İslâm dininde özellikle vurgulanan temel, tevhittir. Tevhide zarar
veren en etkili düşünce ve inanç, putperestliktir. Bundan dolayıdır ki,
canlı heykel yapmanın yasaklanmasının başlıca 5 sebebi vardır.
“Kıyamet günü Allah’ın en şiddetli azabına maruz kalanlar, Allah’ın yarattıklarını taklit edenlerdir.” (Hadisi Şerîf Meâli, Ahmed bin Hanbel, Müsned)
“Kıyamet günü bu sureti yapanlara; yaptığınızı canlandırın denilecektir.” (Hadisi Şerif Meali, Buhâri)
Bu hadisi şeriflerden sonra, insanoğlu düşünmez mi ki, bir sineği dahi yaratmaktan aciz olduğu halde, yaptığı bu suretlere can vermeye nasıl kadir olabilir?
“Vedd ; milleti içinde sevilen, Müslüman bir erkekti. Ölümünde milleti çok üzüldü.
Ağlaştılar. Bâbil civarında, kabri başında toplaştılar. Mâtem tuttular. Bu durumu fırsat bilen şeytan;
“İsterseniz ben onun bir suretini (heykelini)yapayım! ” dedi, nitekim yaptı da…
İşte! İlk kez put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı, fakat bu milletin peşinden gelen nesiller;
-Zamanla bu heykellerin ilâh olduğuna inanmaya başlamış,
-Hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamış,
-Başlangıçta, milletçe sevilen kişileri anmak ve hatıralarını yaşatmak için yapılan heykellerin, nesiller sonra niçin yapıldıkları unutulmuş, yapılan heykeller tanrılaştırılmıştır. Böylece insanlık tarihinde putlara tapınma başlamış ve putçular ortaya çıkmıştır.
İlk olarak bilmeliyiz ki; İslâm tevhit dinidir. Bu inancı korumak için son derece titizlik gösterilmiştir. Bundandır ki akla veya kalbe, gizli ve açık yoldan girebilecek her türlü şirk ve putperestlik yolunu kapatmıştır.
Ayrıca bir yeteneğin olması, onu her şartta mübah kılmaz. Kaldı ki ‘yetenekler’ de (Haşâ!) bu imtihanın dışında kalmaz. Örnek verecek olursak, ‘Bir çilingir, her kilidi açabilse, bu kabiliyetinden dolayı kilitli kapıları açıp, evdeki kimselerin eşyalarını çalsa, bu hırsızlığı günah olmaktan çıkar mı?
Elbette yetenek ! Lâkin burası bir imtihan yeridir. Mülkün sahibi Allah’tır! Kendi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
İkinci ve oldukça sakıncalı bir durum olan kibir ise, insanı helâk çukuruna kadar iten, bâtîni bir hastalıktır. Nitekim şeytan da kibirlendi ve âsilerden oldu !
Bismillahirrahmanirrahim
“ (Yarattığını) bilmez mi (hiç) Yaradan ? … “ (Mülk Sûresi,14.Âyet Meâli)
Demek ki insanın, âczini bilip, inadını ve kibrini kırıp, dünyanın geçici menfaatlerine aldanmayıp; sonsuz azamet sahibi olan yüce Allah’a baş eğmesi şarttır. Sonsuz saadet ancak ve ancak Allah’a itaat ile olur.
Yüce Allah en iyisini bilendir.
1.Heykel yapmak, Allah’ın yaratıcılık vasfını taklit etmek mânasına gelir.
Bunun en açık delili; Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şu iki hadîs-i şerîfidir;“Kıyamet günü Allah’ın en şiddetli azabına maruz kalanlar, Allah’ın yarattıklarını taklit edenlerdir.” (Hadisi Şerîf Meâli, Ahmed bin Hanbel, Müsned)
“Kıyamet günü bu sureti yapanlara; yaptığınızı canlandırın denilecektir.” (Hadisi Şerif Meali, Buhâri)
Bu hadisi şeriflerden sonra, insanoğlu düşünmez mi ki, bir sineği dahi yaratmaktan aciz olduğu halde, yaptığı bu suretlere can vermeye nasıl kadir olabilir?
2.Putlar ve putçular, insanlık tarihinde insanları haktan sapıklığa götürmüşlerdir.
Putperestlik; ilk Hazreti Nuh (aleyhisselâm)’un milletinde başlamıştır. Taştan, tunçtan, ağaçtan, alçıdan ve benzeri maddelerden put yapımları olmuştur. Böylece saygı ve anı için dikilen heykeller, zamanla putlaşmıştır.3.Heykel yapmak, İslâm alimlerince, Allah’ın yaratıcılığına özenme, fikri plânda bile olsa, O’nun tek yaratıcılığını gölgeleme olarak değerlendirilmiştir.
Ebû Ca’fer Muhammed İbn-i Bâkır Hazretlerine dayandırılan bir rivayet şöyledir;“Vedd ; milleti içinde sevilen, Müslüman bir erkekti. Ölümünde milleti çok üzüldü.
Ağlaştılar. Bâbil civarında, kabri başında toplaştılar. Mâtem tuttular. Bu durumu fırsat bilen şeytan;
“İsterseniz ben onun bir suretini (heykelini)yapayım! ” dedi, nitekim yaptı da…
İşte! İlk kez put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı, fakat bu milletin peşinden gelen nesiller;
-Zamanla bu heykellerin ilâh olduğuna inanmaya başlamış,
-Hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamış,
-Başlangıçta, milletçe sevilen kişileri anmak ve hatıralarını yaşatmak için yapılan heykellerin, nesiller sonra niçin yapıldıkları unutulmuş, yapılan heykeller tanrılaştırılmıştır. Böylece insanlık tarihinde putlara tapınma başlamış ve putçular ortaya çıkmıştır.
4.Bu çeşit keşif ve sanat gücüne, şekillendirme yeteneğine sahip insanların bu gücü kendilerinden bilip, kibirle gurura kapılması muhtemeldir.
Evet, burada 2 şey mevzubahistir. Birincisi; ‘Yetenek’, ikincisi ise, ‘Kibir’İlk olarak bilmeliyiz ki; İslâm tevhit dinidir. Bu inancı korumak için son derece titizlik gösterilmiştir. Bundandır ki akla veya kalbe, gizli ve açık yoldan girebilecek her türlü şirk ve putperestlik yolunu kapatmıştır.
Ayrıca bir yeteneğin olması, onu her şartta mübah kılmaz. Kaldı ki ‘yetenekler’ de (Haşâ!) bu imtihanın dışında kalmaz. Örnek verecek olursak, ‘Bir çilingir, her kilidi açabilse, bu kabiliyetinden dolayı kilitli kapıları açıp, evdeki kimselerin eşyalarını çalsa, bu hırsızlığı günah olmaktan çıkar mı?
Elbette yetenek ! Lâkin burası bir imtihan yeridir. Mülkün sahibi Allah’tır! Kendi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
İkinci ve oldukça sakıncalı bir durum olan kibir ise, insanı helâk çukuruna kadar iten, bâtîni bir hastalıktır. Nitekim şeytan da kibirlendi ve âsilerden oldu !
5.Ulu Allah; insanı, yeryüzüne halife olarak tayin etmiştir. Kendisine tapınılan böylesi âciz şeylerden onu kurtarıp, lâyık olduğu makama yükseltmek için canlı mâhlukların her türlü heykel ve resmini yasaklamıştır.
Âyet-i Kerîme’de buyruluyor ki;Bismillahirrahmanirrahim
“ (Yarattığını) bilmez mi (hiç) Yaradan ? … “ (Mülk Sûresi,14.Âyet Meâli)
Demek ki insanın, âczini bilip, inadını ve kibrini kırıp, dünyanın geçici menfaatlerine aldanmayıp; sonsuz azamet sahibi olan yüce Allah’a baş eğmesi şarttır. Sonsuz saadet ancak ve ancak Allah’a itaat ile olur.
Yüce Allah en iyisini bilendir.
İslâm dini semavî bir din olup, insanın dünya ve âhiretini imâr etmek için nazil olmuştur. Getirdiği hükümlerin herkesin akıl ve zevkine uyması da mümkün değildir. Çünkü simalar birbirine uymadığı gibi akıl ve huylar da birbirine uymazlar. Akıl ve mantığı veren Allah Teâlâ, insan için hangi hüküm daha uygun, hangi nizam daha güzel ise onu biliyor ve onu indiriyor. Bunun için emir, nehiy, haram ve helâl ile ilgili olan ilâhî kanun ve nizamların bazılarına aklımız ermezse de tümüne inanıp hikmetini araştırmamız gerekir. Araştırma yapmadan inkâr etmek kişiyi küfre götürebilir. Bunun için "şu veya bu niye haram olsun, aklıma yatmıyor" demek büyük bir vebaldir.
Birçok kimse heykel ve resmin haram oluşundan söz edildiği zaman hoşlanmıyor, "Heykel bir sanattır. Neden haram olsun?'' deyip İslâm'ın hükmünü tereddütsüz reddediyor. Müzelerde bulunan heykeller üzerine araştırma yapıldığı zaman câhiliyet devrinde, Roma ve Bizans devletlerinin hüküm sürdükleri zamanlarda insanların birçokları heykel ve resimlere büyük itinâ göstererek tapındıkları, putperestlik girdabına girdikleri görülecektir.
İnsanı yeryüzüne Hâlife olarak tâyin eden Allah Teâlâ, taştan ve ağaçtan kendi eliyle yaptığı heykel ve resimlere yaptığı ibadetten onu kurtarıp, lâyık olduğu makama çıkarmak için canlı mahlûkların her türlü heykel ve resimlerini yasakladı.
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne, üzerinde resimler bulunan bir bez (perde) çekmiştim. Rasûlullah perdeyi görünce, çekip attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti.Bu hadîs-i şerîf, duvara asılı olduğu takdirde haram olan resmin minder yüzü yapılarak yere atılması halinde kullanılabileceğini ifade etmektedir.
"Ey Âişe!" buyurdular, "Bil ki, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanı Allah'ın yarattıklarını taklit edenlerdir." Hz. Âişe (r.â) devamla:
"Biz o bezi kestik, bir veya iki minder yaptık." demiştir. (Buhârî, Libâs 91,95.).
İbn Hacer bu konuyu şöyle özetler: Âlimler, bu hadisi delil getirerek şu hükme varmışlardır:
"Gölgesi olmayan tasvirler edinmek câizdir, ancak bunun hürmet ifade etmeyecek şekilde kullanılması gerekir. Yastık, minder yüzü gibi yere atılan, üzerine basılan eşya üzerinde olması gerekir."Nevevî, bu hükmün cumhûrun görüşü olduğunu, sahâbe ve tâbiînin ekseriyetinin bu kanaate vardıklarını, Süfyân-ı Sevrî, İmam Mâlik, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî gibi müçtehit imamların da bu görüşü benimsediklerini belirtir.
Ancak duvar üzerine asılmaları, elbisede veya sarıkta yer almaları halinde gölgeli, gölgesiz olması arasında fark gözetilmeden haram denmiştir. Çünkü bu hâllerde o tasvirlere (resimlere) hürmet manası hakimdir.
İmam Nevevî bu hususta şöyle demiştir:
"Bu hadis canlıların resminin haram olduğunu, ancak ağaç ve benzeri ruhu olmayan şeylerin resmini yapmanın ve bu yoldan kazanç temin etmenin haram olmadığına delildir."Tahâvî konumuzla ilgili olarak şunları söyler:
"Peygamberimiz (asm))'in İslâmiyet'in ilk yıllarında her türlü put, sûret ve resimleri menetmesinin sebebi; putperestlik üzerinden uzun bir süre geçmemiş olmasıdır. Put ve benzeri şeylere bir daha dönülüp ibadet edilmesin diye put ve ona yol açan her sûret ve resim yasaklanmıştı. Sonra İslâmiyet yayılıp, esasları iyice yerleşip anlaşıldıktan sonra putlar ve benzeri şeyler hakkındaki yasak devam etti; ama bez ve kağıt ya da benzeri şeyler üzerine yapılan resimlere dokunulmadı, bir bakıma serbest bırakıldı. Çünkü artık bu gibi resimlere saygı gösterenler olmazdı."Günümüzdeki özel aletlerle çekilen resimlere gelince, bunlar ne Peygamber Efendimiz (asm) devrinde, ne de müçtehit imamlar zamanında vardı. Bu bakımdan hükümler daha çok üç boyutlu olan resim ve heykellerle ilgilidir.
Ancak günümüzdeki resimleri de kıyas yoluyla bir hükme bağlamışlardır: Tapmak için ve ta'zim etmek için hazırlanan resimlerle, müstehcen sayılanları kesinlikle haramdır.
Bu açıklamaya göre ahlaki ve dini yönüyle İslamiyete aykırı olmayan çizimlerin de yasak kapsamına girmediği söylenebilir. Bunun gibi bilgisayar veya başka teknik metodlarla çizilenlerin de aynı şekilde değerlendirilebileceğini düşünüyoruz. Resimle ilgili yasağın üç boyutlu, kabartmalı veya İslama aykırı olanlarla ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Resim Bulunan Odada Namaz Kılmak
Fotoğrafı ikiye ayırmak gerek; canlıya âit fotoğraflar, cansıza âit fotoğraflar. Canlıya âit fotoğraflar, ya yaşayacak şekilde boy resmi olur, yahut da yaşamayacak şekilde yarım resim olur.
Cansıza âit resimlerin, yâni manzaraların câiz olduğu kesindir. Çiçek, göl ve orman manzaraları gibi görüntüler çekilebilir, evlerin belli yerlerine asılıp ilâhî kudret takdirle seyredilebilir.
Canlıya âit boy resimlerini, insan, hayvan ve diğer canlı varlıklar gibi odanın duvarına asıp, bakınca tümüyle görünür hâlde bırakmak, bu odada namaz kılmayı mekruh hâle getirmek demektir. Bu itibarla, duvarlarında canlılara âit boy resimleri bulunan odada kılınan namaz mekruh olabilir.
Resimler kıble cihetinde ise mekruhluk şiddetlenir, yanda ise azalır, arkada ise daha da azalmış sayılır. Böyle resimler ya indirilmeli, yahut da üzeri örtülerek namaza durulmalıdır. Boy resimlerini kapalı bir yerde tutmak, ancak gerektiğinde görülecek hÂlde muhafaza etmekte bir sakınca yoktur.
Kâğıt paralarla nüfus cüzdanlarındaki vesikalık resimler de câizdir. Bunlar canlandığı farzedildiğinde yaşamayacak derecede küçük ve yarım olan resimlerdir.
Ayrıca bazı müseccel şahısları tanımak için çekilen zaruri boy resimleri için de ruhsat vardır. Bunlar ihtiyaç resimleridir. Hırsızlar, diğer suçlular ancak bunlarla kolayca adaletin pençesine teslim edilebilmektedir. Bugünkü resimlerin mühtehcen olmayanları tapılmak için çekilmediğinden, tapılmak için yapılan resimler cümlesinden sayılmayabilirler.
Müstehcen resimlerin her türlüsü ise ahlâka, insanlığa ve İslâm’a aykırıdır.
Konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı ilmihalde şu değerlendirmeler vardır:
Dinimizde tapınılmak veya tazim gösterilmek amacıyla fotoğraf, resim ve heykel yapılması haramdır. İslam bilgin ve müctehidleri İslam ahlakına ve adabına aykırı olmayan, manzara, ağaç, taş ve hatıra resimleri gibi cansız şeylerin resimlerinin yapılmasını ve bu sanatla iştigal edilmesini caiz görmüşlerdir. İslam alimleri aynı zamanda tapınma ve tazim amacı güdülmeyen ve umumî adaba aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapılmasını da caiz görmüşlerdir.
Klasik literatürde, resim ve heykel konusunda getirilen hükümler, büyük çoğunlukla “sûret” ve aynı kökten türeyen “tasvir” tabirleri etrafında cereyan ettiği için biz resim ve heykel konusunu “sûret” kavramı üzerinde yapacağımız çözümlemeyle açıklamak istiyoruz.
Sûret, Arapça’da daha çok “şekil, biçim, görünüş ve resim” anlamında kullanılmaktadır. Timsâl kelimesi de anlam bakımından sûrete yakındır. Sûret ile timsal kelimelerini eş anlamlı görenler bulunduğu gibi, bazı hadislerde sûret kelimesi yer yer timsal kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte genelde dilciler, sûreti iki kısımda değerlendirerek, birincisinin gölgeli sûretler (timsal=heykel), ikincisinin ise resmedilen, çizimlenen diğer şeyler olduğunu belirtmişlerdir. Meselâ “Sizi yarattık, sonra tasvir ettik” (el-A‘râf 7/11) âyeti için getirilen yorumlardan birisi “Önce ruhlarınızı yarattık, sonra bedenlerinizi şekillendirdik” tarzındadır.
Bazı hadislerde de sûret kelimesi, insanın dış görünüşü ve şekli anlamında kullanılmıştır (sûret kelimesinin bu anlamda kullanıldığı diğer hadisler için bk. İbn Mâce, “Rü’yâ”, 2; Müsned, II, 118). Sûret tabirinin, ruh sahibi veya ruhsuz bütün şeyleri içine aldığı, timsalin ise yalnızca ruh sahibi şeylere mahsus olduğu da ifade edilmektedir. Buna göre sûret kelimesini kendisine bir şekil verilmiş ve biçimlendirilmiş şey (resim ve heykel) anlamında anlamak daha doğru olacaktır. Bazı âyetlerde (Âl-i İmrân 3/6; el-A‘râf 7/11; el-Mü’min 40/64; et-Tegabün 64/3), tasvîr (savvere) kelimesi “şekil ve biçim vermek”, bazı yorumlara göre, biçimin dışında başka “mânevî özelliklerle bezemek” anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan, sûret kelimesinin fiil masdarı olan tasvir kelimesini sırf bugün anlaşıldığı mânada “resmetme” ya da “çizim” olarak anlamak doğru olmayıp, hem çizim (resim) ve hem de bir maddeye şekil ve biçim verme anlamlarını içine alacak bir genişlikle anlamak daha uygundur. Aynı şekilde, aynı kökten türemiş olan tesâvîr kelimesi genelde “resim” mânasında kullanılmakla birlikte “heykel” anlamına da gelmektedir. Allah’ın, Kur’an’da kendisini “biçim veren” (musavvir) (el-Haşr 59/24) olarak vasıflaması ve bu ifadenin müfessirler tarafından “yaratıcı” mânasında yorumlanmış olması da yukarıda verilen anlamı desteklemektedir.
Sûret kelimesi Kur’an’da, biri tekil ikisi çoğul olmak üzere üç yerde geçmekte ve genelde insanın biçim ve şekli olarak yorumlanmaktadır. Kur’an’da “timsâl” (çoğulu temâsîl) kelimesi de iki yerde ve çoğul olarak “temâsîl” şeklinde geçmektedir. Bu âyetlerden birinin anlamı şöyledir:
“İbrâhim, babasına ve kavmine ‘Nedir bu tapındığınız heykeller (temâsîl)!’ demişti” (el-Enbiyâ 21/52).Diğer âyette ise Süleyman’a timsaller yapıldığından bahsedilir (Sebe’ 34/13). Bu ikinci âyette geçen timsallerin anlamı konusunda getirilen yorumlardan biri, bunların, meleklerin, peygamberlerin ve sâlih kişilerin heykelleri (ya da resimleri; suver) diğeri de Süleyman’ın tahtının ve basamaklarının üzerinde bulunan tavus ve doğan gibi kuşların sûretleri olduğu şeklindedir.
Birçok âyette “yarattı” anlamında yorumlanan “savvere” fiili geçmekte olup, bu hususla resim yapma arasında doğrudan bir ilişki kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber bazı hadislerde, insan görünümünün resmini çizenler Allah’ın taklitçisi (tanrılık özentisi içinde olanlar) olarak telakki edilip bu yüzden cezaya mâruz kalacakları ifade edildiğinden, İslâm’daki resim yasağının Kur’ân-ı Kerîm’den kaynaklandığını düşünenler olmuştur. Fakat bu husus aslında, resim yasağını Kur’an’a dayandırmak için pek yeterli görünmemektedir. Zira bu anlayış hadisin vârit olduğu dönemin şartlarından soyutlanarak genelleştirilmeye çalışılırsa, bugün teknolojide kullanılmaya başlayan ve teknik köle diyebileceğimiz robotların yapılmasının ve kullanılmasının da yasak ve haram olduğunu söylemek gerekecektir. Bu itibarla resim yasağının daha ziyade sünnetle konulduğunu kabul etmek ve yasaklanma sebebini başka gerekçelerle izaha çalışmak daha doğru görünmektedir.
Sûret yasağının dayandırıldığı belli başlı rivayetler şöyle sıralanabilir:
a) Hz. Âişe’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber (asm), evinde, üzerinde salîb (Îsâ’nın çarmıha geriliş sahnesini tasvir eden resim) bulunan her şeyi kırmıştır (Buhârî, “Libâs”, 90).
b) “Kıyamet gününde en şiddetli azaba mâruz kalacak olanlar musavvirlerdir.” (Buhârî, “Libâs”, 89).
c) “Bu sûretleri yapanlara kıyamet gününde ‘Yarattıklarınıza can verin.’ denilerek azap edilecektir.” (Buhârî, “Libâs”, 89).
d) Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Âişe bir defasında üzerinde (hayvan) resimleri bulunan bir minder almıştı. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce kapının önünde bekledi ve içeri girmedi. Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’in yüzünde hoşnutsuzluk işaretlerini görünce, “Yâ Resûlallah! Allah’tan ve Allah’ın Resulü’nden bağışlanma dilerim. Bir kusur mu işledim?” dedi. Hz. Peygamber, üzerinde resim bulunan minderi göstererek “Şu minderin burada işi ne?” buyurdu. Âişe “Yâ Resûlallah! Onu, kâh oturasın, kâh yaslanasın diye senin için satın almıştım.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu resimleri yapanlara kıyamet gününde azap edilir ve onlara ‘Hadi bakalım, yaptığınız şu sûretlere bir de can verin.’ denilir. İçinde resimler bulunan eve melekler girmez.” (Buhârî, “Libâs”, 95; hadisin şerhi için bk. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, V, 228-229; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, VI, 414).
e) “Melekler, içerisinde köpek ve tesâvîr bulunan eve girmezler.” (Buhârî, “Libâs”, 88).
f) “Melekler, içerisinde sûret bulunan eve girmezler; kumaş üzerindeki desen ve nakış müstesna.” (Buhârî, “Libâs”, 92).
g) Hz. Âişe kendi oturduğu evin sofasına, üzerinde timsaller bulunan bir perde çekmişti. Hz. Peygamber (asm) seferden döndüğünde bunu görünce
“Kıyamet gününde en şiddetli azaba çarptırılacak olanlar, Allah’ın yaratmasına benzemeye çalışanlardır.”buyurdu. Âişe, sonra bu perdeden bir veya iki yastık yaptıklarını söylemiştir (Buhârî, “Libâs”, 91).
h) Hz. Âişe’nin, üzerinde tasvirler bulunan bir perdesi vardı ve bunu odasının bir tarafına çekmişti. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce, Hz. Âişe’ye
“Şu perdeyi karşımdan kaldır; üzerindeki tasvirler namazda iken hep bana görünüp duruyor.” demiştir (Buhârî, “Libâs”, 93).Gerek Buhârî’deki metinde gerekse Nesâî’nin rivayetinde, Hz. Peygamber (asm)’in söz konusu tasvirler yüzünden namazı yeniden kıldığına dair bir kayıt bulunmadığı için, evde sûret bulunmasının yalnızca mekruh olduğu, namazın sıhhatine bir zarar vermediği söylenmiştir. Bu hadisten ilk bakışta anlaşılan husus, üzerinde resim bulunan perdenin sırf namazdaki huşûu bozduğu için hoş karşılanmadığıdır.
ı) Hz. Âişe’nin, üzerinde kuş resmi (timsal) bulunan bir perdesi vardı ve eve girenin ilk önce göreceği bir yere asılmıştı. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce,
“Âişe, şu perdenin yerini değiştir. Eve girip hemen onu görünce dünyayı hatırlıyorum.” demiştir (Müslim, “Libâs”, 88).j) Hz. Âişe’nin bebek ve kanatlı at şekillerinde oyuncaklarının bulunduğu, Hz. Peygamber (asm)’in bunları gördüğü ve tebessümle karşıladığı rivayet edilir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 62).
k) Rivayet edildiğine göre, İbn Abbas’a bir tasvirci müracaat ederek, “Ben, şu gördüğün tasvirleri yaparak (resim çizerek) geçinirim. Bu hususta bana fetva ver!” dedi. İbn Abbas, adamın kendine iyice yaklaşmasını istedikten sonra, elini adamın başı üzerine koyarak “Bak, ben şimdi sana Resûlullah’tan duyduğum bir hadisi haber vereceğim. Hz. Peygamber, “Her resim yapan (musavvir) cehennemdedir ve Allah, yaptığı resime ruh üfleyinceye kadar bu adama azap eder. Ruh üflemesi de zaten mümkün değildir.” buyurdu. Adam bu sözler üzerine dehşete kapılınca İbn Abbas devamla, “Eğer sen sanatına devam etmek mecburiyetinde isen, ağacı ve ruh taşımayan şeyleri resimle.” (Buhârî, “Büyû‘“, 104; Müslim, “Libâs”, 99).
İbn Abbas’ın bu fetvasının delili olarak Ebû Hüreyre’nin şu rivayeti gösterilmektedir: Bir keresinde Cibrîl Hz. Peygamber (asm)’in yanına girmek için ondan izin istemişti. Resûlullah izin verdiği halde Cibrîl içeri girmemiş ve şöyle demiştir:
“İçerisinde birtakım at ve insan timsallerinin bulunduğu perde asılı olan bir eve ben nasıl girerim? Bu resimlerin ya başlarını koparmalı veya bu perdeyi yere sermelisiniz. Biz melekler içinde timsal olan eve girmeyiz.” (Tahâvî, Me‘âni’l-âsâr, IV, 287).Büyük bir muhaddis ve Hanefî fakihlerinin ileri gelenlerinden olan Tahâvî, bu hadisi naklettikten sonra şu yorumu yapmıştır:
"Bu hadisin zâhirinden, başı koparılmış ruh sahibi canlının timsalinin mubah olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, bu hadis ruh sahibi olmayan şeylerin tasvirinin mubah olduğuna ve görünüm itibariyle ruh taşıması mümkün olmayan canlıların yasak kapsamından çıktığına delâlet etmektedir." (Tahâvî, Me‘âni’l-âsâr, IV, 287).Mâlikî fakihlerden İbnü’l-Arabî, sûret yasağı ile ilgili bütün rivayetlerden hareketle, bu konudaki hükmü şöyle özetlemektedir: Eğer yapılan sûretler heykel türünde (ecsâd) ise bunun haram olduğunda icmâ vardır. Ancak, kumaşta bir desen ve nakış şeklinde (rakm) ise bu hususta dört görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden birincisine göre, hadiste geçen “kumaş üzerindeki nakış müstesna” kaydından hareketle kumaş üzerindeki resim, desen ve nakış câizdir. İkinci görüş ilgili diğer hadislerin genel muhtevasından hareketle yasaktır. Resime bir kayıt getiren üçüncü görüşe göre ise, eğer resim, şekil ve görünüm itibariyle kesintisiz ve kendi başına durabilecek biçimde ise yasaktır. Şayet, bu resmin bütünlüğü bozulursa câizdir. Diğer görüşe göre ise resim, duvara veya yüksek bir yere asılırsa yasak, yere sermede olduğu gibi, önem verilmeksizin kullanılacak eşya üzerinde bulunuyorsa câizdir (İbnü’l-Arabî, Ârizatü’l-ahvezî, VII, 253).
Şâfiî fakihlerden Nevevî ise, tasvir işinin hükmüne ilişkin olarak, hadislerde söz konusu edilen ağır tehditlerden ve Allah’ın yaratmasına benzemeye çalışma anlamı taşıdığından hareketle, ne ile yapıldığına ve ne üzerinde olduğuna (kumaş, yaygı, para, kap, duvar vb.) bakılmaksızın, canlı (insan ve hayvan) sûretini tasvir etmenin haram ve büyük günahlardan olduğunu söylemiş; ağaç, dağ, deve semeri gibi şeyleri tasvir etmenin ise haram olmadığını belirtmiştir.
Üzerinde canlı sûretleri bulunan şeyleri kullanmanın hükmünün ise, bu eşyanın nerede ve nasıl kullanılacağına bağlı olduğunu ifade etmiş ve bu sûretlerin, -duvara asılması ve giyilen bir elbisede olması gibi- önemsenmemiş sayılamayacak bir konumda kullanılmasının haram olduğunu; yere serilip çiğnenen bir yaygı veya minder üzerinde bulunmasının ise, -rahmet meleklerinin içeri girmesine engel teşkil edip etmeyeceği tartışılmakla birlikte- haram olmadığını söylemiştir. Nevevî devamla zikredilen bu hükmün hem gölgeli hem de gölgesiz sûretler için geçerli olduğunu söylemiştir. Nevevî’nin zikrettiğine göre, bazı Selef bilginleri hadislerde söz konusu edilen yasağın yalnızca gölgeli sûretler için geçerli olduğunu, gölgesiz sûretleri yapmada bir sakınca bulunmadığını ileri sürmüşlerdir (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XIV, 81-82).
Bilginler, insan ve hayvan gibi canlılar dışındaki varlıkların resimlerinin yapılmasının, bundan kazanç elde edilmesinin câiz olduğunu söylerken, birçok hadiste kıyamet günü musavvirlere söyleneceği belirtilen “Hadi bakalım, yarattıklarınıza bir de can verin” ifadesinden ve İbn Abbas’ın yukarıda zikredilen fetvasından hareket etmişlerdir. Şu kadar var ki, bu konudaki deliller dikkatle incelendiğinde, hadislerde geçen şiddetli tehditlerin, tapınmak için veya yaratma hususunda Allah ile boy ölçüşme kastıyla resim ya da heykel yapanlara ilişkin olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Zira bu amaçla yapılmayan mâsum resimler için bu tehditler oldukça ağırdır. Nitekim, konuya ilişkin hadislerin kronolojisi de tehditlerin gitgide azaldığını göstermektedir.
Bilginlerin çoğunluğu, çocuk oyuncaklarının yasak kapsamı dışında kaldığını ifade etmişlerdir.
Öte yandan âlimler, Hz. Süleyman (as)’ın dininde, timsal (heykel veya resim) yapımının serbest olmasıyla, İslâm’da sûretin yasaklanmış olması arasını telif için Süleyman’ın dininde bunun yasaklanmadığına, hatta buna izin verildiğine işaret etmişlerdir. Meselâ Zemahşerî, sûret ve timsal yapımının zulüm ve zina gibi aklen çirkin olmadığını ve hükmünün şeriatlara göre değişebileceğini belirtmiştir.
İslâm’da sûretin yasaklanmasının gerekçesi olarak, Hz. Peygamber (asm)’in,
“Allah, sûret yapanlara, yaptıkları sûretlere ruh üfleyinceye kadar azap edecektir. Ruh üflemeleri de zaten mümkün değildir.” vegibi hadislerden hareketle, ‘yaratma hususunda Allah’a benzemeye çalışma’ hususu gösterilmiştir. Bu gerekçelendirme yanlış olmamakla birlikte öyle görünüyor ki, sûret yasağının asıl illeti, İbnü’l-Arabî’nin de isabetle belirttiği gibi şudur: Câhiliye Arapları’nın putlara tapma âdetleri vardı ve bu putları kendi elleriyle tasvir edip sonra bunlara tapıyorlardı. İslâmiyet, puta tapmaya vesile olan şeyleri kaldırmak suretiyle tevhid sisteminin korunmasında titizlik göstermiştir (İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, IV, 1599-1602). Buna o dönemde haçın Hristiyanların hayatındaki konumunu da eklemek gerekir. Bu itibarla, resim ve timsal hakkında vârit olan yasaklamanın ana sebebinin, bunlara tapınma endişesi olduğu söylenebilir.
“Kıyamet gününde en şiddetli azaba çarptırılacak olanlar Allah’ın yaratmasına -yarattıklarına- benzemeye çalışanlardır.”
İslâm dini, tevhid dinidir. Araplar, kendi elleriyle çizdikleri ve şekillendirdikleri resimlere ve putlara tapıyorlardı. Hz. Peygamber (asm), Araplar yeniden eski alışkanlıklarına döner endişesiyle, bu alışkanlıkları hatırlatan resimleri ve sûretleri de yasaklamayı uygun bulmuştur. Nitekim, benzer bir uygulamaya, şarabın kesinlikle yasaklanmasından sonra rastlanır. Resûlullah normalde kullanılmalarında bir sakınca olmadığı halde, şarap yasağından sonra Araplar’ın içerisine şarap koydukları dübbâ ve nakîr gibi özel isimlerle anılan şarap kaplarının kullanılmasını da yasaklamıştı. Hz. Peygamber bu metotla Araplar’a eski alışkanlıklarını hatırlatacak şeyleri de sedd-i zerîa kabilinden olmak üzere yasaklamıştır. Resim ve timsal yasağının da bu çerçevede değerlendirilmesi ve bu yolla tevhid inancını her ne suretle olursa olsun şirk bulaşığından arındırma amacı güdüldüğünün söylenmesi mümkündür.
Bazı bilginlerin, resim hakkında şiddetli tehdit içeren yasaklamaların İslâm’ın ilk dönemlerinde olduğu, sonra bu tehdidin gitgide hafiflediği şeklindeki açıklamaları da, yasak sebebinin biraz önce bahsedilen endişe olduğu hususunu desteklemektedir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, bilginler ağaç, dağ, taş gibi manzara resimlerinin çizilmesinin ve kullanılmasının, aynı şekilde insan bedenini tam olarak yansıtmayan sûretin mubah olduğunu ifade etmişlerdir. Nevevî gibi bir kısım âlimlerin, üzerinde canlı resmi bulunan kumaşların, yaygı, sofra bezi gibi amaçlarla kullanılabileceği, Tîbî gibi diğer bazılarının ise, bunların mutlak surette mubah olduğu şeklindeki açıklamaları göz önüne alınınca; artık günümüzde resim yapmanın ve resimli eşya kullanmanın, tevhid inancına aykırı bir sonuca götürme durumu veya endişesi olmadığı sürece, ilk dönemler hakkındaki yasağın kapsamına girmediğinin ve dolayısıyla haram olmadığının ifade edilmesiyle yeni bir şey söylenilmiş olmayacaktır.
Üzerinde Resim ve Sûret Bulunan Eşyayı Kullanmak.
Hanefîler, üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan yaygı üzerinde namaz kılmada bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Çünkü, resimli yaygının ayaklar altına alınması, resimlere değer vermeme anlamındadır. Ancak, resime ibadet etmeye benzeyeceği için yaygıdaki resimler üzerine secde edilmemesi tavsiye edilmiştir. Yine bu resimler (sûret veya tesâvîr), baş hizasından daha yukarıda, kişinin hizasında ve önünde asılı olarak bulunurken namaz kılmanın mekruh olduğu söylenmiştir. Resimler, kişinin arkasında veya ayakları altında ise, namaz mekruh olmayıp, resimlerin evde bulundurulmuş olması mekruhtur. Evde resim bulundurmanın mekruh olmasının gerekçesi ise, Cebrâil’in, “Ben içerisinde köpek veya sûret bulunan eve girmem” sözüdür.
Resimli elbise giymek mekruh görülmekle birlikte, bu elbise içinde kılınan namaz sahihtir. Fakat ihtiyaten yeniden kılınması uygundur (Merginânî, el-Hidâye, I, 362-364). Hanbelîler de üzerinde canlı resimleri bulunan elbise giymenin haram olmayıp mekruh olduğunu belirtmişlerdir (İbn Kudâme, el-Mugnî, I, 590).
İlk bakışta dikkati çekmeyecek derecede küçük olan resimlerin bulundurulmasında ve kullanılmasında da bir sakınca yoktur. Nitekim, Ebû Mûsâ’nın üzerinde iki sivrisinek resmi bulunan bir yüzüğü olduğu, İbn Abbas’ın da küçük resimlerle donatılmış bir kanunu (ocak benzeri bir şey) olduğu nakledilmektedir.
Abdürrezzâk, İbn Abbas’ın, içerisinde sûret bulunan kilisede namaz kılmayı kerih gördüğünü, Hz. Ömer Şam’a gittiğinde hıristiyanların ileri gelenlerinden birinin Ömer için yemek hazırlatıp davet ettiğini, Ömer’in de, “Biz sizin kiliselerinize girmeyiz; çünkü oralarda sûretler vardır.” diyerek bu daveti geri çevirdiğini nakletmektedir. Râvi, Hz. Ömer’in “sûret” sözüyle timsali kastettiğini belirtmiştir (Buhârî, “Salât”, 54).
Resimli Eşyanın Alım Satımı.
Bilginlerin çoğunluğu, Hz. Âişe’nin satın aldığı resimli minderi Hz. Peygamber (asm)’in iade ettirmeyerek, şeklini ve konumunu değiştirmek suretiyle başka bir amaçla kullanılmasına izin vermesinden hareketle, resimli eşyanın satımının câiz olduğunu söylemişlerdir.
Zâhirî mezhebinin ünlü fakihi İbn Hazm, çocuk oyuncakları dışında bütün sûretlerin satımının haram olduğunu ifade etmektedir (İbn Hazm, el-Muhallâ, IX, 25). Ancak İbn Hazm’ın resimli kumaşın satımını câiz gördüğü hatırlanırsa, burada sûretten maksadın heykel türü şeyler olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, İslâm öncesi dönem Araplar’ı da tek yaratıcı olan Allah’a inanmakla birlikte O’na, araya vasıtalar koyarak ulaşabileceklerini düşünüyor, bunun için de çoğu insan sûretindeki çeşitli resim ve heykelleri (put) aracı-tanrı kabul ediyorlardı. Başlangıçta insanın estetik duygusunun, yaratıcı düşünce ve hayal gücünün eseri gibi gözüken bu sûret ve heykeller soyut tanrı kavramına ulaşmakta zorlanan kişiler için giderek basit görünüm ve yapısından çıkıp madde ötesi güçleri temsil etmeye, hatta insanın tapınma ihtiyacını karşılayacak ölçüde kutsallık taşımaya başlamıştır. İslâm bu beşerî yanılgının çok yoğun olduğu bir dönem ve toplulukta ortaya çıktığı ve Allah’tan başka hiçbir yaratıcının ve mutlak güç sahibinin olmadığı (tevhid) fikrini tebliğinin odak noktası yaptığı için, haliyle insanları tevhid akîdesinden uzaklaştıracak, şirke bulaştıracak her türlü tehlike karşısında da çok temkinli davranmış, titizlik göstermiştir. Hz. Peygamber (asm)’in sûret ve timsal konusunda gösterdiği hassasiyet de bu yüzdendir. Ancak, naslardaki tasvir ile ilgili yasaklayıcı ve tehditkâr ifadelerde İslâm tebliğinin ileri dönemlerine doğru azalma görüldüğü gibi, müslümanların bu ilkel yanılgıdan iyice uzaklaşması ve bu yönüyle şirke bulaşma tehlikesinin azalmasına paralel olarak İslâm âlimlerinin de resim ve sûretler konusunda daha müsamahakâr davranmaya başladıkları görülmektedir.
Heykel konusunda daha katı davranılması da yine bu anlayışın sonucudur. Böyle olunca, burada yasaklanan şey, resim ve sûretin bizzat kendisi olmayıp, bunların kişileri şirke götürmesi, kutsallık ve tapınma aracı yapılması durumudur. Zaten dinde haram ve helâle konu olan şeyin eşya (a‘yân) değil de fiiller (ef‘âl) olduğu söylenirken de bu ifade edilmek istenir. O halde anılan endişe ve tehlikenin mevcudiyeti oranınca yasak oluş hükmünün varlığını koruyacağı, bunun bulunmayıp daha çok bir ihtiyacın, estetik duygunun ifadesi olduğu durumlarda ise bu tür faaliyetleri aslî hükmü olan “mubah” çerçevesinde değerlendirmenin uygun olacağı söylenebilir.
Öte yandan, resim çizme ve heykel yapma bazı İslâm bilginlerince bir bakıma Allah’ın yaratıcılığına özenme, fikrî planda da olsa O’nun tek yaratıcılığını gölgeleme olarak değerlendirilmiş ve bu gerekçe ile doğru görülmemiştir. Gerçekten de şekillendirme yeteneğine, keşif ve sanat gücüne sahip kimselerin bu gücü kendilerinden bilip kibir ve gurura kapılmaları ne kadar yanlış ise, bu kabiliyeti Allah’ın lutfu olarak görmek de o kadar isabetli ve gerçek olacaktır.
Yukarıda zikredilen yasaklama gerekçesi böyle bir açıklamaya tâbi tutulduğunda, günümüzdeki fotoğrafın, kamera, video ve diğer teknik araçlarla ekrana, sahneye yansıtılan görüntülerin klasik literatürdeki “tasvir” kapsamında düşünülmemesi gerekir. Çünkü bunlar olmayan bir varlığın hayal gücüne dayanarak şekillendirilmesi olmayıp aksine, mevcut varlıkların teknik cihazlarla kaydedilip tekrar görüntüye gelmesidir. Bunlar belki de insan ve diğer varlıkların görüntülerinin suya, aynaya yansıması grubunda mütalaa edilebilir.
Böyle olunca, fotoğraf ve filimlerde yer alan tema ve görüntünün, dinin inanç ve ahlâk esaslarını ihlâl etmemesi, cinsî tahrike, bozgunculuk ve fitneye yol açmaması gibi şartlar üzerinde öncelikle durulması gerekir. Haliyle bu şartlar da, fotoğraf ve filmin kendisinin meşrûluğundan çok, kullanım tarz ve amacıyla ilgili olarak getirilebilecek sınırlamalardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder