27 Mart 2015 Cuma

ÖZGÜVEN İLE İLGİLİ KAVRAMLAR



ÖZGÜVEN İLE İLGİLİ KAVRAMLAR


a.1. Benlik (Öz)


Özgüvenin tanımını yapmadan önce, özgüven ile ilgili olduğunu düşündüğümüz   bir   takım   kavramlara   öncelikle   yer   vermeyi   uygun   gördük. Özgüvenle ilgili olarak karşımıza ilk çıkan kavram öz yani benlik kavra oluyor. Uzmanlar benliği bireyin doğuştan getirdi gizil güçlerinin çevresinin de etkisiyle edinik bir ya alma olarak tanımlıyorlar (Kuzgun, 2000, s. 184; Güngör, 1989, s.2). Benlik konusunda bireyin kendini görüş ve algılayış biçimi de son derece önemlidir. Yani bireyin nasıl olduğundan çok, kendisini nasıl görğü önemlidir. William Jamese göre benliğin rt yönü vardır ve insanlar kendilerini bunlardan biriyle veya birkıyla tanımlarlar.

1)  Maddesel Benlik (Material Self)


2)  Sosyal Benlik (Social Self)


3)  Ruhsal Benlik (Spritual Self)


4)  Saf Ego (Pure Self)


Daha öncede söz ettiğimiz gibi benlik bireyin kendisini rüş ve algılayış biçimidir. Maddesel benlik; kişinin kendisini sahip olabildiği şeyler olarak görmesi ve algılaması. Kişinin kendisine ait olan her şey maddesel benliğin içine giriyor. Vücudu,  evi,  arabası,  elbiseleri  gibi.  Sosyal  benlik,  kişinin  sosyal  yaşa  içinde taktığı pek çok maskeye uygun olarak davranması, Ruhsal benlik ise bireyin sahip olduğu yetenekler, ilgiler ve tutumlar ile kişinin bunları kendisince derecelendiriş biçimleridir. Saf ego ise bireyin sahip olduklarından kendisini ayırabilmesidir (Özdoğan, 2005. s. 123 – 125).



Öyleyse benliğe bireyin kendini sahip olduklarından ayırma da diyebiliriz. Birey kendini sahip olduklarından ayıramadığı takdirde kendini tayamama, benlik karmaşası, özünden ayrı düşmek gibi sorunlarla karşılaşma kınılmaz olabilmektedir.

Benlik kavramının gelişimi ise dinamik bir süreçtir. Benli tanımlarken doğuştan getirilen gizil güç olmakla birlikte çevrenin de önemini ifade etmiştik. Bu yüzden benlik gelişimi doğumla başlar ve bedensel, ruhsal ve toplumsal gelişmeler benlin oluşumunu etkiler.

İnsanın doğduğu andan itibaren kendisi ve çevresi ile etkileşimi içerisinde kendisi ile ilgili çeşitli algılar oluşturur. Algılanan benliğin beğenilmesi sonucu özsaygı (Güngör, 1989, s.4) buna bağ olarak da özgüven oluşur.

Benlik kavramının gelişiminde, bireyin çevresi ile olan ilişkileri, iletişimi ve yaşantılarının algılanış biçimlerine göre olan ve değişim gösteren bir reçtir. Bireyin çevresindeki insanlar tarafından olumlu olarak değerlendirilme ve kabul edilme gereksinimin karşılanma bireyin kendini algılama biçimini önemli ölçüde etkiler. Bu konuda memnun eden veya hayal kırıklığına ratan yaşantılar bireyin kendine değer verme duygusunu oluşturur. Bu duygu zamanla öğrenilerek gelişir. Bireyin özsaygı ve buna bağ olarak özgüveni bir kez oluştuktan sonra, zamanla diğer  insanların  değerlendirilmelerinden  etkilenmeden  varğı sürdür  ve  bireyin tüm  davranışları etkisi  altına  alır  (Geçtan,  1984,  s.  232).  Benlik  gelişiminde özellikle anne babanın tutum ve davranışları çok önemlidir. Benlik algısı olumlu olan anne babaların çocukları da benlik algısının olumlu olacağı bilinen bir gerçektir. Disiplin ve sevgi yoluyla ebeveyn çocuklarının benlik algısı geliştirebilirler. Aynı şekilde okul yaşantısı, ergenlik döneminin sağlıklı bir şekilde atlatabilmesi de bireyin benlik algısını olumlu yönde etkileyecektir.

Benlik algısının  çarptırıldığı  durumlarda  ise  özsaygı  ve  özgüven  gerçekçi olmaz.  Kendini  her  yönden  mükemmel  gören  ve  kıskanıldığı sanan  bir  kişide benlik algısı yüksek olabilir. Bu durumdaki bireylerdeki benlik saygısı sahte benlik saygısıdır. Tabi ki tam tersi de mümkündür. Benlik algısı şük olan bireylerde de benlik saygısının düştüğü görülebiliyor (Yörükoğlu, 1993, s.105). Her iki durumda



da  benlik  kavramının  çarpıtılma ve  gerçekçi  olmayan  özsaygı  ve  özgüven  söz konusu olmaktar.

a.2. Benlik İmgesi (Benlik İmajı)


Benlik  kavramını birinci öğesi  olan  benlik  imgesi” bireyin  sahip olduğu fiziksel ve zihinsel özelliklerinin farkında olmasıdır. Bu da öncelikle anne ve babanın çocuğa ilişkin zlü ve sözsüz tavırlarıyla başlar. Çocuğun anne-babasının gözündeki konumu  çocuğun  kendisine  ilişkin  bir  imgeye  sahip  olmasını  etkiler.  Örneğin çocuğun ailede isteniyor olması, zeki, akıllı, başarılı, yetenekli veya vasat görülmesi gibi.

Çocuğun  kendine  ilişkin  benlik  imgesi,  genellikle onun  kendi  cudu  ile ilgilidir.  Okula  başladığı  zaman  ise  yeni  deneyimler  kazanır  ve  benlik  imgesi bedensel yönü yanında okul başarısı, sosyal ilişkileri gibi yeni bir boyut da değerlendirilir (Pişkin, 1999, s. 98 99). Şüphesiz benlik imgesinin sadece çevrenin verdiği  geri  bildirimlerden  etkilenerek  biçimlenmesi  ve  gelişmesi  söz  konusu değildir. Benlik gelişiminde birey pasif değil aktiftir. Benlik algısı etkileyen etkenlerden  söz  ettik  özellikle  aile ve  çevre çok  önemlidir.  Fakat  benlik  imgesi bireyin zihinsel kapasitesi ve deneyimleriyle çevreden alğı geri bildirimleri kendine göre yorumlayabilmesiyle oluşur.

Bireyin özgüveni ile benlik ima arasında önemli bir ilişki olduğunu düşünüyoruz.  Bireyin  kendini  yeterli  ve  sevilebilen  bir  insan  olarak  görmesi  ile çirkin, başarısız, vasat ve zayıf bir birey olarak görmesinin özgüvenine çok farklı etkileri olacağı muhakkaktır. Bu yüzden gerçekçi bir benlik değerlendirilmesi yapılmalıdır.

Gerçekçi benlik değerlendirilmesinde iki önemli nokta varr. Güçyönlerimizin farkında olmak ve zayıf yönlerimizi aşağılayıcı zcükler kullanmadan gerçekçi ve belirgin bir biçimde betimlemek (Mckay, Fanning, 2005, s. 63).

çyönlerimizi çümseyip zayıf yönlerimizi yütmek yerine, gerçekte olduğumuz kişinin değerini kavramayı öğrenebiliriz.



Bu anlamda atılacak ilk adım benlik imajımızı ayrıntılı bir şekilde anlatan Benlik   Kavra   Çizelgesi   hazırlamak   olabilir.   Kendimizi,   fiziksel   görünüm, başkaları ile ilişkilerimiz, kişiliğimiz, başkalarının bizi nasıl rdükleri, okul ya da işteki başarımız, nlük işlerdeki başarımız, zihinsel işleyişimiz gibi yaşamımızın pek çok yönü ile ilgili ayrıntılı olarak değerlendirebiliriz (Mckay, Fanning, 2005, s.
48 49).


Sonuçta  pek  çoğumuz  olumlu  yönlerimizin  daha  fazla  olduğunu  rürüz ancak eksikliklere odaklarız. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek olumsuz yönlerimizi de yargılamadan yacı bir dil ile geliştirmeye çalışmak kendimize verdiğimiz değerdir.

a.3. İdeal Benlik


Benlik kavramının ikinci boyutu olan ideal benlik kavra benlik imajının gelişmiş halidir.

Birey çocukluktan itibaren sahip olma gereken özelliklerinin neler olduğunu öğrenir. Bu ideal davranışlar, beceriler ve özellikler genellikle içinde yaşanan toplum tarafından kabul edilen ideal standartları belirtir. Bu bağlamda ideal benlik bireyin olmak istediği benliktir (Rber, 2002, s. 25).

Benlik imgesi ile ideal benlik arasındaki uyum özgüveni olumlu yönde etkileyecektir.   Tabi   bunun   için   birey   benlik   imajını   kazanma   ve   kişisel özelliklerinin farkında olmalı. Ay zamanda bireyin ne olduğu ve ne olmak istedi konusunda karşılaştırma yapabilme yeteneğine sahip olma gerekmektedir.

B. ÖZGÜVENİN TANIMI


Özgüven insanların doğuştan sahip oldukları ancak çocukluktan itibaren pek çok bireyde rpülenen bir özelliktir. Özgüvenin iki merkezi boyutu vardır. Sevilebilir olma ve Yeterli olma duygusu. Bu yüzden kendini sevme, kendini affedebilme ve kendini görme biçimi özgüveni tanımlarken üzerinde durulmagereken konularr.



b.1. Kendini Sevme


Kendine güvenmek, kendine değer vermeyi gerekli kılar ama kendimizi sevmenin  hiçbir  koşulu  yoktur.  Birey  kendini  kusurlarına,  sınırlarına başarısızlıklarına   ve   olumsuzluklarına   rağmen   sever.   Kendini   sevme   bireyin zorluklara  dayanabilmesinin  ve  herhangi  bir  başarısızlıkta  kendini toparlayabileceğinin kanıtıdır. Güçlükler karşısında acı ve kuşku duymasını engellemez ama bireyi umutsuzluktan korur.

Kendimizi sevmek kendimizi tanımakla başlar.


Bireyin kendini sevebilmesi kendini tanımayla mümkün olabilir. Kendini tayan, kendi ilkeleri çerçevesinde kendisini geliştirebilen birey, kendi karakterini inşa edebilecektir. Kendi karakterlerinin ortaya koyamağı ve geliştiremediği zaman birey ne kendisiyle ne de çevresiyle sağlıklı ilişkiler kuramaz (Cüceloğlu, 2000 s.
316).


İnsan, nasıl bir insa sevebilmek için onu tanımak ve gerçek ihtiylarının ne olduğunu bilmek zorundaysa, ay şekilde kendi benlinin ihtiylarını kavramak ve bu ihtiylarını nasıl karşılayabileceğini öğrenmek için de kendi benliğini tanımak zorundadır.

Kendini tanımanın özgüven ısından önem ise bireyin yaşamında güvenli ve güvensiz  davrandığı  durumları  fark  edebilmesidir.  Bunu  fark  edebilen  kişiler güvensiz davrandıkları durumların üstesinden gelmeyi daha kolay başarabilirler. Kişinin çlü ve zayıf yönlerini bilmesi, tanıma onu amacına daha kolay ve çabuk ulaştırabilir (Kasatura, 1998, s. 187). Kendini tanımak ve sevmek pek çok insanı daha doğru, sağlıklı kararlar almaya yönlendirir.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanın kendini tanıma ve sevme konusundaki yanılgısını Erich Fromm şöyle dile getirmektedir. Otoriter ideolojiler yalnızca Batı kültürünün en değerli başarısını, bireyin biricikline ve değerine gösterilen saygıyı tehdit etmekle kalmamışlar, ay zamanda çağdaş toplumun yacı bir şekilde eleştirilmesini, dolayısıyla gerekli değişikliklerin yapılmasını da engellemişlerdir. Çağdaş kültürün başarısızğı bireycilik ilkesinden ahlaki erdemin kendi menfaatini



kollamakla   ay   anlama   geldiği   fikrinden   değil   kendi   menfaatini   şünme kavramının anlamındaki yozlaşmadan ileri gelmektedir; insanların kendi menfaatleriyle  gerektinden  fazla  ilgilenmiş  olmalarından  değil,  gerçek benliklerinin  menfaatiyle  yeterince  ilgilenmemelerinden;  çok  fazla  bencil olmalarından değil, kendilerini sevmemelerinden ileri gelmektedir (Fromm, 1997, s.
167).


Halbuki insan yaşamının değeri, mutluluğu, gelişimi, özgürlüğünün kökleri hep sevme yetisine dayar. Gerçek sevgi, yaracılığın, ilgi saygı, sorumluluk ve bilginin ortaya dökülmesidir. İnsan yaracı bir sevgiyle sevebiliyorsa ilk seveceği şey yine kendisi olacaktır.

Ancak Ba kültüründe sevginin çeşitli nesnelere uygulamasına kimse bir şey demez; başkalarını sevmek erdemli bir davranışken insanın kendisini sevmesi günahtır. Çünkü kendini sevmeyi bencillik züyle bakılır ve kendimi ne kadar çok seversem başkalarını o kadar az sevdiğim sanılır. Calvin kendini sevmeye veba” der. Freud kendini sevmeyi ruhbilimsel ıdan ele almakla birlikte onun bakış ısı da Calvininkiyle aynıdır. Ona göre kendini sevme narsizimle aynıdır. Libidonun insanın kendisine yönelmesidir (Fromm, 1995, s. 59).

Aslında bencillikle kendini sevme birbirinin tam tersidir. Bencil insan başkalarını sevmez bu doğrudur ama benciller kendilerini de sevmezler. Sevgide yaracı olmaktan, ilgi, sorumluluktan söz ettik. Kendini seven insan kendisine karşı öncelikle ilgili ve sorumludur yaracır. Bencil insan ise kendisini çok az sever yaracı olamadığı için kendinden hoşlanmaz ve kendisiyle ilgilenmez bu durum onu boşluk ve sıkıntı içinde rar.

Freud, sevgisini başkalarından çekmiş, kendisine yöneltmiş diye düşünerek bencil insanın narsist olduğunu ifade etmiştir. Bencil kişilerin başkalarını sevemedikleri doğrudur; ama benciller kendilerini de sevemezler (Fromm, 1995, s.
62).


Kendini sevme yaşantısı, kendine güven orta yaratır. Kendini sevme yaşantısında kendi kavramı, Jamesın saf ego, tasavvufun ilahi nefes” felsefenin



varlık” olarak isimlendirdiği, Kur’an-ı Kerimin ben insaruhumdan üfleyerek yarattım” dediği özümüzdür (Özdoğan, 2005, s. 125). İnsanın yaracı sevgisinin ilgi ve sorumluluğunun yöneleceği ilk ve en önemli yer de bu öz olsa gerek.

Bireyin  kendini sevmesi kendini eleştirmemesiyle başlar. Olumsuz eleştiri bireyi tam da değiştirmek istediği davranış kalıbının içine iter. Bireyin kendine gösterdiği şefkat ve anlayış bu kısırdöngüden çıkmasını ve kendisini geliştirmesini sağlar (Hay, 2001, s. 23). Kişi kendisinin iyi ve olumlu yönlerini görmezden geliyor kendini iyi ve güzel şeylere layık göryorsa kendisini sevmiyor demektir.

Öz değer yoksunluğu, kendimizi sevmediğimizin bir başka göstergesi. Yaşağı deneyimlerle de model olan Louise Hay kendini sevmeyi bir macera olarak nitelemekte ve şöyle devam etmektedir.

Kendimizi sevmek, tıpkı uçmayı öğrenmeye benzer. Çoğumuz şu ya da bu şekilde öz saygımızın yokluğundan acı çekeriz. Hepimiz hatalarımızı hoş görmediğimizden kendimizi olduğumuz gibi sevmeyiz.

Kendini sevme konusunda Louis Hayın önerdiği ilkeleri özetleyerek almaya çalışalım.

Kendini sevmenin ilkeleri


1)  Kendinizi  eleştirmeye  son  verin.  Uyumsuz  aile  ortamında  yetişenlerin genellikle sorumluluk duyguları aşırı gelişir ve kendilerini acımazca eleştirmeyi alışkanlık haline getirirler. Çünkü gerilimli ve huzursuz bir ortamda yetişmişlerdir. Uyumsuz aile ortamında yetişenler çocukluklarında, Bende bir bozukluk var” mesajını alarak büyümüşlerdir. Kendinizi azarlarken kullandığınız zcükleri bir an düşünün. İnsanlar şu zcükleri çok kullandıklarını ylediler: aptal, kötü çocuk, kötü  kız,  işe  yaramaz,  dikkatsiz,  salak,  çirkin,  değersiz,  sakar,  pis  vs.  Kendi tanımınızı yaparken bu zcükleri mi kullayorsunuz?

Öz değerimizi kazanmaya çok yük gereksinim duyarız. Çünkü kendimizi, yeterince iyi hissetmezsek, kendimizi mutsuz etmenin biok yolunu buluruz. Vücudumuzda  ağrılar  ya  da  hastalıklar  yararız;  bize  yararı  dokunacak  şeyleri



yapmayı erteleriz; aşırı yemek, alkol ve uyuşturucu gibi maddelerle cudumuzu harap ederiz.

Mükemmel olmaya çalışmak üstümüzde çok ağır baskı yapar ve yaşamımızda düzeltilmesi gereken noktaları rmemizi engeller. Bunun yerine, fark olan yönlerimizi,yaracılığımızı, bireyselliğimizi keşfederek bizi diğer insanlardan ayıran özeliklerimizi takdir etmeyi öğrenmeliyiz. Bu dünyada her birimizin oynadığı rol tektir ve kendimizi eleştirirsek bu rolü baltalarız.

2)  Kendinizi korkutmaya son verin gece yatağınıza yatınca kaç kişi bir sorunu ola en kötü senaryoya dönüştürüyor? Bu küçük bir çocuğun, canavarların yatağının altına saklandığını düşleyip korkmasına benzer. İşte bu nedenle gözünüze uyku girmez. Çocukken, annenizin babazın sizi teselli etmesine gereksinim duyarsınız. Erişkinlerse, kendilerini teselli edebilecek yeteneğe sahip oldukları bilirler.

Hastağa yakalanan kimseler bunu çok yapar. Genellikle en kötü durumu gözlerinin  önünde canlandırırlar  ya da  hemen cenaze  hazırlıklarına girişirler.  Bu güçlerini topluma bulaştırırlar ve kendilerini istisna zannederler.

Bu tür davranışlar, ilişkiler için de söz konusudur. Birisi sizi aramazsa, hemen asla başka ilişkiler kurmayacak kadar beceriksiz, sevilmeyen biri olduğunuza karar verirsiniz. İstenmediğinizi ve terk edildinizi hissedersiniz.

İşinizde de ay tutum içinde olabilirsiniz. Birisinin ylediği söz üzerine, sizi işten kovacaklarını düşünmeye başlarnız. Korku yaratan düşüncelerin olumsuz etkiler yarattığı unutmayın. Olumsuz bir şünceyi ya da bir durumu tekrar tekrar aklınızdan girmek gibi bir alışkanlık edindinizse, onun yerine, gerçekten olmasını istediğiniz bir düşünceyi ya da görüntüyü koyun.

3)  Kendinizi  sevmenin diğer  bir yolu  da  kendinize karşı  anlayışlı  ve  sarlı olmaktır. Sabırzlık, öğrenmeye karşı direnmektir. Dersimizi öğrenmeden ya da gerekli adımları atmadan yanıtları öğrenmek isteriz. Aklınızın bir bahçe olduğunu düşünün. İlk önce bahçe; taş, moloz ve ça çır yığınıdır. Kendinize duyduğunuz nefretin  ça çırpısı,  ümitsizliğin,  öfkenin,  endişenin  molozları  ve  taşları  vardır. Korku denilen,  yaşlı ağacın  budanma  gerekir. Ça  çıryı, molozları ve taşları



temizleyince, altından verimli toprak ortaya çıkar. Buna neşenin ve bereketin çük tohumları ekin ve fidelerini dikin. Güneş bitkileri ısıtır, sizde onları sevgi ve ilgiyle sulayıp besleyin. Önceleri gösterdiniz çabanın karşılığında bir şey olmuyor gibi görünür.

Fakat durmayın, bahçenize bakamaya devam edin. Eğer sabır olursaz, bahçenizdeki fideler yür, çiçekler maya başlar. Aklınız da ay bahçeye benzer. Beslenmesi gereken düşünceleri sin ve onları sarla yütün. İstediğiniz deneyimlerin bahçesini yaratmaya çaba gösterin.

4)  Aklınıza karşı nazik olmayı öğrenmelisiniz. Kendimize nazik olmak demek, tüm kendimizi suçlamalara, suçluluk duygularımıza, kendimizi cezalandırmaya ve tüm acıya son vermek demektir. Rahatlama bize pekala yardımcı olabilir. Rahatlama içinizdeki cü dışarı çıkartmanın kesin gereklerinden biridir. Çünkü gerginseniz ve korkmuşsanız enerjinizi kapatırısınız. Vücudunuzu ve aklızı rahatlamanız ve çalışmalarına izin vermeniz gün içinde sadece beş dakikazı ar. Herhangi bir anda birkaç derin nefes alıp, gözlerinizi kapayıp, içinizde taşıdığınız tüm gerilimi boşaltabilirsiniz. Nefesinizi verdinizde kendinize odaklanın ve yavaşça Seni seviyorum. Her şey yolunda deyin. Ne kadar sakinleştiğinizi fark edeceksiniz. Hayatınızı gergin ve korkmuş bir halde giremeyeceğinize dair düşünceler yarattığınızı receksiniz. zünde canlandırmak / hayal etmek de çok önemlidir.

5)  Kendinizi  övün.  Eleştiri   ruhu  yıkar;  övgü  ise  yapar.  Gücünüzden  ve içinizdeki tanrısal güçten emin olun. Kendinizi her çük rğünüzde, sizi yaratan gücü azaltıyorsunuz. İyiyi kabul etmek için kendinize izin verin. Kendinizi yeterince iyi, akıllı, uzun, zel, her neyse, hissediyor musunuz? Ve ne için yaşıyorsunuz? Bir nedenden ötürü burada olduğunuzu biliyorsunuz ve bu birkaç yıl arayla yeni bir ev almak   değil   kendinizi   geliştirmek   için   ne   yapmak   istiyorsunuz?   Kendinize güvenmek, hayal etmek, iyi davranmak istiyor musunuz? Bağışlamak istiyor musunuz? Hayatınızı değiştirmek ve istediğiniz gibi bir yaşam haline sokmak için çaba harcamaya ne kadar gönüllüsünüz?

6)  Kendini  sevmek,  kendini  desteklemek  demektir.  Arkadaşlarızla  iletişim kurun ve size yardım etmelerine izin verin ihtiyacınız olduğunda yardım isterseniz



gerçekten çlenirsiniz. Bu şekilde pek çoğumuz kendine güvenli ve yarar olmayı öğrenir. Her şeyi tek başınıza yapmaya çalışıp, sonra beceremediğiniz için kendinize kızacağınıza gelecek sefere yardım istemeyi deneyin.

7)  Negatif  özelliklerinizi  sevin.  Siz  ve  ben  bir  rü  yanlış  sim  yapmış olabiliriz. Ve eğer kendimizi cezalandırmaya devam edersek bu bir alışkanlık haline gelir ve biz bunlardan kurtulup, daha pozitif simlere ilerlemeyi çok yorucu bulabiliriz.

Negatif özelliklerimiz ne olursa olsun, bu ihtiylarımızı daha pozitif yollarla karşılamayı öğrenebiliriz. Bu yüzden kendimize Bu tecrübeden çıkarılacak sonuç nedir? sorularını sormamız gerekir. Bu sorulara cevap vermekten hoşlanmayız. Ama gerçekten ceva arayıp, rüst olursak ceva bulabiliriz.

8)  Bedeninize iyi bakın. Bir an bedeninizi içinde yaşağınız harika bir ev gibi düşünün. Evinizi seversiniz ve onunla ilgilenirsiniz, değil mi? Öyleyse bir de bedeninize ne kadar emek harcağıza bakın. Uyuşturucu ve alkol kullanımı çok yaygın, çünkü bunlar hayattan kmanın en popüler iki yolu. Eğer uyuşturucu kullayorsanız bu tü bir insan olduğunuz anlamına gelmez. Bu sadece ihtiylarınızı karşılayacak daha olumlu bir yol bulamağınız içindir. Uyuşturucular aklımızı çelmeye çalışırlar: Gel ve benimle oyna. Birlikte iyi zaman girebiliriz.” Bu doğru. Harika hissetmenizi sağlarlar. Ama gerçeği o kadar farklılıklaştırırlar ki, her ne kadar başlangıçta tahmin edilir olsa da; sonunda korkunç bir bedel ödemek zorunda kalırsınız.  Bir re uyuşturucu  kullandıktan  sonra, sağlığınız bozulur ve çoğu zaman kendinizi korkunç hissedersiniz. Uyuşturucular bağışıklık sisteminizi etkiler. Bu yüzden bedeninizde pek çok fiziksel bozukluk yaşarsınız. Ay zamanda, sıklıkla kullanımı sonucu alışkanlık yaratır. Ve hatta sizi uyuşturucuya neyin ittiği konusunda şaşkınlık bile yaşayabilirsiniz. Arkadaşlarınızın baskısı sizi kullanmaya zorlamış olabilir. Fakat devam etmek ve  sıklıkla kullanmak başka bir hikayedir.

Şimdiye kadar hiç kendini gerçekten seven ve uyuşturucuya bağımlı kalmış biri  ile  karşılaşmadım.  Uyuşturucu  ve  alkolü  çocukluğunuzdaki  yetirince  iyi değilim” duygusundan kmak için kullarız. Ve bu duygular ığa çıktığında daha da    tü    hissederiz.    Sonrasında    suçluluk    da    hissederiz.    Duygularımızı



hissedebilmenin ve onların farkında olmanın sağlıklı bir şey olduğunu öğrenmeliyiz. Duygular geçer, kacı değildir. Bedenimize yiyecekleri tıkıştırmak da sevgimizi saklamanın farklı bir yoludur. Yiyecek olmadan yaşayamayız. Çünkü cudumuzu besler ve yeni crelerin yaratılmasına yardımı olur. İyi beslenmenin ana hatlarını bilsek de genellikle yiyecekleri ve yemek düzenimizi kendimizi cezalandırmak için kullarız ve oburluk yapabiliriz.

9)  Kendimizi sevmekten bizi alıkoyan nedenler konusunda “ayna çalışmasının” önemini sık sık vurgularım. Ayna çalışmanı çeşitli şekillerde yapabilirsiniz. Sabahleyin ilk aynaya bakıp: Seni seviyorum. Bugün senin için ne yapabilirim? Seni nasıl mutlu edebilirim? diye konuşmayı severim. İçinizden gelen sesi dinleyin ve duyduklarınızı uygulamaya başlayın. Kendinizi azarlamaya alıştığınızdan sevecen ve  şefkatli  düşüncelerle  nasıl  yaklaşacağınızı  bilmediğinizden  önceleri  hiçbir ses duymayabilirsiniz.

Eğer o gün başınızdan tatsız bir olay gmişse aynanın karşısında durarak, Ne olursa olsun  seni seviyorum” deyin. Olaylar gelip  gicidir. Ama kendinize duyduğunuz sevgi kalıcıdır. Ve yaşantınızda sahip olduğunuz en önemli meziyetinizdir. Eğer başınızdan harika bir olay geçerse aynaya bakarak, Teşekkür ederim” deyin bu harika deneyimi kendinizin yarattığını asla unutmayın. Kendilerini sevmekte zorluk çeken insanlar genellikle hiçbir şeyi bağışlamayan kimselerdir. Çünkü bağışlamamak sevgi kapısını rmaz. Bir şeyi bağışlayıp unutursak yalnızca omuzlarımızdan yük bir yük kalkmakla kalmaz, ayrıca kendimizi sevebilmemizin kapısını da aralar. İnsanlar, Oh! Üstümden yük bir yük kalktı! derler. Tabii, kalkar. Çünkü bu yükü yaşadıkları rece taşımışlarr. Dr. John Harrison, kendimizi ve  ebeveynimizi  severek,  eski  rnlıkları  unutarak  hastalıklarımızı antibiyotiklerden daha iyi tedavi edebileceğimizi yyor.

10) Son madde, kendimizi şimdi sevin… Doğru zamanın gelmesini beklemeyin. Kendinizden nefret etmek bir aşkanlığa dönüşmesin. Eğer kendinizden şimdi memnunsaz, kendinizi şimdi sevip onaylıyorsaz, yaşamınızda meydana gelecek iyiliklerin,  o  zaman  tadına  varabilirsiniz.  Kendinizi  olduğunuz  gibi  kabul  edip sevmeyi öğrenirseniz, başkalarını da oldukları gibi kabul edip sevmeyi başlarsınız.



Diğer insanları biz değiştiremeyiz, öyleyse onları oldukları gibi kabul edelim. Başkalarını değiştirmek için yük bir enerji harcarız. Eğer o enerjinin yarısını kendimize harcarsak, kendimizi değiştirebiliriz. Biz değişince, diğer insanlarda bize farklı davranmaya başlarlar.

Başka bir insan için haya öğrenemezsiniz. Herkes kendi özel dersini öğrenmelidir. Bütün yapacağınız kendinizi iyi tanımaktır. Bunun ilk adımıysa kendinizi sevmekle başlar.  Böylece diğer  insanların  yıkıcı davranışlarının  altında ezilip kalmazsınız. Eğer asla değişmeyi kabul etmeyen gerçekten olumsuz bir insanla birlikteyseniz, ondan uzaklaşmanın tek yolu kendinizi sevmektir (Hay, 2002, s. 93
109).


Kendimizi sevmek için dışsal sebepler şart değildir. Desteği dünyalarından alan kişilerin, kendilerine olan sevgileri tamdır.

Kendilerini seven kişiler kendilerine güven duyarlar ve kendileriyle barışıktırlar. Kendileriyle barışık olmayan kişilerin başkaları ile barışık olma çtür (Kasatura, 1998, s. 190).

Sonuç olarak bireyin kendini sevmesi, kendine güven duygusunda çok önemli bir role sahiptir. Kendine sevgisi tam olan bireyin kendine güveni de tamdır. Bu bireylerin özelliklerini şöyle ralamak mümkündür.

    İyi özelliklerinin farkındarlar ve bununla gurur duyarlar, kusurlu tarafların da zeltme çabasına girerler.

    Hatalarını fark edebilirler.


    Kendilerini ifade etmekten çekinmezler.


    Kendilerine bakış ıları son derece olumludur.


    Başkalarının   değer   yargıları   ile   kendi   ölçülerinin   uyum   içinde   olup olmamasını önemsemezler.

    İstediklerini elde etmeyi bir hak olarak rürler.



    Kişiler ve olaylar hakkında olumlu düşüncelere sahiptirler.


    Aynaya baktıkları zaman gördükleri hoşlarına gider (Kasatura, 1998, s. 190)


b.2. Kendini Affetmek


Bağışlamak; bu zcüğün çevresinde hem yük caklık hem de insana güç veren  rkemli bir atmosfer bulunmaktadır.  Bu  fiil koy verme, serbest  rakma, yetiştirme, iyileştirme, yeniden birleştirme ve oluşturma güçlerini akla getirir(Özdoğan 2005, s. 136).

Yaradanımız Kur’an-ı Kerim de “affedici ve bağışlayıcı” olmaya şöyle çağırmaktadır;

Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun ola (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir (7/199).

Bağışlama istemli bir davranıştır, yani irademizle stiğimiz bir davranıştır. Başkalarını  bağışlayan  insan  Yaradanınından  bağışlanma  dilemekte zorlanmayacaktır. Onun da kendisini bağışlamasını ümit edebilecektir. Yaradanımız bize bu konuda şunları tavsiye etmektedir.

………affetsinler ve hoş rsünler. Allahın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayandır, esirgeyendir (24/22).

…..yine   de   affeder,   hoş   görür   (kusurlarını   yüzlerine   vurmaz)   ve bağışlarsaz, artık elbette Allah bağışlayandır, esirgeyendir (64/14).

Yaradanımız bize böylelikle bağışlamayı öğretmektedir. Yaradanın bağışlama ve korumasına ihtiyaç duymayan insanın olmayacağı düşünülğünde, insanın der insanları affetmesi en doğru şey olacaktır.

Bağışlamanın bir başka yönü de kendimizi gmişin etkisinden kurtarmak ve geleceği daha mutlu ve inanç karşılamaktır. Bağışlama çoğu zaman koşulsuz sevginin  bir  hediyesidir.  Yaşa dolu  dolu  rrmeyi  umut  ediyorsak karşımızdakini bağışlayacağızdır (Özdoğan, 2005, s. 140).



Ama tıpkı sevgide olduğu gibi bağışlamada da öncelikli olan kendimizi bağışlayabilmektir.   Özgüvene   en   çok   zarar  veren   şeydir  kendini   affetmeme. Kendisini rekli eleştiren, hatalarıyla, günahlarıyla kendini kabul edemeyen birey kendini  geliştirme,  hatalarını  iyiye,  doğruya  ve  güzele  çevirebilme  yolunu  kendi eliyle, kendisine kapatmıştır.

Yaşamda bitirilmemiş işler bireyi hep ay noktada rar. Bir rlü kendini aşıp yoluna devam edemez. Eğer bir şeyi değiştiremiyorsak, affedebilmeliyiz ki o konuyu kapatabilelim, o  işi bitirebilelim. Aksi takdirde bitiremedimiz işler her zaman ayak bağı olarak karşımıza çıkar. Hep hatalara, noksanlara talıp kalmak, onları telafi etme imkanını bize zorlaştırır. Yaradanımızın tavsiye ettiği gibi olumsuz davranıştan sonra güzel bir davranışta bulunarak kötülüğü ortadan kalralım.

Aslında kendimize karşı affedici olabilmek için çok fazla bir şey yapmaya gerek yoktur. Çünkü bu bizim doğal durumumuzdur. Yeter ki, eski dargınlıklara, kırnlıklara, acı, korku ve suçluluk duygularına rt elle sarılmayalım (Rutledge,
2000, s. 60).


Ancak ne yazık ki berrak ve rüst bir zlemle baktığımızda sahip olduğumuz olumsuz duygu birikiminin büyük bir bölümü kendimizle ilgili duygularr. Bu yüzden kendimizi affetmek özrlüğümüzr. Thom Rutledge önyargıdan   özsaygıya   isimli   kitabında   kendini   affetmeyi   bulaşık   yıkamaya benzetiyor.

Bulaşık yıkamak kaçamağımız bir ama bazen bu işi bir kenara bırakır bütün  tabakları  lavaboda  olduğu  gibi  koyveririz  .  Sonra  tabi  ki  hepsini  birden yıkamak için daha çok vakit harcarız. Eğer kendimizi bütün bulaşıktan tek bir seferde sonsuza kadar temiz kalacak şekilde yıkadığıza inandırırsak bulaşıklar tekrar biriktinde yük bir hayal rıklığı yaşar ve belki sinirleniriz. Kendimizi affetmek bulaşık yıkamaya benzer her zaman bulaşık olacaktır. Her şeyi temizlediğimizde kendimizi mutlu hisseder ve doğal olarak bazen de yetişemeyiz (Rutledge, 2000, s.
61).



Kendini  affetmek  aslında  sadece  insani  kusurlarımızı  kabul  etme  sorunu. Belki bunu ylemek yapmaktan daha kolay ama gerçekleştirilebilir.

Çünkü kendimi bağışlarken kendimize güvenmeye de başlarız. Yaşama ve diğer insanlara güven duymamak aslında insanın kendisine güven duymamasından kaynaklar. ce Benlimize güvenmediğimiz için içinde bulunduğumuz durumu yönetmesini istemeyiz ve bir takım kararları ar. Bundan yle ……… olmayacağım, yapmayacağım, izin vermeyeceğim” şeklinde rüp giden cümleler kurarız. Çünkü tekrar incinmek istemiyoruzdur. Aslında kendi kendimize Sana güvenmiyorum. Bana iyi bakmıyorsun, bundan yle her şeyden uzak yaşayacağım” demek istiyoruz (Hay, 2002, s. 28).

Kendimizi eleştirmekten ve yargılamaktan vazgtiğimizde kendimizi affedebiliyoruz. Kendimizi affettiğimiz zamanda da kendimize güveniyoruz.

b.3. Kendini Görme Şekli


Özgüvenin ikinci unsuru olan kendini görme biçimi, bireyin nitelikleri ve kusurları ile ilgili doğru ya da yanlış değerlendirmesi, kendine güvenin önemli bir değer  dayanağıdır.  Burada  kendini  tanımanın  yanında  bireyin  kendisinde  var olduğuna inandığı nitelikler, kusurlar, imkanlar ya da sınırlar önemlidir (Recber,
2002, s. 31).


Kendini kabul kavramıyla ilgili kuramsal yayınlara baktığımızda, benlik saygısı kendini kabul kavramının bir sonucu olarak kabul edilmektedir.

Kendini kabul kavramı, kendine saygı (self esteem) ve kendine güven (self confidence) gibi kişinin kendi benliğine karşı geliştirdiği olumlu bir tutumu ifade etmektedir. Ancak kendini kabul der ikisine yasla daha kapsamlıdır.

Büyük ihtimalle kendini kabul eden bireyler başkaları da kabullenebilirler. Bu konuda yapılan araştırmaları incelediğimizde her ikisi arasında r = 71lere varan yüksek bir ilişki bulunmuştur.



Rosenberge re kendini kabul ise, bireyin kendini tanıması, değerlerinin ve sınırlarının farkında olmasından dolayı bireyin kendisini olumlu algılağı ölçüde pişmanlık duymadan kabul etmesidir (Özkan, 1994, s. 15 – 16).

Erken yaşlarda tü biri olma duygusunu oluşturan en önemli şey bireyin kendini   bir   şekilde   yalnız   bırakılmış   hissetmesidir.   Eric   Eriksonun   temel güvensizliğe karşı güven duygusunun oltuğu dönem olarak tanımlağı zaman dilimidir. Çocuğun bu mesa olabileceği pek çok yol vardır. En başından ihtiyaç duyduğunda anne babasının yanında olduğunu rememek benlik duygusu üzerinde ciddi tahribat yaratacaktır. Bu dönemde ne yazık ki pek az çocuk hatanın kendinde olmağını görebilir. Kendilik algısı çocukta oluşmaya başlar ama insan bu algıyı zaman içerisinde değiştirip geliştirebilir.

Kendilik algısı düşük bireyler kendini kurban olarak rmekten uzaklaşıp, bunun yerine daha yarar ve daha net kararlar alabilen, kendi hayatlarının sorumluluğunu üstlenen kişiler olarak kendilerini algıladıkları bir öğrenme recinde olduğunu düşünebilirler (Rutledge, 2000, s. 100).

Bioğumuz   kendimizi   yargılar   ya   da   başkalarının   verdi   yargıları benimseriz. Bu yargılar bizi çoğu zaman başarılı ve sorumlu bir hayat yaşamak için gereken amtan yoksun rar. Gmişimizden dolayı ne kadar yük bir suçluluk duyarsak duyalım ya da bu günümüzden ne denli utarsak utanalım hayatta bir amaç peşinde koşmaktan vazgmek hiç de olgun bir davranış değildir.

Çünkü bizler, kişiliğimizden, problemlerimizden, korku ve kaygılarımızdan çok daha fazla şeyleriz. Ve hepimiz hayatızın bütün amlarını dolu dolu yaşayabilme gücene sahibiz (Hay, 2002, s. 21).

Kendimizi kabul edip onayladığımız zamanlar gelişiyor ve değişiyoruz. Kendini onaylama ve kabul etme, olumlu değişimlerin anahtarıdır.

Yaşam enerjimizin kaynağı olan dayanma gücümüz yaşa ve kendimizi olduğu gibi kabullendiğimiz zaman uyar. Eksikliklere yoğunlaştığımız zaman ya da haya boş ve anlamsız gördüğümüzde yaşamımızı oluşturmaktaki bireysel sorumluluğumuzu kabul etmediğimizde bu gücü yitiririz (Myss, 2001, s. 87).



Özgüvenin oluşmasındaki iki temel nokta kendini sevmek ve kendini kabul etmektir. Kendimizi algılayışımız kendi gözümüzdeki değerimiz bu konuda çok önemlidir.

Hiç  kimse  doğuştan  sağlıklı  bir  özgüvene  sahip  değildir.  Bunu  yaşam boyunca, engellerle birer birer karşılaştıkça kazarız. Kişinin kendini tanımaya ihtiyacı vardır. Özgüven konusunda ilk yapılacak şey bireyin kendini keşfetmesidir.

Kendimizi keşfe yönelik  sorular sormak her zaman  kolay değildir; çünkü cevaplarının  yaşamımızı  değiştireceğini  biliriz  (Myss,  2001,  s.  196).  Ancak  bu sorular cevapsız kaldığı takdirde birey kendini kurban olarak görmeye başlayabilir. Kendi adına bu soruları  cevaplayan  birilerinin  yaşam  tarzına  kendini  uydurmaya çalışabilir. Ya da bu soruları görmezlikten gelerek ruhunu duyarzlaştırma yolunu tercih edebilir. Her iki durumda bireyin kendi gözündeki imajını zedeler. Çünkü varoluşsal sorunlarla başa çıkamayacak kadar yetersiz olduğunu içten içe kabul etmektedir. Dışarıya karşı bunu gizlemekte başarılı olsa bile bireyin kaçamayacağı tek yer kendisidir.

Maslowa re bu tip bir korku savunma amlıdır. Çünkü yle bir durumda insan kendine duyduğu güveni, sevgi ve saygıyı korumaya çalışır. Kendini küçümsemesine basit, değersiz, aşağı ve zayıf, kötü hissetmesine sebep olabilecek bilgilerden korumaya eğilim gösterir. Kendini ve kendine ait ideal benliğini, hoşa gitmeyen özelliklerden, bastırma, kma gibi savunma mekanizmalarıyla korur.

Ayrıca gelişme karşısında diregösterebilir. Bütün bunlar bireyin kendisiyle yüzleşmemesinden kaynaklar. Kendisiyle ilgili gerçeklerden kaçarak kendine güvenini ve saygısını korumaya çalışır. Halbuki kendini gerçekleştirmiş insanlarda bu tür korkular ve kınmalar çok daha azdır. Onlar hatalarına, yanlışlarına gülüp geçebilme olgunluğuna sahiptirler. Kma sorunu bireyin kendini tanıma kendini kabul etmesi ve hatalarının, yanlışlarının üzerine cesurca gidebilmesiyle çözülebilir (Maslow, 2001, s. 66).

Bütün bunlardan özgüvenin en önemli sorununun korkmak ve kmak olduğunu rahatlıkla yleyebiliriz. Bunların tam tersi ise inanç, azim ve cesarettir.



Manevi değerlerin bu konu üzerindeki etkisini konumuzun ilerleyen bölümlerinde göreceğiz.

İnsan kendisi olduğu ve kendisi için kendinden yana olduğu, özellikle kendi yeteneklerini, aklın sevme gücünü ve yaratıcı işin tam olarak geliştirerek mutluluğa ulaşabiliyor (Fromm, 1997, s. 64).

Kendimizi arzuladığımız hayat için yeterli ve sevilebilir rmek, yütmek ve gelişmek için bu uğurda gayret gösterip emek verebilmek, kendimiz olabilmek bize   özgüven   kazandıracak,   mutluluğumuzu   ve   yaşamlarımızdan   zevk   alma oranımızı arttıracaktır.

Bireyin kendini rme biçimini yacı bir yönde geliştirebilmek için gözde canlandırma tekniği kullanılabilir.

zde canlandırma kendilik algısını geliştirmekte çok önemli bir adımdır. Bireyin kendinde olumsuz, yetersiz olarak görğü özelliklerinin tam tersini canlandırma yönünde alıştırmalar yapılabilir. Örneğin eğer birey kendisini zayıf ve yardıma muhtaç görüyorsa, kendisini güçlü ve verimli biri olarak gözünde canlandırma alıştırmaları yapabilir. Ya da kendini değersiz ve hiçbir şeye layık görmeme eğilimindeyse yaşağı dünyaya önemli katkılarda bulunan değerli, iyi şeyleri hak eden biri olduğunu ıkça gösteren sahneler oluşturabilir. Kendisini, hastalıklı,  kazalara  ık,  keyifsiz  biri  olarak  rüyorsa  bu  yargısını  son  derece sağlıklı, neşeli, dikkatli bir kişi olduğunu canlandırmaya dönüştürebilir (Mckay, Fenning, 2005, s. 229 – 230).



Çünkü insan, düşledi ve inandığı şeydir.


Olumlu değişimlerin anahtarı şimdi ve burada kendimizi onaylamak ve kabul etmektir.

TOPLUMSAL FAKTÖRLERİN ÖZGÜVEN OLUŞUMUNA ETKİSİ


Çevrenin bireyin davranışlarının şekillenmesinde büyük bir etkisinin odluğu bilinen bir gerçektir (Özdoğan, 2005, s. 25). Sevginin, güvenin, kabulün ve layık olmanın her birimizin özünde olduğunu düşünürsek, özgüven probleminin zamanla ve çevrenin etkisiyle oluştuğunu yleyebiliriz.

Psikolojik ıdan sağlıksız, hasta insanlar, sağlıksız hasta bir kültürün ürünleridir. Sağlıklı insanlar ise ancak sağlıklı bir kültürde yetişebilir. Bununla birlikte, hasta insanların, yaşağı kültürü daha da bozduğu, sağlıklı insanların ise daha sağlıklı bir kültür yarattığı da bir gerçektir (Özdoğan, 2005, s. 22).

Ailenin, bireyin özgüvenindeki rolü üzerinde daha önce durmuştuk. Bu bölümde de okul, arkadaş ve çevre ortamının bireyin özgüveni üzerindeki etkilerine yer vermeye çalışacağız.

Okul çağındaki çocuklar için anne babalarından sonra en önemli örnek kişi öğretmenleridir. Çocukların model olarak öğrenme yöntemini çok kullandıklarını düşünürsek öğretmenlerin özgüven zeyinin yüksek veya zayıf olması, öğrencinin özgüven gelişimini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir.

Çocuğun  aile  ortamından  sonra  sosyalleştiği  en  önemli  yer  okuldur.  Bu yüzden okul orta çocuğun sadece özgüveni üzerinde değil kişiliği üzerinde de çok önemlidir.

Okul çağındaki çocuklardaki yıkıcı davranışlara çoğu zaman öğretmenin davranışları sebep olur, evle hiçbir ilgisi yoktur. Kendi güvensizlikleri ve özgüven sıkıntıları olan öğretmenlerin uyumsuz davranışları pek çok öğrenciyi etkiler (Humphreys, 2002, s. 217). Öğretmenlerin çocuklara bağırması, bas yapması, çocukları aşağılaması, ödevi ceza olarak vermesi, yargılayıcı ve kınayıcı davranması, çocuklara bir takım tü adlar takması, çocuklara karşı sarsız olma gibi pek çok olumsuz davranışlar okuldaki huzursuzlukların çoğu zaman sebebidir.

Böyle durumlarda anne babalar mutlaka öğretmen ile yüzleşmeleri gerekir. Çünkü sorunlarla yüzleşmemek hiç kimseye bir şey kazandırmaz ama çocuklara pek



çok şey kaybettirir (Humphreys, 2002, s. 219). Amaç tabi ki öğretmeni yargılamak ya da eleştirmek değildir. Öğretmenin sorun yaratan davranışlarının ve çocuğun özgüvenin doğal gelişimine devam edebilmesidir.

Ayrıca öğretmenler bilinçli bir şekilde çocuklara kötü davranmayabilirler. Ancak  sorun  öğretmene  anlatılırsa  hem  öğretmen  davranışlarını  zden  girme fırsa bulur hem de çocuğun özgüvenin önündeki engeller ortadan kaldırılmış olur.

Çocukluk veya  gençlik  dönemimizde, yaşağımız  dünyayı  öğrenmek  için duyduğumuz   doğal   merak   ve   isteği   kaybetmeseydik   öğrenmeye   bağ   tüm anılarımızın olumlu olma gerekirdi (Humphreys, 2002, s. 197).

Bu bağlamda bireyin özgüvenin oluşmasında ve gelişmesinde sağlıklı bir aile ortamından sonra ikinci en önemli faktörün sağlıklı bir okul orta olduğunu ifade edebiliriz.

Bireyin sosyalleşme recinde kritik bir başka dönem ise ergenlik dönemidir. Bu dönemdeki en önemli toplumsal ilişki elbette ki arkadaşlık ilişkileridir. Okul ve aile orta ne kadar iyi olursa gencin iyi arkadaşlıklar kurmadaki başarısı o kadar yüksek olacaktır. Bu yüzden aile ve okuldaki öğrenme mera tatmin edilmeli. Çocuk ya da ge kendini  aşağılanan,  iğnelenen, bedensel  ceza  alan,  azarlanan,  rekli eleştirilen, alay edilen ve başkalarıyla yaslanan bireyler olarak rmemeli aksine sevilen, saygı duyulan ve yetenekli bir birey olarak görebilmeli.

Aile   bireyleri   arasındaki   ilişkilerin   iyi   olma   gencin   aile   içindeki ilişkilerinden   doyum   alması,   arkadaşlık   ilişkilerini   de   olumlu   etkilemektedir (Kasatura, 1998, s. 80).

Anne babaları ile sağlıklı iletişim kurabilen, onlara güven duyan ve sorunları paylaşabilen,  tartışabilen  gençler,  arkadaşlık  ilişkileri  içinde  yaşadıkları  sorunları daha kolay çözebilmektedirler. Özellikle karşı cinsle olan duygusal ilişkilerinde bir kırıklık yaşayan gençler, eğer bunu ailesi ile paylaşabiliyor ve anlaşıldıklarını hissediyorlarsa, ailesi ile anlaşmayan gençlere oranla, bu durumu daha çabuk atlatabilmektedirler.  Aile içinde yük  sorunlar  yaşayor,  ge de bu  problemli çevreyi kabul edemiyorsa, arkadaşlık arayışları daha kuvvetli olmaktadır. Ayrıca bu



döneme kadar belirli değerleri gelişmemişse, ihtiyaç duyduğu arkadaşların ve grupların  standartlarını  rü  rüne  kabul  edebilmektedir.  Gelecek  tercihi,  bir meslek ve iş simi gibi önemli pek çok karar gencin ilişkide bulunduğu arkadaşlara göre yön değiştirmektedir (Kasatura, 1998, s. 80).

Ergenlik dönemi kişinin kendisi hakkında bir yargıya ulaşmak için en yoğun çaba harcadığı bir dönemdir. Bu çaba içinde hem kendi duygu ve şünceleri, hem de çevre faktörünün etkisiyle kendine yönelik tutumu belirlenir. Bu dönemde ulaşılan benlik  saygısı,  kuşkusuz,  daha önceki  dönemlerde  kazanılmış  benlik  saygısından etkilenecektir.

Bu dönemde kimlik arayışında olan gençlere doğru yolu gösterecek en önemli kişiler anne babar. Aile desteğinden uzak yetişen gençler kimlik bunalımına daha çabuk düşebilirler. Kim oldukları ve ne olmak istediklerini bir türlü anlayamazlar (Açıl, 2004, s. 98). Bu sebeple gençlerin ailesinden kabul görmeleri çok önemlidir. Ailesi tarafından onaylanan delikanlı / genç kız, zamanla ailesine daha çok bağlanır (Açıl, 2004, s. 101).

Ergenlik döneminde ge kimlik arayışının ya ra fiziki ve fizyolojik değişmeler, karşı cinsle arkadaşlık, bağımsız olma isteği gibi problemlerle de baş etmek durumundar.

Fiziki değişiklikler, kişiyi akran grubundan farklı kılıyorsa, bu durum benlik saygısını etkileyebilir. Yine karşı cinsle ilişkiler de kabul görmemek, istenmemek de benlik saygısına şiddetli bir darbe olabilir. Gencin özellikle anne babaya karşı bağımsızğını gerçekleştirmemesi ayrı bir benlik algısı problemi oluşturabilir.

Bu durumda gencin benlik algısı, kendi benliğini bulma ve tanıma ve bununla  özdeşleşmesi  önemli  bir  basamaktır.  Marica,  özdeşleşmeyi  aşağıdaki boyutlar çevresinde değerlendirir. Benlik

a)  İçseldir,


b)  Birey tarafından yapılandırılır,


c)  Dinamiktir,



d)  Bireyin yeteneklerini, inançları ve her alandaki yaşantılarını kapsar.


Marica’ya re bu ya ne kadar gelişirse birey o kadar gerçekçi ve iyi bir benlik algısına sahip olur. Çünkü burada birey kendini tanıma, özelliklerini fark etme iyi ve sınır yönlerini rüp değerlendirme imka bulur (Cüceloğlu, 1992, s. 359).

Ergenin benlik algısında daha öncede ifade ettiğimiz gibi aile büyük rol oynamaktadır. Daha sonra öğretmenleri, arkadaşları ve yakın çevresi benlik algısını güçlendirici veya zayıflacı birer etken olabilirler.

Ancak ergenin de çocuklukta olduğu gibi özgüvenini ve uyum zenini etkileyen biok değişken bulunmaktadır. Bu değişkenler; soysa ekonomik zey, zeka,  cinsiyet,  kalıtım,  akademik  başarı,    salgı  bezleri,  anne  baba  tutumları toplumsal normlar, beslenme şekli, kardeş sayısı, ailede kıncı çocuk olduğu, yaşamının uzun resinin gtiği yerleşim birimi, anne ve babasının eğitim durumu, ergenin devam ettiği okulun rü gibi değişkenlerdir.

Özgüvenin   oluşmasındaki   toplumsal   faktörler   arasında   okul   haya   ve ergenlik döneminden sonra biraz da insan ilişkilerinde iletişim konusuna yer vermek istiyoruz. İletişim” kişiler arasında duygusal, zihinsel ve bir takım aşverişi dile getiren  bir  terimdir.  Bu  alışverişten  olumlu  olma ilişkileri  başarılı  kılarken, olumsuz olma da bir takım problemlere sebep olabilmektedir. Çevrelerindeki kişilerle başarılı ilişkiler ve iletişim kurabilen yetişkinlerin kişilik özelliklerini incelerken   bu   kişilerin   kendine   güven   duyan   duygusal   ve   düşünsel   yönden olgunlaşmış oldukları görülmüştür (Kasatura, 1998, s. 237).

Sağlıklı bir iletişimde empati, rüstlük ya da kişisel tünlük ve etkin dinlenme önemlidir.

Empatiyle dinlemek yargılamadan ve öğüt vermeden, başkasının değer yargılarını kavramaktır. Karşınızdaki bireyin, farklılıklarını, duygu ve düşüncelerine saygı duyarak onu anlayabilme yeteneğidir. Odak noktanız kendini otobiyografinizi yansıtacak bir takım düşünceler, duygular, varsayımlar değil başka bir insan ruhunun derin mesajını elde etmektir (Covey, 2000, s. 256).



Kişisel bütünlük ise güven yaratır ve sağlıklı iletişim için çok çeşitli yarımların da kaynağı oluşturur. Doğruluğun ötesinde gerçeği zlerimizle uydurmak r. Kişisel bütünlüğü kanıtlamanın en önemli yollarından biri yanımızda olmayan  kişilerin  arkasından  konuşmamaktar.  Bununla  yanımızda  olanlara  da güven veririz. Orada olmayanları savunurken olanların güvenini koruruz (Covey,
2000, s. 205). Güvensiz insanlar kendileri hakkında yapılan dedikodularla daha güvensiz  hale  gelebilmektedir.  Çevre  bu  güvensizliği  sezdiği  durumda  daha çok olumsuz dedikodular yaparak bireyin üstüne gidebiliyor. Bu durumda birey daha da güvensizleşiyor  (Lauster,   2003,   s.   13).   Kişisel   tünlüğün   olmadığı   bireyler rahatlıkla insanların yüzlerine söyleyemediklerini arkadan yleyebiliyorlar veya kendileri  hakkında  yapılan  dedikoduları  sineye  çekebiliyorlar.  Her  iki  durumda bireyi daha da güvensizleştirmekten başka hiçbir işe yarayor.

Kendine  güvenen  insan  kendisinden  ve diğer  insanların  düşündüklerinden korkmak yerine kendisini kişiliği ile uyum içinde hisseder. Kişisel özelliklerini nasıl belli olduklarıyla ilgilenmeden geliştirmektedir (Lauster, 2003, s. 32).

Özgüvenli  olmayan  bir insan  der  insanların  özgüvenlerinden  de  korkar. Güvensiz olan insan bu güvensizlikten kurtulmak için çevresine daha az güvenli insanları toplar. Kendine güvenen insanlarla karşılaşmaktan kır. Çünkü kendi güvensizliğinin daha çok farkına varır (Lauster, 2003, s. 35).

Buna karşılık kendilerini geliştiren insanlar, çevresine çok daha az bağımlı ve çok daha fazla özerktirler. Onları çevresel ve toplumsal belirleyicilerinden çok içsel belirleyiciler  yönetir.  Kendi  potansiyel  ve  kapasitelerine,  gizli  güçlerine, yeteneklerine uygun tercihlerde bulunurlar.

Diğer insanlara daha az bağımlı olmaları, onlar hakkında daha az kararzlık yaşamalarını sağlar. Diğer insanlara karşı daha az kaygılı, daha az düşmanca davranır ve sevecenliklerine daha az gereksinim duyarlar (Maslow, 2001, s. 41).

Bununla   birlikte   birey   olarak   insan,   diğerleriyle   bağlantısını   devam ettirebildi ölçüde kişiliği koruyacak ve güvenlik hissi duyacaktır. İnsanın toplum



içinde karşılaşabileceği temel ihtiylarını tatmin edebilmesi için birlikte yaşamayı öğrenmesi ve toplumsal rolleri üstlenmeyi gerekir.

Çağdaş toplumlarda insanlar diğer insanlarla kurdukları ilişkilerden eskiye oranla daha çok incinmektedirler. Bu yüzden başkalarından gelecek zararlardan ve incitilmekten korunmak için birbiriyle ilişkilerini sınırlamaktarlar. Bunun sonucu olarak yalnızlığa yönelmekte ve yalnızlığın sıkıntısıyla tü alışkanlıklara kapılmaktar. Bu sebeple hiçbir şeye bağlanmamak insanın boşluk ve anlamsızlık duyguları yaşamasına neden olmaktadır (Gtan, 1993, s. 27). Bu incinmişlik duygusunun ve zarar rme korkusunun en aza indirilebilmesi için insanın kendisini topluma  bağlayan  bir  takım  değerlere  ihtiyaç  varr.  Toplumdan  uzak  yaşamak insanın yapısına ayrıdır. İnsan toplumla kaynaşabilmesi ve kendini rahat, güvende hissedebilmesi için ortak değerlerin mevcut olma gerekir. Herkesin kabulleneceği ahlak ilkeleri insanların birbirine olan bağını güçlendirecek ve toplumsal barışı gerçekleştirecektir (Akıncı, 2002, s. 154).

Özetlemek gerekirse yalnızlık günümüz insanın önemli bir problemidir (Gençtan, 1993, s. 27; Fromm, 1995, s. 17; May, 1998, s. 28). Bunun sebebi ise insanların birtakım ahlaki değerlerden uzak oldukları zaman birbirlerini rahatlıkla incitebilmesi  veya  birbirlerine  zarar  verebiliyor  olması.  Ancak  insan  yalnızlık duygusu ile uzun zaman yaşayamamakta bu durum onun ruhsal dayanıklılığını ve özgüvenini   sarsmakta.   Bu   durumda  bir   takım   manevi   değerlerde   birleşmek, insanların kendilerine ve birbirlerine güvenini sarsmayacağı, bilakis kuvvetler direneceği için en fayda yol olacaktır.

Öyle  ise  savaşmamız   gereken  bir  şey  varsa,   insanların  sadece  kendi çıkarlarını   şündükleri   yaşam   biçimidir.   Bireyin   ve   toplumun   ilerlemesinin önündeki  en  yük  tehlike budur.  İnsanlardaki  her yetenek diğer insanlara karşı göstereceğimiz  paylaşma duygusu  sayesinde gelişir (Adler,  1996,  s.  237).  Bütün dinlerde, ahlaki ilkelerde bu anlayışın derin kökleri vardır. Hatta inancı olmayanlar da bile önde tutulan bir gerçek olarak rülür (Yalom, 1999, s. 680).



 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder