İslâm
dini, insanların birbirinin hukukuna saygı beslediği, şeref ve haysiyetlerin korunduğu huzurlu bir toplumu gaye
edinir. Dolayısıyla ferdin ahlakî eğitimine (terbiye) büyük önem verir. Çünkü fert, toplumun yapı
taşlarından birini oluşturur.
Onun, olumlu veya olumsuz davranışları, öngörülen huzurlu toplumu aynı
biçimde etkiler.
Bu sebeple ferdin iyi ve kötü davranışlar konusunda bilgilendirilmesi, iyiliğe özendirilmesi, kötülükten
sakındırılması gerekir.
Kur’an’ı-Kerim, İslâm’ın öngördüğü bu toplumu oluşturmak için gerek Hz. Muhammed (sav)’den önceki devirlerden, gerekse aynı peygamberin devrinde
tarihî örnekler vererek ders ve ibret almak için bizi düşündürür.
Bu doğrultuda bizi
düşündürdüğü konuların
başında peygamberlerin, yaşadığı
devirlerde
maruz
kaldıkları iftiralar gelir. Kur’an-ı Kerim bilhassa Rasûl-i Ekrem (sav) devrinde cereyan eden bu kabil tarihî olaylara değinir.
Biz bu çalışmamızda Kur’an-ı Kerim’de
“ifk,
bühtan,
iftira”
gibi tabirler halinde yer alan “iftira”
kavramını ele alarak,
tarihî dökümanlarla değişik bir yorum kazandırmaya çalıştık. Bununla, İslâm tarihinde yaşanmış hadiselerin
eğitimde örneklemlerle ele alınması halinde yararlı sonuçlar doğurabileceğini göstermek istedik. Böylece ahlâkî bir konuya tarihî bir boyut kazandırarak her iki alanın tetkikçilerini bu doğrultuda düşündürmeyi
amaçladık.
LUGAVÎ İZAH
İftira lugat olarak "f.r.y"
kökünden hümâsî olan "ifterâ" fiilinin mastarı
olup "yalan uydurmak",
"söz uydurmak"
anlamlarına gelir.
İftira eden kimseye "müfterî" denir. Ayrıca
iftira etmek, aldatmak manasında
"e.f.k" sülâsisinden masdar olarak "ifk" ve
"b.h.t"sülâsîsinden mastar olarak da "bühtan" kelimesi kullanılmaktadır.
İFTİRA, İFK VE BÜHTAN KELİMELERİNİN KUR'AN'DA
YER ALIŞI
Kur'ân-ı
Kerim'de "iftira, ifk ve bühtan" mastarları, bazen
olduğu gibi, bazen de müştakları ile geçer. Meselâ
Nûr Sûresinin
11. âyetinde
Hz. Peygamber'in
zevcesi
hakkında yalan
uydurarak
iftira
edenlerden
bahsedilirken"el-ifk=" kelimesi
geçmektedir.
Keza
aynı sûrenin 13. âyetinde, "apaçık bir iftira"
manasında"ifkün mübîn" ifadesi geçmekte, İslâm aleyhine asılsız
söz uydurmak, Hz. Peygamber
hakkında asılsız iddia ve iftiralarda bulunmak, Kur'an-ı Kerim hakkında uydurulmuş iddiasını ileri
sürmek mânalarında"ifk, ifkün kadîm, ifkünmüfterâ, ifkünifterah" tabirleri kullanılmaktadır.1 Söz uyduran yalancı mânâsında
Câsiye sûresinin
7. âyetinde "Effâk" geçmekte; verdiğini geri almak, teminat verdiği halde, gereğini yerine getirmeyip, almaması gerekeni almak kastedilerek iftira etmek ve apaçık günaha girmek, suçsuza suç
isnadetmek, mü'minleri yapmadıkları
şeyden dolayı
incitmek
mânâlarında
"bühtân" kullanılmıştır.2 Hz. Peygamber
hakkında münkirlerin haksız ve asılsız söz uydurmaları"zûr" kelimesi ile ifade edilmiştir. Müşriklerin Allah'a, Kur'an-ı
Kerim'e, Hz. Peygamber'e ve İslâm'a karşı
sürekli yalan uydurmaları da, "İftira" kelimesinin çeşitli kalıplarıyle geçmektedir. Meselâ; "Efteraytühü,
Yefterûn, Tefterûn, Tefterû, Müfftereyât, Müfterâ, Yefterînehû, Müfterîne, Müfterûne gibi.3Kur'an-ı Kerim, Peygamberlerin
kıssalarını naklederken zaman zaman onların maruz kaldığı
iftiraları da bildirir.
Meselâ, Hz. Mûsa kendisine Cenâb-ı Hak tarafından mucize olarak verilen âsâ ile Mısır'lı sihirbazları
mağlup ettiğinde onlar gösterilen
bu şeyin bir beşer
eseri olmadığını farkederek
îmana geldikleri
halde,
Firavun ve yakın çevresi ona sihirbazlık isnâdettiler.4 Hz. Îsâ'nın, Allah'ın kudretiyle babasız
dünyaya geldiğini idrak
edemeyenler Hz. Meryem'e
iffetsizlik isnâdettiler.5 Halbuki o, sıddîka idi.6 Keza, Hz. Îsâ, insanları birtakım
belgelerle Hakk'a dâvet ettiğinde onun ileri sürdüğü delillere sihir dediler.7 Aynı şekilde müşrikler de Hz. Peygamber'in mucizelerine sihir dediler; onu, kâhinlik, mecnunluk
ve
şairlikle itham ettiler, iftirada bulundular.8
Bu âyetler incelendiği zaman, ilâhî hakikatleri
her türlü şart altında tebliğ vazifesini üstün
bir vazife şuuru ve derin bir sorumluluk anlayışı içinde yürüten peygamberlerin;
çevresindeki insanların
haşin, merhametsiz, kaba ve zalimce müdahalelerine ve
iftira ile engellemelerine
maruz kaldıkları anlaşılıyor.
İSLÂM'IN FERT VE TOPLUM
HAYATINA
VERDİĞİ
ÖNEM
Diğer taraftan İslâm, fert olarak insanın şahsına ve toplum hayatına büyük önem vermiştir.
İnsan, içinde
ilâhî cevher taşır.
İnsanı insan yapan ruhu, kendi ruhundan olmak üzere
Allah üflemiştir.9 Yüce Allah, insanı en
güzel şekilde yaratmış10, onu yeryüzünde halifesi kılmış11, ona şeref ve izzet bahşetmiştir.12
Demek ki insan sadece bedeni ile değil, daha önemli olarak ruhu ile, mânevî varlığı ile de diğer yaratıklardan üstün değerlere mazhar kılınmıştır. Dolayısıyle İslâm, Müslümanların birbirlerinin ırz, namus,
şeref ve haysiyetlerine saygılı olmalarını emretmiş, bunu sağlamak için de, ferdî ve ictimâî birtakım
değer
ölçülerine
uymayı gerekli kılmıştır. Bu cümleden olarak
istikamet, dürüstlük, adalet, eşitlik, ahde vefa, emanete riayet emrolunmuş; yalan, haset, istihza, fısk-u fücûr, kin, hakaret, kötü söz, gıybet, riya, nemime, suizan
ve iftira yasaklanmıştır.13
Kur'an-ı Kerim'de belirtildiğine göre, insan güvenilir olmalıdır. Cenâb-ı Hakk, güven telkin etmeyen
bozguncuları sevmez.14
Fâsıkların verdikleri
haberlere
de
itimat
edilmez.15 Nitekim,
Hz.
Peygamber,
Müslümanı
"Diğer Müslümanların, dilinden ve elinden zarar
görmediği
kimse"16 diye
tarif etmiş; söz söylerken
yalan söylemeyi, vadettiğinde sözünde durmamayı, kendisine bir şey emanet edilince, hıyanet etmeyi münafıklığın alâmetlerinden saymıştır.17 İslâmî telâkkiye göre insanlara kötü sözle hitabetmek, lânet etmek,
sövüp saymak, kusurlarını başına
kakmak, suizanda bulunmak, ayıp araştırmak, Müslümanı hor
görmek hoş karşılanmamıştır.18
İslâm dini, Müslümanların
dostça, birlikte, âhenk ve huzur içinde yaşayabilecekleri bir toplum
olmalarını istemektedir. Bu mânâda mü'min, kendisi insanlarla
uyuşan ve insanların da kendisiyle uyuşabileceği kimsedir.
Mü'minlerin en hayırlısı, ahlâkı en güzel olanıdır.19 Zira toplum
hayatı, ahlâkın gerektirdiği tarzda yaygınlaşmasıyla gayesiz
bir sürü olmaktan kurtulur ve
hürmete lâyık bir cemiyet mahiyetini
kazanır.
İFTİRANIN TANIMI
İftira,
özlenen bu saygıdeğer cemiyet idealini kökünden tahrip
eden ve ferdin haysiyetine,
şerefine, manevî hayatına saldırı anlamına gelen kötü huyların başında gelmektedir.
İftira,
bir kimseye yalandan suç ve
kötülük
isnadetmektir.
Müfteri,
ya kendi
suçunu başkasına yükler,
veya başkalarına
işlemedikleri
suçları
isnadeder ki, her ikisi de çirkin bir davranış biçimidir. İftira, dil yolu ile başkasının şeref, itibar, namus ve
haysiyet gibi manevî haklarına saygısızlıktır.
Müslüman, Müslümanın kardeşi olduğu için, birbirlerinin hakkına tecavüz haramdır.20
İslâm ahlâk literatüründe-aslı olsa dahi-din kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmak gıybet, aslı olmayan hususları isnadetmekse iftiradır.21 Klâsik kaynaklarda kindarlık, haset, dedikoduculuk, gıybet, alaya almak, küçük görmek, kendini
beğenmek, kendi hatasından sıyrılmak gibi kötü huy ve alışkanlıklar, kişiyi iftiraya
sürükleyen sebepler arasında
gösterilir. Nitekim Hz. Peygamber, -doğruluğun, hayrın kaynağı
olmasına karşılık-
yalanın bizâtihi günah kaynağı olduğunu ifade eder.22 Bu münasebetle dilin afetlerinden sayılan yalancılık,
nemime, gıybet
gibi kötü huylarla iftira
bir arada
düşünülmelidir.
Tabiatın ihtiras ve aşırı isteklerine direnemeyen sabırsız
kişiler, bilgi gücünün dinamizminden mahrum
bir vaziyette yersiz korku ve
gereksiz tutkulardan
kendilerini sıyıramazlar; dolayısıyle itidal sınırının dışına çıkarlar, adaletten saparlar, zulme yönelirler.
Bu hâlet-i rûhiye içinde, böylelerinin diğer
bir çok hataları yanında başvurduğu yollardan biri de
iftiradır. Buna göre iftira,
kişinin, ruhu besleyen manevî kuvvetlerini kaybederek yalan, gıybet, dedikodu vs.
gibi ahlâk-ı zemîmeye yönelişinden geçer, hedef edinilen insanları ve toplumları tahribetme
bakımından en üst noktaya tırmanır
KUR'AN-I
KERİM'İN KONUYA BAKIŞI
Cenâb-Hak,
Kur'an-Kerim'de, kendisi
ve peygamberleri
hakkında
vukubulan iftira ve
isnadları ne kadar takbih ederse, ictimâî hayatın âfetlerinden olan fertler arasındaki iftirayı
da kesinlikle yasaklar.
Nitekim Kur'an-
Kerim'e göre, kişinin yanılıp veya suç işleyip de, sonra bunu bir suçsuzun üzerine atmasını iftira olarak nitelendirir ve bunu
yapan kişinin apaçık
bir günah yüklendiğini belirtir.23 Kişiyi
bilmediği
şeyin peşine düşmekten alakor; kulak, göz ve kalbin o şeyden sorumlu olduğunu ifade eder.24 Keza, Kur'an-Kerim, inanan
erkek ve kadınları yapmadıkları
bir şeyden ötürü incitenleri müfterilikle
vasfeder ve böylelerinin apaçık bir
günah yüklenmiş olacakların açıkça bildirir.25
Kur'an-ı
Kerim'in bildirdiğine göre, iftiranın en şiddetlilerinden biri
iffetli mü'min kadınlara zina isnadetmektir.
Böyleleri dünyada da âhirette de lânete uğramışlardır.
Onlara büyük bir azap vardır.
İffetli kadınlara zina
isnadedip de, dört şahitle ispat edemeyenlere ceza olarak seksen deynek vurulacağı (Hadd-i Kazf),
şahitliklerinin ebediyyen kabul olunmayacağı ve böylelerinin, hak yoldan çıkmış kimseler olacağı ifade edilir.26
Kur'an-ı Kerim bize bu konuda, Hz. Âişe'nin iftiraya maruz kalması hadisesini unutulmaz bir ibret dersi olarak
örnek
verir.
KUR'AN-I KERİM'İN
BU KONUDA ÖRNEK SEÇTİĞİ TARİHÎ BİR
HADİSE
Benî Mustalik (Müreysi) gazvesinden (5/627) dönülürken bir ara Hz.Âişe zaruret
sebebiyle (kaza-i hacet
için) kafileden uzaklaşmıştı.
Döndüğünde hatıra değeri büyük olan gerdanlığının kaybolduğunu farkedince,
sür'atle bulur
gelirim düşüncesiyle ve
mahfeye
bindirilmeden
kafilenin hareket
etmeyeceği yaklaşımı ile,
aramak üzere ayrıldı ve buldu.
Fakat ordu uzaklaşmıştı.
Çünkü, beden yapısı bakımından zayıf bir hanım olması itibariyle hizmetliler, onun, içinde olduğunu zannederek mahfeyi (tahtırevan) deveye bağlamışlardı. Bu durumda Hz. Aişe,
mahfede olmadığı anlaşılınca kendisini bulmaya gelecekleri düşüncesiyle oturup beklemeye koyuldu.
Bu esnada ordunun gerisinde
unutulan eşyayı (metrûkât) toplamak için görevli olan Safvan b. Muattal, Hz. Aişe'yi farketti, onu devesine bindirdi; deveyi yederek hiç konuşmadan ordunun konakladığı yere geldi. Hz. Aişe'nin mahfede olmadığı da ordugâhta anlaşılmıştı.
Bu esnada Hz. Aişe ve Safvan'ın gelişini fırsat sayan
münafıklar, her ikisinin
de iffetine dil uzattılar,
iftira ederek dedikoduyu
hayli
ileri götürdüler.
Safvan'la olan eski husumetinden dolayı Hassan b.
Sâbit, Hz. Peygamber'in
zevcesi olan Zeyneb'in
yükselmesi beklentisi
ile Hamne bint Cahş ve Hz. Ebû Bekir'in malî desteğiyle hayatını sürüdürür
olmanın hissî bir reaksiyonu
içinde Mıstah b. Usase de bu söylentilere kulak verip aldanmışlardır27
Nihayet Cenâb-ı Hak, vahy ile Hz. Aişe'nin
namuslu ve kendisine
dil uzatanların müfteri olduklarını beyan
etti. Bu konuda inzal olunan
âyetlerde
Hz.
Peygamber'in zevcesine
iftira
edenlerden her birine kazandıkları günaha karşı büyük ceza verileceği, elebaşılık yapanın ise, daha büyük azap göreceği belirtiliyor, Müslümanların
duyduklarında hüsnüzan besleyerek
bunun apaçık bir iftira
olduğunu ifade etmeleri gerektiği vurgulanıyor, bu tip iddialarına dört şahit getirmeyenlerin Allah katında
yalancı olduklarını
bildiriliyor, İslâm toplumunun o kötü sözün yayılmasına fırsat vermelerinden
dolayı büyük bir azaba uğramaktan ancak Allah'ın
lutfu ile kurtulabildikleri hatırlatılıyordu.28 Bu konuda
son üç âyet mealen şöyledir:
Onu
dilinize
dolamıştınız.
Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza
alıyordunuz. Onu
önemsiz bir şey sanıyordununuz. Oysa,
Allah katında önemi büyüktü. Onu
işittiğinizde "
Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? Eğer mü'min kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir
şeye bir daha
dönmemenizi tavsiye eder.29
Bu âyetler geldikten sonra sözkonusu iftiraya
iştirak edenlere hadd-i kazf
icra olunmuştur. Fakat burada, Hz.
Aişe'yi temize çıkaran âyetlerin nüzulünden evvel Ebû Eyyûb el-Ensârî (Halid b. Zeyd) Hazretlerinin ve
zevcesi Ümmü Eyyûb'un konuya yaklaşımına bilhassa işaret etmek gerekir. Ümmü Eyyûb kocasına "Aişe
hakkında neler söylendiğini duydun mu?"
dediğinde, "Evet duydum, fakat hepsi yalandır, iftiradır, uydurma şeylerdir" cevabını vermişti. İşte bu cevap, "Bu apaçık bir iftiradır demeniz gerekmez miydi?" âyetine tam
bir örnek teşkil ediyordu. Bu konuda Hz. Peygamber tarafından fikri sorulunca Hz.Üsâme b. Zeyd'in "Hz. Aişe hakkında
hayırdan başka bir şey bilmeyiz" ve Hz. Aişe'ye hizmetle vazifeli cariye statüsündeki Berîre
kadının, "Aişe'de şüphe veren bir hal ve
bir ayıp görmedim" tarzındaki
sözlerini
de
bu meyanda zikretmek, kadirşinaslık olur.
Hz. Peygamber'in zevcesi Zeyneb'in itibarını yükseltmek
gayesiyle iftiraya
katılan kız kardeşi Hamne'ye karşılık bizzat Hz. Zeyneb'in, Hz.
Aişe hakkında hüsnüşehâdeti takdire değer bir davranış olarak hatırlanmalıdır.
HZ. PEYGAMBER'İN İNSANLARI
İFTİRADAN SAKINDIRMASI
Müslümanları her çeşit kötü
huy
ve davranıştan
(Ahlâk-ı
zemîme,
ahlâk-ı seyyie, ahlâk-ı kabîha)
sakındıran Hz. Peygamber, iftiradan da sakındırmıştır. Bilhassa İslâm'a
yeni giren kimselerden biat alırken,"Allah'a, hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, çocukları açlık korkusuyla
öldürmemek, hiç bir hayırlı
işte Rasûlüllah'a muhalefet
etmemek, gibi
prensipler yanında "yalan dolanla hiç
bir kimseye iftirada bulunmama"yı da zikretmesi oldukça
manidardır.30 Keza, hicretten
hemen sonra Hz. Peygamber'in, kadınlardan, "gayr-i meşru bir çocuk
dünyaya getirmekten ve
bunu
kocalarına nisbet etmekten
kaçınmaları" konusunda biat alırken bunu "bühtan" kelimesiyle ifade etmesi de, üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur.
Buna Kur'an-ı Kerim'de de işaret vardır.31
Bu konuda Hz. Peygamber'in şu
hadisi üzerinde ibretle düşünülmelidir: Bir ara Hz. Peygamber,
etrafındakilere sordu:
-Benim ümmetim içinde müflis diye
kime
denir,
bilir misiniz? Yanındakiler dediler ki:
-Bizim
aramızda müflis, zarar-ziyana uğramış, elinde avucunda parası, yiyip içeceği bir şeyi kalmamış kimseye denir.
Hz. Peygamber:
--Hayır! Benim ümmetim
içinde müflis olan o kimsedir ki, âhirette Allah'ın huzuruna
namazı ile, orucu
ile, zekâtı ile.... gelir. Fakat
öyle
gelir ki, falana sövmüş saymış, falanın
kanın akıtmış, falanın malını yemiş, falana iftira atmış, İşte o zaman oturulup onun amellerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer amelleri
bu haklarını ödemeye yetmezse, o takdirde de hak sahiplerinin günahlarından alınıp bu
kimsenin günahlarına eklenir,
arkasından da
bu müflis, kaldırılıp Cehennem'e atılır.32
İSLÂM TARİHİNDEN İLGİNÇ BİR ÖRNEK
İslâm
tarihi kaynaklarının müfterîler
ve iftiraya uğrayanlarla alâkalı olarak kaydettiği çeşitli örnekler
arasında Sa'd b. Ebî Vakkas (ö.55/675) hadisesi dikkate değer bir tablo sergiler.
Bilindiği gibi, Sa'd b.
Ebî Vakkas (r.a) Sâbikûn-i İslâm'dan, İslâm uğrunda cihad edenlerin öncülerindendi. Hz. Peygamber'den dualı idi, bu yüzden müstecâbüdda've bir zattı. İslâm uğrunda çeşitli
sıkıntılara göğüs germişti. Mekke devrinde kendisi gibi cefakâr Müslümanlarla çeşitli
sıkıntılara maruz kalıp,
sosyal boykot esnasında, gıdasızlıktan ağaç yaprakları çiğnemek mecburiyetinde kalanlardandı.
Hz. Peygamber devrindeki muharabelerde çeşitli yararlıklar gösterdiği gibi, Hz. Ömer devrinde Kadisiye'de 14(635) İran
ordularını mağlup etmiş ve Kûfe
taraflarına vali tayin edilmişti.
Böyle iken, Kûfe'de Benî Esed'den Cerrah b. Sinan
el-Esedî'nin, çevresinde bir grup insanla (Üsame b. Katade gibileriyle)
Sa'd hakkında "Askerin başına
geçip harp etmez, namazı doğru kıldırmaz, ganimet mallarının taksiminde ve duruşmalarda adalete
riayet etmez" iddiaları ile halife Ömer'e şikâyette
bulunduğu görüldü.
Hz.
Ömer, Hz. Sa'd'ı merkeze alıp
bölgeye Muhammed b. Mesleme (r.a) başkanlığında bir teftiş hey'eti
gönderdi. Bütün ahâli
onun hakkında hayır söylüyordu.
Sadece Benî Esed'in Absoğulları kolundan Üsâme b. Katâde
diye birinin aynı iddiaları tek yanlı olarak sürdürdüğü müşâhede olundu. Teftiş hey'eti Medine'ye
dönerek
Sa'd'ı temize
çıkaran
raporunu
Hz.
Ömer'e
takdim
etmişti. Vakıa,
Hz.
Ömer, ihtiyata
riayet
prensibinden hareketle
onu görevden aldı, fakat kendisinden sonraki ilk halifenin onu Kûfe valiliğine getirmesini vasiyet
etti.
Diğer yandan Hz. Sa'd, hadisenin ortaya çıktığı safhada bu iddiaları duyunca bu üç iddiaya karşı Üsâme
b. Katâde hakkında "Ömrünü
uzat, fakrını çoğalt, fitnelere
uğrat"
diye beddua etti.
Kaynaklar, Üsâme b.
Katâde adlı müfterinin mâlî sıkıntı ve
fitneler içinde
uzun bir ömür sürdüğünü ve
başına gelen bu felâketlerin Sa'd'a yaptığı iftira
belâsı olduğunu hatırladığını kaydederler.
Hz. Sa'd ayrılınca,
şikâyette bulunan Cerrah ve arkadaşlarına da beddua etti, onların da hem
bedenleri, hem de mallarına
musibet ve felâket geldi.33 Tarihin kaydettiği bu canlı örnekten, müfterinin öteki dünyada göreceği ceza bir yana, henüz bu
dünyada iken de rezil-rüsvay olacağı anlaşılıyor.
DİN KARDEŞİNE GIYABINDA SAHİP ÇIKMANIN ÖNEMİ
İslâm ahlâkına
göre bir Müslüman kendisinin
bulunduğu yerde bir din kardeşinin manevî hukukunun
çiğnenmesine; şeref, haysiyet
ve şahsiyetine tecavüz edilmesine seyirci kalamaz. Zira Kur'ân-ı Kerim, boş şeylerden
ve kötü sözlerden yüz çevirmenin saâdete ermiş mü'minlerin vasfı olduğunu, cennette de cennet ehli
arasında uydurma ve boş söz olmayacağını beyan ediyor.34 Kişiyi bilmediği şeyin peşine düşmekten de
menediyor; kulak
göz ve kalp
gibi organların o şeyden
sorumlu
olacakların açıkça ifade ediyor.35 Hz.
Peygamber de "Kişiye günah olarak
her duyduğunu
söylemesi yeter."
buyurmakta36 ve
lâf
taşıyan kişinin
cennete giremiyeceğini bildirmektedir.37 Bütün bunlardan
anlaşıldığına göre,
mü'min aklen ve
dinen kötü
(münker) olan yalan, gıybet nemime ve iftira kabilinden bir söz işittiği zaman, evvelemirde onu kabul etmemek,
sonra da reddetmek durumundadır.
Aksi
halde mü'miminn manevî hayatına saldırıya seyirci kalınmış ve tepki
gösterilmemiş olur.
Bu konuda Hz. Peygamber'in ölçüsünden şaşmamak gerekir. Buna
göre bir kötülüğü gören
kimse, bunu eli ile gidermeyi plânlayacak, bunu yapabilecek ortam yoksa, dili
ile karşı çıkacak,
bunu da yapamayacak durumda ise, en azından kalben
buğzetmesi gerekecektir.38 Mü'min, şayet bu ölçüye göre
davranırsa, iftira olayını
önlemek suretiyle müfteriyi de
eğitmiş
olacaktır.
İFTİRAYA UĞRAYAN KİŞİNİN
TAKİP EDECEĞİ YOL
İftiraya muhatap olan kişinin buna çok üzüleceği
ve ruhen ızdırap hissedeceği kaçınılmaz ise de bir intikam alma cihetini iltizam etmesi muvafık olmaz. Başa gelen bu sıkıntının meşru çerçevede aşılması uygun
olur.
Bu meyanda kişinin suçsuzluğunu, isnâdedilen şeyin asılsızlığını gerek kendisinin, gerekse ammenin
teveccühüne mazhar
olmuş üstün şahsiyetli
salih kimselerin diliyle ifade etmesi düşünülebilir. İftiraya uğrayan kişinin bundan kurtarılması her
kâmil mü'minin ve hüsnü ahlâk sahibinin
uhdesine düşen bir
vecibe olduğu hatırlanmalıdır.
Çünkü iftira bir fenalıktır ve fenalığa sevinen günaha girer. Dolayısıyle aynı zümrelerin müfteriyi kınamaları onun ictimaî müeyyideyi açık bir şekilde hissetmesini sağlayabilir. Böylece fenalık en güzel bir şekilde savulmuş olur.39 Bu konuda şu âyet üzerinde de düşünmek
gerekir: "Bir kötülüğün karşılığı
aynı şekilde bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri
Allah'a aittir".40
MÜFTERİYE DESTEK VERİLMEMESİ
İslâm, müfteriye-yakınları bile olsa-taraftar olmamalarını, adaleti gözetmelerini emreder.41 İftira, kötü bir
söz olduğuna göre bu sözü
nakletmekten kaçınmak gerekir.Zira herkese karşı en güzel sözü sarf,
mü'minlerin mükellef oldukları bir husustur.42 Din kardeşliği, insanların şeref ve haysiyetlerine tesahubu icabettirir.
İftira,
sahiplenme duygusuna ihanettir, ahde ve emanete riayetsizliktir. İftira bir manada adaletin
zıddı olan zulme
girer. Zulmün revaçta
olduğu bir toplumda huzur
olmaz. Dolayısıyle, iftira gibi
kötülüklerin yayılmasına seyirci
kalmak fitneyi
muciptir.
İFTİRANIN KÖTÜLÜĞÜ
İftira güvenilir olmayı zedeler;
birlik, saygı, sevgi ve
tesanüd anlayışına zıttır. Din kardeşliği pervasızca
gıybet eden, onun hakkında yalan söyleyen, koğuculuk yapan ve bunların tabii bir neticesi olarak da iftiraya
cür'et edenler mevki ve
mertebeleri ne olursa olsun değersiz
kişilerdir. Böylelerinin
şerrinden korunmak
hususunda iyilerin âzamî çabayı sarfetmesi makbul sayılmıştır.
İftira;
rıfk,
tevazu
ve vekar
duygularıyle
bezenmiş insanı itidale sevkeden hilm duygusunu zedeler, bu kabil ahlâkî değerleri yıkar.
Bu
sebeple,
Müslümanların arasını ıslah ve bozguncuların zararını def' için-yerine göre- yalana ruhsat verildiği halde iftiraya
hiçbir
şekilde cevaz
verilmemiştir.
İSLÂM HUKUKUNA
GÖRE MÜFTERİNİN DURUMU
İslâm hukukuna göre namuslu bir insana zina isnad edip te dört şahitle ispatlayamayan kimseye hadd-i kazf
icra olunur.43 Diğer taraftan herhangi bir insana haksız yere fiil ile veya yalan vs. söz ile eza cefada
bulunan, salih kişilere
kötü sözlerle sataşan, onu bunu gıybet eden veya elleriyle, gözleriyle, kaşlarıyle yaptığı işaretle halka eza veren kimseler ve ahlâken mazbut bir şahsiyet hakkında
yalan, dedikodu, iftira ve sebb-ü şetmi hâvi olarak yazdığı
bir yazıyı halk arasında yayan şahıslarla fısk-u fücûrun konuşulduğu yerlerde
itiraz etmeden dinleyen kimselere İslâm hukukuna
göre tazir cezası sözkonusudur.44
Meseleye başka bir zaviyeden bakıldığında, müfterinin dünyadaki
cezası halk
arasında rüsvaylık, ahiretteki cezası ise azaptır. Âyet
ve hadisler incelendiği zaman, ferdin salâhına ve toplumun huzuruna çok
önem
verildiği ortaya çıkar. İslâm toplumu, belli ahlâki görevlerle yükümlü seçkin ve şerefli bir ümmettir.
İslâm'ın hedef edindiği toplumda cemmaat şuuruna önem verilmiş, toplumun iyi halli ahlâk içinde gelişimi teşvik edilmiş, bu durum
devam
ettikçe ilahî ihsan ve nimetin esirgenmeyeceği, nankörlük
edilirse bunun aksi
olacağı da belirtilmiştir.45 Müfteri
yaptığı işle toplumu ilahî teyide vesile olan birlik-beraberliğini, huzurunu,
cemmaat şuurunu yıktığını düşünmeli; iftira sebebiyle eline hiçbir şey
geçmeyeceğini hesab edip, toplumda itibarının kaybolacağını,
ayrıca öbür alemde göreceği azabı hatırlamalıdır.
Şunu da teemmül etmeli ki, zannın
kaynağı kişinin kendi iç bünyesinde yaptığı bir kıyastır.
Bir kimse kendi ruhunda kendisi hakkında tecviz edebildiği
ölçüde, kendisine benzettiği
kimseler hakkında
kendi iç bünyesinde
kıyasla bir
zanda
bulunur. Mü'min olan kişinin kendi ruhunda kötü şeylere yer verememesi ve nezih olması gerekir.
Müfteri, iftiranın kendine yapılması halinde,
bunun kendi ruhunda meydana getireceği tahribatı da hesabederek,
bu kötü huydan vazgeçmeye çalışmalıdır.
Hata yapan herkes gibi müfteri için de, samimi bir tövbe gerekir.46 Ayrıca iftiraya uğrayan kişiden helâllik
dilemek, bu tövbeyi tamamlayacaktır. Zira, iftira, kişinin manevî hukukuna tecavüz
olup, İslâm'ın büyük günahlar kapsamında
zikrettiği kötülükler arasındadır.47
SONUÇ
Gölülüyor ki,
geçmiş
tarihlerde
Hz.
Musa ve
Hz.
İsa gibi nice
peygamberler
çevrelerindeki
kötü
insanların iftiralarına maruz kalmışlar,
Hz. Meryem gibi bir peygamber annesi de iftiraya uğramıştır.
Bizzat son
peygamber Hz. Muhammed (sav) ve onun ashabı da müfterilerin çeşitli iftiralarına hedef olmuşlardır. Halbuki
İslâmî telakkiye göre Yüce Allah insanı
en güzel bir şekilde yaratmış, onu yeryüzünün halifesi
kılmış, ona şeref ve
izzet bahşetmiş; dolayısıyla güvenilir insanların hüküm sürdüğü huzurlu ve emniyetli
bir toplumu, barış
içinde bir dünyayı makro hedef olarak
belirlemiştir. Dolayısıyla buna
engel olacak her kötülüğü yasaklamıştır.
İftira eden kişi tövbe edip helâllik
dilemediği sürece öbür dünyada cezasını çekecektir. Müfterinin tövbesinin sonucunu da ancak Allah bilir.
Gerek Hz. Aişe'nin, gerekse Sa'd b. Ebî Vakkas'ın (ra) uğradığı iftira hadiselerini tarihte
incelediğimiz
zaman
iftiraya
maruz
kalan şahıslar başta olmak
üzere aile ve
akraba gruplarının
çok sıkıntı çektiklerini
görüyoruz. Müfterileri ne daha bu dünyada iken rezil ve rüsvay oldukların, toplum içinde itibarlarını tamamıyle kaybettiklerini müşehade
ediyoruz.
Netice olarak tarihte cereyan etmiş iftira hadiselerinde gerek müfteri,
gerekse iftiraya maruz kalanların durumları göz önüne alındığı zaman, bunun toplumlar için ne kadar tahripkâr bir afet olduğu ortaya çıkıyor. Bundan sakınmak ve çevremizdekileri de sakındırmak için azami gayreti göstermek gerektiği de kendiliğinden
bir toplum kuralı
olarak varlığını hissettiriyor.
Böylece ahlâkî kavramlara tarihî bir boyut
kazandırıldığı,
yani ahlâk
esasları
tarihî örneklerle teyit edildiği zaman mesele daha net bir şekilde ortaya çıkmış oluyor.
Bu kabil yaşanmış tarihî örnekler iyiliklerin çoğalmasına, kötülüklerin de azalmasına
yardımcı olacak biçimde değerlendirilebilir.
1 Ankebût, 29/17;
Ahkaf, 46/11; Sebe',
34/43
2 Nisâ, 4/20, 112; Ahzâb, 33/58; Nûr, 24/16
3 Âl-i Ýmrân, 3/24, 94; Nisâ, 4/48, 50; Mâide, 5/103; En'am, 6/21, 24, 93, 112, 138, 140, 144; A'raf, 7/27, 53, 89, 152; Yûnus, 10/17, 30,
37, 38, 59, 60, 69; Hûd, 11/13, 18, 21, 35, 50; Yûsuf, 12/111; Nahl, 16/56, 87, 101, 105, 116; Kehf, 18/15; Tâhâ, 20/61; Enbiyâ,
21/5; Mü'minûn, 23/38; Furkan, 25/4; Kasas, 28/36, 75; Ankebût,
29/13, 68; Secde, 32/3; Sebe', 34/8, 43; Þûrâ, 42/24; Ahkaf, 46/8, 28; Mümtehine,
60/12; Sâf, 62/7
4 Tâhâ, 20/56- 73; Kasas, 28/ 36
5 Nisâ, 4/156; Meryem, 19/21; Tahrim, 66/12
6 Mâide, 5/75
7 Saff, 61/6
8 Saffât, 37/12-17; Zuhruf, 43/30-32; Tûr, 52/29-31; Kamer, 54/2
9 Secde, 32/9; Sa'd, 38/72
10 Tîn, 95/4
11 Bakara, 2/70
12 Ýsrâ, 17/70
13 Hucûrat, 49/11-12
14 Bakara, 2/205
15 Hucûrat, 49/6
16 Buhârî, Îman, 4
17 Buhârî, Îman, 24
18 Buhârî, Mezâlim, 3
19 Buhârî, Edeb, 39
20 Buhârî, Mezâlim, 3; Tecrid, X, 398
21 Müslim, Birr ve sýla,70; Ebû Davud, Edeb, 35; Dârimî, Rikak, 6
22 Müslim, Birr ve sýla, 103-105;
Buhârî, Edeb, 69; Ebû Davud, Edeb, 80; Dârimî, Rikak, 7
23 Nisâ, 4/112
24 Ýsrâ, 17/36
25 Ahzâb, 33/58
26 Nûr, 24/4, 23
27 Ýbn Hiþam, es-Sîre,
III, 311 vd. ; Ýbn
Sa'd, Tabakat, II, 65; Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 195 vd.
28 Nûr, 24/11-14
29 Nûr, 24/15-17
30 Ýbn Hiþam, es-Sîre,
II, 73-75; Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 96
31 Mümtehine, 60/12
32 Müslim, Birr, 60; Ýbn Hanbel,
II, 302
33 Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 5 vd. ; Ýbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, VII, 106
34 Meryem, 19/62; Mü'minûn 23/3; Kasas, 28/55; Furkan,
25/72; Tur, 52/23; Vâkýa,
56/25
35 Ýsrâ, 17/36
36 Ebû Davud, Edeb, 80
37 Müslim Ýman, 168; Ahmed b. Hanbel,
Müsded, V, 389
38 Müslim, Ýman, 78; Ebû Davud, Salat, 232
39 Fussilet, 41/34
40 Þûrâ, 42/40 Bu konuda diðer bazý âyetler için bk. Enfâl,
8/46; Hûd, 11/9-11; Nahl, 16/126-128; Furkan,
25/20; Þûrâ, 42/42-43
41 En'am, 6/152
42 Ýsrâ, 17/53
43 Ayrýntýlý bilgi için bk. Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuku
Ýslâmiyye ve Istýlahat-ý Fýkhiyye, Ýstanbul 1968, III, 229-248
44 Ö. Nasuhi Bilmen, a.g.e, III, 305-328
45 Enfâl, 8/53; Ra'd, 13/11; En'am, 6/89
46 Tevbe için bk. Hûd, 11/3; Tâhâ, 20/82;
Kasas, 28/67; Þûrâ, 42/25; Zümer, 39/53-55
47 Ayrýntýlý bilgi için bk. Ýbn Hiþam, es-Sîre,
II, 73-75; Ýbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, IV, 160-164; VII, 106; Ýbn Seyyinnâs,
Uyûnü'l-Eser, II, 100-103;
Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 96, III, 5 vd.; Ragýb el-Ýsfahanî, ez-Zeria ila Mekârimi'þ-Þeria,s. 106; Buhârî, Îman, 4,5, 24; Edeb, 39, 69; Mezâlim, 3; Müslim,
Birr ve Sýla, 103, 105; Îman, 78, 168; Ebû Davud, Edeb, 35, 80; Salât, 232; Darimî, Rikak,
6, 7; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, II, 302; V, 389; Gazali,
Ýhya, III, 104-105, 108, 117, 119, 120, 121, 124-128,
323, 328; Kýnalýzade Ali Çelebi,
Ahlâk-ý Alâî, s. 128-129, 130, 160, 189, 191, 199; Ahmed Rifat, Tasvîr-i
Ahlâk s. 160; Sahih-i Buhârî Muhtasarý Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VIII, 80-97; M. Ferid Vecdi, Dâiretü'l-Maârif, Beyrut 1971, I, 417; Cevdet Paþa, Kýsâs-ý Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ,
I, (1-6), 570 vd.; Ö. N. Bilmen, Hukûký Ýslâmiyye ve Istýlâhâtý Fýkhiyye Kâmûsu,
III, 312-321;
Elmalýlý Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur'an Dili, VII, 4915 vd.; Ahmed Hamdi Akseki, Ahlâk Dersleri, s. 237-238, 239, 240, 241; Alay Müftüsü Hacý Salih Muhlis b. Muhammed Erzurumî, Hallu'r-Ruyûb fî Þifâi'l-Kulûb, s. 42-47, 51, 61; M. Yaþar Kandemir, Örneklerle Ýslâm Ahlâký, s. 95-101, 143, 146, 147; Mustafa Çaðýrýcý,
Ahlâkýmýz, s.70-74; M. Çaðýrýcý, Ana Hatlarýyla Ýslâm Ahlâký, Ýstanbul
1985,
s. 235, 253-254; M. Çaðýrýcý,
Gazaliye Göre Ýslâm Ahlâký,
Ýstanbul 1982 s. 151,
177-178, 186; Hüseyin Algül, Ýslâm
Tarihi, I, 253,
287-288, 289, 423-437; Ali Turgut, Kur'an-ý
Kerim'e Göre Ahlâk Esaslarý, s. 71, 72,97, 111, 114, 149, 150, 159, 160, 175; Süleyman
Uludað, Ýslâm'da Emir ve Yasaklarýn Hikmeti, s. 107, 113, 127, 161.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b. Hanbel, Müsned,
Beyrut
ts.
Ahmed Rifat, Tasvîr-i Ahlâk-Ahlâk Sözlüğü, (Hzr. Hüseyin ALGÜL),
1001 Temel Eser
no. 62, İstanbul
ts.
Akseki, Ahmed Hamdi, Ahlâk Dersleri, İstanbul 1968
Algül, Hüseyin, İslâm
Tarihi, I-III, İstanbul 1985-1986
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukûk-ı İslâmiyye
ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu,
I-VIII,
İstanbul 1968
Buharî, el-Câmiu's-Sahîh,
İstanbul 1315
Cevdet Paşa,
Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, Dersaadet 1331
Çağırıcı,
Mustafa, Ahlâkımız, İstanbul 1981
--------------------, Gazalî'ye Göre
İslâm Ahlâkı, İstanbul
1982
--------------------, Ana Hatlarıyla İslâm Ahlâkı, İstanbul 1985
Ebû Davud,
Sünen, Mısır ts.
Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur'an
Dili, I-IX, İstanbul ts.
Erzurumî, Alay Müftüsü Hacı Salih Muhlis b. Muhammed, Hallür'-Ruyûb
fî Şifâi'l-
Kulûb,
Dersaadet 1332
Gazalî, İhya, I-IV, (Çev. Ahmed Serdaroğlu), İstanbul 1394/1974
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, I-
XII, Beyrut 1385/1965
İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye,
(nşr. Mustafa es-Sakka ve dğr.), I-IV,
Kahire
1356/1936
İbn Kesîr,
el-Bidâye ve'n-Nihâye, I-VIII,
Beyrut 1966
İbn Seyyidinnâs, Uyûnu'l-Eser, I-II, Beyrut ts. (Dâru'l-Ma'rife) Kandemir,
M. Yaşar, Örneklerle İslâm Ahlâkı, İstanbul 1980
Kınalızade Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alâî,
Bulak 1248 h. M. Ferid Vecdi, Dairetü'l-Maarif,
Beyrut 1971
Müslim, el-Câmiu's-Sahîh,
(çev. M. Sofuoğlu), İstanbul
1386/1967
Ragıp el-İsfahanî, ez-Zerîa
ilâ Mekârimi'ş-Şerîa, Mısır 1324 h.
Turgut, Ali, Kur'an-ı Kerim'e Göre Ahlâk
Esasları, İstanbul 1980
Uludağ,
Süleyman, İslâm'da Emir ve Yasakların Hikmeti, Ankara 1988
ez-Zebîdî, Zeynüddin Ahmed, Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh
Tercemesi,
(Terc. ve şrh. A. Naim-K. Miras), Ankara 1957-1973
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder