3 Şubat 2015 Salı

Diyarbakır (Kurdish: Amed; Zazaki: Diyarbekır)


Dünyada ilk kentlesme hareketinin insanlarin göçebe
yasam tarzindan, yerlesik düzende yasama geçmesi ile
basladigini söyleyebiliriz. Her ne kadar insanlarin ilk
yerlesik düzende ortaya koyduklari yapi topluluklari,
bugünkü anlamda kentler olmasa bile, bugünkü kent
düzeyinin iptidai modelleri olarak kabul edilebilir.
Ýste insanoglu ilk kez tabiattaki dogal barinaklari olan
magaralar, agaç kovuklari gibi barinaklardan bagimsiz
kendi tasarimi yapilardan olusan, belli bir plana oturan
yerlesim yerlerinde günümüzden yaklasik 9000 yil önce
Diyarbakir ili’nin 60 km kuzey-batisinda Ergani ilçesi,
Sesverenpinar (Hilar) köyü, Çayönü mevkiinde yasamaya
baslamistir.
Çayönü Höyügü Ýnsanoglunun 9000 yil önce kentli
yasam düzenini baslatmak üzere kararli olarak,
dikdörtgen planli, izgara temelli evler insa ederek ve
bu evlerin bir araya gelerek olusturdugu sokaklardan,
meydanlardan olusan bir yerlesim toplulugu özelligi
içerdigi için, kentlesmenin tarih öncesi ilimiz sinirlari
içinde baslamis olabilecegini söyleyebiliriz.
Günümüzden 9000 yil önce, dünyada bilinenler
arasinda en eski ve kapsamli yerlesim yeri olan ve
Dicle nehrinin kollarindan birinin üzerinde, Çayönü
yerlesiminin 60 km kadar güneydogusunda yeralan,
Dicle Nehrinin bati yamacinda bazalt bir plato üzerinde
kurulmus olan Eski Diyarbakir Kale-kenti, tesadüfen bu
cografik noktada ortaya çikmamistir. Etnografik, henüz
açilmamis olan yüzlerce höyügün halkalarini olusturdugu
ve Diyarbakir Kale-kent ile zirveye ulasmis olan mantikli
bir yerlesim silsilesinin sonucudur.
Diyarbakir yasanan tarih süreci itabari ile bir çok
devlet ve beylik zamaninda sürekli el degistirmistir.
26 ayri medeniyete besiklik etmistir. M.Ö. 3000 li
yillara kadar, dayanan kentin kurulusundan günümüze
kadar Hurriler, Mittaniler, Asurlular, Romalilar, Bizanslilar,
Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Ýnallilar, Nasiriler,
Artuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular, Osmanlilar ve
günümüz Türkiye’sinin izlerini her tasinda, büyük bir
uyum içinde tasiyan kültür mozaigi Kale-kent Diyarbakir,
hemen her dönemde bir yönetim, sanat, kültür ve bilim
merkezi olma özelligini korumustur.
Diyarbakir Kale-kenti bu özelligine, içinde bulundugu
jeografik konumu nedeniyle sahip olmustur diyebiliriz.
Çünkü antik çaglardan beri bir yandan Avrupa ile Asya’yi
birbirine baglayan, diger yandan Karadeniz’i Ortadogu
ülkeleri ve Basra körfezine baglayan yollarin kesisme
noktasinda bulunmaktadir.
Diyarbakir, tarihin ilk çaglarindan, günümüze kadar
önemli bir yerlesim merkezi olma özelligini binlerce
yildir ayakta tutabildigi surlariyla koruyarak gelmistir.
avadan bakildiginda bir kalkan baligini andiran 5 km
uzunlugundaki ve yüksekligi 8-12 m arasinda olan
surlarin üzerinde bir çok kitabe, kabartma ve çesitli
süslemelerin yer aldigi 82 adet, birer mimari saheser
olan, burçlar dizilidir. Bunlardan güneyde yer alan Evli
Beden, Yedi Kardes, Nur, Keçi kuzeyde Dagkapi, batida
Urfakapi Burçlari en görkemli burçlarindandir. Surlar
kuzeyde Dagkapi, güneyde Mardinkapi, doguda Yenikapi
ve batida Urfakapi olmak üzere 4 ana kapiya sahiptir.
Bu surlar ve burçlar, büyük bir çogunlugu siyah volkanik
bazalt tasin hakim oldugu, tas isçiligi ve sanatin zirveye
ulastigi bir incelikle insaa edilmistir.
Diyarbakir suriçi kentsel dokusu ve surlari mimari
tasarimi, bir çok Avrupali seyyah, cografyaci, arkeolog
ve mimari etkilemistir. Bati kaynaklarinda 16. 17. 18.
19. ve 20 yy’larda yukarda bahsedilen farkli meslekten
bilim adamlari eserlerinde Diyarbakir’a büyük yerler
ayirmislardir. Bunlardan Diyarbakir’la ilgili arastirmalardan
en önemlisini 1910 yilinda Max von Berchlem ve Josef
Stizgowski’nin Amida (Diyarbakir’in eski ismi)ve 1930’lu
yillarda Fransiz mimar A. Gabriel’in yayinladigi “Le
Voyeges Archeologipus Dans la Turquie Oriantale” (Dogu
Türkiye’sinde Arkeolojik Bir Seyahat) adli kitapta görmek
mümkündür.
A. Gabriel Diyarbakir’i ziyaret sirasinda kentten o
kadar etkilenmis ki, uzun süre kenti mesken tutmus
ve suriçi konut mimarisi ve surlarini titizlikle incelemis
ve çok zor kosullarda çalismasina ragmen, bir çok
burcun rölövelerini çikarmis kismen tahrip olanlar için
restorasyon projeleri yapmistir (Evli Beden, keçi, Dagkapi
burcu vb.).
Diyarbakir Kale-Kenti, antik çaglardan günümüze
kadar bir yandan bati dünyasini doguya ve uzak doguya
baglayan öte yandan da Karadeniz’i Basra körfezine
baglayan, önemli ulasim ve ticaret akslarinin kesistigi
kavsak konumunda olmasi nedeni ile, dis dünya ile
kültür, sanat, bilim ve ticaretin bir mübadele noktasi
olma özelligine de sahip olmustur. Bu nedenlerden dolayi
Suriçi nüfusa hemen her dönemde zanaatkarlardan,
sanatkarlardan,
bürokratlardan,
tüccarlardan
ve
aristokratlardan olusan bir kent soylu nüfusu
barindirmistir. Bu düzeydeki bir kent soylu nüfusun
barindigi bir kent, hiç süphesiz bu nüfusun özlemlerine
cevap verecek bir mekansal çerçeveyi çizebilen bir kent
olmustur. Böylesine yüksek kalitede mekansal çerçeveyi
çizebilen bir kentsel dokuya sahip, kültür, edebiyat ve
devlet adami açisindan, nüfusuna oranla, Türkiye’de ön
siralarda yer alan bir il durumunda olmustur. Osmanli
Ýmparatorlugu döneminde de mimaride olmak üzere
birçok alanda dönemin baskenti Ýstanbul ile yarisir
konuma gelmistir. Ýnsanlarin içinde yasadigi kentsel
veya mimari mekanlarin kalitesinin, insanin egitsel,
kültürel, üretkenlik ve yaraticilik özelliklerine olan etkisini
gösteren en güzel örneklerden biri de Eski Diyarbakir
Kale-Kentidir diyebiliriz.

Kentin Roma dönemi öncesi hakkinda, MÖ 2000’li yillarda bölgede
Hurrilerin yasadigi (Grousset, 1947, 41), Hurri kentinin surla çevrili
oldugu, MÖ 9. yüzyilda Bit Zamani kabilesinin baskenti oldugu dönemde
ise eski surun onarildigi disinda bir bilgi bulunmamaktadir (Beysanoglu,
1987, 63). Kent tarihine yönelik kapsamli bilgiler, Roma dönemiyle gün
isigina çikmaya baslar. Romali asker Ammianus Marcellinus’un
anlatimindan, 359 yili öncesinde “Amida” adiyla anilan bu kentin çok
küçük oldugu, Konstantius’un henüz sezarken güçlü duvar ve kulelerle
çevreledigi kente kendi adini verdigi ve komsularinin siginabilmesi için
kent disinda duvarlarla çevreli Antoninupolis adinda bir baska kent daha
insa ettirdigi anlasilmaktadir (Marcellinus, 1963, 465).
Kaynaklarda, Hurri kentinin surla çevrilmesinin ilk kez, 330 yili civarinda
(Gabriel, 1940, 177), 338 (Salnâme-i Vilâyet-i Diyarbekir,1302, 18) ya da 349
(Honigmann, 1970, 2) yillarinda gerçeklestigi yolunda üç ayri bilgi
bulunmaktadir. Dogu eyaletlerinin egemenligini üstlenen Konstantius’un,
3
359 öncesinde Sezar (3) oldugunun bilinmesi, kentin Konstantius’un
babasi Büyük Konstantin’in hükümdarligi (307-337) sirasinda, ya da 337
yilindan önce surla çevrelendigini ortaya koyar.
Gabriel, Ammianus Marcellinus’un metnine ve sur duvarlarinda
gerçeklestirdigi kapsamli arastirmalara dayandirdigi kent
restitüsyonunda, surla çevrili oldugu bilinen Hurri kentinin, ilkin 330 yili
civarinda büyütüldügünü, 363 yilindan sonra ise, daha büyük bir alani
kaplayacak biçimde yeniden surla çevrelenmek suretiyle kentin, bugünkü
sur duvarlari içerisine alindigini ileri sürer (Gabriel, 1940, 180-181).


Arastirmacilarin çogu, kenti yeniden insa eder gibi tamir ettiren
Valentianus (Salnâme-i Vilâyet-i Diyarbekir,1302, 20) ile birlikte diger iki
hükümdarin adlarinin da bulundugu bir kitabenin Dag Kapi’da yer almis
4
olmasina (4) ve 363 yili anlasmasina dayanarak, Diyarbakir’in 367-375
yillari arasinda ikinci kez büyütüldügünü ve bugünkü sinirlarina
kavusturuldugunu ileri süren Gabriel restitüsyonuna katilmaktadir
R
(Resim 2, Çizim 3).
Bizans Ýmparatoru Jovianus’un imzaladigi söz konusu anlasmayla,
Diyarbakir kenti Bizanslilarda kalmis, Nusaybin Perslere verilmis, Bizans
Ýmparatorlugu’nun sinirlari büyük ölçüde degismistir (Salnâme-i Vilâyet-i
Diyarbekir, 1302, 19; Honigmann, 1970, 3). Bu anlasmanin ardindan bir
kisim Nusaybinlinin, Diyarbakir’in yeni kurulan bir semtine (Gibbon,
1987, 331), çogunlugunun ise Diyarbakir surlari disinda etrafi duvarla
5
çevrili “Nisibeos” adli kente (5) yerlestirilmesi (Honigmann, 1970, 3),
Diyarbakir’a göç eden Nusaybinlilerin kentin büyütülmesini gerektirecek
sayida olmadiklarini ortaya koymaktadir (Gabriel, 1940, 179-180). Bu
tarihten sonra, Diyarbakir’a yerlestirilen Nusaybinlilerin de katkilariyla,
kentin eski görkemini kazanarak Mezopotamya’nin merkezi oldugu
yolunda bilgiler bulunmaktadir (Gibbon, 1987, 331).
359 yilinda yapilan savasta Perslerin 30.000 asker kaybederek
Bizanslilardan Diyarbakir’i aldiklari (Gibbon, 1986-88, 110) ve mevcut
askerlerin disinda, kente siginanlarla yeni gelen birliklerin olusturdugu
120.000 kisilik oldukça kalabalik bir nüfusun kent surlari içinde sikistigi
bilinmektedir (Marcellinus, 1963, 483). Diyarbakir kentinin ilk biçimini
ortaya çikartmaya yönelik restitüsyon çalismalarinin nüfusla
iliskilendirilmesi, ö

Diyarbakir’in sur içindeki alani, son ölçümlere göre, kuzey-güney
dogrultusunda 1040 m, dogu-bati dogrultusunda 1400 m olan iki ana
koordinatla belirlenir (Tuncer, 2002, 10). Kent alani kabaca,
6
1400x1040=1.456.000 m2=145,6 hektardir (6). Bir kentte ekonomik -
toplumsal yani kenti kent yapan etkinliklerin yürütülebilmesi için kisi
basina 150 m2 alana gereksinim duyuldugu kabul edilirse (Egli, 1957, 103),
120.000 kisi için 18.000.000 m2=1800 hektar alana ihtiyaç oldugu ortaya
çikar. Bu da mevcut alanin yaklasik 12 katindan biraz fazladir (Parla, 1990,
120; 2004, 251).
Gabriel, kentin restitüsyonunu 20.000 kisilik nüfus üzerinden yapar
7
(Gabriel, 1940, 178) (7). 20.000 kisi için gerekli kent alani hesaplandiginda,
kabaca (20.000x150) 3.000.000 m2=300 hektar alana ihtiyaç oldugu görülür.
Çikan sayinin 145,6 hektar olan bugünkü kent alaninin yaklasik iki kati
olusu, 20.000 kisinin ancak bugünkü sur duvarlarinin belirledigi alan
içerisinde yasayabilecegini göstermektedir. 20.000 kisinin bugünkü kent
alaninin içinde bugünkünden iki kat daha sikisik olarak yasamis
olabilecegini gösteren yukaridaki hesaplama, 359 yilinda gerçeklesen
savas sirasinda sikisik bir ortamin bulundugu ve kentin asiri kalabalik
oldugu yolundaki betimlemeyle örtüsmemektedir (Parla, 2004, 251). Oysa
120.000 kisilik nüfusun bugünkü sinirlar içerisinde düsünülmesi
durumunda, 20.000 kisilik nüfusun yari büyüklükteki kent alaninda
yaratacagi sikisikliktan üç kez daha fazla sikisikliga neden olacagi ortaya
çikar. Bu da 359 yilinin sikisik kent alaninin ancak, bugünkü sur
duvarlarinin çevreledigi alanda bulunabilecegini düsündürmektedir
(Parla, 1990, 120; 2004, 252) .
Günümüzün kent planlamacilari, 200 kisiye 10.000 m2 (1 kisiye 50 m2) kent
alaninin gerektigini belirtmektedirler. Bu takdirde Diyarbakir’in tümüne
29.120, yarisi büyüklügündeki alana 14.560 kisilik nüfus sigmaktadir.
Nüfus-arazi iliskisini irdeleyen her iki formül de, Gabriel’in ileri sürdügü
gibi Dag Kapi ile Keçi Burcu’nu birlestiren hattin dogusunda kalan alanin,
359 yilinin kentine ait olma ihtimalini çok zayiflatmaktadir. O tarihte
kentte bulunan yedi lejyonun, bazi yardimcilar ve köylerden kaçip
siginanlarla birlikte 20.000 kisiyi geçmedigi yolundaki bilgi, kentin yerli
nüfusunu kapsamaz (Gibbon, 1987, 34). Bu sayinin kentin asker, yerli,
yabanci tüm nüfusunu olusturdugu yolundaki kabul, hatali
degerlendirmeleri de beraberinde getirmistir (Parla, 2004, 252).
Bizans–Sâsani savaslari (422) sirasinda tahrip olan Mar-Zuora Kapisi’nin
(Ritter, 1844, 31-32) bugünkü Urfa Kapisi oldugunun anlasilmasi (Parla,
1990, 32), kent surlarinin bati bölümünün 6. yüzyilda Justinianus
döneminde Urfa Kapisi’ni da kapsayacak biçimde sonradan yapilmis
oldugu yolundaki bir diger savi da (Bell, 1911, 323) desteksiz kilmaktadir.
Mardin Kapi-Yeni Kapi arasinda yer alan dört burçta tarih vermeyen alti
Bizans kitabesi bulunmaktadir. Bunlardan 52. burcun ön yüzünde buluna,
Justinianus’un yaptirdigi tahkime ait olmalidir (Gabriel, 1940, 161).
Resim 2. Dördüncü yüzyil Roma kitabesi (C.
Parla, 2004).
Gabriel’in, 359 yilindaki savas sirasinda Konstantius’un 330 yili civarinda
insa ettirdigi surun kentin bati duvarini olusturdugunu öne sürdügü
8
(Gabriel, 1940:180-182) Dag Kapi-Keçi Burcu hattindan geçen duvarla (8),
Araplarin 7. yüzyilda kenti aldiklari sirada karsilastiklari Diyarbakir’i
dogu ve bati olarak ikiye bölen duvarin özdes olup olmadigi
bilinememektedir (Beysanoglu, 187, 154-155). Bölgede, sur duvarlariyla
kent alanlarinin bölündügü örnekler bulunmaktadir. Diyarbakir’dan çok
daha büyük olan Antakya’nin, MÖ 3. yüzyilda önce birbirlerinden

duvarlarla ayrilmis iki, daha sonra dört mahalleden olustugu, her
mahalleye ayri etnik gruplarin yerlestirildigi bilinmektedir (Akarca, 1987,
56). Antakya örnegine bakilarak, Mezopotamyali karisik insan gruplarini
barindiran Diyarbakir’da da birbirinden duvarlarla ayrilmis iki büyük
bölgenin bulunabilecegi kabul edilebilir (Parla, 1990, 122). 540 yilindaki
Pers isgali ardindan Justinianus’un Antakya’yi yeniden imar ettigi sirada,
kent içine insa edilen yeni bir sur duvariyla kent alanini büyük ölçüde
küçülttügü animsanirsa (Rich ve Hadrill, 2000, 185), söz konusu duvarin
4. yüzyilda kente göç eden Nusaybinlileri yerli halktan uzak tutmak
amaciyla insa edilmis olabilecegi düsünülebilir (Parla, 2004, 253).
Sâsanilerin derebeyi satolari çevresinde gelismis, genelde dört kapili çift
surlu, kendi aralarinda duvarlar bulunan dört mahalleli kentlerinin varligi
(Mazaheri, 1972, 209), Diyarbakir kentinin ortadan geçirilen bir duvarla,
en azindan iki büyük semte ayrilmis olma olasiligini oldukça
yükseltmektedir. Bu nedenle, söz konusu duvarin sosyal ayrima yarayan
ve gereginde güvenli tarafa siginmayi saglayarak kenti ikiye bölen ön
bariyer niteliginde oldugunu düsünmek olanaklidir (Parla, 1990, 122;
2004, 253).
Öte yandan, kitabesine göre Osmanli döneminde açilan Saray Kapisi ile iç
kalenin dogu sur duvari üzerindeki “m” açikligini birlestiren yolun, iç
kalenin kuzey bölümünün daha yüksek bulunan kademeli yapisini
olusturan dogal sinirda ve alt kotta bulunusu, eski kentin bu yöndeki
yolunun da ayni yerden geçebilecegine kuvvetle isaret etmektedir.
Günümüzde Kale Camisi önünde yapiya uyarak kivrilan yolun, Kale
Ç
Camisi yapilmadan önce daha düz bir hat izledigi varsayilabilir (Çizim 2).
Saray Kapi’dan çikarak dogu-bati dogrultusunda devam eden söz konusu
yolun kuzey kenarinda, Artuklu dönemine tarihlenen Seyfeddin
Medresesi ile Akkoyunlu dönemine tarihlenen Nebi Camisi yer alir.
Birinci Dünya Savasi sirasinda yikilan Seyfeddin Medresesi’nin Nebi
Camisi’nin batisina bitisik oldugu bilinmektedir (Sözen, 1972, 181). Biri
onüçüncü, digeri onbesinci yüzyila tarihlenen bu iki yapi, söz konusu
yolun Artuklu döneminden itibaren ayni yerden geçtigini gösterdigi gibi,
Saray Kapi’nin yerinde Osmanli öncesinde de bir kapinin
bulunabilecegine isaret eder. Kentin dogu-bati yönündeki ana caddesine
paralel uzanan bu yolun, Diyarbakir’i diger kentlere baglayan günümüze
gelebilmis en eski yol olmasi kuvvetle muhtemeldir (Parla, 2004, 260).
359 yili öncesindeki kentin kuzey-güney yönündeki yolunun, 52. ve 53.
burçlar arasindaki kapiyi 71. burca birlestiren hatta yer aldigi öne
sürülmektedir (Gabriel, 1940, 180). Söz konusu yolun iç kaledeki höyük
üstünden geçtigi dikkate alinirsa, düz arazi dururken höyük üstünden
Ç
geçirilmesinin pek mümkün olamayacagi görülür (Çizim 2, 3).
Ýç kale surunun güney bölümünün ortasinda yer alan Küpeli Kapi’dan
girince sag ve solda kalan Dingil Hava denilen alanda, Mervanogullari
döneminde bir saray yapildigi ve Mervanogullari’ndan Ýbn Dimne’nin
ayrica kentin Dicle nehrine egemen dogu sur duvari üzerine de bir saray
yaptirarak, saraydan çikisi saglayan Dicle Kapisi’ni da sur duvarinda
açtirdigi bilinmektedir (Beysanoglu, 1987, 186). Altinci yüzyilda Kale
Camisi’nin güneydogusunda, günümüze gelemeyen bir tiyatronun
varliginin bilinmesi (Mar-Yeshua, 1958, 504), Mervani sarayini bu
tiyatronun güneyinde, Dicle nehrine bakan 67. burç civarinda aramayi
gerektirmektedir. Ýç kaledeki yapilarin konumlari dikkate alindiginda,
Saray Kapi ile 67. burcu birlestiren sur duvarinin, en azindan 11. yüzyil
sonu -12. yüzyil basinda söz konusu sarayin güvenligi açisindan asagi

yukari ayni yerde bulundugunu düsünmek yanlis olmaz. Bu nedenle,
sürekli savas gören kentin zamanla harap olan söz konusu duvarlarini,
Osmanlilarin yeniden insa ederek eski temeller üzerinde yükselttiklerini
düsünmek de mantiksiz olmayacaktir (Parla, 1990, 121; 2004, 253).
Yüzlerinden birinde Ýmparator Marcus Aurelius Severus Alexander’in
(222-235) unvaniyla monogrami, digerinde ise “Mezopotamya
Metropolisi’nin Amida Kolonisi” olarak yorumlanabilecek monogramlarin
yer aldigi 3. yüzyila tarihlenen Roma sikkesi, iç kale hakkinda önemli
ipuçlari vermektedir. Sol elini bir altara dayamis, sag eliyle iki basak tutar
durumda, ayaginin altindan çikan su kaynagiyla kaya üstünde durur
biçimde resmedilmis figür bulunan yüzünde Roma Kolonisi ve
Mezopotamya Metropolisi adlarinin yer almasi, Hiristiyanligin
Mezopotamya’yi bu dönemde etkisi altina aldigini göstermesi açisindan
da sikkeyi önemli kilmaktadir (Ritter, 1844, 22,33; Parla, 1990, 124; 2004,
254).
Sikkedeki figürün ayaginin bastigi yerden çiktigi belirtilen suyun, iç
kaledeki kaynak suyu ile örtüsmesi, sikkenin bugünkü iç kalede yer alan
kenti betimledigini, altar figürünün de eski kentle ilgili oldugunu
düsündürmektedir (Parla, 1990, 124; 2004, 255).
Ýznik Konsili’nin 325 yilinda “Piskoposluk” payesi verdigi Diyarbakir’da
(Ritter,1844,32), en azindan bir kilisenin sur içi ya da sur disinda
bulundugu kabul edilebilir. Kaynaklara göre bu kabule uyabilecek üç
kiliseden ikisi iç kalede, digeri kentin güneybatisinda Urfa Kapi
Ç
yakinlarinda yer almaktaydi (Parla, 2004, 255) (Çizim 4).
Ýç kalenin Bizans döneminden kalan iki kilisesinden Nesturilere ait olan
Manastir Kilisesi’nin insa tarihi bilinememektedir(Þemseddin Sami,1308,
2202). Pasa Sarayi yakinlarinda bulundugu belirtilen Rum Kilisesi’nin ise,
Halifeler döneminde camiye çevrildigi ileri sürülmektedir (Berchem-
Strzygowski, 1910, 173).
Veriler, insa tarihi bilinemeyen Rum Kilisesi’nin bugünkü Kale Camisi’nin
yerinde bulunduguna isaret etmektedir. Bu kiliselerden birinin 
Konstantius döneminde insa edilmis olmasi olanaklidir. Urfa Kapi
yakinlarindaki Meryem Ana Kilisesi ise, 282 yilinda Diyarbakir’a yerlesen
Nusaybinli Mar Afram’in, 300 yilinda bu kilisede vaftiz edildigi bilgisine
dayanilarak, en geç 300 yilina tarihlenebilir (Parla, 1990, 29). Yukarida
bahsi geçen sikkeye dayanilarak kent surlarinin 222-235 yillari arasinda
bugünkü iç kaleyle sinirli oldugu kabul edildiginde, Meryem Ana
Kilisesi’nin bu tarihte sur disinda bulunmasi gerekir (Parla, 2004, 256).
Gabriel’in restitüsyonuna dayanarak 330 yili civarinda kentin batisinin
Dag Kapisi-Keçi Burcu hattinin belirledigi bir surla çevrelendigi kabul
edildiginde, söz konusu kilisenin yine sur disinda birakildigi görülür.
Hiristiyanliga önem verilen bu dönemde, Konstantius’un yapiyi sur
disinda tutarak Sâsani tahribine açabilecegini düsünmek oldukça zordur.
Öte yandan, kentin bati yarisinda yer alan Ayn-i Ze’uro ile Deva Hamami
yakinlarindaki bag ve bahçeleri sulamakta kullanilan iki önemli kaynak
suyu da, kentin biçimlenisinde önemli rol oynamis olmalidir. Stratejik
açidan her iki su kaynaginin da kent surunun disinda birakilmasi akla
yakin degildir. Bu nedenle, kent surunun kalkan baligi biçimini almasinda
kesin rol oynadigi anlasilan topografik yapinin yanisira, yukarida
belirtilen diger gerekçelere ek olarak nüfus-arazi iliskisi de, iç kalede yer
aldigi genel kabul gören Hurri kentinin asagi yukari bugünkü Diyarbakir
kentini kapsayacak biçimde Konstantius tarafindan büyütülerek surla
çevrildigini göstermektedir (Parla, 2004, 256).
Ýmparator Anastasius’un kenti yeniden imar etmeye ve henüz
tamamlanmamis surunu saglam biçimde tamamlamaya devam ettigi, 518
yilinda iç kaledeki Nesturi Manastir Kilisesi’ni onarttigi (Berchem-
Strygowski, 1910, 173), kent kilisesine bagislarda bulunarak bölgedeki tüm
vergileri kaldirdigi (Mar-Yeshua, 1958, 49,55) ve iç kalede kislalar insa
ettirdigi bilinmektedir (Salnâme-i Vilâyet-i Diyarbekir, 1319, 33).
Bizanslilarla Sâsaniler arasinda hemen her sene savas olmasi, 528 yilinda
Ýmparator Justinianus’un, Diyarbakir surunu yeni duvarlarla
destekleyerek tahkim etmesine ve Dara ile Diyarbakir arasina birkaç kale
ile sato yaptirmasina neden olmustur (Procopius, 1961, 123-131).
Yedinci yüzyila gelindiginde, eski gücünü kaybeden Bizans
Ýmparatorlugu’nun yanisira taht kavgalariyla ugrasan Sâsanilerin bölgede
yarattiklari boslugu dolduran Ýyaz bin Ganem ve üç arkadasinin
komutasindaki Arap ordulari, 27 Mayis 638 yilinda Diyarbakir’i kusatarak
almayi basarirlar (Ritter, 1844, 23; Þemseddin Sami, 1308, 2203).
Arap fethinden önce kent surunun, güneybatidaki Ulu/Evli Beden ve
Yedi Kardes burçlarinin bulundugu bölüm haricinde genel hatlariyla
bugünkü sinirlari kapsadigi, burçlarla tahkiminin ise uzun sürerek, ancak
Anastasius (505-520) döneminde bitirilebildigi, Justinianus’un 528 yilinda
sur duvarlarinin onarilmasi ve kentin yeniden imariyla ilgilendigi
bilinmektedir (Salnâme-i Vilayet-i Diyarbekir, 1302, 21). Sur duvarlarinin
kesin tarihlendirilmesi ise, kentin önemli bazi bölümlerinde yapilacak
sondaj kazilariyla olanakli olabilecektir (Parla, 1990, 123; 2004, 259).
Diyarbakir tarihi, kentin, çogunlukla savas kimi zaman da anlasmayla
olmak üzere sik sik el degistirdigini göstermektedir. Kente egemen
olanlarin, ilkin sur duvarlarinin onarilmasiyla ilgilendikleri, duvar ve
burçlarin üzerine yerlestirilen kitabelerden takip edilebilmektedir. Urfa
Kapi’nin güneyindeki 22.

 

Diyarbakir (Kurdish: Amed; Zazaki: Diyarbekir) is one of the largest cities in southeastern Turkey. Situated on the banks of the Tigris River, it is the administrative capital of the Diyarbakir Province and with a population of about 1,607,437, it is the second largest city in Turkey's south-eastern Anatolia region, after Gaziantep.
Diyarbakir is also a major cultural and economic center in Turkey and as such has been a focal point for conflict between Turkey's government and its Kurdish population.
 

Etymology

The name Diyarbakir (Armenian: Տիգրանակերտ Tigranakert;[4] Ancient Greek: Άμιδα, Amida; Ottoman Turkish: دیاربکر Diyâr-i Bekr; Syriac: ܐܡܝܕ) is inscribed as Amid on the sheath of a sword from the Assyrian period, and the same name was used in other contemporary Syriac and Arabic works.[5] The Romans and Byzantines called the city Amida.[5] Among the Artukid and Akkoyunlu it was known as "Black Amid" (Kara Amid) for the dark color of its walls, while in the Zafername, or eulogies in praise of military victories, it is called "Black Fortress" (Kara Kale).[5] In the Book of Dede Korkut and some other Turkish works it appears as Kara Hamid.[5]
Following the Arab conquests in the seventh century, the Arab Bakr tribe occupied this region,[5] which became known as the Diyar Bakr ("landholdings of the Bakr tribe", in Arabic: ديار بكر Diyar Bakr).[6][7] In 1937, Atatürk visited Diyarbekir and, after expressing uncertainty on the exact etymology of the city, ordered that it be renamed "Diyarbakir", which means "land of copper" in Turkish after the abundant resources of copper around the city.[8]

History

The city of Diyarbakir has been capital for many empires in history, such as the Sumerians and the Median Empire. Starting from the earliest period, the city had been successively ruled by the Hurri-Mittani, Hittites, and the Assyrians. It was also once the capital city of the Aramean Bit-Zamani kingdom. From 189 BCE to 384 CE, the region to the east and south of present Diyarbakir remained under the rule of the kingdom of Corduene.
Later, the Romans colonized the city and named it Amida. During the Roman rule, the first city walls were constructed (297 AD) and later, the greater walls were built as per the command of the Roman emperor Caonstantanius-2. After the Romans, the Persians came to power and were succeeded by the Muslim Arabs. It was the leader of the Arab Bekr tribe, Bekr Bin Vail, who named the city Diyar Bakr, meaning "the country of Bakr", i.e. Arabs. Much later, in the Republican era, the city got its current name Diyarbakir, which was derived from the abundance of copper ore that exists here.

    The Malabadi Bridge (Turkish: Malabadi Köprüsü) is an arch bridge spanning the Batman River near the town of Silvan in southeastern Turkey. It was built between 1146 and 1147 during the Artuk period by Timurtas of Mardin, son of Ilgazi, grandson . Tarihi Malabadi Köprüsü, dünyada tas köprüler içerisinde kemeri en genis olandir. Diyarbakir, Türkiye
               Tatvan-Matrakçi Nasuh-Diyarbakir-Beyan-i Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Suleyman, written circa 1537. (Istanbul University Library)


  The Malabadi Bridge (Turkish: Malabadi Köprüsü) is an arch bridge spanning the Batman River near the town of Silvan in southeastern Turkey. It was built between 1146 and 1147 during the Artuk period by Timurtas of Mardin, son of Ilgazi, grandson . Tarihi Malabadi Köprüsü, dünyada tas köprüler içerisinde kemeri en genis olandir. Diyarbakir, Türkiye

 Zulkifl (Arapça: ذو الكفل, İbranice: יחזקאל #Ezekiel ), Kur'ân'da adi geçen peygamberlerden birisidir. Kur'ân'da Enbiyâ ve Sâd Surelerinde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi. Onlari rahmetimize soktuk. Şüphesiz onlar salih olanlardandi" (Enbiya, 85 ve 86). "Kuvvetli ve basiretli kullarimiz İbrahim'i,İshâki ve Yâkub'u da an. Biz onlari ahiret yurdunu düsünme özelligiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptik. Onlar bizim yanimizda seçkinlerden, hayirlilardandir. İsmâil'i, Elyesâ'i, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48). Zülkifl'in peygamber olmadigini söyleyenler olmussa da, İslam bilginlerinin çogunluguna göre peygamberdir ve geçerli olan görüs de budur. Ayette geçen "Zülkifl", peygamberin adi degil lâkabidir [kaynak belirtilmeli] ve "nasib ve kismet sahibi" anlamina gelir. Fakat burada dünyaya ait zenginligi degil, peygamberin üstün kisiligini ve ahiretteki derecesini kastetmek için kullanilmistir. Onun gerçek adi hakkinda çok farkli rivayetler vardir. Yahudiler O'nun, İsrailogullarinin esâreti sirasinda peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur Irmagi yakinlarinda bir bölgede yapan Hereksel oldugunu iddia etmislerdir. Âlimlerin bir kismi da onun Eyyub peygamber'in kendisinden sonra peygamber olan Bisr adindaki oglu oldugunu söylemislerdir. Fakat bu görüslerin hiçbiri kesinlik derecesine sahip degildir. Yüce Allah, Eyyub peygamber'in kissasini arz ettikten sonra, peygamberlerinden bazilarini anmis ve onlari övmüstür. İnsanlari tevhide çagiran, Allah'in sevgi ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl peygamber'dir. Taberi'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl peygamber Şam'da otururdu. Oradaki halki Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir sekilde yasamaya çagirdi ve orada vefât etti. Mezarinin Diyarbakir'in Ergani ilçesinde Makam Dagi'ndaki türbede oldugu bilinmektedir.
Egil, M.Ö.3500-1260 yillari arasinda Subarrular, Hurriler, Mitanniler’in egemenliginde kalmiĢtir. M.Ö.1260-606 yillari arasinda Asurlular ve Urartular egemenlik kurmuĢlardir. Egil Kalesi, bu dönemlerde yapilmiĢtir. Kalenin batisinda, Asur krallarindan IV.Tiglatpileser’e ya da III.Salmanassar’a ait oldugu tahmin edilen stel ve kitabe bulunmaktadir9.
Egil bölgesinin kaynaklarda, Ġngilen veya Ġngilene; Egil Ģehir merkezinin ise; Angel, Angl, Ġggel, Aggel, Aggilene, Encil, Gel, Agel biçiminde geçtigi görülmektedir10.
Egil’in adi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde “Gel” biçiminde geçmektedir. Gel isminin, günümüzde bu bölgede yaĢayan insanlardan bazilari tarafindan da kullanildigi bilinmektedir. ġeref Han’in, ġerefname adli eserinde, Egil’le ilgili Ģöyle bir bilgi mevcuttur: “Bu Egil, egik bir kemer
üzerine kurulmuĢ saglam bir kaledir ve o kadar yüksektir ki, ona bakan herkese, korku ve vehim hakim olur. Halkin agzinda ve dilinde dolaĢan söylentiye göre, Allah’in evliyalarindan biri, oradan geçerken o kemere iĢaret edip, Türkçe olarak “egil” demiĢ, bunun üzerine kemer Allah’in izniyle
egilmiĢ ve egik bir durum almiĢtir”11.
Egil’de; 297 yilinda Romalilar, 661-750 yillari arasinda Ermeniler, 750-869 yillari arasinda Abbasiler, 908’de Bizanslilar, 1085-1093 yillari arasinda Büyük Selçuklular, 1157-1169 arasinda Nisanogullari, 1394-1401 arasinda Timur, 1401-1507 arasinda Akkoyunlular, 1507-1515 arasinda Safeviler ve 1515’te de Osmanlilar hakimiyet kurmuĢlardir12. Ayri bir yerde ise, Egil'de
sirasiyla; Asurlular, Urartular, Ermeniler, Abbasiler, Büyük Selçuklular, Hisn-i Keyf Artuklulari, ġam Eyyubileri, Anadolu Selçuklulari, Mardin Artuklulari, Safeviler ve Osmanlilar’in hakimiyet kurmuĢ olduklari belirtilmektedir13.
Egil Kalesi, Asurlular’dan kalma kitabeli stelleri barindirmasi yönüyle deger taĢimaktadir.

     Ziyaret Tepe tabletindeki 60 kadinin sirri - Diyarbakir'daki höyükte bulunan Asur tabletinde yazili isimler, bölgede 'bilinmeyen bir dil'i ortaya çikardi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder