13 Haziran 2015 Cumartesi

Tanrım beni yavaşlat

Tanrım...!



Tanrım beni yavaşlat!
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir…
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele…
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver!
Sinirlerimdeki ve kaslarımdaki gerginliği,
derin belleğimde yaşayan akarsuların nağmeleriyle yıka, götür!

Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için
yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir yazıdan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret!

Her gün bana kaplumbağa ile tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın kazanmadığını,
yaşamda hızını arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…

Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır…

Beni yavaşlat Tanrım,
ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru uzatmama yardım et.

Yardım et ki,
kaderimin yıldızına doğru
daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.

Ve, hepsinden önemlisi…
Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret,
değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır,
ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl,
beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver!


EFLATUN DİYOR Kİ :

Eflatun'a iki soru sormuşlar ...

Birincisi ;

-"insanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir? "

EFLATUN tek tek sıralamış :

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele
ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama
sağlıklarını geri almak için de para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya ;

"Peki sen ne öneriyorsun?"

-Bilge yine sıralamış ;
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın!
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi
"sevilmeye" bırakmaktır ...
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak"
değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır". ""



Wilfred A. Peterson'a ait diye bilinen bu şiirin, aslında M.Ö. 2000 yıllarında bir Hitit duvar yazısından alındığı ifade edilmektedir. Eğer öyleyse, demek oluyor ki, yaşamı; sıkışık, sıkıntılı zamanların telaşı içinde algılamak sadece modern zaman insanlarının sorunu olmadı sadece. Ya da zaman salt nesnel değişim ve çeşitliliğe nispet edilerek algılanmamalı. Varoluşumuzun zaman unsuruna bağımlı oluşu onu algılamamızın iç durumumuzla doğrudan ilgili, ilişkili olması anlamına gelir. Bilgi ve bilincimizin dimağımızda; kaygı, korku ve beklentilerimizin ruhumuzda oluşturduğu hareket, zamanın da niteliğini değiştirici faktörlerdir. Son değerlendirmede darlık, genişlik, serinlik, esenlik, telaş, panik öncelikle içimizde yaşanır. Çoğu zaman dışımızdaki genişliği, içimizdeki daralmadan sıyrılmakla elde ederiz. Zamanın uzaması, kısalması büyük ölçüde sevincimizin yahut üzüncümüzün dalga boyuna, yoğunluğuna bağlıdır. Gerilimlerle, salınımlarla, sakınımlarla dolan, dokunan hayatlardır sizi yorgun düşüren veya dingin kılan. Yaşanan öyle sıkıntılar olur ki günü uzatır yüzyıl eder. Sevinçler uzun sayılacak zamanları bile rüzgârına katıp uçurur. Zaman çarçabuk, su gibi akıp gitmiştir. Dünya yıkılsa umurumuzda olmayan bir haleti ruhiye içine gireriz. Bu durum tek başına belki fazlaca bir şey ifade etmez. Ancak zamanı yaşanmış karşılıklarıyla böyle anlar, algılarız. Zor, zahmetli; kolay, mutlu zamanlar diye ayrıştırdığımız aslında doğrudan doğruya yaşantımızın bizde şöyle ya da böyle unutulmaz izler, izlekler bırakan içerikleri değil midir?


Ömsüz Olma Arzusu :

Ölümsüz olma arzusunun psikolojik bir geeklik olarak tün insanlar için geçerli olduğu kabul edilir.44  Bu arzuyu karşılamak için çeşitli tutum ve davranışlar geliştirilir. Örneğin Fromm, bu arzunun, dünyada erdemli yaşamakla karşılanabilecini iddia eder. Dünyanın cazibelerine aşı ilgi ve bağlanmanın insanlardaki ölümsüzlük arzusunu sürekli mal- mülk  tü şeylere  dahfazla  sahiolma  şeklinde  yönlendirecini kılacını  belirtir.  O’na  re,  ölü mmeden  önce,  onu  süsleme  ve
zelleştirme çabası da bu arzunun sonucudur.45  Hökelekli, ölümsüzlük arzusunun,  insandaki  narsizmin biifadesi  olduğunu  belirtir.  O’na  re narsist bireyler, bilinç dışı olarak kendilerini ölümsüz tasavvur ederler.46

Konuyu Kur’an bağlamında insan yönelimleri açısından değerlendirdiğimizde, ölümsüz olma istinin, insanda köklü ve önemli bir yönelim olduğunu rürüz. Bunun için Kur’an’da sözü edilen, cennetten dünyaya kovulan Ade hikayesine örneolarabakılabilir :Ne var ki şeytan ona sinsice fısıldayarak; Ey Adem!dedi, sana sonsuzluk (ölümsüzk)  ağacını ve (dolayısıyla) hiç çökmeyecek bir kümdarlığın yolunu stereyim mi?(dedi) ve böylece her ikisi de (Adem ile Havva) o
ağacın meyvesinden yediler.47

Ayete re Adem, bu yönelimin güdülemesiyle şeytanın etkisinde kalıp yapmaması istenilen davranışlar stermiştir. Kur’an’da insandaki bu istekle ilgili daha pek çok ayet vardır. 48

Bu ayetlerde ölümsüzlük arzusuyla insanların dünyanın yanılcı edinimlerine yönelme durumunda oldukla belirtilir. İnsandaki bu içsel ve sürekli yönelimi, Kur’an salt bu zlemde aktarmaz. Ölümden sonra yaşanacak    dünyanın    sonsuzluğunu    vurgulayarak,    insanları    olumlu
davranışlara çırır.49 Örneğin, olumlu davranışlar yapanların ölüm sonrası gideci   mekân   olara belirtile cenneti sonsuzlu   ve   orada yaşayanların ölümsüz olacı ifade edilir50.

Kur’an,  insandaki  ölümsüzlük  arzusunun,  sürekli  var  olmave sürekli yaşamak istinden kaynaklandığını belirtmektedir. Aynı zlemde şünen Jung, her ne kadar pozitif bilimin, insandaki sonsuzluk yönelimi ve inancına taraftar olmasa da, yine de insanın bu yönelimini reddedemeyecini şu sözlerle ifade eder:

...eğer birisi ruhunun en derin varışlarında zaman ve mekân ötesi bir varoluşa sahip olduğu sonucunu çıkarırsa ve ylece yetersiz ve simgesel olarak ‘ebediyetdiye betimlenene taraf olursa, akıl bu durumu bilimin yetersizliğinin dışında bir savla karşılamaz.51

O halde ölümsüzlük arzusunda olan insan için, yaşamın anlamına ilişkin sonsuz yaşama içermeyen her tür açıklama, onu tatmin etmekten uza olacaktır.   En   azında insanı yo olmayı   psikoloji olarak kabullenmesi nerdeyse imkânsız zükmektedir. İnsan her şeye karşın ölümsüz olma arzusunun yön verdiği çlü bir motivasyona sahip olacakr. İşt Kur’an’d b çlü   motivasyo nedeniyl şeytanın olumsuz
yönelimlerini  etkin  kılma  noktasında  insanlar  üzerinde  etkili  olabileceği belirtilmektedir.

Sabirla Iliskili Bazi Kavramlar
a) Hilm
Hilm sözlükte rüya, akil, sabir, yumusak huyluluk ve agir baslilik gibi anlamlara gelmektedir.1Ibni Manzur “hilm”i, temkinli ve agirbasli olmak seklinde izah etmektedir. Ona göre hilm,14   hafiflik anlamina gelen sefeh kelimesinin ziddidir ki, bu özü itibariyle cehalet demektir.1Islam öncesi dönemd hilm cehl   kelimesinin   ziddi   olarak   kullanilmaktadir.   Cehl kelimesi ise, cahiliye döneminde bilgisizligi ifade eden bir kavram olmaktan ziyade, sabirsiz ve fevrî davranmayi ifade eden bir kavramdir. Birbirleriyle olan bu zitlik iliskisinden dolayi her iki kavram da sabrin anlam alani içine girmektedir.   Bunun   için   sözkonusu   kavramlarin   incelenmesi   sabrin anlaminin daha açik olarak ortaya çikmasina yardimci olacaktir.

Cahiliye dönemi sairlerinden Züheyr el-Absî bir siirinde cehl ve hilm karsitligini  söyle  dile  getirmektedir:  “Öyle  saniyorum  ki,  bendeki  hilmi gördükleri için adamlarim bana bu kötülükleri yapiyorlar. Fakat bazen halîm
dahi cahil olmak durumunda kalabilir.16

Ragib el-Isfahânî’ye göre hilm, “öfke duygusunun coskusundan nefsi korumak,17 Cürcânî’ye göre ise “öfkenin kabarmasi durumunda itidalli davranarak sükûneti muhafaza etmektir.18

Kur’an- i Kerimdeki sabri, hosgörüyü ve affi emreden pek çok ayet hilm faziletinin kapsami içinde degerlendirilmistir: “Onlar yeryüzünde hevn il yürürle v cahille kendilerine   laf   attiklarinda   ‘selam’   derler.19 mealindeki ayette geçen hevn kelimesi hulemâ seklinde açiklanmistir. Buna göre ayetin meali söyledir: Rahman’in kullari yeryüzünde halîm olarak (vakarla) yürürler.20   Gazalî, muhtemelen, ayette geçen “cahiller kelimesi nedeniyle “hevn kelimesini hilm ile tefsir etmektedir.

Hilmde sabir sekînet ve vakar vardir. O, öfkeye, ihtiraslara ve bencil duygulara   hakim   olarak   agir   basli   davranmak   demektir.   Fakat   asla güçsüzlük ve onursuzluktan kaynaklanan bir acizlik göstergesi degildir. “Hilm üsn bir akil gücüdür. Bu gücün olmadigi yerde hilm de yoktur. Hilm baskalarini idare edenlerin vasfidir; baskalari tarafindan idare edilenlerin degil. Yaratilis bakimindan zayif ve güçsüz olan bir kisiye, kizdirildigi takdirde, ne kadar sakin durursa dursun halîm denmez. O sadece zayif bir kimsedir. Halim o kimsedir ki istedigi zaman her seyi yapabilecek
gücü ve kudreti oldugu halde öfkesini dizginler ve ona hakim olur.21 Esmâ- i Hüsnâ’dan olan Halîm’in Kur'an’daki kullanimi da bunu teyit et mektedir:
Hilmin “Gafûrun halîm”, “Alîmün halîm“Ganiyyün halîmve “Sekûrun halîmgibi ifadelerle Allah’a nisbet edilmesi bunu göstermektedir. Çünkü Allah, hem bagislama gücüne sahip, Alîm ve Ganî (her seyden müstagnî); ve ayni zamanda Halîmdir de.

Hilm kavrami, her ne kadar pek çok bakimdan sabir ile ortak yönlere sahip ise de, bu onlarin birbirinin müradifi olduklari anlamina gelmez. Aralarindaki bu yakin iliskiye ragmen, kendi içlerinde bir takim farkliliklari da vardir. Bunlari söyle izah edebiliriz:

Kur’an- i    Kerimdeki    kullanimlari    gözönüne    alindiginda    hilm kavraminin çogunlukla Allah (cc.) hakkinda, sabir kavraminin ise insanlar hakkinda kullanilmasi dikkat çekmektedir. Hilmin Allah hakkinda siklikla kullanilmasindan bu erdemde gücün, sabirdakine göre daha fazla bir yer tuttugu anlasilmaktadir.

Her iki kavramda da insanin kendisini (nefsini) kontrol etmesi esas oldugu  halde,  bu  kontrol  etme  eylemi,  hilm  erdeminde  daha  çok  öfke gücünün kontrol edilmesine yönelik bir eylemdir. Sabir erdeminde ise öfkenin yaninda baska seylere karsi damesela, bela ve musibetlere karsi- insanin kendisini kontrol etmesi sözkonusudur.


b) Cehl

Cehl kelimesinin anlami uzun bir süre “ilm(bilmek) kelimesinin tam ziddi; bilgisizlik olarak telakki edilmistir. Dolayisiyla Islam’in dogusundan önceki dönemi tasvir etmek için kullanilan cahiliye çagi ifadesi bilgisizlik çagi seklinde anlasilmistir. Fakat kelimenin cahiliye dönemindeki kullanimi gözönünalindiginddurumuzannedildiggibolmadigortayçikar. Islam öncesi döneme ait siirlerde bu kelimenin, asabi, patavatsiz ve sabirsiz bir  mizaci  tasvir  etmek  üzere  kullanilmis  oldugu  görülür.22    Cahiliye
dönemine ait siirlerde cehl kökenli kelimeler, çogunlukla hilm (yumusak huyluluk) ile birlikte kullanilmistir.2Yani bu kelime o dönemde hilm ve sabr  kavramlarinin  zitti  olarak  kullanilmaktaydi.  Cahil  birisine  karsilik, halim ve sabirli kisi, duygularini ve ihtiraslarini kontrol etmeyi ve öfkesini yenmeyi basarabilen kisi demektir.

Cehl kavraminin sabirsizlik ifade eden bu yönüne Kur’an- i Kerim’de Hz.Yusuf’udiliylsöylisareedilmistir“ERabbimbanzindan bunlarin benden istediklerinden daha iyidir. Eger sen onlarin hilesini benden savmazsan sehvetle onlara uyarim ve cahillerden olurum.2Burada cahil kelimesi,  nefsinin istevarzularinsabredemeyereonlaruyakisiyi ifade etmek üzere kullanilmistir.

Kur'an'da Resulullah (sav)’a, karsilasmis oldugu bir takim güçlükler karsisinda yilmamasini ve sabirli davranmasini ögütleyen ayetler dikkate alindiginda burada da, cehl kelimesinin bir nevi sabirsizlanmak anlamina geldigi görülür. Konu ile ilgili olan En’am suresi 34.ve 35. ayetlerin meali söyledir:

“Andolsun ki, senden önceki peygamberler de yalanlanmisti. Onlar yalanlanmalarina ve eziyet edilmelerine ragmen sabrettiler, sonunda yardimimionlaryetistiAllah’ikelimelerin(kanunlarini) degistirebilecek kimse yoktur. Muhakkak ki gönderilen peygamberlerin haberlerinden bazisi sana geldi. “Eger onlarin z çevirmeleri sana agir geldi ise, yapabiliyorsan yerin içine inebilecegin bir tünel, ya da göge çikabilecegibimerdivearkonlarbimucizgetiresinAllah dileseydi elbette onlari hidayet üzerinde toplayip birlestirirdi. O halde sakin
cahillerden  olma.2 Bu  ayetlere  göre  sabirsiz  hareketler  cahil  kisilerin
davranislaridir.   Beyzâvî   ayetin   sonundaki   cümleyi   su   sekilde   tefsir




etmektedir: “Elde edilmesi tabiaten imkansiz olan seyleri arzulayarak ve sabrin  yakisacagi  durumlarda  sabirsizlanaracahillegibolmaçünkü bunlar cahilin tipik davranislaridir.26

Verilen örneklerden de anlasilacagi gibi cehl kavrami eski Arap siirinde ve Kur'an'da hilm ve sabrin ziddi olarak kullanilmaktadir.


c) Cezû Helû’

El-Cez’u,   sözlükte   kesmek,   bölmek,   ipi   ortadan   kesmek   gibi anlamlara gelmekle beraber, kavram olarak sabir  kelimesinin zitti olarak kabul edilir.27  Hel’u kelimesi de sikilmak, hirsli olmak ve sabirsizlanmak gibi  anlamlar gelmektedir Arapça’d câa’   ve   helea’   sözü   kisinin aciktigini ve sabirsizlandigini belirten bir sözdür.28

Cez kelimesi sabrin zit anlamlisi olarak bir ayette fiil seklinde geçmektedir: “... Onlar da der ki: Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi dogru yola iletirdik. Simdi biz  sizlansak da (cezi’nâ), sabretsek de birdir. Çünkü bizim için siginacak bir yer yoktur.29

Bu kelime baska bir ayettdcezû’  seklindmübalagsigasile geçmektedir: “Gerçekten insan pek hirsli (helû’) yaratilmistir: kendisine fenalik dokundugunda çok sizlanan, iyilik dokundugunda da pek pinti kesilendir.3Bu ayette geçen cezû ve menû kelimeleri, helû kelimesini tefsir etmektedir. “Helû’ kelimesi ise içinde bir tür çabukluk anlami bulunmakla birlikte, bir taraftan tahammülsüzlük (sabirsizlik) ve mizikçilik; diger taraftan da siddet ve hirs gibi anlamlari bulunan ikili bir yapiya sahiptir.31 Iste cezû kelimesi yle ikili bir anlama sahip olan helû’ kelimesinin sabirsizlik ve tahammülsüzlük yönünü ifade etmektedir.

Bu iki kelimeyi cahiliye sairlerinden Amr b. Ma’dî bir siirinde sabrin zitti olarak kullanmaktadir: Sabirsiz davranarak kaygiya kapilmam. Çünkü aglayip sizlanmam (cez’) bana bir fayda vermez. Ona (bir arkadasini kastediyor) kefenini kendim giydirdim, çünkü ben yaratildigim sabirli yaratilmisim.32

Görüldügü gibi her iki kelime de sabirsizlik ve tahammülsüzlük anlamini ifade etmektedir.

3. Kavramin Ta rihî Seyri

Muallakât olarak bilinen cahiliye dönemine ait Arap siirlerinde genellikle göçebe hayat tarzina mahsus olan konaklama ve ç hatiralari, ask, içki, övgü, övünme, cesaret,  yerme vs. konular dile getirilmekteydi. 33




Sabir kavrami ise bunlar arasinda daha çok secaat (yigitlik-cesaret) ile ilgili olan siirler içerisinde geçmektedir. Cahiliye döneminde secaat, kisinin kendisini ve kabilesini çöldeki olumsuz sartlardan ve düsmanlardan korumasina yönelik olarak ortaya çikan en belirgin bir vasifti.

Cahiliye Araplarinda secaat ile birlikte anilan çok önemli bir meziyet de sabir idi. Sabir, acimasiz çöl sartlarinda açlik, susuzluk, sicak ve soguk gibi zorluklarla mücadelede ve geleneksel olarak süregelen kabile savaslarinda Arabin bunlara tahammül etme gücünü gösteren çok önemli bir vasifti. Bunun için sabir secaatle birlikte telakki edilmistir.34

Muallaka sairlerinden olan Tarafe b. Abd’in dedesi Sa’d b. Malik b. Kays harp alaninda savasin siddetine ve azametine ancak sabirli kisilerin dayanabilecegini belirtmek üzere su misralari dile getirir:

“(Savasin siddetine) ancak çok sabirli gençler, yirtici atlar, saglam zirhlar, parlak migferler ve oklar tahammül edebilir.35

Tarafe b. Abd savas meydaninda göstermis oldugu cesaretle kendisini övmekte ve sabir anlamina gelen “habsü’n-nefs” ifadesini kullanarak, düsmanlarina karsi nasil kararli bir sekilde savastigini anlatmaktadir:

“Nice günler vardir ki, kadinlarimizi ve serefimizi korumak için düsmanlarin savurduklari her türlü tehdide ve gözdagina ragmen sabretmisimdir.3Burada sabri ifade etmek üzere kullanilan “habsü’n-nefs” (kendini alikoymak) ifadesi savas meydaninda düsmana karsi boyun egmeyerek direnmek demektir.

Cahiliye döneminde çok önemli bir erdem olan cömertlik (kerem) de sabirla iliskili bir kavramdir. Çünkü, kerem de sabir gibi kisinin secaatinin (yigitliginin) göstergesi durumundaydi. 37  Araplarin anlayisina göre sabirli ve secaat sahibi olan bir kimsenin ayni zamanda cömert (kerîm) de olmasi gerekli idi. 38  Aralarindaki bu yakin münasebetten dolayi cahiliye siirlerinde sabir, kerem (cömertlik) erdemi ile birlikte kullanilmistir.39

Cahiliye döneminde, özetlemeye çalistigimiz sekilde bir anlam ifade edesabikavraminiyapisindnüzudönemiylbirliktacabngibi anlam degisikliklileri sözkonusu olmustur? Sunu belirtmek gerekir ki, nüzul dönemi ile eski Arap dünya görüsü arasinda büyük bir fark oldugu kadar, belirli bir devamlilik da bulunmaktadir. Bu süreklilik, özellikle ahlâkî niteliklerde     sözkonusudur.     Kur’an- i     Kerim,     cahiliye     döneminde kullanilmakta olan pek çok kelimeyi, yeni anlamlar yüklemek suretiyle insanlara sunmustur. Mesela cahiliye döneminde cömertlik (kerem), yigitlik (secaat), sabir, güvenilirlik ve dogru sözlülük gibi degisik faziletleri ihtiva ede “mürüvve”yi40     Kur’an-  Kerim bütü Müslümanlar tavsiye etmektedir. Fakat Kur’an bu erdemleri cahiliye’de bulundugu sekliyle canlandirip tanzim etmemistir. Kur’an bunlari kullanirken kendi ahlâkî sistemiçindyeniden sekillendirerek enerjilerinin daha önce hazirlamis oldugu farkli kanallara akmasini saglamistir.

Cahiliye döneminde savasçinin cesaret ve kereminin önemli bir gösteresi olan sabrin,   Kur'an'in nüzulü ile birlikte bir takim yeni anlamlar kaza ndigi  gözlenir.  Çünkü  Müslümanlik,  kisinin  hayatinda  yeni  bir  çigir açmaktaböylecMüslüman  olan  kisi,  her  seyden  önce  bencilliginden, kendi  gücüne  güvenmekten  vazgeçip,  alçak  gönüllü,  halim- selim bir kul olarak efendisi Allah’in huzurunda duran birisi haline gelmektedir.41 Insanin bu yeni durusu, onun hayatinin yeniden anlamlanmasi demek oldugundan,
sabir gibi ahlâkî bir kavram da bu degisimden kendisine düsen payi mutlaka alacaktir. Yeniden sekillenmekte olan bu ahlak anlayisi içerisinde sabir kavrami, eski ahlak anlayisina göre, uygulanabilirligi daha ç olan bir anlami ifade etmektedir. Bu yeni anlam muhteris, parlamaya hazir bir karakterdbulunan  o  günkü  AraplarçozogelmistirBunuiçin Kur’an’da, böyle bir karakteri terkederek sabretmenin, dag yolunun en dik tirmanis  seridini;  (akabeyi)  asmanin  sartlarindan  birisi  oldugu  önemle vur gulanmistir.42

Islam, eskiden sadece cesaretin bir ögesi olarak bilinen bu sabir anlayisina dînî bir karakter vermek suretiyle kendisinin en belli basli erdemlerinden  biri  haline  dönüstürmüstür  ki,  bu  dAllarizasiçin sabir’dir. Ilk inen ayetlerde sabrin semantik yapisindaki bu degisim hemen göze çarpmaktadir: “Ey bürünüp sarinan! (resulüm) Kalk ve uyar ... Rabbin için sabret.”43 Sabrin Allah rizasi için gösterilmesi gerektigini belirten baska bir  ayetin  meali  de  söyledir:  “Onlar  (baska  bir  amaç  ugruna  degil)
Rablerinin rizasini isteyerek sabreden, namazini dosdogru kilan, kendilerine verdigimiz riziklardan gizli ve açik olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülügü iyilikle savan kimselerdir. Iste dünya yurdunun sonucu (cennet) sadece onlarindir.44

Nüzul   döneminde   Müslümanlari   sabirli   davranmak   durumunda birakan  sikintilar  sadece  bedeni  sikintilarla  sinirli  olmayip,  müsriklerin sözlü saldirilari, onlarla alay etmeleri, onlari hakir görmeleri ve toplumdan dislanmalari gibi psikolojik sikintilardir ayni zamanda. Kur’an- i Kerim bu durumlakarsisinddinananlarsabrdaveetmektedir.4 Tahrik edici nitelikteki  bu  baskilara  ragmen  Kur'an'in  inananlari  sabra  davet  etmesi,
cahiliye dönemindeki sabir anlayisina ters bir çagri idi. Çünkü cahiliye döneminde sabir, her seyden önce, kisinin kendisinin ve kabilesinin serefini korumasi   için   savas   meydanlarinda   direnme   seklinde   gösterilen   bir meziyetti. Fakat bu dönemde görünüste Müslümanlarin izzet ve serefleri çignenmekteydi. Sayet bir kimse, her seyin kisisel veya kabile çikarlarina dayandigi cahiliye döneminde, bu r hakaret ve eziyetlere maruz kaldigi halde sabredip tepkisiz kalmis olsaydi, onun bu davranisi korkaklik olarak görülürdü. Fakat Kur'an buna da sabir adini vermisti. Iste henüz müslüman olmukisileriböylesine  zorlandiklari  sikintili  bir  dönemde  Resulullah (sav) sabir erdemine, imani sabir olarak tarif edecek kadar önem vermis,
Ona  iman  nedir?  diye  soruldugunda:   Iman  sabir  ve  müsamahadir46
seklinde cevap vermistir. Görüldügü gibi bu dönemde sabir, iman anlamina da gelmektedir. “Sabir Allah’a beslenen hakiki inanisin esasli bir yönünü yansitir niteliktedir. Sabir imanin öyle önemli bir rüknüdür ki, o inanç bu sabri olmayacak durumlarda bulundugu zaman bile gösterebilmektedir.47

Cahiliye döneminde düsman  karsisinda sebat etmenin bir göstergesi olarak kabul edilen sabir erdeminin, Islamî dönemde de bu anlamini muhafaza ettigi görülmekte, fakat buna ilaveten savas durumunun disinda bir takim baska zorluklara da (eziyet ve hakaretlere) katlanmak  sabir olarak adlandirilmaktadir. Islam, cahiliye dönemde çöl Araplarinin secaatini (yigitligini) gösteren bu erdemi, mü’ninlerdeki imaninin   önemli bir göstergesi haline dönüstürmüstür.

Kur'anin nüzulünün sona ermesiyle birlikte Allah'in (c.c.)   insanlara göndermis oldugu yeni din, sabir gerektiren sikintili bir teblig döneminin ardindatopluvicdanindyankbulmusardindaIslamiyeAraplar disinda diger kavimler arasinda da yayilmaya baslamistir. Islamiyet’in yayilmasinparaleolaraonuinsanlardogrbisekilde ulastirilmasi ihtiyaci hasil olmus ve hadis, tefsir, fikih gibi dînî ilimler tesekkül etmeye baslamistirByendönemdsabikavraminiagirliklolarak mutasavviflar tarafindan islendigine sahit olmaktayiz. Bu gelenekte sabir önemlbiyersahip  olmus  ve  mutasavviflar  bu  ahlâkî  ilkeyi  çesitli sekillerde  yorumlamislardir.  Serrâc,  el- Lüm’a  adli  eserinde,  tasavvuftaki makamlari siralarken yedi makamdan bahseder ve bunlardan birinin sabir
makami oldugunu belirtir.48

Necmeddin- i Kübrâ’ya göre “Sabir, tipki bir ölüde oldugu gibi, nefsin haduydugseylerdemücahediluzakalmasidir. 4 Ebû Talib el- Mekkî de sabri nefis mücahedesi baglaminda degerlendirerek söyle tanimlamistir: “Sabir, nefsin arzularina karsi, insanin içindeki kötü duygulardan temizlenmesidir. 50




Mutasavviflardaki çile anlayisi da sabirla ilgilidir. Bu anlayis özünü Kur’an- i Kerim’de geçen Hz. Musa’nin Allah ile vaatlesmesi hadisesinden almaktadir. Ismail Hakki Bursevî, tarikat ehlinin (Halvetiyye) kirk günlük süluku bu ayetlerden aldigini belirtir.51  Hz. Musa (a.s.) sabir gerektiren bu kirk günlük bekleme (sabir) süresinden sonra Allah’in kelamina mazhar olmustur.

Mutasavviflar  Kur’an- i  Kerim’de  farkli  sekillerde  kullanilan  sabir kelimelerinin  her birisine tasavvufi açidan farkli manalar vermislerdir: Sabr fillah; hak yolda sebat, kendini mücadeleye alistirmak, lezzetleri terk etmek, Sabr maallah; huzur ve kesf ehlinin fiil ve sifat elbiselerinden soyunduklari (kurtulduklari) andaki sabri, Sabr  billah; Allah’in (cc.) külliyet ile yok ettigi istikamet makamindaki temkin ehli olan (durulmus) kisilerin sabri gibi anlamlara gelmektedir. 52

Sabrin tasabbur, sabir istibâr adlariyla üç mertebesinden sözedilmis, Allah’in takdirinden hosnut olarak sikinti ve zorluklardan haz duymak seklindarikisilerdgerçeklesesabri(istibâr), bilinen sabirdan daha ileri bir mana tasidigi belirtilmistir. 53

Mutasavviflarin bu meselede ilgilendikleri konulardan biri de sabir- sükür iliskisidir. Sabir havf makamina, sükür ise recâ makamina benzetilmistir.5Sabredenler hakkinda oldugu gibi havf makaminda bulunanlar içinde mükâfatlarinin iki kat verilecegi Kur’an’da vurgulanmistir.55


Gördügümüz kadariyla tasavvufta sabir, Allah’a teslim olmayi ve takdire riza göstermeyi gerektirir. Bundan da öte, Allah’tan gelen her seyi, ondan gelmis olmasi münasebetiyle, hosnutlukla karsilamak seklinde anlasilmaktadir.

Aceleci Olmak :

Kur’an’da insan doğasında var olan olumsuz yönelimler arasında en fazla dikkat çeken hususlardan biri aceleciliktir. İnsanın bu yönelimi baayetlerde  açıkça  ifade  edilir:  “…İnsan  acelecidir.52   ;  İnsan  aceleci  bir
varlıkr.53.

Fazlurrahman, Kur’an’a re insanın bu acelecilik yüzünden gururla dolup taşğını ve korkunç derecede ümitsizliğe kapıldığını belirterek şöyle der: İnsan kadar çabuk şişen ve sönen başka hiçbir varlık yoktur. Kur'an tekrarla der ki, insan ne zaman feraha kavuşursa derhal Allah unutur. Tabii sebepler onun istediği neticeleri verince, kendi cünün kendisi için yeterli olduğu şüncesine kapılır ve kendini beğenmişlik duygusu içinde, ark bu tabii sebepler içerisinde Allah rmez. Ama kötü durumlara şünce, o zaman ya tamamen bir karamsarlık içine şer; ümitsiz olur, ya da yalnız bu durumda Allah harlar. Allah sadece zor duruma düşünce harlar, hatta bazen ç durumda bile aklına getirmeyip, O'ndan yardım
istemez ve sadece Ümitsizlik içinde boğulur”54

İnsanın aceleciliğine psikolojik bir süreç olarak bakıldığında, çoğunlukla iç-ben (nefis)in fizyolojik , psikolojik ve psiko-sosyal gereksinimlerini geekleştirme itkisinin bu yönelimde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Psikanaliz ekolü, bu yönelimi, bilinçaltı mekânizmasının yoğun bir şekilde geekleşme isti olarak açıklar. Buna re, organizmanın davranışa dönük itkilemeleri, temelde hazza ulaşma ve elemden kaçma prensibine dayanır. Bunu geekleştirirken de, insan organizması, kendine haz verecek olan duruma bir an önce ulaşmak, elem
verecek olan durumdan da çaabuk kurtulmak ister. 55

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder