaza başlamış olur.[25]” Bu söz, şu ayetin hükmüdür:
فاصْبِرْ على ما يقُولُون وسبحْ بِحمْدِ ربك قبْل طُلُوعِ الشمْسِ وقبْل الْغُرُوبِ
“Onlar ne derlerse desinler, sen katlan. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et.” (Kaf 50/39)
Bu durumda akşam kerahet vaktinin anlamı, namazı o vakte bırakmanın mekruh olmasıdır.
Güneş üst meridyenden geçerken günün en büyük açısını yapar ve hareketsiz gibi gözükür.  Güneşin çapı, 32 yay dakikasıdır. Gölgenin batıya kaymasının gözle görülecek kadar olması da dikkate alınırsa öğlende kerahet vakti yaklaşık bir yay derecesi yani 4 dakika olur.
Öğle ve ikindi namazı vakitlerini daha önce gördüğümüz için tekrar o konuya girmeyeceğiz.

4-     Fey-i Zevâl (فيئ الزوال)

Güneşin meridyen geçişinde oluşan ve başucu uzaklığını gösteren gölgeye fey-i zevâl denir. Gölge açıları ile Güneşin geliş açısının toplamı 90 derece olur. Şu âyet, gölgeler üzerinde düşünmeye çağırır: 
ألم تر إِلى ربك كيف مد الظل ولو شاء لجعله ساكِنًا ثم جعلنا الشمس عليهِ دلِيلًا.  ثم قبضناه إِلينا قبضًا يسِيرًا.  وهو الذِي جعل لكم الليل لِباسًا والنوم سباتًا وجعل النهار نشورًا
“Rabbinin gölgeyi ne şekilde uzattığını görmedin mi? Tercihi farklı olsaydı onu hareketsiz kılardı. Sonra Güneşi ona delil yaptı. Sonra onu azar azar kendine çeker[26]. Geceyi size örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de yayılma vakti yapan odur.” (Furkan 25/45-47)
 “Gölgelerin uzaması” gecelerin uzamasıdır. “onu azar azar kendine çeker[27] sözü gölgenin kısalmasını ifade eder. “Güneşin gölgeye delil yapılması” da gölgenin Güneşe göre hesaplanacağını gösterir. 
Bir âyet de şöyledir:
ألمْ تر أن الله يُولِجُ الليْل فِي النهارِ ويُولِجُ النهار فِي الليْلِ وسخر الشمْس والْقمر كُل يجْرِي إِلى أجلٍ مُسمى وأن الله بِما تعْملُون خبِيرٌ
Görmedin mi Allah, geceyi gündüzün içine almakta, gündüzü gecenin içine almaktadır. Güneşi ve Ay’ı da hizmete sokmuştur. Bunların her biri belli bir süre için akıp gider. Allah, yapmakta olduğunuz şeylerin iç yüzünü bilir.” (Lokman 31/29)
Gecenin gündüzün içine, gündüzün gecenin içine alınması”, biri uzarken diğerinin kısalmasıdır.
Güneşin ve Ay’ın hizmete sokulması” da hesabın bunlara göre yapılması gereğini ifade eder.
“Onlardan her birinin belli bir süre için akıp gitmesi” ise gecenin, gündüzün, Güneşin ve Ay’ın yörüngelerinde dolaşım sürelerinin belli olduğunu, bunların değişmeyeceğini bildirir.
Güneşin meridyenden geçişi sırasında oluşan açı yani fey-i zevâl açısı hem, beşik gibi olan Dünyanın Güneş ile yaptığı açıyı hem de hangi ayın hangi gününde olduğumuzu gösterir.
Farklı mevsimlerde fey-i zevâl
Daha önce ifade edildiği gibi 20 Mart ve 22 Eylül günlerinde fey-i zevâl, Dünyanın her yerinde o yerin enlemi kadardır.
Gündüz, Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakittir[29]. Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğduğu yerlerle beyaz gecelerde ise gündüz, Güneşin duhâsının[30] ortaya çıktığı vakittir.

5-     Nehâr-i Örfî

Arap dilinde gündüz (nehâr) Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakittir.[31] Kur’ân, Arap dili ile indiği için ondaki nehâr kelimelerine bu anlam verilir.  Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ
“Biz, her elçiyi kendi halkının dili ile gönderdik ki onlara açık açık anlatsın. (İbrahim 14/4)
Bu din, dünyanın her yerinde ve her zaman geçerli olacağı için konu Arap diline bırakılmamış, her yerde ve her zaman geçerli gece-gündüz tanımları yapılmıştır. Bununla ilgili ana âyetler şunlardır:
والشمْسِ وضُحاها  .والْقمرِ إِذا تلاها . والنهارِ إِذا جلاها . والليْلِ إِذا يغْشاها .
“Güneşi ve duhâsını düşünün. Onu takip ettiğinde Ay’ı düşünün. Onu gösterdiğinde gündüzü düşünün. Onu örttüğünde geceyi düşünün.” (Şems 91/1-4)
Bu ayetlerdeki “onu = ها” zamiri, Arap dili bakımından Güneşi de duhâyı da gösterebilir yapıdadır. Zamiri,  Güneşi gösterir şekilde anlarsak âyetlerin meâli şöyle olur:
“Güneşi ve duhâsını düşünün. Güneşi takip ettiğinde Ay’ı düşünün. Güneşi gösterdiğinde gündüzü düşünün. Güneşi örttüğünde geceyi düşünün.” (Şems 91/1-4)
Âyetlerdeki “onu = ها” zamirine, duhâyı gösterir şekilde anlam verilirse meâl şöyle olur:
“Güneşi ve duhâsını düşünün. Duhâyı takip ettiğinde Ay’ı düşünün. Duhâyı gösterdiğinde gündüzü düşünün. Duhâyı örttüğünde geceyi düşünün.” (Şems 91/1-4)
Âyetlere göre gündüz, duhânın ortaya çıktığı zaman dilimidir. Arapların yaşadığı bölgede duhâ, Güneş ile birlikte ortaya çıktığı için gündüzü, Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakit diye tarif etmişlerdir. Burada en önemli öge duhâdır. Duhâ varsa gündüzdür; duhâ yoksa gecedir.

6-     Nehâr-i Şer’î

Gelenekte şer’î gündüz yani nehâr-ı şer’î diye yeni bir terim oluşturulmuştur. Buna göre nehâr-ı şer’î, tan yerinin ağarmasından Güneşin batmasına kadar olan vakittir[32]. Sabahın alacakaranlığında duhâ olmayacağı için bu tanım yanlıştır. Herhangi bir delile dayanmadan icat edilen kavramlar, dini doğru anlamanın önünde engel oluşturmaktadır. Böyle bir kavram kabul edilemez.

E- MENZİLLER

Menzil kelimesi[33]; inme zamanı, inme yeri ve iniş anlamlarına gelir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
هُو الذِي جعل الشمْس ضِياء والْقمر نُورًا وقدرهُ منازِل لِتعْلمُواْ عدد السنِين والْحِساب ما خلق اللهُ ذلِك إِلا بِالْحق يُفصلُ الآياتِ لِقوْمٍ يعْلمُون
 “Güneşi ziyâ, Ay’ı nûr yapan odur. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye onu menzil menzil ölçülendirmiştir.  Allah onu gerçeği gösterir şekilde yaratmıştır. O, bu âyetleri, bilen bir topluluk için açıklamaktadır.” (Yunus 10/5)
 “onu menzil menzil ölçülendirmiştir.” âyetindeki onu (ه) zamiri nûru da ziyâyı da gösterecek yapıda olduğundan âyete göre, her ikisinin menzilleri de ölçülendirilmiştir. Bu da Aydan gelen ışıklarla Güneşten gelen ışınların geliş açılarının ve geliş yerlerinin ölçülendirildiğini gösterir.

1-     Ay’ın Ölçülendirilmiş Menzilleri

Güneş daima bir ışık kümesi gibidir ama Ay’ın görüntüsü sürekli değişir. İlgili âyet şöyledir:
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ . وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ  .
“Güneş, belirlenen yörüngesinde akıp gider. Bu, güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür. Ay’ı da, kuru hurma salkımı sapına dönene kadar menzil menzil ölçülendirmişizdir.” (Yasin 36/38-39)
https://encrypted-tbn1.google.com/images?q=tbn:ANd9GcS_YrBU2G6z5cWy1idfs3w5XvTTSTMvetdZfGmFWQtkYLu5j3ahyQ
 
 https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcR5PvgctyrC26OLZkOLfrMBHaw8LHFrHI_wfOHV46G9eunKshngG3M62A
        Ay’a inen ziyâ[34]
Hilal[35]
Hurma salkımı sapı
Ayın bir tarafı Güneşe bakar. Biz Ayı, Güneşe bakan tarafının bizimle yaptığı açı kadar görebiliriz. Hilal şeklinde başlayan görüntü, ay sonunda tekrar hilale, “Kuru hurma salkımı sapı” görüntüsüne döner.
Yunus 5. âyette geçen “onu menzil menzil ölçülendirmiştir.” ifadesindeki onu (ه) zamirinin nûru yani Ay ışığını gösterdiğini var sayarsak âyete şu meâli veririz:
Güneşi ziyâ, Ay’ı nûr yapan odur. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye o nuru, menzil menzil ölçülendirmiştir.  Allah onu gerçeği gösterir şekilde yaratmıştır. O, bu âyetleri, bilen bir topluluk için açıklamaktadır.” (Yunus 10/5)
Biz Ay’ı, ondan yansıyan nur kadar görebiliriz. Ay’daki nurun geliş açısı, Ay’ın konumuna göre değişir.
 http://www.cografyaci.dostweb.com/ayevre.jpg[36]
Şekilde görüldüğü gibi Ay, Dünya ile Güneş arasında iken onun aydınlık bölgesini göremeyiz. Ay’ın Güneşe bakan yüzünün bizimle yaptığı açı değiştikçe onu; hilal, ilkdördün, dolunay, son dördün ve eski hilal şeklinde görür, hesabı ona göre yaparız. Allah Teâlâ şöyle demiştir.
فالِق الإِصباحِ وجعل الليل سكنًا والشمس والقمر حسبانًا ذلِك تقدِير العزِيزِ العلِيمِ
“Sabahı bölen; geceyi dinlenme, Güneş ile Ay’ı hesap için oluşturan odur. Bunlar güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür”. (En’âm 6/96)
الشمْسُ والْقمرُ بِحُسْبانٍ
“Ay ve Güneş, hesaba göredir. (Rahmân, 55/5)
Allah bu ayetleri, bilen bir topluluk için açıkladığından öyle bir topluluk olmadan âyetlerdeki vakit ölçüleri bulunamaz. Nitekim Ay ile ilgili âyetlerin hesabı emretmesine[37] rağmen Nebîmiz zamanında o ölçüleri çıkarıp hesap yapacak topluluk olmadığı için şöyle söylemişti:
"إنا أمة أمية لا نكتب ولا نحسب..." "إذا رأيتم الهلال فصوموا وإذا رأيتموه فأفطروا فإن غم عليكم فصوموا ثلاثين يوما."
“Biz ümmi bir toplumuz; yazı yazamıyor, hesap yapamıyoruz[38]... Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın, hava bulutluysa ayı otuza tamamlayın[39].”
Bugün o hesabı yapacak uzmanlar olduğundan kameri ay takvimi yapılabilmektedir. Artık hilali gözetlemeye ihtiyaç kalmamıştır.

2-     Güneşin Ölçülendirilmiş Menzilleri

Güneşin ölçülendirilmiş menzilleri, Güneşin ziyâsının Allah tarafından ölçülendirilmiş geliş açılarıdır. Günün bütün bölümleri, Güneşin ziyasının meridyen geçişi esas alınarak belirlenir. Namaz vakitleri bölümünde görüleceği gibi günün ilk farz namazı, Güneşin meridyende geçmesi ile birlik vakti giren öğle namazıdır. Doğuş ve batışlarda Güneşin meridyenle yaptığı açı 90˚’dir. Sabahleyin Güneşin uzaklığı 108˚’ye indiği zaman seher vakti girer, akşamleyin uzaklık 108˚’ye çıktığı zaman yatsı vakti çıkar. Güneşin meridyene uzaklığı sabahleyin 99˚’ye indiğinde sabah namazı vakti girer akşam 99˚’ye indiğinde de akşam namazının vakti çıkar. Yatsı sonu ile seher vaktinin arası, gecenin ortasıdır. Bu sırada Güneş ziyası dünyamızı ısıtmayacağı için gecenin en serin zamanı olur. Beyaz gecelerde, gecenin ortasında Güneşten gelen aydınlık, dolunayda Aydan gelen aydınlık gibidir; ışığını verir ama ısısı olmaz.
Dünyanın beşik gibi olması sebebiyle Güneşin doğuş ve batış noktaları hergün değişir ve senede sadece iki gün ufka dik iner. Bu yüzden yukarıdaki derecelerin dakika değeri sürekli değişir.
Güneş ufkun üzerindeyken geliş açılarını belirlemede gölge boyları büyük kolaylık sağlar. Allah, gölgelere dikkat çekmiş ve şöyle demiştir:
ألمْ تر إِلى ربك كيْف مد الظل ولوْ شاء لجعلهُ ساكِنًا ثُم جعلْنا الشمْس عليْهِ دلِيلًا . ثُم قبضْناهُ إِليْنا قبْضًا يسِيرًا . وهُو الذِي جعل لكُمُ الليْل لِباسًا والنوْم سُباتًا وجعل النهار نُشُورًا.
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? Tercihi farklı olsaydı onu hareketsiz kılardı. Güneşi ona delil yapmıştır. Sonra gölgeyi yavaşça kendine[40] çeker (ve kısaltır). Geceyi size örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de yayılma vakti yapan odur. (Furkan 25/45-47)
Yunus 5. Âyette geçen, “onu menzil menzil ölçülendirmiştir.” ifadesindeki onu (ه) zamirinin ziyâyı gösterdiğini var sayarsak âyete şu meâli veririz:
Güneşi ziyâ, Ay’ı nûr yapan odur. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye ziyâyı, menzil menzil ölçülendirmiştir.  Allah onu gerçeği gösterir şekilde yaratmıştır. O, bu âyetleri, bilen bir topluluk için açıklamaktadır.” (Yunus 10/5)
Günün dilimleri,  Güneşin geliş açılarına göre oluşur.
a-    Günün başı ve sonu

Gün, duhânın ortaya çıkması ile başlar ve ertesi gün tekrar ortaya çıkmasına kadar devam eder. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Güneş Ay’ı yakalayamaz; gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yüzer.” (Yasin 36/40)
Bundan dolayı günün ilk namazı öğle namazı, son namazı da sabah namazıdır. Sabah namazı, gecenin son bölümünde kılınır. Bununla ilgili ayrıntı aşağıda gelecektir.

b-   Gündüzün başı ve sonu

Güneşin duhâ ile birlikte doğup battığı yerlerde gün, Güneşin üst çemberinin, gözlem yeri ile 0˚’nin üstünde açı yapınca başlar. Gözlemci ile arada bir engel varsa batıda aydınlığın başlaması beklenir.
Yazın Güneşin duhâ ile birlikte doğup batmadığı kutup bölgelerinde gün, duhânın ortaya çıkması ile başlar ve kaybolmasıyla biter. Duhânın ortaya çıktığını, gecenin durgunluğunun bitmesi ve ısının değişmeye başlamasıyla anlarız. Günün sonunda tam tersi olur; duhâ kaybolur, durgunluk başlar ve ısı düşer. Duhâ konusu, Gündüzün Göstergesi başlığı altında anlatılmıştı.
Kutup bölgelerinde Güneşin doğmadığı günlerde de günün başı ve sonu duhâ ile anlaşılabileceği gibi doğuda ortaya çıkan ışığın batıya ulaşmasıyla da anlaşılabilir. Akşamleyin de doğuda karanlığın başlaması ile akşam namazı vaktinin girdiği anlaşılır.  
 
13.Ocak.2011, TROMSO, 09.45 Gün Doğuşu, 14.55 Gün batıxı Güneş ufkun 7˚ altında
Ayrıntılar, Namaz ve Oruç Vakitleri başlığı altında gelecektir.

A- MİZAN (الميزان)

Mîzân, vezn =وزن  kökündendir. Vezn, bir şeyin ölçüsünü belirleme mîzân, dengedir. Dengeleme demek olan müvazene bu köktendir[41]. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
لقدْ أرْسلْنا رُسُلنا بِالْبيناتِ وأنْزلْنا معهُمُ الْكِتاب والْمِيزان لِيقُوم الناسُ بِالْقِسْطِ
“Elçilerimizi açık belgelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mîzanı indirdik ki, insanlar her şeyin hakkını versinler.” (Hadîd 57/25)
والسماء رفعها ووضع الْمِيزان . ألا تطْغوْا فِي الْمِيزانِ . وأقِيمُوا الْوزْن بِالْقِسْطِ ولا تُخْسِرُوا الْمِيزان .
“Göğü yükseltti ve mîzanı (dengeyi) kurdu. Mîzanı aşmayasınız diye bunu yaptı. Öyleyse ölçüyü tam yapın ve mîzanı kaybetmeyin.” (Rahman 55/7-9)
Allah Teâlâ gece ile gündüzü, doğadaki ihtiyaca göre düzenlemiş ve bir mîzân kurmuştur. Takvim yapanlar ölçüyü tam yapmalı; mizanı bozmamalıdırlar.
Mîzâna göre takvim yapmada temel gösterge, menzillerdir. Hesaba, fey-i zevâl ile yani Güneşin üst meridyenden geçişi sırasında gözlemciye olan başucu uzaklığını gösteren gölge boyunu tespit ile başlanır. Fey’-i zevâl ayrı bir başlık altında incelenecektir.
Önce gündüz ile gecenin dengesine bakalım.

1-     Gece – Gündüz Dengesi

Gece ile gündüzden her biri üç bölüme ayrılır. Her birinin üç bölümünden ikisinde farz namaz var, diğerinde yoktur.
a-      Gündüzün Bölümleri
Gündüz, Güneşin meridyen geçişi ile ikiye bölünür ve günün ilk farz namazı olan öğle namazının vakti girer. Sonra günün ikinci farz namazı olan ikindinin vakti girer. Bunlarla ilgili ayrıntı daha sonra gelecektir.
SABAH - ÖĞLE ARASI
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
İKİNDİ NAMAZI VAKTİ
Yukarıda görüldüğü gibi günün yarısında farz namaz yoktur. İkinci yarısında farz olan iki namaz vardır. Bu vakitlerin her üçünde de nafile namaz kılınması tavsiye edilmiştir. İlgili âyet şöyledir:
فاصْبِرْ على ما يقُولُون وسبحْ بِحمْدِ ربك قبْل طُلُوعِ الشمْسِ وقبْل غُرُوبِها ومِنْ آناءِ الليْلِ فسبحْ وأطْراف النهارِ لعلك ترْضى
“Onlar ne derlerse desinler, sen katlan. Güneşin doğmasından önce, batmasından önce ve gecenin bölümlerinde her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et. Gündüzün bölümlerinde de ibadet et; belki memnun kalırsın.” (Tâhâ 20/130)
“Gündüzün bölümleri” diye tercüme ettiğimiz “أطْراف النهار= etraf’en-nehâr” tamlamasındaki أطْراف = etrâf, bir şeyin bölümlerinden her biri anlamına gelen taraf = طرف’ın[42] çoğuludur. Arapçada çoğullar en az üçü gösterdiğinden günün en az üç bölümü olması gerekir.
Bu âyette emir; “sebbih (سبحْ) = ibadet et” şeklinde verilmiştir. Bu emir, zamana bağlı ise nafile namaz anlamına geldiğinden bu âyete göre gündüzün en az üç bölümünde nafile namaz kılınır. Bunlar kuşluk, öğle ve ikindi vakitleridir.
“gecenin bölümleri” diye tercüme ettiğimiz “آناءِ الليْلِ= ânâe’l-ley” tamlamasındaki ânâ (= آناءِ), zaman dilimi anlamına gelen ân (آن)’ın çoğuludur. Gecenin de nafile namaz kılınacak en az üç vaktinin olduğu anlaşılır. Bu ayetle belirtilen namazların farz olmadığı, yukarıdaki ayetin sonunda yer alan şu ifadeden de anlaşılabilir:
“…belki memnun kalırsın.”
Günün öğlene kadar olan vaktinin uzunluğu ile öğleden akşama kadar olan vaktinin uzunluğu, çok küçük farklar dışında birbirine eşittir.

2-     Gecenin Bölümleri

Gece; akşamın alacakaranlığı, sabahın alacakaranlığı ve gecenin ortası olmak üzere üç ayrılır. Daha sonra görüleceği gibi akşamın alacakaranlığında akşam ve yatsı, sabahın alacakaranlığının ikinci ayrısı olan fecr-i sadıkta da sabah namazı kılınır.
Gecenin ortası ile sabahın alacakaranlığının birinci yarısı olan seher vaktinde farz namaz yoktur. Gecenin üç bölümünden birbuçuğunu oluşturan bu bölüme “gece yarısı = نصف الليل ” denir.

G  E  C  E    Y  A  R  I  S  I

AKŞAM
YATSI
G E C E N İ N 
 O R T A S I
S E H E R
S A B A H NAMAZI
AKŞAMIN ALACAKARANLIĞI
SABAHIN ALACAKARANLIĞI







Mekke’de inen şu ayette Nebîmize gece yarısında kalkıp Kur'ân okuma emri verilmiştir:
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ . قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا . نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا . أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا . إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
“Ey örtüsüne bürünen kişi! Az bir kısmı dışında gece kalk. Yarısında kalk, yarısından biraz azalt veya ekleme yap; Kur'ân'ı yavaşça ve güzelce oku. Çünkü sana ağır görev yükleyeceğiz.” (Müzzemmil 73/1-5)
Mekke’de inen şu âyette de Nebimize gece kalkıp teheccüd namazı kılma görevi verilmiştir:
“Gecenin bir kısmında namaz için uyan; bu senin ek görevindir. Belki Rabbin seni güzel bir makama yükseltir.“ (İsrâ 17/79)
Şu âyete göre “gece yarısı” diye tanımlanan bölüm, gecenin diğer yarısından uzundur:
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا .  وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا
 “Rabbinin adını, sabah akşam aklında tut. Gecenin bir kısmında ve gecenin uzun bölümünde ona secde et ve kulluğa devam et (teheccüd namazı kıl).” (İnsan 76/25-26)
Bu ayette geçen لَيْلًا=leylen zaman zarfı, طَوِيلًا = tavîlen de onun sıfatıdır. Ona “gecenin uzun bölümü diye meal vermemizin sebebi budur. Şu ayete göre asıl uzun bölüm, gecenin orta kısmıdır:
إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ...
Senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini uyanık geçirdiğini Rabbin elbette bilir. Gece ile gündüzün ölçüsünü koyan Allah’tır… (Müzzemmil 73/20)
Burada en kısa bölüm, gecenin üçte biri olan ortasıdır. “Kalk” emri, yatan için verildiğinden ayetler, Nebîmizin ve bir kısım müminlerin yatsıyı kılıp yattığını ve gecenin ortasında kalktığını anlatmaktadır. Bu yüzden Nebîmizin vitir namazını, her gece seher vaktine kadar bitirdiği rivayet edilir[43]. Aişe (r.a) şöyle demiştir: “O, benim yanımdayken seher vaktinde uyurdu[44]
Şu iki ayet de bu çıkarımı doğrulamaktadır:
كَانُوا قَلِيلًا مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ . وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“(Kendilerini bozmamış olan müttekiler) Geceleri pek az uyurlar. Seher vakitlerinde de bağışlanma dilerler.” (Zariyat 51/17-18)
ومِن اللّيلِ فسبِّحه وإِدبار النّجومِ
“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların geri dönüş vaktinde ona kulluk et.” (Tur 52/49)
Yıldızların geri dönüş yaptığı yani kaybolmaya başladığı vakit seher vakti olduğu için her iki ayette de, gecenin ortasına vurgu yapılmaktadır. Seher vakti, kısa bir vakit olmadığı için Nebimiz onun bir bölümünde istiğfar edip diyer bölümünde uyumuş olmalıdır.
Bütün bunlar, gecenin ortasının diğer iki bölümden uzun olduğunu gösterir. Gece ile gündüzün ölçüsünü koyan Allah,[45] dengeyi böyle kurmuştur. Bu dengeyi bozmamızı yasakladığına ve gecenin karanlık olması şartını kaldırdığına göre takvim yaparken bu dengeye uymamız zorunlu olur.
Konuya bu açıdan bakınca beyaz gecelerin 46˚. enlemden itibaren başladığı ortaya çıkar. Yoksa 21 Haziran’da 46˚ enlemde gecenin ortası, diğer iki bölümden kısa kalır ve denge bozulur. 
21 Haziran’da 46˚ enlemde yerel saat ile şu değerler tespit edilmektedir:
Akşamın Alacakaranlığı
Güneşin batışı: 19.49
Yatsı vakti sonu (Güneş -18˚’de): 22,39
Akşamın alacakaranlığının uzunluğu: 170 dakika
Gecenin Ortası
Gecenin ortasının başı: 22,39
Seher vaktinin başı (Güneş tekrar -18˚’de): 01.26
Gecenin ortasının uzunluğu: 167 dakika.
Sabahın Alacakaranlığı
Seher vaktinin başı (Güneş tekrar -18˚’de): 01.26
Güneşin doğuşu: 04,15
Sabahın alacakaranlığının uzunluğu: 169 dakika.
21 Haziran’da 45 derece enlemde bu denge korunmaktadır. Karşılaştırma yapılabilmesi için o değerleri de verelim:
21 Haziran’da 45˚ enlemde yerel saat ile şu değerler tespit edilmektedir:
Akşamın Alacakaranlığı
Güneşin batışı: 19.45
Yatsı vakti sonu (Güneş -18˚’de): 22,24
Akşamın alacakaranlığının uzunluğu: 159 dakika
Gecenin Ortası
Gecenin ortasının başı: 22,24
Seher vaktinin başı (Güneş tekrar -18˚’de): 01.40
Gecenin ortasının uzunluğu: 196 dakika.
Sabahın Alacakaranlığı
Seher vaktinin başı (Güneş tekrar -18˚’de): 01.40
Güneşin doğuşu: 04,19
Sabahın alacakaranlığının uzunluğu: 149 dakika.
Takvim yaparken yazın 46. enlemden itibaren beyaz gecelerin başladığını dikkate almazsak dengeyi bozar ve Allah’ın şu emrini çiğnenmiş oluruz:
والسماء رفعها ووضع الْمِيزان . ألا تطْغوْا فِي الْمِيزانِ . وأقِيمُوا الْوزْن بِالْقِسْطِ ولا تُخْسِرُوا الْمِيزان .
“Göğü yükseltti ve mîzanı (dengeyi) kurdu. Mîzanı aşmayasınız diye bunu yaptı. Öyleyse ölçüyü tam yapın ve mîzanı kaybetmeyin.” (Rahman 55/7-9)
Demekki yazın en kısa gece 45 derece enlemde yaşanır. Güneş, mahalli saatle 19.45’te batar ve 20.48’de yatsı olur. Sabah namazı 03.16’da girer. 21.15’e kadar yatsıyı kılıp yatan kişi altı saat uyuyabilir. Bu kişi gündüz uykusunu da uyumuşsa[46] teheccüd namazına kalkması ve seher vaktinde sahur yemeği yiyerek oruca başlaması zor olmaz.
21 Haziranda gece, 45. enlemden sonra uzamaya başlar. Çünkü bir şey haddini aşınca zıddına döner. Uzama, beyaz gecelerin eklenmesiyle oluşur. Artık buradan itibaren Güneşli gecelere alışmak gerekir.
Yazın 21 Mart’tan 23 Eylüle kadar değişmeyen simetriden dolayı Kuzey Yarımkürede 45. enlemden kutuplara kadar olan vakit ölçüleri, buradan ekvatora kadar olan ölçülere denk olur. Böylece beyaz gecelerin takvimini yapmak kolaylaşır.
Aynı şey, 23 Eylül-21 Mart arasında Güney Yarımküre için uygulanır. 
Bu bölgelerde kışın uygulanacak ölçü farklıdır. Çünkü İsra Suresi 12. ayete göre gecenin göstergesi kaldırılmıştır ama gündüz mubsir (بصر) “gösterici” olmak zorundadır. Bu sebeple kışın Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğup battığı yerlerde ölçü, aydınlıktır. Bu gibi yerlerde Güneş, bir dağın arkasında gibdir; doğu ile batı, başka yerlerde olmadığı kadar yakındır. Güneşi doğmuş saymak için doğudaki aydınlığın batıya ulaşmasını beklemek gerekir.
8.40 İmsâk  8,5˚
Güneş 9,20 -6,1
Öğle 12 00 -1,4˚
İkindi -3,4 13,58
Akşam 14,56  -6˚
Yatsı 15,38 -8,5˚
Bu resimler, Tromso Üniveristesi’nin sitesinde bulunan 01/01/2011 tarihli videolardan alınmıştır[47]. Kışın, 45. Enlemden itibaren Güneşin gözlemci ile yaptığı açı sürekli azalırken fey-i zevâl artar. Kutup noktasına yaklaştıkça, doğuş yerleri her enlemde biraz daha ufkun altına iner. Gündönümü gününde 66˚.33’da fey-i zevâl 90 dereceye çıkınca Güneş gözükmez olur. O gün kutup noktasında Güneşin başucu uzaklığı 113˚,27’dır.
20 Aralık’ta Kuzey Yarımküre
45. E. Gel. 21,33’ F. zevâl 63,27
55. E, Gel.A 11,33
F. zevâl 73,27
E. 66.33 Gel. A 0
F. zevâl 90
70. E. Gel. A yok Başucu uz. 93,27
80. E. Gel. A. Yok
Başucu uz. 103,27
89. E. Gel. A yok
Başucu uz. 112,27
Kutup noktası tek bir nokta olduğundan orası için takvim yapılamaz. Ondan 111 km. geride olan 89 derecelik enlemde Gündüzün uzunluğu, en kısa haline iner. Öğlende Güneş, ufkun 22˚27’ altından geçer. Doğu ve batı ile öğle arasındaki açı 1˚ye düşer.
45 derece enlemden sonra doğuş ve batış noktaları ufka paralel değiştiği için her enlem için doğuşa 4 dakika eklemek, batıştan da 4 dakika çıkarmak gerekir. Yani her bir enlemde gün, bir önceki enlemden 8 dakika kısa olur. 89. Enlemde 20 Aralıkta Güneş mahalli saatle 10.36’da doğmuş; 13,19’da batmış olur ve günün uzunluğu 2 saat 43 dakikaya düşmüş olur.
Burada cevaplandırılması gereken asıl soru şudur: Başka yerlerde Güneş ufkun 18 derece altında olduğu zaman zifiri karanlıkken nasıl oluyor da 21 Aralık’ta kutup noktasında ufkun 22.5 derece altında olan Güneş, ışınlarını görülebiliyor?
Bu sorunun cevabını bulmak için Ocak başlarından kutup bölgesine iki seyahat gerçekleştirdik. Birincisinde 70 derece enlemde olan Tromso’ya ikincisinde de önce Tromso’ya sonra 78 derece enlemde olan Svalbard’a gittik ve Güneş ufkun altındayeken gündüzün oluştuğunu gördük. Anladık ki kutup bölgesi, Güneşin önündeki bir dağ gibidir. Atmosfer orada farklı bir yapıya sahiptir.
Bu izah, ister istmez, ikinci soruya sebep oldu; “gün boyu ufka paralel gibi olan Güneş, neden kutup bölgesine gündüzün işaretini gün boyu göndermiyor?
Bunun cevabı da gecenin ve gündüzün ayrı varlıklar olarak yaratılmasında saklıdır. Gündüz öne geçince Güneşten gelen ışınları ışığa çeviriyor ama gece öne geçince bu olmuyor.

B- SALAT DÖNENCESİ

±45 derece enlemden sonra yazın Güneşin hesap dışı kalması, kışın da bu bölgede Güneşin değil, ondan gelen aydınlığın ölçü alınması sebebiyle bu bölgeye, namaz vakitleri açısından özel bir isim vermek ve ±45 derece enleme salat dönencesi demek uygun düşer. Böylece Dünya, günlük vakit hesabı bakımından iki dilime ayrılmış olur. Bunlar ekvatorun iki yanı ile 45 dereceden itibaren iki kutup bölgesidir.
Orta bölgede gündüzler Güneşli, geceler karanlık, uç bölgelerde ise yazın geceler, kısmen veya tamamen aydınlık; kışın da gündüzler, kısmen veya tamamen Güneşsiz olabilmektedir.

II. FARZ NAMAZLARIN VAKİTLERİ

Kur'ân'da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle başlayan iki âyet vardır:
وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
 “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde tam kıl.” (Hûd, 11/114)
أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
 “Namazı, Güneşin dülûk’ndan gecenin ğasakına kadar, bir de fecrin kur'ân’ında tam kıl. Fecrin kur’ânı meşhûddur.“ (İsrâ 17/78)
Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamamıza yardımcı olan âyetlerin başlıcaları da şunlardır:
ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن يبعثك ربك مقامًا محمودًا
“Gecenin bir kısmında namaz için uyan; bu senin için ek görevdir. Belki Rabbin seni güzel bir makama yükseltir.“ (İsrâ 17/79)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا .  وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا
 “Rabbinin adını, sabah akşam aklında tut. Gecenin bir kısmında ve gecenin uzun bölümünde ona secde et ve kulluğa devam et (teheccüd namazı kıl)[48].” (İnsan 76/25-26)
ومِن اللّيلِ فسبِّحه وإِدبار النّجومِ
“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların geri dönüş vaktinde ona kulluk et.” (Tur 52/49)
Namaz vakitleri, bu âyetlerin ve ilgili diğer âyetlerin kapsamında anlatılacaktır.

A- GÜNDÜZÜN İKİ TARAFI

Gündüz, Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakittir[49]. Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğduğu yerlerle ise gündüz, Güneşin duhâsının ortaya çıktığı vakittir.
Arapçada bir şeyin parçasına ve bölümüne taraf (طرف) denir[50]. Şu âyete göre gündüzün en az üç tarafı yani üç bölümü vardır:
فاصْبِرْ على ما يقُولُون وسبحْ بِحمْدِ ربك قبْل طُلُوعِ الشمْسِ وقبْل غُرُوبِها ومِنْ آناءِ الليْلِ فسبحْ وأطْراف النهارِ لعلك ترْضى
“Onlar ne derlerse desinler, sen katlan. Güneşin doğmasından önce, batmasından önce ve gecenin bölümlerinde her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et. Gündüzün taraflarında ibadet et ki, memnun kalasın.” (Tâhâ 20/130)
“Taraflar” diye tercüme ettiğimiz أطْراف = etrâf, tarafın çoğuludur. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden gündüzün en az üç bölümü olmalıdır. Bunlar her dilde olan sabah, öğle ve ikindidir. Âyetin sonunda yer alan “…memnun kalasın.” İfadesi, âyetin bu saatlerde nafile ibadeti teşvik ettiğini gösterir. Çünkü farzlar kesindir; onlarla ilgili ayetlerde “belki” ile başlayan bir söz bulunmaz. Bunlar, sabahleyin kılınan kuşluk namazı ile öğle ve ikindi namazlarıyla birlikte kılınan nafile namazlardır.
1-  Gündüzün birinci tarafı (öğle namazı vakti)
Namazı, gündüzün iki tarafında… tam kıl.” âyetindeki taraflardan birincisi şöyle açıklanmıştır:
“Namazı, Güneşin dülûk’nda…tam kıl…”
Dülûk = دلوك; meyletmek ve eğilmektir. Güneşin dülûk’u, tepe noktasından batıya eğilmesidir[51]. O zamana kadar batı tarafına eğik olan gölgeler de doğuya eğilmeye başlar.
Batan Güneş, ufkun arkasına eğiliyor gibi gözüktüğünden Güneşin dülûk’una “Güneşin batması” diyenler de vardır[52]. Bu anlayış, kelimenin sözlük anlamına uysa da âyetler arası dengeye ve Kur’ân’ın iç bütünlüğüne terstir. Nebîmize Medine’de 10 yıl boyunca hizmet eden Enes b. Mâlik’in şu sözü, farklı bir anlayışa imkân vermemektedir:
كان يصلي الظهر عند دلوك الشمس
Nebîmiz öğle namazını Güneşin dülûku sırasında kılardı[53]
Farz namazlarla ilgili olarak Güneş kelimesinin geçtiği tek âyet İsrâ 78’dir. Güneşin tepe noktasından batıya kayması, bulunduğumuz meridyenden geçmesidir. Meridyen geçişi, her yerde ve her mevsimde kolayca tespit edilebildiği için hesabın başlangıcı olur. Âyet ve hadislerde öğle namazının, günün ilk namazı olarak geçmesi de bu açıdan önemlidir.

2-    Gündüzün ikinci tarafı (ikindi namazı vakti)

Namazın farz olduğu ilk bölüm, öğle ise ikinci bölüm, zorunlu olarak ikindi olur. Allah’ın Elçisi (sav) şöyle demiştir:
"Cebrail Kâbe'nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. İlkinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı bağı kadar (kısa) iken kıldırdı. Sonra her şeyin gölgesi kendi boyu kadarken ikindiyi kıldırdı… Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğleyi, dünkü ikindi vaktinde, her şeyin gölgesi kendi boyu kadarken kıldırdı. İkindiyi de her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğunda kıldırdı… Sonra bana döndü ve dedi ki, "Ya Muhammed, bu senden önceki nebîlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır.[54]
Ebu Hureyre (ra) Allah’ın Elçisi’nin (sav) şöyle dediğini bildirmiştir:
Güneş batmadan ikindi namazının bir rekâtına yetişen ikindiye yetişmiş olur[55].”
Güneşin meridyen geçişinde oluşan gölgeye zeval gölgesi (fey-i zevâl) denir. İkindi vakti, zevâl gölgesini çıktıktan sonra her şeyin gölgesi, kendi boyuna ulaşınca girer.


Resimdeki kişinin boyu100 cm. zevâl gölgesi de 30 cm’dir; gölgesi 130 cm. olunca ikindi başlar.

B- GECENİN ZÜLFELERİ (ALACAKARANLIKLARI)

Gece, Güneşin batması ile doğması arasındaki vakittir[56]. Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğduğu yerler ile beyaz gecelerin yaşandığı yerlerde ise gece, Güneşin duhâsının kaybolduğu vakittir.
Zülfe (زلفة[57]) yakınlık demektir. “… gecenin zülfeleri” gündüze yakınlığını gösteren alacakaranlıklarıdır. Sabah akşam tekrarlanan ve aydınlanma derecesine göre değişen 5 ayrı alacakaranlık vardır:
1. Sivil alacakaranlık: Güneşin batmasından sonra ve doğmasından önce, herhangi bir yıldızın gözükmeyeceği kadar aydınlık olan vakittir. Bu sırada Güneşin ufka uzaklığı 6°’den az olur. Sabahleyin buna isfâr vakti denir. Cebrail Nebîmize sabah namazını ikinci gün bu vakitte kıldırmıştır[58].
Akşamleyin bu vakit, akşam namazının kılınacağı en faziletli vakittir. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:
Acele edin de akşam namazını yıldızlar ortaya çıkmadan kılın[59].”
2. Fecr-i Sadık veya yatsı başlangıcı. Güneş’in, ufkun 9° altında olduğu vakittir.
3. Rasat alacakaranlığı: Güneşin ufkun 10° altında olduğu vakit başlar. Bu vakitte hem yıldız, hem de ufuk çizgisi net olarak görülebildiğinden denizciler için en uygun gözlem zamanıdır. Sivil tanda ufuk gözükür, yıldızlar gözükmez. Notik tanda ise yıldız gözükür, ufuk gözükmez. Denizcinin iyi bir gözlem yapması için her ikisini de görmesi gerekir. Bunun bir öncekinden farkı, sabahleyin ufuktaki siyah ve beyaz çizgilerin henüz netleşmemiş olması, akşamleyin de netliğin gitmiş olmasıdır.
4. Notik veya denizci alacakaranlığı:  Güneşin ufka yakınlığının 12°’den az olduğu zaman dilimidir. Güneş ufkun 12° altında olursa ufuk çizgisi görülemez ve hava, gözlem yapılamayacak kadar karanlık olur.[60]
5. Astronomik alacakaranlık:  Güneşin doğmasından önce veya batmasından sonra ufka 18°’den daha yakın olduğu vakittir. Güneşin ufka uzaklığı 18°’ye çıkarsa alacakaranlık biter; gecenin ortası ve en karanlık vakti başlar. Bu vakitte sönük yıldızlar dahi gözlenebildiğinden Astronomlar yıldız gözlemini bu sırada yaparlar.  Bu değerler, Güneş ışınlarının geliş açısına göredir.
Namaz vakitleri açısından alacakaranlık sayısı dörttür. Allah: “Namazı… gecenin zülfelerinde (alacakaranlıklarında) tam kıl.” (Hûd 11/114) diye emretmiştir. Arapçada çoğulun en azı üç olduğundan alacakaranlıkların üçünde namaz kılmak gerekir. Bunlar; akşam, yatsı ve sabah namazlarıdır. Seher vakti de alacakaranlıktır ama o vakitte kılınacak farz namaz yoktur.
Yazın 45 derece enlemin kuzeyinde alacakaranlık, Güneşten gelen ziyanın, kendini hissetirmeye başladığı veya etkisini azalttığı ve gidirik kaybolduğu vakittir.

1-     Akşamın Alacakaranlıkları

İşâ (العشاء) veya şafak adı verilen akşamın alacakaranlığı ikiye ayrılır. Birinci işâ (العشاء الأولى) akşam namazı vaktidir. Ona şafak denmesi ufku kızıla boyamasından dolayıdır[61]. Batı ufkunu saran kızıllık, bir kuşak gibi yoğunlaşır; altta siyah, üstte beyaz ortada kızıl ışık kuşakları netleşirse akşam namazı vaktinin sonuna gelinmiş olur. Güneş, ufkun 9° altına inince akşam namazı vakti çıkar.
Akşam namazı sonu; siyah, beyaz ve kızıl çizgiler net
Yatsının başı; çizgilerde karışma var.
İkinci işâ (العشاءالأخيرة) yatsı vaktidir. Batı ufkunda oluşan siyah, beyaz ve kızıl çizgilerde karışma olunca yatsı vakti girer. Ufukta yatsı sonuna kadar varlığını sürdüren kızıl ışık tabakasından dolayı bu vakte ikinci şafak da denir. Kızıllık kaybolur ve zayıf ışıklı yıldızlar da ortaya çıkarsa yatsı vakti sona erer. Böylece gecenin ilk üçte biri bitmiş ve ortası (وسط الليل) başlamış olur. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:
'Cebraîl, Ka'be'nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. İlkinde… akşam namazını,  Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği zamanda kıldırdı. Yatsıyı, şafak kaybolunca kıldırdı... İkincisinde… akşamı, önceki vaktinde kıldırdı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri giderken kıldırdı. Sonra bana döndü ve dedi ki "Ya Muhammed, bu senden önceki nebîlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır[62].”

a-     Akşam namazı vakti

Güneş batınca akşam olur. Batı ufkunda siyah, kızıl ve beyaz ışık çizgiler netleşir de yıldızlar kümeleşirse vaktin çıkmak üzere olduğu anlaşılır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
Ümmetim, yıldızlar kümeleşmeden akşam namazını kılarlarsa fıtrat üzere olmaya devam ederler[63].”
Akşam namazını sivil alacakaranlıkta kılmalıdır. Rafi b. Hadîc der ki, “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemle akşam namazını kılar da birimiz mescitten ayrılırsa okunun düştüğü yerleri kesin olarak görebilirdi[64]. Ok mesafesinin ortalama 600 metre civarında olduğu düşünülürse konu daha iyi anlaşılır.

b-     Yatsı namazı vakti

Batı ufkundaki beyaz çizgi, kızıl ve siyah ışık çizgilerine karışınca yatsının ilk vakti girer. Yatsının son vakti ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Namazı… gecenin ğasakına kadar… tam kıl.” (İsrâ 17/78)
Beyaz gecelerin yaşandığı bölgelerde bu esnada bir ısı ve ışık değişikliği yaşanması gerekir. Bunu, uzun süre gözlem yapan kişiler fark edebilirler. 
Ğasak (غسق), ikinci şafağın battığı ve karanlığın yoğunlaştığı[65] vakittir. Bu sırada Güneş, ufkun 18˚ altına inmiş, batı ufkunun diğer ufuklardan farkı kalmamış, hava iyice serinlemiş ve gecenin ortası başlamış olur.
Yatsı vakti gecenin ortasından önce bitmeseydi yolların aydınlatılmadığı yerlerde yatsıdan sonra camiden eve dönmek zorlaşırdı. Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Bir gece oturduk, yatsı namazı için Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemi bekledik. Gecenin üçte biri geçmekte iken veya daha sonra çıka geldi. İşi var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Dedi ki, “Bu namazı mı bekliyorsunuz? Ümmetime ağır gelmese onlara bu saatte kıldırırdım.” Sonra müezzine emretti, kamet getirdi[66].
“Akşamın vakti şafağın yaygınlığı düşünceye kadar, yatsının vakti gecenin yarısına kadardır[67]”.
Ğasak’ın asıl anlamı serinliktir. Bu saatte canlılar yuvalarına çekilir ve dinlenirler. Kelimenin bu anlamı, beyaz gecelerde yatsı vaktini belirlememizi sağlar. Bu konu ayrıca ele alınacaktır.

2-     Sabahın Alacakaranlıkları

Sabahın alacakaranlıkları, gecenin ortası ile Güneşin doğması arasında oluşur. Ona Fecir vakti denir. Fecr(الفجر), gece karanlığında Güneşten gelen kızıllığa verilen addır[68]. Akşamki kızıllığa şafak adı verildiği düşünülürse akşamın ve sabahın alacakaranlıkları arasında, isimlendirme dışında bir farkın olmadığı anlaşılır. Birinci fecr (الاول  الفجر) ve ikinci fecr (الفجر الثاني) olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci fecre seher vakti denir. İkincisi de İsrâ 78. âyette, fecrin kur'ân’ı diye tanımlanmıştır.

a-      Seher vakti (fecr-i kâzib)

Seher, gecenin ortası ile fecr-i sâdık arasındaki vakittir. Seher sözlükte, siyahın üstüne çıkan beyazlık[69] ve gecenin sonundaki karanlığın, gündüzün aydınlığıyla karışması[70] anlamlarına gelir. Önce ufkun üst tarafında hafif bir aydınlık başlar;[71]sonra aşağıya doğru genişleyerek yayılır. Hem gündüzün hem gecenin belirtilerini taşır[72]. Sahur yemeği bu vakitte yenir. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:  
"كلوا واشربوا ولا يهِيدنّكم السّاطِع المصعد، فكلوا واشربوا حتّى يعترِض لكم الأحمر"
“Yiyin, için; yukarıdan[73]yayılan sizi etkilemesin; enine yayılan kızıllığı görünceye kadar yiyin, için[74].”
Seher vaktinde Güneş ışınları, önce üst tarafı aydınlatır. Açı daraldıkça aydınlık aşağıya doğru genişler.
Hicret sırasında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ebubekr ile birlikte Sevr mağarasında üç gece kalmıştı. Burası 728 m. yüksekliği olan Sevr dağının üstünde ve Mekke’ye 5 km. kadar uzaklıktadır. Ebubekr’in oğlu Abdullah gece onlarla kalır; kimse fark etmesin diye seher vaktinin alacakaranlığında Mekke’ye döner haber toplardı. Buhârî’nin rivâyeti şöyledir:
“Ebubekr’in oğlu Abdullah, söyleneni kolayca anlayıp kavrayan bir gençti. Geceyi onlarla geçirir; seher vakti ayrılır Mekke’de gecelemiş gibi sabahleyin Kureyş ile beraber olurdu. Babası ve Muhammed aleyhisselamla ilgili duyduğu her şeyi dikkatle dinler, akşamın alacakaranlığında onlara ulaştırırdı. Ebubekr’in kölesi Amir b. Füheyra da sütünü ikram edeceği koyunları, yatsı girdikten biraz sonra onlara doğru sürerdi. İkisinin de uykusu geldiği için Amir’in sabahın alacakaranlığında koyunları kaldırmasına kadar geceyi orada geçirirlerdi. Abdullah bu üç gecenin üçünde de böyle yapmıştı[75].”
İstanbul’da Süleymaniye Camii yanı. Şehir ışıklarının görüntüye herhangi bir etkisi yok.
Seher vaktinin sonları, çizgiler henüz net değil.
Fecr-i sâdık; beyaz, kızıl ve siyah çizgiler netleşmiş.

b-     Fecrin kur'ânı (sabah namazı)vakti

Alacakaranlıkta kılınacak üçüncü namazı şu âyet açıklar:
“Namazı… bir de fecrin kur'ân’ında tam kıl. Fecrin kur’ânı meşhuddur.” (İsrâ 17/78)
Fecr, sabahın alacakaranlığıdır. Kur'ân kelimesi, karaa قرأ fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; mastar olarak anlamı toplamadır[76]. Okumak, kelimeleri bir araya getirip anlamı kavramak olduğu için قرأَ fiiline okuma anlamı da verilir. Allah’ın son kitabına Kur'ân denmesi de 114 sureyi bir araya topladığı içindir. Fecrin kur'ân’ı, fecirdeki ışık kümeleşmesidir. Meşhûd ise gözle görülen demektir[77]. Fecir ışıklarının gözle nasıl görüldüğünü şu âyet açıklar:
وكلوا واشربوا حتى يتبين لكم الخيط الأبيض مِن الخيطِ الأسودِ مِن الفجرِ ثم أتِموا الصيام إِلى الليلِ
“Fecrden (kızıllığın olduğu tarftan) kara çizgi ak çizgiden sizce, tam ayırt edilinceye kadar yiyin için sonra orucu geceye kadar tamamlayın” (Bakara 2/187)
Ayette bahsedilen yemek, sahur yemeği, gözlemi yapacak olan da o yemeği yiyen kişidir. Sahur yemeği evlerde yendiği için ayette sözü edilen aydınlığın evlerin penceresinden görülebilmesi gerekir.
Bu ayetlere ve hadislere göre her gün üç doğuş ve üç batış olur. Batanlar; Güneş, birinci şafak ve ikinci şafaktır. Doğanlar ise fecr-i kâzib, fecr-i sâdık ve Güneştir. Fecr-i kâzib, seher ve sahur vaktinin başlangıcıdır. Başı, yatsının son vaktine; sonu da yatsının ilk vaktine benzer. Sabah namazı ikinci doğuşla yani fecr-i sadıkla vacip olur[78]

C- GECENİN ORTASI (وسط الليل)

Yatsının bitimiyle başlayıp seher vaktine kadar süren vakit gecenin ortasıdır. Elektrikle aydınlanmanın olmadığı yerlerde insanlar bu vakitte evlerine, diğer canlılar da yuvalarına çekilirler. Daha önce anlatıldığı gibi gecenin ortası, en uzun bölümüdür.

D- GECE YARISI (نصف الليل)

Akşamın alacakaranlığı ile sabahın alacakaranlığı, gecenin iki bölümünü oluşturur. Gecenin ortası üçüncü bölümdür. Ona seher vakti eklenince üç bölümün yarısı oluştuğundan bu kısma gece yarısı (نصف الليل) denmiştir. Bu vakti anlatan âyet şudur:
ومِن اللّيلِ فسبِّحه وإِدبار النّجومِ
“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların geri dönüş vaktinde ona kulluk et.” (Tur 52/49)
“Gecenin bir bölümünde…” ifadesiyle gecenin ortasının kastedildiğini şu âyetten anlarız:
“Gecenin bir kısmında namaz için uyan; bu senin ek görevindir. Belki Rabbin seni güzel bir makama yükseltir.“ (İsrâ 17/79)
Abdullah b. Amr b. Âs, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediği bildirilmiştir:
أحبّ الصّلاةِ إِلى اللّهِ صلاة داود عليهِ السّلام، وأحبّ الصِّيامِ إِلى اللّهِ صِيام داود، وكان ينام نِصف اللّيلِ ويقوم ثلثه، وينام سدسه، ويصوم يومًا، ويفطِر يومًا
Allah’ın en sevdiği namaz Davûd’un namazı, en sevdiği oruç Davud’un orucudur. Gece yarısında uyur, üçte birinde (ortasında) kalkar, altıda birinde (seher vaktinde) yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi[79].”
Nebîmizin gece yarısında kalktığını en açık şekilde anlatan âyetler şunlardır:
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ . قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا . نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا . أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا . إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا .  رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا .
“Ey örtüsüne bürünen kişi! Az bir kısmı dışında gece kalk. Yarısında kalk, yarısından biraz azalt veya ekleme yap; Kur'ân'ı yavaşça ve güzelce oku. Sana ağır bir görev yükleyeceğiz. Çünkü gece oluşan daha etkili ve okuma daha kalıcıdır. O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O’nu kendine vekil et. Gündüzün uzayıp giden işlerin olur. Rabbinin ismini aklından çıkarma ve tümüyle ona yönel. Başkalarının söyleyecekleri sözlere katlan ve onları güzellikle kendi hallerine bırak.” (Müzzemmil 73/1-10)
إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ.
Senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini uyanık geçirdiğini Rabbin elbette bilir. Gece ile gündüzün ölçüsünü koyan Allah’tır. O, sizin bunu tam başaramayacağınızı bildiği için yüzünüze baktı; artık kolayınıza geldiği zaman[80] Kur'ân okuyun. İçinizden hastaların olacağını, kiminizin Allah'ın ikramından yararlanmak için yeryüzünde dolaşacağını, kiminizin de Allah yolunda vuruşacağını da bilir. Artık onu, kolayınıza geldiği zaman okuyun. Namazı tam kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir ödünç ayırın. Kendi hayrınıza yapacağınız her şeyi, Allah katında daha hayırlısıyla ve daha büyük bir karşılıkla bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin, Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur. (Müzzemmil 73/20)
“Kalk” emri, yatan için verildiğinden ayetler, Nebîmizin yatsıyı kılıp yattığını ve gece kalktığını anlatmaktadır. Onun, vitir namazını, her gece sehere kadar bitirdiği[81] rivayet edilir. Aişe (r.a) şöyle demiştir: “O, benim yanımdayken seher vaktinde uyurdu[82]

GECENİN     YARISI

AKŞAM
YATSI
G E C E N İ N 
 O R T A S I
S E H E R
S A B A H NAMAZI
AKŞAMIN ALACAKARANLIĞI
SABAHIN ALACAKARANLIĞI







Gece yarısına saban namazı vakti eklenirse gecenin üçte ikisi olur. Nebîmiz, gece yarısının başında biraz uyumuş olacağı için bu durumda gecenin üçte ikisine yakın bir süre ayakta kalmış olur. Müslümanların bir kısımı da onun gibi davranmışlardı.
Medine’ye varınca işler artmış ve bu durumun devamı zorlaşmıştı. Müzzemmil 20. Âyet o zaman inerek Kur'ân’ı, kolaylarına gelen herhangi bir vakitte okuyabileceklerini bildirdi[83]. Bu âyet bize, günün herhangi bir vaktinde, anlayacağımız ve hazmedeceğimiz şekilde Kur'ân okuma görevi yükler.
Arap geleneğinde öyle uykusunun olduğu düşünülürse o vakitte dinlenilebileceği anlaşılır. Nitekim Nur 58. Ayette bu uykudan bahsedilir.
Gece yarısı, uyku ve dinlenme vakti olduğu için yatsıdan sonra ve sabah namazından önce kimsenin yanına izinsiz girilmez. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
“Müminler! Ellerinizin altında olan esirler ile henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklarınız üç vakitte; sabah namazından önce, öğle vaktinde soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman izin istesinler. Bunlar, açık olabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitler dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de onlara da bir günah yoktur. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah bilir, doğru karar verir.” (Nûr 24/58)
Bu âyet, yatsı vaktinin gece yarısında bittiğini, yatsı ile sabah namazı arasında bize farz kılınmış bir ibadet olmadığını açıkça göstermektedir.
Bir kişi Allah’ın Elçisine namaz vakitlerini sordu; bir cevap vermedi… Güneş battığında emir verdi müezzin akşam için kamet getirdi. Şafak kaybolduğu zaman müezzine emretti; yatsı için kamet getirdi. Ertesi gün… akşam namazını o kadar geciktirdi ki, nerdeyse şafak kaybolduğu zaman kıldı, sonra yatsıyı gecenin ilk üçte biri (bitene) kadar geciktirdi. Sabah olunca soru soran kişiyi çağırarak: "Namaz vakitleri, şu iki vakit arasıdır” dedi.[84]

III. ORUÇ VAKİTLERİ

Oruç da günün belli vakitlerinde tutulur. Oruçla ilgili olarak da şöyle buyurulmuştur:
وكلوا واشربوا حتى يتبين لكم الخيط الأبيض مِن الخيطِ الأسودِ مِن الفجرِ ثم أتِموا الصيام إِلى الليلِ
“Fecrden (kızıllığın olduğu tarftan) kara çizgi ak çizgiden sizce, tam ayırt edilinceye kadar yiyin için sonra orucu geceye kadar tamamlayın” (Bakara 2/187)
Bu ayette anlatılan sabah namazı vaktidir. Sahur yemeği seher vaktinde yenir. Oruca sabah namazı vaktinde başlanır ve akşam namazı vaktinde iftar edilir.
Ayette “orucu akşama kadar tamamlayın” diye emredilmiştir. Akşam, Güneşin battığı veya duhânın kaybolup havanın durgunlaştığı anda başlar. Bu saatten tibaren oruç yasakları kalkar.

SONUÇ

Son olarak Dünya, günlük zaman hesabı bakımından 45’er derecelik enlemlerle dört dilime ayrılmıştır. Bunlar ekvatorun iki yanı ile 45 dereceden itibaren iki kutup bölgesidir.  ±45 derece enlemden itibaren yazın Güneşin hesap dışı kalması, kışın da bu bölgede  Güneşin değil, ondan gelen aydınlığın ölçü alınması sebebiyle 45 derece enleme, namaz vakitleri açısından özel bir isim vermek ve salat dönencesi demek uygun düşer.
Yaratıcının koyduğu kurallara uymak ve mizanı bozmamakla görevli olduğunuz için namaz ve oruç vakitlerinin ölçüleri ile ilgili olarak vardığımız yukarıdaki sonuçların uygulanması halinde Dünyanın hiçbir yerinde, ibadet vakitleri ile ilgili bir sıkıntı kalmayacaktır.
Makaleyi şu âyetle bitirmek uygun olacaktır:
وجاهِدوا فِي اللهِ حق جِهادِهِ هو اجتباكم وما جعل عليكم فِي الدينِ مِن حرجٍ ملة أبِيكم إِبراهِيم هو سماكم المسلِمين مِن قبل وفِي هذا لِيكون الرسول شهِيدًا عليكم وتكونوا شهداء على الناسِ فأقِيموا الصلاة وآتوا الزكاة واعتصِموا بِاللهِ هو مولاكم فنِعم المولى ونِعم النصِير
“Allah uğrunda hakkıyla cihad edin; sizi seçen odur. Bu dinde size bir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in şeriatına uyun. Allah size, daha önce de bu Kur’ân’da da Müslüman adını verdi ki, bu Elçi size örnek[85] olsun; siz de insanlara örnek olasınız. Öyleyse namazı tam kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O sizin dostunuzdur. Ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır.”(Hac 22/78)


[1] Dilimizdeki Müslüman kelimesi, müslim’in Farsça çoğulu olan müslimân’dan alınmıştır.
[2] Allah yolunda hakkıyla mücadele (cihad) edin. Sizi seçen odur. Bu dinde size bir güçlük yüklememiştir. Babanız İbrahim’in şeriatına uyun. Allah size daha önce Müslim adını verdi. Bu kitapta da o adı verdi ki elçimiz size örnek olsun. Siz de insanlara örnek olasınız. Namazı tam kılın, zekâtı verin ve Allah’a sıkı sarılın. O sizin veliniz; en yakınınızdır. Ne güzel veli ve ne güzel yardımcıdır. (Hac 22/78)
[3]Keşşâf, a.g.e. c. IV, s. 675
[3]وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا وتهجد له هزيعا طويلا  من الليل وَ في الصحاح: مضى هزيع من الليل، أى: طائفة
[3]Kur’ân’da bir vakte bağlı olarak kullanılan سَبِّحْ kelimesi, nafile namazları gösterir.
[4] http://www.solarantalya.com/wp-content/uploads/2012/06/gunes.jpg
[5] Âyetin tam meâli şöyledir: “Güneşe ve duhâsına yemin olsun”. Bizde yemini, doğru söylediğinden şüphe edilen kişi yapar. Allah’ın yaptığı bu gibi yeminler ise yemin edilen şeyin önemini göstermek içindir. (Bkz. İbn Kayyim el-Cevzî, et-Tibyân fî Ahkâm’il-Kur'ân girişi) Türkçe’de böyle bir kullanım olmadığından meâl, maksadı ifade edecek şekilde yapılmıştır.
[6] Ebû Mansûr, Muhammed b. Ahmed el-Ezherî (öl. 370 h.), Tehzîb’ul-luğa, Tahkik, Muhammed b. Avd Mur’ib, Beyrut 2001.
[7] Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle, Dımışk ve Beyrut 1412/1992.
[8] Müfredat
النور: الضوء المنتشر الذي يعين على الإبصار،
[9] Burada sahip, Rab kelimesine karşılık kullanılmıştır. Yoksa âyet, tam anlaşılamamaktadır. 
[10] Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır. Anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya gelecek zamana; gelecek zamandan geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir kipine geçiş yapılabilir. Türkçede bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk'ü şaşırtır. Bu sebeple yerine göre bu sanat dikkate almıyoruz. Bu âyette de üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul tekil şahsa geçildiğinden meal, bu geçiş yok sayılarak verilmiştir.
[11] http://www.mynet.com/haber/dunya/39-bin-metreden-dunyaya-atladi-656454-1
[14] Âyette “giderme” anlamını veren kelime mahv (المحو)’dır. “مَحَتِ الرِّيحُ السَّحَابَ = Rüzgâr bulutu giderdi denir (Mekâyîs’ul-luğa). Bu kelime, şu âyette de geçer:
لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ  .يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ
“…Her süre için bir kayıt vardır. Allah, düzenine göre onu siler veya sabitler. Ana Kitap onun yanındadır.” (Ra’d 13/38-39) Rüzgârın sürüklediği bulut başka yere gider. Silinen kaydın defterle ilgisi kesilir ama bilgisi kalır. Gecenin giderilen göstergesi de yok olmaz; sadece alâmet olmaktan çıkar.
[15]İsfahânî, Ragıb, (ö. 425 h.), Müfredât أي md. (thk: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımaşk ve Beyrut, 1412/1992.
ayet (الآية) alâmet anlamındadır, dedik. Alâmet, bir şeyin varlığının göstergesi olan emare, nişan veya işarete denir. Bir âyette şöyle buyrulur:
وَعَلامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُون
“Birçok işaretlerle ve o yıldızla hedeflerini bulurlar.” Nahl 16/16
Buradaki alâmetler, yol işaretlerdir. Kişi, o işaretleri görünce doğru yolda olduğunu anlar.
Kur’ân âyetleri doğruyu gösteren alâmetlerdir. Peygamberlerin mucizelerine de âyet denir çünkü onlar da o zatın peygamber olduğunun alâmetleridir.
[16] Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Hidrografi yayını, 1981 yılı için Notik Almanak, İstanbul 1980, s. 257.
[17]Müfredâtأي  md. ayet (الآية) alâmettir. Buradaki alâmetler, yol işaretlerdir. Kişi, o işaretleri görünce doğru yolda olduğunu anlar. Kur’ân âyetleri doğruyu gösteren alâmetlerdir. Peygamberlerin mucizelerine de âyet denir çünkü onlar da o zatın peygamber olduğunun alâmetleridir.
[18] Büyük tefsir âlimi ez-Zemahşerî’nin (ö. 538/1144),  bu konuda üç ayrı yorumu vardır, birincisi şöyledir:
“Gecenin âyeti” ve “gündüzün âyeti” tamlaması (‘iki gece’ sözü gibi) sayının sayılanı tamlaması gibidir. “Bir âyet olan geceyi giderdik ve yine bir âyet olan gündüzü aydınlatıcı kıldık” demektir.
Bu yorum âyete uymaz. Allah geceyi değil, gecenin göstergesini gidermiştir. Geceyi giderseydi artık gece diye bir şey olmazdı.
Zemahşerî’nin ikinci yorumu şöyledir:
“Geceyi ve gündüzü aydınlatan iki şeyi,  Güneşi ve Ay’ı iki âyet yaptık. Sonra gecenin âyetini gidererek onu, ışıktan arındırıp karanlık hale getirdik. Silinmiş levhada bir şey gözükmediği gibi gece de hiç bir şey açıkça gözükmez.”
Bize göre bu yorum da yanlıştır. “… Geceyi ve gündüzü iki âyet yaptık” sözü, bunların birer gösterge olduğunu bildirdiği halde Zemahşerî “Güneşi ve Ay’ı iki âyet yaptık” şeklinde anlam vererek geceyi ve gündüzü gösterge olmaktan çıkarmıştır.
Allah Teâlâ, “gecenin göstergesini (âyetini) giderdik” dediği halde Zemahşerî, gecenin göstergesi saydığı Ay’ın ışıktan arındırılıp karanlık hale getirildiğini söylüyor. Ay, gecenin göstergesi olsaydı gece, Ay’ın doğması ile başlar, batmasıyla biterdi. Ama böyle bir şey yoktur. Ay, ışıktan arındırılıp karanlık hale getirilmiş de olamaz. Çünkü Allah, “Göklerin içinde Ay’ı bir ışık yansıtıcısı,  Güneşi de ışık kaynağı yapmıştır”. (Nuh 71/16)
Zemahşerî’nin üçüncü ve son yorumu şöyledir:
Âyette, “Gecenin âyeti olan Ay’ı giderdik” anlamı da kastedilmiş olabilir. Allah, Ay için Güneş ışıkları gibi ışıklar yaratmadığından varlıklar onun ışığıyla açıkça görülemez.” (Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî (ö. 538/1144), el-Keşşâf, Beyrut 1407 h. C. II, s. 652)
Bu yorum da kabul edilemez. Gecenin göstergesi Ay olsaydı ve Ay da giderilseydi bugün aydan söz edilemezdi. Allah, Ay için Güneşinki gibi ışıklar yaratmadığına göre ışıklarının giderilmesinden de söz edilemez. Çünkü olmayan şey giderilemez.
Tefsir âlimlerinden İbn Kesir, konu ile ilgili şu yorumu yapmıştır:
“Allah gece için bir âyet, onunla tanınan bir gösterge oluşturdu. Gösterge, karanlığın ve Ay’ın gözükmesidir. Gündüz için de bir gösterge oluşturdu, o da aydınlık ve aydınlığı yayan Güneşin doğmasıdır. Bilinsin diye Ay’ın ışığı ile Güneşin ışığını farklılaştırdı.” (İsmail b. Ömer b. Kesîr el-Kureşî (öl. 744 h.), Tefsîr’ul-Kur’ân’il-azîm, (Tahkik Sami b. Muhammed Selâmeh)  DaruTaybe, 1999/1420, c. V, s. 5.)
Bu yorumun da kabul edilebilir yanı yoktur. Âyet, gecenin göstergesinin farklılaştırıldığını değil giderildiğini bildirmektedir.
Elmalılı Hamdi YAZIR’ın yaptığı yorumlar şöyle özetlenebilir:
“Gecenin göstergesine karanlık dense onun silinmesi ile gecenin gündüz gibi olması gerekir. Öyleyse ay’ı gecenin göstergesi saymak daha uygundur. Demek ki Ay eskiden Güneş gibiydi; hem aydınlatıyor, hem ısıtıyordu. Allah onu söndürdü ve bildiğimiz Ay meydana geldi.”(Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1936, c. IV, s. 3169-3170)
Bu yorum da kabul edilemez. Allah Teâlâ, “gecenin göstergesini (âyetini) giderdik” dediği halde, gecenin bir göstergesinin olduğu, onun da Ay olduğu nasıl söylenebilir. Ay gecenin göstergesi olsa gece ile birlikte doğup gece birlikte batması gerekir. “Ay eskiden Güneş gibiydi…” sözünün de âyetle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
[19] İbn Manzur, Cemalüddin Muhammed b. Mukrim (630-711), Lisanu’l-Arab, غطش md. Beyrut trs.
[20]  el-Halil b. Ahmed (öl. 170 h.) El-ayn, ظْلَم  md tahkik, M. el-Mahzûmî ve İbrahim es-Samirâî, Tarihsiz.
[21] Zebidi, Muhammed Murtaza, Tacu’l-arus, ظْلَم md. Mısır 1306/1889.
أَظْلَمَ (الثَّغْرُ) : إذَا (تَلأْلأَ) ، كَالماءِ الرَّقِيقِ، مِنْ شِدَّةِ رِقَّتِهِ،
[22] وحدثنا يحيى بن يحيى حدثنا عبد الله بن وهب عن موسى بن علي عن أبيه قال سمعت عقبة بن عامر الجهني يقول * ثلاث ساعات كان رسول الله صلى الله عليه وسلم ينهانا أن نصلي فيهن أو أن نقبر فيهن موتانا حين تطلع الشمس بازغة حتى ترتفع وحين يقوم قائم الظهيرة حتى تميل الشمس وحين تضيف الشمس للغروب حتى تغرب صحيح مسلم - عبد الباقي - (1 / 568
[23] Müfredat.
[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Mekruh Vakitler, s. 195 paragraf 404, İstanbul 1986.
[25] En-Nesâî Ebu Gudde tertibi, 515.
أخبرنا محمد بن عبد الأعلى قال حدثنا معتمر قال سمعت معمرا عن الزهري عن أبي سلمة عن أبي هريرة عن النبي صلى الله عليه و سلم قال : من أدرك ركعة من صلاة العصر قبل أن تغيب الشمس أو أدرك ركعة من الفجر قبل طلوع الشمس فقد أدرك سنن النسائي - ترقيم أبي غدة- مع أحكام الألباني - (1 / 257)
[26] Bu meâl, iltifat sanatı dikkate alınmadan verilmiştir. Türkçe’de bu sanat olmadığı için yanlış anlamaya sebep olmaktadır.
[27] Bu meâl, iltifat sanatı dikkate alınmadan verilmiştir. Türkçe’de bu sanat olmadığı için yanlış anlamaya sebep olmaktadır.
[28] http://www.safrancicegi.com/wp-content/2008/04/image00840.gif
[29] Müfredat,النهر   md.
[30] Duhâ, gündüzün ortaya çıkan Güneş ışınıdır. Güneşin duhâsını anlatan âyetler şunlardır:
والشمْسِ وضُحاها  .والْقمرِ إِذا تلاها . والنهارِ إِذا جلاها . والليْلِ إِذا يغْشاها .
“ Güneşi ve duhâsını düşünün[30]. Onu takip ettiğinde Ay’ı düşünün. Onu gösterdiğinde gündüzü düşünün. Onu örttüğünde geceyi düşünün.” (Şems 91/1-4)
Bu ayetlerdeki “onu = ها” zamiri, Güneşi de duhâyı da gösterir yapıdadır. 45˚ enlemin altındaki yerlerde, yılın her günü Güneş, duhâsıyla birlikte ortaya çıkar. Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğduğu yerlerde geceyi ve gündüzü anlamak için “onu = هاzamiri duhâya gönderilir ve âyetlere şöyle meâl verilir:
“Güneşi ve duhâsını düşünün. Duhâyı takip ettiğinde Ay’ı düşünün. Duhâyı gösterdiğinde gündüzü düşünün. Duhâyı örttüğünde geceyi düşünün.” (Şems 91/1-4)
Bu âyetler, gündüzün duhâyı gösterdiğini, gecenin ise onu örttüğünü ifade ettiği için burada tanımlanan gündüz, duhânın ortaya çıkması ile kaybolması arasındaki zaman dilimidir. Güneşin doğmadığı veya kısa süreliğine doğduğu yerler ile beyaz gecelerin yaşandığı yerlerde gündüz, duhâ ile belirlenir.
Güneşsiz günlerde Güneş, dağın arkasından doğup batıyor gibidir. Güneşli geceler ise şu âyetlerdeki gölgeliğe benzerler:
Bir gün meleklere; “Âdem’e secde edin” dedik de hemen secdeye kapandılar. İblis öyle yapmadı, direndi. Dedik ki; “Bak Âdem! Bu sana da, eşine de düşmandır. Sakın sizi şu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun. Burada ne açlık çekersin ne de çıplak kalırsın; susuz kalmaz,  Güneşin duhâsından da etkilenmezsin.” (Taha 20/116-119)
Âdem aleyhisselamı duhânın etkisinden koruyan, bahçedeki gölgeliklerdir. Beyaz gecelerde de gece, kişiyi sadece duhânın koruyan gölgeliğe benzer. Yani kişi, gündüzün bir gölgeye çekilmiş gibi olur.
Şu âyetlere göre duhâ, gündüzü, bir deniz gibi dalgalandırır:
وَالضُّحَى . وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى
Duhâyı iyi düşün. Durgunlaştığı zaman geceye iyi düşün.” (Duhâ 93/1-2)
Âyetteki secâ’nın anlamı, sakinleşmedir; dalgalı denizin sakinleştiğini ifade için bu kelime kullanılır. Gecenin sakinleşmesinden öncesi duhâ olduğuna göre onun dalgalanmaya sebep olması gerekir. Bu da beyaz geceleri tespitte bir ölçü olur.
Gelenekte gündüz; şer’î ve örfî gündüz diye ikiye ayrılmış ve şer’î gündüz: “Tan yerinin ağarmasından Güneşin batmasına kadar olan vakit” diye tarif edilmiştir. Bu tarifin bir delili yoktur. Tan yerinin ağarması sırasında ne Güneş nede duhâsı gözükür.  Delili olmadan icat edilen kavramlar, doğru anlamanın önünde engel oluşturmaktadır. Böyle bir tarif kabul edilemez.
[31] Müfredat, النهر md.
وهو في الشرع: ما بين طلوع الفجر إلى وقت غروب الشمس، وفي الأصل ما بين طلوع الشمس إلى غروبها.
[32] Muhammed b. Mahmud el-Bebertî, öl. 786 h. Tarih ve yer yok, c. III, s. 280. 
 النَّهَارُ الشَّرْعِيُّ ، وَهُوَ الْيَوْمُ بِالنَّصِّ وَهُوَ قَوْله تَعَالَى { وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمْ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ } الْآيَةَ
[33] Menzil Arap dilinde ism-i zaman, ism-i mekân ve mastar mîmî kalıbındadır.
[34] sibelcelikkol.blogspot.com
[35]https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcR5PvgctyrC26OLZkOLhttps://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcR5PvgctyrC26OLZkOLfrMBHaw8LHFrHIfrMBHaw8LHFrHI
[36] http://www.cografyaci.dostweb.com/ayevre.htm
[37] Bkz. Rahman 55/5, Yasin 36/39, Yunus 10/5, Bakara 2/189
[38] Müslim, Sıyâm, 1080 (15)                           
[39] Müslim, Sıyâm, 1081 (18-19)
[40] Türkçe’de iltifat sanatı olmadığı için meâl, bu sanat yok sayılarak yapılmıştır.
[41] El-Ayn, Müfredat; İsmail b. Hammad el-Cevheri, es-Sıhah, (Tahkik: Ahmed Abdulgafûr Attâr), Beyrut 1983; Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mu’cemu mekâyîs’ul-luğa (öl. 370 h.), Beyrut, tarihsiz, Mekâyîs’ul-luğa.
[42]Lisan’l-Arab, طرف md.
والطَّرَف: الناحية من النواحي
[43] Buhârî, Vitr 2.
«كُلَّ اللَّيْلِ أَوْتَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَانْتَهَى وِتْرُهُ إِلَى السَّحَرِ»
[44] Buhârî, Teheccüd 7.
«مَا أَلْفَاهُ السَّحَرُ عِنْدِي إِلَّا نَائِمًا» تَعْنِي النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
[45] Bkz. Müzzemmil 73/20.
[46] Gündüz uykusu, Nur Suresi 58. âyette geçer.
[47] https://uit.no/startsida
[48]Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî (ö. 538/1144), el-Keşşâf, Beyrut 1407 h. C. IV, s. 675.
وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا وتهجد له هزيعا طويلا  من الليل وَ في الصحاح: مضى هزيع من الليل، أى: طائفة
Kur’ân’da سَبِّحْ kelimesi nafile namazlarla ilgili olarak kullanılmaktadır. Nafile namazların vakitleri bölümünde bu konuya temas edilecektir.
[49] Müfredat,النهر   md.
[50]Lisan’l-Arab, طرفmd.
[51]Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, tahkik Ahmed Muhammed Şakir, c. XIV, s. 514-516, Beyrut 1420/2000.
[52] Es-Sıhah, Mekâyîs, Lusan’ul-Arab, Kamus.
[53] Muhammed b. İsmail el-Buhârî (öl. 256 h.), et-Tarîh’ul-kebîr, tahkîk, Mustafa AbdulkâdirAhmed, Beyrut 1422 h. 2001 mx Hadis No; 1948; ed-Dıyâ el-Makdîsî (öl. 643 h.), tahkîk, AbdulmelikDuheyş, Suudi Arabistan, tarihsiz, Hadis no; 1450. Ebû Ya’lâ el-Mavsılî (öl. 307 h.)Tahkîk, Hüseyin Selim Esed, Müsned, Dımaşk – Beyrut 1412/1992, hadis no; 4004.
[54] Sünen Ebû Davut salât  393, Tirmizî, Mevâkît, 1.
[55]161- وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ - رضي الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اَللَّهِ - صلى الله عليه وسلم - قَالَ: - مَنْ أَدْرَكَ مِنْ اَلصُّبْحِ رَكْعَةً قَبْلِ أَنْ تَطْلُعَ اَلشَّمْسُ فَقَدْ أَدْرَكَ اَلصُّبْحَ, وَمَنْ أَدْرَكَ رَكْعَةً مِنْ اَلْعَصْرِ قَبْلَ أَنْ تَغْرُبَ اَلشَّمْسُ فَقَدْ أَدْرَكَ اَلْعَصْرَ - مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ (1) (1) - صحيح. رواه البخاري (579)، ومسلم (608).
[56]Taberî, Tefsir, c. III, s. 524 vd.
[57]Lisan’ul-Arab, زلف mad.
الزَّلَفُ والزُّلْفةُ والزُّلْفَى: القُربةُ والدَّرَجة والمَنزلةُ ... والزُّلْفةُ الطائفةُ من أَوّل الليل، والجمع زُلَفٌ وزُلَفاتٌ. ابن سيده: وزُلَفُ الليلِ: ساعات من أَوّله
[58](Buhârî, Müslim, Ebu Davut, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel ve Tirmîzî. Metin Tirmizî’nindir.)
حدثنا هنادُ بْنُ السرِي حدثنا عبْدُ الرحْمنِ بْنُ أبِي الزنادِ عنْ عبْدِ الرحْمنِ بْنِ الْحارِثِ بْنِ عياشِ بْنِ أبِي ربِيعة عنْ حكِيمِ بْنِ حكِيمٍ وهُو ابْنُ عبادِ بْنِ حُنيْفٍ أخْبرنِي نافِعُ بْنُ جُبيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ قال أخْبرنِي ابْنُ عباسٍ أن النبِي صلى اللهم عليْهِ وسلم قال أمنِي جِبْرِيلُ عليْهِ السلام عِنْد الْبيْتِ مرتيْنِ فصلى الظهْر فِي الْأُولى مِنْهُما حِين كان الْفيْءُ مِثْل الشراكِ ثُم صلى الْعصْر حِين كان كُل شيْءٍ مِثْل ظِلهِ ثُم صلى الْمغْرِب حِين وجبتِ الشمْسُ وأفْطر الصائِمُ ثُم صلى الْعِشاء حِين غاب الشفقُ ثُم صلى الْفجْر حِين برق الْفجْرُ وحرُم الطعامُ على الصائِمِ وصلى الْمرة الثانِية الظهْر حِين كان ظِل كُل شيْءٍ مِثْلهُ لِوقْتِ الْعصْرِ بِالْأمْسِ ثُم صلى الْعصْر حِين كان ظِل كُل شيْءٍ مِثْليْهِ ثُم صلى الْمغْرِب لِوقْتِهِ الْأولِ ثُم صلى الْعِشاء الْآخِرة حِين ذهب ثُلُثُ الليْلِ ثُم صلى الصبْح حِين أسْفرتِ الْأرْضُ ثُم الْتفت إِلي جِبْرِيلُ فقال يا مُحمدُ هذا وقْتُ الْأنْبِياءِ مِنْ قبْلِك والْوقْتُ فِيما بيْن هذيْنِ الْوقْتيْنِ
[59]Ahmed b. Hanbel (öl. 241 h.), Müsned, tahkik Şuayb el-Arnaut, Adil Mürşid ve diğerleri, Müesseset’ur-risale, 2001 m. 1421 h. C. XXXVIII, s. 503.
"‏بادروا بصلاة المغرب قبل طلوع النجم‏"
[60] Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Hidrografi yayını, 1981 yılı için Notik Almanak, İstanbul 1980, s. 257.
[61]Lisan’ul-arabشَّفَقُmd.
[62] Buhârî, Müslim, Ebu Davut, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel ve Tirmîzî. Metin Tirmizî’nindir.
حدثنا هنادُ بْنُ السرِي حدثنا عبْدُ الرحْمنِ بْنُ أبِي الزنادِ عنْ عبْدِ الرحْمنِ بْنِ الْحارِثِ بْنِ عياشِ بْنِ أبِي ربِيعة عنْ حكِيمِ بْنِ حكِيمٍ وهُو ابْنُ عبادِ بْنِ حُنيْفٍ أخْبرنِي نافِعُ بْنُ جُبيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ قال أخْبرنِي ابْنُ عباسٍ أن النبِي صلى اللهم عليْهِ وسلم قال أمنِي جِبْرِيلُ عليْهِ السلام عِنْد الْبيْتِ مرتيْنِ فصلى الظهْر فِي الْأُولى مِنْهُما حِين كان الْفيْءُ مِثْل الشراكِ ثُم صلى الْعصْر حِين كان كُل شيْءٍ مِثْل ظِلهِ ثُم صلى الْمغْرِب حِين وجبتِ الشمْسُ وأفْطر الصائِمُ ثُم صلى الْعِشاء حِين غاب الشفقُ ثُم صلى الْفجْر حِين برق الْفجْرُ وحرُم الطعامُ على الصائِمِ وصلى الْمرة الثانِية الظهْر حِين كان ظِل كُل شيْءٍ مِثْلهُ لِوقْتِ الْعصْرِ بِالْأمْسِ ثُم صلى الْعصْر حِين كان ظِل كُل شيْءٍ مِثْليْهِ ثُم صلى الْمغْرِب لِوقْتِهِ الْأولِ ثُم صلى الْعِشاء الْآخِرة حِين ذهب ثُلُثُ الليْلِ ثُم صلى الصبْح حِين أسْفرتِ الْأرْضُ ثُم الْتفت إِلي جِبْرِيلُ فقال يا مُحمدُ هذا وقْتُ الْأنْبِياءِ مِنْ قبْلِك والْوقْتُ فِيما بيْن هذيْنِ الْوقْتيْنِ
[63] Ebû Dâvûd,Salât 6; İbn Mâce, Salât 7; Ahmed b. Hanbel, 4/147,4/117, 422
وعن عقبة بن عامر‏:‏ ‏ "‏أن النبي صلى اللَّه عليه وآله وسلم قال‏:‏ لا تزال أمتي بخير أو على الفطرة ما لم يؤخروا المغرب حتى تشتبك النجوم‏" ‏‏.‏
[64] Buhari Müslim
وعنْ رافعِ بن خديج رضي الله عنه قالَ: كُنّا نُصَلي المغْربَ معَ رسول الله صَلّى الله عَلَيْهِ وَسَلّم فيَنْصرفُ أحدُنا وإنه لَيُبصرُ مَوَاقعَ نَبْلِهِ. متفق عليه.
[65]Zemahşerî, a.g.e, c. VII, s. 339.
[66] Ebu Davud, salat 7, hadis no 420.
[67]Sahih Müslim 12 mescitler ve 39- Yatsının Vakti ve Yatsı Namazını Geciktirme Babı hadis no 172
[68]Lisan’ul-arab فجر  mad.
[69] Tehzîb’ul-luğa.
والسَّحَرُ والسُّحْرةُ: بياض يَعْلو السَّواد،
[70]Müfredat
اختلاط ظلام آخر الليل بضياء النهار،
[71]Cevheri, İsmail b. Hammad (ö. 393 h.), es-Sıhah, سحرmd. (thk: Ahmed AbdulgafûrAtar), Beyrut 1407/1987.
والسَحَرُ قُبَيْلَ الصُبْحِ
[72]Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân, c. XVII, s. 144, Kahire, 1384/1964.
والسحر: هو ما بين آخر الليل وطلوع الفجر، وهو في كلام العرب اختلاط سواد الليل ببياض أول النهار، لان في هذا الوقت يكون مخاييل الليل ومخاييل النهار.
[73] Hadisteki  المصعد kelimesi الاصعاد’dan ism-i mef’uldur. Yukarıda المرتفع anlamına gelir.
[74] Ebu Davud, vakt’us-sahûr, hadis no 2348; Sünen’ut-Tirmîzî, Macae fî beyân’il-fecr, hadis no 705.
[75]Buharî, Libas 16.
لَحِقَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَبُو بَكْرٍ بِغَارٍ فِي جَبَلٍ يُقَالُ لَهُ ثَوْرٌ، فَمَكُثَ فِيهِ ثَلاَثَ لَيَالٍ، يَبِيتُ عِنْدَهُمَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي بَكْرٍ، وَهُوَ غُلاَمٌ شَابٌّ لَقِنٌ ثَقِفٌ، فَيَرْحَلُ مِنْ عِنْدِهِمَا سَحَرًا، فَيُصْبِحُ مَعَ قُرَيْشٍ بِمَكَّةَ كَبَائِتٍ، فَلاَ يَسْمَعُ أَمْرًا يُكَادَانِ بِهِ إِلَّا وَعَاهُ، حَتَّى يَأْتِيَهُمَا بِخَبَرِ ذَلِكَ حِينَ يَخْتَلِطُ الظَّلاَمُ، وَيَرْعَى عَلَيْهِمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ مَوْلَى أَبِي بَكْرٍ مِنْحَةً مِنْ غَنَمٍ، فَيُرِيحُهَا عَلَيْهِمَا حِينَ تَذْهَبُ سَاعَةٌ مِنَ العِشَاءِ، فَيَبِيتَانِ فِي رِسْلِهِمَا حَتَّى يَنْعِقَ بِهَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ بِغَلَسٍ، يَفْعَلُ ذَلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ مِنْ تِلْكَ اللَّيَالِي الثَّلاَثِ
[76] Lisanu’l-Arab,قَرْء mad.
[77]Müfrdat
[78] El-Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (öl. 450 h.) Tahkik; Ali Muhammed Muavvad, Adil AhmedAbdulmevcud,  el- Hâvî el-Kebî fî fıkh’il-İmam eş-Şafiî,  Beyrut 1419/1999, c. II, s.24.
... وَلِأَنَّ الطَّوَالِعَ ثَلَاثَةٌ الْفَجْرَانِ، وَالشَّمْسُ، وَالْغَوَارِبُ ثَلَاثَةٌ الشَّفَقَانِ، وَالشَّمْسُ، فَلَمَّا وَجَبَتْ صَلَاةُ الصُّبْحِ بِالطَّالِعِ الْأَوْسَطِ وَهُوَ الْفَجْرُ الصَّادِقُ اقْتَضَى أَنْ تَجِبَ الْعِشَاءُ بِالْغَارِبِ الْأَوْسَطِ - وَهُوَ الشَّفَقُ الْأَحْمَرُ–
Ahmed b. Ganim b. Salim (öl. 1126 h.), el-Fevâkih’ud-devvânîalârisaleti İbn EbîZeyd el- Kayrevânî (Mâlikî), 1415 h./1995 m. c. I. s. 169.
قَالَ: «الشَّفَقُ الْحُمْرَةُ فَإِذَا غَابَ الشَّفَقُ وَجَبَتْ الصَّلَاةُ» وَأَيْضًا «الْغَوَارِبُ ثَلَاثَةٌ: أَنْوَارُ الشَّمْسِ وَالشَّفَقَانِ، وَالطَّوَالِعُ ثَلَاثَةٌ: الْفَجْرَانِ وَالشَّمْسُ وَالْحُكْمُ لِلْوَسَطِ فِي الطَّوَالِعِ وَالْغَوَارِبِ»
[79] Buhârî, Teheccüd 7.
[80] Bize göre مَا تَيَسَّرَdeki ما, fiile mastar ve vakit anlamı yükleyen cinstendir.  “kolayınıza geldiği zaman” anlamı vermemiz bundandır.
[81] Buhârî, Vitr 2.
«كُلَّ اللَّيْلِ أَوْتَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَانْتَهَى وِتْرُهُ إِلَى السَّحَرِ»
[82] Buhârî, Teheccüd 7.
«مَا أَلْفَاهُ السَّحَرُ عِنْدِي إِلَّا نَائِمًا» تَعْنِي النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
[83] Ebu Hayyan Muhammed b. Yusuf, el-Bahr’ul-muhît, Tahkik: Adil Ahmed Abd’ul-mevcûd ve Ali Muhammed Muavvıd, Lübnan 1422/2001, c. VIII s. 352.
[84] 178- (614)  Sünen ebu Davut salat Sahih Müslim mescitler ve 39- Yatsının Vakti ve Yatsı Namazını Geciktirme Babı hadis no
[85] Ayette geçen şehîd, hem ismi fail hem ismi mef’ul olabilir. Burada meşhud anlamında ismi mefuldür. Meşhud, örnek demek olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder