19 Ağustos 2015 Çarşamba

Hz. İsa’dan (as) sonra gelen bir nebi: Cercis Aleyhisselâm

 İslami kaynaklarda ismi Cercis Aleyhisselam olarak geçer ve peygamber olduğu düşünülmektedir.Evliya Çelebi Seyahatname isimli eserinde Diyarbakırdan (Silvan İlçesi) bahsederken buranın "Cercis Nebi" ümmetinden insanlar tarafından kurulduğunu söylemiştir.

Cercis Peygamber gibi örs zindanı üzere baş koymuştur..
İbrahim Peygamber gibi ateşe atılan kılıç ateş ocağında   sayısız   çekiç   darbesi   yemiştir.   Örs   üzerinde   ise   Eyüp Peygamber gibi sabır sınavından geçmiştir. 
 
Saint George (Greek: Γεώργιος Georgios; Classical Syriac: ܓܝܘܪܓܝܣ Giwargis; Malayalam: ഗീവർഗീസ് Geewargees;Latin: Georgius; circa 275/281 – 23 April 303 AD) was a soldier in the Roman army who later became venerated as a Christian martyr. His parents were Christians of Greek background;  his father Gerontius was a Roman army official from Cappadocia and his mother Polychronia was a Christian from Lydda in the Roman province of Syria Palaestina (Palestine).  Accounts differ regarding whether George was born in Cappadocia or Syria Palaestina, but agree that he was raised at least partly in Lydda.[3] Saint George became an officer in the Roman army in the Guard of Diocletian, who ordered his death for failing to recant his Christian faith.

In hagiography, Saint George is one of the most venerated saints in the Catholic Church (Latin and Eastern), Anglican, Orthodox, East Syrian, and Miaphysite Churches. He is immortalized in the myth of Saint George and the Dragon and is one of the Fourteen Holy Helpers. His memorial, Saint George's Day, is traditionally celebrated on the Julian date of 23 April (currently the 6th of May according to the Gregorian Calendar), and he is regarded as one of the most prominent military saints. Many countries, cities, professions and organisations claim Saint George as their patron, most famously England.

 

Hz. İsa’dan (as) sonra gelen bir nebi: Cercis Aleyhisselâm
FAKİR FUKARA İÇİN ÇALIŞAN BİR NEBİ
Cercîs Aleyhisselâm İsa Aleyhisselâm’ın dini üzere gelmiş ve Îsâ Aleyhisselâm’ın dinini tebliğ etmiş nebilerdendir. Filistin’in Remle kasabasında doğdu, Filistin ve Şam civarında yaşadı. Şehirleri gezer, ticaret yapardı. Gezip gördüğü şehirlerde Hazret-i Îsâ’nın dinini yaymaya çalışırdı. Vazifesi esnasında birçok kişi ona tabi olarak Müslüman oldu.
Hıristiyanlar bu nebiyi St. Georges adıyla tanıyorlar.
Cercis Aleyhisselâm yılsonu geldiğinde sermayesini hesaplayıp ayırır, kazancının tamamını fakir fukaraya dağıtırdı. Derdi ki:
“Benim çalışmam fakir fukara içindir. Ben çalışayım ki, onlar rahat etsinler. Eğer bu maksudum olmasa sermayemi de fukaraya yağma ettirirdim. Kendim de bir köşede oturur, Allah’a ibadet ederdim.”
Cercîs Aleyhisselâm ile ona uyanlar başlangıçta çok gizli hareket ettiler, kâfirlerin şiddetini üzerlerine çekmemeye çalıştılar. Çünkü o devirde putperestlik çok şiddetli idi.
CERCİS ALEYHİSSELÂM KRALIN HUZURUNDA
Günlerden bir gün Musul şehri Kralı Dâdiyan som altından bir put yaptırmış, halkı puta tapmaya çağırmıştı. Halk da bölük bölük gelmiş, Eflun denilen bu puta tapmıştı. O sıralarda Musul’da bulunan Hazret-i Cercîs (as) bir gün Dâdiyan’ın huzuruna çıkmaya karar verdi. Arkadaşlarına:
“Bu gizlilik içinde ne zamana kadar kalacağız? Kişi dini yolunda gerekirse ölmelidir! Kâfirler yanında zelil yaşamaktan iyidir. Ne kadar malım varsa size veriyorum. Fukarayı gözetin. İhsanınızı eksik etmeyin. Ben bu gün Kralın huzuruna çıkıp hakkı tebliğ edeceğim. Eflun’a tapmanın yanlış ve batıl olduğunu bildireyim. Müslüman olmasını teklif edeyim. Ola ki, Hak Teâlâ ona insaf vere de Müslüman ola! Beni öldürse bile bunu yapayım!” dedi.
Allah’a sığındı ve Kral Dâdiyan’ın huzuruna çıktı. O sırada Kral, Eflun’a tapmayanların da bulunduğunu haber almış, kızgınlığından küplere binmiş vaziyetteydi. Cercîs Aleyhisselâm dedi ki:
“Ey Kral! Allah’ın kullarına kızarsın! Oysa sen de Allah’ın bir kulusun! Onlar da Allah’ın kullarıdırlar ki Allah onları sana muhtaç eyledi. Bu halkı secde etmeye çağırdığın put mel’undur! Senin Allah’ın vardır ki, seni ve bütün varlıkları O yaratmıştır. Bütün mahlûkat O’nun kullarıdırlar. Bütün mahlûkata O rızık verir. Bütün mahlûkata hayat veren, diri eden, yaşatan ve öldüren O’dur. Seni yaratan Allah’ı bırakıp senin gibi bir mahlûku altından ve gümüşten düzdürüp, ilâhımdır dersin! Onun ne faydası vardır, ne zararı? Bundan vazgeç! Küfrü terk et. Allah’a iman et.”
Kral Dâdiyan kızgınlığından ağzı köpürmüş vaziyette Cercîs Aleyhisselâm’a baktı ve bağırdı:
“Sen kimsin behey adam? Nereden geldin ki bana anlaşılmaz sözler söylersin?”
Cercîs Aleyhisselâm gayet sakin cevap verdi:
“Ben Allah’ın zayıf ve hakir bir kuluyum! Geldim ki seni Allah’a dâvet edeyim! Puta tapmaktan ve halkı puta taptırmaktan vazgeçesin de Allah’a dönesin!”
Kral Dâdiyan adeta çıldırmıştı. Fakat Cercis Aleyhisselâm’ın fikirlerini aklınca çürütmeden onu cezalandırmayı makamına uygun bulmadı. Dedi ki:
“Senin övdüğün ilâh eğer gerçekten de dediğin gibi olsaydı, seni böyle aç ve sefil bırakır mıydı? Görmez misin benim ilâhım bana nice mertebeler verdi! Bu gördüğün halkın içinde nice zenginler vardır. Cümlesi de bu Eflun’un uğurlu inancıyla zengin oldular…”
Cercis Aleyhisselâm:
“Allah isterse bu dünyada verir, isterse âhirette verir. O verdiği zaman ebedî olarak verir. Bu dünya geçicidir. Kaç günlük krallığın var? Hiç düşündün mü? Devlet dediğin ebedî olmalı! Nimet dediğin sonsuz olmalı! Lezzet ve keyif dediğin hesapsız olmalı! Senin sahip olduğun bütün varlıklar ise yok olmaya mahkûmdur!”
CERCİS ALEYHİSSELÂM TEBLİĞİN BEDELİNİ CANIYLA ÖDEDİ
Cercis Aleyhisselâm Kral Dadiyan’a tebliğini yaptı, fakat bedelini canıyla ödedi.
Kral ona dayanılmaz işkenceler yaptırdı. Ağaçlara bağlattı. Mübarek vücudunu demir taraklarla tarattı. Ateşten ve kaynar sulardan geçirdi.
Cercîs Aleyhisselâm her türlü işkenceden mu’cize eseri sağ olarak kurtuldu. Mücadelesinden yılmadı. Fakat nihayet bir gün bu işkencelerle şehit oldu.1
Batıda karşılaşılan bu kavimin “Câbiris” ( جابرس) halkı olduğu söylenmiştir.[1] Onlara “Süryânî’de denilmiştir. Onların Semûd neslinden iman edip de geride kalanlar olduğu ve Cürcisan’da (  جرجيشا) yaşadıkları söylenmiştir.[2]

Ebû Zeyd es-Sühey’den gelen rivâyette: “Bu Semud soyundan gelen bir kavimdir. Câbirsâ denilen büyük bir şehirde otururlardı. Câbirsâ’ya, Süryanicede buna ‘Cercisa’ derler.” demiştir.[3]Dipnotlar:
1- Tarih-i Taberî, 2/186.
[2] el-Kurtubî, C.11, s.51. Daha teferruatlı bilgi için bkz. es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, C.5, s.439-440-441; et-Taberî, Tefsîru’t-Taberî, C.16, s.17-18; es-Se`âlebî, a.g.e., C.2, s.394.
[3] el-Âlûsî, C.16, s.33.

“...Dedi ki: ‘Ey Zülkarneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin.’ Dedi ki: ‘Kim zulme saparsa biz onu azap edeceğiz, sonra da Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azapla azap edilir. Kim de iman eder salih (iyi) amelde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan da kolay olanını söyleyeceğiz.”

Batıda karşılaşılan bu kavimin “Câbiris” ( جابرس) halkı olduğu söylenmiştir.[1] Onlara “Süryânî’de denilmiştir. Onların Semûd neslinden iman edip de geride kalanlar olduğu ve Cürcisan’da (  جرجيشا) yaşadıkları söylenmiştir.[2]

Ebû Zeyd es-Sühey’den gelen rivâyette: “Bu Semud soyundan gelen bir kavimdir. Câbirsâ denilen büyük bir şehirde otururlardı. Câbirsâ’ya, Süryanicede buna ‘Cercisa’ derler.” demiştir.[3]



Hayatı hakkında çok az şey bilinen, Roma İmparatorluğu’nun bir askeri iken Hıristiyanlara zulmetmeyi reddedince idam edildiği sanılır. Bugün Kapadokya’da bulunan Başköy(Potamya,Megasus,Kavasus) köyüne dehşet saçan bir ejderhayı öldürmesi hikâyesi Orta Çağdan beri dillerde dolaşır.


İslami kaynaklarda ismi Cercis Aleyhisselam olarak geçer ve peygamber olduğu düşünülmektedir.Evliya Çelebi Seyahatname isimli eserinde Diyarbakırdan (Silvan İlçesi) bahsederken buranın "Cercis Nebi" ümmetinden insanlar tarafından kurulduğunu söylemiştir









Hz. Cercis’in (a.s.) Şam civarlarında ve Filistin’de yaşadığı ve Hz. İsa’dan (a.s.) sonra geldiği için, onun dininin hükümlerini devam ettirdiği ve Musul şehri Kralı Dâdiyan tarafından şehit edildiği rivayet edilmiştir. (bk. Tarih-i Taberî, 2/186) Günümüz Hristiyanları tarafından St. Georges ismiyle anılan Hz. Cercis’in (a.s.) Filistin’in Remle kasabasında doğduğu ifade edilir.

Cercis Aleyhisselam'ın yaşadığı bölge, putperestlerin elinde olup Dadıyan adında zalim bir hükümdarları vardı. Cercis Aleyhisselam, şehirleri dolaşarak ticaretle meşgul oluyor ve kazancının bütününü fakirlere dağıtıyordu. İdarecileri ikaz ederek halka zulmetmelerini önlemeye çalışırdı.

Yine bir defasında, kralı hidayete davet ederek, zulümden vazgeçirmek maksadıyla Musul'a gider. Yanına da değerli hediyeler alır. Kral, büyük bir ateş yakıp halkı etrafına toplamış, kendilerinin yaptığı eflun adlı puta tapmalarını istiyordu. Kral bu isteğini yerine getirmeyenleri ateşe atıyordu. İşte bu sırada Cercis Aleyhisselam gelir. Bu feci durumu görünce, önce bütün malını müminlere dağıttı ve daha sonra da krala giderek; hiddet ve kızgınlığı bırakmasını, zulmü terk etmesini, kendisinin emin bir nasihatçi olduğunu, kendisine inanmasını söyler. Hem kendisinin, hem de zulmettiği insanların Allah'ın kulu olduklarını, yoktan var etmenin sadece Allah'a mahsus olduğunu, kendisi dahil tüm insanların Allah'ın aciz kulları olduklarını ve ibadetin sadece Allah'a yapılabileceğini, rızkı verenin Allah olduğunu tebliğ eder. İnsanları puta tapmaya zorlamaktan vazgeçmesini, onu kırmasını, Allah'a iman etmesini ister.

Hazreti Cercis (as)'ın daveti kabul edilmediği gibi, puta tapması istenir, reddedince de uzun sürecek olan işkencelere maruz kalır. Kral, Cercis Aleyhisselam'ı bir ağaca bağlatarak mübarek vücudunu demir taraklarla taratır. Demir taraklarla tarandıkça etleri lime lime olur. Etleri iplik iplik döküldüğü halde ölmeyen Hz. Cercis'in üzerine keskin sirke ve tuz döktürür. Büyük bir demiri önce ateşte iyice kızartıp başının üzerine koyarlar. Cenab-ı Hak, Onu tekrar eski haline getirir. Bu durum karşısında kral ve adamları ne yapacaklarını şaşırırlar ve yeni çareler ararlar.

Büyük bir kazan kurdurup altında ateş yaktıktan sonra, Cercis Aleyhisselam'ı içine atıp kapağını kapatırlar. Kazanın kapağı uzun bir süre kapalı tutulduktan sonra, ölmüş olduğuna hükmedilerek kapağı açtıklarında hayrete düşerler. Çünkü, yine Ona bir şey olmamıştır. Krallığını kaybetmekten korkmaya başlayan hükümdar, Cercis Aleyhisselam'ın zindana hapsedilmesini emreder.

Zindana hapsedilen Cercis Aleyhisselam, zindanda da rahat bırakılmaz. Başkalarıyla görüşüp onları hidayete davet etmesin diye el ve ayakları çivilendiği gibi, büyük bir mermer taşı da üzerine yaslarlar. Ancak, Cenab-ı Hak bir melek göndererek kurtarır ve kendisine yapılan işkencelere sabrederek vazifesine devam etmesini emreder. Kafirler tarafından dört kez şehid edileceği, her seferinde tekrar diriltilerek yüksek mertebelere nail olacağı kendisine vahyedilir. Bu durum kendisini ziyadesiyle sevindirir.

O'nu tekrar karşılarında görünce, yakalatıp ikiye ayrıştırılan bir ağacın arasına koyup sıkıca bağlandıkları gibi vücudundan et kopararak insan eti yiyen aslanların önüne atarlar. Cercis Aleyhisselam tekrar kral ve adamlarının karşısına çıkar. "Bu adam Cercis'e ne kadar çok benziyor." demeye başladılar. Düştükleri acziyetten kurtulamayan kralın adamları, "Bu adam çok iyi bir sihirbazdır, kendini bir ölü bir diri gösteriyor." dediler. Sihirbaz olduğu için de karşısına iyi bir sihirbaz çıkarmaya karar verirler. Zaten kendi ülkelerinde çok sayıda sihirbaz da mevcuttu.

Sihirbazların üstadını bularak kralın karşısına çıkarırlar. Sihirbaz bir kap içindeki suya çeşitli sihirler yapıp üstüne okuduktan sonra Cercis Aleyhisselam'a içirmelerini ister. Cercis Aleyhisselam getirilen suya hiç itiraz etmeden "Bismillahirrahmanirrahim" deyip içer. Durumu gören sihirbaz, bu ancak Allah'ın işi olabilir, yoksa kesinlikle ölürdü, deyip iman eder. Kral, hiddetlenerek sihirbaza "Ne çabuk da aldandın." diyerek tepki gösterir. Sihirbaz ise, aldanmadığını, her şeye kudreti yeten alemlerin Rabbi olan Allah'a iman ettiğini söyler.

Sihirbazın iman ettiğini kimseye söylememesi ve halkın iman etmesini önlemek için dilini keserler. Ancak, olay halk arasında yayıldığı gibi bir çok kişi de iman eder. Zalim kral, bütün müminleri toplatıp hepsini şehid ettikten sonra Cercis Aleyhisselam'ı da şehid ettirir. Daha sonra bu kavim ateşle helak edilir.




                                                                                                                                                                                                                                                               ASHABU'L-UHDÛD

4958 - Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı öğreteyim!" dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir râhip yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, râhibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu.
(Bir gün) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu râhibe şikayet etti. Rahip ona:
"Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu.
O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine )
"Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:
"Allahım! Eğer râhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı râhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona:
"Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da:
"Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.
Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:
"Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu.
"Rabbim!" dedi. Kral:
"Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam:
"Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral ona:
"Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:
"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da râhibin yerini haber verdi. Bunun üzerine râhip getirildi. Ona:
"Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da:
"Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.
"Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan:
"Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi.
"Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve:
"Bunu bir gemiye götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada:
"Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral:
"Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan.
"Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra Kral'a:
"benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye sordu. Oğlan:
"İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra:
"Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:
"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve:
"Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!" denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:
"Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hükümdara "sen at!" diye emir verildi.
İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu:
"Anneciğim sabret. zira sen hak üzeresin!" dedi."
Müslim, Zühd 73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Bürûc, (3337).

DERLEME : YAVUZ TELLİOĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder