29 Mart 2015 Pazar

Hz. İsa'nın Kardeşleri Var mıydı?




  1. Ruhül-Kudüs nedir?
  2. Hz. İsa kendisinden sonra bir Peygamber geleceğini ifade etmiş. Bununla acaba Hz. Muhammedi mi kastetti, yoksa Hıristiyan inanışlarına göre Mehdi olarak dönecek kendini mi kastetti?
  3. Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette Yüce Yaratıcı “BİZ” diye bahsediyor neden “BEN” demiyor? (Hıristiyanlık inancındaki üçleme ile ilişki kurduğunu sanıyorum)
Ben bilgim dâhilinde kendisine cevap verdim, ayrıca döndükten sonra daha teferruatlı bilgi göndereceğimi ifade etmeme rağmen yukarıda ifade ettiğim gibi bugüne kadar da bir cevap gönderemedim. Hatta oradaki Araplardan duyduğu Seyit Kutup’ un kitabını bulabilirsem göndermemi, orada bu dorulara cevap arayacağını söyledi ama  ben o kitabın İngilizce versiyonunu bulamadığım için gönderemedim. Daha sonra irtibatımızın kesildiği ve bir daha ulaşamadığım Bilgiye ihtiyaç duyan ve yardım isteyen bu şahsa yardım edememenin mesuliyeti ile son derece rahatsızım. Rabbim’den bu kusurumu affetmesini diliyorum. Sizden yukarıdaki sorulara cevap vermenizi rica eder, sağlık ve afiyetler dilerim. Saygılarımla
Cevap: Ömer Bey, sorularınız öyle altından kalkılamayacak çetrefilli sorular değil. Bizce cevapları gayet basit. İşte şöyle:
1) Ruhu'l-Kudüs: Kutsal Ruh demektir. Peygamberlere vahiy getiren meleğin adıdır. Kur'ân vahiylerinin de bu Ruhul-Kudüs tarafından getirildiği vurgulanır. Nahl Suresinin 102. âyetinde şöyle buyurulur: "De ki: 'İnananları sağlamlaştırmak ve Müslümanlara yol göste­rici ve müjde olmak üzere onu, Ruhu'l-Kudüs (Cebrâîl) Rabbinden gerçek (bilgi) ola­rak indirdi'."
İsrâ Suresinde bu Ruh'un, Rabbin buyruğuna tabi olduğu, insanların onun hakkında fazla bir şey bilmediği belirtilir: "Sana ruhtan sorarlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir’." (İsra: 85) Bu âyette de Kutsal Ruh'un Rabbin buyruğuyla hareket ettiği, Peygamber'e vahiy getirdiği, ama insanların onun mahiyetini kavrayamayacağı anlatılır. Ruhu'l-Kudüs (Kutsal Ruh) sıfatını taşıyan bu meleğin özel adı Cebrail'dir. Avrupa dillerinde Gabriyel olarak geçer. Bakara Suresinde Peygamberlere vahiy getiren bu Ruhu'l-Kudüs'ün, Cebrail olduğu vurgulanır: "97- De ki: ‘Allâh’ın izniyle Kur’ân’ı ken­din­den öncekini doğrulayıcı ve inanan­lara yol göste­rici ve müjdeci olarak senin kal­bine in­dirdiği için, kim Cebrâîl’e düşman olursa, 98- ‘(Evet) kim Allah’a, meleklerine, elçi­lere, Cebrâîl’e ve Mikâîl’e düşman olursa bil­sin ki, Allâh da inkâr edenlerin düşmanıdır. 99- Andolsun, sana apaçık âyetler in­dirdik, onları yoldan çıkmışlardan baş­kası in­kâr et­mez!’." (Bakara: 97-99)
2) "6- Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâîloğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak (geldim)" demişti. Fakat (Îsâ'nın müjdelediği elçi) onlara apaçık delîller getirince: "Bu, apaçık bir büyüdür" dediler... 14- Ey inananlar, Allâh'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu Îsâ da Havârîlere: "Allâh yolunda benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havârîler: "Allâh(yolun)un yardımcıları biziz" dediler. İsrâîloğullarından bir zümre inandı, bir zümre inkâr etti. Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler." (Saf: 108/6, 14)
Saf Suresi 6. âyette Hz. Îsâ’nın, İsrâîloğullarına, kendisinin, Allah’ın elçisi olduğunu söylediği ve kendisinden sonra, Ahmed adında bir elçinin geleceğini müjdelediği, fakat onun haber verdiği elçi, peygamberliğini İspatlayan kanıtlar getirince İsrâîloğullarının: “Bu, apaçık bir büyüdür” dedikleri anlatılmaktadır.
Hz. İsa'nın geleceğini müjdelediği elçi, elbette Hıristiyanların inandıkları gibi başka bir sıfatla (mehdî veya cihan hükümdarı) olarak gelecek kendisi değil, kendisinin misyonunu tamamlayacak olan ve İsrail oğullarının kardeşleri arasından gelecek son peygamberdir.
Bu elçi, İsrail oğullarının kendisinden değil, kardeşleri arasından çıkacaktır. Çünkü Hz. İsa, bu elçinin, kardeşleri arasından çıkacağını söylüyor. Demek ki elçi, İsrail oğulları içinden değil, onların kardeşleri arasından çıkacaktır. İsrail oğullarının kardeşleri, Arapların Kureyş kabilesidir. Çünkü Hz. İbrahim'in iki oğlu vardı: İsmail ve İshak. Babası tarafından Mekke'ye yerleştirilen İsmail, Arap Cürhüm kabilesinden bir kızla evlenmiş ve İsmail ile Cürhümlü kızdan türeyen nesiller Kureyş kabilesini oluşturmuştur. Hz. İbrahim'in küçük oğlu İshak ise İsrail unvanını taşıyan Ya'kub'un babasıdır. Ya'kub'dan da İsrail oğulları türemiştir. Yani İsmail oğulları olan Kureyş Kabilesi ile İsrail oğulları kökende kardeş çocuklarıdır. O halde Hz. İsa'nın, İsrail oğullarının kardeşleri arasından çıkacağını müjdelediği peygamber, Kureyş Kabilesi arasından çıkan Hz. Muhammed'den başkası değildir. Bu husus, Türkiye'ye matbaayı getirmiş olan, vaktiyle papaz iken Müslüman olan İbrahim Müteferrika'nın "Risale-i İslamiyye" adlı eserinde de ayrıntı ile açıklanmıştır.
Hz. Îsâ’nın, Peygamber(s.a.v.)in geleceğine dair işâretleri, bugünkü İncîllerde de mevcuttur. Yuhanna İncîli’nin 14’ncü babında Îsâ şöyle demektedir:
“Eğer beni seviyorsanız emirlerimi tutarsınız. Ben de Babaya yalvaracağım ve size başka bir tesellîci, hakikat Rûhunu verecektir; tâ ki dâima sizinle beraber olsun; onu dünyâ kabul etmez, çünkü onu görmez ve bilmez; siz onu bilirsiniz, çünkü yanınızda duruyor ve içinizde olacaktır...Yanınızda dururken size bu şeyleri söyledim. Fakat benim adıma Babanın göndereceği tesellîci, Rûhu’l-Kudüs, o size her şeyi öğretecek ve söylediğim her sözü hatırınıza getirecektir...” (Yuhanna: 14/15-17, 25-26)
"Ve olduğu zaman iman edesiniz diye, olmadan önce size şimdi söyledim" (Yuhanna: 14/29-31).
“Artık sizinle çok şeyler konuşmayacağım; çünkü bu dünyanın reîsi geliyor ve bende onun hiçbir şeyi yoktur. Fakat dünya bilsin ki ben Babayı severim ve Baba bana nasıl emir verdiyse öyle ederim.” (Yuhanna: 14/29-31)
“Babadan size göndereceğim Tesellîci, Babadan çıkan Hakikat Rûhu geldiği zaman, benim için o şehâdet edecektir...” (Yuhanna: 15/26)
“Ve size bu şeyleri başlangıçta söylemedim, çünkü sizinle beraberdim. Şimdi ise beni gönderene gidiyorum ve sizden kimse: ‘– Nereye gidiyorsun?’ diye bana sormuyor. Fakat size bu şeyleri söylediğim için yüreğinizi keder doldurdu. Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır, çünkü gitmezsem Tesellîci size gelmez; fakat gidersem, onu size gönderirim… Size söyleyecek daha çok şeyim var; fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat Rûhu gelince, size her hakikate yol gösterecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir....” (Yuhanna: 16/4-14)
Muhakkak ki Hz. Îsâ, hak dini tamamlayıp güçlendirecek bir elçinin gelece­ğini haber vermiştir. Gerek Tevrât’ta, gerek İncîl’de son Peygamberin vasıflarına ait işaretler bulunmaktadır.
Âyette geçen Ahmed kelimesi, Hz. Peygamber’in adı değil, sıfatıdır. "Ah­med" kelimesi, iki anlama gelebilir: Allah'a, başkalarından daha çok hamd eden; yük­sek ahlâkından dolayı başkalarından daha çok övülen demektir. Bu, Hz. Muham­med(s.a.v.)in sıfatıdır.
A‘râf: 39/157’nci âyette Yahûdî ve Hıristiyanların, “Ümmî Peygam­ber(Mu­hammed)”in vasıflarını Tevrât ve İncîl’de buldukları bildirilmektedir. Kasas: 49/52-53, İsrâ: 50/107-108, En‘âm: 55/114, Ahkaf: 66/10, Ra‘d: 87/36, Âl-i İmrân: 94/159, Nisâ: 98/162, Mâide: 110/83-84’ncü âyetlerde Kitâb ehlinden bazı kimse­lerin, Kur’ân’ın Allah tarafından gönderildiğine inandıkları, bundan sevinç duyduk­ları an­la­tılmaktadır. Bu âyetler Kitâb ehlinin bulunduğu bir ortamda inmiş, Yahûdî ve Hıristiyanların, bu âyetlerin söylediklerini reddettiklerine dair bir rivâyet gelme­miştir. Bütün bunlar, Hz. Muhammed’in, Tevrât ve İncîl’de geleceğine işâret edilen peygamberin vasıflarını taşıdığını, Kitâb ehlinin insâflı, iyi niyetli, önyargılarla şartlanmamış bil­gin­lerinin de bunu bilip anladıklarını kanıtlar (Bu konuda ayrıntı için Hz. Muhammed maddesine bakınız).

HZ. ÎSÂ’NIN YÜKSELTİLMESİ VE GÖKTEN İNECEĞİ SORUNU


Nisâ: 98/157-159’ncu âyetlerde Yahûdîlerin, Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdüklerini iddiâ etmeleri reddedilmekte, onu öldürmedikleri, asmadıkları, fakat bu hususun (asmanın, çarmıha germenin) onlara şüpheli geldiği, astıklarını sandıkları Îsâ’yı kesin biçimde öldürmedikleri; Allah’ın onu kendisine yükselttiği; Kitap ehli olan herkesin, ölümünden önce gerçeği öğreneceği, kıyâmet gününde Îsâ’nın, onların aleyhine tanık olacağı belirtilmektedir.

Îsâ hakkında ayrılığa düşenler, onun gerçek hayatını, olayın niteliğini bilmediklerinden, bu konuda kesin bir bilgiye sahibolmadıklarından dolayı onun hakkında çeşitli sözler söylemişlerdir. Kimi Îsâ’nın asıldığını, kimi onun yerine başkasının asıldığını söylemiştir. Bu konudaki bilgileri kesin değil, kuşkuludur. İşte “ şubbihe lehum” cümlesi, gerçi “Onlara benzer gösterildi” şeklinde terceme edilirse de aslında bu siyakta bu cümleye, “bu mes’ele onlara kuşkulu yapıldı.” mânâsı daha uygundur. Yani “Onlar bu konuda derin bir kuşku içindedirler, sözleri kesin bilgiye değil, zanna dayanmaktadır. Onu kesin biçimde öldürmediler.” demektir.

Îsâ’nın çarmıha gerilmesi ve kabirden kalkması, İncîllerde başka başka ve birbirine ters biçimlerde anlatılmaktadır: Kimine göre Îsâ’nın gerileceği haçı başkası taşımış, kimine göre kendisi taşımış. Kimine göre Îsâ, çarmıha gerildiğinin ertesi günü kalkmış, kimine göre üçüncü günü kalkmış. Kimine göre günün üçüncü sâatinde, kimine göre altıncı sâatinde çarmıha gerilmiş. Kimine göre gerilmeden önce vali Platus, onu Hirodes’e göndermiş, kimine göre göndermemiş. Kimine göre onun kabirden kaldırıldığını söyleyen meleği, yalnız bir kadın, kimine göre iki kadın, kimine göre de ikiden fazla kadın görmüş. Kimine göre bu melek bir tane, kimine göre iki tane imiş. Kimi Îsâ’yı ele veren şakirdin intihar ettiğini söylüyor, kimi bundan hiç söz etmiyor.

Tanrı sözünde bu kadar tutarsızlık, bu kadar çelişki olmaz. Îsâ’nın kabirden kalkmış olduğunu ilk gören, Mecdelli Meryem’dir. Hz. Îsâ, hayatında bu kadından yedi cin çıkarmıştı. Demek ki bu kadın, cin çarpmış, aklî dengesi bozuk bir kadındı; normal bir kişi değildi. Eğer rivâyetlerin bir gerçek yanı varsa bu kadın, yine bir cin gördü, gördüğü cin, ona Îsâ biçiminde göründü. O zaten hayaller, cinler görüyordu. Cinle meleği birbirinden ayırdedecek ne bilgiye, ne de zekâya sahipti.

Gidip etrafa Îsâ’yı gördüğünü söyledi. Hiçbir kültüre sahibolmayan ümmî şakirtler de Îsâ’nın gerçekten öldürüldüğüne ve öldürüldükten sonra da kaldırılıp göğe çıkartıldığına inandılar. Bu inanç, böylece Hıristiyanlar arasına yayıldı.

Çarmıha gerilme olayı (eğer doğru ise) gece olmuştu. Îsâ’yı yakalamağa gelenler onu tanımıyorlardı. Askerler geldikleri zaman, bütün şakirtleri Îsâ’nın yanından kaçmışlardı. Sadece Petrus, çok uzaklardan onu seyretmiş, ama askerlerin Îsâ’yı yakaladıklarını yakından görememişti. Demek ki Îsâ’nın yakalanışını ve çarmıha gerilişini, onu tanıyanlardan hiç kimse görmemişti. Onu ihbar eden Yahuda da Îsâ yakalandıktan sonra bir daha görülmemiştir.

İncîllerin anlatımından, vali Platus’un Îsâ’yı sevdiği, onu korumak istediği anlaşılmaktadır. Nitekim Yahûdî kâhinlerine, bu suçsuz adamı asmak istemediğini, onun yerine başka birini asmaya razı olmalarını önermişti. Onlar ille onun asılmasını isteyince vâli, Îsâ’yı yakalayıp onun yerine bir başkasını Îsâ diye çarmıha gerdirtmiş olabilir. Nasıl olsa kâhinler ve askerler içinde Îsâ’yı tanıyan yoktu.

Çarmıha gerildikten sonra Îsâ’nın kabrine gidenler, onun cesedini görememişlerdi. Demek ki Îsâ çarmıha gerilmemişti. Fakat onlar Îsâ’nın mutlaka çarmıha gerilip öldürüldüğüne inandıkları için cesedini kabirde göremeyince Îsâ’nın dirilip cesediyle birlikte göğe çıkartıldığına inandılar.

Îsâ’nın şakirtleri, Taberiyye gölünde balıkçılık yapan kimselerdi. Öyle parlak zekâlı, bilgin kişiler değillerdi. Bir olayın bütün yanları görülüp anlaşılmayınca özellikle ümmî insanlar arasında onu efsaneleştirme, olaya bir mu‘cize niteliği verme eğilimi vardır. İşte Îsâ’nın cesedinin kaldırılıp göğe yükseltilmesi inancı da olayın niteliğinin bilinmemesinden doğmuştur. Gerçi peygamberlerin mu‘cizesi vardır, ama ölen kimsenin dirilmesi ve cesediyle birlikte göğe çıkması da Kur’ân’da sunnetullah denen İlâhî yasalara aykırıdır. Bu söylediklerimiz, Îsâ’nın öldürülmediğinin bir izah tarzıdır. Kur’ân’ın anlatımına uygundur. Yine Kur’ân’ın anlatımına uygun olan ikinci bir izah tarzı da şudur:

Hz. Îsâ’yı öldürecek olanlar, onu tanımıyorlardı. İncîllere göre otuz gümüş karşılığında Îsâ’nın bulunduğu yeri haber veren şakirdi Yahuda İskaryot, askerlere: “Ben kimi öpersem, Îsâ odur, onu yakalayın” diye işaret vermişti (Matta, bab: 26, cümle: 48). Barnaba İncîli de askerlerin, Îsâ sanarak Yahuda İskaryot’u yakaladıklarını, çünkü onun Îsâ’ya benzetildiğini söylüyor (Fasl: 210, s. 309). Dört İncîlle Barnaba İncîlinin birleştiği nokta, Îsâ’yı yakalamağa gelenlerin, onu tanımadıklarıdır. Tanımadıklarına göre yakaladıkları şahsın Îsâ olduğundan emin olamazlardı.

Hıristiyanlarca mu‘teber İncîllerden üçü, Yahuda’nın, yaptığına pişman olarak, Îsâ’nın çarmıha gerilmesinden sonra kaybolup görünmediğini söylüyor. Kimine göre Îsâ, yakalanınca Yahuda üzüntüden kendini asmış (Matta: 27/5), kimine göre de Yahuda Îsâ’yı haber vermesi karşılığında aldığı paralarla bir tarla satın almış, baş aşağı düşüp ortadan çatlamış, bütün barsakları dökülmüştür (Resullerin İşleri: 1/18).

Bu rivâyetler, Îsâ’nın yakalanmasından sonra Yahuda’nın bir daha görünmediğinde birleşiyorlar. Ama onun âkibeti hakkında kesin bilgi yoktur. Gerçekten görünmemiştir, çünkü Îsâ yerine o asılmıştır. Onu yakînen öldürmediler” âyetine; onlar, onu kesinlikle öldürmediler, onu öldürmedikleri kesindir, şeklinde mânâ verilmiştir. Fakat siyaka daha uygun mânânın: “Onu öldürmeleri kesin değildir; sadece şekke dayanır.” şeklinde olduğu kanısındayız.

Demek ki âyetin dediği gibi Allah, Îsâ’ya ikram edip onu, düşmanlarının elinden kurtarmış ve Îsâ, gizlice başka bir ülkeye gidip normal hayatını yaşadıktan sonra vefat etmiş, vefatından sonra da ruhu, Allah katında yüce derecelere yükselmiştir. Bu görüş, âyetin ruhuna daha uygundur. Zira:

1) Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın yasasında değişiklik bulunmadığını söylüyor. Îsâ’nın, cismiyle birlikte göğe yükseltilmesi, Allah’ın arzdan çıkan maddelerin tekrar arza dönecekleri hakkındaki kesin yasasına aykırıdır. Madde, madde olarak ve doğasında bir değişiklik olmadan, dış etkenler bulunmadan yukarı kalkmaz. Hiçbir beşere böyle bir şey olmamıştır.

2) Gök ile kasdedilen, maddî gök ise bu, yıldızlardan ibarettir. Yani insan, şu yıldızlardan birine mi çıkarılmıştır? Eğer kasdedilen ma‘nevî gök ise oraya cesed gitmez, ruh gider. Çünkü orası maddî değildir.

3) Kur’ân-ı Kerîm, Îsâ’nın göğe yükseltildiğini değil, Allah’a yükseltildiğini söylüyor. Allah’a yükselmek başka şey, göğe yükselmek başka şeydir. Allah’a yükselmek, O’nun katında yüksek derece kazanmak anlamına gelir. İdrîs Aleyhisselâm hakkında da: “Biz onu, yüce bir mekâna yükselttik”[1] buyurulmuştur.

Yüce Allah, Hz. Îsâ’yı saldırganların elinden kurtarmak suretiyle ma‘nevî derecelere nail eylemiş, şânını yüceltmiştir. Nitekim: “Tâ kıyâmet gününe kadar sana uyanları, inkâr edenlere üstün yapacağım[2]” âyetinden bu mânâ anlaşılmaktadır. Gerçekten Îsâ’nın ümmeti, daima onu inkâr eden Yahûdîlere hakim olagelmiştir. Bu da onun, Allah katındaki şanının yüceliğini gösterir.

Müfessirlerin, “Seni vefat ettireceğim, bana yükselteceğim.”[3] âyetini, genellikle Îsâ’nın göğe çıktığı şeklinde tefsîr etmelerinin başlıca iki etkeni vardır:

Bunların en önemlisi, Hıristiyanlar ve Yahûdîler hakkındaki âyetlerin izahı için İslâm’a yeni girmiş olan Yahûdî ve Hıristiyan âlimlerine başvurmaları ve onların söylediklerini tam gerçek kabul edip aktarmalarıdır. Diğer etken de Îsâ’nın göğe çıktığı ve âhir zamanda yere inip Deccâl’i öldüreceği, haçı kıracağı ve İslâm şerîatiyle amel edeceği (onu uygulayacağı) hakkında anlatılan bazı hadîslerdir.

Sanıyorum, Hz. Îsâ’nın, yükseltilmesini belirten âyette dikkatten kaçan bir incelik vardır. “Bel refe’ahu’llâhu ileyh” âyetine: “Allah, onu, göğe yükseltti” şeklinde mânâ verilmiştir. Oysa âyet, “Allah onu göğe yükseltti” anlamında değil, “Allah onu kendisine yükseltti”[4]anlamındadır. Göğe yükseltmek başka, Allah’a yükseltmek başkadır. Allah’ın Îsâ’yı göğe yükselttiğini söylemek, Allah’a belli bir mekân tahsis etmek olur. Oysa yüce Allah her yerdedir. Îsâ’nın Allah’a yükselmesi için göğe çıkması gerekmez. Allah, göklerin de, yerin de Tanrısıdır. Yerde de vardır, gökte de. Öyle ise Allah’ı gökte imiş gibi düşünüp, Allah’a yükseltilen Îsâ’nın göğe yükseltildiğini söylemek, âyetin ifadesine uymamaktadır. O halde âyetin anlamı, İbn Cureyc’in dediği gibi, Allah’ın, Îsâ’nın ruhunu yüceltmesi, şânını yükseltmesi, katında O’na değer vermesi demektir.

Mâide: 110/116-120’nci âyetlerde yüce Allah’ın, huzuruna varan Îsâ ruhuna, insanlara kendisini ve annesini Allah’tan ayrı iki tanrı edinmelerini kendisinin mi emrettiğini sorduğu; Îsâ’nın da hayatta olduğu sürece insanları, Allah’ın buyruğu üzere tek Allah’a kul olmağa çağırdığını; fakat kendisinin vefâtından (canının alınmasından) sonra insanların neler yaptığını bilmediğini yüce Allah’a arz ettiği anlatılmaktadır.

Gerek Âl-i İmrân: 94/55’nci, gerek Mâide: 110/117’nci âyetlerde Îsâ’nın bedeninin öldüğü, açıkça belirtilmiştir. Ama Hz. Îsâ’yı başkaları öldürmemiş, Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir. Yükseltilen onun ma‘nevî derecesi, Allah’ın katına çıkan ruhudur. Zaten bütün peygamberlerin ruhları Allah’ın huzuruna çıkar, O’ndan ikram görür.

Görülüyor ki âyetlere göre Hz. Îsâ’nın vefâtı kesindir. Bu âyetleri, âhâd haberlerine dayanarak te’vîl etmek yerine bu hadîsleri te’vîl etmek daha doğrudur. Eğer bu hadîsler rivâyet edildikleri şekilde gerçekten Hz. Peygamber tarafından söylenmiş ise, bunlardan şu mânâ anlaşılabilir:

Bir peygamber, yaşayan ümmeti içinde anıldıkça mânen yaşar. Hz. Îsâ da, dini yaşayıp ümmetince anıldığı sürece yaşamaktadır. Belki bir gün onun ümmeti, Hz. Muhammed’in dinin temel prensiplerini uygulamak suretiyle Hz. Muhammed’in dininin ruhuna dönecektir. Gerçeği Allah bilir.

Muhammed Abduh da bu konuda şöyle diyor: “Bu te’vîle göre Îsâ’nın zamanı, insanların İslâm şerîatinin ruhuna bağlanacakları ve şekilleri bırakıp içleri ıslâh için İslâm şerîatinin özüyle amel edecekleri zamandır.”[5]

Müfessirlerden bir kesimi, Hz. Peygamber(s.a.v.)in, Mi‘rac’da Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ’yı, ikinci gökte görmüş olmasını, Îsâ’nın ruhu ve cesediyle göğe çıktığına delîl gösterirler. Eğer Hz. Peygamber’in, Mi‘râc’da Hz. İsâ’yı gökte görmesi, Hz. Îsâ’nın, cesediyle göğe çıktığına delîl ise, Hz. Yahyâ’nın ve diğer peygamberlerin de cisimleriyle göğe çıktığına delîldir. Çünkü Hz. Peygamber, öteki peygamberleri de çeşitli göklerde görmüş idi. Oysa hiç kimse, başka bir peygamberin, ruhu ve cesediyle birlikte göğe çıktığını ileri sürmemiştir. Zaten bütün peygamberlerin ruhları yücelere, melekût âlemine yükselirler. Muhakkak ki Hz. Peygamber’in ruhu, en yüce melekût âleminde, en yüksek göktedir.

Ayrıntı için Kur’ân Ansiklopedisi’nde Îsâ maddesine bakınız.






[1] . Meryem: 44/57

[2] . Âl-i İmrân: 94/55

[3] . Âl-i İmrân: 94/55

[4] . Taberî: 3/290

[5] . Tefsîru’l-Kur’âni’l-hakîm: 3/317


Bugünkü Hıristiyanların uydurma kabul ettikleri Barnaba İncili’nde İsâ'nın müjdelediği Peygamberin adının Muhammed olduğu açıkça belirtilir (Barnaba İncili: 97/17, s. 98, 163/8, s. 252). Hıristiyanlar bu İncil'in sıhhatini kabul etmezler. Fakat İsâ'nın, Allah'ın oğlu değil, kulu ve Elçisi olduğunu söyleyen ve Ahmed adlı bir peygamberin geleceğini, öteki İncillerden daha net olarak müjdeleyen bir İncil'in bulunduğu da muhakkaktır. Nitekim Türkiye'ye matbaayı getirmiş olan İbrâhîm Müteferrika (1674-1745), Barnaba İncilindekilere benzer ibâreleri "mensûh"tur denilen latince bir Kitâp’tan nakletmiştir (Risâle-i İslâmiyye, Esad Efendi Ktp. No. 1187).
Kur’ân-ı Kerîm'in İsâ'dan naklen "Ahmed" adını zikretmesi, mutlaka bu adın, o zamanki bir İncîl’de var olduğunu gösterir. Aksi takdirde o zamanki Hıristiyanlar, bu âyeti duyunca reddederler, İncîllerde böyle bir adın geçmediğini söylerlerdi. Bu­günkü İncillerde bu adın zikredilmemesi, o zamanki İncillerde de bu adın olmadığını göstermez. Çünkü İncillerin çok değişikliklere uğradığı bir gerçektir. Bar­naba İnci­lindeki “Ahmed” adı yerine diğer İncillerde önce Fâriklît adı geçerken sonra bu da değiştirilerek Mu'azzî kelimesi kullanılmıştır. Fâriklît, övülen, yüksek ahâk sâhibi demektir ki Arapça’daki “Ahmed” veya “Muhammed”in karşılığıdır.
Bir râhip iken Müslüman olan Dâvûd Zâhir şöyle diyor: "Nitekim Hıris­tiyanların bazısı bunu Hammâd diye tefsîr etmişlerdir. Yakın zamanlarda basılan İncîllerde ise kelime, tesellî edici olarak geçmektedir. Düşünürlerden bazı zâtlar da bu mesele hakkında İncîl (Avangel) kelimesinin asıl anlamının müjde demek olduğu ve Hz. İsâ'nın bütün davetiyle İncillerin özünün gelecek resûl ile melekût-i İlâhîyi (Tanrısal hükümranlığı) müjdelemeden ibaret bulunduğu kanâatine varmışlardır" (Abdu'l-Ahad Dâvûd, İncîl ve Salîb, s. 32).
Tefsîrlerde anılan bazı rivâyetler, Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında, İsâ'nın, Hz. Muhammed'in vasıflarına uyan bir peygamberin geleceğini müjdelediğine dair haberlerin halk arasında yaygın olduğunu gösterir. Kureyş, Habeşistan'a hicret eden Müslümanları geri getirtmek için Amr ibn el-Âs ile Amâra ibn Velîd'i göndermişti. Bunlar krala secde edip:
— "Amcazâdelerimizden bir cemâat senin yurduna gelmişler, bunlar hem bizim yolumuzdan, hem de sizin dininizden ayrılmış insanlardır" deyip kraldan onları geri göndermesini istediler. Kral Müslümanları çağırdı, secde etmeden kralın huzuruna giren Müslümanların sözcüsü Ca'fer-i Sâdık:
— Allah bize Elçisini gönderdi, Allah'tan başkasına secde etmememizi, na­maz kılmamızı, zekât vermemizi buyurdu, dedi.
İsâ'nın da Allah'ın kelimesi ve bâkire Meryem'e attığı ruhu olduğunu söyle­yince kral yerden bir çöp alıp:
— Ey Habeşliler, papazlar, rahipler, vallâhi bunlar bizim söylediğimizden başka bir şey söylemiyorlar. Merhaba size ve yanından geldiğiniz kimseye. Ben onun Allah'ın elçisi, İncil’de sıfatlarını bulduğumuz, Meryem oğlu İsâ'nın haber verdiği peygamber olduğuna tanıklık ederim. Dilediğiniz yerde oturun, vallâhi eğer kral olmasaydım, gelip o Peygamberin ayakkabılarını taşır, ellerine su dökerdim, dedi. Ve Kureyşin gönderdiği adamları, hediyeleriyle birlikte geri çevirdi (İbn Hanbel, Musned: 1/461; İbn Kesîr, Tefsîr: 4/361).
Bu rivâyet biraz değişik üslûpla Ca'fer'den ve Ümmü Seleme'den de aktarılmıştır. Ümmü Seleme'nin rivayetinde, Habeşistan'a gönderilen iki kişiden biri Abdul­lâh ibn Ebî Rebîa'dır. Kralın: "Ben onun, Allah'ın elçisi ve sıfatını İncil'de buldu­ğumuz, Meryem oğlu İsâ'nın haber verdiği peygamber olduğuna tanıklık ederim" sözü de yoktur. Gerçekten bunun katma olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kral, Kâf hâ yâ 'ayn, sâd sûresini dinleyince ağlamış: "Vallâhi bu ve İsâ'nın getirdikleri aynı kay­naktan çıkmaktadır. Gidiniz, serbestsiniz, ben sizi onlara teslîm etmem" demiştir (Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 1/73-77).




Hz. İsa’nın bilinen anlamda “anne bir kardeşleri” bulunduğuna dair, Kur’ân ve hadislerden bir dayanak olduğundan söz etmek imkansızdır.
Bir iffet âbidesi olan Hz. Meryem, Allah’ın bir mucizesi olarak hamile kalmış ve onu mucizevî olarak dünyaya getirmiştir. Kur’ân’da Hz. Meryem’in, iffet ve namusunu koruduğu ve ona bir erkek eli bile değmediği özellikle vurgulanmaktadır: “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem’i de an. Biz ona rûhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle âlem için bir ibret yaptık.”1 “Bir de Allah, İmran’ın kızı Meryem’i misal getirir. Meryem, iffet ve namusunu korudu. Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu.”2 Nitekim kendisine bir erkek çocuk dünyaya getireceği müjdesi verilen Hz. Meryem’in “Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?”3 ve “Nasıl oğlum olabilir ki bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”4 şeklindeki hayret ifadeleri de bu gerçeği açıkça göstermektedir. Kur’ân’da, Hz. Meryem hakkında buna zıt olarak söylenen her sözün onun aleyhinde müthiş bir iftira olduğu, bu iftira sahiplerinin belalarla cezalandırıldığı ve kalplerinin mühürlendiği belirtilmektedir.5
Kur’ân’a paralel olarak Katolik ve Ortodokslar Hz. Meryem’in bütün hayatı boyunca bâkire kaldığını söylerken, Protestanlar bunun sadece Hz. İsa’nın doğumuna kadar devam ettiğini düşünürler.6 Protestanları bu fikre iten en önemli sebep, Yeni Ahit’in değişik yerlerinde bazen ismen de zikredilen “Hz. İsa’nın kardeşleri” ve “kız kardeşleri” tabirleridir. Bu durumda hem Eski Ahit hem de Yeni Ahit’te “kardeş” sözcüğünün anlam çerçevesine göz atmak ve hangi konseptlerde kullanıldığını görmek gerekmektedir. Ancak buna geçmeden önce, “Hz. İsa’nın kardeşleri” olduğu düşüncesine Kur’ân’da da bir dayanak gösterilmeye çalışıldığını belirtmekte fayda vardır. Dolayısıyla “Hz. İsa’nın kardeşleri” olabileceği fikrine esas teşkil eden düşünceleri önce âyet ve hadisler çerçevesinde, sonra da Eski ve Yeni Ahit çerçevesinde ele almak uygun olacaktır.

a) Âyet ve Hadisler Çerçevesinde
Hz. İsa’nın anneannesi (İmran’ın hanımı Hanne), Hz. Meryem’i dünyaya getirdiğinde وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ = Ben onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”7 demiştir. Buradaki “zürriyyet” kelimesinin çoğul anlam taşıdığı düşüncesiyle Hz. Meryem’in Hz. İsa (aleyhisselam)’dan başka çocukları da bulunduğunu iddia edenler olmuştur.8 Fakat müfessirler “Onu ve onun zürriyetini...” tabirini doğrudan “Hz. Meryem ve Hz. İsa” olarak anlamışlardır.9 Diğer taraftan bu âyetin yorumlandığı hemen her tefsirde açıklayıcı olarak şu hadis zikredilmektedir: “Yeni doğan her çocuğa, doğduğu anda şeytan mutlaka dürter. Yavru, onun dürtmesi (nin verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar. Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa bundan hâriçtir.”10 Ebû Hureyre, Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa’ya lutfedilen bu özel konumun, Hanne’nin duası neticesi olduğunu belirtir.11
Âyette geçen “zürriyyet” kelimesi, Arapça’da oldukça geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Bir kimsenin çocuğu ve kendinden sonra gelen nesli; cin ve insanların nesli; baba, çocuk ve kadınlardan oluşan hane halkı; sadece kadınlar; babalar ve dedeler... gibi anlamlarda kullanılmıştır. Çoğunluk tarafından “zürriyyet” kelimesinin tekil bir kelime olup, çoğullarının “اَلذُّرِّيَّاتُ” ve “اَلذَّرَارِيُّ” şekillerinde geldiği belirtilmişse de çoğul olduğunu söyleyen de vardır. Râğıb el-İsfehânî, hem tekil hem de çoğul anlamı taşıdığını ancak asıl itibariyle çoğul anlamında kullanıldığını söylemektedir.12 İbn Manzur, “zürriyyet” kelimesinin hem dişi hem erkek için kullanıldığını özellikle vurgular.13 Beğavî ve Kurtubî gibi müfessirler, kelimenin hem tekil veya çoğul, hem de dişi veya erkek için kullanılabildiğini belirtmektedirler.14 “Zürriyyet” kelimesi Kur’ân’da pek çok yerde اَلذُّرِّيَّةُ”15” şeklinde tekil, birkaç yerde de اَلذُّرِّيَّاتُ”16 şeklinde çoğul olarak geçmekte, bir âyette de “topluluk” anlamında kullanılmaktadır.17
“Zürriyyet” kelimesinin sayılan bütün bu anlamları yok farzedilse ve kelimenin sadece çoğul mânâsı alınıp “insanın kendi neslinden gelen en az üç kişi” anlamına geldiği kabul edilse bile, bunun, âyette Hz. Meryem’in Hz. İsa’dan başka kız veya erkek çocuklarının varlığına dair herhangi bir delil teşkil ettiğinden bahsetmek mümkün değildir. Zira söz konusu duanın yapıldığı vakitte, Hz. Meryem’in üç veya daha fazla çocuğundan söz etmek şöyle dursun, Hz. Meryem’in kendisi dahi henüz yeni doğmuştur. Dolayısıyla Hanne’nin yaptığı dua, Hz. Meryem’in “çocuk sayısı” veya “çocuğu olup-olmayacağı” konularında herhangi bir bilgi ifade etmemekte, “onun soyundan bir gelen olacaksa...” şeklinde sadece bir ihtimal anlamı taşımaktadır.
Hâl böyleyken sadece buradaki “zürriyyet” kelimesinden hareketle, Hz. İsa’nın kardeşleri olabileceği ihtimalinden bahsetmek tamamen dayanaksız bir iddia durumundadır. Kaldı ki Kur’ân’da Hz. Meryem’in, Allah’ın bir mucizesi olarak hamile kaldığı ve onu mucizevî olarak dünyaya getirdiği anlatılmaktadır.18 Bunun yanında hadislerde Hz. Meryem için “اَلْعَذْرَاءُ الْبَتُولُ=el-azrâ el-betûl”19 tabirleri geçmektedir. Rivayetlerin bir kısmında bu tabirler, “kendisine hiçbir beşer dokunmamıştır”20 ve “Hz. İsa dışında bir çocuğa hamile kalmamıştır”21 şeklindeki ilâvelerle açılmış durumdadır. Bu kelimelerden el-azrâ, “bekâr bayan”ı ifade ederken22; el-betûl ise “evlenmeyen.. dünyevî lezzetlerden elini-eteğini çekip kendisini Allah’a ve ibadete vermiş bayan”23 gibi anlamlara gelmektedir.
Kur’ân ve hadislerdeki bu tablodan çıkan sonuç şudur: Hz. İsa’nın bilinen anlamda “anne bir kardeşleri” bulunduğuna dair, Kur’ân ve hadislerden bir dayanak olduğundan söz etmek imkansızdır. Nitekim İbn Hacer de, Hz. Meryem’in Hz. İsa’dan başka bir zürriyetinin olmadığını özellikle belirtmektedir.24

b) “Kardeş” Tabirinin Kutsal Kitaptaki Genel Kullanımı
Eski Ahit’te “kardeş” sözcüğü; usûl ve fürû’ yani ‘baba’ ve ‘oğul’dan doğru gelen soy birliği içindeki bütün ortak erkek akrabalardan, onlar aracılığıyla akraba sayılan tüm erkek akrabalara; büyük aileden olan kuzen gibi akrabalardan, evlilik yoluyla veya kan bağı ile beraber sahip olunan üvey akrabalara; hatta dostlar ve daha ötesinde siyasi ittifak yapılmış insanlara kadar çok geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.25 Sözgelimi Haran oğulları, evinde doğup yetiştiklerinden dolayı Avram’ın “kardeşi” olarak anılmıştır.26 Avram’ın erkek yeğeni de Avram’ın “kardeşi” olarak geçmiştir.27 Benzer şekilde Yakup da amcası Lavan’ın “kardeşi” olarak geçmektedir.28 “Kardeş”, “kardeşler” ve “kız kardeş” sözcükleri kimi zaman, kırk iki “kardeşi” olduğu yazılan Kral Azarya örneğinde görüldüğü gibi ana aileden olanlar için de kullanılmıştır.29
Bu konuda ilginç bir örnek de “Süleyman’ın Ezgiler Ezgisi” kısmında yer alır. Birbirine aşık bir kız ile erkeğin karşılıklı serenatlarının zikredildiği bu kısımda erkek yer yer aşkını “Aşkın ne güzel, kızkardeşim, yavuklum” tabirleriyle ifade etmektedir.30
Söz konusu ifadelerin Yeni Ahit’teki kullanımını değerlendiren Maurice Bucaille, Yunanca olarak kullanılan “adelphoi” ve “adelphai” kelimelerinin, nesebî anlamdaki kız ve erkek kardeşleri ifade ettiğini, sâmi kökenli bu kelimelerin yanlış tercüme edildiğini, bunların familier (teklifsiz münasebetlerde kullanılan) anlamları olduğunu ve muhtemelen “kuzenler”in söz konusu olduğunu söylemektedir.31 Hz. İsa ve havarileri tarafından konuşulan ne İbranice’de ne de Aramice’de, bildiğimiz anlamda “kuzen” kelimesinin karşılığı olan bir kelime bulunmadığından dolayı bu dilleri kullanan insanlar ya “kardeş” kelimesini kullanmak zorunda kalmış ya da ifadelerini netleştirmek istediklerinde akrabalık konumunu “babamın kız kardeşinin oğlu” şeklinde uzun bir şekilde açıklayarak söylemişlerdir. Ancak bu tür uzatmalar biçimsiz olduğundan Hz. İsa da herkes gibi “kardeş” kelimesini kullanmıştır. Yeni Ahit yazarları da, aynı babadan olan oğulların ve kuzenlerin Aramicedeki karşılığı olan “kardeş” veya “kardeşler” sözcüğünü doğal olarak kullana gelmişler, kelimeyi bildiğimiz dar anlamıyla “birader” anlamındaki “adelphos” olarak çevirmişlerdir. Aramice ve İbranice’den farklı olarak tıpkı Türkçe’deki gibi Grekçe’de de kuzen kelimesi ayrı bir anlam ifade etmiş ve kuzen anlamında “anepsios” kullanılmıştır. Ancak Kutsal metnin çevirisini yapanlar gerçek kuzenlere karşılık olarak bile “adelphos=birader” sözcüğünü kullanmışlardır.32
Anlaşılan odur ki; Yeni Ahit mütercimleri Yahudi deyimlerini Grekçe Kutsal Kitap’a taşıyarak, bire bir çeviri yerine edebi çeviri yapmışlardır. Yani, İbranice’deki “birader” kelimesine karşılık gelen kelimeyi kullanmışlar ancak, “aynı aileden olma oğullar” sözcüğüne karşılık olarak “adelphos” kelimesini ve kuzenler sözcüğüne karşılık olarak “anepsios” kelimesini anlam olarak ayrı tutup farklı kullanmamışlar, her ikisini de aynı kelimeyle (adelphos =birader) ifade etmişlerdir. Yeni Ahit’teki buna benzer kullanımlar İngilizce ve Türkçe çevirilere de yansımış ve durum daha da karmaşık hale gelmiştir. Dolayısıyla İncil’in bir cümlesinde kullanılmış olan “kardeş”, “kız kardeş” ve “kardeşler” sözcüğünün anlamını tam olarak ayırt edebilmek için, İbranice aslından tüm metinleri gözden geçirmek gerekmektedir.
Görüldüğü gibi, Yeni Ahit’te de “kardeş”, “kardeşler” ve “kız kardeş” ifadeleri, “anne veya baba bir kardeş” anlamı dışında çok farklı anlamlarda kullanılmıştır.

c) Yeni Ahit Çerçevesinde
“Hz. İsa’nın kardeşleri” olduğu fikri temelde, Yeni Ahit’ te zikredilen “Hz. Meryem’in Yusuf adlı bir kişiyle nişanlı olduğu, Hz. Meryem’in Kutsal Ruh’tan gebe olduğunu anlayan Yusuf’un başta onunla evlenmekten vazgeçtiği, ancak rüyasında meleğin durumu açıklaması üzerine Hz. Meryem’i eş olarak yanına aldığı”33 ifadesine dayanmaktır. Yeni Ahit’te Hz. Meryem’e yakınlığından söz edilen Yusuf adlı bu kişinin Kur’ân ve hadislerde varlığından dahi bahis yoktur. Hele onun Hz. Meryem’in nişanlısı olduğu ve daha sonra evlendikleri gibi İncil kaynaklı bilgilere rastlamak hiç mümkün değildir. Şu kadar var ki, bazı tefsir ve tarih kaynaklarında yer alan oldukça zayıf bir kısım rivayetlerde, Yusuf adlı bu marangozun Hz. Meryem’in akrabası olduğu34 ve mabedde aynı dönemde bulundukları nakledilmektedir.35
Protestanlar’ın, Hz. İsa’nın kardeşleri olduğu fikrine dayanak gösterdikleri bir husus da şudur: Luka İncilinde Hz. İsa’nın “ilk oğul”, “ilk erkek çocuk” olduğu belirtilmektedir.aj Onlar bu ifadeden hareketle “demek ki kardeşleri de var.”36 diye bir mantık yürütmektedirler. Ne var ki bu ifadenin, “Hz. İsa’nın başka kardeşleri de olduğu” konusunda hiçbir delil değeri yoktur. Zira bu ifadeye sadece “ilk erkek çocuğun Rab’be adanmış sayılacağına”37 dair Kutsal Kitap’taki bir yasayı hatırlatmak için vurgu yapılmıştır.
Diğer taraftan Luka İncili’nde, Hz. İsa’nın Fısıh Bayramı’nda Yeruşalim’de tapınağa gittiklerinde ana-babasının onu kaybedip aramaya koyulduklarına yer verilir.38 Oradaki konu bütünlüğü göz önüne alındığında, ailede Hz. İsa dışında başka çocuklar bulunduğuna dair en ufak bir ipucu olmadığı gibi, aksine tek çocuk olduğu hususu daha uygun düşmektedir.
Bir diğer husus şudur: Yuhanna İncili’nde anlatıldığına göre çarmıha gerildiği sırada Hz. İsa, annesi Hz. Meryem’i havarilerden Yuhanna’ya emanet eder.39 Burada akla hemen şu soru gelmektedir: Matta ve Markos İncillerinde isimleri de verilerek Hz. İsa’nın kardeşleri olduğu belirtilen dört kişi, gerçekten Hz. Meryem’in diğer oğulları ise ve hatta onlardan başka kızları da var idiyse, onlar dururken Hz. İsa, annesini neden başkasına emanet etmiştir?! İncillerde Hz. Meryem’in kocası olduğu belirtilen Yusuf adlı kişinin bu esnada hayatta olmadığı varsayılsa bile, iddia edilen diğer kardeşlerinin varlığından söz bile edilmeyişi, söz konusu iddianın geçersizliğini ortaya koyan bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

d) “Kardeş” Tabirinin Hz. İsa ile İlgili Kullanımı
“Kardeş” tabirinin Hz. İsa ile ilgili geçtiği yerlere gelince bunların çoğunda, bu tabirin mecaz anlamda kullanıldığı ilk bakışta anlaşılmaktadır ve aksine ihtimal verilmeyecek derecede açıktır. Meselâ Matta, Markos ve Luka İncilleriyle Tomas İncilinde yer alan bir anlatımda Hz. İsa’ya, annesiyle kardeşlerinin kendisiyle konuşmak istedikleri söylendiğinde “Göklerdeki Babam’ın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kızkardeşim ve annem odur.” der.40 Yine Yuhanna İncilinde Hz. İsa’nın, vefatından sonra dirilerek Mecdelli Meryem’e görünmesi anlatılır. Orada Hz. İsa ona “Kardeşlerime git ve onlara söyle; benim Babam’ın ve sizin Babanız’ın, benim Tanrım’ın ve sizin Tanrınız’ın yanına çıkıyorum.” der. Ardından kullanılan ifade, “kardeş” tabirinin mecaz anlamda kullanıldığını ortaya koymaktadır: “Mecdelli Meryem öğrencilerin yanına gitti.”41 Her iki örnekte de görüldüğü gibi “kardeş” tabiri, Hz. İsa’nın “din kardeşleri”ni ifade etmektedir.42
Sadece Yuhanna İncilinde yer alan bir başka kullanımda Hz. İsa’nın “kardeşleri”, Yahudiler’in Çardak bayramı yaklaştığı için ona şu an İsrail’in kuzeyinde bulunan Galile’den ayrılıp Yahudiye’ye gitmesini teklif ederler. Hz. İsa önce onlara bazı gerekçeler beyan edip gitmez, ancak kardeşlerinin bayram için Yahudiye’ye gitmeleri üzerine o da gizlice oraya gider.43 Yine sadece Yuhanna İncilinin kaydettiğine göre, Kana köyündeki şarap mucizesinden sonra “Hz. İsa, annesi, kardeşleri ve öğrencilerinin Kefarnahum’a gidip orada birkaç gün kaldıkları” ifade edilmektedir.44 Görüldüğü gibi bu iki anlatımdan da Hz. İsa’nın kesin olarak nesep kardeşlerini çıkarmak mümkün görünmemektedir.
Ünlü Yahudi tarihçi Flavius Josephus (M.S. 38-100), “Antiquities of the Jews” adlı eserinde Hz. İsa’nın en azından Yakup adlı bir erkek kardeşi olduğunu ileri sürmektedir.45 Ancak Hz. İsa’nın kuzeni olarak bilinen ve 120 yaşında öldüğü nakledilen Simeon bar Cleopas, Hz. İsa’ nın erkek kardeşi olduğu ileri sürülen Yakup adlı kişinin, M.S. 62 yılında taşlanarak öldürüldüğünde 96 yaşında olduğunu belirtmektedir.46 Buna göre Yakup’un doğum tarihi M.Ö. 34 olmaktadır ki, Hz. İsa’nın kardeşi olmak bir yana, Hz. Meryem’den bile daha yaşlıdır. Yani diğer bir deyişle, iddia edildiğinin aksine Hz. İsa’nın sözü edilen kişiyle neseben kardeş olması mümkün değildir.
Diğer taraftan Matta ve Markos’ta Hz. İsa’nın kardeşleriyle ilgili aynı olayı zikreden Luka’nın, kardeşleri olarak belirtilen isimleri saymadığı gibi “kardeşler” ifadesine yer bile vermeyişi,47 “kardeşler” konusunun ittifak edilen bir husus olmadığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ayrıca havariler listesiyle bu isimler karşılaştırıldığında oldukça ilginç bir bağlantı daha ortaya çıkmaktadır: Sadece Matta ve Markos İncillerinde Hz. İsa’nın kardeşleri gibi zikredilen bu dört isimden Yusuf hariç diğer üçü, onun seçtiği havariler listesindeki isimlerle örtüşmektedir. Şöyle ki: Sinoptik İnciller ile Barnaba, ayrıca Taberî ve İbn Kesîr tefsirlerindeki havari listesinde iki ayrı “Simun” ve iki ayrı “Yakup” zikredilmektedir. Yine Hz. İsa’ya ihanet eden Yahuda İscariot da kaynakların hepsindeki ortak isimdir.48
“Kardeş” kelimesinin kullanımıyla ilgili benzer bir durum Kur’ân-ı Kerîm’deki iki farklı âyette de sözkonusudur. Bunlardan birinde, “Âd kavmine de, kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik.”49 buyurulmakta ve bundan neseben kardeş anlaşılmamaktadır. Diğerinde ise İsrailoğullarının Hz. Meryem’e hitaben “Ey Hârûn’un kızkardeşi”50 şeklindeki ifadeleridir ki, müfessirler buradaki “kızkardeş” tabirinin gerçek anlamda neseben “kızkardeş” olmadığı üzerinde durmuşlardır.51 Nitekim Peygamberimiz de, bu hususu “İsrailoğullarının, çocuklarına geçmiş peygamberlerin ve salih kulların isimlerini verdikleri olurdu.”52 şeklinde izah etmektedir. Ayrıca günümüzde rahibelere “kızkardeş” anlamında “sister” denilmesi de bu hususu destekleyen canlı bir örnek durumundadır.
Şu halde Hz. İsa’nın kardeşleri olarak zikredilen isimlerle, büyük ihtimalle onun yakın çevresindeki isimlerin kastedildiğini ve bunun “din kardeşleri” anlamında kullanıldığını söylemek mümkündür.

e) Değerlendirme
Âyetler, hadisler ve İncillerde Hz. Meryem’in iffeti ve Hz. İsa’yı babasız dünyaya getirdiği, oldukça net bir şekilde anlaşılmaktadır. İslâm dinine göre Hz. Meryem, hem Hz. İsa’yı dünyaya getirişinde hem de sonraki hayatında hiçbir erkekle evlenmemiştir. Dolayısıyla Hz. İsa’nın her ne surette olursa olsun kardeşlerinin olabileceğini söylemek mümkün değildir.
Kur’ân’da Hz. İsa’nın anneannesinin yaptığı, kızı Hz. Meryem için “Ben onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.” şeklindeki duadan, Hz. İsa’nın kardeşleri olduğu sonucunu çıkarmak ise tamamen zorlamalı ve delilden yoksun bir iddiadan ibarettir.
Önde gelen iki Hıristiyan mezhebi Katolik ve Ortodokslar, Yeni Ahit’te belirtildiğinden ötürü “Hz. Meryem’in, nişanlısı Yusuf’la evlendiği”ni kabul etmekle beraber onun bütün hayatı boyunca bâkire kaldığını söylemiş, Protestanlar ise bunun Hz. İsa’nın doğumundan sonra devam etmediğini ileri sürmüşlerdir. Fakat bu, sadece onların iddiası olarak kalmış, aynı İncil’e muhatap olmalarına rağmen Katolik ve Ortodokslar bu iddiayı kabul etmemişlerdir.
“Hz. İsa’nın kardeşleri” olduğu düşüncesine kaynaklık eden hususlar arasında en tutarlı görüneni, Yeni Ahit’in değişik yerlerinde bazen ismen de zikredilen “Hz. İsa’nın kardeşleri” ve “kız kardeşleri” tabirleridir. Ancak Hıristiyanların kutsal metinleri olan Eski Ahit ve Yeni Ahit incelendiğinde, “kardeş” sözcüğünün çok geniş bir anlam yelpazesine sahip olduğu görülmektedir. Üstelik Maurice Bucaille’nin de belirttiği gibi, hem İbranice aslından yapılan tercümeler hem de daha sonraki yıllarda farklı dillere yapılan tercümeler sırasında anlam kaymaları olmuş, “kardeş” sözcüğü, yakın akraba ve yakın çevreyi ifade için de kullanılmıştır. Nitekim “kardeş” tabirinin Hz. İsa ile ilgili geçtiği yerlerin çoğunda, bu tabirin mecaz anlamda kullanıldığı aksine ihtimal verilmeyecek derecede açıktır. Meselâ bunlardan birinde, annesiyle kardeşlerinin kendisiyle konuşmak istedikleri kendisine söylenince Hz. İsa, “Göklerdeki Babam’ın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kızkardeşim ve annem odur.” der.
Bunlar dışında Matta ve Markos İncillerinde Hz. İsa’nın kardeşleri olarak bizzat dört ismin zikredildiği görülmektedir. Ancak “kardeşler” konusu da ittifak edilen bir husus değildir. Zira aynı olayı zikreden Luka, söz konusu isimleri saymadığı gibi “kardeşler” ifadesine dahi yer vermemektedir. Ayrıca Hz. İsa’nın kardeşleriymiş gibi zikredilen bu dört isimden Yusuf hariç diğer üçü, havari isimleriyle örtüşmektedir ki bu husus, “kardeşler” ifadesiyle Hz. İsa’nın en yakınında bulunan havarilerin kastedilmiş olabileceğini akla getiren bir başka husustur.
Sonuç olarak, Hz. İsa’nın “kardeşleri” tabiri ile, büyük ihtimalle onun yakın çevresindeki isimlerin kastedildiğini, bu tabirin genelde “din kardeşleri” anlamında kullanıldığını ve buna bağlı olarak bu isimlerin gerçek kardeş değil, havariler gibi yakın çevreyi ifade ettiğini söylemek gerekir.

* Araştırmacı - Yazar
acetinkaya@yeniumit.com.tr

DİPNOTLAR
1. Enbiyâ, 21; 91.
2. Tahrîm, 66; 12.
3. Âl-i İmran, 3; 47.
4. Meryem, 19; 20.
5. Bkz.: Nisâ, 4; 155-158.
6. Bkz.: Bucaille, Kitab-ı Mukaddes, Kur’ân ve Bilim (çev. Suat Yıldırım), s. 129; Tümer, Hz. Meryem, s. 108-109; Harman, “İsa”, TDV İA, XXVII, 467.
7. Bkz.: Âl-i İmran, 3; 36.
8. Bkz.: Bedir, Ahmet; Kur’ân ve İncillere Göre Hz. İsa’nın Var Olduğu İleri Sürülen Kardeşleri Meselesi, Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı 4, Urfa, 1998, s. 124-131.
9. Bkz.: et-Taberî, Tefsîr III, 238-240; el-Kurtubî, Tefsîr IV, 68; el-Beğavî, Tefsîr I, 295.
10. Buhârî, “bed’ü’l-halk” 11, “enbiyâ” 44, “tefsîru sûre (3)” 2; Müslim, “fedâil” 146, 147, “kader” 25.
11. Buhârî, “enbiyâ” 44, “tefsîru sûre (3)” 2; Müslim, “fedâil” 146; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned II, 274.
12. er-Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât “ذ ر و” mad. s. 259.
13. ez-Zemahşerî, el-Fâik II/7; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye II/157; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs I/51, 507.
14. el-Beğavî, Tefsîr I, 297; el-Kurtubî, Tefsîr IV, 68.
15. Bkz.: Bakara, 2; 124, 128, 266; Âl-i İmran, 3; 34, 36, 38; Nisâ, 4; 9; En’âm, 6; 84, 133; A’râf, 7; 172, 173; Ra’d, 13; 38; İbrahim, 14; 37, 40; İsrâ, 17; 3, 62; Kehf, 18; 50; Meryem, 19; 58; Ankebût, 29; 27; Yâsîn, 36; 41; Sâffât, 37; 77, 113; Ahkaf, 46; 15; Tûr, 52; 21; Hadîd, 57; 26.
16. Bkz.: En’âm, 6; 87; Ra’d, 13; 23; Furkan, 25; 74; Mü’min, 40; 8.
17. Bkz.: Yûnus, 10; 83.
18. Âl-i İmran, 3; 47; Meryem, 19; 20; Enbiyâ, 21; 91; Tahrîm, 66; 12. Ayrıca bkz.: Y.Ahit, luk. 1:34.
19. Bkz.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned I, 202, 461, V, 291; et-Tayâlisî, el-Müsned s. 46; Abd b. Humeyd, el-Müsned s. 193.
20. Bkz.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned I, 461; et-Tayâlisî, el-Müsned s. 46; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef VII, 350.
21. Bkz.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned I, 461; et-Tayâlisî, el-Müsned s. 46; Saîd b. Mansûr, Kitâbü’s-sünen II, 228.
22. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye III, 196; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab “ب ك ر” mad. (IV, 78).
23. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab “ب ت ل” mad. (XI, 43); el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs I, 1246.
24. Bkz.: İbn Hacer, Fethu’l-bârî VI, 470.
25. Bkz.: E.Ahit, 2sa. 1:26; E.Ahit, amo. 1:11.
26. Bkz.: E.Ahit, yar. 14:13-14.
27. Bkz.: E.Ahit, yar. 11:26-31.
28. Bkz.: E.Ahit, yar. 29:15.
29. Bkz.: E.Ahit, yas. 23:7; neh. 5:7; yer. 34:9.
30. Bkz.: E.Ahit, ezg. 4:9-12, 5:1.
31. Bkz.: Bucaille, a.g.e., s. 129.
32. Bkz.: 1.http://www.isamesih.org/modules.php?name=News&file=comments&sid=129&tid=242&mode=&order=&thold; 2.http://www.kilise.netfirms.com/Katolik%20Kilisesi/mesihisaninkardeslerivarmiydi.html
33. Bkz.: Y.Ahit, mat. 1:18-25; luk. 1:26-27; luk. 2:5.
34. “Dayısının oğlu” (İbn Kesîr, Târîh II, 68) ve “Amcasının oğlu” (el-Âlûsî, Tefsîr XVI, 80) diye belirtenler de vardır.
35. Bkz.: et-Taberî, Tefsîr XVI, 64-5; et-Taberî, Târîh I, 350; İbn Kesîr, Tefsîr III, 113.
36. Bkz.: Y.Ahit, luk. 2:6-7; Y.Ahit, luk. 2:23.
37. Bkz.: Y.Ahit, luk. 2:23.
38. Bkz.: Y.Ahit, luk. 2:41-52.
39. Bkz.: Y.Ahit, yuh. 19:26-19:27.
40. Bkz.: Y.Ahit, mat. 12:46-50; Y.Ahit, mar. 3:31-35; Y.Ahit, luk. 8:19-21. Ayrıca bkz.: Özemre, Ahmed Yüksel; Toma’ya Göre İncil, İyi adam yayınları, İstanbul, 2002, s. 101
41. Bkz.: Y.Ahit, yuh. 20:10-18.
42. “Kardeş” tabirinin Hz. İsa’nın “din kardeşleri”ni ifade ettiği başka yerler için bkz.: Y.Ahit, mat. 28:1-10; Y.Ahit, Y.Ahit, elc. 1:14-16.
43. Bkz.: Y.Ahit, yuh. 7:3-10.
44. Bkz.: Y.Ahit, yuh. 2:12.
45. Bkz.: Aydın, Mahmut, “Yahudi Bir Peygamberden Gentile Tanrıya: İsa’nın Tanrısallaştırılma Süreci”, İslâmiyât III (2000), sayı 4, Ankara, 2000, s. 49. Ayrıca bkz.: http://www. kutsalkitap.org/eskiforum1/viewtopic. php?t=2&view=previous&sid= 3126262e90cf24429af82d06d00f1b3f; http://www.protestan.org/contents.php?id=31
46. Eisenman, Robert H.; James the Brother of Jesus, Penguin books, Paperback edition, 1998, s. 320.
47. Bkz.: Y.Ahit, luk. 4:14-30.
48. Barnaba, Yurtsever Simun yerine kendi adını zikreder. Luka ve Barnaba İncilleri Yahuda İscariot’tun dışında başka bir Yahuda daha zikrederler. Bkz.: Y.Ahit, mat. 10:1-4; Y.Ahit, mar. 3:13-19; Y.Ahit, luk. 6:12-16; Barnaba İncili 14; Özemre, a.g.e., s. 101 (99. hadis); et-Taberî, Tefsîr VI, 14-15; İbn Kesîr, Tefsîr I, 577.
49. Bkz.: Hûd, 11; 50.
50. Bkz.: Meryem, 19; 28.
51. et-Taberî, Tefsîr XVI, 77-78; Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr XV, 327-328.
52. Müslim, “âdâb” 9; Tirmizî, “tefsîru sûre (19)” 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned IV, 252.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder