25 Mart 2015 Çarşamba

İSLÂM TARİHİNDEN ÖRNEKLERLE İFTİRA OLAYINA TAHLÎLÎ BİR BAKIŞ




 



İslâm dini, insanların birbirinin hukukuna say beslediği, şeref ve haysiyetlerin korundu huzurlu bir toplumu gaye edinir.  Dolayısıyla ferdin ahlakî eğitimine (terbiye) bük önem verir.  Çünkü fert, toplumun ya
taşlarından birini oluşturur.  Onun, olumlu veya olumsuz davranışları, önrülen huzurlu toplumu aynı bimde etkiler.  Bu sebeple ferdin iyi ve kö davranışlar konusunda bilgilendirilmesi, iyiliğe özendirilmesi, tükten
sakındırılması gerekir.
Kur’an’ı-Kerim, İslâm’ın öngördüğü bu toplumu oluşturmak için gerek Hz. Muhammed (sav)den önceki devirlerden, gerekse aynı peygamberin devrinde tarihî örnekler vererek ders ve ibret almak için bizi düşündürür. Bu  doğrultuda  bizi  düşündürğü  konuların  başında  peygamberlerin,  yaşadığı  devirlerde  maruz  kaldıkları iftiralar gelir.   Kur’an Kerim bilhassa Rasûl-i Ekrem (sav) devrinde cereyan eden bu kabil tarihî olaylara değinir.
Biz  bu  çalışmamızda  Kur’an Kerim’de  “ifk,  bühtan,  iftira”  gibi  tabirler  halinde  yer  alan  “iftira”
kavramını ele alarak, tarihî dökümanlarla değişik bir yorum kazandırmaya çalıştık.   Bununla, İslâm tarihinde yaşanmış hadiselerin eğitimde örneklemlerle ele alınması halinde yararlı sonuçlar doğurabileceğini göstermek istedik.   Böylece ahlâkî bir konuya tarihî bir boyut kazandırarak her iki alanın tetkiilerini bu doğrultuda şündürmeyi amaçladık.

LUGAVÎ İZAH
İftira lugat olarak "f.r.y" kökünden mâsî olan "ifterâ" fiilinin mastarı olup "yalan uydurmak", "söz uydurmak" anlamlarına gelir.   İftira eden kimseye "müfterî" denir.   Ayrıca iftira etmek, aldatmak manasında
"e.f.k" sülâsisinden masdar olarak "ifk" ve "b.h.t"sülâsîsinden mastar olarak da "bühtan" kelimesi kullanılmaktadır.



İFTİRA, İFK VE BÜHTAN KELİMELENİN KUR'AN'DA YER ALIŞI
Kur'ân-ı Kerim'de "iftira, ifk ve bühtan" mastarları, bazen olduğu gibi, bazen de müştakları ile geçer. Meselâ  Nûr  Sûresinin  11.  âyetinde  Hz.  Peygamber'in  zevcesi  hakkında  yalan  uydurarak  iftira  edenlerden
bahsedilirken"el-ifk="   kelimesi   gmektedir.         Keza   aynı   sûrenin   13.   âyetinde,   "apaçık   bir   iftira"
manasında"ifkün mübîn" ifadesi geçmekte, İslâm aleyhine asılsız söz uydurmak, Hz. Peygamber hakkında asılsız iddia ve iftiralarda bulunmak, Kur'an-ı Kerim hakkında uydurulm iddiasını ileri sürmek mânalarında"ifk, ifkün kadîm, ifkünmüfterâ, ifkünifterah" tabirleri kullanılmaktadır.1   Söz uyduran yalancı mânâsında Câsiye sûresinin
7. âyetinde "Effâk" gmekte; verdiğini geri almak, teminat verdiği halde, gereğini yerine getirmeyip, almaması gerekeni almak kastedilerek iftira etmek ve apaçık günaha girmek, suçsuza suç isnadetmek, mü'minleri yapmadıkları  şeyden  dolayı  incitmek  mânâlarında  "bühtân"  kullanılmıştır.2        Hz.  Peygamber  hakkında münkirlerin haksız ve asılsız söz uydurmaları"zûr" kelimesi ile ifade edilmiştir.  Müşriklerin Allah'a, Kur'an-ı Kerim'e, Hz. Peygamber'e ve İslâm'a karşı sürekli yalan uydurmaları da, "İftira" kelimesinin çeşitli kalıplarıyle geçmektedir.  Meselâ; "Efteraytühü, Yefterûn, Tefterûn, Tefterû, Müfftereyât, Müfterâ, Yefterînehû, Müfterîne, Müfterûne gibi.3Kur'an-ı Kerim, Peygamberlerin kıssalarını naklederken zaman zaman onların maruz kaldığı iftiraları da bildirir.   Meselâ, Hz. sa kendisine Cenâb Hak tarandan mucize olarak verilen âsâ ile Mısır' sihirbazları mağlup ettiğinde onlar gösterilen bu şeyin bir beşer eseri olmadığını farkederek îmana geldikleri halde, Firavun ve yakın çevresi ona sihirbazlık isnâdettiler.4    Hz. Îsâ'nın, Allah'ın kudretiyle babasız dünyaya geldiğini idrak edemeyenler Hz. Meryem'e iffetsizlik isnâdettiler.5    Halbuki o, sıddîka idi.6    Keza, Hz. Îsâ, insanları birtakım belgelerle Hakk'a dâvet ettiğinde onun ileri sürdüğü delillere sihir dediler.7     Aynı şekilde müşrikler de Hz. Peygamber'in mucizelerine sihir dediler; onu, kâhinlik, mecnunluk ve şairlikle itham ettiler, iftirada bulundular.8
Bu âyetler incelendiği zaman, ilâhî hakikatleri her türlü şart altında tebliğ vazifesini üstün bir vazife şuuru ve derin bir sorumluluk anlayışı içinde yürüten peygamberlerin; çevresindeki insanların haşin, merhametsiz, kaba ve zalimce müdahalelerine ve iftira ile engellemelerine maruz kaldıkları anlaşılıyor.

İSLÂM'IN FERT VE TOPLUM HAYATINA VERDİĞİ ÖNEM
Diğer taraftan İslâm, fert olarak insanın şahsına ve toplum hayatına büyük önem vermiştir.  İnsan, içinde ilâhî cevher taşır.  İnsanı insan yapan ruhu, kendi ruhundan olmak üzere Allah üflemiştir.9   Yüce Allah, insanı en zel şekilde yaratmış10, onu yeryüzünde halifesi kılmış11, ona şeref ve izzet bahşetmiştir.12
Demek ki insan sadece bedeni ile değil, daha önemli olarak ruhu ile, mânevî varlığı ile de diğer yaratıklardan üstün değerlere mazhar kılınmıştır.   Dolayısıyle İslâm, Müslümanların birbirlerinin ırz, namus, şeref ve haysiyetlerine saygı olmalarını emretmiş, bunu sağlamak için de, ferdî ve ictimâî birtam değer öülerine uymayı gerekli kılmıştır.  Bu cümleden olarak istikamet,rüstlük, adalet, eşitlik, ahde vefa, emanete riayet emrolunmuş; yalan, haset, istihza, sk-u fücûr, kin, hakaret, kötü söz, gıybet, riya, nemime, suizan ve iftira yasaklanmıştır.13
Kur'an Kerim'de belirtildiğine göre, insan venilir olmalıdır.   Cenâb-ı Hakk, güven telkin etmeyen bozguncuları  sevmez.14       Fâsıkların  verdikleri  haberlere  de  itimat  edilmez.15       Nitekim,  Hz.  Peygamber, Müslümanı "Diğer Müslümanların, dilinden ve elinden zarar görmediği kimse"16 diye tarif etmiş; söz söylerken yalan söylemeyi, vadettiğinde sözünde durmamayı, kendisine bir şey emanet edilince, hıyanet etmeyi münafıkğın alâmetlerinden saymıştır.17     İslâmî tekkiye göre insanlara tü sözle hitabetmek, net etmek, söp saymak, kusurları başına kakmak, suizanda bulunmak, ayıp araştırmak, Müslümanı hor rmek hoş karşılanmamıştır.18
İslâm dini, Müslümanların dostça, birlikte, âhenk ve huzur içinde yaşayabilecekleri bir toplum olmalarını istemektedir. Bu mânâda mü'min, kendisi insanlarla uyuşan ve insanların da kendisiyle uyuşabileceği kimsedir. Mü'minlerin en hayırlısı, ahkı en güzel olanıdır.19     Zira toplum hayatı, ahlâkın gerektirdiği tarzda yaygınlaşmasıyla gayesiz bir sürü olmaktan kurtulur ve hürmete yık bir cemiyet mahiyetini kazanır.

İFTİRANIN TANIMI
İftira,  özlenen  bu  saygıder  cemiyet idealini kökünden  tahrip  eden ve ferdin haysiyetine,  şerefine, manevî hayatına saldı anlamına gelen kötü huyların başında gelmektedir.  İftira, bir kimseye yalandan suç ve
tülük  isnadetmektir.    Müfteri,  ya  kendi  suçunu  başkasına  yükler,  veya  başkalarına  işlemedikleri  suçları
isnadeder ki, her ikisi de çirkin bir davranış biçimidir.   İftira, dil yolu ile bkasının şeref, itibar, namus ve haysiyet gibi manevî haklarına saygısızlıktır.  Müslüman, Müslümanın kardeşi olduğu için, birbirlerinin hakkına tecavüz haramdır.20




İslâm ahlâk literatünde-aslı olsa dahi-din kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmak gıybet, aslı olmayan hususları isnadetmekse iftiradır.21     Klâsik kaynaklarda kindarlık, haset, dedikoduculuk, ybet, alaya almak, küçük görmek, kendini beğenmek, kendi hatasından yrılmak gibi kö huy ve alışkanklar, kiyi iftiraya sükleyen sebepler arasında sterilir.  Nitekim Hz. Peygamber, -doğruluğun, hayrın kaynağı olmasına karşılık- yalanın bizâtihi günah kaynağı olduğunu ifade eder.22     Bu münasebetle dilin afetlerinden sayılan yalancılık, nemime, ybet gibi tü huylarla iftira bir arada düşünülmelidir.
Tabiatın ihtiras ve aşırı isteklerine direnemeyen sabırsız kiler, bilgi gücünün dinamizminden mahrum bir vaziyette yersiz korku ve gereksiz tutkulardan kendilerini sıyıramazlar; dolayısıyle itidal nırının dışına çıkarlar, adaletten saparlar, zulme yönelirler.  Bu hâlet-i rûhiye içinde, böylelerinin diğer bir çok hataları yanında bvurduğu yollardan biri de iftiradır.  Buna göre iftira, kinin, ruhu besleyen manevî kuvvetlerini kaybederek yalan, gıybet, dedikodu vs. gibi ahk zemîmeye yönelişinden geçer, hedef edinilen insanla ve toplumları tahribetme bakımından en üst noktaya tırmanır

KUR'AN-I KERİMN KONUYA BAKIŞI
Cenâb-Hak, Kur'an-Kerim'de, kendisi ve peygamberleri hakkında vukubulan iftira ve isnadlane kadar takbih ederse, ictimâî hayatın âfetlerinden olan fertler arasındaki iftirayı da kesinlikle yasaklar.  Nitekim Kur'an-
Kerim'ere, kişinin yanılıp veya suç işleyip de, sonra bunu bir suçsuzun üzerine atmasını iftira olarak nitelendirir  ve bunu  yapan  kişinin  apaçık  bir  günah  klendiğini belirtir.23      Kişiyi  bilmediği  şeyin  peşine düşmekten alakor; kulak, göz ve kalbin o şeyden sorumlu olduğunu ifade eder.24    Keza, Kur'an-Kerim, inanan erkek ve kadınları yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenleri müfterilikle vasfeder ve böylelerinin apaçık bir günah yüklenmiş olacakların açıkça bildirir.25
Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre, iftiranın en şiddetlilerinden biri iffetli mü'min kadınlara zina isnadetmektir.   Böyleleri nyada da âhirette de nete ramışlardır.   Onlara yük bir azap vardır.   İffetli kadınlara zina isnadedip de, dört şahitle ispat edemeyenlere ceza olarak seksen deynek vurulacağı (Hadd-i Kazf), şahitliklerinin ebediyyen kabul olunmayacı ve böylelerinin, hak yoldan çıkmış kimseler olacağı ifade edilir.26
Kur'an-ı Kerim bize bu konuda, Hz. Âişe'nin iftiraya maruz kalması hadisesini unutulmaz bir ibret dersi olarak örnek verir.
KUR'AN-I KERİM'İN BU KONUDA ÖRNEK SEÇTİĞİ TAHÎ BİR HADİSE
Benî Mustalik (Müreysi) gazvesinden (5/627) dönülürken bir ara Hz.Âişe zaruret sebebiyle (kaza-i hacet için) kafileden uzaklaşmıştı.   Döndüğünde hatıra değeri yük olan gerdanğının kaybolduğunu farkedince,
sür'atle  bulur  gelirim  şüncesiyle   ve  mahfeye  bindirilmeden  kafilenin  hareket  etmeyeceği  yaklaşımı  ile,
aramak üzere ayrıldı ve buldu.   Fakat ordu uzaklaşmış.   Çünkü, beden yapısı bakımından zayıf bir hanım olması itibariyle hizmetliler, onun, içinde oldunu zannederek mahfeyi (tahtırevan) deveye bağlamışlardı.  Bu durumda Hz. Aişe, mahfede olmadığı anlaşılınca kendisini bulmaya gelecekleri düşüncesiyle oturup beklemeye koyuldu.  Bu esnada ordunun gerisinde unutulan eşyayı (metrûkât) toplamak için görevli olan Safvan b. Muattal, Hz. Aişe'yi farketti, onu devesine bindirdi; deveyi yederek h konuşmadan ordunun konakladığı yere geldi.  Hz. Aişe'nin mahfede olmadığı da ordugâhta anlaşılmıştı.   Bu esnada Hz. Aişe ve Safvan'ın gelişini fırsat sayan münafıklar, her ikisinin de iffetine dil uzattılar, iftira ederek dedikoduyu hayli ileri türler.
Safvan'la  olan eski husumetinden dolayı Hassan  b.  Sâbit,  Hz.  Peygamber'in  zevcesi olan  Zeyneb'in yükselmesi beklentisi ile Hamne bint Cahş ve Hz. Ebû Bekir'in malî desteğiyle hayatını sürüdürür olmanın hissî bir reaksiyonu içinde Mıstah b. Usase de bu söylentilere kulak verip aldanmışlardır27
Nihayet Cenâb-ı Hak, vahy ile Hz. Aişe'nin namuslu ve kendisine dil uzatanların müfteri olduklarını beyan  etti.    Bu  konuda  inzal  olunan  âyetlerde  Hz.  Peygamber'in  zevcesine  iftira  edenlerden  her  birine kazandıkla günaha karşı büyük ceza verileceği, elebaşılık yapanın ise, daha büyük azap göreceği belirtiliyor, Müslümanların duyduklarındaszan besleyerek bunun apaçık bir iftira olduğunu ifade etmeleri gerektiği vurgulanıyor, bu tip iddialarına dört şahit getirmeyenlerin Allah katında yalan olduklarını bildiriliyor, İslâm toplumunun o tü zün yayılmasına fırsat vermelerinden dolayı büyük bir azaba uğramaktan ancak Allah'ın lutfu ile kurtulabildikleri hatırlatılıyordu.28   Bu konuda son üç âyet mealen şöyledir:
Onu dilinize dolamıştınız.    Bilmediğiniz şeyleri ağnıza alıyordunuz.   Onu önemsiz bir şey sanıyordununuz.   Oysa, Allah katında önemi ktü.   Onu işittiğinizde " Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? Eğer mü'min kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder.29
Bu âyetler geldikten sonra sözkonusu iftiraya iştirak edenlere hadd-i kazf icra olunmuştur.  Fakat burada, Hz. Aişe'yi temize çıkaran âyetlerin zulünden evvel Ebû Eyyûb el-Ensârî (Halid b. Zeyd) Hazretlerinin ve
zevcesi Ümmü Eyyûb'un konuya yaklaşımına bilhassa işaret etmek gerekir.   Ümmü Eyyûb kocasına "Aişe
hakkında neler ylendiğini duydun mu?" dediğinde, "Evet duydum, fakat hepsi yalandır, iftiradır, uydurma şeylerdir" cevabını vermişti.  İşte bu cevap, "Bu apaçık bir iftiradır demeniz gerekmez miydi?" âyetine tam bir örnek teşkil ediyordu.   Bu konuda Hz. Peygamber tarafından fikri sorulunca Hz.Üsâme b. Zeyd'in "Hz. Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz" ve Hz. Aişe'ye hizmetle vazifeli cariye statüsündeki Berîre kadının, "Aişe'de şüphe veren bir hal ve bir ayıp görmedim" tarzındaki sözlerini de bu meyanda zikretmek, kadirşinaslık olur.  Hz. Peygamber'in zevcesi Zeyneb'in itibarını kseltmek gayesiyle iftiraya katılan kız kardeşi Hamne'ye karşılık bizzat Hz. Zeyneb'in, Hz. Aişe hakkında hüsnüşehâdeti takdire değer bir davranış olarak hatırlanmalıdır.

HZ. PEYGAMBER'İN İNSANLARI İFTİRADAN SAKINDIRMASI
Müslümanları  her  çeşit  tü  huy  ve  davranıştan  (Ahlâk-ı  zemîme,  ahlâk-ı  seyyie,  ahlâk-ı  kabîha)
sakındıran Hz. Peygamber, iftiradan da sakındırmıştır.   Bilhassa İslâm'a yeni giren kimselerden biat alırken,"Allah'a, h bir şeyi ortak kmamak, hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, çocukla açlık korkusuyla öldürmemek, h bir hayırlı işte Rasûlüllah'a muhalefet etmemek, gibi prensipler yanında "yalan dolanla hiç bir kimseye iftirada bulunmama"yı da zikretmesi oldukça manidardır.30     Keza, hicretten hemen sonra Hz. Peygamber'in, kadınlardan, "gayr-i meşru bir çocuk dünyaya getirmekten ve bunu kocalarına nisbet etmekten kaçınmaları" konusunda biat alırken bunu "bühtan" kelimesiyle ifade etmesi de, üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur.  Buna Kur'an-ı Kerim'de de işaret vardır.31
Bu konuda Hz. Peygamber'in şu hadisi üzerinde ibretle şünülmelidir: Bir ara Hz. Peygamber, etrafındakilere sordu:
-Benim ümmetim içinde müflis diye kime denir, bilir misiniz?  Yanındakiler dediler ki:
-Bizim aramızda müflis, zarar-ziyana uğramış, elinde avucunda parası, yiyip içeceği bir şeyi kalmamış kimseye denir.
Hz. Peygamber:
--Hayır!  Benim ümmetim içinde müflis olan o kimsedir ki, âhirette Allah'ın huzuruna namazı ile, orucu ile, zekâtı ile.... gelir.  Fakat öyle gelir ki, falana sövmüş saymış, falanın kanın akıtmış, falanın malını yemiş, falana iftira atmış, İşte o zaman oturulup onun amellerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır.  Eğer amelleri bu haklarını ödemeye yetmezse, o takdirde de hak sahiplerinin günahlarından alınıp bu kimsenin günahlarına eklenir, arkasından da bu müflis, kaldırılıp Cehennem'e atılır.32

İSLÂM TARİHİNDEN İLGİNÇ BİR ÖRNEK
İslâm tarihi kaynaklarının müfterîler ve iftiraya uğrayanlarla alâkalı olarak kaydettiği çeşitli örnekler arasında Sa'd b. Ebî Vakkas (ö.55/675) hadisesi dikkate değer bir tablo sergiler.
Bilindiği   gibi,   Sa'd   b.   E   Vakkas   (r.a)   Sâbikûn-i   İslâm'dan,   İslâm   runda   cihad   edenlerin öncülerindendi.   Hz. Peygamber'den dualı idi, bu yüzden müstecâbüdda've bir zattı.   İslâm runda çeşitli
kıntılara göğüs germişti.  Mekke devrinde kendisi gibi cefakâr Müslümanlarla çeşitli kıntılara maruz kalıp,
sosyal boykot esnasında, gıdasızlıktan ağaç yaprakları çiğnemek mecburiyetinde kalanlardandı.  Hz. Peygamber devrindeki muharabelerde çeşitli yararlıklar gösterdiği gibi, Hz. Ömer devrinde Kadisiye'de 14(635) İran ordularını mağlup etm ve Kûfe taraflarına vali tayin edilmişti.  yle iken, Kûfe'de Benî Esed'den Cerrah b. Sinan el-Ese'nin, çevresinde bir grup insanla (Üsame b. Katade gibileriyle)   Sa'd hakkında "Askerin başına geçip harp etmez, namazı doğru kıldırmaz, ganimet mallarının taksiminde ve duruşmalarda adalete riayet etmez" iddiaları ile halife Ömer'e şikâyette bulunduğu görüldü.
Hz. Ömer, Hz. Sa'd'ı merkeze alıp bölgeye Muhammed b. Mesleme (r.a) bkanğında bir teftiş hey'eti gönderdi.  Bütün ahâli onun hakkında hayır söylüyordu.  Sadece Be Esed'in Absoğulları kolundan Üsâme b. Katâde diye birinin ay iddiaları tek yanlı olarak sürdürğü müşâhede olundu.   Teftiş hey'eti Medine'ye dönerek  Sa'd'ı  temize  çıkaran  raporunu  Hz.  Ömer'e  takdim  etmti.     Vakıa,  Hz.  Ömer,  ihtiyata  riayet prensibinden hareketle onu görevden aldı, fakat kendisinden sonraki ilk halifenin onu Kûfe valiliğine getirmesini vasiyet etti.
Diğer yandan Hz. Sa'd, hadisenin ortaya çıktığı safhada bu iddiaları duyunca bu üç iddiaya karşı Üsâme b. Katâde hakkında "Ömnü uzat, fakrını çoğalt, fitnelere uğrat" diye beddua etti.

Kaynaklar, Üsâme b. Katâde ad müfterinin mâlî kın ve fitneler içinde uzun bir ömür sürdüğünü ve başına gelen bu felâketlerin Sa'd'a yapğı iftira belâsı olduğunu hatırladığını kaydederler.   Hz. Sa'd ayrılınca, şikâyette bulunan Cerrah ve arkadaşlarına da beddua etti, onların da hem bedenleri, hem de mallarına musibet ve felâket geldi.33   Tarihin kaydettiği bu can örnekten, müfterinin öteki nyada göreceği ceza bir yana, henüz bu dünyada iken de rezil-rüsvay olacağı anlaşılıyor.

DİN KARDEŞİNE GIYABINDA SAHİP ÇIKMANIN ÖNE
İslâm ahlâkına göre bir Müsman kendisinin bulunduğu yerde bir din kardeşinin manevî hukukunun
çiğnenmesine; şeref, haysiyet ve şahsiyetine tecavüz edilmesine seyirci kalamaz.   Zira Kur'ân-ı Kerim, boş şeylerden ve kötü sözlerden yüz çevirmenin saâdete erm mü'minlerin vasfı oldunu, cennette de cennet ehli arasında uydurma ve boş söz olmayacağını beyan ediyor.34    Kişiyi bilmediği şeyin pine düşmekten de menediyor;  kulak  göz  ve  kalp  gibi  organların  o  şeyden  sorumlu  olacakların  ıkça  ifade  ediyor.35      Hz. Peygamber  de "Kişiye  günah  olarak  her  duydunu  söylemesi  yeter."  buyurmakta36   ve  lâf  taşıyan  kişinin cennete giremiyeceğini  bildirmektedir.37      Bütün  bunlardan  anlaşıldığına göre,  mü'min  aklen  ve  dinen  kötü (münker) olan yalan, gıybet nemime ve iftira kabilinden bir söz işittiği zaman, evvelemirde onu kabul etmemek, sonra da reddetmek durumundadır.  Aksi halde mü'miminn manevî hayatına saldırıya seyirci kalınmış ve tepki sterilmem olur.  Bu konuda Hz. Peygamber'in öüsünden şaşmamak gerekir.  Buna göre bir kötülüğü gören kimse, bunu eli ile gidermeyi plânlayacak, bunu yapabilecek ortam yoksa, dili  ile  karşı çıkacak,  bunu  da yapamayacak durumda ise, en azından kalben buğzetmesi gerekecektir.38    Mü'min, şayet bu ölçüye göre davranırsa, iftira olayını önlemek suretiyle müfteriyi de eğitmiş olacaktır.

İFTİRAYA UĞRAYAN KİŞİNİN TAKİP EDECEĞİ YOL
İftiraya muhatap olan kişinin buna çok üzüleceği ve ruhen ızdırap hissedeceği kınılmaz ise de bir intikam alma cihetini iltizam etmesi muvafık olmaz.  Başa gelen bu kıntının meşru çerçevede aşılma uygun
olur.   Bu meyanda kişinin ssuzluğunu, isnâdedilen şeyin asılsızlığını   gerek kendisinin, gerekse ammenin
teveccühüne mazhar olm üstün şahsiyetli salih kimselerin  diliyle ifade etmesişünülebilir.  İftirayarayan kişinin bundan kurtarılması her kâmil mü'minin ve hüsnü ahlâk sahibinin uhdesine düşen bir vecibe olduğu hatırlanmalıdır.   Çünkü iftira bir fenalıktır ve fenalığa sevinen günaha girer.   Dolayısıyle ay mrelerin müfteriyi kınamaları onun ictimaî müeyyideyi açık bir şekilde hissetmesini sağlayabilir.   Böylece fenalık en zel bir şekilde savulmuş olur.39    Bu konuda şu âyet üzerinde de şünmek gerekir: "Bir tülüğün karşılığı aynı şekilde bir kötülüktür.  Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir".40

MÜFTERİYE DESTEK VERİLMEMESİ
İslâm, müfteriye-yakınları bile olsa-taraftar olmamalarını, adaletizetmelerini emreder.41   İftira, tü bir söz olduna göre bu sözü nakletmekten kaçınmak gerekir.Zira herkese karşı en güzel sözü sarf, mü'minlerin mükellef oldukları bir husustur.42    Din kardeşliği, insanların şeref ve haysiyetlerine tesahubu icabettirir.  İftira,
sahiplenme duygusuna ihanettir, ahde ve emanete riayetsizliktir.   İftira bir manada adaletin zıddı olan zulme
girer.  Zulmün revaçta olduğu bir toplumda huzur olmaz.  Dolayıyle, iftira gibi kötülüklerin yayılmasına seyirci kalmak fitneyi muciptir.



İFTİRANIN KÖTÜLÜĞÜ
İftira güvenilir olmayı zedeler; birlik, saygı, sevgi ve tesanüd anlayışına zıttır.  Din kardeşliği pervasızca gıybet eden, onun hakkında yalan yleyen, koğuculuk yapan ve bunların tabii bir neticesi olarak da iftiraya
cür'et  edenler  mevki  ve  mertebeleri  ne  olursa  olsun  değersiz  kişilerdir.    ylelerinin  şerrinden  korunmak hususunda  iyilerin  âzamî  çabayı  sarfetmesi  makbul  sayılmıştır.    İftira;  rıfk,  tevazu  ve  vekar  duygularıyle
bezenm insanı  itidale  sevkeden  hilm  duygusunu  zedeler,  bu  kabil  ahlâkî  değerleri  yıkar.    Bu  sebeple,
Müslümanların arasını ıslah ve bozguncuların zararını def' için-yerine göre- yalana ruhsat verildiği halde iftiraya hbir şekilde cevaz verilmemiştir.

İSM HUKUKUNA GÖRE MÜFTERİNİN DURUMU
İslâm hukukuna göre namuslu bir insana zina isnad edip te dört şahitle ispatlayamayan kimseye hadd-i kazf icra olunur.43     Diğer taraftan herhangi bir insana haksız yere fiil ile veya yalan vs. söz ile eza cefada bulunan, salih kişilere tü sözlerle sataşan, onu bunu ybet eden veya elleriyle, gözleriyle, kaşlarıyle yaptığı işaretle halka eza veren kimseler ve ahlâken mazbut bir şahsiyet hakkında yalan, dedikodu, iftira ve sebb-ü şetmi hâvi olarak yazdığı bir yazıyı halk arasında yayan şahıslarla fısk-u fücûrun konuşulduğu yerlerde itiraz etmeden dinleyen kimselere İslâm hukukuna göre tazir cezası sözkonusudur.44
Meseleye  bka  bir  zaviyeden  bakıldığında,  müfterinin  dünyadaki  cezası  halk  arasında  rüsvaylık, ahiretteki ceza ise azaptır.   Âyet ve hadisler incelendiği zaman, ferdin salâhına ve toplumun huzuruna çok önem verildiği ortaya çıkar.   İslâm toplumu, belli ahki revlerle m seçkin ve şerefli bir ümmettir. İslâm'ın hedef edindiği toplumda cemmaat şuuruna önem verilmiş, toplumun iyi halli ahlâk içinde gelişimi teşvik edilmiş, bu durum devam ettikçe ilahî ihsan ve nimetin esirgenmeyeceği, nankörlük edilirse bunun aksi olacağı da belirtilmiştir.45    Müfteri yapğı işle toplumu ilahî teyide vesile olan birlik-beraberliğini, huzurunu, cemmaat şuurunu kğını şünmeli; iftira sebebiyle eline hiçbir şey geçmeyeceğini hesab edip, toplumda itibarının kaybolacağını, ayrıca öbür alemde göreceği azahatırlamadır.  Şunu da teemmül etmeli ki, zannın kaynağı kişinin kendi nyesinde yaptığı bir yastır.   Bir kimse kendi ruhunda kendisi hakkında tecviz edebildiği  öüde,  kendisine  benzettiği  kimseler  hakkında  kendi   bünyesinde  kıyasla  bir  zanda  bulunur. Mü'min olan kişinin kendi ruhunda kötü şeylere yer verememesi ve nezih olması gerekir.   Müfteri, iftiranın kendine yapılması halinde, bunun kendi ruhunda meydana getireceği tahribatı da hesabederek, bu kö huydan vazgeçmeye çalışmalıdır.  Hata yapan herkes gibi müfteri için de, samimi bir tövbe gerekir.46    Ayrıca iftiraya uğrayan kişiden helâllik dilemek, bu tövbeyi tamamlayacaktır. Zira, iftira, kişinin manevî hukukuna tecaz olup, İslâm'ın yük nahlar kapsamında zikrettiği kötülükler arasındadır.47
SONUÇ
lülüyor  ki,  gm tarihlerde  Hz.  Musa  ve  Hz.  İsa  gibi  nice  peygamberler  çevrelerindeki  kötü insanların iftiralarına maruz kalmışlar, Hz. Meryem gibi bir peygamber annesi de iftiraya uğramıştır.  Bizzat son
peygamber Hz. Muhammed (sav) ve onun ashabı da müfterilerin çeşitli iftiralarına hedef olmuşlardır.  Halbuki
İslâmî telakkiye göre Yüce Allah insanı en güzel bir şekilde yaratmış, onu yeryünün halifesi kılmış, ona şeref ve izzet bahşetmiş; dolayısıyla güvenilir insanların hüküm sürdüğü huzurlu ve emniyetli bir toplumu, barış içinde bir dünyayı makro hedef olarak belirlemiştir.  Dolayısıyla buna engel olacak her kötülüğü yasaklamıştır.
İftira eden ki tövbe edip helâllik dilemediği sürece öbür dünyada cezasını çekecektir.   Müfterinin tövbesinin sonucunu da ancak Allah bilir.  Gerek Hz. Aişe'nin, gerekse Sa'd b. Ebî Vakkas'ın (ra) uğradığı iftira hadiselerini  tarihte  inceledimiz  zaman  iftiraya  maruz  kalan  şahıslar  başta  olmak  üzere  aile  ve  akraba gruplarının çok sıkıntı çektiklerini göyoruz.  Müfterileri ne daha bu nyada iken rezil ve rüsvay oldukların, toplum içinde itibarlarını tamamıyle kaybettiklerini müşehade ediyoruz.
Netice olarak tarihte cereyan etm iftira hadiselerinde gerek müfteri, gerekse iftiraya maruz kalanların durumları göz önüne alındığı zaman, bunun toplumlar için ne kadar tahripkâr bir afet olduğu ortaya çıkıyor. Bundan sakınmak ve çevremizdekileri de sakındırmak için azami gayreti stermek gerektiği de kendiliğinden bir toplum kuralı olarak varlığını hissettiriyor.
Böylece  ahlâkî  kavramlara  tarihî  bir  boyut  kazandırıldığı,  yani  ahlâk  esasları  tarihî  örneklerle  teyit edildiği zaman mesele daha net bir şekilde ortaya çıkmış oluyor.  Bu kabil yaşanmış tarihî örnekler iyiliklerin çoğalmasına, kötülüklerin de azalmasına yardımcı olacak biçimde değerlendirilebilir.
 

1         Ankebût, 29/17; Ahkaf, 46/11; Sebe', 34/43
2         Nisâ, 4/20, 112; Ahzâb, 33/58; Nûr, 24/16
3         Âl-i Ýmrân, 3/24, 94; Nisâ, 4/48, 50; Mâide, 5/103; En'am, 6/21, 24, 93, 112, 138, 140, 144; A'raf, 7/27, 53, 89, 152; Yûnus, 10/17, 30,
37, 38, 59, 60, 69; Hûd, 11/13, 18, 21, 35, 50; Yûsuf, 12/111; Nahl, 16/56, 87, 101, 105, 116; Kehf, 18/15; Tâhâ, 20/61; Enbiyâ, 21/5; Mü'minûn, 23/38; Furkan, 25/4; Kasas, 28/36, 75; Ankebût, 29/13, 68; Secde, 32/3; Sebe', 34/8, 43; Þûrâ, 42/24; Ahkaf, 46/8, 28; Mümtehine, 60/12; Sâf, 62/7
4         Tâhâ, 20/56- 73; Kasas, 28/ 36
5         Nisâ, 4/156; Meryem, 19/21; Tahrim, 66/12
6         Mâide, 5/75
7         Saff, 61/6
8         Saffât, 37/12-17; Zuhruf, 43/30-32; Tûr, 52/29-31; Kamer, 54/2
9         Secde, 32/9; Sa'd, 38/72
10       n, 95/4
11       Bakara, 2/70
12       Ýsrâ, 17/70
13       Hucûrat, 49/11-12
14       Bakara, 2/205
15       Hucûrat, 49/6
16       Buhârî, Îman, 4
17       Buhârî, Îman, 24
18       Buhârî, Mezâlim, 3
19       Buhârî, Edeb, 39
20       Buhârî, Mezâlim, 3; Tecrid, X, 398

21       Müslim, Birr ve sýla,70; Ebû Davud, Edeb, 35; Dârimî, Rikak, 6
22       Müslim, Birr ve sýla, 103-105; Buhârî, Edeb, 69; Ebû Davud, Edeb, 80; Dârimî, Rikak, 7
23       Nisâ, 4/112
24       Ýsrâ, 17/36
25       Ahzâb, 33/58
26       Nûr, 24/4, 23
27       Ýbn Hiþam, es-Sîre, III, 311 vd. ; Ýbn Sa'd, Tabakat, II, 65; Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 195 vd.
28       Nûr, 24/11-14
29       Nûr, 24/15-17
30       Ýbn Hiþam, es-Sîre, II, 73-75; Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 96
31       Mümtehine, 60/12
32       Müslim, Birr, 60; Ýbn Hanbel, II, 302
33       Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 5 vd. ; Ýbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, VII, 106
34       Meryem, 19/62; Mü'min 23/3; Kasas, 28/55; Furkan, 25/72; Tur, 52/23; Vâkýa, 56/25
35       Ýsrâ, 17/36
36       Ebû Davud, Edeb, 80
37       Müslim Ýman, 168; Ahmed b. Hanbel, Müsded, V, 389
38       Müslim, Ýman, 78; Ebû Davud, Salat, 232
39       Fussilet, 41/34
40       Þûrâ, 42/40 Bu konuda diðer bazý âyetler için bk. Enfâl, 8/46; Hûd, 11/9-11; Nahl, 16/126-128; Furkan, 25/20; Þûrâ, 42/42-43
41       En'am, 6/152
42       Ýsrâ, 17/53
43       Ayrýntýlý bilgi için bk. Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuku Ýslâmiyye ve Istýlahat-ý Fýkhiyye, Ýstanbul 1968, III, 229-248
44       Ö. Nasuhi Bilmen, a.g.e, III, 305-328
45       Enfâl, 8/53; Ra'd, 13/11; En'am, 6/89
46       Tevbe için bk. Hûd, 11/3; Tâhâ, 20/82; Kasas, 28/67; Þûrâ, 42/25; Zümer, 39/53-55
47       Ayrýntýlý bilgi için bk. Ýbn Hiþam, es-Sîre, II, 73-75; Ýbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye,  IV, 160-164; VII, 106; Ýbn Seyyinnâs, Uyûnü'l-Eser, II, 100-103; Ýbnü'l-Esîr, el-mil,  II, 96, III, 5 vd.; Ragýb el-Ýsfahanî, ez-Zeria ila Mekârimi'þ-Þeria,s. 106; Buhârî, Îman, 4,5, 24; Edeb, 39, 69; Mezâlim, 3; Müslim, Birr ve Sýla, 103, 105; Îman, 78, 168; E Davud, Edeb, 35, 80; Salât, 232; Darimî, Rikak, 6, 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 302; V, 389; Gazali, Ýhya, III, 104-105, 108, 117, 119, 120, 121, 124-128, 323, 328; Kýnalýzade Ali Çelebi, Ahlâk-ý Alâî, s. 128-129, 130, 160, 189, 191, 199; Ahmed Rifat, Tasvîr-i Ahlâk s. 160; Sahih-i Buhârî Muhtasarý Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VIII, 80-97; M. Ferid Vecdi, Dâiretü'l-Maârif, Beyrut 1971, I, 417; Cevdet Paþa, Kýsâs-ý Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ,   I, (1-6), 570 vd.; Ö. N. Bilmen, Hukûký Ýslâmiyye ve Istýlâhâtý Fýkhiyye Kâmûsu,   III, 312-321; Elmalýlý Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur'an Dili, VII, 4915 vd.; Ahmed Hamdi Akseki, Ahlâk Dersleri, s. 237-238, 239, 240, 241; Alay Müftüsü Hacý Salih Muhlis b. Muhammed Erzurumî, Hallu'r-Ruyûb fî Þifâi'l-Kulûb, s. 42-47, 51, 61; M. Yaþar Kandemir, Örneklerle Ýslâm Ahlâký, s. 95-101, 143, 146, 147; Mustafa Çaðýrýcý, Ahlâkýmýz, s.70-74; M. Çaðýrýcý, Ana Hatlarýyla Ýslâm Ahlâký, Ýstanbul 1985, s. 235, 253-254; M. Çaðýrýcý, Gazaliye Göre Ýslâm Ahlâký, Ýstanbul 1982 s. 151, 177-178, 186; Hüseyin Algül, Ýslâm Tarihi, I, 253,
287-288, 289, 423-437; Ali Turgut, Kur'an-ý Kerim'e Göre Ahlâk Esaslarý, s. 71, 72,97, 111, 114, 149, 150, 159, 160, 175; Süleyman
Uludað, Ýslâm'da Emir ve Yasaklarýn Hikmeti, s. 107, 113, 127, 161.


BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut ts.
Ahmed Rifat, Tasvîr-i Ahlâk-Ahlâk Sözlüğü, (Hzr. Hüseyin ALGÜL),
1001 Temel Eser
no. 62, İstanbul ts.
Akseki, Ahmed Hamdi, Ahlâk Dersleri, İstanbul 1968
Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-III, İstanbul 1985-1986
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılahât-ı khiyye Kamusu,

I-VIII,

İstanbul 1968
Buharî, el-Câmiu's-Sahîh, İstanbul 1315
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevâh-i Hulefâ, Dersaadet 1331
Çağırıcı, Mustafa, Ahkımız, İstanbul 1981
--------------------, Gazalî'ye Göre İslâm Ahlâkı, İstanbul 1982
--------------------, Ana Hatlarıyla İslâm Ahlâkı, İstanbul 1985
Ebû Davud, Sünen, Mısır ts.
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I-IX, İstanbul ts.
Erzurumî, Alay Müftü Hacı Salih Muhlis b. Muhammed, Hallür'-Ruyûb

fî Şifâi'l-
Kulûb, Dersaadet 1332
Gazalî, İhya, I-IV, (Çev. Ahmed Serdarlu), İstanbul 1394/1974
İbnü'l-Esîr, el-mil, I- XII, Beyrut 1385/1965
İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, (nşr. Mustafa es-Sakka ve r.), I-IV,

Kahire

1356/1936
İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, I-VIII, Beyrut 1966
İbn Seyyidinnâs, Uyûnu'l-Eser, I-II, Beyrut ts. (ru'l-Ma'rife) Kandemir, M. Yaşar, Örneklerle İslâm Ahlâkı, İstanbul 1980
Kınalızade Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alâî, Bulak 1248 h. M. Ferid Vecdi, Dairetü'l-Maarif, Beyrut 1971
Müslim, el-Câmiu's-Sahîh, (çev. M. Sofulu), İstanbul 1386/1967
Ragıp el-İsfahanî, ez-Zerîa ilâ Mekârimi'ş-Şerîa, Mısır 1324 h. Turgut, Ali, Kur'an-ı Kerim'e Göre Ahlâk Esasları, İstanbul 1980
Uludağ, Süleyman, İslâm'da Emir ve Yasakların Hikmeti, Ankara 1988
ez-Zebîdî, Zeynüddin Ahmed, Sah-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh

Tercemesi,
(Terc. ve şrh. A. Naim-K. Miras), Ankara 1957-1973

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder