14 Haziran 2015 Pazar

 
59- Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edil­memelerine daha uygundur. Allah çok yarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.
 
Âyetin Lafzî Tahlili
 
(Ezvâcike): Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç, evli çiftten her birisine verilen isimdir.  Âyetteki zevceler, Resulullah (sav)'ın hanımlarıdır.
(Yüdnîne): Atarlar, örterler.
(Celâbibihînne): Çelabib, cilbab'ın çoğuludur. Çilbab, bütün vücudu Örten elbiseye denir.
(Ednâ): En yakın demektir.
 
Âyetin İcmali Manası
 
Allahu taala sevgili peygamberine, bütün İslâm ümmetini, İslâm ada­bına, İslâmın getirmiş olduğu faziletli ahlaka ve hikmetli tanzimata, ferdin salahı ve cemiyetin saadetini temin için, çağırmasını emretmiştir. Bunlardan biri de müslüman aileye taalluk eden İçtimaî nizamdır ki, kadının örtünmesidir. Bu örtünme müslüman kadına farzdır. Çünkü onunla şerefini, namus ve İffetini yaralayıcı gözlerden, hasta kişilerden korumuş olur.
 
Bu hususta Allahu taala sevgili Peygamberine şöyle hitap etmekte­dir: Ey peygamber, Allah (cc)'ın emirlerini mümin kullarına ilet ve evvela bu emirleri kendinde uygula. Müminlerin anneleri olan temiz zevcelerine, faziletli kızlarına, İslâmın getirmiş olduğu örtünme şekliyle örtünmelerini, erkeklerin bakışlarından korunmalarını emret. Evvela bunlar Örtünsünler ki diğer kadınlara iffet ve örtünmede örnek olsunlar. Hiçbir fasık ve facir de onları görmesin.
 
Örtünmeyi bütün mümin kadınlara da emret. Onlar da güzelliklerini, ziynetlerini örtecek bir dış elbise giysinler. Bu elbise ile bütün insanların dillerinden, gözlerinden uzaklaşsınlar, kendilerini korusunlar. Bu örtüleriyle yüzlerini ve diğer vücud azalarının tamamını kapatsınlar. Böylece cariyelerden ve ahlaksız kadınlardan seçilsinler, Garazkar kimselere he­def olmasınlar, facir kadınlardan da uzak olsunlar. Hiç kimse onlara kö­tülük ve fenalık düşünemesin.
 
Mümin kadınların örtüleri, iffet ve namuslarını korumaya en büyük sebebtir. Arttk onlardan kalbi bozuk kimseler de birşey umamazlar. Allahu taala emirlerini yerine getirene mağfiret eder, O, bütün kullarına da en çok merhamet edendir. Onlara ancak dünyada selamete, ahirette saadete ve­sile olacak şeyleri emreder.
 
Âyetin Tefsirindeki İncelikler
 
Birinci İncelik: Allahu taala örtünme emrine evvela Resulullah (sav) ın zevceleri ve kızları ile başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların Önderi ve İmtisal numunesi olduklarını göstermektedir. Diğer kadınlar onlara uya­cakları İçin uygun olan da şer'î emirlere, hükümlere Önce onların sarılma­ları, aynen yerine getirmeleridir. Zira bir davetin etkili olabilmesi İçin davetci, tezlerini önce kendinde ve aile efradında tatbik etmelidir. İşte bu hususta da etbetteki Resulullah (sav)'ın zevceleri ve kızlarının önder ve öncü olmaları gerekir. Bunun için Allahu taala peygamberine -kadınların örtünmesini vahyederken âyetin başında evvela kendi zevce ve kızlarını zikretmiştir.
 
İkinci incelik: Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri İs­tikrar kazandıktan sonra nazil olmuştur, öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka ve fazla bir örtün­medir. Bunun İçindir ki, bütün müfessirler, tabirleri değişik de olsa mef­humda birleşerek âyetteki «cilbabtan maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zamanımızda kadınların çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri gerekmektedir. Âyetteki «cilbab»tan mak­sat, bazı cahillerin sandıkları gibi setr-i avret değildir.
 
Üçüncü İncelik: Âyetteki «Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin ka­dınlarına...» ifadesindeki tafsilat, hicabın yalnız Resulullah (sav)'ın zev­celerine farz olduğunu iddia edenlerin iddialarını açıkça reddetmektedir. Çünkü âyetteki «müminlerin kadınlarına» ifadesi, örtünmenin bütün mü­min kadınlara emredildiğine, onların da bu umumi hitaba dahil olduklarına kesin bir şekilde delalet etmektedir. Bu sarih emir karşısında nasıl olur da müslüman kadınların örtünmesinin farz olmadığı İddia edilebilir?
 
Dördüncü incelik: «Bu onlann tanınıp eza edilmemelerine daha uy­gundur.» âyetinde hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer'î hükümlerin hepsinde meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerindeki hikmet de hem onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır.
 
Müfessirlerin cumhuruna göre, âyetteki «tanınıp» kelimesinden mak­sat, hür kadın olduklarının anlaşılması, köle ve cariyelerden temyiz edil­meleridir.
Ebu Hayyan, bu hususta cumhurun görüşünden başka bir görüşü ter­cih etmiştir. Ona göre âyetteki örtünme emri ister hür, ister cariye olsun bütün müslüman kadınlaradır. «Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine da­ha uygundur.» âyetini de, «Namus ve iffetle tanınsınlar kî, fasit kimseler onlardan birşey beklemesinler.» şeklinde tefsir etmektedir. Ebu Hayyan'ın görüşünü Bohr-I Muhid'deki ifadeleriyle aynen aktarıyoruz:
 
«Ayetteki «müminlerin kadınları» ifadesinin zahiri, hür kadınları da cariyeleri de içine almaktadır. Cariyeler için fitne tehlikesi daha çoktur. Çünkü onlar hür kadınlara nisbetle dışarıda daha çok bulunurlar. Cariyeler «müminlerin kadınları» ifadesinin kapsamından çıkarabilmek için çok açık bir delil lazımdır. Böyle bir delil olmadığına göre onların da örtünmeleri lazımdır. «Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.» âyetin­den maksat, «Onlar Örtüleri sebebiyle iffetli olarak tanınırlar. Bu sebeble hiçkimse onlara dokunamaz.» demektir. Çünkü hiç kimse mütesettir bir kadına bakamaz, kendisinde böyle bir cesaret bulamaz. Ama kadın açık olursa, ona herkes bakar, çıtlatma yoluyla da olsa arzularını duyurmaya çalışır. Çünkü o, açıklığı ile kendisini teşhir etmektedir.[1]
 
Bu görüşü Ebu Hayyan’ın çok keskin ve isabetli bir görüşe sahip ol­duğunu göstermektedir. Biz de Ebu Hayyan'ın görüşünü tercih ediyoruz. Zira tesettürden maksat budur. Ayrım yapılmadan hür ve cariye mümin kadınların kapanmasıdır.
 
Âyetteki Şer’i Hükümler              
 
Birinci Hüküm: Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?
 
Âyeti kerimenin zahiri, hicabın mükellef olan müslüman, hür ve baliğ bütün kadınlara farz olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «Ey pey­gamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerin­den üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur, öyleyse kafir kadınlara hicab farz değildir. Çünkü onlar İslâm’ın fer'i hükümleriyle mükellef değil­dirler. Üstelik bize onları kendi başlarına bırakmamız emredilmiştir. Hicab (örtünme) bir İbadettir. Çünkü bunda Allah (cc)'ın emrine İmtisal vardır.
 
örtünmek müslüman bir kadına namaz ve oruç gibi farzdır. Bu yüzden müslüman bir kadın örtüyü inkaren terk ederse mürted olur, İslâmdan çıkar. Fakat inkar etmeden sırf bozuk bir cemiyete uyarak terkederse mür­ted değil, asi olur. Bu hareketiyle Kur'anın âyetlerine muhalefet etmiş olur. Zira Allahu taala, «Evvelki cahlliyet (devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 33) buyur­muştur.
 
Şu var ki, her nekadar Örtünmekle mükellef olmasa da gayri Müslim bir kadının cemiyeti bozacak bir şekilde ortalıkta dolaşmasına İzin verile­mez. Şimdi gördüğümüz gibi öyle İçtimaî edebler vardır ki, onlara uymak herkes için farzdır. Cemiyeti fenalıklardan korumak bakımından bu İçti­maî edeblerde müslümanlar ile gayri müslimler eşittirler. Bu içtimaî edeb­ler İslâmın şer'i siyasetidir ki bunları uygulamak müslüman hakimin vazi­fesidir.
 
Cariyelere gelince, bu husustaki hükmü alimlerin ağızlarından nak­lettik. Burada tercih olunan allame Ebu Hayyan'ın görüşüdür. Ona göre âyetteki örtünme emri hem müslüman cariyeleri, hem de hür müslüman kadınları İçine alan umumi bir emirdir. Ebu Hayyan'ın bu görüşü, namus­ların korunmasını hedef alan şeriatin ruhuna en uygun olan görüştür.
 
Müslümanların vazifesi, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına giren kız çocuklarını Örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir. Namazda da durum böyledir. Nitekim Resulullah (sav), «Çocuklarınız yedi yaşına girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa onları dövün.» [2]buyurmuştur.
 
İkinci Hüküm: Örtünmenin Şekli Nedir?
 
Allahu taala mümin kadınlara, iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı erkekler karşısında uzun bir örtü İle elbiselerinin üzerinden Ör­tünmelerini emretmiştir. Alimler bu tesettürün nasıl olacağı hususunda İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardı:
 
1- Taberî İbni Sirin'den şöyle rivayet eder: «Abide es-Selmani (ra)'ye «...dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin mana­sını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözü­nü açık bıraktı. Böylece âyeti fiilî olarak tefsir etti.»[3]
 
2- Taberî ve Ebu Hayyan ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmişler­dir: «Kadın cilbabını alnının üzerine İndirir ve oradan sıkar. Alttan da bur­nunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarda kalmalıdır.   Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen 'kapatmalıdır.» [4]
 
3- Yüzü örtmenin keyfiyeti hakkında Süddî'den şöyle rivayet edil­miştir:    «Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü kapatmalıdır.» Ebu Hayyan şöyle der: «Endülüs'teki adet de Süddinin tarif ettiği gibi idi. Ka­dın bütün vücudunu Örter, yalnız tek gözü açıkta kalırdı.» [5]
 
4- Abdürrezzak ve bir cemaatin rivayetine göre müminlerin annesi Ümmü Seleme (ra) şöyle demiştir: «Bu âyetin nüzulünden sonra ensarî kadınları siyah çarşaflara büründüler. Sanki hepsinin başına birer karga konmuştu.» [6]
 
Üçüncü Hüküm: Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?   
 
Nur Suresinin tefsirinde geçtiği gibi, kadının ziynetlerini mahremle­rinden başkasına göstermesi haramdır. Zira Allahu taala, «Ziynet (mahal)-lerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının ba­balarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, ya­hut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ellerindeki memlukelerden, yahut erkeklerden yana İhtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleye­cekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.» (Nur: 31) buyur­muştur. Yüz, ziynetin ve güzelliğin aslı, fitnenin kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi zaruridir.
 
Yüzün avret olmadığını söyleyenler ise[7]bunu iki şarta bağlamış­lardır. Bu şartlardan birisi, yüzün tabii durumunda bulunması (yani mak­yajsız olması), ikincisi, fitneden emin olunmasıdır. Şayet yüzün acılması fitneye sebeb oluyorsa açılması haramdır. Şüphesiz asrımızda fitneden emin olunamaz. Bunun için müslüman bir kadının şerefini korumak için yüzünü örtmesi farzdır. Bu husustaki şer'i delilleri Nur Suresinin tefsirin­de beyan ettik. Ancak buraya bazı müfessirierin yüzün Örtülmesinin farz olduğu hususundaki görüşlerini ilave edeceğiz.
Müfessirierden bir zümre yüzün örtülmesinin farz olduğuna kaildirler:
 
1- İbni Cevzî, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin tefsirinde İbni Kuteybe'den naklen şöyle der: «Başlarını ve yüz­lerini Örtünmelerini söyle ki onların hür oldukları bilinsin. Âyetteki «celabib» kelimesinden maksat da, normal elbiselerin üzerini kapatacak ve vücud hatlarını göstermeyecek bir örtüdür.» [8]
 
2- Ebussuud Efendi:   «Cilbabtan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası, «Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücudlarını Örtsünler.» olur. Süddî de âyetin tefsirinde, «Kadın al­nını ve yüzünü örter. Yalnız birtek gözü açık kalır.» demiştir.» [9]
 
3- Ebu Hayyan: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyeti tepeden tırnağa kadar bütün vücudun  örtülmesini emreder. Veya âyetteki   «üstleri» kelimesinden maksat yalnız yüzlerdir. Yani âyet yüz­lerin örtülmesini emretmektedir.  Çünkü cahillyet devrinde hür kadınlar zaten yüzleri hariç bütün vücudlarını (saçları dahil) Örtmekteydiler.»
 
4- Cessas: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âye­ti, genç kadınları yabancı erkeklere karşı yüzlerini örtmeleri gerektiğine delalet ediyor. Kadınlar dış örtülerine bürünmelidirler ki kötü niyetli kim­seler onlardan birşey umarak eziyet etmesinler.» [10]
 
5- Celaleyn: «Celabib», cilbab'ın çoğuludur. Cilbab İse, »kadının bütün vücudunu kapatan örtüdür. İbni Abbas (ra), «Hür olduklarının bilin­mesi ve iffetlerinin korunması için mümin kadınlara bir gözleri hariç bü­tün baş ve yüzlerini örtmeleri emredilmiştir.» demiştir.» [11]
 
6- Taberî, İbni Sirin'den  şöyle nakleder: «Abide es-Selmanî (ra)'-den, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu Örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir etti. Bunun benzeri İbni Ab-bas (ra)'tan da nakledilmiştir» [12]
 
Bu ve bunların emsali nakiller İle meşhur müfessirlerin kavilleri, kadın­ların yabancı erkekler karşısında ve dışarıda yüzlerini örtmelerinin farz olduğuna açıkça delalet etmektedir. Ancak birkaç istisnaî durumda yüz açılabilir. Bunlardan birisi, sünnet veçhi ile evlenmek isteyen bir erkek talib olduğu kadının yüzüne bakabilir. Bir de kadın, hac ihramına girdiği zaman yüzünü örtmez. Çünkü bu İbadet zamanıdır ve fitne söz konusu olamaz. Kadının hacda yüzünü açması başka hallerle kıyas edilemez. Gü­nümüzde bazı cahiller, «Madem ki kadın ihramlı iken yüzünü kapatmıyor, öyleyse diğer zamanlarda da yüzünü açabilir. Çünkü yüz avret değildir.» diyorlar. Bu İddia İslâm fıkhını bilmeyenlerin sözüdür. Selef-İ salihinin hayatını, sahabi ve tabiinin kadınlarının yaşayışlarını ve İslâmın altın dev­rindeki kadınların örtünmelerini, korunmalarını inceleyen, araştıran herkes, yüzün avret olmadığını açılmasının mubah olduğunu söyleyenlerin hata ettiklerini kesin olarak anlar.
 
Bu İddiacılar, yüzün avret olmadığını söyleyerek müslüman kadına yüzünü açmasını tavsiye ederler. Kendi zanlarına göre böylece ilmi kstmetmenin günahından da kurtulmuş olmaktadırlar. Halbuki yüzün avret olmadığını İlk defa ortaya atanlar din düşmanları olmuştur. Bu din düş­manları tedrici olarak müslüman kadınları şer'î hicabından çıkararak İslâmın içine fitne salmaya ve dini yıkmaya çalışmışlardır. «İnna lillah ve Inna İleyhi raciun.»
 
Dördüncü Hüküm: Şer’i Örtünmenin Şartları?
 
Şer'î örtünmenin zaruri şartları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Örtü, bütün vücudu örtmelidir. Zira Allahu taala, Dış elbise­lerinden üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur. Cilbab, bütün vücudu örten bir elbise, bir Örtüdür. «Yüdnine», kina kökünden gelen bir fiildir. İdna elbiseyi, örtüyü aşağıya doğru salıvermektir. Buna göre şer'î Örtün­me, vücudun tamamını örtmektir.
 
2- Örtü, alttaki elbiseyi gösterecek kadar İnce olmamalıdır. Zira hicabtan maksat gizlemektir, ince örtü. alttaki elbisenin görünmesini ön­leyemez. Bakışlara da mani olamaz. Nitekim Hz. Ayşe, «Ebubekir Sıddık'ın kızı Esma üzerinde İnce bir elbise İle Resulullah (sav)'ın yanına gelince Resulutlah (sav) ondan yüzünü çevirdi.» [13][70]
 
3- Örtünün kendisi bir ziynet olmamalı ve cazlb renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Zira Allahu taala, «Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna.» buyurmuştur. Ayetteki    «görünen kıtıımdan maksat, kasıtsız olarak görünen kısımdır. Eğer üstten örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona hicab denile­mez. Böyle bir örtüyle Örtünme de caiz değildir. Zira Örtünmekten maksat, ziynetlerin yabancılar tarafından görülmesini önlemektir.
 
4- Örtü, vücud hatlarını belli edecek ve fitneye sebeb olacak kadar dar olmamalıdır. Zira Resulullah (sav), «İki sınıf insan vardır ki onlar ce­hennem ehlidirler. Sığırların kuyruğuna benzer sopalarla halkı döğenler ve vücud hatlarını tamamiyle belli edecek elbise giyen kadınlar. Ki bun­lar bu elbiselerle erkeklerin kalblerini çelmek İçin gezerken kırıtarak yü­rürler. Saçlarını da deve hörgüçlerine benzetirler. Onlar cennete gireme­yecekleri gibi çok uzaklardan duyulabilen cennet kokusunu bile duyamaz­lar.» buyurmuştur. Hadisin diğer bir rivayetinde de, «Cennetin kokusu beş-yüz yıllık yoldan geldiği halde onlar koklayamazlar. [14]buyurulmuştur.
 
Hadisteki «kosiyatün ariyamın manası, «sureta giyinik fakat hakikatta çıplaktırlar» demektir. Çünkü onlar öyle ince ve dar giyiniyorlar ki, elbise ne avretlerini, ne de vücudlarını örtmektedir. Bu hadis de Resulullah (sav)'ın mucizelerinden birisidir. Çünkü kendisinden bindörtyüz sene son­ra geleceği tasvir etmiştir.
 
5- Örtüden güzel koku gelmemelidir. Çünkü güzel koku, erkekleri İğ­fal eder. Zira Resulullah (sav), «Harama bakan göz zanidir. Güzel koku sürünerek erkeklerin arasına çıkan kadın da.» buyurmuştur. Diğer bir riva­yette de, «Bir kadın güzel koku sürünerek erkeklerin arasından geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o kadın zanidir.» buyurulmuştur.
 
Musa bin Yesar'den şöyle rivayet edilmiştir: «Güzel koku sürünmüş bir kadın geçiyordu. Ebu Hüreyre (ra) ona, «Ey cebbarın annesi nereye gidiyorsun?» dedi. Kadın, «Mescide» cevabını verdi. Ebu Hüreyre (ra), «Sen koku süründün mü?» diye sordu. Kadın, «Evet» dedi. O zaman Ebu Hü­reyre (ra), «Evine dön. Koku gidinceye kadar yıkan. Zira ben Resulullah (sav)'tan, «Allahu taala süründüğü kokuyu etrafa saçan bir kadının nama­zını, dönüp yıkanıncaya kadar kabul etmez.» dediğini işittim.» dedi.» [15]
 
6- Kadın ne erkek elbisesi giymeli, ne de giydiği elbise erkek el­bisesine benzemelidir. Zira Ebu Hüreyre (ra), «Resulullah kadın elbisesi giyen erkekte erkek elbisesi giyen kadını lanetlemiştir.» demiştir.[16] Di­ğer bir hadiste de Resulullah (sav), «Allahu taala kendilerini  kadınlara benzeten erkeklerle erkeklere benzeten  kadınları lanetler.» buyurmuştur.
 
Ayetten alınacak dersler
1- Örtünmek bütün mümin kadınlara kesin bir farzdır.
2- Resulullah (sav)'ın zevce ve kızları bütün mümin kadınlara Ör­nek ve önderdir.
3- Örtünün vücudun ziynetlerini ve elbisesini kapatması farzdır.
4- Örtünme müslüman kadına zorluk değil bilakis onun şeref ve haysiyetini korumaktır.
5- Hicab kadınların iffetini koruduğu gibi toplumu da fitne ve fuh­şun yapılmasından korur.
6- Müslüman kadın Allah (cc)'ın emirlerine sımsıkı sarıldığı gibi, Islâmın farz ettiği içtimaî edeblerle de edeblenmelidlr.
7- Allahu taala kullarını çok esirgediği için onlara dünya ve ahirette çok hayırlı olan hükümleri emretmiştir.
 
Ayetteki Teşriî Hikmetler
 
Bazı cahiller, İslâmın müslüman kadına örtünmeyi farz kılmadığını, örtünmenin Abbasiler devrinde ortaya çıkan adetlerden biri olduğunu zannetmektedirler. Bu zannın doğrulukla hiçbir İlgisi yoktur. Bu zan ve iddiaları yalnızca şu İki şeye delalet eder. Onlar ya İslâm ve Allah (cc)'ın herşeyi acıkca bildiren Kitabından habersiz ve cahildirler veya bu zanları kalblerindeki gizli İslâm düşmanlığından doğmaktadır.
 
Ben hakla batılın birbirinden ayrılması İçin perdeyi açmak İstiyorum. Herşey ortaya çıksın ki temiz ile pis birbirine karışmasın. Müslümanların gözü sabah uykusundan açılır gibi acılsın ve hakikati görsünler. Kendile­rini medeniyetin ve İlericiliğin öncüleri sayan bu sapıklar bugün alabil­diğine çoğalmıştır. Ne yazık ki bunların bu zanları kabul görerek ahlakı tahmin edilemeyecek kadar etkilemiş ve bozmuştur. Bunlar ıslah adına bozuyor, yapmak adına da yıkıyorlar. Bunlar kendilerini ıslahçı olarak em­poze ederek, İlim ve kültür adına konuşarak halkı iğfal ediyorlar.
 
Ben şimdi kadınların örtünmesi hususundaki âyetleri aşağıya alıyo­rum :
1- «(Vekar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri kadınla­rının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 33).
 
2- «Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından İsteyin onlardan. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri İçin daha temizdir.» (Ahzab: 53).
 
3- «Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.    Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.»
(Ahzab: 59).
 
4- «Mümin kadınlara da söyle:   Gözlerini (harama bakmaktan) sa­kınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koy­sunlar. Ziynet (mahal)lerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocaları­nın oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınların­dan, yahut kendi ellerindeki memlukelerden, yahut erkeklerden yana İhti­yacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut he­nüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına, göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasın­lar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Taki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.» (Nur: 31)
 
Bu âyetler kesin biçimde müslüman kadınların örtünmesinin farz oldu­ğunu ve tesettürün Abbasiler devrinde ortaya çıktığı iddiasının asılsızlığını ortaya koymaktadır. Zira yalanın ipi çok kısadır. Bu âyetlerin ışığında an­lıyoruz ki kadınların örtünmesinden maksat, bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların kalblerinde dolaşan vesveseyi bertaraf etmektir. Allahu  taala bu hususta, «Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri İçin daha temizdir.» buyurmuştur.
 
İslâmın birinci hedefi kadının şerefini, iffetini korumaktır. Şunu unut­mamak gerekir ki, imanları zayıf, kalbleri hasta olan kimseler kadınlar hak­kında kötü düşünürler. Bunlar kadınların haysiyet ve şereflerini ortadan kaldırdıktan sonra gizli emellerine ulaşmayı tasarlarlar.
 
Hiç şüphe götürmeyecek şekilde açıktır ki, kadınlar tesettürden uzak­laştıkça evlenmeler azalmış, genç çiftler arasında geçimsizlik ve boşan­malar çoğalmıştır. Birçok genç erkek ve kadın evlenmekten imtina et­mektedir. Çünkü beşeri arzularını hiç yorulmadan, çalışmadan, fazla bir para harcamadan istedikleri an tatmin yollarını buluyorlar. Şüphesiz bun­ların artık evlenmeye ihtiyaçları kalmıyor. Bu da toplumları çöküş tehlikesi İle karşı karşıya bırakmaktadır. Zira açıktır ki ailelerin yıkılması, çiftlerin birbirine hıyaneti, kadınların süslenip püslenerek sokaklarda açık saçık gezmelerinden kaynaklanmaktadır,
 
Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne isimli kitabında şöyle der: «İnsanı hay­vandan ayıran en önemli şey İnsanların giyinmesidir. Çünkü Allahu taala, «Ey Ademoğulları, size (şeytanın açmak İstediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik. Takva libası ise, o, daha hayırlıdır. Bu (libasların indirilmesi) Allahın (fazl ve rahmetine dela­let eden) âyetlerindendir. Taki (insanlar) iyice düşünsünler.» (Araf: 26) buyurmuştur. Elbise ve ziynetler medeniyetin sembolleridir. Açık saçıklık ise insanları iptidai hayata döndürerek insanlıktan çıkarır. Zira kadının malik olduğu en değerli şey iffet, haya ve takvadır. Bunları korumak İse kadının insan oluşunun en yüksek işaretidir. İslam toplumunda bir kadının serbestçe açılıp saçılması doğru değildir. Zira kadının böyle dolaşması, bir yerde erkeklerin zevk ve eğlence vasıtası haline gelmelerine sebeb oluyor. Artık kadınlık hüviyetini kaybediyor.» [17]
 
Kadın Hürriyetine Dair                        
 
Amerikalı kadın yazar Elisyan Stanbori, Mısır'da bir ay kaldıktan son­ra Kahire'de yayınlanan Ell-Cumhuriye gazetesinde şunları yazmıştır:
 
«Arap toplumu kamil ve salim bir toplumdur. Bu toplumun gençlerini makul ölçüler içerisinde geleneklerine bağlı tutması lazımdır. Çünkü bu toplum Avrupa ve Amerika toplumuna benzememektedir. Zira müslümanlarda atalardan devralınan birtakım gelenekler kadının hayatını sınırla­makta, anne babaya karşı saygı icab ettirmektedir. Bundan daha önemlisi de Avrupa ve Amerika'da aile ve toplum hayatını tehdit eden kadın-erkek İlişkilerini yasaklamaktadır.
 
«Arap toplumunun bilhassa gene kızlar için vazettiği kayıt ve nizam­lar son derece faydalıdır. Bunun İçin ben size ahlak ve geleneklerinize sımsıkı sarılmanızı öğütlerim. Kadınlarla erkeklerin karışmalarına mani olun. Bilhassa genç kızlarınızı tarihten devraldığınız terbiye kuralları İle yetiştirin. Bu, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi kadınların heryere ser­bestçe girip çıkmasından daha hayırlıdır. Hem sizin için, hem İnsanlık için daha hayırlıdır.
 
«Amerika'nın son derece büyük bir toplum olması, birbirine yabancı kadın ve erkeklerin hiçbir evlilik bağı olmadan münasebet kurmalarına sebeb olmuştur. Bu başıboşluk, bir yandan hapishanelerin ve akıl hasta­nelerinin dolmasına, bir yandan da yirmi yaşın altındaki kızların barlarda, pavyonlarda, randevu evlerinde erkeklere satılmalarına yol açmıştır, işte bu bizim gençlere verdiğimiz hürriyetten doğmaktadır. Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınlarla erkeklerin iç içe yaşaması, kadınlara verilen aşırı hürriyet aile düzenini tehdit ettiği gibi ahlak ve fazileti de sarsmaktadır. Çünkü daha yirmisine basmamış bir genç kız hürriyet, medeniyet ve herşeyin serbestliği adına içki içiyor, uyuşturucu maddeler kullanıyor, hatta annesinin bilgisi altında istediği erkekle flört ediyor. Öyle ki, birkaç daki­kada evleniyor, birkaç saat sonra da ayrılıyor.» [18]
 
İşte Amerikalı bir kadın yazarın görüşü bu. Bu yazı açıkça gösteri­yor ki, islâmın düşmanları dahi tarafsız bir gözle baktıkları zaman İslâmın üstünlüğünü görüyor ve kabul ediyorlar.
 

 

[1] Ebu Hayyan. age, C. 7. S. 250. 326
[2] Sünen kitapları.
[3] Taberi, Hazin, el-Cemel, Celaleyn Haşiyesi.
[4] Ebu Hayyan, age. C. 7, S. 250.
[5] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 250.
[6] Cessas.age. C. 3. S. 372.
[7] Bu husustaki tafsilat 46- Derstedir.
[8] İbni Cevzi, age. C. 6. S. 422.
[9] Ebussuud. C. 6. S. BOl (RazI kenarında)
[10] Cessas, age. C. 3, S. 372.
[11] Celaleyn. C. 2.
[12] Taberi. Tefsir. C. 22.
[14] Müslim.
[15] Tergib ve Terhib. C. 3. S. 65.
[16] Ebu Davud, Nesai. Tahricüs-Sünen, C. 6. S. 57.
[17] Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne. C. 2, S. 209.....
[18] El-Cumhuriye. 8 Ocak 1962. 334
 
 
30- Müminlere -yani mümin erkeklere- söyle, gözlerini indirsinler; gerek dışarda, gerek içerde ve gerekse başkalarının evlerine girip çıkarken, otururken kalkarken gözlerini dikmesinler, harama bakmaktan, ayıp bir şey görmekten sakınsınlar. Sofiyeden Şiblî (k.s.)'ye: " ne demektir? diye sormuşlar, demiş ki: "Baş gözlerini haramlardan, kalp, gözlerini All a h'tan gayri şeylerden çeksinler." Irzlarını da korusunlar, apış aralarını tamamen koruyup haramdan, bakmaktan saklasınlar, avretlerini örtüp ırz ve namuslarını korusunlar.
FÜRÛC, Fercin çoğuludur. Ferc, aslî mânâsında iki şey arasındaki açıklık demektir. Bu şekilde gerek erkek, gerek dişi insanın bacakları arasındaki açıklığa da gerçek olarak bu isim verilir ki, dilimizde apışarası denir ve bu deyim ile avret mahallinden kinaye de edilir ki, Kur'ânda bu mânâ ile geçmiş ve onun için erkeğe de dişiye de kullanılmıştır. Sonra özellikle kadının ön avretinden kinaye olarak kullanılması fazla yapılmış ve kinaye değil, sarih denecek derecede bu şekliyle kullanılmıştır. "Fercini korudu" (Enbiya, 21/91) bu mânâdadır. "Fercleri koruma" emri haramdan fev k alade korumakla ırzı muhafazadan kinayedir. Ve bu muhafazayı ifade ederken daha evvel konulduğu mânânın delaletiyle avret mahallinin örtülmesi emrini de içinde bulundurur. Bundan başka kinaye mânâsının gereğini ifade ederken hakikatini de iradeye mani olm a dığından füruc kinayesi avret mahallinin sınırlarına da işaret eder. Yani insanın avret mahalli, bilinen cinsel organdan ibaret değil, apış arası denilen açıklık boyunca uzar ki, bunun âzamisi topuklara kadar varırsa da en yakin bilinen azı, diz üstü otu r ulduğunda belirleneceği üzere göbek altından dizlere kadardır. Bunun için erkeklerde korunması ve örtülmesi farz olan bir avret mahalli
bu bilinen en az miktarıdır. Fazlası müstehabdır. Kadınlarda da bundan sonraki âyetin delaletiyle tepeden topuğa kadardır. Demek ki, iki diz arasındaki açıklığı örtmeyen elbise, avret mahallinin örtülmesine yeterli, denemeyecektir.
Şüphe yok ki Allah her yaptıklarından haberdardır. Erkeklerin nelere göz diktiklerini, istekleriyle nelere doymak istediklerini, organlarını ne gibi duygularla tahrik ettiklerini, ne maksat beslediklerini, ne düzenler kurduklarını, ne işler çevirdiklerini, ne sanatlar yaptıklarını bilir. Hiçbiri O'na gizli kalmaz. Bundan dolayı, Allah'ın razı olmayacağı şeylerden sakınmak gerekir.
31-Önce erkekler hakkındaki bu emir ve ihtardan sonra müslümanlar, şimdi de kadınlar hakkındaki şu emre dikkat etsinler.
Müminelere de, yani mümin kadınlara da söyle: Gözlerini indirsinler, helal olmayan erkeklere bakmaktan sakınsınlar, zira bakmak, zinanın postacısıdır, derler. Ve avret yerlerini korusunlar, tamamiyle örtüp, zinadan korunsunlar. Ve zinetlerini teşhir etmesinler. Kadının zineti denince örfte, taç küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına ve benze r leri ve elbise süsleri gibi şeyler akla geliverir. A'râf Sûresi'nde "Ey Adem oğulları! Her mescide gidişinizde zinetli elbiseler giyin" (A'râf, 7/31) âyetinde zinetin elbise demek olduğu da geçmişti. O halde bu zinetleri açmak bile yasaklanmış olun c a, bunların mahalli olan vücudu açmak öncelikle yasaklanmış olur. Yani vücudlarını açmak şöyle dursun, üzerlerindeki zinetleri bile açmasınlar. Bununla birlikte bir kısım âlimler, burada zinetten maksadın, zinetin takıldığı, kullanıldığı yer olduğu fikri n i kabul etmişlerdir ki, yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç yeri; saç, örgü ve büklüm yeri; kulaklar, küpe yeri; boyun ve göğüs, gerdanlık yeri; el, yüzük ve kına yeri; bilekler, bilezik yeri; pazular, pazubent yeri; baldırlar; halhal yeri; ayaklar da, ell e r gibi kına yeridir. Bunlardan başka vücudun kısımları da aslında açılmaz.
Bu âlimlerden bazıları muzaafın hazfi veya zikr-i hâl, irade-i mahal ile "ziynet yeri" takdirinde bir mecaz gözetmiştir. Buna delil olarak da, kadının vücudundan ayrı olduğu zaman o zinetlere normal olarak bakmak ve alıp satmak ittifakla caiz ve mübah olduğunu ifade ve kabul etmişlerdir. Bazıları da
yine bu delil ile, kadının asıl zineti, vücudunun güzel yaratılışı, zinet yapmaktan gaye de vücudun süslenmesi olduğunu kabul ederek bu zinetten maksadın, yalnız vücut olduğunu kabul etmişler ve kadınların birçoğu yapmacık zinetten uzak bulunmakla zaten zinetli oldukları halde yaratılış zinetinin zaten hepsinde bulunması ve her kadın bedeninin özünde bir zinet olması hükmün genelliği hakkını yerine getirme noktasından bu tahsisin bir destekleyicisi olduğunu söylemişler ve buna göre şu mânâyı vermişlerdir: Kadınlar yaratılıştan zinetleri demek olan vücudlarının hiçbir tarafını açmasınlar.
Doğrusu, doğal olan güzelliklere, zinet denilmekten çok "cemal" denilmesi daha yaygın ve zinet tabiri yapma şeylerle süslenen takılarda meşhur ise de "Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten...aşırı sevgi ile bağlanılan bu gibi şeyler insanlar için bezenip süslend i" (Âl-i İmrân, 3/14) âyetinin delaletiyle zinet kavramının yaratılıştan olana da sonradan yapmaya da şâmil olduğunda şüpheye yer yoktur. Zinet ve güzelliğin hakkı da meydana çıkarılmasını kendi sahiplerine tahsis edip başkalarından gizlenmektir.
Hüsn olsa da vâcibü't-tecellî - Gizler onu Hak nikâb içinde
Ağyârına gösterir mi hurşîd Didârını hîç o tâb içinde
"Güzelliğin ortaya çıkması gerekse de, gizler onu Hak bir örtü içinde
Başkasına gösterir mi güneş, yüzünü hiç o parlaklık içinde"
Ancak görünen kısımları müstesna, O zinetlerden dışa gelen örtülse bile görünmesi doğal olanı, bu hükümden müstesna ve başka bir hükme tabidir ki, bunlar örtünün dış tarafıyla el ve yüz zinetleridir. Çünkü örtünün kendisi de kadının bir zinetidir. Tabiîdir ki, bunun dışı görünecektir. El ve yüzün de, namazda görünmesi adettir. Ebu Davud'un Müsned'inde rivayet edildiği üzere, Peygamber (s.a.v) Hz. Esma'ya "Ya Esma, kadın bülûğa erince ondan görülebilecek olan ancak şudur." buyurmuş ve kendi mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret etmişlerdir. İş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örteceğini örterken bile elin açılması gerekli olduğu gibi ,zarurî olan bakma ve nefes alma sebebiyle yüzün diğerleri gibi örtülmesinde zorluk vardır. Bir de şahitl i kte, mahkemede, bir de nikahta yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bundan dolayı zaruretler kendi miktarınca takdir olunmak üzere bunların açılmasında sakınca yoktur. Fakat bunlardan geriye kalanlarının açılması, görülmesi, bakılması haramdır ve nâmahremden örtülmesi gerektir.
Buyuruluyor ki ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık tutmayıp bu şekilde sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri yerine getirebileck baş örtüsü kullansınlar. Tefsircilerin nakline göre cahiliye kadınları da hiç baş örtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açığa çıkardı, zinetleri görünürdü. De m ek ki, son zamanlarda asrîlik sayılan açık saçıklık böyle eski bir cahiliye âdeti idi. İslâm böyle açıklığı yasaklayıp baş örtülerinin yakalar üzerine örtülmesini emir ile tesettürü farz kılmıştır. Görülüyor ki, bu emirde tesettürün yalnız vacib oluşu değ i l, özel bir şekli de gösterilmiştir ki, kadın edeb ve temizliğinin en güzel ifadesi budur.
Görülüyor ki bu emir ev içinde veya dışında diye kayıtlanmamıştır. Bu bakımdan mutlaktır. Ancak görünen istisna edildiği gibi, gizlenen zinetlere bakmanın helal olanları da istisna ile bu tesettürün, yani örtünmenin vacib oluşunun, nâmahreme karşı olduğunu anlatmak için bu vücubun kuvvetini ve önemini göstermek üzere bir daha tekid ile buyurulmuştur ki, öyle örtsünler ve zinetlerini açmasınlar, açık bırakma s ınlar ancak kocalarına veya kendi atalarına, yani babalarına, dedelerine ki amca ile dayı da nikah düşmeyeceğinden bunlara dahildir veya kocalarının atalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi erkek kardeş l erine veya erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına veya kendi kadınlarına; müminlerin kadınları, yani müslüman kadınlar veya hizmet veya sohbetlerinde özel yeri bulunan kadınlardır.
Demek ki, özelliğini bilip tanımadıkları yabancı kadınlara da açılmaları caiz olmayacaktır. Önceki müfessirlerin çoğunluğu demişlerdir ki; müminlerin kendi kadınları demek, kendi dinlerinde olan müslüman kadınlar demektir. Bundan dolayı müslüman kadınları müslüman olmayan kadınlara açılmamalıdırlar. Fakat bazıları da bunu istihsane hamlederek müminlerin kadınları, hizmet veya sohbetlerinde bulunan gerek müslüman, gerek müslüman olmayan kadın cinsi demek olduğunu söylemiştir ki, Fahreddin Râzî buna "mezhep budur" demiştir. Önceki daha ihtiyatlı, bu ise daha uygundur.
Veya ellerinin altında malik oldukları cariyelerine
veya erkeklerden ırbe sahibi olmayan hizmetçilere, yani kadına ihtiyaç duymaz olmuş, şehveti kalmamış salihlerden ihtiyarlar veya bunaklar veya kadın işini bilmez, yalnız yemeklerinin fazlasından yemek için şunun bunun arkasına takılır miskinler güruhu veyahut erkekliği yok, yaratılıştan iktidarsız uşaklar; bunda hadım edilmiş ve mecbûbün, yani erkeklik uzvu kesilmiş olanların da dahil olacağını zannedenler olmuş ise de, Keşşâf Tefsiri'nde ve Ebu Hayyan'da zikredildiği üzere İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine göre bunları istihdam etmek, tutmak, alıp satmak helal olmaz. Bunları tutmak selefin hiçbirinden rivayet edilmiş değildir. Çünkü bunda hadım etme gibi bir k ötülüğe düşmeye teşvik vardır. Halbuki hadım etmek haramdır.
Veya henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına. Buraya kadar zikredilen on iki istisnaya da bir dereceye kadar zinetlerini açabilirler.
BİRİNCİSİ: Kocalar için vücutlarının tamamına bakmak helaldir. Çünkü zinetten kasıt onlardır.
İKİNCİSİ: Zikredilen mahremlerine bilinen zinet yerlerinden yüz, el ve ayaklarla, iş ve hizmet anında açılan başını, saçını, kulaklarını, boynunu, kollarını ve inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helaldir. çünkü yakınlıklarından dolayı birarada bulunmaları gerekir. Ve fitne düşünülemez. Fakat karnını ve sırtını göstermek caiz değil, arsızlıktır.
ÜÇÜNCÜSÜ: Erkeğin erkeğe karşı olduğu gibi kadının kadına karşı avreti de göbekten dize kadardır. Geri kalan kısmına bakması caizdir.
DÖRDÜNCÜSÜ: Erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış, cinsi güçten düşmüş hizmetkârların, etkilenmemek ve fitne düşünülmemek itibariyle bakmaları, mahrem olanların bakmasına benzer.
BEŞİNCİSİ: Çocuklar mükellef değildir. Ancak anlayış ve idraklerine göre edeb ve terbiye öğretilmesi gerekir.
ALTINCISI: Bu örtünme emri, esir cariyeler hakkında değil, hür olan müslüman hanımlar hakkındadır.
İşte böyle hür kadınların, bu istisna edilmiş kimselerden başkasına zinetlerini göstermemeleri, kendi iffet ve korunmaları ve güzel geçimleri noktasından gayet önemli olduğu gibi, yabancı erkekleri etkilememek, günaha sokmamak,
edeb ve iffet telkin etmek noktasından da çok önemli olduğundan, özellikle bu noktayı da düşündürmek ve tesettür emrinin kuvvet ve şumülünü bir daha hatırlatmak üzere, yürüyüş tavırlarının bile düzeltilmesi için buyuruluyor ki: gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere v u rmasınlar, yani baştan ayağa örtündükten sonra yürürken de edeb ve vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sunî veya doğal ziynetler bilinsin diye, bacak oynatıp ayak çalmasınlar, çapkın yürüyüşle dikkat nazarları çekmesinler; çünkü erkekleri tahrik ede r, şüphe uyandırır. Fakat unutulmaması gerekir ki, kadının bu konuda başarısı daha önce erkeklerin iffeti ve görevlerine dikkati ve toplumda olanların gayreti ve özeni ile mütenasip, bunlar da Allah'ın yardımı ile ayakta durabilir. Onun için bu noktada Resulullah (s.a.v) den bütün müslümanlara hitap ve erkekleri zikredip kadınları da içine alacak bir şekilde buyuruluyor ki:
Ve ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümid olunmaz, toplumun bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek dişi bütün müminler imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından tevbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler. O halde herkesin kurtuluşu bakımından iş sahipleri ve ilgili şahıslar şu emirlere de özen göstermelidir.
Kaynak: Elmalılı Hamdi Yazır - Nur Suresi Tefsirinden

59- Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımla­rına de ki: "Cilbablarını üzerlerine giysinler. Bu onların tanınıp incitilmemden için daha uygundur. Allah bağışlayandır, mer­hamet buyurandır."
 
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: [1]
 
 
"Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına de ki..." buyruğunda sözü geçen zevcelerinin faziletine dair tek tek açıklama­lar daha önceden (el-Ahzab, 33/28-29- âyetler, 2. başlıkta) geçmiş bulunmak­tadır.
Katade dedi ki: Rasûlullah (sav) vefat ettiğinde nikâhı altında dokuz ha­nımı vardı. Bunların beş tanesi Kureyşli idi: Âişe, Hafsa, Um Habibe, Şevde ve Um Seleme. Üç tanesi ise, diğer Arab kabilelerindendi: Meymune, Cahş kızı Zeyneb ve Cüveyriye. Bunlardan bir tanesi de Harunoğullarındandi: Sa­fiye.
 
Peygamber Efendimiz'in çocuklarına gelince, onun erkek ve kız çocuk­ları vardı: Erkek çocuklarından birisinin adı el-Kasım'dı. Annesi Hadice (r.anha)'dır. Peygamber (sav) onun adı ile künyelenmiştir (Ebu'l-Kasım di­ye). Çocuklarından ilk vefat eden odur, iki yaşında ölmüştür. Urve dedi ki:
 
Hadice'nin, Peygamber (sav)'dan Kasım, Tahir, Abdullah ve Tayyib adında çocukları olmuştur.
Ebubekr el-Burakî şöyle demiştir: Tahir ile Tayyib'in ve Abdullah'ın ay­nı kişi olduğu da söylenmiştir. İbrahim'in annesi ise, Kıptî Mariye'dir. Hic­retin sekizinci yılı zülhicce ayında dünyaya gelmiştir. Onaltı aylıkken vefat etmiştir, onsekiz aylıkken öldüğü de söylenmiştir. Bunu ed-Darakutnî belirt­miştir. Bakî'de gömülmüştür. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Onun bir süt annesi vardır. Cennette onun süt emmesini tamamlayacaktır[2] Peygam­ber (sav)'ın İbrahim dışındaki bütün çocukları Hadice (r.anha)'dandır. Fâtı-ma dışında bütün çocukları kendisi hayatta iken vefat etmişlerdir. [3]
 
 
1- Hadice'nin kızı Fatımatu'z-Zehra: Kureyşliler Kabe'yi (yeniden) bina et­tikleri sırada Peygamber Efendimiz'e, peygamberliğin verilişinden beş yıl ön­ce dünyaya gelmiştir. Peygamber Efendimiz'in kızlarının en küçüğüdür. Ali (r.a) onunla hicretin ikinci yılında ramazan ayında evlenmiş ve zülhicce ayın­da da onunla gerdeğe girmiştir.
Onunla receb ayında evlendiği de söylenmiştir. Rasûlullah (sav)'tan kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz'e aile halkından ilk ka­vuşan o olmuştur. Allah ondan razı olsun.
 
2- Zeyneb: Annesi Hadice (r.anha)'dir. Teyzesinin oğlu Ebu'1-Asî b. er-Ra-bi onunla evlenmiştir. Annesi Huveylid kızı Hale, Hadice'nin kızkardeşi idi. Ebu'l-Asî'nin adı Lakît'tir. Haşim olduğu da söylenmiştir. Huşeym'dir, denil­diği gibi Miksem olduğu da söylenmiştir.
Zeyneb, Rasûlullah (sav)'ın en büyük kızıdır. Hicretin sekizinci yılında ve­fat etmiştir. Onu (kabrine koymak üzere) Rasullah (sav) kabrine inmiştir.
 
3- Rukayye: Annesi Hadice'dir. Peygamberlikten önce Ebu Leheb'in oğ­lu Utbe onunla evlenmiştir. Rasûlullah (sav) peygamber olarak gönderilip üze­rine: "Ebu Leheb'in iki eli kurusun" (Tebbet, 111/1) âyeti nazil olunca, Ebu Leheb oğluna şöyle demişti: Eğer sen onun kızını boşamayacak olursan, be­nimle senin aranda hiçbir ilişki kalmayacaktır. Bunun üzerine Ebu Leheb'in oğlu ondan ayrıldı. Henüz onunla gerdeğe girmemişti. Annesi Hadice müs-lüman olunca, o da müslüman olmuştu. Kadınlar Peygamber Efendimiz'e bey'at ettikleri sırada diğer kızkardeşleriyle birlikte Rasûlullah (sav)'a bey'at etmiş idi. Onunla Osman b. Affan evlenmiştir. Osman (r.a) onunla evlendi­ği sırada Kureyş hanımları şöyle diyorlardı:
 
"Bir insanın (ya da gözbebeğinin) gördüğü en güzel iki şahıs, Rukayye ile onun kocası Osman'dır."
Rukayye, Osman ile birlikte Habeşistan'a iki defa hicrette bulunmuştur. Osman'dan bir düşük yapmış, ondan sonra da Abdullah adındaki oğlunu do­ğurmuştu. Osman (r.a) da İslâm'dan sonra onun adı ile künyelenmişti. Altı yaşında iken bir horoz onun yüzünü gagalamış ve bu sebebten ölmüştü. Ru-kayye'nin bundan sonra da bir çocuğu olmamıştı. Medine'ye hicret etmiş, Ra-sûlullah (sav) Bedir'e gitmek üzere hazırlandığı sırada hastalanmıştı. Peygam­ber de ona bakmak üzere Osman (r.a)'ı bırakmıştı. Rasûlullah (sav) Bedir'de iken hicretin onyedinci ayında vefat etmişti. Zeyd b. el-Harise, zaferi müjde­lemek üzere Bedir'den gelmiş, Medine'ye girdiğinde Rukayye'nin üzeri top­rakla örtülüyordu. Rasûlullah (sav) defnedilişinde hazır bulunamadı.
4- L'm Külsum: Annesi Hadice'dir. Peygamberlikten önce Utbe'nin karde­şi, Ebu Leheb'in diğer oğlu Uteybe onunla evlenmişti. Daha önce Rukayye hakkında belirtilen sebep dolayısı ile babası ondan boşanmasını emretmiş­ti. Uteybe, Um Külsum ile henüz gerdeğe girmemişti. Um Külsum, Rasûlul­lah (sav) ile birlikte Mekke'de kalmaya devam etti. Annesi müslüman olun­ca o da İslâm'a girdi ve hanımlar Peygamber Efendimiz'e bey'at ettikleri sı­rada diğer kızkardeşleriyle birlikte o da Rasûlullah (sav)'a bey'at etmişti. Ra­sûlullah (sav) Medine'ye hicret edince, o da Medine'ye hicret etti. Rukayye vefat ettikten sonra Osman (r.a) onunla evlendi, böylelikle ona (iki nur sa­hibi anlamına): Zünnureyn adı verilmişti. Peygamber (sav) hayatta iken hic­retin dokuzuncu yılı Şa'ban ayında vefat etti. Rasûlullah (sav) kabri başında oturmuş, kabrine indirmek üzere Ali, el-Fadl ve Üsame inmişti. ez-Zübeyr b. Bekkar'ın naklettiğine göre; Peygamber (sav)'ın çocuklarının yaşça en büyük­leri el-Kasım'dı. Sonra Zeyneb, sonra Abdullah'tır. Ona et-Tayyib ve et-Ta-hir de denilirdi. Peygamberlikten sonra dünyaya gelmiş ve küçük yaşta öl­müştü. Daha sonra Um Külsum, sonra Fatıma, sonra da Rukayye gelir. el-Ka-sım Mekke'de iken vefat etmişti, ondan sonra da Abdullah ölmüştü. [4]
 
 
Arap kadınlarının açılıp saçılmak adetleri vardı. Cariyelerin yaptığı gibi yüz­lerini örtmezlerdi. Bu ise, erkeklerin onlara bakmalarına ve onlar hakkında çeşitli düşüncelere kapılmalarına sebep oluyordu. Yüce Allah, Rasûlüne, hanımlara dışarıya ihtiyaçlarını görmek üzere çıkmak istediklerinde üzerlerine cılbablarını alarak çıkmalarını emretmesini emretti. (Evlerde) tuvaletler ya­pılmadan önce ihtiyaçları için meskûn olmayan yerlere çıkar giderlerdi. Verilen bu emir ile hür kadınlar ile cariyeler arasındaki fark ortaya çıkacak, hür kadınlar tesettürleriyle tanınacaklardı. Böylelikle gençler ya da yaşlılar on­lara söz söylemekten uzak kalacaklardı.
Bu âyetin nüzulünden önce mü'minlerin hanımlarından herbir kadın ih­tiyacını görmek için dışarı çıkar, bazı günahkârlar cariye olduğunu zannede­rek ona karşı çıkıverirdi. Hanım bunun üzerine sesini yükseltince, o da çe­ker giderdi. Mü'min erkekler durumdan Peygamber (sav)'a şikâyette bulun­dular. Âyet-i kerîme de bu sebeble nazil oldu. Bu anlamdaki açıklamaları el-Hasen ve başkaları yapmıştır. [5]
 
 
"Cilbablarmı..." buyruğunda geçen "el-celâbib; cilbablar" lafzı "cilbâb"ın çoğuludur. Bu ise, başörtüsünden daha büyükçe bir örtüdür. İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan gelen rivayete göre bu, ridâ (elbisenin üstüne giyilen üst el­bisedir, bunun kina' (başörtüsü) olduğu da söylenmiştir. Sahih olan şudur: Cilbab bütün vücudu örten elbise, demektir. Müslim'in Sa/ıi^'indeki rivaye­te göre Um Atiyye'den şöyle dediği kaydedilmiştir. Ey Allah'ın Rasûlü dedim: Bizden herhangi birimizin cilbabı yoksa (ne yapsın?) Peygamber: "Kızkarde-şi ona kendi cilbabını giyinmek üzere versin." diye buyurdu.[6]
 
 
İnsanlar cilbabın nasıl örtüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler, ibn Abbas ve Abîde es-Selmanî şöyle demişlerdir: Kadın sadece kendisiyle önünü görebileceği bir tek gözü dışında bu örtüye bürünür. Yine İbn-Abbas ve Katade şöyle demişlerdir: Kadın bunu alnının üzerinden büker ve bağlar, sonra da burnunun üzerinden onu çevirir. İsterse iki gözü görülsün. Şu ka­dar var ki, cilbab göğsü ve yüzün büyük bir bölümünü örtmelidir. el-Hasen dedi ki: (Cilbab ile) yüzünün yarısını örter. [7]
 
 
Yüce Allah bütün hanımlara tesettürü emretmiştir. Bu ise, ancak kadının tenini göstermeyecek elbiselerle olur. Şu kadar var ki, kadının kocası ile baş başa bulunma hali müstesnadır. O vakit dilediğini giyinebilir, çünkü koca­nın hanımından dilediği gibi faydalanma hakkı vardır.
Rivayette sabit olduğuna göre Peygamber (sav) bir gece uyanmış ve şöy­le buyurmuştur: "Allah'ı tenzih ederim. Bu gece ne fitneler indi, bu gece ne hazineler açıldı! Kim şu odalarda yatan kadınları uyandıracak? Dünyada ni­ce giyinik kadın vardır ki ahirette çıplak kalacaktır. "[8]
Rivayete göre Dıhye el-Kelbî, Herakliyus'un yanından geri döndüğünde Peygamber (sav), ona Kubtî diye bilinen bir elbise, vermiş ve şöyle buyur­muştu: "Bunun bir parçasını sen kendine bir gömlek yap. Hanımına da onun bir parçasını ver, onunla örtünsün." Sonra ona şöyle buyurdu: "Ona vü-cud çizgilerini göstermemesi için bu elbisenin altına bir şeyler giyinmesini de emret. "[9] Ebu Hureyre hanımların ince elbiseler giymelerini sözkonusu etmiş ve şöyle demiştir: (Böyle giyinenler) giyinmiş çıplaklar, nimet içinde bedbaht olanlardır.
Temimoğullarının hanımları Âişe (r.anha)'ın huzuruna üzerlerinde ince el­biseler bulunduğu halde girdiklerinde Âişe (r.anha) onlara şöyle demiştir: Eğer sizler mü'min hanımlar iseniz şunu biliniz ki, şu elbiseler mü'min hanımla­rın giyecekleri elbiseler değildir. Şayet mü'min değil iseniz bu elbiselerle fay­dalanıyorsunuz.
Bir gelin Âişe (r.anha)'ın huzuruna getirildi. Üzerinde uspura boyanmış, kubtî bir örtü vardı. Âişe onu görünce, şöyle demişti: Bunu giyen bir kadın en-Nur Sûresi'ne iman etmiyor demektir.
Peygamber (sav)'dan da şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "Giyinmiş fakat çıplak, kendisi meyleden ve başkalarını meylettiren, başları hörgüçleri yana yatmış deve hörgüçlerini andıran kadınlar, ne kendileri cennete girerler, ne de cennetin kokusunu alırlar. "[10]
Ömer (r.a) da şöyle demiştir: Bir kadının dışarıda görülecek bir ihtiyacı varsa, onu, kendisinin eski püskü elbisesini ya da komşusunun eski elbise­sini giyinip kimseye görünmeden tekrar evine geri dönünceye kadar kimse onun çıkıp gittiğini bilmeden, çıkıp gitmesini engelleyen nedir? [11]
 
 
"Bu, onların tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur" buyruğunda kastedilen, hür kadınlardır. Tâ ki cariyelerle karıştırılmasınlar. Çünkü hür kadınlar olarak tanındıkları takdirde hürlüğün mertebesi göz önünde bulundu­rularak en ufak bir tepki veya kötü bir davranışla karşılaşmazlar ve böyle­likle kimse onlara umutlanarak bakmaz. Burada maksat kadının kim oldu­ğunun bilinmesi değildir. Ömer (r.a) başını örten bir cariye gördüğü takdir­de, elindeki asa ile ona vururdu. Böylelikle o, hür kadınların kıyafetinin ge­reği gibi korunmasına çalışırdı. Şöyle de denilmiştir: Şu anda hür kadın ol­sun, cariye olsun hepsinin tesettüre bürünmeleri ve başlarını örtmeleri ge­rekir. Nitekim Rasûlullah (sav)'ın ashabı, Rasûlullah (sav)'ın vefatından son­ra hanımların mescidlere gitmelerini engellemişlerdir. Oysa Peygamber (sav): "Allah'ın kadın kullarını, Allah'ın mescidlerine gitmekten alıkoymayı­nız." diye buyurmuştur.[12] Öyle ki Âişe (r.anha) şöyle demişti: Şayet Rasûlul­lah (sav) şu çağımıza kadar yaşamış olsaydı, hiç şüphesiz bu kadınları mes­cide gitmelerini engellerdi[13] "Allah bağışlayandır, merhamet buyurandır" buyruğu teşrî' olunan bu emirden önce cilbablarını terketmek hususunda kadınlara bir tesellidir. [14]
 

 

[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/184
[2] Hadisle beraber, onaltı aylıkken vefat edip Bakî'de defnedildiğine dair bilgi: Abdurrez-zak. Musannaf, VII, 494.
[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/184-185
[4] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/185-186
[5] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/186-187
[6] Buharı, I, 123, 139, 333, II, 595; Müslim, II, 606; Darimî, I, 458; İbn Mace, I. 414; Müs-ned, V, 84.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/187
[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/187
[8] Buharı, I, 379, V, 2198, 2296, VI, 2591; Tirmizî, IV, 487; Muvatta, II, 913; Müsned, VI, 297.
[9] Hakim, Müstedrek, IV, 207; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kubra, II, 234.
[10] Müslim, III, 1680, IV, 2192; Muvatta, II, 913; Müsned, II, 355, 440
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/187-188
[12] Buharı, I, 305; Müslim, I, 327, 328; Darimî, I. 330; EbuDâvûd, I, 155; Tirmizl, II, 419; İbn Mace, I, 8; Muvatta, I, 197; Müsned, II, 16, 36. 151.
[13] Buharı, I, 296; Tirmizî, II, 420; Ebu Dâvûd, 1, 155; İbn Mace, I, 8; Muvatta, I, 198; ned, VI, 91, 235.
[14] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/188-189

 

59 Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle;110 onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.111 Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.112
AÇIKLAMA
110. Cilbab büyük bir örtüdür. İdna ise örtmek ve sarmak anlamlarına gelir; fakat bu kelime alâ eki ile kullanıldığında bir şeyi yukarıdan aşağıya bırakmak anlamına gelir. Bazı çağdaş müfessirler Batının etkisiyle bu kelimeyi, yüz örtme emrini görmemezlikten gelmek için "örtünmek" diye tercüme etmişlerdir.
Eğer Allah bu müfessirlerin iddia ettiklerini söylemek istemiş olsaydı, yüdnîne aleyhinne değil, yüdnîne iley-hinne derdi. Arapça bilen herkes yüdnîne aley-hinne'nin sadece "sarınmak örtünmek" anlamına gelmediğini bilir. Ayetin devamındaki min celabîbi-hinne sözleri de bu anlama meydan vermemektedir. Burada min eki (harficer) örtünün bir kısmı anlamına gelir ve "örtünme" ise örtünün sadece bir kısmı ile değil, tümü ile yapılır. O halde ayet açıka şu anlama gelir: Kadınlar örtülerine iyice sarınsınlar ve örtülerinin bir kısımını da yüzlerinden aşağıya bıraksınlar.
Hz. Peygamber (s.a) dönemine yakın zamanlarda yaşayan müfessirlerin ileri gelenleri bu yorumu kabul etmişlerdir. ibn Cerir ve İbn el-Münzir, Muhammed İbn Sirin'in Hz. Ubeyde es-Selmani'den bu ayetin anlamını sorduğunu rivayet ederler. (Hz). Ubeyde, Hz. Peygamber (s.a) zamanıda Müslüman olmuş, fakat onu görmemiştir. Hz. Ömer zamanında Medine'ye gelmiş ve oraya yerleşmiştir. Fıkıhta ve fıkhî meselelerde Kadı Şüreyh ile aynı ayarda kabul edilir.) Hz. Ubeyde sözlü bir açıklamada bulunacağına, başını, alnını, yüzünü kapatıp sadece bir tek gözünü açıkta bırakarak örtünmenin nasıl olacağını kendi üstünde uygulayarak göstermiştir. İbn Abbas da hemen hemen aynı tefsiri yapmıştır. İbn Ebi Hâtim, ibni Cerir ve İbn Merduye'den rivayet edildiğine göre İbn Abbas şöyle buyurmuştur: "Allah, kadınlara evlerinden bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında, sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde örtülerini üstlerine almalarını ve yüzlerini gizlemelerini emretmiştir." Katade ve Süddi de bu ayete aynı anlamı vermişlerdir.
Sahabe ve tabiun döneminden sonra gelen bütün büyük müfessirler de bu ayeti aynı şekilde tefsir etmişlerdir. İmam ibn Cerir el-Taberi bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Saygıdeğer kadınlar evlerinden çıktıklarında, açık ve yüzleri örtüsüz cariyeler gibi görünmemelidirler. Örtülerinin veya dış elbiselerinin bir kısmını yukarıdan bırakıp örtünmelidirler ki, kötü niyetli kimseler onlara zarar vermesin."
(Camiul-Beyan cilt, 22 s. 33)
Allame Zemahşerî şöyle der: "Ayet, kadınların örtülerinin bir kısmını yukarıdan üzerlerine bırakmaları, yüzlerini ve bedenlerini örtmeleri gerektiği anlamına gelir." (El-Keşşaf cilt. 11. s. 221)
Allame Nizamüddin Nişaburî de şöyle der: "Yani, onlar örtülerinin bir kısmını üzerlerine örtmelidirler; bu ayette kadınlara başlarını ve yüzlerini örtmeleri emredilmektedir." (Garaibul-Kur'an cilt. 11. s. 32)
İmam Razi ise şöyle der: "Burada kastedilen diğer insanların onların hafif kadınlar olmadığını bilmesidir. Çünkü yüz setr'e dahil olmadığı halde yüzünü örten bir kadının, diğer erkeklerin yanında örtmesi farz olan setrini açması beklenemez. Böylece herkes bu kadınların kendilerinden ahlaksızca bir davranış beklenilemeyecek saygıdeğer ve vakarlı olduklarını bilecektir." (Tefsir-i Kebir, cilt 1. s. 591)
Bu ayetle ortaya çıkan başka bir nokta da, Hz. Peygamber'in (s.a) birçok kızının olduğu gerçeğidir. Çünkü Allah bizzat: "Ey Peygamber, eşlerine ve kızlarına..... emret" buyurmuştur. Bu sözler, Allah'tan hiç korkmadan Hz. Peygamber'in (s.a) sadece bir kızı olduğunu iddia eden kimselerin iddiasını boşa çıkarmaktadır. Onlara göre, sadece Fatıma, Hz. Peygamber'in (s.a) asıl kızıdır. Diğerleri ise eşlerinin önceki kocalarından. Bu kimseler önyargıları nedeniyle öyle körleşmişlerdir ki, Hz. Peygamber'in (s.a) çocuklarını başkalarına nispet ederek ne kadar büyük bir günah işlediklerinin ve ahirette kendilerini çok şiddetli bir azabın beklediğinin farkında değillerdir. Bütün sahih hadislere göre, Hz. Hatice (r.a), Hz. Peygamber'den (s.a) sadece Fatıma'yı değil, üç kız çocuğu daha dünyaya getirmiştir. İlk siyer yazarlarından Muhammed bin İshak onun Hz. Hatice ile evliliğine değindikten sonra şöyle der: "İbrahim dışında, Hz. Peygamer'in (s.a) bütün çocuklarının annesi Hatice'ydi. Kasım, Tahir, Tayyib, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma." (İbn Hişam: cilt. 1, s. 202)
Ünlü Nesep bilgini Haşim bin Muhammed bin es-Sâ'ib el-Kelbi şöyle der: "Allah'ın Rasulü'nün kendisine peygamberlik gelmeden önce ilk doğan çocuğu Kasım'dı, sonra Zeynep, sonra Rukiye, daha sonra da Ümmü Gülsüm dünyaya geldi." (Tabakâtı-ı İbn Sa'd, cilt.1, s.133). İbn Hazm ise Cevami es-Siret adlı kitabında Hz. Peygamber'in (s.a), Hz Hatice'den en büyüğü Zeynep olmak üzere,sırasıyle Rukiye, Fatıma ve Ümmü Gülsüm adlarında dört kızının olduğunu yazar. (ss.38-39). Taberi, İbn Sa'd, Ebu Ca' fer Muhammed bin Habib (Kitab-ül Muhabber adlı kitabın yazarı) ve İbn Abd'il-Berr (Kitab-ül İstiâb yazarı) sahih rivayetlere dayanarak Hz. Hatice'nin Rasulullah'la (s.a) evlenmeden önce iki kez evlendiğini, Ebu Hâle Temimi'den Hind bin Ebu Hâle adında oğulu, Atik bin Ayis Mahzumi'den Hind adında bir kızı olduğunu söylerler.
Hz. Hatice daha sonra Hz. Peygamber ile evlenmiştir ve bütün nesep bilginleri onun Peygamberimizden yukarıda adları geçen dört kızı dünyaya getirdiğinde ittifak etmişlerdir. (Bkz. Taberi cilt II, s.411) Tabakât-ı ibn Sa'd. cilt VIII, ss. 14-16: Kitabül Muhabber ss. 78.79, 452:El-Isti'âb, cilt 11,s. 718) Bütün bu rivayetler, Kur'an'da Peygamber'in(s.a) bir tane değil, birden fazla kızı olduğunu bildiren ifade ile desteklenmektedir.
111.".......onların tanınması......": Böylece onlar basit ve sade elbiseleriyle, günahkar insanların kötü emeller besleyeceği hafif kadınlar olarak değil, saygıdeğer ve namuslu kadınlar olarak tanınacaklardır. ".......inciltilmemesi....." Böylece kimse onlara sataşmayacak, onları rahat bırakacaklardır.
Burada bir müddet duralım ve Kur'an'ın bu emri ile İslam'ın nasıl bir sosyal hayat ruhuna sahip olduğunun ifade edildiğine ve bu ruhun amacının Allah'ın ifade ettiği şekilde ne olduğuna bir göz atalım. Bundan önce Nur Suresi 31. ayette kadınların, zikredilen kadın ve erkekler dışındaki kimselere zinetlerini göstermeleri yasaklanmış ve onlara "gizli zinetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmamaları" emredilmişti. Eğer bu emir, Ahzab Suresi'nin bu ayeti ile birlikte okunursa, kadınların burada emredildiği şekilde örtülerine bürünmelerinin amacının zinetlerini başkalarından gizlemek olduğu anlaşılır.Elbette bu amaç da ancak dış elbisesinin kendisi sade olduğunda yerine getirilebilir, aksi taktirde süslü ve dikkat çekici bir örtüyle örtünmek bu amaca uygun düşmeyecektir. Bunun yanısıra, Allah sadece kadınlara örtülerine bürünerek zinetlerini gizlemelerini emretmekle kalmıyor, örtünün bir ucunu yukarıdan aşağıya bırakmalarını da emrediyor. Her sağduyulu insan buradan, vücut ve elbisenin zinetleri ile birlikte yüzün de örtülmesi gerektiği sonucunu çıkarır. Daha sonra Allah bu emrin sebebini de açıklıyor: "bu, Müslüman kadınların tanınması ve inciltilmemesi için en uygun yoldur." Elbette bu emir, erkeklerin ısrar edici bakışlarından, sarkıntılık etmelerinden ve sataşmalarından rahatsız olan, bunları eğlenceli bulmayan, kötü şöhretli ahlaksız sokak kadınlarından biri gibi kabul edilmek istemeyen, tam aksine ahlaklı, namuslu ev kadınları olarak tanınmak isteyen kadınlar içindir.
Böyle soylu ve şerefli kadınlara Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer gerçekten iyi kadınlar olarak tanınmak istiyorsanız ve erkeklerin şehvet dolu bakış ve ilgileri sizi rahatsız ediyorsa, insanların açgözlü bakışları önünde bütün güzellik ve fiziki cazibenizi ortaya koyacak şekilde yeni gelinler gibi süslü bir şekilde sokağa çıkmamalısınız. Tam aksine bütün ziynetlerinizi gizleyen ve yüzünüzü örten sade bir örtü ile ve ziynetlerinizin şıkırtısı bile dikkati çekmesin diye ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek sokağa çıkmalısınız. Kendisini boyayıp süsleyen ve her tür ziyneti takıp takıştırmadan dışarı adımını atmayan bir kadının, erkeklerin dikkatini çekmekten başka bir amacı olamaz. Böyle yaptığı halde insanların, açgözlü bakışlarından rahatsız olduğunu söyleyerek şikayet ediyorsa ve "sokak kadını" olarak tanınmak istemediğini, namuslu bir ev kadını olarak yaşamak istediğini söylüyorsa, bu, sahtekarlıktan başka birşey değildir. Bu, gerçek niyetini ifade eden bir kimsenin sözleri değildir, onun asıl niyeti tavırlarında ve davranış tarzında görülmektedir. O halde diğer erkeklerin önüne dikkat çekici bir şekilde çıkan bir kadının bu davranışı, onun davranışlarını neyin yönlendirdiğini göstermektedir. İşte bu nedenle münasebetsiz kimseler, hafif kadınlardan bekledikleri şeyleri bu kadınlardan da beklerler. Kur'an kadınlara şöyle der: "Siz aynı anda hem sokak kadını, hem de namuslu bir kadın olamazsınız. Eğer namuslu, saygıdeğer kadınlar olarak yaşamak istiyorsanız, sokak kadınlarına yaraşan davranışlardan vazgeçmeli ve namuslu kadın olmanızı sağlayacak bir hayat tarzı benimsemelisiniz."
Bir kimsenin kişisel düşünceleri Kur'an'a uygun olsun veya zıt olsun, ya da bir kimse Kur'an'ın gösterdiği hidayeti kendisi için bir yol gösterici kabul etsin veya etmesin, Kur'an'ı tefsir ederken entellektüel plânda dürüst davranmak isteyen herkes bunun asıl amacını kavrayacaktır. Eğer bu kimse bir münafık değilse, dürüstlükle Kur'an'ın asıl amacının yukarıda açıklanan amaç olduğunu kabul edecektir. Bundan sonra herhangi bir emri çiğnese bile, ya Kur'an'ın emrine karşı geldiğinin farkında olarak, ya da Kur'an'ın hidayetini kabul etmediği için böyle yapacaktır.
112. Yani, "Eğer siz şimdi bu apaçık hidayeti aldıktan sonra kendinizi ıslah eder ve bile bile onu çiğnemezseniz, Allah İslâm öncesi cahiliye günlerinde işlediğiniz hata ve günahları affedecektir.

 
59- Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımları­na söyle. Dış örtülerinden üzerleri­ne alıp örtsünler. Bu, onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
 
 
Dış örtüleri diye çevirdiğimiz "celâbîb" kelimesi kadının normal elbise­lerinin tamamını kaplayan ya da bütün bedeni örten dış elbise (yani çar­şaf, abaye, geniş manto veya bol pardesü) anlamındaki "cilbab" kelimesinin çoğuludur.
"Bu" yani örtülerin örtülmesi "onların ... tanınıp" hür kadın olup ayırdedilmeleri ve kötülüğe düşmekten uzaklaşmaları, kalplerinde kuşku olan­ların kendilerine sarkıntılık yapıp "rahatsız edilmemeleri için daha uygun­dur. Allah" örtünmeyi terketmek sebebiyle daha önce işledikleri günahları "çok bağışlayan", örtünmeyi ve diğer farzları emretmek suretiyle kulları­nın maslahatlarını gözeterek kullarına "çok merhamet edendir."
 
 
Buhari, Hz. Âişe'den naklediyor: Hz. Şevde örtüsüne büründükten sonra ihtiyacı için dışarı çıktı. Hz. Şevde iri yapılı bir kadın olup kendisini tanıyan kimseler için gizlenemeyecek durumda idi. Hz. Ömer (r.a.) kendisi­ni görmüş ve ona:
- Ya Sevde! Vallahi bize karşı kendini gizleyemiyorsun. Nasıl dışarı çı­kacağına dikkat et, dedi.
Hz. Sevde diyor ki: Eve döndüm. O sırada Rasulullah (s.a.) evde idi, akşam yemeği yiyordu. Elinde bir et parçası vardı. İçeri girdim. Peygambe­rimiz (s.a.)'e:
-  Ya Rasulallah! Ben ihtiyacım için dışarı çıktım. Bana Ömer şöyle şöyle dedi, dedim.
Hz. Sevde devam ediyor: Bunun üzerine Allah ona vahiy indirdi. Az sonra vahiy hali kalktı. Et parçası hâlâ elinde idi. Onu yere koymamıştı. Peygamberimiz (s.a.) buyurdu ki:
- Size izin verildi. Ancak ihtiyacınız için dışarı çıkabilirsiniz.
İbni Sa'd Tabakat'ta Ebû Malik'ten naklediyor: Peygamberimiz (s.a.)'in hanımları geceleri ihtiyaç için dışarı çıkıyorlardı. Münafıklardan bazı kimseler onların peşinden yürüyor, onlar da bundan rahatsız oluyor­lardı. Bunu Peygamberimiz'e şikâyet ettiler. Münafıklara bu durum iletil­di. Münafıklar: Biz sadece cariyelerin peşinden gidiyoruz, dediler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
 
 
Mümini inciten kimsenin apaçık bir günah ve iftira yüklendiğini be­yan ettikten sonra Allah Tealâ kadınların dışarıya açık-saçık çıkıp zinakârların kendilerinin peşinden dolaşmaları şeklindeki cahiliye durumundan farklı olarak tesettür ve cilbaba bürünmelerini, mümin hanımlara eziyette bulunmaya ve sarkıntılığa sebep olacak töhmetli yerlerden sakınmalarım emretti.
 
 
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Dış örtülerini üzerlerine alıp örtsünler."
Allah, Rasulünden mümin hanımlara ve özellikle hanımlarına ve kız­larına evlerinden çıkarken cariyelerden farklı olarak dış elbiselerini üzer­lerine örtmelerini istedi.
Cilbab, başörtüsünün üzerindeki ridadır. Bu konuda bu tesettürün keyfiyeti hakkında çeşitli rivayetler vardır.
İbni Abbas diyor ki: Allah müminlerin hanımlarına ihtiyaç için evle­rinden dışarı çıktıklarında yüzlerini başlarından itibaren "cilbab" ile ka­patmalarını ve sadece bir gözlerini göstermelerini emretti.
İbni Cerir'in rivayetine göre Muhammed b. Şirin diyor ki: Abîde es-Selmanî'ye "Dış örtülerini üzerlerine alıp örtsünler." ayetini sordum. Yüzü­nü ve başını örttü, sadece sol gözünü açıkta bıraktı.
Abdürrezzak ve İbni Ebî Hatim, Ümmü Seleme'den rivayet ediyorlar: Bu ayet, "Dış örtülerini üzerlerine alıp örtsünler." ayeti nazil olunca ensarın hanımları sükûnet içerisinde, sanki başlarının üzerinde kargalar var­mış gibi, üzerlerinde giydikleri siyah elbiseler olduğu halde dışarı çıktılar.
Şer'î hükümlerin iyice yerleşmesinden sonra inen bu ayetin gayesi em­redilen tesettürün mutlaka kapanması gerekli yerlere ilâve olarak emredilen dış örtülerdir. Bu emir kadını töhmet ve kuşkudan uzaklaştıran, fasık erkeklerin sarkıntılıklarından koruyan güzel bir edeptir.
Şer'î tesettür, altındakini göstermeyecek şekilde bir elbise ile vücudun tamamını örten dış elbisedir. Kadın evinde kocasının yanında dilediği şe­kilde giyinebilir.
"Bu, onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur." Yani dış elbiseleri giymek ya da tesettür kadınların hür olduklarının, cariye veya zaniye olmadıklarının bilinip de fısk ve fücur eh­linin sarkıntılıklarına uğramamaları için daha uygundur. Allah, o kadın­ların geçmişte yaptıkları tesettürü ihmal etme günahlarını, ayrıca hata ile kasıt olmaksızın tesettürü ihlâl ettiklerinde Allah'ın emrine yönelenleri çok bağışlayandır. Kullarının yararını gözetmek ve onlara bu güzel edebi irşat etmek suretiyle kullarına rahmeti çok geniş olandır.
Cariyelere gelince; şeriat, sıkıntıya girmelerini ve örtüye bürünüp me­şakkate uğramalarını ortadan kaldırmak ve efendilerine hizmet etmelerini kolaylaştırmak için cariyelere tam anlamıyla, bütünüyle tesettürü emretmemiştir. Cumhurun görüşü budur.
Ebu Hayyan diyor ki: "Müminlerin hanımları" ifadesinden ilk anlaşı­lan hür ve cariye kadınların tamamını içine almaktadır. Cariyelerin fitneye sebep olmaları, tasarruflarının çokluğu sebebiyle hür kadınlardan daha çoktur. Dolayısıyla cariyelerin kadınlar ifadesinin genel kavramından çıka­rılması için açık bir delile ihtiyaç duyulmaktadır.
 
 
Bu ayet aşağıdaki hususlara delâlet etmektedir:
1- Örtüye bürünme ve tesettür emri genel bir emir olup bütün kadın­ları içine almaktadır. Tesettür, kadının vücut hatlarını belirtmeyecek şekil­de olmalıdır. Ancak kadının kocasıyla beraber olduğu durum bundan müs­tesnadır. Bu durumda kadının dilediği şeyi giyme hakkı vardır.
Örtünme ile emrolunan kadınlar arasında Rasulullah (s.a.)'in hanım­ları ve kızları da yer almaktadır. Rasulullah (s.a.)'in hanımlarına gelince; Katade diyor ki: Rasulullah (s.a.) vefat ettiğinde dokuz hanımı vardı. Beşi Kureyşlidir: Aişe, Hafsa, Ümmü Habibe, Şevde ve Ümmü Seleme. Üçü ise diğer Arap kabilelerindendir: Meymûne, Zeyneb bt. Cahş ve Cüveyriye. Ge­ri kalan bir hanım, Harunoğulları neslinden olup bu hanım Safiyye'dir. Peygamberimiz (s.a.)'in çocukları ise hem erkek, hem de kızdır. Erkek ço­cukları Kasım, Tahir, Abdullah ve Tayyib, Hz. Hadice'nin çocuklarıdır. Kız­ları ise:
1- Hz. Hadice'nin kızı ve Hz. Ali'nin hanımı Fatımatu z-Zehrâ,
2- Hz. Hadice'nin kızı ve teyzesinin oğlu Ebu'l-Âs'ın hanımı Zeyneb
3-4- Hz. Hadice'nin kızları ve Hz. Osman'ın hanımları Rukayye ve Ümmü Gülsüm.
Dikkat edilirse, davetçi davetine kendi nefsinden ve ailesinden başlar­sa ancak bu durumda davet netice verebilir. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.)'in hanımları ve kızlarına hicabın emredilmesi ile başlanılmıştır.
2- Cilbabın (dış örtünün) örtülme şekli: İbni Abbas'ın ve Abîde es-Sel-manî'ye göre kadının görmek için ayırdığı bir gözü müstesna bütün bedeni­ni tamamen örtmesidir.
Katade ve İbni Abbas ikinci bir rivayette şöyle diyor: Bu şekil, kadının iki gözü görünse de örtüyü alnının üzerinden geçirip bağlaması, sonra da burnunun üzerinden geçirmesidir. Fakat yüzün büyük bir kısmı ve göğüs örtülecektir. Hasan-ı Basrî diyor ki: Kadın yüzünün yarısını örtecektir.
 
3- Hür kadınlara tesettürün emredilmesinin hikmeti, bunların cariye­lerle karışmamaları içindir. Hür oldukları bilindikleri zaman hürriyet rüt­besine riayet etmek üzere en küçük bir sarkıntılıkla karşılaşmayacaklardır. Böylece hür kadınlara karşı haram arzu duyulması ortadan kalkacaktır.
 
4- Cenab-ı Hakk'ın "Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." aye­ti bu meşru emirden önceki tesettürde bulunmamalar konusunda kadınları teselli etme, anlamındadır.
 
5-  İbni Sa'd'ın et-Tabakatü'l-Kübrâ'da belirttiğine göre: Şafiî fakîhlerinden Ahmed b. İsa bu ayetten âlimlerin ve bazı şahsiyetlerin değişik elbi­se ve sarık kullanmaları -selef âlimleri böyle bir şey yapmasalar da- güzel bir tavır olup bu usûl onların tanınıp ayırdedilmelerine ve dolayısıyla söz­leriyle amel edilmelerine sebep olacaktır, neticesini çıkarmıştır.
Ayrıca bu ayet kadının yüzünün örtülmesinin gerekli olduğuna delil olarak kabul edilmiştir. Zira İbnü'l-Cevzî, Taberî, İbni Kesîr, Ebu Hayyan, Ebu's-Suud ve Cessas, Razî gibi âlim ve müfessirler "cilbabın örtülmesi" ifadesini, yabancı erkeklere karşı, ya da kadınların ihtiyaç için evden çık­maları anında yüzlerini, saçlarını ve bütün bedenlerini örtmeleri şeklinde tefsir etmişlerdir.

31 Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar31 ve ırzlarını32 korusunlar;33 süslerini34 açığa vurmasınlar, ancak kendiğilinden görüneni hariç.35 Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar.36 Süslerini, kendi kocalarından37 ya da babalarından ya da kocalarının babalarından38 ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından39 ya da kendi kardeşlerinden40 ya da kardeşlerinin oğullarından41 ya da kız kardeşlerinin oğullarından42 ya da kendi kadınlarından43 ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan44 ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden45 ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan46 başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.47 Hep birlikte Allah'a tevbe edin48 ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."49
AÇIKLAMA
31. Erkeklerin kadınlar karşısında bakışlarını indirme hükmü, erkekler karşısında kadınlar için de aynıdır. Kadınların başka erkeklere gözlerini dikip bakmaları yasaktır, ister istemez erkekleri gördüklerinde hemen gözlerini çevirmeli ve başkalarının avret yerlerine bakmaktan kaçınmalıdırlar. Bununla birlikte, erkeklerin kadınlara bakıp bakmamalarıyla ilgili hükümler, kadınların erkeklere bakıp bakmamalarıyla ilgili hükümlerden biraz farklıdır. Bu konuda bir rivayet şöyle gelmektedir: Hz. Peygamber (s.a) hanımlarından Hz. Ümmü Meymune ve Hz. Ümmü Seleme ile otururlarken, âmâ bir sahabi olan Hz. İbn Ümmü Mektum çıkagelir. Hz. Peygamber (s.a) hanımlarına "Yüzünüzü ondan gizleyin" buyurur. Hanımlarının, "Ey Allah'ın Rasûlü, o kör değil mi? Bizi ne görebilir, ne tanıyabilir" demeleri üzerine de şu cevabı verir: "Siz de mi körsünüz? Onu görmüyor musunuz?" Hz. Ümmü Seleme bu olayın örtü hükümlerinin inmesinden sonra meydana geldiğini açıklar. (İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi).
Bunu destekleyen bir başka rivayet daha vardır ki, şöyledir: "Amâ bir adamın kendisini görmeye gelmesi üzerine Hz. Aişe ondan gizlenir. Adam kendisini göremezken örtünmeye neden gerek duyduğunu Hz. Aişe şöyle açıklar: "Ama, ben onu görüyorum" (Muvatta).
Ne var ki, bunların karşısında Hz. Aişe'den gelen değişik bir rivayet vardır. Hicret'in 7'inci yılında Medine'ye bir zenci heyet gelir ve Mescid-i Nebevî'de fiziki bir hüner gösterisinde bulunurlar. Hz. Peygamber (s.a) bunu Hz. Aişe'ye gösterir. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed). Bir başka olayda, Fatıma bint-i Kays'ı kocası boşadığı zaman, iddetini nerede geçireceği sorunu baş gösterir. Hz. Peygamber (s.a) ona önce Ümmü Şerik el-Ensari ile kalmasını söyler, fakat sonra âmâ olduğu için daha rahat eder düşüncesiyle İbn Ümmü Mektum'un evinde kalmasını emreder. Ümmü Şerik zengin olup, evi ziyafet verdiği sahabelerle dolup taştığından, onun evinde kalmasını hoşgörmez. (Müslim, Ebu Davud).
Bu rivayetler, kadınların erkeklere bakması konusunda getirilen sınırlamaların erkeklerin kadınlara bakmalarıyla ilgili sınırlamalar kadar sert olmadığını gösterir. Kadınların erkeklerle karşı karşıya oturmaları yasaklanmış olmakla birlikte, yoldan geçerken erkeklere bakmaları veya erkeklerin mahzur bulunmayan gösterilerini uzaktan izlemeleri haram değildir. Yine, gerçek ihtiyaç durumunda kadınların birlikte kaldıkları evdeki erkekleri görmelerinde de mahzur yoktur. İmam Gazali ve İbn Hacer de aşağı yukarı aynı görüştedirler.
Şevkânî Neyl'ül-Evtar'da İbn Hacer'den şu görüşü nakleder "Kadınlarla ilgili bu izni, açık havadaki işlerinde de kendilerine böyle bir serbesti tanınmış olması gerçeği desteklemektedir. Camilere gittiklerinde veya sokaklarda dolaşırken, ya da seyahatta kadınlar erkekler kendilerine bakmasın diye peçe takarlarken, erkeklere kadınlar kendilerine bakmasın diye peçe takma emri verilmemiştir. Bu da iki cinsle ilgili hükümlerin farklı olduğunu gösterir." (Cilt: 6, sh. 101). Bununla birlikte, kadınların serbestçe istedikleri kadar erkeklere bakıp durmaları ve bununla göz zevki almaları caiz değildir.
32. Yani, gizli yerlerini başkalarının yanında açmaktan ve cinsel arzularını gayri meşru yollarla gidermekten sakınsınlar. Bu konudaki hüküm kadınlar ve erkekler için aynıysa da, avret yerinin sınırları kadınlar ve erkekler için farklıdır. Ayrıca, kadınların avret yeri erkekler karşısında ve kadınlar karşısında da değişiklik gösterir.
Kadınların erkekler karşısındaki avret yerleri el ve yüz dışında kalan tüm vücudlarıdır, avret yerlerini açması koca dışında, kardeşleri ve babaları için dahi doğru değildir. Vücud çizgilerini ve deriyi ortaya koyacak biçimde ince ve dar giyinmek de yasaktır. Hz. Aişe'den gelen bir rivayete göre, bir defasında kız kardeşi Esma ince bir elbise içinde Hz. Peygamber'e (s.a) gelir. Hemen yüzünü çeviren Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "Ey Esma, bir kadın ergenlik çağına geldiği zaman, yüz ve el dışında vücudunun herhangi bir parçasının açığa çıkmasına izin yoktur." (Ebu Davud).
Benzer bir hadisi İbn Cerir yine Hz Aişe'den nakleder. Buna göre, bir defasında, Hz. Aişe'nin annesinin önceki kocasından olma Abdullah bin Tufeyl'in kızı kendisini ziyarete gelir. O esnada eve giren Hz. Peygamber (s.a) kızı görünce yüzünü çevirir. Hz. Aişe, "Ey Allah'ın Rasûlü, o benim yeğenimdir" der. Buna Hz. Peygamber (s.a) şöyle karşılık verir: "Bir kadın ergenlik çağına geldiği zaman, el ve yüz dışında vücudunu göstermesi helâl değildir" (Sonra da, elle nereyi kasdettiğini göstermek için bileğini tutar ve kavradığı yerle avucunun orası kadar bir mesafe kalır.) Bu bağlamda gösterilen tek hoşgörü, vücudunun bir kısmını yakın akrabalarının önünde (kardeş, baba gibi) gösterebilmesi için tanınan izindir. Bu da, kadın ev işlerini yaparken gereklidir. Sözgelimi, hamur yoğururken kolunu, döşemeleri yıkarken pantolununu sıvayabilir.
Kadınların kadınlar karşısındaki avret yerleri, erkeklerin erkekler karşısındaki avret yerlerinin aynısı, yani göbekle diz kapağı arasıdır. Fakat, bu kadının kadın karşısında yarı çıplak duracağı anlamına gelmez. Şu kadar ki, vücudun göbekle diz kapağı arasının her halükârda kapanması gerekirken, vücudunun diğer bölümleri için böyle değildir.
33. İlahi Kanun'un kadınlardan istediği yalnızca erkeklerden istediğiyle, yani bakışlarını sakınıp, ferçlerini korumakla sınırlı olmayıp, erkeklerden istenmeyen daha başka şeylerin de kadınlardan istendiği önemle belirtilmelidir. Bu da gösteriyor ki, bu alanda erkeklerle kadınlar bir değildir.
34. "Zinet" çekici elbiseler, süslemeler ve kadınların genellikle kullandığı diğer baş, yüz, el, ayak vs. süslerini içine alır ve modern manada "makyaj" (süslenme) sözcüğüyle ifade edilebilir. Bu zinetin başkalarının yanında açılmaması emri aşağıdaki açıklama notlarında ayrıntılarıyla açıklanacaktır.
35. Çeşitli müfessirlerce bu ayete verilen anlamlar ayetin gerçek anlamını karmakarışık bir hale getirmiştir. Oysa, açıkça söylenmek istenen, "kadınların zinet ve süslerini" açıkta olan-kendiliğinden görünen" ve kontrollerinin ötesine taşanın dışında göstermemeleri gerektiğidir. Yani, kadınlar bilerek ve kasden süslerini açığa vuramazlar, fakat, niyet ve kasıt olmaksızın, başörtünün savrulup zinetin ortaya çıkması veya kadın giyiminin bir parçası olarak çekiciliği bulunmakla birlikte gizlenmesi mümkün olmayan dış elbisenin görünmesi gibi durumlarda zinetin açığa çıkmasında kadın üzerine sorumluluk yoktur. Hz. Abdullah İbn Mes'ud, Hasan Basrî, İbn Sirin ve İbrahim Nehaî'nin tefsirleri de bu şekildedir. Buna karşılık, bazı müfessirler ayeti, "vücudun genellikle açıkta kalan ve örtülmeyen kısımları" anlamına almışlar ve tüm süsleriyle birlikte yüzü ve elleri bunun içine dahil etmişlerdir.
Bu, Hz. Abdullah İbn Abbas'la izleyicilerinin ve çok sayıda Hanefi fakihinin görüşüdür. (Ahkâmü'l-Kur'an, el-Cessas, Cilt: 3, 388-389). Bu durumda, bunlara göre kadınların, tüm makyajıyla yüzleri ve süsleriyle elleri açık olarak dışarı çıkmalarında bir mahzur yoktur.
Fakat biz bu görüşe katılamayacağız. Bir şeyi göstermekle o şeyin kendiliğinden görünmesi arasında dağlar kadar fark vardır. Birincisi niyet ve kasıt belirtirken ikincisi zorda kalma ve çaresiz olmayı ifade eder. Üstelik böyle bir yorum. Hz. Peygamber (s.a) devrinde örtü ayetinin inmesinden sonra kadınların yüzleri açık dışarı çıkmadıklarını bildiren rivayetlere de ters düşmektedir. Örtü hükmü yüzlerin örtülmesini de içine almaktadır ve peçe, Hacc'da ihramlı olmanın dışında kadın giyiminin bir parçası haline gelmiştir. Bunun bir diğer delili de, ellerin ve yüzün kadınların avret yerine dahil edilmemiş olmasıdır, avret yeri ile örtü farklı şeylerdir. Avret yeri, baba ve erkek kardeş gibi erkeklerin bile yanında açılmaması zorunlu olan yerlerdir; oysa örtü, kadını mahremi olmayan erkeklerden ayıran şeydir, buradaki tartışma avret yeri değil, örtü hükümleriyle ilgilidir.
36. İslâm öncesi cahiliye günlerinde kadınlar, başın arkasında bağlanan bir tür başlık kullanırlardı. Gömleğin yakası da, boynun önünü ve göğsün üst kısmını dışarda bırakacak şekilde açılırdı. Göğüsleri örtecek gömlekten başka bir şey yoktu ve saçlar bir veya iki çift örgü halinde arkaya bırakılırdı. (El-Keşşaf, cilt: 2, sh. 9', İbn Kesir, c: 3, sh: 283-284). Bu ayet inince müslüman kadınlar başlarını, göğüslerini ve sırtlarını bütünüyle örten bir başörtüsü takmaya başladılar. Müslüman kadınların bu hüküm karşısındaki davranışlarını Hz. Aişe (r.a) canlı bir biçimde anlatır. "Nur Suresi inip, halk muhtevasını Hz. Peygamber'den (s.a) öğrenince doğru evlerine koştular ve ayetleri karıları, kızları ve kız kardeşlerine okudular" der ve ilave eder: "Ayetlere anında cevap geldi. Ensar kadınları hemen kalkıp, ellerine geçen bez parçalarından başörtüleri yaptılar. Ertesi sabah namaz için Mescid-i Nebevi'ye gelen tüm kadınlar baş örtülüydüler." Bir başka rivayette, Hz. Aişe ince bezlerin bırakılıp, bu amaçla kadınların kalın bez seçtiklerini anlatır. (İbn Kesir, cilt: 3, sh: 284, Ebu Davud).
Hükmün amacı ve gerçek niteliği, baş örtüsünün güzel ve ince bezden yapılmamasını gerektirmektedir. Ensar kadınları gerçek hedefi anlamışlardı ve ne tür bir bezin kullanılması gerektiğini biliyorlardı. Kanun Koyucu bizzat bu noktayı açıklamış ve halkın yorumuna bırakmamıştır. Dihyetü'l-Kelbî anlatıyor: "Bir keresinde Hz. Peygamber'e (s.a) belli uzunlukta güzel bir Mısır muslini getirildi. Ondan bir parça bana vererek, "Bir kısmını gömleğin için kullan, kalanını da başörtüsü yapması için karına ver, fakat ona şöyle de, bunun iç yüzüne bir başka bez parçası diksin ve içinden beden görünmesin" dedi." (Ebu Davud).
37. Bu ayet, bir kadının tüm makyaj ve süsüyle serbestçe hareket edebileceği çevreyi açıklamaktadır. Bu çevrenin dışında, akraba olsun yabancı olsun, başkalarının karşısına makyajıyla çıkmasına izin yoktur. Hüküm, bu sınırlı çevrenin dışında kasden veya dikkatsizce süslerini göstermemesi gerektiğini ifade eder. Bununla birlikte, dikkat ve titizliğe rağmen, elde olmadan meydana gelen açılmaları da Allah affeder.
38. "Babalar" hem anne, hem de baba yanından dedeleri ve büyük dedeleri de içine alır. Dolayısıyla, bir kadın kendi babası ve dedesine görünebildiği gibi, kocasının babası ve babasının babasına da görünebilir.
39. "Oğullar" kadın ve erkek tarafından torunları ve küçük torunları da içine alır. Öz oğullarla üvey oğullar arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır.
40. "Erkek kardeşler" öz ve üvey kardeşleri içine alır.
41. "Erkek ve kız kardeşlerin oğulları", öz ve üvey erkek ve kız kardeşlerin oğulları, torunları ve küçük torunları içine alır.
42. Yakınlardan sonra, diğer insanlara geçilmektedir. Bunları anlatmaya geçmeden önce karıştırma olmaması için üç noktanın anlaşılması yararladır:
1) Bazı fakihler, bir kadının hareket ve süslerini gösterme serbestisinin bu ayette anılan akraba çevresiyle sınırlı olduğu görüşündedirler. Bu çevrenin dışında kalan herkes, amca ve dayıya varıncaya kadar bu listenin dışında kalır ve Kur'an'da anılmadıkları için kadın onların yanında da örtünmek zorundadır. Fakat, bu fakihlerin bu görüşü doğru değildir. Bırakın gerçek amcaları, Hz. Peygamber (s.a) Hz. Aişe'nin süt amcası karşısında bile tam anlamıyla örtünmesine gerek duymamıştır. Kütübü Sitte ve Müsned'i Ahmed'de Hz. Aişe'den gelen bir rivayete göre, bir defasında Ebu'l-Kays'ın kardeşi Eflah Hz. Aişe'yi görmeye gelir ve eve girmek için izin ister. Fakat,örtünme emri inmiş olduğu için, Hz. Aişe izin vermez. Bunun üzerine Eflah, "Sen benim yeğenimsin, seni kardeşim Ebu'l-Kays'ın karısı emzirdi" der. Buna rağmen, Hz. Aişe böyle bir yakınının yanında peçesiz bulunmaya izin olup olmadığında tereddüt eder. O esnada Hz. Peygamber (s.a) gelir ve Hz. Aişe'ye Eflah'ı görebileceğine hükmeder. Bu da gösteriyor ki, bizzat Hz. Peygamber (s.a) ayeti bu fakihlerin yorumladığı gibi yorumlamamış yani yalnızca ayette anılan yakınlara peçesiz görünmenin helâl olduğuna hükmetmemiş amca, dayı,damat ve süt akrabalar gibi kendileriyle evlenmesi haram olan yakınlar karşısında örtüye gerek olmadığına karar vermiştir. Tabiun'dan Hasan-ı Basri aynı görüşü benimsemiş ve bu görüş Ahkamü'l-Kur'an'da (cilt: 3 sh: 390). Alleme Ebu Bekr el-Cessas tarafından desteklenmiştir.
2) Kendileriyle evlenmenin ebedi haram olmadığı yakınlar sorunu vardır ortada, bu yakınlar, ne kendilerine kadının süsleriyle görünebileceği mahrem yakınlar kategorisine, ne de başkaları karşısında olduğu gibi, kendileri karşısında da bütünüyle örtünmesi gereken tümden yabancılar kategorisine girmektedir. Herhalde kesin çizgilerle tesbit edilemeyeceğinden olsa gerek. İslâm bu konuda iki uç arasında benimsenmesi gereken yolu tayin etmemiştir. Böyle durumlarda örtüye uyup uyulmayacağı, karşılıklı ilişkilere, kadın ve erkeğin yaşına, ailevi ilişki ve bağlara ve (aynı veya ayrı evlerde oturmak gibi) daha bazı şartlara bağlı olacaktır. Bu konuda bizzat Hz. Peygamber'in (s.a) sergilediği örnek bize aynı yolu göstermektedir.
Çok sayıda rivayet, Ebu Bekr'in kızı, Hz. Peygamber'in (s.a) baldızı Esma'nın Hz. Peygamber'in (s.a) karşısında peçesiz çıktığını ve en azından yüz ve ellerini örtmediğini aktarmaktadır. Bu durum, Hz. Peygamber'in vefatından bir kaç ay önce yapılan Veda Haccı'na kadar devam etmiştir. (Ebu Davud).
Aynı şekilde Ebu Talib'in kızı ve Hz. Peygamber'in yeğeni Ümmü Hani de yüzünü ve ellerini örtmeden Hz. Peygamber'in karşısına çıkardı. Bizzat kendisi, bunu doğrulayan bir olayı Mekke'nin fethiyle ilgili olarak nakleder. (Ebu Davud). Buna karşılık Hz. Abbas'ın oğlu Fazl'ı, (Hz. Peygamber'in (s.a) amca çocuğu) Rabia bin Haris b. Abdülmuttalib'in de oğlu Abdulmüttalib'i ailenin kazanan üyeleri olmadıkları için evlenemediklerinden bir iş ricasıyla Hz. Peygamber'e (s.a) gönderdiklerini görüyoruz. Her ikisi de Hz. Peygamber'i, (s.a) Fazl'ın amca veya hala kızı ve Abdülmuttalib bin Rabia'nın babasına da benzer bir biçimde yakınlığı olan Hz. Zeyneb'in evinde görürler. Hz. Zeynep karşılarına çıkmaz ve kendileriyle Hz. Peygamber'in (s.a) huzurunda bir perde arkasından konuşur. (Ebu Davud). Bu iki örneği birlikte ele alırsak, yukarda ifade ettiğimiz aynı sonuca varırız.
3) İlişkinin kesin olmadığı durumlarda, mahrem yakınlarının yanında bile örtüye dikkat edilmelidir. Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarından Sevde'nin cariyeden doğma bir erkek kardeşi vardı. Sevde'nin ve delikanlının babası, Utbe, kardeşi Sa'd b. Ebu Vakkas'a kendi sulbünden olduğu için bir yeğen olarak delikanlıya bakması vasiyetinde bulunur. Durum kendisine aktarılınca, Hz.Peygamber (s.a) Sa'd'ın iddiasını reddeder ve şöyle buyurur: "Çocuk kimin yatağında doğmuşsa ona aittir, zaniye ise recm gerekir". Hz. Peygamber (s.a) bununla da kalmaz ve Hz. Sevde'ye gerçekten erkek kardeşi olup olmadığı şüpheli bulunduğundan delikanlının karşısında örtüye bütünüyle riayet etmesini söyler.
43. Arapça "" kelimesi, "onların kadınları" demektir. Burada tam olarak hangi kadınların kasdedildiğine geçmeden önce, burada geçen "en-nisa" kelimesinin yalnızca kadınlar, "nisai-hinne"nin ise "onların kadınları" anlamına geldiği belirtilmelidir. İlk durumda, müslüman bir kadının tüm kadınlar karşısında peçesiz görünüp, süslerini gösterebileceği anlamına gelir. Fakat "en-nisa" yerine "nisa-ihinne"nin kullanılışı bu serbestiyi belli bir çevreyle sınırlandırmıştır. Bu belli kadınlar çevresinin ne olduğu konusunda müfessirler ve fakihler farklı görüşler belirtmişlerdir.
Bir gruba göre, "kadınları"ndan kasıt yalnızca müslüman kadınlar olup, zımmî veya başkası tüm gayri müslim kadınlar bu çevrenin dışındadır ve erkekler gibi onların karşısında da örtüye bütünüyle riayet edilmesi gerekir. İbn Abbas, Mücahid ve İbn Cüreyc bu görüşte olup, delil olarak şu olayı ileri sürerler. Halife Ömer, Ebu Ubeyde'ye yazar: "Bazı müslüman kadınların gayri müslim kadınlarla birlikte halka açık hamamlara gittiklerini duyuyorum. Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan müslüman bir kadının, vücudunu kendi toplumundan olmayan kadınların önünde açması helal değildir." Bu mektubu alan Hz. Ebu Ubeyde çok sarsılır ve bağırır: "Tenini ağartmak için hamama giden kadının yüzü kıyamet gününde kararsın." (İbn Cerir, Beyhaki, İbn Kesir.)
İmam Razi'nin de içinde bulunduğu bir diğer grup, "kadınları"ndan kasdın istisnasız tüm kadınlar olduğu görüşündedir. Fakat, böyle olsaydı, "nisa-i hinne" yerine "en-nisa" kelimesinin kullanılması yeterli olacağından, bu görüşü kabul etmek mümkün değildir.
Üçüncü ve daha akla yatkın Kur'an'a daha yakın görünen görüş, "kadınları"ndan kasdın, müslüman bir kadının, müslüman olsun olmasın, günlük hayatında yakından ilişki içinde bulunduğu ve her günkü ev işini paylaştığı vs. tanıdık-bildik kadınlar olduğunu belirtmesidir. Burada amaç, kültürel ve manevi kökenleri bilinmeyen veya geçmişleri şüpheli görünen ve dolayısıyla güvenilemezlik arzeden yabancıları çevrenin dışına çıkarmaktır. Bu görüşü, zımmî kadınların Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarını ziyarete geldiğini ifade eden sahih hadisler de desteklemektedir. Bu bağlamda göz önünde bulundurulması gereken ana nokta, dini inanç değil, ahlâkî karakterdir. Müslüman kadınlar gayri müslim de olsalar tanınmış ve güvenilir ailelerin soylu, iffetli ve faziletli kadınlarıyla görüşebilir ve içten sosyal bağlar kurabilirler. Fakat müslüman da olsalar, iffetsiz ahlâksız ve adi kadınlar karşısında örtüye riayet etmelidirler. Bu kadınlarla bir arada bulunmak ahlâkî açıdan erkekle bir arada olmak kadar tehlikelidir. Bilinmeyen ve tanıdık olmayan kadınlar ise, en fazla mahrem olmayan yakınlar gibi davranılır. Bunlar karşısında yüz ve eller açılabilir, fakat vücudun kalan kısmı ve zinetler kapatılmalıdır.
44. Bu emrin gerçek anlamı konusunda fakihler arasında büyük görüş ayrılıkları vardır. Bir grup, bu yalnız bir hanımın sahip olduğu cariyelerle ilgilidir der ve ilâhî hükmü, müslüman kadınların zinetlerini, ister müşrik, ister Yahudi, isterse Hıristiyan olsun, cariyeleri karşısında açabilecekleri, fakat örtünmenin amaçları açısından hür bir yabancı erkek gibi davranılması gereken köleleri karşısında görünemeyecekleri şeklinde tefsir eder.
Bu, Abdullah b. Mes'ud, Mücahid, Hasan Basri, İbn Sirin, Said b. Müseyyeb, Tavus ve İmam Ebu Hanife'yle İmam Şafiî'nin bir görüşüdür. Bunlar, kölenin hanımına mahrem olmadığına, serbest kaldığında onunla evlenebileceğini delil getirirler. Dolayısıyla, onun salt köle olması, kendisine erkek mahremler gibi davranılmasını gerektirmez ve kadının onun karşısında serbestçe görünmesine izin vermez. Genel anlamda ve hem kölelere, hem de cariyelere uygulanabilecek şekilde kullanılan "ellerinin altında bulunanlar" ifadesinin yalnızca cariyelerle sınırlandırılmasının nedenini bu fakihler şöyle açıklarlar: İfade her ne kadar genelse de, içinde yer aldığı metnin siyak ve sibakı (öncesi ve sonrası) onu yalnızca cariyelere özgü kılmaktadır. Ayette "ellerinin altında bulunanlar" ifadesi, hemen "kadınları"'ndan sonra gelmektedir, bu nedenle ayetten kadınların yakınları ve diğer arkadaşlarının kastedildiği dolayısıyla cariyelerin bu hükmün dışında tutulduğu gibi bir yanlış anlamaya meydan verilmemesi ve kadınların hür kadın dostları gibi, cariyeleri karşısında da zinetlerini açabileceklerini belirtmek için "ellerinin altında bulunanlar" ifadesi kullanılmıştır.
Diğer grup, "ellerinin altında bulunanlar" ifadesinin, hem köleleri hem de cariyeleri içine aldığı görüşündedir. Bu da Hz. Aişe, Ümmü Seleme ve Hz. Peygamber'in (s.a) Evi'nin (Ehl-i Beyt'in) bir takım büyük alimleriyle İmam Şafiî'nin görüşüdür. Bunlar, yalnızca ifadenin genel anlamına dayanmazlar, görüşlerine Sünnet'ten de delil getirirler. Örneğin, bir defasında Hz. Peygamber (s.a) kölesi Abdullah b. Müsa'de el-Fezarî ile kızı Hz. Fatıma'nın evine gider. O zaman Hz. Fatıma'nın üzerinde ayaklarını açıkta bırakan bir entari vardı, başını örtse ayakları, ayaklarını örtse başı açıkta kalıyordu. Hz. Peygamber (s.a) kızının utandığını görünce, "Zararı yok, yalnızca baban ve kölen var" buyurdular. (Enes b. Malik'ten Ebu Davud, Ahmed, Beyhaki). İbn Asabis'in rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) bu köleyi Hz. Fatıma'ya verir ve Hz. Fatıma onu yetiştirir, sonra da azad eder.
Bu fakihler, görüşlerine bir diğer delil olarak, Hz. Peygamber'in (s.a) hadisini naklederler: "İçinizden biri kölesiyle mukatebe yapar ve köle de hürriyetini satın alacak gerekli araca sahip olursa, (sahibi olan) kadın, karşısındaki örtüsüne riayet etsin." (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Hz. Ümmü Seleme'den).
45. Bu ifadenin harfi harfine tercümesi şöyledir: "Erkeklerden bağlılarınız olup, hiçbir arzu taşımayanlar". Buradaki anlam açıkça, müslüman bir kadının mahrem erkeklerden ayrı olarak, şu iki şarta sahip olan erkekler karşısında da zinetlerini açabileceğidir: 1) Ancak ikinci derecede, yani kadına tabi bir statüde olmak, 2) Efendisinin karısı, kızı, kızkardeşi veya annesi hakkında kötü düşünce veya arzu taşımayacak şekilde, yaşlılık, güçsüzlük, yoksulluk ve düşük sosyal mevkilerde olma gibi nedenlerle cinsel etkilerden uzak bulunmak. Bu hükmü, ona itaat etmek için salim bir zihinle inceleyen herkes, kötüye kaçma yol ve araçları aramaya kaçmadığı takdirde, bugün evlerde istihdam edilen hamal, aşçı, şoför ve diğer yetişkin hizmetçilerin bu kategoriye girmediğini teslim edecektir. Müfessir ve fakihlerce yapılan açıklamalar bu ayette kasdedilen erkeklerin tümünü ortaya koymaktadır. Şöyle ki:
İbn Abbas: Kadınlara karşı hiç ilgi duymayan alık kimseler.
Katade: Sadece gerekli rızkını sağlamak için size bağlanmış olan yoksullar.
Mücahid: Yalnızca yiyeceğe ihtiyaç duyup, kadınlara karşı ilgisi olmayan alık erkekler.
Şa'bi: Her bakımdan efendisine bağlı olan ve evdeki kadınlara kötü nazarla bakma cesareti bulunmayan kimseler.
İbn Zeyd: Bir aileye o ailenin üyesi sayılacak kadar uzun süre hizmet etmiş ve evin kadınlarına karşı hiçbir arzu taşımayan erkekler. Bu erkekler yalnızca geçimlerini sağlamak için evdedirler.
Tavus ve Zuhrî: Kadınlara karşı hiç bir arzu duymayan ve duyma cesareti de olmayan saf kimseler, (İbn Cerir, cilt: 18, sh: 95-96, İbn Kesir, cilt: 3 sh: 285).
Bu konudaki en güzel açıklama Hz. Peygamber (s.a) zamanında meydana gelen ve Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesaî ve İmam Ahmed'in Hz. Aişe ve Hz. Ümmü Seleme'den rivayet ettikleri şu olaydır: Medine'de, iktidarsız ve cinsel etkilerden uzak sanıldığından, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarının yanına serbestçe girebilen bir hadım erkek (Hunsa) vardı. Hz. Peygamber (s.a) bir gün hanımlarından Hz. Ümmü Seleme'nin evine gittiğinde, bu adamı kardeşi Abdullah b. Ebi Ümeyye ile konuşurken işitti. Abdullah'a ertesi gün Taif'i fethederlerse, hemen Gaylan Sekafi'nin kızı Bedia'yı elde etmesini tavsiye ediyordu. Sonra, Bedia'nın güzelliğini ve çekiciliğini övmeye başladı ve o kadar ki, onun gizli yerlerini tasvir etmeye kadar gitti, Hz. Peygamber (s.a) bunları duyunca şöyle dedi: "Ey Allah'ın düşmanı, sanki onun her yanını görmüşsün". Sonra da, bu adam karşısında kadınların örtüye tam riayet etmelerini bir daha onun evlere alınmamasını emretti. Bunun ardından, onu Medine'den çıkardı ve diğer hadımların da evlere girmelerini yasakladı. Çünkü kadınlar onların varlığına aldırmazken, onlar bir evdeki kadınları diğer evlerdeki erkeklerin karşısında tasvir ediyorlardı.
Bu da gösteriyor ki, "cinsel arzu duyamayan" ifadesi, yalnızca fiziksel iktidarsızlığı belirtmemektedir. Fiziksel açıdan iktidarsız olmakla birlikte, içten içe cinsel arzu besleyen ve kadınlara karşı ilgi duyan kişiler pek çok şerlere neden olabilirler.
46. Yani, cinsel duyguları henüz uyanmamış olan çocuklar. Bu da, en fazla 11-12 yaşındaki çocuklar için geçerli olabilir. Bu yaşın üstündeki çocuklar, henüz bülüğa ermemiş bile olsalar, cinsel duygu sahibi olmaya başlarlar.
47. Hz. Peygamber (s.a) bu hükmü yalnızca süs eşyalarının şıngırtısıyla sınırlamış, bundan bakışın yanısıra, duyguları harekete geçirecek her türlü şeyin, Allah'ın kadınlara zinetlerini göstermeme emrindeki amaca aykırı olduğu ilkesini çıkarmıştır. Bu nedenle, kadınların koku sürünerek dışarı çıkmalarını da yasaklamıştır. Hz. Ebu Hureyre'ye göre, bu konuda şöyle buyurur o: "Allah'ın kadın kullarını mescidlere gelmekten men etmeyin, şu kadar ki, koku sürünerek gelmesinler." (Ebu Davud, İmam Ahmed).
Bir başka rivayete göre, Ebu Hureyre mescidden gelen bir kadına rastlamış ve onun koku süründüğünü hissedince kendisini durdurarak, "Ey Allah'ın kadın kulu, mescidden mi geliyorsun?" diye sormuş, kadının "evet" demesi üzerine de, "Habibim Ebu'l-Kasım'ın (s.a) şöyle buyurduğunu işittim: "Kokuyla mescide gelen kadının namazı, o kadın cinsel ilişkiden sonra yıkandığı gibi yıkanmadıkça kabul olunmaz" demiştir. (Ebu Davud, İbn Mace, İmam Ahmed, Nesaî).
Ebu Musa el-Eş'arî Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Halkın onun kokusundan zevk alacak şekilde, koku sürünmüş olarak yoldan geçen bir kadın şöyle şöyledir: Oldukça sert sözler kullanmıştır." (Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî). Onun bu konudaki emri kadınların parlak renkli, fakat hafif kokulu parfümler (kokular) kullanması şeklindeydi (Ebu Davud).
Hz. Peygamber (s.a) kadın seslerinin gereksiz yere erkeklerin kulaklarına gitmesini de tasvip etmemiştir. Gerçek ihtiyaç durumunda, bizzat Kur'an kadınların erkeklerle konuşmalarına izin verdiği gibi, Hz. Peygamber'in (s.a) hanımları da dinî konularda halkı aydınlatırlardı. Fakat, hiçbir gerekçe veya dini ya da ahlâkî bir amaç olmadığı durumlarda, kadınların seslerini erkeklere duyurmaları tasvip edilmemiştir. O kadar ki, imam cemaata namaz kıldırırken yanılır veya atlamada bulunursa, erkeklerin "Sübhanallah" demeleri gerekirken kadınlar yalnızca el çırparlar. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace).
48. "Allah'a tevbe edin": Bu konuda şimdiye kadar işleyegeldiğimiz hatalar nedeniyle Allah'tan bağışlanma dileyin ve Allah ve Rasûlü'nün koyduğu hükümler doğrultusunda gidişatınızı düzeltin.
49. Bu hükümlerin inmesinden sonra, İslâm toplumunda Hz. Peygamber'in (s.a) yaptığı diğer düzeltmeleri de vermek yararlı olacaktır. Şöyle ki:
1) Başka erkeklerin (akraba da olsalar) bir kadını gizlice görmelerini veya kadının mahrem yakınlarının yokluğunda onunla oturmalarını yasaklamıştır. Hz. Cabir İbn Abdullah, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kocaları evde bulunmayan kadınların yanına girmeyin, çünkü şeytan kan gibi sizin içinizde dolaşır." (Tirmizi).
Yine, Hz. Cabir'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Allah'a ve ahiret günü'ne inanan kimse, yanında mahrem bir yakını bulunmayan kadının yanına girmesin. Çünkü bu durumda üçüncü kişi şeytandır." (İmam Ahmed). İmam Ahmed, Amir b. Rabia'dan buna benzer bir hadis daha rivayet eder. Bizzat Hz. Peygamber (s.a) bu konuda son derece titizdi. Bir defasında, geceleyin hanımı Hz. Safiye'yi evine getirirken, Ensar'dan iki adam yanlarından geçer. Hz. Peygamber (s.a) onları durdurarak şöyleder: "Yanımdaki kadın karım Safiye'dir." Onlar da "Sübhenallah ey Allah'ın Rasûlü, senin hakkında hiç şüphe edilir mi?" derler. Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verir: "Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Zihinlerinize kötü bir düşünce yerleştirir diye korktum." (Ebu Davud).
2) Hz. Peygamber (s.a), erkeğin elinin na-mahrem kadının bedenine dokunmasını tasvip etmemiştir. Bu yüzden, biat esnasında erkeklerin elini sıkarken, bunu kadınlara karşı hiç yapmamıştır. Hz. Aişe, Hz.Peygamber'in hiç bir yabancı kadına dokunmadığını söyler. Kadınlarla sözle biatlaşır ve bu bitince de, "Gidebilirsiniz, biatınız tamamdır" derdi. (Ebu Davud).
3) Kadınların yanlarında mahremleri bulunmadan veya na-mahremle birlikte yolculuğa çıkmalarını şiddetle yasaklamıştır. Buhari ve Müslim'in İbn Abbas'tan rivayetine göre, Hz.Peygamber (s.a) bir hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır: "Hiç bir erkek, yanında mahremi bulunmadığı sürece yalnızken bir kadının yanına giremez ve hiç bir kadın, yanında mahremi bulunmadan tek başına yolculuğa çıkamaz." Bir adam kalkar ve der: "Karım Hacc'a gidecek, fakat bana bir sefere katılma emri verildi." Hz. Peygamber (s.a) buna şöyle karşılık verir: "Karınla Hacc'a gidebilirsin."
Aynı konuda sahih hadis kaynaklarının İbn Ömer, Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri hadislerde, Allah'a ve ahiret günü'ne inanan müslüman bir kadının yanında mahremi olmadan yolculuğa çıkamayacağı ifade edilmektedir. Şu kadar ki, yolculuğun uzunluğu ve süresi hakkında bazı farklı rivayetler vardır. Bazı rivayetlerde, yolculuğun asgari sınırı 12 mil olarak gelmekte, bazıları bir gün, bir gün bir gece, iki gün veya hatta üç günlük bir süre koymaktadır. Bu farklılık, rivayetlerin sıhhatine gölge düşürmediği gibi, içlerinden birini diğerlerine tercihle kabul etmemizi de gerektirmez. Rivayetlerin arasını bulmak için, Hz. Peygamber'in (s.a) farklı durumlarda şartlara ve durumun gereğine göre farklı talimatlarda bulunduğu söylenebilir. Sözgelimi, üç günlük yolculuğa çıkan bir kadın mahremsiz çıkmaktan yasaklanırken, bir günlük yolculuğa çıkan bir başkası da aynı şekilde yasaklanmış olabilir. Burada ana sorun, farklı durumlarda farklı kişilere farklı talimat vermek değil, İbn Abbas hadisinde ifade olunduğu üzere, bir kadının mahremsiz yolculuğa çıkamayacağı ilkesidir.
4) Hz. Peygamber (s.a) cinslerin serbestçe karışımına uygulamalarıyla engel olduğu gibi, bunu şifahen de yasaklamıştır. İslâm'da Cum'a ve cemaat namazlarının önemi herkesin malumudur. Cum'a namazı bizzat Allah tarafından farz kılınmış, cemaatle namazın öneminin derecesi ise şu hadiste ifadesini bulmuştur: "Eğer bir kişi gerçek bir özrü olmaksızın mescide gelmez ve namazını evde kılarsa, Allah bu namazını kabul etmeyecektir." (Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî, Hakim, İbn Abbas'tan). Böyleyken Hz. Peygamber (s.a) kadınları Cum'a namazından muaf tutmuştur. (Ebu Davud, Darekutnî, Beyhakî).
Cemaatle namazlara gelip gelmemeleri konusunda ise kadınları serbest bırakmış ve "Mescidlere gelmek isterlerse kendilerine engel olmayın" buyurmuşlardır. Bununla birlikte, kadınların namazlarını evde kılmalarının mescidde kılmaktan daha faziletli olduğunu da belirtmekten geri durmamışlardır. İbn Ömer ve Ebu Hureyre şu rivayette bulunurlar: "Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerine gelmekten men etmeyin." (Ebu Davud). İbn Ömer'den gelen diğer rivayetler de aynı mealdedir: "Kadınların geceleyin mescidlere gelmelerine izin verin." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesaî, Ebu Davud). Ve "Evleri, kendileri için mescidlerden daha iyiyse de, kadınlarınızı mescidlere gelmekten alıkoymayın." (İmam Ahmed, Ebu Davud). Ümmü Nümeyd es-Saîdiyye bir keresinde Hz. Peygamber'e (s.a): "Ey Allah'ın Rasûlü! Namazımı senin imamlığında kılmayı çok arzu ediyorum" der. Rasul-i Ekrem (s.a) şöyle cevap verir: "Namazını odanda kılman taraçada kılmandan hayırlıdır. Namazını evinde kılman, yakınınızdaki mescidde kılmandan hayırlıdır, namazını yakınınızdaki mescidde kılman ana mescidde kılmandan hayırlıdır." (İmam Ahmed, Taberanî). Ebu Davud, Abdullah İbn Mes'ud'dan aynı mealde bir rivayette bulunur.
Hz. Ümmü Seleme'ye göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kadınlar için mescidlerin en hayırlıları evlerinin en iç bölmeleridir." (İmam Ahmed, Taberanî). Hz. Aişe, Emeviler zamanında hakim olan şartları görünce, "Hz. Peygamber kadınların bu tür davranışlarına şahit olsaydı, İsrailoğluları kadınlarına yapıldığı gibi, onları da mescidlere girmekten mutlaka men ederdi." (Buhari, Müslim, Ebu Davud).
Hz. Peygamber, Mescidi'nde kadınların girmesi için ayrı bir kapı ayırmış ve kendi zamanında Hz. Ömer de erkeklerin bu kapıdan girmelerini yasaklayan kesin emirlerde bulunmuştu. (Ebu Davud). Cemaatle kılınan namazlarda kadınların erkeklerin arkasında ayrı saf tutmaları emrolunmuştur, ayrıca, namazın bitiminde Hz.Peygamber ve ashabı, kadınlar erkeklerden önce mescidden çıksınlar diye bir süre beklerlerdi. (İmam Ahmed, Buhari).
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "Erkekler için safların en iyisi ön saf, en kötüsü de (kadınların safına en yakın olan) son saftır, fakat kadınlar için safların en iyisi en son saf, en kötüsü de (hemen erkeklerin arkasındaki) ön saftır." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi,Nesaî, İmam Ahmed.)
Kadınlar bayram namazlarına da katılırlardı. Şu kadar ki, erkeklerden ayrı kapalı bir yerde bulunurlardı. Hutbeden sonra Hz. Peygamber (s.a) kendilerine ayrıca hitabede bulunurdu. (Ebu Davud, Buhari, Müslim). Bir keresinde Hz. Peygamber erkeklerle kadınları kalabalık içinde yan yana giderlerken gördü ve kadınları durdurarak şöyle dedi: "Yolun ortasından yürümeniz doğru değildir, kenarlardan yürüyün". Bunu duyan kadınlar hemen duvar boyunca yürümeye başladılar. (Ebu Davud).
Bütün bu hükümler, kadın-erkek karışık toplantıların İslâm'ın ruhuna bütünüyle aykırı olduğunu gösterir. Erkeklerle kadınların Allah'ın kutsal evlerinde namaz için yanyana durmalarına izin vermeyen İlâhî Kanun'un, onların okullarda, dairelerde, kulüplerde ve diğer toplantı yerlerinde serbestçe bir arada bulunmalarına izin vermesi düşünülemez.
5) Kadınların normal ölçülerde makyaj (süslenme) kullanmalarına izin, hatta bu konuda talimat vermiş, fakat aşırı makyajı (süslenme) kesinlikle yasaklamıştır. O dönemde Arap kadınları arasında geçerli olan makyaj ve süs çeşitlerinden aşağıdakileri lânetlemiş ve toplum için yıkıcı bulmuştur:
a) Daha uzun ve sık göstermek için saça fazladan yapay saç takmak,
b) Vücudun çeşitli kısımlarına dövme yapmak ve yapay benler meydana getirmek,
c) Belli bir görünüm vermek için kaşları yolmak veya daha açık bir görünüm kazandırmak için yüzdeki tüyleri yolmak,
d) Daha çok inceltmek için dişleri ovalamak, ya da dişlerde yapay delikler açmak,
e) Yapay bir renk ve görünüm kazandırmak için yüzü safran veya daha başka kozmetiklerle ovmak.
Bu talimatlar Kütübü Sitte ve Müsned'i Ahmed'de Hz. Aişe, Esma bint-i Ebu Bekir, Hz. Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Emir Muaviye'den güvenilir ravilerce rivayet edilmektedir.
Allah ve Rasûlü'nün bu apaçık hükümlerini öğrendikten sonra, bir müslümanın önüne iki yol açılır. Ya günlük hayatında bu hükümleri uygulayıp kendisini, ailesini ve toplumunu, ortadan kaldırılmaları için Allah ve Rasûlü'nün böylesine ayrıntılı hükümleri koyduğu kötülüklerden temizleyecek, ya da bir takım zaafları nedeniyle bu hükümlerin bir veya bir kaçını çiğneyip, hiç olmazsa günah işlediğini bilecek ve bunu böyle kabul ederek, yaptığına fazilet etiketi vurmayacaktır. Bu seçeneklerin dışında, Kur'an ve Sünnet'in açık hükümlerine aykırı olarak, Batı türü bir hayat tarzını benimseyenler ve sonra da müslümanlığı kimseye bırakmayıp, İslâm'da örtünme diye bir şeyin olmadığını açıkça iddia edenler, yalnızca itaatsızlık suçunu işlemekle kalmazlar, aynı zamanda cahilliklerini ve münafıkça inatlarını da sergilemiş olurlar. Böyle bir tavır, ne dünyada doğru düşünen biri tarafından onaylanabilir, ne de ahirette Allah'ın nimetine hak kazanabilir. Fakat gel gör ki, müslümanlar arasında yer alan ve münafıklıklarında öylesine mesafa katetmiş bulunan birtakım münafıklar, ilahi hükümleri gerçek dışı görerek reddetmekte ve gayrı müslim toplumlardan ödünç aldıkları yaşama biçimlerinin doğru ve gerçeğe dayalı olduğuna inanmaktadırlar. Böyleleri asla müslüman değildirler, eğer müslüman sayılacak olurlarsa, İslâm ve İslâmdışı kelimeler bütün anlam ve önemini yitirecektir. Eğer müslüman adlarını değiştirmiş olsalar ve İslâm'ı terkettiklerini açıkça ifade etseler, o zaman hiç olmazsa medenî ve manevî cesaretlerinin bulunduğunu söyleriz. Ama, bu kişiler tüm yanlış tavırlarına rağmen, kendilerini müslüman olarak sunmaya devam etmektedirler. Dünyada bunlardan daha bayağı bir insan sınıfı herhalde bulunamaz. Böylelerinden, böylesi bir karakter ve ahlâk taşıyanlardan her türlü yalan, hile, aldatma ve iffetsizlik beklemek mümkün değil midir?


31.    Ve mümin kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve baş örtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına ve kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kız kardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin sahip olduğu cariyelelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahallerine muttali olmayan çocuklara -karşı açıverilmesi- müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar ve cümleten Allah'a tövbe ediniz, ey müminleri. Tâki kurtuluşa erebilesiniz.
 
31. (Ve) Ey yüce Peygamber!. Ümmetinden olan (mümin kadınlara da söyle) ilâhi emri tebliğ et ki, onlar da (gözlerini sakınsınlar) kendilerine bakmaları helâl olmayan şeylere bakmaktan geri dursunlar, gözlerini men eylesinler (ve avret mahallerini muhafaza etsinler) açmayıp örtsünler, gayri meşru eğilimlere meydan vermesinler (ve ziynetlerini açmasınlar) ziynet yerlerini namahrem olanlara göstermesinler, ziynet yenlerindeki küpe, gerdanlık, bilezik gibi şeyleri de ecnebilere karşı açık bulundurmaktan sakınsınlar.
Çünkü bunlara bakmak, bir fitneye sebep olabilir, (onlardan) o ziynetlerden (zahir olanı müstesna) onların kendilerini örtmek mümkün olamayacak bir vaziyette görülmeleri, bir mazerete dayanmış olduğundan caiz bulunmuştur. Parmaktaki yüzüğün, eldeki kınanın, boyanın görünmesi gibi. Bunları saklamak, güç olduğu için bunların görünmesi herhalde memnu değildir. Bununla beraber mümkün olduğu kadar örtülmesi daha iyidir, (ve) İslâm kadınları (başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar) çarşaflarını başları üzerine örtsünler.
Cahiliyet zamanında kadınlar, başörtülerini arkalarına salıvererek gerdanlıklarını diğer ziynetlerini ona buna gösterirlerdi, böyle bir vaziyet ise Islâmi terbiyeye aykırı olduğundan yasaklanmıştır, (ve ziynetlerini açıvermesinler) yani: Yüzlerinden ve ellerinden başka gerek namazda ve gerek yabancılara karşı açık bulundurulması caiz olmayan azalarını ziynet mahallerini başkalarına göstermesinler (ancak) bunların kendilerine gösterilmesi caiz olan  kimseler vardır.  Onlara gösterilebilir. 
 İşte onlar şöylece beyan  buyuruluyor: (kocalarına veyahut kendi  babalarına) babalarının ve analarının babaları, dedeleri de bu cümledendir, (veya kocalarının babalarına) gösterebilirler, (veya kendi oğullarına) torunlarına (veya kocalarının oğullarına) veya torunlarına, yani üvey evlât ve torunlara (veya kendi kardeşlerine veya kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına) bunların da oğullarına gösterebilirler. Bunların arasında zaruri olarak görüşme bulunduğu, fitne korkusu pek az olduğundan aralarında böyle bir müsaade geçerlidir. Amcalara, dayılara karşı görünmek de caizdir. Bununla beraber ziynet mahallerini bunlara karşı açık bulundurmamak daha iyidir. Tâki, kendi oğullarına tanıtmalarına bir sebebiyet verilmiş olmasın, (veyahut) bu ziynetleri (kendi kadınlarına) yani: Kendilerine sohbet ve hizmette bulunan hür, mümin kadınlara (veya kendi ellerinin sahip olduğu cariyelerine) göstermeleri de caizdir.
Kâfir olan kadınlar, manen erkek mesabesindedirler, binaenaleyh onların yanlarında müslüman kadınların elbiselerini soyunarak bütün ziynetlerini onlara göstermeleri uygun değildir. Çünkü bunları kendi erkekleri yanında söylemekten çekinmezler. Bir kadının erkek olan kölesi ise bir ecnebi erkek hükmünde olduğundan ona karşı ziynet mahallerini açık bulundurmaması lâzımdır. Kendisiyle fetva verilmiş olan görüş budur. Meğer ki, o köle, çok yaşlı biri olsun, (veyahut) o ziynet mahalleri (erkeklikten kesilmiş) kadınlara ihtiyaçları kalmamış, ihtiyar (hizmetçilerine) gösterilsin (veya kadınların avret mahallerine muttali olmayan) şehvet çağına ulaşmamış bulunan (çocuklara) karşı açıverilsin, bunlar da müstesnadır, bunlara karşı açıverilmesi caizdir. Ancak göbekten diz kapaklarına kadar olan mahallerini kocalarından başka hiç bir kimseye açı vermemeleri lâzımdır, (ve) müslüman kadınları (ziynetlerinden gizledikleri) şeyler (bilinsin diye ayaklarını birbirine vurmasınlar) yani: Ayaklarında halhallar bulunduğunu başkalarına bildirmek için ayaklarını birbirine çarpıp durmasınlar, çünkü bu, erkeklerin nazarı dikkatini çeker, kendilerine karşı gayrı meşru bir arzu uyandırır.
Cahiliyet zamanında böyle yapan kadınlar bulunmakta idi. İslâmiyet ise bunu yasaklamıştır. Böyle şüpheleri davet eden İslâm temizliğine aykırı olan hareketlerden kaçınmak lâzımdır. Ahlâki fazilet bu şekilde tecelli eder. Bir zaruret hali de müstesnadır. Meselâ: Kesin bir zarurete binaen bu yasak azalara doktorun tedavi için bakması, veya bir boğulmakta veya yanmakta olan bir kadını kurtarmak için yasak azalarına bakılması, veya zina hâdisesine şahitlik edilebilmesi için bakılmış olması caizdir. Bu, bir hayata maddî ve manevî hizmet demektir, (ve) ey müslümanlar zümresi!, (toptan Allah'a tövbe ediniz) daima Cenab-ı Hak'tan af ve mağfiret talebinde bulununuz. Çünkü insanlardan insanlık hali bazı kusurların, caiz olmayan temayüllerin, bakışların vukuu mümkündür, vâkidir. Artık daima uyanık bulunmalıdır, kusurlardan dolayı tövbe istiğfar etmelidir.
(Ey müminleri.) Böyle Cenab-ı Hak'kın emrettiği şekilde hareket ediniz (tâki) bununla (kurtuluşa erebilesiniz) sizin dünyada da, ahirette de selâmet ve saadetiniz ancak bu sayede temin edilmiş olur. Evet.. Bir insan cemiyyetinin güzelce devamı, hayat intizamı, hakiki bir hürriyet içinde yaşaması, bir takım ahlâki olmayan temayüllerden, lakırdılardan, töhmetlerden korunması ve saadeti uhrevîyeye kavuşması ancak bu gibi pek mühim ve hikmet ve menfaatin kendisi olan dinî emirlere, yasaklara riayet sayesinde tecelli eder. İnsanlık için bu riayetten başka kurtuluş çaresi yoktur. Cenab-ı Hak, cümlemizi bu kutsal ahkâma riayete muvaffak buyursun Amin.. Bu mübarek âyetler de bu suredeki yedinci nevi seri hükmü kapsamış bulunmaktadır.


 
30- Mümin erkeklere söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar, ırzlarını ko­rusunlar. Bu davranış onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarından haberdardır.
31- Mümin kadınlara söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar, ırzlarını ko­rusunlar. Görünmesi zaruri olanlar ha­riç ziynetlerini göstermesinler. Başör­tülerini yakalarının üzerine sarkıtsın- kocalarının ba-kocalarının oğul-kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları, bun­ların hanımları, sahip oldukları köle­ler, cinsî arzu duymayan erkek uşaklar müstesna, ziynetlerini göstermesinler. Gizledikleri ziynetlerini bildirmek için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah'a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.
 
 
"Gözlerini yumsunlar" cümlesinde hazif yoluyla îcaz vardır. Yani gözlerini herşeye karşı değil, sadece Allah'ın haram kıldığı şeylere karşı yumsunlar de­mektir.
"Ziynetlerini göstermesinler." ifadesi ise mecaz-i mürseldir. Murad edilen mana ziynet yerleridir. Hal ıtlak edilip mahal murad edilmiştir. Tesettür ve ko­runma emrinde mübalağa yapılmıştır.
 
 
"Mümin erkeklere söyle gözlerini yumsunlar," yani kendilerine bakmak helâl olmayan şeylere karşı gözlerini kapasınlar, harama bakmasınlar. "ırzları­nı" namuslarını helâl olmayan şeylerin tecavüzünden "korusunlar."
 
Gözlerini yumsunlar, anlamındaki "yeguddû min-ebsârihim" cümlesinde fiilin "min" harf-i cerriyle kullanılması ile ırzlarını korusunlar' anlamındaki "yahfezû furûcehüm" cümlesinde fiilin "min" harf-i cerri olmaksızın kullanıl­ması arasındaki bu ayırımın sebebi şudur: Gözü yummakta genişlik vardır. Zira göbekle diz arası dışında erkeklere bakmak caizdir. Ayrıca yabancı kadının yüz ve ellerine -bir rivayete göre, ayaklarına da- bakmak caizdir. Irz, namus meselesine gelince Keşşafta zikredildiği gibi bunun durumu daraltılmıştır. Müstesna olanlar dışındakilere bakmanın mubah oluşu, müstesna olan dışındakilerle cimanın haram oluşu fark olarak yeter. Irz, namus konusunda asıl olan husus haram oluşudur. Bakışta asıl olan ise mubah oluşudur. Gözleri yumma ırzı korumanın önünde zikredilmiştir. Çünkü harama bakış zinanın habercisidir.
 
"Bu" davranış "onlar için daha temizdir." Daha hayırlıdır, daha nezihtir. "Şüphesiz ki Allah onların" gözleriyle ve fercleriyle "yaptıklarından haberdar­dır. " Dolayısıyla onlara bunların karşılığını verecektir.
 
"Mümin kadınlara söyle. Gözlerini" harama karşı "yumsunlar" yani bakıl­ması helâl olmayan erkeklere bakmasınlar. "Irzlarını korusunlar." Tesettürle yahut zinadan korunmak suretiyle yani ferclerini yapılması helâl olmayan şey­leri yapmaktan muhafaza etsinler.
 
Elbise ve yüzük gibi örtünmesinde meşakkat olanlar "Görünmesi zaruri olanlar hariç" takı, güzel elbise ve boyalar gibi "ziynetlerini göstermesinler." Ya­hut görmesi helâl olmayan kimselere ziynet yerlerini, güzelliklerini, vücutları­nı göstermesinler. Görünmesi zaruri olandan murad bir görüşe göre yüz ve el­lerdir. Dolayısıyla bu görüşe göre fitneden korkulmazsa yabancının buralara bakması caizdir. Çünkü yüz ve eller avret -görülmesi haram- değildir. İkinci gö­rüşe göre ise, buralara bakmak haramdır. Çünkü fitne kaynağıdır, fitneye se­beptir. Beyzavî diyor ki: Tercih edilen görüş bunun namaz için caiz olmasıdır, yoksa bakılması caiz değildir. Zira hür kadının bütün bedeni avrettir. Kocadan ve mahremden başkasının tedavi, eğitim, ticarî muamele ve şahitlik gibi zaru­retler dışında kadının yüz ve ellerine bakması helâl değildir.
 
"Başörtülerini yakalarının üstüne sarkıtsınlar." Yani başlarını, boyunlarını ve göğüslerini başörtüsüyle örtsünler. "Khımâr" kadının başını örttüğü örtü­dür. "Cüyûb" elbisenin üst tarafında yaka tarafında bulunan göğsünün üst kıs­mını gösteren açıklıktır.
 
"Kocaları" eşleri ki süslenmeden asıl maksat kocaların beğenisini kazan­maktır; kocaların eşlerinin bütün bedenlerine hatta mekruh olmakla birlikte ferçlerine bile bakma hakları vardır.
"... yahut babaları ya da kocalarının babaları" ifadesinden "... sahip olduk­ları köleler" ifadesine kadar gelen ifadelerde çok muaşeret, görüşme ve bir ara­da bulunma ve bunlardan fitnenin beklenmesinin azlığı sebebiyle insan tabi­atında yakın akraba ile cinsî temasta bulunmaktan nefret duyulduğu için, me­şakkat kaldırılmıştır.
 
"Onların kadınları" tabiriyle kâfir kadınlar dışarıda bırakılmıştır. Cumhu­run görüşüne göre müslüman kadınların kâfir kadınların önünde açılmaları caiz değildir. Çünkü kâfir kadınlar müslüman kadınları erkeklere anlatmaktan sakınmazlar. Hanbelîler ise bunu caiz görmüşlerdir. Zira burada murad edilen kadın cinsi yahut kadınların tamamıdır. "Ellerinin sahip oldukları" kimseler köle ve cariyelerdir.
 
"cinsî arzu duymayan erkek uşaklar..." Buradaki "el-irbe" ihtiyaç demektir. Yani kadınlara ihtiyaç duymayanlar ki bunlar erkeklik organları harekete geç­meyen çok yaşlı kimselerdir. Bir başka görüşe göre bunlar, ahmak ve kadınla­rın durumu hakkında hiçbir şey bilmeyen aptal kimselerdir. Burulmuş veya iğ­diş edilmiş kimseler hakkında ise ihtilâf edilmiştir.
 
"... yahut" temyiz kudreti olmaması sebebiyle "kadınların mahrem yerleri­ni henüz anlamayan çocuklar..." Yani şehvet haddine ulaşmamaları ya da yaş­larının küçüklüğü sebebiyle cima nedir bilemeyen, kadınların avret yerleri hakkında bilgi sahibi olmayan çocuklar... Bu çocuklara da kadınlar dizle göbek arası hariç vücutlarını gösterebilirler.
 
"et-tıfl" cins ismi olup vasfın delaletiyle yetinilerek cemi makamında kul­lanılmıştır. Yahut bu kelime hem müfred hem de cemi için kullanılabilir.
"Gizledikleri ziynetleri" yani ayağa takılan ve yere vurdukça ses çıkaran halhal" adı verilen halkaları "bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar." Çün­kü bu erkeklerin dikkatini çeker ve kadınlara meyletmelerine sebep olur. Bu ifade ziynetleri göstermekten nehyetme ifadesinden daha beliğdir. Sesleri yükseltmemeye daha iyi delâlet eder.
"Ey müminler!" Sizlerden meydana gelen haram bakış günahı sebebiyle hep birlikte Allah'a tevbe edin ki kurtuluşa" iki cihan saadetine "eresiniz." Tev-benin kabul edilmesi sebebiyle günahtan kurtulasınız. Ayette erkekler kadınla­rı da içine alacak şekilde (tağlib yoluyla) zikredilmiştir.
 
 
İbni Ebî Hatim, Mukatil'den naklediyor: Bize Cabir b. Abdillah'tan ulaşan habere göre Esma bt. Mersel kendisine ait bir hurma bahçesinde idi. Bazı ka­dınlar onun yanına izarlarını (eteklerini) tam örtmeden giriyorlar, ayaklarındaki halkaları görünüyor, göğüsleri ve saçları belli oluyordu. Esma: "Bu ne çirkin durum!" dedi. Bunun üzerine Allah bu hususta şu ayeti indirdi: "Mümin kadınlara söyle. (Harama karşı) gözlerini yumsunlar."
 
İbni Merduveyh, Hz. Ali'den (r.a.) rivayet ediyor ki: Rasulullah (s.a.) za­manında bir adam Medine yollarından birinde bir kadına baktı. Kadın da ona baktı. Şeytan bunlara birbirlerinden hoşlandıkları için birbirlerine baktıkları şeklinde vesvese verdi. Adam o kadına bakarak bir duvarın yanında yürürken önüne başka duvar çıktı. Duvara çarptı, burnu kırıldı. Adam bunun üzerine:
- Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'a (s.a.) gidip bu durumu haber vermeden kanı yıkamayacağım, dedi. Peygamberimiz'e (s.a.) gelip olayı anlattı. Pey­gamberimiz (s. a.)
- Bu, senin günahının cezasıdır, dedi. Cenab-ı Hak "Müminlere söyle. (Ha--ım karşı) gözlerini yumsunlar." ayetini indirdi.
İbni Cerir'in Hadremî'den rivayet ettiğine göre bir kadın gümüşten iki halka ve bir de altın zincir takınmış, bir topluluğun yanından geçmişti. Ayağını yere vurunca halka zincirin üzerine düşmüş, ses çıkarmıştı. Bunun üzerine Ce-nab-ı Hak "Ayaklarını yere vurmasınlar" ayetini indirdi.
 
 
Bu ayetin önceki ayetlerle irtibatı gayet açıktır. Çünkü evlere girmek mahrem hususlara muttali olmaya sebep olabilir. Bu sebeple eve girmek için izin isteyeni de başkalarını da içine alan umumî bir hüküm şeklinde mümin er­kekler ve mümin kadınlar gözlerini harama karşı yummakla emrolunmuşlardır. Bundan dolayı hiçe alınması yasaklanan mahremiyetin çiğnenmemesi için eve girmeye izin isteyen kimse izin isteme ve eve girme anında bu sıfatı taşı­malıdır. Nitekim kadınlar da ziynetlerini sadece mahremlerine göstermelidir­ler. Çünkü zinanın habercisi olan haram bakışlar gibi ziynetleri göstermek de harama düşmeye sebep olan fitneye sebep olmaktadır. Nâmahreme bakmanın haram oluşu ile örtünmenin emredilmesi hususundaki ortak nokta fesada gi­den yolların kapanmasıdır.
 
 
"Müminlere söyle, gözlerini yumsunlar." Yani ey Muhammed Mümin kul­larımıza de ki: Allah'ın size haram kıldığı şeylere karşı gözlerinizi kapayın. Sa­dece Allah'ın bakmaya izin verdiği şeylere bakın.
 
Ayette "Müminler" kelimesinin kullanılması müminlerin vasıflarından bi­rinin emirlere derhal uymak olduğuna işarettir. Gözü yummaktan murad gözü kapatmak, göz kapaklarını tamamen kapatmak değil, bilakis haya sebebiyle gözleri yere indirmek, harama bakmamak demektir. Ayetteki "min" edatı "teb'îz" içindir. Yani gözlerinin bir kısmını yummak yani harama gözlerini di­kip doyuncaya kadar bakmamaktır. Böylece harama çokça bakan kimse ihtar edilmektedir, azarlanmaktadır.
 
Nitekim İbni Merduveyh'in rivayet ettiği nüzul sebebinde de aynı durum meydana gelmiştir. Gözleri yummak ile ırzları korumak arasındaki farka gelin­ce, ırzlarda asıl olan istisna edilenler dışında haram olması, bakışta ise asıl olan istisna edilenler dışında mubah olmasıdır.
Eğer herhangi bir kasıt olmaksızın gözümüz nâmahreme ilişirse derhal gözü yere indirmek yahut bir başka tarafa çevirmek vaciptir. Bunun delili Müslim'in Sahih'inde ayrıca Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî'nin Sünenlerinde Cerir b. Abdillah el-Becelî'den rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir. Cerîr diyor ki: Peygamberimiz'e (s.a.) ansızın önüme çıkan bir nâmahreme bakmayı sordum. Bana hemen gözümü çevirmemi emretti.
Ebu Davud'un Büreyde'den (r.a.) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.) Hz. Ali'ye şöyle demiştir: "Ey Ali! Birinci bakıştan sonra tekrar bakma. Çünkü bi­rinci bakış senin hakkındır, ikincisi senin hakkın değildir."
Buharî'nin Sahih'inde Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.):
- Yollar üzerinde oturmaktan sakının, dedi. Ashab:
- Ya Rasulallah! Mutlaka bizim meclislerimiz olmalı, orada konuşmalıyız, dediler. Peygamberimiz (s.a.):
- Eğer mutlaka olacaksa yolun hakkını verin, buyurdu. Ashab:
- Yolun hakkı nedir, ya Rasulallah? diye sordular. Efendimiz:
- Gözü (harama karşı) kapamak, eziyet verici şeyleri kaldırmak, selâmı al­mak, iyiliği emretmek, kötülüğe mani olmaktır.
 
Gözü (harama karşı) kapamanın emredilmesi fesada giden yolun kapatıl­ması, günaha varmaya mani olmaktır. Çünkü harama bakmak zinanın haber­lisi, aracısıdır.
Seleften biri şöyle demiştir: Harama bakma kalbe saplanan zehirli bir oktur. Bunun için Cenab-ı Hak ayette ırzı koruma emriyle aslî haram olan zinaya teşvik edici sebeplerden biri olan gözleri koruma emrini bir arada zikretti. Ce­nab-ı Hak şöyle buyurdu:
 
"Irzlarını korusunlar." Yani namuslarını zina, livata gibi hayasızlığı irti­kap etmekten ve başkalarının bakışlarından korusunlar. Nitekim İmam Ahmed ve Sünen sahipleri diyor ki: "Hanımın ve elinin sahip olduğu cariyen hariç mahrem yerini koru."
Allah Tealâ bu iki hükümle emredilmesinin hikmetini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Bu -davranış- sizin için daha nezihtir." Yani gözleri kapamak ve namusu korumak daha hayırlıdır, kalpleri için daha temizdir, dinleri için daha nezihtir. Nitekim şöyle denilmiştir: Kim gözünü korursa Allah onun basiretinde bir nur meydana getirir.
 
İmam Ahmed Ebu Ümame'den (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadisini nakletmektedir: "Bir kadının güzelliğini görüp de gözünü kapayan hiçbir müslüman yoktur ki, Allah ona bunun yerine tatlılığını bulacağı bir ibadet ihsan et­mesin. "
Taberanî Abdullah b. Mes'ud'dan (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadis-i kudsîsini rivayet etmektedir: "Nâmahreme bakış İblis'in zehirli oklarından bir oktur. Kim bunu benim korkumla terk ederse onun yerine kalbinde tatlılığını bulacağı bir iman veririm."
İsm-i tafdil veznindeki "daha nezih" manasında gelen "ezkâ" kelimesi gözü harama kapatmanın ve ırzı korumanın gönülleri rezaletlerin kirliliğinden te­mizleyeceği konusunda mübalağa ifade etmek içindir. Buradaki üstünlük tak-iir yoluyla yahut bakışta fayda olduğu kanaatleri itibariyledir.
 
"Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarından haberdardır." Muhakkak ki Al­lah onlardan sadır olan bütün amelleri tam bir ilimle gayet iyi bilir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz. Bu bir tehdit ve vaîddir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "O gözlerin hain bakışlarını ve gönüllerin gizlediği şeyleri (sırları) bi­lir. " (Gafir, 40/19). O gizli bakışları ve sair duyguları bilir.
 
Buharî Sahih'inde -muallak olarak- Ebu Hureyre'den (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ademoğluna zinadan na­sibi takdir edilmiştir. Kul hiç şüphesiz buna erişecektir. Gözlerin zinası (nâmah­reme ) bakmaktır. Dilin zinası konuşmaktır. Kulakların zinası işitmektir. Elle­rin zinası dokunmaktır. Ayakların zinası (harama doğru atılan) adımlardır. Nefis temenni eder ve arzu duyar. Tenasül organı da ya bu arzuyu doğrular, ya da yalanlar."
 
Şer'î hitapların çoğunluğunda kadınlar genellikle erkekler için yapılan hi­taplara -tağlib yoluyla- dahil olmasına muhalif olarak Allah Tealâ erkeklere emrettiği şekilde mümine kadınlara da kendilerine emrolunan hususları te'kit etmek için gözü yummayı ve ırzı korumayı emretti. Kadınlara ait olan ziynetin gösterilmesi, örtünme ve ziynetlerine dikkat çekecek her şeyden sakınma gibi bazı hükümleri beyan etti. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştu:
 
"Mümin kadınlara söyle, gözlerini yumsunlar ve ırzlarını korusunlar." Ya­ni Ey Peygamber! Mümine kadınlara da şöyle de: Eşlerinizden başka bakmanız size haram olanlara karşı gözlerinizi yumun. Zina, istimna gibi şeylerden ırzla­rınızı koruyun. Bu sebeple âlimlerin çoğuna göre kadının yabancı erkeklere şehvetli veya şehvetsiz bakması asla caiz değildir.
Bunun delili Ebu Davud ve Tirmizî'nin Ümmü Seleme (r.a.) den rivayet et­tikleri şu hadis-i şeriftir: Ümmü Seleme Meymune ile birlikte Rasulullah'ın ya­nında idi. O sıra İbni Ümmi Mektûm çıkageldi. Peygamberimiz'in (s.a.) huzu­runa girdi. Bu örtünme ile emredildiğimizden sonra idi. Peygamberimiz (s.a.):
- Ondan sakınarak örtünün, buyurdu. Dedim ki:
- Ya Rasulallah! O âmâ değil mi? Bizi görmüyor ve tanımıyor değil mi? Peygamberimiz (s.a.):
- Peki! Siz ikiniz kör müsünüz? Sizler görmüyor musunuz?
Muvattada. Hz. Aişe'nin (r.a.) yanma gelen âmâ sebebiyle örtündüğü riva­yet edilmiştir. Bunun üzerine Hz. Aişe'ye:
- Amâ sana bakmaz, denildi. Hz. Aişe (r.a.):
- Fakat ben ona bakıyorum, dedi.
Diğer bir gurup alim ise kadınların yabancı erkeklere -diz kapağı ile göbek arası hariç- şehvetsiz bakmalarını caiz görmüşlerdir. Bunun delili ise Buharî ve Müslim'in Sahih 'lerinde sabit olan şu hadistir:
 
Peygamberimiz (s.a.) Habeşlilere bakıyordu. Onlar mescitte bayram günü mızraklarıyla oynuyorlardı. Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a.) de geriden onla­ra bakıyor, Peygamberimiz (s.a.) de Hz. Aişe'yi örtüyordu. Hz. Aişe nihayet yo­ruldu ve döndü.
Bu görüş asrımızda ruhsat verici, kolaylaştırıcı bir görüştür.
İkinci görüşü -yani kadının erkeğe şehvetsiz bakmasının caiz olduğu görüşünü- ileri sürenler Hz. Aişe'nin İbni Ümmi Mektum'dan dolayı örtüye bürün­mesini mendup olarak kabul etmektedirler. Aynı şekilde Hz. Aişe'nin âmâdan dolayı örtünmesi de Hz. Aişe'nin takvası sebebiyle idi.
 
Kadınların nikaba (peçeye) bürünmüş olarak hiçbir erkeğin kendilerini göremiyeceği şekilde çarşılara, mescitlere ve yolculuğa çıkması şeklinde amelin asırlarca devam etmesi ve kadınların erkekleri görmemeleri için erkeklere nikab (peçe) takmalarının emredilmemesi bu görüşü desteklemektedir. Dolayısıy­la bu durum bu konuda erkeklerle kadınların hükmünün farklı olduğuna delil­dir.
Cenab-ı Hak daha sonra kadınlara özel bazı hükümler zikretti ve şöyle bu­yurdu:
 
1- "Görülmesi zaruri olanlar müstesna ziynetlerini göstermesinler." Yani kadınlar ziynetlerini -süslendikleri takı, kına, boya gibi süslerini- takındıkları zaman yabancı erkeklere ziynetlerinden hiçbir şey göstermesinler.
Ziynet gösterilmezse ziynet yerlerinin gösterilmesi evlâ olarak yasak ol­maktadır. Ya da ziynet zikredilmiş, ziynet yerleri kastedilmiştir. Buna göre ziy­net yerlerini göstermesinler demektir. Bunun delili Cenab-ı Hakk'ın "Görülme­si zaruri olanlar müstesna..." kavl-i celilidir.
İkinci görüşe göre, ziynet yerlerinin gösterilmemesi daha evlâdır. Çünkü bizzat ziynetin kendisinin nehyedilmesi kastedilmemiştir. Her ne şekilde olur­sa olsun ziynet ile ziynet yeri arasında ilişki bulunmaktadır. Gaye ziynetin ma­halli olan göğüs, kulak, boyun, kol, pazu ve ayak gibi vücut parçalarının göste­rilmesinin yasaklanmasıdır.
 
İbni Abbas'tan ve bir gurup alimden nakledildiği üzere, ayrıca cumhurun meşhur görüşü olarak nakledildiği gibi müstesna olan görünen kısım, yüz, iki el ve yüzüktür.
Ebu Davud'un Sünen'inde Hz. Aişe'den (r.a.) yaptığı şu rivayet bu konuda istifade edilen hadislerdendir: Esma bt. Ebîbekir (r.a.) üzerindeki ince elbise­lerle Peygamberimiz'in (s.a.) huzuruna girdi. Peygamberimiz (s.a.) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:
 
- "Ey Esma! Kadın hayız görme çağına ulaştığı zaman -yüzüne ve ellerine işaret ederek- o kadının bu âzalarının görülmesi doğru değildir.' Bu mürsel bir hadistir.
a) Bundan dolayı Hanefîler ve Malikîler hatta Şafiî bir kavlinde: "Yüz ve eller avret değildir." demişlerdir. Buna göre "Görülen kısım müstesna" ifadesin­den murad genellikle veya âdet olarak görülen kısım müstesna demektir.
İmam Ebu Hanife'den (r.a.) rivayet edildiğine göre ayaklar da avretten de­ğildir. Çünkü ayakların örtülmesi - özellikle köy halkında - ellerin örtülmesinden daha çok meşakkate sebeptir. İmam Ebu Yusuf tan bir rivayette ise şöyledir: Kolları örtme meşakkate sebep olduğu için kollar da avret değildir.
 
b) İmam Ahmet ile İmam Şafiî'den nakledilen daha sahih ikinci kavle gö­re, nâmahremi ansızın görme ve devamlı bakmanın haram oluşu hakkındaki
geçen hadislerin ve Buharî'nin şu hadisinin delaletiyle hür kadının bütün be­deni avrettir.
Buharî'nin İbni Abbas'tan (r.a.) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.) Fadl b. Abbas'ı kurban bayramı günü arkasına bindirmişti. Fadl da Peygamberimiz'e (s.a.) soru sormak için yaklaşan Has'am kabilesinden olan güzel kadına bakmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.) Fadl'ın çenesinden tuttu. Kadına bak­masın diye Fadl'ın yüzünü çevirdi. Buna göre "Görünen kısım müstesna" ifade­si hiç bir kasıt olmaksızın görünen kısım müstesna, manasındadır.
Fıkıh ve şeriat açısından tercih edilen görüşe göre; yüz ve eller fitne mey­dana gelmediği müddetçe avret değildir. Fitneden korkulduğu, sıkıntı ve darlık meydana geldiği ve fasık erkekler çoğaldığı zaman yüzü örtmek vacip olur. İkinci gurubun delillerine gelince bunlar vera, ihtiyaç, fitneden korkulması ve şeytanın kaygan zeminine dalmamak şeklinde açıklanabilir.
Şer'î olarak, istisna ve zaruret gereği olarak kız isteme, şahitlik, yargılan­ma, muamele, tedavi ve eğitim gibi durumlarda yabancı kadına bakmak caiz­dir. Kadın doktor yoksa erkek doktorun hastalık ve dert yerine tedavi için bak­ması caizdir.
 
2- "Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar." Yani saçlarını, boyun­larını ve göğüslerini örtmek için başörtülerini göğüsleri üzerine bıraksınlar. Burada "Vel yadrıbne" kelimesi bıraksınlar; aşağıya doğru salsınlar, demektir, "humür" kelimesi ise kadının başına örttüğü örtü manasındaki "hımar" kelime­sinin çoğuludur. "Cüyüb" kelimesi ise elbisenin üst kısmında bulunan ve boğa­zın bir kısmının göründüğü açıklık manasındaki "celb" kelimesinin çoğludur.
Bu, kadınların bazı gizli ziynet yerlerini örtmeleri için verilen bir irşad emridir. Buharî Hz. Aişe'nin (r.a.) şu sözünü rivayet ediyor: Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. "Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar." aye­ti indiği zaman geniş örtülerini yırtıp bununla başörtüsü yapmışlardı.
 
3- "Kendi kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocaları­nın oğulları, kendi kardeşleri, kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları ... müstesna ziynetlerini göstermesinler." Yani gizli ziynetlerini, vücut­larını istifade etmeleri, bakmaları için özellikle evlendikleri kocalarına göstere­bilirler. Yahut kendi babaları ve dedelerine, kocalarının babalarına, kendi oğul­larına, kocalarının oğullarına, kendi erkek kardeşlerine, kızkardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kızkardeşlerinin oğullarına görünebilirler.
 
Bunların hepsi mahrem olup kadın tamamen açılmaksızın ziynetleriyle bu kimselere çıkabilir. Bu mahremler nesep yönünden yakın olan akrabalar olup beş çeşittirler. Bunlardan başka hısımlık yoluyla akraba olan kocanın babası ile kocanın erkek çocukları vardır. Fakat ayet nesep yoluyla mahrem olanlar­dan amcaları ve dayıları zikretmemiştir. Zira amcalık ve dayılık babalık merte­besindedir. Yine ayet süt yoluyla mahrem olanları zikretmemiştir. Ancak Sün­net İmam Ahmed, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî ve İbni Mace'nin Hz. Ai-şe'den (r.a.) rivayet ettiği "Nesep yoluyla mahrem olan akraba süt yoluyla -nahrem olur." hadisiyle buna açıklık getirmiştir.
"... yahut hanımları, sahip oldukları cariyeler, cinsî iktidarı olmayan hiz­metçiler veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklar müstes-
Bunlar da kadının saçı, başı, kolları, ayakları gibi yerlerini görmelerinde mahzur olmayan insanlardır. Bunlar,
- Kadınlar,
- Köleler,
-  Kadınlara arzusu olmayan uşaklar, hizmetçilerle, iğdiş, sakat kimseler gibi kadınlara karşı şehvet duymayan kimseler,
-  Küçüklüğü ve cinsî meselelere muttali olmamaları sebebiyle kadınların âsnımlanaâaız ve mahrem meselelerinden anlamayan kimselerdir.
 
Ancak alimler arasında bunların herbiri hakkında ihtilâf meydana gelmiş­tir.
 
Kadınlara gelince: Cumhur diyor ki: Buradaki kadınlardan murad müslü­man kadınlardır, dinde kardeşleri olan kadınlardır, ehl-i zimmet kadınları de­ğildir. Müslüman kadının yüz ve elleri dışında vücudundan hiçbir azayı kâfir kadının önünde açması kocasına veya başkalarına anlatabilir diye caiz değil­dir. Kâfir kadın müslüman kadına göre yabancı erkek gibidir.
Müslüman kadın ise dinde kızkardeşinin bu güzelliklerini başka erkeklere anlatmanın haram olduğunu bilir, bundan uzak kalır. Buharî ve Müslim'in (r.a.) İbni Mes'ud'dan rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: "Kadın kadının vücuduna temas edip de sanki kocası görüyor gibi açık bir şekilde o kadını kocasına anlatmasın."
 
Said b. Mansur, İbnül-Münzir ve Beyhakî Sünen'inde Hz.Ömer'den (r.a.) rivayet ediyorlar: Hz.Ömer (r.a.) Ebu Ubeyde b. Cerrah'a şu mektubu yazdı: Müslümanların hanımlarından bazı hanımların ehl-i şirkin hanımlarıyla bir­likte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Sen bunu yasakla. Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kadının vücuduna kendi dininden olan kadın­lardan başkasının bakması helâl değildir.
İçlerinde Hanbelîlerin bulunduğu bir alimler topluluğu şöyle demişlerdir: Bunlardan murad edilen mana müslüman ve kâfir kadınların umumudur. "Ya­hut onların kadınları" kavl-i celîlindeki tamamlama müşakele ve benzerlik içindir. Yani onların cinsindendir. Kadının kadına göre avreti mutlak olarak sa­dece dizle kapak arasıdır.
 
"Sahip oldukları köleler" e gelince: Çoğunluk diyor ki: Bu ifade hem köle­leri, hem de cariyeleri içine almaktadır. Dolayısıyla kadının saçı, başı, kollarının köle ve cariyelerce görülmesi caizdir.
Bunun delili İmam Ahmed, Ebu Davud, İbni Merduveyh ve Beyhakî'nin Enes'ten (r.a.) rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.) Hz. Fatıma'ya bir köle bağışladı. O sırada Hz. Fatıma'nın üzerinde başını örttüğü zaman ayaklarına ulaşamayacak kadar, ayaklarını örtüğü zaman da başına ulaşamayacak kadar kısa bir elbise vardı. Peygamberimiz (s.a.) bu durumu görünce şöyle bu­yurdu: "Bunun hiçbir mahzuru yoktur. Bu gelenler senin baban ve kölendir."
Bir gurup alim bunun sadece cariyelere mahsus olduğu kanaatine varmış­lardır. Çünkü köle de haram olma noktasında yabancı hür adam gibidir.
 
Kadınlara ihtiyaç duymayan kimselere gelince:
 
Alimler bundan muradın ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Denil­miştir ki: Bu şehveti tükenen yaşlı kimse ya da kadınların durumu hakkında hiçbir şey bilmeyen aptal, yahut iğdiş edilmiş kimse, ya da âmâ, ya da hizmetçi veya erkekliği dişiliği belli olmayan kimsedir.
 
Muteber olan diğer bir görüşe göre bununla murad edilen, kadınlara ihti-jap duymadan, kadının onun teiaündan y$ kadrolara) yasrfJajfflJ ytömS&Sfll nakletmesinden emin olduğu kimsedir. Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud, Nesaî, Hz. Aişe (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet ederler:  "Hünsa bir adam Peygamber Efendimiz (s.a.)'in eşlerinin yanına geliyordu. Onu kadınlara karşı arzu duymayanlardan sayıyorlardı. Adam bir kadını tarif ederken Peygamberi­miz (s. a.) içeri girdi. Adam şöyle diyordu: "O kadın gelirken dört olarak gelir. Arkasını döndüğü zaman sekiz olarak gelir." Bunun üzerine Peygamberimiz (s .a.) şöyle buyurdu: "Dikkat edin. Görüyorsun ki o bu konuları gayet iyi biliyor. Sakın sizin huzurunuza girmesin." Sonra da onu evden dışarı çıkardı.
 
Kadınların mahrem yerlerine henüz muttali olmayan çocuklar kadınların durumlarını ve avretlerini anlamayan, yaşlarının küçüklüğü sebebiyle kuvvetli cinsî eğilimleri ortaya çıkmamış olan çocuklardır. Çocuk bunu anlamayacak kadar küçük ise kadınların huzuruna girmesinde mahzur yoktur. Mürahık olan yahut buna yakın henüz bulûğa erişmemiş ve gördüğünü anlatan, çirkin kadınla güzel kadını birbirinden ayırdedebilen çocukların kadınların yanına girmelerine müsaade edilmez. Bunun delili çocuğun üç vakitte odalara girmek için izin istemesinin vacip olmasıdır. Cenab-ı Hak bunu şu ayetle beyan etmiş­tir: "Ey iman edenler! Köleleriniz ve henüz bulûğ çağına erişmemiş çocuklarınız günde üç defa sizden izin istesinler." (Nur, 24/59).
 
Diğer bir grup alim ise şöyle demiştir: Kadının çocuklarca ziynetlerinin görülmesi haram olmaz. Ancak çocuk mürahık olsun-olmasın kadınlara karşı arzu duyuyorsa bu müstesnadır. Buradaki mubah oluş birinci görüş sahipleri­nin kararlaştırdıklarından daha geniştir.
Cenab-ı Hak daha sonra fitneye vesile veya sebep olacak şeylerden nehyetti:
"İnsanları gizledikleri ziynetlerini bildirmek için ayaklarını yere vurma­sınlar. " Yani kadının, ayak halkalarının sesini duyurmak için yürürken ayakla­rını yere vurması caiz değildir. Çünkü bu fitne ve fesadın kaynağıdır, dikkatleri çekmektir. Şehvet duygularını tahrik etmektir. O kadının fasıklar gurubundan olduğu şeklinde su-i zanna sebep olur. Ziynetin sesini duyurmak o ziyneti gös­termek gibidir, hatta daha da şiddetlidir. Asıl maksat tesettürdür.
Bu ifade bilezik dolu kolları sallamak, sağlardaki çıngırakları sallamak, evden dışarı çıkarken kokulanmak, süslenmek gibi hususları da içine alır. Do­layısıyla erkekler kadının kokusunu duyar, ziynetlerine kapılırlar.
 
Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî'nin Ebu Musa el-Eş'arî'den (r.a.) rivayet et­tikleri hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Her göz zina eder. Kadın koku sürüp de bir meclise uğrarsa o kadın şöyle şöyledir." Yanı zınakârdır.
Ebu Davud ve İbni Mace'nin Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet ettikleri hadıs-i şerifte Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kokulanıp bu mescide gelen ka­dın evine dönüp cünüplükten dolayı gusletmedikçe Allah onun namazını kabul etmez."
Kadın ziynetlerini erkeklere duyurmayı kast etsin veya etmesin yabancı erkeklerin huzurunda ayakları yere vurmaktan nehyedilmiştir. Zira halkalı ayakları veya benzerlerini (günümüzdeki yüksek topuklu ayakkabılar) yere vurmanın sonucu, gizledikleri ziyneti insanlara duyurmak ve bununla fitnenin meydana gelmesidir.
Hanefiler bu nehyi kadının sesinin avret olduğuna delil olarak getirmiş­lerdir. Çünkü ayak halkalarının sesinin işitilmesine sebep olan husus yasaklanmışsa kadının sesini yükseltmesi de yasaklanmıştır.
Kanaatimizce kadının sesi fitneden emin olunduğunda avret değildir. Zira Peygamberimiz'in (s.a.) hanımları yabancı erkeklere hadis rivayetinde bulunu­yorlardı.
"Ey müminler! Hep birlikte Allah'a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz." Yani ey müminler topluca Allah'a itaate dönün ve ona yönelin. Allah'ın size emretti­ği bu güzel ahlâk ve sıfatları yerine getirin. Gözleri harama karşı yummak, ırz­ları korumak, başkalarının evlerine izinsiz girmek, cahiliyetin üzerinde bulun­duğu rezil ahlâk ve sıfatlar gibi Allah'ın sizi nehyettiği hususları bırakın ki dünya ve ahiret saadetini kazanasınız.
 
Burada sahih imanın sahibi emre uymaya, tevbeye, hata ve kusurlardan dolayı istiğfar etmeye sevkedeceği hususlarına dikkat çekmek için "iman" sıfa­tıyla hitap edilmiştir. Zira tevbe kurtuluşun ve saadeti kazanmanın sebebidir.
        
 
Bu ayetlerden şu hükümler çıkmaktadır:
1- Bakılması helâl olmayan bütün namahrem erkek ve kadınlara, fitneye düşürmesinden korkulan her şeye karşı gözü kapamak vaciptir. Çünkü göz münkerlere düşme, kalbi vesveselerle meşgul etme, gönlü vesveselerle hareke­te geçirme hususunda anahtardır, fitneye ya da zinaya düşmenin postacısıdır, fesat ve fücurun kaynağıdır.
 
2- Irz ve namusu helâl olmayan kimselerin görmesinden korumak, zina, livata, dokunmak, kucaklaşmak ve istimna gibi fuhşiyata bulanmaktan korumak vaciptir.
 
3- Hamama örtüsüz girmek haramdır. İbni Ömer diyor ki: Kişinin en güzel sarfedeceği şey halvet zamanında -yani insanların bulunmadığı veya insanla­rın az bulunduğu bir zamanda- hamama girmek için verdiği bir dirhemdir.
Tirmizî Abdullah b. Abbas'tan (r.a.) Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadisini zikretmektedir: Peygamberimiz (s.a.):
- Hamam denilen evden sakının, buyurdu.
-  Ya Rasulallah! Hamam kirleri giderir ve cehennemi hatırlatır, denildi. Peygamberimiz (s.:a.)
- "Mutlaka bu işi yapacaksanız hamama örtülü olarak girin." buyurdu.
 
4- Gözü harama karşı kapamak ve ırzı korumak dinde daha nezihtir, gü­nah kirine bulaşmaktan daha uzaktır. Allah kulların fiillerini, kalplerin niyet­lerini, dillerin fısıltılarını, göz ve kulağın her türlü tavırlarını, her şeyi gayet iyi bilir, her şeye muttalidir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz. Bütün bunların kar­şılığını verir.
 
5- Avret yerleri dört kısımdır:
 
a) Erkeğin erkeğe karşı avreti: Erkeğin, göbekle diz arası dışında başka bir erkeğin bütün bedenini görmesi caizdir. Göbekle diz ise avret değildir.
İmam Ebu Hanife'ye göre diz avrettir. İmam Malik diyor ki: Baldır namaz­da avret değil, bakışta avrettir. Baldırın avret olduğunun delili Huzeyfe'den (r.a.) rivayet ettiği şu hadistir: Peygamberimiz (s.a.) baldırı açık olarak mescide uğradı. Yine Peygamberimiz (s.a.) Hakim'in Muhammed b. Abdullah b. Cahş'tan rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmuştur: "Baldırı ört. Çünkü baldır avrettir." Yine Efendimiz (s.a.) Ebu Davud, İbni Mace ve Hakim'in rivayet ettiği hadiste Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: "Baldırını açma. Ölü veya dirinin baldırına bakma." Kötü niyetle parlak oğlana bakmak da helâl değildir.
 
İki erkekten her biri yatağın bir tarafında olsa bile aynı yatakta yatmaları caiz değildir. Bunun delili Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nesaî'nin Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayet ettikleri Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadis-i şerifidir: "Erkek erkekle aynı örtü içinde birbirlerine sarılmasın. Kadın kadınla aynı örtü içinde birbirlerine sarılmasın."
Kucaklaşma ve öpüşme -kişinin oğluna şefkat duyması hali müstesna-mekruhtur. Musafaha etme ise (tokalaşma) müstehaptır. Bunun delili Enesin (r.a.) rivayet ettiği şu hadistir: Bir adam:
 
- Ya Rasulallah! İçimizden bir adam kardeşi veya dostuyla karşılaştığı za­man ona eğilebilir mi? dedi. Peygamberimiz (s.a.):
- Hayır, dedi. Adam:
- Ona sarılıp öpebilir mi? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.):
- Hayır, dedi. Adam:
-  Elini tutup onunla musafaha edebilir mi? diye sordu: Peygamberimiz
(s.a.):
- Evet, diye cevap verdi.
 
b) Kadının kadına karşı avreti: Erkeğin erkeğe karşı avreti gibidir. Kadın kadının -göbekle diz arası hariç- bütün bedenine bakma hakkına sahiptir. Fit­neden korkma durumunda ise caiz değildir. Beraber yatma caizdir.
Daha doğru olan husus, zimmî (gayr-i müslim) kadının müslüman kadının bedenine bakmasının caiz olmadığıdır. Çünkü bu şahıs din hususunda yabancıdır. Allah Tealâ "yahut onların kadınları" buyuruyor. Zimmî ise bizim kadınla­rımızdan değildir.
 
c) Kadının erkeğe karşı avreti: Eğer kadın yabancı (nâmahrem) ise bütün bedeni avrettir. Erkeğin yabancı kadının alışverişte ihtiyaç duyduğu için sadece yüzüne ve ellerine bakması caizdir. Erkeğin herhangi bir neden olmaksızın yabancı kadının yüzüne kasden bakması caiz değildir. Erkeğin gözü ansızın kadına takılırsa: "Müminlere söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar." ayetine bınâen erkek gözünü kapar veya çevirir.
İmam Ebu Hanife fitneye mahal olmadıkça bir defa bakmayı caiz görmüştür. Ancak birkaç defa bakması caiz değildir. Bunun delili az önce geçen "Ey Ali! Bir bakışın peşinden tekrar bakma. Çünkü birinci bakış senin hakkındır, ikinci bakış senin hakkın değildir." şeklindeki hadis-i şeriftir.
 
Evlilik maksadıyla kızı görmek için ona bakmak caizdir. Bunun delili İbni Hıbban ve Taberanî'nin Ebu Humeyd es-Sâidî'den rivayet ettiği Peygamberimiz'in (s.a.) şu hadisidir: "Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediği zaman kadın bilmese bile evlenmek niyetiyle baktığı zaman erkeğin kadına bakması caizdir."
 
Ayrıca alışveriş anında ihtiyaç duyulursa kadını tanımak için bakmak da caizdir. Şahitlik esnasında da yüze bakmak caizdir. Çünkü tanımak ancak bu şekilde gerçekleşir. Şehvetle bakmak ise yasaklanmıştır. Bunun delili Peygam­berimiz'in (s.a.) İmam Ahmed ve Taberanî'nin İbni Mes'uddan rivayet ettikleri "Gözler de zina eder." hadisidir.
 
Güvenilir doktorun tedavi için kadına bakması caizdir. Sünnetçinin sün­net çocuğunun avret yerine bakması caizdir. Çünkü bu zaruret yeridir. Zinaya şahitlik yapmak için zina edenlerin fercine kasden bakmak, doğum için fercine bakmak, sütanne şahitliğinde bulunmak için emzikli kadının göğsüne bakmak caizdir. Boğulmaktan veya yangından kurtarmak için kadının bedenine bak­mak caizdir.
 
Kadın nesep, sütanne veya hısımlık sebebiyle erkeğin mahremi ise aralarında İmam Ebu Hanife'nin de bulunduğu bir gurup alime göre kadının göstermemesi gereken yerleri gündelik iş esnasında da örttüğü yerlerdir.
Erkeğin hanımının bütün bedenine, hatta fercine bile bakması caizdir. An­cak ferce bakmak mekruhtur.
 
d) Erkeğin kadına karşı avreti: Erkek kadına yabancı ise erkeğin o kadına karşı avreti dizle göbek arasıdır. Bir başka görüşe göre erkeğin yüzü ve elleri dışındaki bütün bedeni kadına karşı avrettir. Tıpkı kadının erkeğe karşı avret olan yerleri gibi kadının erkek hakkında avret olması hilâfına olan birinci gö­rüş daha doğrudur. Çünkü kadının bedeni bizzat avrettir. Bunun delili kadının vücudu açık olarak namaz kılmasının sahih olmamasıdır. Erkeğin vücudu ise böyle değildir. Kadının fitneye düşme ihtimali durumunda erkeğe kasden bak­ması veya kadının erkeğin yüzüne tekrar tekrar bakması: "Siz ikiniz ondan -yani âmâ olsa da İbni Ümmi Mektûm'dan- örtünün." şeklinde daha önce geçen hadise binaen caiz değildir.
Kadın kocasının bütün vücuduna bakabilir. Ancak kocanın hanımının fercine bakması mekruh olduğu gibi hanımının da kocasının cinsi organlarına bakması mekruhtur.
Erkeğin avret yerini örtecek elbisesi olduğu halde evde çıplak oturması ca­iz değildir. Çünkü Peygamberinıiz'e (s.a.) bu durum sorulduğunda Buharî, Tirmizî ve İbni Mace'nin rivayet ettiği hadiste şöyle buyurdular: "Allah kendisin­den haya edilmeye daha lâyıktır." Tirmizî'nin İbni Ömer'den (r.a.) rivayet ettiği hadiste ise şöyle buyurdular: "Çıplaklıktan sakının. Çünkü tuvalette ve erkeğin hanımına yaklaşma durumu haricinde sizden ayrılmayan melekler vardır. "
6- Allah Tealâ kadınlara fitneye düşmekten sakınmak için vücutlarının yüz ve elleri dışındaki kısımlarını ve ziynetlerini bakanlara göstermemelerini emret­ti. Görünmesi zaruri olan ve görünmeyecek olmak üzere ziynet iki çeşittir:
- Görünmesi zaruri: Mahrem veya nâmahrem bütün insanlara mubahtır.
- Görünmeyecek kısım: Allah Tealâ'nın bu ayette bildirdiği kimseler dışın­dakilere gösterilmesi helâl olmayan kısımdır.
Bilezikler konusunda Hz. Aişe: "Bu görünmesi zaruri olan ziynetlerdendir. Çünkü ellerdedir." demiştir. Mücahid ise: "Bu görünmeyecek olan ziynetlerden­dir. Çünkü ellerin dışındadır." demiştir. Zira bilezikler bileklerde olur. Kına ise, İbnü'l-Arabî'nin görüşüne göre ayaklarda olursa görünmeyecek olan ziynetler­den sayılır.
 
7- "Baş örtüleriyle yakalarının üstünü kapatsınlar." ayetine binaen kadı­nın saçlarını, boynunu ve göğsünü örtmesi vaciptir. Ayette geçen "hımar" keli­mesi kadının başına örttüğü örtü anlamındadır.
Buharî Hz. Aişe'den (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. "Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar." ayeti indiği za­man büyük izarları yırttılar, başörtüsü yaptılar.
 
8- Allah Tealâ kadının ziynetlerini göstermesi caiz olmayan erkeklerden mahremleri, mahrem hükmünde olan kocalarını, kendi babalarını, aynı şekilde ister anne tarafından isterse baba tarafından dedelerini, eşlerin kız-erkek ço­cuklarını, öz kardeşleri, ana bir baba bir kardeşleri, aynı şekilde kardeşlerin oğullarını istisna etti. Bunlara amcalar ve dayılar da katılır. Bunlar nesep yö­nünden akrabalardır. Süt emme yönünden akraba olanlar da bunlar gibidirler. Bunların hepsine "mahrem" adı verilir.
Yine bundan, kadınlar, köleler, müslüman ve kitabî cariyeler çoğunluğun . raşüne göre istisna edilmiştir. Bazıları ise sadece cariyeleri istisna etmiştir. Ayrıca cinsî iktidarı olmayan, yahut aptal olan, ya da innîn (hastalık sebebiyle iziz) olan ve âmâ olan hizmetçiler ile henüz kadınların mahrem yerlerinden bir şey anlamayan, yaşlarının küçüklüğü sebebiyle kendilerinde cinsî eğilim ortaya çıkmayan çocuklar da müstesna tutulmuştur.
 
9- Kadınların, erkekleri fitneye ve fesada düşürmeleri, açılıp saçılmaları, ayaklarını yere vurmaları, evden dışarı çıkarken kokulanmak, süslenmek gibi erkekleri baştan çıkaracak tavırlarda bulunmaları haramdır. Kadının takılarıyla böbürlenerek ayaklarını yere vurması, Kurtubî'nin zikrettiği gibi, mek­ruhtur.
 
10- Mümin erkeklerin ve mümin kadınların tevbe etmeleri ümmet arasında hiçbir ihtilâf olmaksızın vaciptir, ve kesin bir farzdır. Çünkü her insan tevbeye muhtaçtır. Zira insan Allah Tealâ'nın haklarını yerine getirirken hata ve Kusurdan uzak kalmaz. Dolayısıyla hiçbir durumda tevbeyi terk etmez. İnsa­nın günahını her hatırladığında tevbeyi yenilemesi gerekir. Çünkü kul Rabbine kavuşuncaya kadar pişmanlığında ve azminde devam etmelidir.
İmam Ahmed, Buharî ve Beyhakî Şuabü'l-lman'da İbni Ömer'den (r.a.) Peygamberimizin (s.a.) şu hadisini rivayet etmektedirler: "Ey insanlar! Al­lah 'a tevbe edin. Zira ben Allah 'a günde yüz defa tevbe ediyorum."
Tevbenin şartları dörttür:
- Günahı tamamen terk etmek,
- Geçmişte yaptığından pişman olmak,
- Tekrar yapmamaya azmetmek,
- Hakları sahiplerine vermek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder