14 Haziran 2015 Pazar

Kadının başı açık olarak namaz kılması

Kadının başı açık olarak namaz kılması, namazın şartlarından olan setr-i avrete aykırı olduğu için böyle kılınan namaz geçerli değildir.
- Kadın namaz kılarken nasıl örtünmeli?
- Kadınlar çorapsız olarak namaz kılabilirler mi?
- Kadınların namaz kılarken çorap giymeleri şart mıdır?
- Dize kadar giyilen çorapla namaz kılınabilir mi?
- Bir kadın dirseklerine kadar uzanan bir elbise ile namaz kılabilir mi?
- Bir kadın eşinin giydiği kazakla, bir erkek de hanımının giydiği kazakla namaz kılabilir mi?

Namazın farzlarından birisi de setr-i avrettir, namazda örtülmesi gereken yerleri örtmektir. Kadının namaza durmadan önce örtmesi gereken yerleri; eli, yüzü ve ayaklarının dışında bütün bedenidir. Bazı müçtehitlere göre hanımın ayakları da avretten sayıldığından, namaz kılarken ayaklarını kapatması gerekir.
Ancak Hanefi mezhebinin "mutemed" görüşüne göre, namazda hanımın ayakları avretten sayılmaz. Dolayısıyla kendi evinde ve mahremleri (babası, kardeşi, oğlu, amcası ve dayısı gibi) yanında ayakları açık olarak namaz kılması caiz olsa da, takvaya en uygun olanı çorap giymesidir. Çünkü diğer mezheplere göre kadının ayakları da avretten sayılmaktadır. Meselâ Hanbelî mezhebinin bu husustaki delili şu hadis-i şeriftir:
Ümmü Seleme Validemiz (r.a.) anlatıyor:
"Yâ Resulallah! kadın bir entari ve başörtüsü ile namaz kılabilir mi?" diye sordum. Şu cevabı verdiler:
"Bu elbise ayaklarını örtecek derecede uzun ise, evet." (Ebû Dâvud, Salat: 83)
Giyilen elbise bedenin rengini belli edecek kadar ince olmamalıdır. Böyle bir elbise ile kılınan namazı yeniden kılmak gerekir. Başörtüsü de alttan saçını gösterecek şekilde ince olmamalı, sık dokunmuş başörtüsü kullanmalıdır. Namazda giyilen elbise fazla dar olmamalıdır. Bu takvaya ve namazın âdabına uygun düşmez.
Dize kadar çorap giyilecek olsa, etek ancak diz kapağına varsa, her ne kadar namaz sahih olsa da namaz mekruh olur. Bunun için namazda uzun bir elbise veya etek giymek icap eder. Giyilen çorabın da alttan ayağı gösterecek şekilde şeffaf ve ince olmaması gerekir. Bunun için koyu renk veya sık dokunmuş çorap giyinmelidir.
Kadın kısa kollu elbise ile namaz kılamaz. Yani dirseklerine kadar uzanan bir elbise ve gömlekle namaza durulmaz. Çünkü namaz kılan bir kimsenin avret sayılan azalarından birinin tamamı veya dörtte biri açık olursa namaz sahih olmaz. Meselâ, dirseklere kadar kol ve kulak birer azadır. Bunun için bir hanım kısa kollu bir gömlek ve elbise ile namaz kılarsa sahih olmaz.
Yani, müstehap olan, yani en güzeli, namaza duracak bir hanım, geniş ve ayaklarını örtecek kadar uzun bir elbise, boynunu ve başını örtecek bir başörtüsü ile gömleğin üstünden bürüneceği sabahlık gibi bir elbise giymelidir.
Bir erkeğin hanımının giydiği gömlek ve kazakla, hanımın da beyinin gömlek ve kazağıyla namaz kılmasında bir mahzur yoktur. Zaten bir yerde bu durum bir zaruretten kaynaklanmaktadır. Ayrıca namazda aranan en önemli husus avret yerlerinin örtünmesidir. Namaz için farz olan örtünme sağlandıktan sonra mesele halledilmiş demektir.
Kadın namaz kılarken en efdali bol ve uzun bir elbise giyerek namaz kılmasıdır. Üzerinde hiç bir örtü olamadan vücut hatlarını belli edecek şekilde olan pantolon veya eşofmanla kılınan namaz geçerli olsa da bu şekilde namaz kılmak mekruhtur. Ancak pantolon veya eşofmanın üzerine dize kadar uzun olan gömlek veya tunikle namaz kılmak mekruh olmaz.

Dinimizin baş örtüsü emri açıktır. Akıl baliğ olan her kadının başını örtmesi farzdır. Başı örtmek veya örtmemek kişisel bir tercihtir.

Kur'an-ı Kerîm'de kadınların örtünmeleri ile ilgili olarak Ahzâb Suresi'nde şöyle buyurulur:

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mümin kadınlara (dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salmalarını söyle. Onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."  (Ahzâb, 33/59).

Bu ayetten sonra inen Nûr Suresi'nin 31. ayetinde ise şöyle buyurulur:

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar; ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görünen kısmı hariç, zînetlerini açmasınlar. Başörtülerini, yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları, babaları, kayınpederleri, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunan köleleri, erkekliği kalmamış hizmetçiler, yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetlerinin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz."

Kur'an'daki bu hükümlerin yanında Hz. Peygamber (asv) de, vücut hatlarını belli edecek tarzda, karşı cinsi tahrik edecek şekilde, dar ve şeffaf giyinmeyi yasaklamıştır.

Bu ayetler ve Hz. Peygamber (asv)'in hadislerinden, avret mahallinin namazda olduğu gibi namaz dışında örtülmesinin de farz olduğu, bu uzuvların açılmasının yasaklandığı anlaşılmaktadır.

Örtünmenin zorunlu olduğuna şu âyet de delildir:

"Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların zinetlerini (bütünüyle) açmaksızın (dış) elbiselerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama iffetli olmaları onlar için daha hayırlıdır..." (Nûr, 24/60)

Ayet, evlenme ümidi olan kadınların avret mahallerini açmalarının günah olduğuna işaret etmektedir. Peygamberimiz (asv), sahâbe, tâbiîn ve daha sonraki nesillerde asırlardan beri örtünme ve başörtüsü uygulana gelmiştir. İslâm dini tesettüre böyle önem vermekle birlikte, örtünmenin şekli konusunda ayrıntıya girmemiş, bunu örf ve âdete bırakmıştır. Böylece her çağda ve her bölgede bu emrin yerine getirilmesine imkan verilmiştir. Sonuç olarak tesettür evrensel, sürekli bir hüküm; örtünmenin şekli ise yereldir.

Tesettür, kadın ve erkeğin namazda ve namaz dışında avret mahallini örtmesi demektir.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Ey Ademoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek bir elbise, bir de giyinip süsleneceğiniz elbise indirdik. Takva elbisesi ise, o hepsinden daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir. Ta ki iyice düşünsünler." (Araf, 7/26)
"Şeytan Adem ile Havva'nın avret yerlerini açmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: 'Rabbinizin size bu ağaca yaklaşmanızı yasaklamış olması yalnızca sizin iki melek olmanız ve ebedi yaşayanlardan bulunmamanız içindir ve Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim' diye yemin etti. Böylece onları aldattı, ağacI tattıkları anda ise avret yerleri kendilerine beliriverdi ve üstlerine cennet yapraklarından yamalar örtmeye başladılar. Rableri seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da size düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" Dediler ki "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." (Araf, 7/20-23)
"Ey Adem Oğulları! Şeytan ana ve babanızı, avret yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak nasıl cennetden çıkardıysa, sakın size de bir fitne (tuzak) kurmasın. Çünkü o da, kabilesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini görmeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler. Biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları yaptık." (Araf, 7/27)
Allah, Hz. Adem (as) ve Hz.Havva'nın çıplaklığını örtmüştü, yasağın ihlalinden sonra ise örtüyü kaldırmış, çıplaklıklarının utancını gidermede onları kendi çabalarıyla bırakmıştı. Kur'an'a göre Hz. Adem (as) ile Hz.Havva, örtünme güdüleri ve bu yüzden örtünme çabalarıyla birlikte yeryüzüne indirilmişlerdi.
İnsanlar yeryüzündeki  görevlerini unutarak dinlerinden saptıkça, kadının örtünme olgusuda saptırılmıştır.
Yahudiler, tesettürü kadına zulmetme ve buyurma aracı olarak gördüler. Talmut'a göre, başına örtü örtmeden sokaklarda dolaşan bir kadını kocası mehir ödemeden boşama hakkına sahiptir. Talmut müfessirleri kadının kaburga kemiğinden yaratıldığı kabulünü olduğu gibi, onun örtülü oluşunu da mütevazi, alçak başlı ve haddini bilir olması gerekliliğiyle açıklıyorlardı. Böylece kadının örtünmüşlüğü bu inanışla ezilmişliği ifade eden bir araç olmaktan ileri geçmiyordu.
Tahrif edilmiş İncil'de ise, "Kadınların örtünmelerini, erkeklerin kadınlar karşısındaki üstünlüğünü ifade etmesiyle açıklamıştır. " Pavlus'a göre, "son derece alımlı bir şey olan kadının uzun saçı, ona örtülmesi için verilmiştir." (İncil, Korintoslulara Mektuplar : 39)
Bu konudaki görüşlerini Korintoslular'a yazdığı bir mektupta açıklayan Pavlus, Tarsus'lu ve Yahudi kökenli bir havaridir. Pavlus'a göre her erkeğin başı Hz.İsa (as)'yı, bir kadının başı ise kocasını temsil etmektedir. Bu yüzden, başına bir şey koyarak ibadet eden erkek ile başına bir şey koymadan ibadet eden kadın, başlarını kirletmektedir. "Çünkü böyle bir kadın, saçları kökünden kazınmış bir kadının ta kendisidir. Bir kadın başını örtmüyorsa, saçını kestirsin. Ama saçını kısa kestirmek veya kazıtmak, bir kadın için aynı şekilde utanç verici bir şeydir. Kadın başını  da örtmelidir. Erkek tanrının kopyası ve onun yansımış ışığı olduğu için, başını örtmez. Ama kadın örtünmeli, çünkü o erkeğin yansımış ışığıdır. Başlangıçta  erkek kadından yaratılmadı, tersine kadın erkekten yaratıldı. Kadın, erkek için yaratıldı. Ama, erkek kadın için yaratılmadı. Kadın bu sebepten de başının üzerine bir şeyler örtmelidir. Meleklerden ötürü, onlara karşı koruyucu bir güç olarak ve şimdi siz kendinizi yargılayın, kadının örtünmeden tanrıya ibadeti yakışır mı?" (İncil, Korintoslulara Mektuplar : 393)
Başörtüsü Yahudiler için, putperest kadınlarda olmayan bir ar ve namus simgesi idi. ayrıca, ibadet ederlerken de başlarının örtülü olmasına dikkat ediyorlardı. Hatta sabah duasını tallit denilen, ipek ya da yünden yapılmış kenarları püsküllü dörtgen biçiminde özel bir kumaş örtüyü örtme geleneği Yahudiler de devam etmektedir.
Başörtüsü Hristiyan kadınlar arasında yaygındı. Başörtüsünün dindar Hristiyanlar için taşıdığı anlam, Hristiyan bilgini, Tetulinin kadınların  başlarını örtmeye çağrısında tanımını bulmaktadır:
"Bakire, yalvarırım başını bir örtüyle ört! İffetli edep silahına sarıl, etrafını hicab duvarıyla çevir, cinsiyetine ne kendi bakışlarının, ne de gelip geçen bakışlarının sızmayacağı bir duvar ör, kadınlara ait bu giysiyi bakireliğini korumak için taşı."
Hristiyan toplumlarda başörtüsü, asırlar boyu kadının evli olduğunu gösteren işaretti. Evli olan bir kadının başı  şöyle örtülürdü: saçını içine toplamış olduğu ağın üzerine, yüzünü de kapatan bir baş örtüsü örter, bu baş örtüsü kalçaya kadar iner, bazen önden açık bırakılır veya çene altında bir iğne ile tutturulurdu.
Rabbi Dr. Menachem M. Brayer (Yeshiva Üniversitesi Kitabı Mukaddes Literatürü Profesörü) kitabında Haham literatüründe topluma çıkan Yahudi kadının bazı zamanlar tek gözü hariç bütün yüzü kapatan baş örtüsü takmasının gelenek olduğunu söyler (1). İlk çağdaki bazı meşhur Rabbilerin sözlerini nakleder:
“Başı açık dışarı çıkmak İsrail’in kızlarına yakışmaz. anet kendi hanımını saçı görünecek şekilde bırakan erkeğe olsun... Kendini güzel göstermek için saçını açık bırakan kadın yoksulluk getirir.”
Dinin hukuk, saçı açık bir kadın “mahrem” olarak düşünüldüğü için başı açık evli bir kadın yanındayken şükretmeyi veya dua etmeyi yasaklar (2). Dr. Brayer şunları de ekler: “Tannatik dönemde kadının başını örtmemesi, iffetini aşağılama olarak algılanır. Başı açık bir kadın yüz zuzimle cezalandırılırdı” Dr. Brayer Yahudi kadının başörtüsünün, onun iffetinin bir sembolü olarak düşünülmediğini de açıklar, bazı zamanlar başörütüsü iffetin sembolünden çok zenginliğin ve farklılığın bir sembolü olarak kullanılırdı. Başörtüsü şerefli bir kadının saygınlığını ve üstünlüğünü ifade ettiği gibi kocasının kutsal mülkü olarak kadının erişilmezliğini de ifade ederdi (3).
Başörtüsü bir kadının saygınlığını ve sosyal konumunu ifade ederdi. Düşük sınıflardan kadınlar çoğu zaman yüksek sınıf izlenimi vermek için başörtüsü takarlardı. Başörtüsü soyluluğun bir alameti oldğundan dolayı eski İsrailde fahişelerin başlarını kapamalarına izin verilmezdi. Fakat fahişelerde çoğunlukla saygın görünmek için özel bir baş örtüsü takarlardı (4). Avrupadaki Yahudi kadınları, etrafındaki seküler kültürle kaynaşmaya başladığı on dokuzuncu asra kadar baş örtüsü takmaya devam etti. On Dokuzuncu asırda, Avrupa yaşam tarzı birçoğunu başı açık sokağa çıkmaya zorladı. Bazı Yahudi kadını, saçı örtmenin başka bir yolu olarak başörtüsünü perukla değiştirmeyi daha uygun buldu.  Bu gün sinagog dışında çoğu dindar Yahudi kadını başını örtmez (5). Hassidism (6) mezhebi gibi onlardan bazıları hala peruk kullanır (7).
Hristiyan geleneklerinde durum nasıl?
Katolik rahibelerin bin yıldan beri başlarını kapadığı bilinmektedir, fakat hepsi bu kadar değil. St. Paul İncil'de başörtüsüne dair bazı ilginç açıklamalarda bulunur:
“Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih ve kadını başı erkek, ve Mesihin başı Tanrıdır. Başı örtülü olarak dua eden yahut peygamberlik eden her erkek başını  küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek Allah'ın sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil fakat kadın erkektendir; çünkü erkek kadın için değil fakat kadın erkek için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden kadın başı üzerinde hakimiyet alametine malik olur.” (Korintoslulara birinci Mektup 11:3-10)
St. Paul’un kadını örtme mantığı, tanrının sureti ve yüceltilmesinin simgesi olan erkeğin, kendisi için ve kendisinden yaratılan kadın üzerindeki otoritesini simgeler.St. Tertullian meşhur tezi ‘On The Veiling of Virgins”da “Genç kadınlar, sokaklarda başınızı örtün, kiliselerde de başınızı örtmelisiniz, yabancılar arasında da başınızı örtersiniz, sonra kendi erkek kardeşlerininz arasında da başınızı örtersiniz...” yazar. Bu günkü Katolik kilise kanunları arasında kadınlar kilisede iken başlarını örtmelerini gerektiren kanun var (8). Amis  ve Mennonitler (9) gibi bazı Hristiyan mezhepleri günümüze kadar kadınlarının başlarını örttürürler. Kendi kilise önderlerinden nakledilen sebepler St. Paul tarafından Kitabı Mukaddes'te takdim edilen aynı mantıktır: “Kadınların başlarını örtmeleri erkek ve tanrıya kulluğunun bir sembolüdür.” (10).
Yukarıdaki delillerden İslamın başörtüsünü icat etmediği ortaya çıkar. Fakat İslam başörtüsünü onaylar. İslam inanan erkek ve kadınların bakışlarını sakınmalarını ve iffetlerini korumaların, inanan kadınlarında baş örtülerini boyunları ile yakalarını kapayacak şekilde uzatmalarını ister:
"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, ırzlarını, korusunlar... Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup örtsünler."(Nur, 24/30-31)
Kur'an başörtüsünün iffet için gerekli olduğunu hala açıkça ifade eder. Fakat iffet neden önemlidir? Kur'an bunu da açıklar:
"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken örtülerini üstlerine alsın ki; tanınıp inciltilmesinler."(Ahzab, 33/59)
Hepsi bu... iffet kadını tacizlerden korumak için, daha açıkça iffet kalkandır.
Böylece İslamda başörtüsünün tek amacının korunma için olduğu ortaya çıkar. Hristiyan geleneklerindekinin aksine İslamdaki başörtüsü ne erkeğin kadın üzerindeki otoritesini nede kadının erkeğe kulluğunu simgeler. Yahudi geleneklerinin aksine de o ne zenginliğin ne de şerefli kadınların farklılık alametidir. Baş örtüsü bütün kadınları korumaya yönelik iffetin sembolüdür. İslamın felsefesi; güvende olmak üzülmekten daha iyidir. Kur'an kadınların vücudu ve itibarını korumayla  o kadar ilgilenir ki, yanlışlıkla muhsan bir kadını iffetsizlikle suçlayan erkeği ağır şekilde cezalandırır:
"İffetli kadınlara zina isnat edip de, (bu suçlarını ispat için)  dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir."(Nur, 24/4)
Kur'an'ın bu sert tutumunu tahrif edilmiş İncil'in tecavüz için verdiği gevşek laubali tutumuyla kıyaslayın:
“Eğer bir adam, kız olan nişanlanmamış genç bir kadın bulursa ve onu tutup onunla yatarsa, ve onlar bulunurlarsa; o zaman onunla yatmış olan adam genç kadının babasına elli şekel gümüş verecektir ve kadın onun karısı olacaktır, çünkü onu  alçaltmıştır; bütün ömrünce onu boşayamayacaktır.” (Tesniye, 22: 28-29)
Burada şu basit soruyu sormalıyız: Gerçekten ceza gören kim? Sadece tecavüzden dolayı para cezası ödeyen erkek mi, yoksa kendisine tecavüz eden adamla evlenmeye zorlanan ve ölünceye kadar onunla birlikte yaşamak zorunda kalan kız mı? Sorulması gereken bir soru da: Hangisi kadın için daha uygun? Kur'an'ın sert tutumu mu, yoksa Kitabı Mukaddes'in laubali tutumu mu?
Özellikle Batı'da bazı kimseler kadının korunması için iffet tezini alaya almaya başladılar. Onlara göre en iyi koruma, eğitim, medeni davranışlar geliştirilmesi ve kendi nefsine hakim olmakla olur. Biz de, bunlar güzel fakat yeterli değil deriz: “Eğer ‘medeniyet’ yeterli bir koruma ise o zaman neden kadınlar kuzey Amerikada tek başına boş bir park sahasının karşısı bile olsa karanlık bir sokağa çıkmaya cesaret edemiyor? Eğer eğtim çözüm ise, Queen gibi saygın bir üniversite çoğunlukla kampüsteki bayan öğrenciler için ‘walk hom service’sine sahip? Eğer ‘kendi nefsine hakim olmak’ çözüm  ise neden iş yerlerindeki cinsel taciz olayları her gün  gazetelerde yer alıyor? Geçen birkaç yıllık sürede cinsel tacizden suçlananlar arasında: Donanma görevliler, Yöneticiler, Üniversite Profesorleri, Yargıtay hakimleri ve Amerikanın başbakanı var! Queen Üniversitesi Kadınlar Bürosu dekanının aşağıdaki beyanatını okuduğum zaman gözlerime inanamadım:
“Kanada da her altı dakikada bir kadın cinsel tacize uğruyor, her üç kadından biri hayatlarının herhangi bir döneminde cinsel tacize uğruyor, her dört kadından biri tecavüze uğrama riski veya tecavüz saldırısıyla karşı karşıya, lise veya üniversiteye giden her sekiz kadından biri cinsel tacize uğruyor ve yapılan bir çalışmaya göre üniversite çağındaki erkeklerin yüzde altmışı eğer yakalanmayacaklarından emin olurlarsa cinsel taciz yapacaklarını beyan etmişler.”
Yaşadığımız toplumda bazı şeyler çok yanlış. Toplumun yaşam biçimi ve kültüründe bazı radikal değişiklikler gerekli. giyimde, konuşmada ve davranışlarda hem erkekler hem de kadınlar için iffet kültürüne aşırı derecede ihtiyaç var. Aksi takdirde iç karartıcı istatistikler gündün güne daha kötüye giderek artacak ve maalesef sadece kadınlar bu uygulamanın cezasını ödeyecekler. Aslında hepimiz acı çekeriz, fakat  K. Gibran’ın dediği gibi: ‘Darbeyi alan kimse onu sayan gibi değil.’ (11). Bunun için genç kızları sadece iffetli elbiselerinden dolayı okuldan atan Fransa gibi toplumlar sonunda kendilerine zarar verir.
Aynı başörtüsünü Katolik rahibeler takınca, erkeklerin otoritesini gösteren ‘yüce’ bir simge, Müslüman kadınlar tarafından koruma amacıyla takıldığı zaman “baskı”nın alameti olarak aşağılanması bu günkü toplumumuzun en büyük çelişkilerinden biridir...
Dipnotlar:

1. Menachem M. Brayer, The Jewish Woman in Rabbinic Literature: A Psychosocila Perspective (Hoboken, N.;: Ktav Publishing House, 1986) p. 223
2. Ibid, pp. 316-317. Also see Swidler, op. Cit., pp. 121-123
3. Ibid., p. 139
4. Susan  W. Schneider, Jewish and Female (New York: Simon & Schuster, 1984) p. 237
5. Ibid., pp. 238-239
6. 18. asırda Polonya’da ve komşu memleketlerde peyda olan bir Yahudi hal mistiği ki en mühim temelleri dua sevgi ve sevinçtir. Ç.N.
7. Alexandra Wright, “Dudaism” in Holm and Bowker, ed., op. Cit., pp. 128-129
8. Clara M. Henning,  “Cannon Law and the Battle of the Sexes” in Rosemary R. Ruether, ed., Religion and Sexism: İmagers of Woman in the Jewish and Christian Traditions (New York: Simon and Schuster, 1974) p. 272
9. 1540 senesinde Hollanda ve Kuzey batı Almanyada vaftiz hakkındaki fikirlerinin umumi protestan telakkilerinden farklı olduğu için hususi bir cereyan şeklinde organize edilmiş, sonra bilhassa Amerikaya göçmeye mecbur olmuş bir cemaat. Her cemiyet kendi idaresi altında yaşıyor; hepsinden yüksek bir reisleri yoktur. Yalnız büyükleri vaftiz edilmektedir; İsanınn emirlerini kelime kelime icra etmek içcin ne askere gidiyorlar nede and içiyorlar. Başka cemaat ve dinlere karşı müsamaha ve tolerans gösteriyorlar. Ç.N.
10. Donald B. Kryabill, The Riddle o the Amish Culture (Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1989) p. 56
11. Khalil Gibran, Thoughts and Meditations (New York: Bantam Books, 1960) p. 28
12. The Times, Nov, 18, 1993
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder