Proroe ve İlia / Çingene Mitolojisi
"Bir çiftçi olan İlia, değirmenden eve dönerken bengalarla (şeytanlarla)
karşılaşır. Bunlar kendisiyle alay edip kışkırtarak, yokluğu sırasında
karısının başka bir erkekle birlikte olduğunu söylerler. Bundan çok
etkilenen İlia, karanlık çöktüğünde evine girince, sofada birlikte
uyuyan çifti öldürür. İşlemiş olduğu cinayetin şaşkınlığı ve kederiyle
yatak odasına girdiğinde, yatakta karısının uyuduğunu fark eder ve
irkilir. Öldürdüğü kişiler, havalar sıcak olduğu için sofada yatan
annesi ve babasıdır. Mum ışığında karısıyla birlikte gözyaşı dökerken
pencereye konan güvercinler cama tıklatır ve kanatlarından koparacağı
tüyleri ölülere sürmesini tavsiye ederler. Güvercinlerin dediğini yapan
İlia, annesi ve babasını hayata döndürmeyi başarır.
Hayata dönen İlia'nın babası Proroe, oğluna bir dilekte bulunmasını
söyler. İlia, bengaları avlayabilmek için bir mızrak, bir de yıldırım
ister. Onları suda, karada ve havada kovalar; ne zaman bir şeytan
öldürse, yeryüzündeki tüm bebekler ölü doğar ve büyük yangınlar çıkar.
Oğlunun bu çılgınlığına ve hırsına son vermek için Proroe, karısının
tavsiyesi üzerine oğlu İlia'nın önce bir kolunu, sonra da bir bacağını
kaybetmesini sağlar. İlia'nın bir gözünü de yitirmesine yol açtıktan
sonra, o yine şeytanları kovalamaya devam eder; ama buna rağmen dünya
eski dengesine tekrar kavuşur."(BERGER, 2000: 77-78)
Ilja Muromez'e ait eski bir Rus öyküsüne dayanan bu hikaye, Batı ve Doğu
Slavca'da "peygamber" anlamına gelen "prorok" (Proroe) kelimesine
atıfta bulunur. Martin Pfeiffer, Proroe ve İlia isimlerinin Slavca'da
"prorok ilija" yani "ilyas veya elias peygamber" olarak karşılık
bulduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda dini bir altyapısı da mevcuttur.
Çingene mitolojisinde yer alan çok sayıda öykü içinde bir yer bulan
İlia, karakteri bir başka Çingene mitosunda "yeraltı dünyasından gelmiş
ve iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandırmak için yeryüzünde dolaşan
bir hakim" olduğundan bahsedilmektedir. Yukarıdaki mitolojik öyküde de
yer aldığı gibi İlia, peygamber-vari bir biçimde kötüleri cezalandırmak
için mücadele eden iyi bir karakter ve bir kahraman olarak karşımıza
çıkmaktadır.
"Çingene Mitolojisi", BERGER, Hermann, Çev: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç Yayınevi, Ankara 2000, s. 77-78.
İlyas, Ahav’a göksel mesajı ilettikten sonra Tanrı’nın emriyle Ürdün
Nehri’nin ötesindeki Kerit Vadisine sığınmış ve orada kargalar
tarafından beslenmiştir. Kuraklıktan dolayı nehir kuruyunca Tanrı
tarafından Sayda’nın Serapta kentine gönderilen İlyas, oradaki dul bir
kadının az miktardaki yiyecek stoku aracılığıyla iki yıl boyunca
beslenmiştir. Bu süre zarfında dul kadının oğlu ölmüş ve İlyas
tarafından diriltilmiştir (1 Krallar 17:2-24).
Bu iki yıl süresince ülkede şiddetli bir kıtlık egemen olmuştur. İnziva ve göreve hazırlanma döneminin sonunda Kral Ahav’ın atları için otlak bulmaya gönderdiği saray sorumlusu Ovadya ile karşılaşan İlyas, Ovadya’dan Ahav’a gitmesini ve ona “İlyas burada” demesini istemiştir. Gelip İlyas ile buluşan Kral Ahav, onu İsrail’in sorun çıkarıcısı olmakla suçlayıp terslemiştir. O zaman Baal’in mi yoksa İsrail’in Tanrısı YHVH’nin mi gerçek Rab olduğunun anlaşılması için kurbanların herkesin gözü önünde topluca sunulması fikri önerilmiştir. Bu uygulama Karmel Dağı’nda gerçekleştirilmiş ve sunu törenini izleyenler bir mucize aracılığıyla Baal’in sahte Rab ve İsrail’in Tanrısının da gerçek Rab olduğundan emin kılınmışlardır. Baal’in peygamberliğini yapan kişiler İlyas’ın emriyle öldürülmüşlerdir.
Bu iki yıl süresince ülkede şiddetli bir kıtlık egemen olmuştur. İnziva ve göreve hazırlanma döneminin sonunda Kral Ahav’ın atları için otlak bulmaya gönderdiği saray sorumlusu Ovadya ile karşılaşan İlyas, Ovadya’dan Ahav’a gitmesini ve ona “İlyas burada” demesini istemiştir. Gelip İlyas ile buluşan Kral Ahav, onu İsrail’in sorun çıkarıcısı olmakla suçlayıp terslemiştir. O zaman Baal’in mi yoksa İsrail’in Tanrısı YHVH’nin mi gerçek Rab olduğunun anlaşılması için kurbanların herkesin gözü önünde topluca sunulması fikri önerilmiştir. Bu uygulama Karmel Dağı’nda gerçekleştirilmiş ve sunu törenini izleyenler bir mucize aracılığıyla Baal’in sahte Rab ve İsrail’in Tanrısının da gerçek Rab olduğundan emin kılınmışlardır. Baal’in peygamberliğini yapan kişiler İlyas’ın emriyle öldürülmüşlerdir.
Çingene İnançları , Dinleri, Çingene Mitolojisi
a. Çingenelerin Anlayışları
Genellikle bulundukları ülkelerin dinlerini kabul eden çingenelerin; günümüzde dini ayin, ibadet ve rituellerini ihtiva eden özel bir dinlerinin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Ancak onların nesilden nesile mütemadiyen aktardıkları ve yaşatmaya çalıştıkları farklı dinî davranış ve dinî anlayışlarının varlığı da bir realitedir. Yaşadıkları ülkelerin dinlerini kolayca kabul etme özelliklerinden dolayı Türkiye, İran, Irak, Suriye, Filistin ve Kuzey Afrika çingenelerinin tamamı ve Güneydoğu Avrupa çingenelerinin bir kısmı Müslüman; Avrupa ve Amerika çingeneleri de Hıristiyandır. Ancak onlar bulundukları yöre inançlarının yanısıra, itikat ve mezhep farklılıklarının yoğunluğuna göre de kendilerini adapte edebilmektedirler.
Çingenelerin geleneksel olarak yaşattıkları inançlarının incelenmesine geçmeden önce, Türkiye'deki itikadî dağılımları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz. Türkiye'de İslâm inancına sahip olan çingeneler, itikadî açıdan kendilerini Bektaşî-Alevi ve Sünnî olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Özellikle göçer durumda olanların pek çoğu Bektaşî-Alevî Müslüman, yerleşik durumda olanların büyük çoğunluğu ise Sünnî Müslüman olarak bilinmektedir. Kanaatimizce göçerlerin Bektaşî-Alevî itikadını benimsemelerinin en önemli sebebi onların yörüklerle içli dışlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü göçer çingeneler, çoğu zaman yörüklerin göç yollarını kullanmakta ve onların yakınlarında konaklayarak rızıklarına ortak olmaktadırlar. Budan dolayı etkileşim kaçınılmaz olmaktadır. Yerleşik durumdaki büyük çoğunluğun da sünnî anlayışı benimseyen Müslümanlardan etkilenmiş olmaları mümkündür.
Çingenelerin göçleriyle birlikte beraberlerinde getirdikleri ve hala yaşattıkları dinî anlayışları arasında; "Atalara Saygı", "Yüce Varlık ve Karşıt Güç İnancı", "Ana Tanrıça ve Korkulan Tanrıçalara Tapınma" ve bunlarla bağlantılı olarak "Hac", "Kehanet" (Falcılık) ve "Rituel Temizlik Tasavvurları" gibi önemli bir çok açıdan Doğu, bilhassa Orta Asya özelliklerini bulundurmaktadır. Bunları Hinduizmle irtibatlandıran araştırmacılar da vardır.
Çingenelerin, bulundukları toplumların dinlerine karşı lakaydiliğini bir anekdotla belirgenliştirmek istiyoruz. Çingeneye; "Tanrı seni niye çingene olarak yarattı" diye sorulmuş. Çingene de; "Yemek, içmek, dans etmet ve uyumak için" cevabını vermiş. Sanırız bu anekdot, onların dini anlayışları hakkında net ipuçları vermektedir.
aa. Yüce Varlık ve Karşıt Güç
Türkiye"de yaşayan Romanların kendilerini "But Manışa" (Büyük Adam) kabilesi ya da boyu olarak isimlendiren Manuşların, Avrupa'daki Sinti ve Kalderaş çingenelerinin en yüce Tanrıları; "Baro Devel" (Yüce Tanrı) yahut "Del", "Odel", "Deloro", İspanyol Gitanolarında "Unbide" yahut "Undebel" şeklinde isimlendirilmektedir. Bu yüce Tanrı'nın düşmanı ise "o bengh"dir (Şeytan). "Banka" kelimesi Sanskritçe'de "bucklig" şeklinde ifade edilmektedir. "Banka" yahut "Bango" modern Hint dilinde de "bucklig" şeklinde kullanılmaktadır. "Beng", pistir ve insanları kandırmaktadır. Bundan dolayı ondan çekinilmektedir.
Çingenelerin yüce varlık (devel, odel) ve karşıtı olan Şeytan (o bengh) tasavvurunun, ilk dönem Hıristiyanlıktan mı, yahut İran'daki erken dönem Zerdüştî ya da Maniheist inanclarından mı kaynaklandığı şimdiye kadar aydınlatılamamıştır. Eski İranlı din kurucusu Zerdüşt, tahminen M.Ö. 6. yüzyılda iyi ve kötü güçlerden oluşan dualist öğretisini geliştirmiştir. Onun getirmiş olduğu bu prensibe göre de dualist sistemde mütemadiyen bir mücadele vardır. Çingenelerin günümüzdeki dinî tasavvurlarını dualist bir inanç sistemi şeklinde sunmak mümkün değildir. Çünkü her dinde yahut din olduğunu iddia eden sistemde, mutlaka iyilik ve kötülük kavramı olacaktır. İyi güçlerle şer güçlerin mücadelesi de olacaktır. Bizim burada esas üzerinde durmak istediğimiz nokta, çingenelerin gerek Hıristiyanlık ve gerekse İslâm inacını kabul ettikten sonra ve gerekse bu dinlere dahil olmadan önce geleneksel inançlarında yüce bir varlık ve bunun karşısında da şer bir gücün olduğudur.
Türkiye'deki Manuşların bir kısmı ve Almaya'daki Sinti isimli çingene grubunun bir çoğu "Baro Devel"i, çingeneleri seçkin bir halk yapan şahsî tanrıları olarak kabul etmektedirler. Onlara göre kainatı, mahlukatı ve seçkin ilk çingeneyi yaratan Tanrı "Baro Devel"dir. Nitekin onların bu inançları çingene mitolojisi bahsinde işlenecektir.
ab. Ana Tanrıçalar
Gerek Türkiye'de ve gerekse Avrupa'da yaşayan Manuş çingene grubu, "Ana Tanrıça" kelimesini karşılamak üzere "Desleskri-Day" kelimesini kullanmaktadırlar. Onların dinî inançlarında yaşattıkları "Durga", "Bibijaka" ve "Kara Sara" gibi tanrıçalar, Hinduizm'de de önemli bir yere sahiptir.
Tanrıçaların merkezinde dünyanın yaratıcısı, koruyucusu ve yokedicisi olan "Durga" bulunmaktadır. İlahilerde o, "büyük ana" ve "dünyanın ebedî anası" olarak takdim edilmektedir. Bununla beraber bazen Tanrıça "Durga"nın sırlı ve çift tabiatli olarak algılandığı da olmaktadır: Ana Tanrıça, bakire (Kumarı) ve iffetli eş (Parvatı* ) temsili ile o; boynunda insanların kafa taslarından yapılmış olan zincir bulunan, kemikli ellerinde baston, kılıç ve tuzak olan ve kaplan kürkü giyinmiş, oldukça çirkin bedenli, iğrenç çehreli kadın olan "Kali"ye** karşı bulunmaktadır.
Ormanlarda ve yüksek dağlarda yaşadığına inanılan "Bibijaka"ya (bibiaca) da tıpkı "Durga" gibi bir tanrıça olarak tapınılmaktadır. "Bibi", normal fanilerden daha büyük ve altın gibi parlar şekilde tasvir edilmektedir. Altın, çingenelerde ölümsüzlüğü sembolize etmektedir. Tanrıça "Bibi", geceleri görünmeden uçmakta, arabalara ve evlere girmekte ve çok az seçilmiş kişiye görünmektedir. Oldukça güzel ve zengin olan "Bibi", asla konuşmaz, yemez ve içmez. Eğer biri hasta olursa ona görünür ve onu uzaklara götürür, yani öldürür. Ancak hasta olan bir çingene bir köpek, kedi yahut domuzun kulağını keserek onu yiyecek olursa, o zaman "Bibi", o kişiye ilişemez. Ona, Mart ayındaki bir bayramla tapınılmaktadır.
Yugoslavya'nın Belgrad şehrinin kuzeybatı kesiminde yaşayan çingenelerin, Tanrıça "Bibi" tasavvurlarının oldukça farklı olduğu görülmektedir. Onlar, Tanrıça "Bibi"yi bir tavuk şeklinde, "Yeraltı Anası" yani "Kötülük Tanrıçası" olarak telakkî etmektedirler. İnanışa göre; "Bibi" uçtuğunda, civcivleri de arkasından uçmaktadır. Onun civcivleri Şeytan, cadılar, humma, kolera, difteri gibi hastalıklar veya hastalıkların bütün şekilleridir. Bir başka tasavvura göre ise "Bibi" yanında iki kuzu ve iki melek yahut iki çocuk olduğu halde uçmaktadır.
Çingenelerce büyük bir ehemmiyet verilen bir diğer tanrıça ise "Kara Sara"dır. Bu tanrıça günümüzde Hıristiyanların bakire "Meryem Ana" motifine çok benzemektedir. Gurbetî, Kalderaş ve Kale (Gitano) çingene grupları, "Kara Sara" kutlamalarına büyük bir ehemmiyet vermektedirler. "Kara Sara" şenlikleri, 24-26 Mayıs'ta Güney Fransadaki deniz kenarında bulunan "Saintes-Marimes-de-la-Mer"de yapılmaktadır. Bütün dünyadan çingenler buraya, tanrıçalarına tapınmak ve hacı olmak niyetiyle gelmektedir. Her ne kadar müslümanlığı kabul eden Türkiye çingenelerinin "Kara Sara" uygulamalarını terk ettiği söylense de, her sene 5-6 Mayıs'da Kırklareli'nin Şeytan Deresi mevkiinde çingenelerce kutlanılan "Kakava Şenlikleri" de, "Kara Sara" uygulamasıyla büyük benzerlik göstermektedir. Nitekim bu konu ileride teferruatlıca işlenecektir.
Çingenelerin perestiş ettikleri "Kara Sara" (Sara-Káli) motifinin menşei pek bilinmemekle beraber, Hıristiyan dinî menkıbesine göre o; M.S. 41 yılında kötü adamlarca Filistin sahilinden yelkensiz ve küreksiz bir gemiyle rüzgar ve dalgaların kucağına salınmış olan bir kıbtîdir. Bu gemide "Kara Sara"dan başka Maria Magdalena ve Havari Jakobus ve Yuhannan'nın anneleri olan ve Maria Jakobaea ve Maria Salomaea da bulunmaktadır. Kendi halinde denize salınan bu gemideki "Kara Sara"nın bahsi geçen kadınların hizmetçisi olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. Bu gemi, meleklerin denetiminde Provence sahilinde durmuştur. Buranın tam karşısına 1200 yılında "Saintes-Maries-de-la-Mer" kilisesi inşa edilmiştir .
Azizelerin hizmetçisi olduğu tahmin edilen bu "Kara Sara"nın adı, ilk olarak 1357'de, daha sonra da 1521'de anılmaya başlanmıştır. Çingeneler, bu Hıristiyan menkıbesini bilmemektedir. Onların "Kara Sara"ya tapınmasının sebebi onun, çingenelere zaruret ve hastalık anlarında yardımcı olduğuna inanmalarındandır. "Kara Madonna" olarak da ifade edilen "Kara Sara", çingenelerin patroniçesidir. Onun çingenelerce kutsanmasının bir başka versiyonu Rhônedelta'da kendi grubuyla dinlenen yahut oranın yerli bir çingenesi olan "Sara Kalî"nin (Kara Sara), fırtınalı bir günde denizden sahile vuranları kurtarması ve onlara layıkı vechiyle yardımcı olarak, izzet ve ikramda bulunan biri olmasıdır. Çingene efsanesi, "Kara Sara"nın üç azize ile birlikte olmadığı, bilakis Les Baux köyünün yakınlarında yerleşik olarak yaşayan yaşlı bir ailenin kızı olduğunu söylemektedir. Efsaneye göre "Sara Kalî", üç azizenin boğulmak üzere olduğuna dair gördüğü bir vizyonla sahile koşmuş ve azizeleri kurtarmıştır. Fakat çingenelerin "Kara Sara"ya perestiş edişinin esas sebebi, onun bu olaydan sonra göstermiş olduğu pek çok mucizesidir.
Ana Tanrıçaların dışında bilhassa Avrupa çingenelerinde aya perestiş edenlerinin kalıntılarının da mevcut olduğu bildirilmektedir.
b. Diğer İnançları
Bu konu altında çingenelerin "batıl inanışları" ve ana tabu sistemlerini teşkil eden "temiz" ve "pis" kavramları ele alınacaktır.
ba. Batıl İnanışları
Çingenelerin batıl inançlarının başında "mulo" (ölü) ile ilgili inançlar gelmektedir. Nitekim bunlardan bazılarını ölüm ve defin konusunda işlemiştik. İnanışa göre "mulo", çok farklı görünüm şekillerine sahiptir ve sadece geceleri görünmektedir. Eğer birine ölü ruhu göründüyse, onun hemen besmele çekmesi veya Hıristiyansa haç çıkarması gerekmektedir. En iyisi, çok karanlık gecelerde dışarıya çıkmamaktır. Hiç bir zaman da geceleyin mezarlığa gidilmemelidir. Kendilerini emniyette hissetmek ve ölü ruhuyla karşılaşmamak için geceleri dışarıya çıkmaktan kaçınmaktadırlar. Onların karanlık gecelerde dışarıya çıkamayışlarının bir diğer sebebi de, cin ve vampir inançlarından kaynaklanmaktadır. Cin çarpması veya vampirlere yem olma korkusu, çingeneleri karanlık gecelerde evlerine ya da çadırlarına bağlamaktadır.
Çingene inanışına göre, kötü insanlar altı hafta boyunca Cehennem'de yanmak zorundadır. Bu süre zarfında ölünün akrabaları felakete uğrar ve korku duyarlar. Hayattakilerin, ölü için mevlit okutmaları durumunda, ruh hayattakilere zarar vermez ve onları terkeder. Aynı şekilde Avrupa'daki çingenelerde bizdeki mevlit okutmaya benzer bir uygulama vardır. Onlar "Kuddas Ayini" düzenlemekle, ölü ruhunun şerrinden emin olacaklarına inanmaktadır. Ayrıca mezarlıktan çiçek koparan kimsenin kısa zamanda öleceğine ve mezarlık gülü koklayan kişini de kendi kokusunu mütemadiyen kaybedeceğine inanılmaktadır.
Bir başka çingene inanış ise başkasının saçını okşama durumlarında, okşanandaki gücün okşayana geçeceği inancıdır. Bundan dolayı küçükler saçlarından okşanmamalıdır. Bazı yetişkinlerin bundan korktuğuna şahit olunmuştur. Bu araştırma esnasında Türkiye'nin çeşitli yörelerinde inceleme yaptığımız yerlerdeki çingene çocuklarını, yakınlık kurmak amacıyla başlarından okşuyorduk. Başını okşamak istediğimiz her çocuğun, kafasını eğmesine ve başını elimizden kaçırmak istemesine bir anlam verememiştik. Araştırmamızın ilerleyen safhalarında bunun nedenini anlayabildik.
Türkiye'nin bazı yörelerinde emzikli çocukların boynuna üç yaşına kadar muska takılmaktadır ve başlarından öpme yasağı vardır. Aynı uygulamaların, Avrupalı çingenelerde de varlığını sürdürdüğü bildirilmektedir.
Çingeneler, çocuklarının düşürdükleri süt dişlerini yanlış ellere geçmemesi ve çocuğun traş edilen saçlarını da çocuğa kötü niyetli gücün geçmemesi için saklamaktadırlar. Ancak günümüzde bu uygulamanın büyük ölçüde terk edilmeye başlandığı gözlenmiştir.
Bir diğer inanışları ise, doğumla alakalı olanıdır. Yeni doğum yapan kadına yemek pişirtilmemekte ve eline süpürge alarak temizlik yaptırılmamaktadır. Onların "Temiz ve Pis" inançları bahsinde üzerinde teferruatlıca durulacağı üzere, yeni doğum yapan ve ay hali gören kadının, pis olarak kabul edildiği süre zarfında yatağı ailenin diğer bireylerinkinden ayrılmaktadır. Ona, yemek yaptırılmadığı gibi, kendi üzerindeki murdarlığı (pisliği) bulaştırmaması düşüncesiyle, hiç bir surette temizlik yaptırılmamaktadır. Böyle bir olaya Iğdır'da konaklamış olan bir göçmen çingene çadırında şahit olduk. Yeni doğum yapan kadın, bebeğiyle birlikte ailenin diğer bireylerinden uzakta çadırın bir köşesine yatak sererek ayırt edilmişti.
ÇİNGENE MİTOLOJİSİ
“Eski literatürlerde Cingeneler’in inanç ve dinine ayrılmış olan bölümler, monoton bir biçimde tekrar edilen şu iki düşünceyle sınırlıdır. Buna göre Çingeneler’in herhangi bir dini yoktur ve olsa olsa misafir oldukları halkların dinine görünüşte uyum gösterirler. Bir de Romanya ve Macaristan’da yaygın olan bir fıkra vardır ki, o da vaktiyle Çingeneler’in kilisesinin domuz yağından inşa edilmiş ve daha sonra köpekler tarafından yenmiş olduğudur.
Bunun nedeni ise, geçimini daha ziyade hırsızlık ve dolandırıcılıktan temin eden bir halkın hiçbir inanç ve ahlaka sahip olamayacağı yolundaki önyargının dışında, esasen Çingeneler’in çekingenliğinde yatmaktadır. Onların ‘dinsiz’ oluşu, misafir oldukları halkların kendilerine zulmetmesine ve bu nedenden ötürü kendilerine zorunlu olarak sağlam inançlı birer Hıristiyan ya da Müslüman süsü vermelerine yol açmıştır. Bu tarihsel ve sosyal-dinsel koşullar, Çingeneler’in aşırı, hatta neredeyse tabu diyebileceğimiz bir dikkat ve ürkeklikle dışarıdan herhangi bir kimseye kendi toplumsal ya da düşünsel, özellikle de dinsel gelenekleri konusunda açılmaktan sakınmalarının önemli bir nedenini oluşturmaktadır. Çingeneler’in bir yazı diline sahip olmadıkları hususunu da göz önünde bulundurursak, -ki bu Çingeneler’in özbilincinde büyük rol oynayan ve neredeyse bütün kavimlerde değişik efsanevi ve söylensel tasarımlarda yer alan bir olgudur-, eldeki kaynakların görece az ve sınırlı oluşuna daha fazla şaşırmamak gerekir. Ayrıca, Çingeneler üzerine yapılan araştırmaların özellikle başlarında, bilimsel ilginin tek taraflı olarak dil konusuna yönelik oluşu ve son zamanlarda yapılan araştırmaların da daha çok sosyoloji ağırlıklı oluşu, araştırmamızın konusu açısından bir olumsuzluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Çingeneler’in söylensel ya da söylene benzer sözlü geleneklerinin ortaya çıktığı zamana ve geldikleri yere bakıldığında, bunların birbirinden bir hayli farklı öğelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kavimler eski gelenekleri farklı farklı ölçülerde devam ettirmişlerdir; ayrıca bir kavimde belli bir söylensel öğenin bulunmasından, bu öğenin başka kavimlerde de bulunacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Genel olarak Doğu Avrupa’da, özellikle Balkanlar’da yaşayan kavimlerin, Batı ve Orta Avrupa’da yaşayan kavimlere oranla geleneklerini daha iyi korudukları kabul edilmektedir. Aynı şekilde, sözlü gelenekler sadece göçer Çingeneler tarafından devam ettirilmektedir; yerleşik Çingeneler ise, bu geleneklerden ve dillerinden kısa bir süre içinde uzaklaşmaktadır.
Dolayısıyla, Çingene halkının başlangıçta ortak malı olan ilksel söylenlerin sayısını ve bunların neler olduğunu saptamak pek mümkün değildir. Eldeki söylenleri şöyle kabaca sınıflandıracak olursak, Hıristiyanlık öncesi döneme ait ve Hıristiyanlık dönemine ait söylenler olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Böylece, söylenler arasında kendiliğinden kronolojik bir ayrım da yapılmış olur. Hıristiyanlık öncesi döneme ait sözlü gelenekler, Hindu mitolojisini anımsatan az sayıda ve kısmen yalnız etimolojik öğe (Tanrı; İstavroz; Tufan; Köpek; Dağ Kültü), Aboriginler sözlü gelenekleriyle olan tek tük benzerlikler (Dünyanını Yaratılışı...) ve yaygın Hindu İnancında var olduğu saptanmış bir gelenek olan ağaç evliliğini (Ağaç kültü) içermektedir. Evrendoğum söyleninin saptanabilen öğeleri, Hint Aborigin Kavimlerinden olan Bhil ve onlara komşu olan Gondlara (Dünyanın Yaratılışı...) ait sözlü geleneklerle açık seçik bir biçimde benzerlik göstermektedir. Bu ise, Çingenelerin Hindistan’ın kuzeyinde Hindu-Racastanca dilinin konuşulduğu bölgeden çıktıkları yolundaki varsayımla örtüşmektedir. Diğer başka tasarımlar ise bağımsızdır ve görünüşe bakılırsa, Hint sözlü gelenekleriyle olmadığı gibi, başka ülkelerin gelenekleriyle de ilgisi yoktur. Örnek olarak şu sözlü gelenekleri sayabiliriz: Yer ve Gök ya da Yıldızlar, özellikle de doğa ruhları ve Hastalık Cinleri’ne ilişkin, zengin ve barbarlara özgü rengarenk bir görünüme sahip tasarımlar. Doğa ruhları ve Hastalık Cinleri konusundaki bu tasarımlar, batıl inanç niteliğine sahip çok sayıda uygulamayı da kapsamaktadır (Hagrin; Köpek İnsanlar; Hastalık Cinleri; Loholičo; Mašurdalo; Mulo; Nivaši; Phuvuš; Devler; Suyolak).
Çingeneler’in ruh ve cin inancı hakkında sahip olduğumuz bilgiler, genel olarak tek bir kişinin açıklamalarına dayanmaktadır. Bu kişi, Çingeneler’le uzun bir süre birlikte dolaşan, dolayısıyla onların güvenini tam anlamıyla kazanarak inançları, gelenek, görenekleri ve kavim yasaları hakkında geniş bilgi edinmiş olan Transilvanyalı Heinrich von Wlislocki’dir (1856-1907).
Wlislocki, yayımlamış olduğu kitap ve makalelerde de ele aldığı malzemeleri, Güneydoğu Avrupa, özellikle de Macaristan ve Romanya’da yaşayan Çingeneleri gözlemleyerek bir araya getirmiştir. İçinde, bu bölgedeki Çingenelere ait olmayan ve cinlerin adlarını içeren yalnızca iki kısa liste mevcuttur. Bu listelerden birincisi 1893 tarihli olup Polonya’daki Çingenelere aittir. Listelerden özellikle ikincisi kısa olmasına rağmen, Çingenelerin cin inancında yer alan temel figürlerin Doğu Avrupa ile sınırlı birtakım yeni oluşumlar olamayacağı ve nedensiz yere yakın zamana kadar hep şüpheyle bakılan Wlislocki’ye ait çalışmaların güvenilirliği konusunda değerli bir kanıttır.
Çingeneler’in Hıristiyanlık dönemine ait sözlü gelenekleri arasında, özellikle Hz. İsa’nın doğumu ve çocukluğunun anlatıldığı öykü ilginçtir. Bu öykü daha başka sözlü geleneklerle birlikte, henüz bu yüzyılın içinde Fransa’ya göçmüş bir Rumen Çingene kavmi olan Kalderaslar’ın (Kazancılar) lideri ve bütün bunları kaydeden Dominiken Peder R.P.Chatard von Zanko’ya 1955 yılında anlatılmıştır.
Bu öykü, apokrif Hıristiyanlığına özgü açık seçik göndermeler içermektedir ve büyük olasılıkla, Ortodoks Kilisesi’nde yaygın olan ‘Yakup’un ilk Yeni Ahiti’nin (Çingene İncili) ağızdan ağza aktarılması sonucunda bozulmuş ve kısaltılmış bir aktarımından başka bir şey değildir. Tek tük rastlanan ve Norveç’teki Çingeneler arasında var olduğu saptanmış bir kült olan Alako da, bu türden öğretilerin son ve zayıf bir yankısıdır. _Çingene İncili konusunda yalnızca Zanko’nun kayıtlarına başvurabiliyorken, özellikle Çingeneler’in Mısır’daki sözde kökenlerine ilişkin geleneğe bağlanan son dönem Çingene grubunda mevcut olduğu belgelenmiştir. (Kutsal Aile; Sara; Firavun; İstavroz). Özellikle Firavun Efsanesini, Çingenelerin kökenlerine ilişkin asıl bir söylen olarak nitelendirebiliriz.
Zanko tarafından aktarılan, Kalderašlar’a ait ‘Traditions’da –kapsam, içerik ve biçimlendirme açısından literatürde eşsiz olup, doğrudan Çingeneler’den bize ulaşan bu yegane yazılı belgede- başka başka gelenek katmanlarına ait öğeler çarpıcı bir bütün içinde sunulmuştur. ‘Traditions’, dünyanın Tanrı ve şeytan tarafından yaratıldığına ilişkin Wlislocki’nin de kaydettiği eski pagan döneme ait sözlü gelneek ve ilk insan çiftinin yaratılışı, ayrıca ilk günah konusundaki İncil kökenli sözlü geleneklerden az çok etkilenmiş olan öyküyle başlar. Bunu, Firavun Efsanesi’nin ayrıntılı bir aktarımı izler. Bu efsanede, ‘Pharavunure’lerin yaşamını yitirdiği fırtınalı met, ‘Birinci Dünya’nın sonunu hazırlayan bir çeşit (Tufan) olarak karşımıza çıkar. Kalderašların bakışıyla en önemli Çingene gruplarına göz attıktan sonra, ‘Yeni Dünya’nın önemli bir olayı olarak apokrif Hıristiyanlığındaki biçimiyle tanrısal çocuk öyküsü ele alınır. Zanko tarafından Çingenelerin İncili olarak nitelendirilen ve başı sonu olan bütünsel bir metnin dışında, ‘Traditions’ daha başka tek tük söylensel öyküler içerir (İstavroz, Proroe ve İlia; Devler; Yılan), fakat Wlislocki’nin söz ettiği o zengin cinler ve ruhlar alemine ait neredeyse hiçbir iz yoktur.
Asıl söylensel kaynaklar arasında M.J.Kuvanın adında bir Rus doktorun, 35 yıllık bir araştırma sonunda Çingene söylenleri konusunda bir araya getirmiş olduğu malzemeye değinmekte fayda var. Dr. Elysejev adında birinin 1882 yılında Rusça bir dergide yayımlanan yazısı, Baramy; Janrda; Laki; Matta; Anromori gibi bir dizi tanrı adı ve birkaç tane kısa öykü içermektedir. Bunlara başka hiçbir yerde rastlanmadığından ve de üstelik bu malzemeler kayıp olduğundan, Çingeneler konusunda uzman olan İngliiz J. Sampson’ın görüşü doğrultusunda, bunların birer hayal ürününden başka bir şey olmadığını kabul edebiliriz.
Güneydoğu Avrupa’da yaşayan Çingene kavimleri ile ilgili dinsel-söylensel alandaki bütün o sözlü geleneklerden, Batı ve Orta Avrupa’daki Çingene kavimlerinin çoğunda, ruhlarla ilgili karmakarışık inançların dışında başkaca pek bir şey kalmamış gibi. Bu ruh inancında ise, ölülerin ruhları ile ilgili öyküler (Mulo) önemli bir yer tutmaktadır. Kısmen yakın zamana kadar geçerli olan kavim yasaları ve gelenekleri, ölü defnetmek, at eti yemek gibi tuhaf tabular ile söylensel tasarımlar arasında açık seçik bir bağlantı kurmak olanaksızdır.”
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Ağaç Kültü
“R.Liebich’e(26)
göre, Kuzey Almanya’daki Çingeneler kimi ağaçları –ve bazı renkleri-
kavim sembolü olarak kutsal kabul eder. Eski Prusya’daki Çingeneler renk
olarak siyah ve beyazı, ayrıca çam ağacını (ya da kuşburnu çalısını),
Yeni Prusya’dakiler yeşil ve beyazı, yine ‘mayıs ya da yortu ağacı’ diye
bilinen kayın ağacını; Hannover’dekiler ise siyah, mavi ve altın
renkleri ile üvez ağacını kutsal kabul eder. Üvez ağacının kutsal kabul
edilmesinin nedeni, söylenceye göre bir Çingene kıralının bu ağacın
altında gizlenerek kendini izleyenlerden kurtulmuş olmasıdır. Yine
Liebich (s.55), ölü gömüldükten sonra mezarının üstüne kavimce kutsal
kabul edilen bir ağacın dikilmesi biçimindeki Çingene geleneğinden söz
eder. Daha başka bir kaynakta rastlanmadığından, bu geleneğin ne kadar
eskiye dayandığı ve gerçek olup olmadığı kesinlik kazanmamaktadır. Buna
karşın, Çingeneler’in en eski mitolojik tasarımları arasında
‘Tüm-Tohumlar Ağacı’ (save sumbesko kašt) tasarımı yer almaktadır.
Yeryüzündeki tüm bitkilerin kaynağı bu ağaçtır ve ona bakmak bile insanı
gençleştirmektedir. Bir Yılan, ağacın köklerini ağzında tutmakta,
dalları ise göğe ulaşmaktadır. Ağacın tepesinde şimşekler çakmaktadır.
Bu şimşekler, orada bulunan şifalı bitkileri çalıp, bunları Nivašiler’e
götürür, onlar ise bu bitkileri Kadın Büyücülere verir.(27)
Transilvanya’daki Çingenelere ait söylenceye göre, bir ülkenin halkı her
yaptığı gibi besiye çekip süslediği bir öküzü yılbaşında nehre atmayıp,
şeytan’ın tavsiyesine uyarak kendileri yemiş. Sonuç, büyük bir
kıtlıktır. Bunun üzerine yaşlı bir adam, dini bütün bir insana yol
gösterir ve onu nehrin dibinde bulunan bir kapıdan geçirerek üzerinde
Tüm-Tohumlar-Ağacı’nın bulunduğu bir çayıra götürür. Bu dini bütün
insanın, yeni bir ekim için oradan tohum almasına izin verilir.(28)
–Eğer ufak bir söğüt ağacı bir çam ağacı ile ‘evlendirilecek’, yani yan
yana toprağa dikilip kırmızı bir ip (gövdelerine) dolanacak olursa, Noel
gecesi Tüm-Tohumlar-Ağacı’nı görmek mümkün olur.(29) Bu iki ufak ağacın
ertesi gün yakılıp, küllerinin ‘kadınların doğurganlık gücünün
artırılması amacıyla kullanılması’, bunun Hindistan’daki aynı ayinle
doğrudan bağlantısı olduğu konusundaki şüpheleri neredeyse ortadan
kaldırmaktadır.(30) Muhtemelen ilk insan çiftinin kökeninin ağaçlara
dayandığı (Dünya’nın Yaratılışı...) biçimindeki sözlü gelenek de ağaç
evliliği ile ilişkilidir. Dağlar...”
Alako
“Geçen
yüzyılın ortalarında yaşlı bir Çingene, rahip Eilert Sundt’a, Norveç
kavimleri arasında yaygın olan bir öğretiyi anlatır. Öğretiye bu
biçimiyle başka hiçbir kaynakta rastlanmamıştır. Ancak Sundt’un31
belgelediği üzere, ‘daha sonra yapılan inceleme, gözlem ve
araştırmalarda öğretiyle ilgili neredeyse bütün ayrıntıların doğruluğu
ortaya çıkmıştır.’ Buna göre yüce Tanrı (baro devel, Tanrı) Çingeneler
henüz anavatanları Assaria’da Assas kentinde yaşarken, oğlu Dundra’yı
‘onlara gizli yasalarını bildirmesi ve bir kitap haline getirmesi için
insan kılığında yeryüzüne yollar –bu gizli yasalara Tatarlar bugün de
dünyanın her yerinde riayet ederler’ (Lanet.) Görevini tamamladıktan
sonra Dundra göğe yükselerek kırallığına, yani aya yerleşir ve o günden
beri Alako (Fince Alakuu ‘küçülen ay’) diye anılmaktadır. Düşmanları
olan Hıristiyanlar ve Türkler, onu kırallığından uzaklaştırmak için hiç
durmadan uğraş verir; işte o zaman ay küçülür; fakat kılıç ve mızrakla
saldırınca da, yeni ayın uçları birdenbire çıkıverir ve ay yeniden
dolunay oluncaya kadar büyür. Bunun üzerine ormandaki ağaçların arasında
bulunan Tatarlar diz çöker ve günün birinde kendilerine nihai zaferi
kazandıracak ve Türkler tarafından kovulmuş oldukları vatanlarına geri
götürecek olan o yüce Zafer Tanrısı’nı överler. O, ölülerin ruhunu
yukarıya (Ay) kırallığına götürür (bkz.Ölüler Ülkesi.)
Kavimlerin
reisleri, Alako’nun avuç içi büyüklüğünde bir resmini bulundururlar.
Alako bu resimde, sağ elinde bir kalem ve sol elinde bir kılıç tutan,
ayakta duran bir adam olarak betimlenmektedir. Kavimlerin yaz ortasında
yaptıkları toplantı sırasında, Alako’nun bu resmi önünde yeni evlenmiş
çiftler takdis edilir ve çocuklar vaftiz edilir. Öğretinin açıkça pagan,
Hıristiyanlık karşıtı özelliğine rağmen –çünkü Alako yeryüzünde Türkler
ve Hıristiyanlar’la savaşmıştır ve bugün hâlâ Beng (Şeytan) ve Gern’in
(Hz.İsa) amansız düşmanıdır- Tanrı’nın oğlunun yeryüzüne inmesi ve
tekrar göğe yükselmesi biçimindeki bu hiç de pagan olmayan motif, eski
bir ay kültünün (Ay) Çingeneler’in apokrif Hıristiyan sözlü geleneği
(Çingene İncili) ile kaynaşmasına işaret etmektedir. Ayrıca, nihai
zaferiyle seçilmiş halkı (Firavun altında bkz. Birinci Dünya) kurtaran
Mesih tasarımı da pek görmezden gelinemez. Tanrı’nın sıfatı olan Dundra
sözcüğü belirsizdir ve başka hiçbir belgede de bulunamamıştır. Hz.İsa
için kullanılan Gern sözcüğü, belki de Çingenece’deki gero ‘mutlu’
sözcüğünün (Hıristiyanlık’taki anlamıyla Yunanca’dan türeme) yanlış
duyulması ya da yanlış okunması sonucu ortaya çıkmıştır.32
31 A.v.Etzel, Vagabondenthum und Wanderleben in Norwegen (Norveç’te Gezginlik ve Göçer Yaşamı), Berlin 1870, s.40-43.
E.Sundt, Beretning om Fante-eller Landstrygerfolket i Norge, Kristiania 1852, s.105.
32 S.Wolf, sözlük madde no. 874.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Ateş
“Rahip T. Gjorgjević’e
göre ateşe Sırbistan’daki Çingenelerce büyük değer verilmektedir, bu
nedenle de ateş kirletilmemelidir.33 Bayan Blunt, Türkiye’deki
Çingenelerin konakladıkları her yerde her zaman yanan bir ateşin
bulunduğundan söz eder.34 Ateş kişileştirildiğinde, Ateş Kıralı, Yer ve
Gök’ün oğlu olarak karşımıza çıkar.”
33 EMU 7, 2.Bölüm (1906), s.85.
34 W.R.Halliday, JGLS üçüncü seri, 1, s.178.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Ay
“Ay tapınma, özellikle Norveç’teki Çingeneler’in Alako-Kültü’nde (Alako) mitolojik bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.
Transilvanya’daki
Çingenelere göre, Ay Kıralı Yerin ve Göğün beş oğlundan biri ve
Yıldızların babasıdır. Orta büyüklükteki dağların kökeni ona
dayanmaktadır (Dağ Kültü). Güney Macaristan’daki göçer Çingenelere ait
bir masalda, Ay Kıralı’nın iki kızından söz edilmektedir.35 Kızlardan
biri, flüt çalan bir Çingeneye çaldığı melodiye karşılık olarak, nehrin
derin sularından çıkarak gümüş bir flük armağan eder. Diğeri ise kız
kardeşi beklediği halde gelmediğinden vu buna kederlenerek öldüğü için
flütçüyü bir kadına dönüştürür. Ancak Sis Kıralı’nın üç altın elması
aracılığıyla, yeniden bir adama dönüşüverir. –Ayın büyümesini ve
küçülmesini sağlayan, Carana adındaki kuştur.-
Ayın
kutsal sayıldığına ilişkin izlere, sözlü gelenek açısından fakir
sayılan Almanya ve İngiltere’deki Çingeneler’de de rastlamaktayız.36
Zanko’ya göre (bkz. B.Çingenelerin Mitolojisi), Çingeneler çok eski
devirlerde aya ve güneşe bir tanrıya tapınırcasına tapınmışlardır. Kalderašlar yeni ayı (hilal) uğur getirdiği düşüncesiyle bir tür dua ile karşılar.37
35 Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no.34.
36 M.Block, Zigeuner (Çingeneler), s.181.
E.O. Winstedt, JGLS, 8, s.263.
37 Zanko, s.27, 93.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
“Her
ikisi de kaynağını İncil’den alan Çingeneler’in Firavun Efsanesi’nin
bir Rus çeşitlemesinde, Kızıldeniz’in (burada Karadeniz’in) dalgaları
arasında gömülen firavunun birlikleri ‘Balık Adamlar’a (mačune manuša,
yani paš manuša, paš mače ‘yarı adam yarı balık) dönüştürülür. O günden
beri de denizde yaşarlar ve zaman zaman da balıkçılara şöyle sorarlar:
Bizler ne zaman tekrar insan olacağız?” “Bilmiyoruz” yanıtını
aldıklarında da öfkelenerek. Büyük bir fırtına çıkarırlar; ‘Yarın’
yanıtını aldıklarında ise yeniden dibe dalıp, ‘Tsyganka38, seni
hapishanede geberesice’ diye bağırırlar.
Balık
Adam –ve aynı biçimde deniz kızı- tasarımı, yukarıdaki olayın dışında
Çingenelerce bilinmemektedir; demek ki bu durumda bu tasarım bir (Rus?)
halk inancına dayanmaktadır.”
38 “Tsyganka” (Rusça kadın”), Firavun’un Yahudi karısının adıdır. JGLS üçüncü seri, 17, s.130 (Firavun).
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Çingene İncili
“Tanrısal
Oğul’dan, yani Kalderašlar’ın sunto delinden ya da daha başka
kavimlerin tikno develinden (“küçük Tanrı”, Tanrı) ‘Traditions’da söz
edilmektedir: O Sinpetra’nın, yani Tanrısal Baba ile Meryem Ana’nın
oğludur. Meryem Ana’nın iki kızkardeşi daha vardır ve üçünün de adı
Meryem’dir. Porsaïda’da48 yaşarlar. (Rumence ‘Noel’ anlamına gelen ve
Zanko tarafından Aziz Yusuf ile özdeşleştirilen) Cretchuno’nun karısı
olan ikinci Meryem, onun (Tanrısal Oğul’un) yalnızca vaftiz anasıdır.
Üçüncü
Meryem ise, çarmıhın etrafında devamlı üç güvercinin uçuştuğunu fark
edince, kendi nefesini (duko) içine çekmeye hazır olup olmadığını, ona
bu güvercinler aracılığıyla peş peşe üç kez sordurtur. Üçüncü seferde
kabul eder ve bunun üzerine hamile kalır. İkinci Meryem’in de yardımıyla
bebek dünyaya gelir ve samanların içinde bir yatağa yatırılır. Aynı
anda, onun yıldızı olan Netchaphoro gökyüzünde yükselir, ‘c’était son
reflet, son émanation, son coeur, son signe, et pas seulment son signe
mais quelque chose de lui’ (Bu onun yansıması, şuası, yüreği, işareti,
fakat sadece işareti değil, aynı zamanda ona ait olan bir şeydir.)
Cretchuno,
bebeğin vaftiz anası olan karısı Meryem’in bebeğe dokunduğunu ve
böylece kirlenmiş olduğunu söyler ve o hiddetle karısının iki elini
keser. Ancak Meryem, bebeğe yeniden dokunur dokunmaz, elleri eski halini
alıverir. Ellerindeki iktidarı yitirmekten endişe duyan Yahudiler,
Netchaphoro gökyüzünde yükselince bütün çocuklarını öldürür. Öldürülen
çocukların Yıldızlar’ı sönüp kaybolur ve Sunto Del’in yıldızı tek başına
gökyüzünde kalır. Yahudiler ona daha pek çok eziyet eder, fakat o
ölmez.
Son
olarak onu diri diri gömerler, fakat o, mezarının üstünde duran kayayı
devirir ve Sinpetra ile birlikte hükümdarlığını sürdürdüğü gökyüzüne
yükselir.49 Hz.İsa’nın çilesini ve çarmıha gerilerek öldürülmesini
görmezden gelen Yeni Ahit’in bu özetini, ‘Traditions’un yayıncıları
haklı olarak ‘monofizitik’ bir Hıristiyanlığın ifadesi olarak
değerlendirmişlerdir. 50
‘Yakup’un
İlk Yeni Ahiti’yle, tek olmakla birlikte, dikkate değer bir örtüşme,
Çingene İncili’nin kökeni hakkında bir ipucu sunuyor olmasıdır. ‘Dinsel
ayinler sırasında da kullanılan ve Doğu Hıristiyanları tarafından sıkça
iman tazelemek için okunan ve İncil’e alınmayan bu kitapta51 Salome,
Hz.İsa’nın doğumundan sonra, bir bakirenin çocuk doğuramayacağını öne
sürer (bkz. Sara Kültü’nde geçen Maria Salomäa).
Hz
Meryem’in hamile olup olmadığını elleriyle tespit etmeye çalışırken,
eli yanıp kül olur, ama çocuğa dokunduktan hemen sonra eli yeniden
yerine gelir. Ayrıca Aziz Yusuf’a kutsal bakireyi koruma görevinin,
halkın Tapınak’ta toplanan bütün dul erkeklerinin bir araya getirilmiş
asaları arasından çıkıp, yalnızca Aziz Yusuf’a görünen bir güvercin
tarafından verilmiş olması, Çingene İncili’ndeki tebliğ sahnesini
belirgin bir biçimde andırmaktadır. Zanko’nun incelediği metne benzer
olarak, bu ilk Yeni Ahit’te anlatılan Hz.İsa öyküsü, Herot’un zulmüyle
birdenbire sona erer.52
48 İnsanlığın söylensel ilk vatanı, bkz. Firavun.
49 Zanko IV, 1-49.
50 Zanko, s.65-68. Eine Konversion “to a very early form of Christianity, perhaps by some, heretical sect” (J.Rákóczi, “ilk dönem
Hıristiyanlığın sapkın bir mezhebine” geçildiğini tahmin etmektedir, JGLS üçüncü seri, 40, s.124.
51 W.Michaelis, Die apokryphen Schrifften zum Neuen Testament (Yeni Ahit Üzerine Apokrif Yazılar), s.72.
52 Bkz. a.g.e. Michaelis’deki metne, s.73-95.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Çingene Laneti, Lanet
“Çingene
lanetinin özel bir gücü olduğuna dair bir korku vardır. Dolayısıyla
Çingeneler’in yaşadığı ülkelerin halkları, bu lanetten korkmak gibi
batıl bir inanç geliştirmiştir. Çingenelerin kendi aralarındaki duruma
gelince, Wlislocki’nin53 sıraladığı gibi, alınan birçok değişik koruma
önlemi, Çingeneler’de lanetlemenin ne kadar büyük bir önemi olduğuna
işaret etmektedir. Çingenelere göre, toplum dışı konumlarının nedeni,
atalarının işlemiş olduğu bir suçtan dolayı lanetlenmiş olmalarıdır.
En
eskiye dayanan söyleni K.Berovici54 aktarmaktadır. Söylen, Çingenelerin
kökenlerinin Hindistan’da olduğuna işaret etmektedir. –Sözde- aile içi
bir cinsel ilişkiden dolayı, bir kavim, liderini ve taraftarlarını
kovar. Büyük bir büyücü, bu kovulanları korkunç bir biçimde lanetler:
Sonsuza dek yeryüzünde dolaşıp dursunlar, geceledikleri bir yerde ikinci
bir kez konaklamasınlar, su içtikleri bir kaynaktan ikinci bir kez
içmesinler, bir yıl içinde aynı nehirden iki defa geçmesinler. Ensesti
gerçekleştiren çiftin adı Tschen ve Gan’dır.55 Daha başka sözlü
gelenekler, Eski Ahit (Firavun Efsanesi) ve Yeni Ahit’e (İstavroz;
Kutsal Aile) işaret eder. Kutsal Aile’nin barınma isteğinin
reddedilmesine ilişkin öykü, bir başka ögeyi de içermektedir. Buna göre,
Çingenelerin anaerkil yasaları, bir lanetin sonucu olarak ortaya
çıkmıştır.
‘Les Mages ordonnèrent que nous les Roms, ne pourraient le nom de leur mère.’ (Büyücüler, bundan böyle biz Romların
baba adını değil, anne adını almamızı emreder). Ataerkil yasaları olan
halkların içinde yaşadıklarından, kendilerinin sahip oldukları anaerkil
yasaları dışarıya karşı mümkün olduğu ölçüde gizler, onu bir lanet
olarak görürlerdi.
Zanko’nun
çalışması, baştan sona ‘malédiction’ (lanet) konusunda serzenişler
içerir. Wlislocki’nin56 anlattığı Çingenelerin kökeni konusundaki
söylende de (Tatula), Çingenelerin tarihi bir lanetle başlar.”
53 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), V.Bölüm.
54 Berovici, The Story of the Gypsies (Gypsielerin Öyküsü), New York 1928, s.25.
55 Bkz. Firavun, Türkçe çeşitlemesi.
56 F.de Ville, Tsiganes (Çiganlar), s.71.
Bkz. Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.52.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Çingene Vaftizi
“Bu
geleneği bugün de koruyan kavimlerde, doğum çadırda ya da arabada
yapılmaz, bilakis –hangi mevsim ve hangi saatte olursa olsun- tenha bir
yerde, eğer mümkünse bir akarsuyun yakınında gerçekleştirilir. Anne ve
yeni doğan bebeği bu suda yıkanır. Bu, sadece akan bir suyun bütün
kirleri ve zararlı şeyleri yıkayıp temizleyebileceği biçimindeki yaygın
inançla örtüşen bir gelenektir.57
Anne,
bebeğini suya daldırırken, katı bir tabuya tabi olan bir ismi sessizce
telaffuz ederek ilk vaftizi yapar. Bu isim kimse tarafından
kullanılmamalıdır, hatta baba bile bu ismi bilmemelidir. Bu gizli isim
kötü cinlerin, özellikle de ölüm meleğinin aldatılmasına yarar, çünkü
böylece Azrail çocuğu yanına çağıramaz. Bu gizli ismin ‘bedensel, ahlaki
ya da totemci bir nitelendirme’58 olduğuna inanılmaktadır.
Yalnızca
Çingenelerin kullanmaya hakkı olan ve Gadje’nin huzurunda telaffuz
edilmeyen bir ismi, çocuğa onun vaftiz ana babası takar. Çingenelerin
kavim yasalarına göre, vaftiz ana babanın özel bir değeri vardır.
Sonra da, Çingenelerin bulunduğu ülkenin gelenek ve yasalarına göre vaftiz ve isim takma merasimi yapılır.”
57 F. De Ville, Tsiganes (Çiganlar), s.99.
58 Clébert, Die Zigeuner (Çingeneler), s.184.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Dağlar, Dağ Kültü
“Transilvanya’daki Çingenelerin
inancına göre dağlar, (Yer ve Gök’ün (kadın ve erkeğin) boşanmaları
sırasında göğün ortak çocuklarından üçünü, yani Güneş, Ay ve Rüzgar
Kıralı’nı beraberinde götürmesiyle oluştu: Bu üç yerin elbisesine
tutundu, fakat sonra bırakmak zorunda kaldılar ve elbisenin yukarı
çekilmiş olan eteklerinden dağlar oluştu. Toprak ana, çocuklarına daha
yakın olabilmek için bu dağları geri almadı, fakat zirvelerine,
çocukların elbisesini yırtıp parçalanmasına engel olmak için periler ve
cinler yerleştirdi (Kešali; Umren).
Bunlardan
yalnızca Güneş Kıralı’nın oluşturduğu dağlar kutsal diye kabul edilir.
Bu dağlardan yedisi oldukça heybetlidir; etki alanları içinde olup biten
her şey olumlu bir biçimde sonuçlanıp şans getirdiğinden, bunlar Şans
Dağları dile de anılmaktadır. Ancak hiç kimse bunların hangileri
olduğunu bilmemektedir. Fakat o günden beri göğün yeri, daha doğrusu
yerin elbisesini öpmesine yalnızca bu dağlar üzerinde izin
verilmektedir. Bu kutsal dağların zirvelerinde, mehtaplı gecelerde
Umrenler dans eder; eteklerinde olağanüstü şifalı kaynaklar bulunur. Bu
dağların bazılarında dört gözlü dişi köpek (Köpek) dolaşır. Kutsal
dağların küçümsenmesi ve pisletilmesi halinde mutlaka acı bir biçimde
intikam alınır. Kutsal dağlar, içi boş olup kendilerine tecavüz etmiş
olan ve şimdi yılan ve kuşa dönüştürülmüş olarak paha biçilmez
hazineleri bekleyen ölüleri saklar. Vahşi doğadaki hayvanlar Güneş
Kıralı’nın koruması altında bulunduklarından, Çingeneler avladıkları
hayvanların kemik, pençe, saç ve dişlerini Güneş Kıralı’nı yatıştırmak
için kutsal dağa gömer. Çingeneler, kışın konaklayacakları yerin mümkün
olduğunca kutsal bir dağın yakınında olmasına özen gösterir ve
Tüm-Tohumlar-Ağacı’nı (Ağaç Kültü) görebilmek için orada Noel gecesi
ağaç evliliği geleneğini yerine getirirler.
Ay kıralı’nın oluşturduğu dağlar orta büyüklüktedir; Cuma akşamları orada cadılar toplanır.
Rüzgar
Kıralı’nın oluşturduğu dağlar en yüksek olanlarıdır; bunlar yaşayan
insanların yaptığı gibi, eğlenmek için sık sık vadiye inen ölülerin
oturdukları yerlerdir. Kötü insanların, ancak birer kara kediye
dönüştürülmüş olarak Kedi Dağı’nda uzun yıllar geçirdikten sonra ölüler
diyarına girmelerine izin verilir.59 (Ölüler Ülkesi)”
59
Wlislocki, Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s.211-219 ek
ayrıntılar. Kedi Dağı için ayrıca bkz: Wlislocki, Volksdichtungen (Halk
Yazını) VII, Märchen (Masallar), no.42.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Devler
“Wlislocki
(maš ‘et’ ve murdalo ‘katil’ sözcüklerinden oluşan) Mašurdalo’yu,
insanlar tarafından aldatılıp elinden hazineleri çalınabilen aptal ve
saf bir dev olarak betimlemektedir. Ormanlarda, ıssız yerlerde yaşar;
eti çok sevdiği için, insan ve hayvanlara pusu kurar. Mašurdaloların
karıları ve çocukları vardır, fakat ara sıra (insanoğlu) kadınları da
kaçırırlar. Her Mašurdalo’nun bir Tavuk’u vardır ve bu tavuğun
yumurtaları sahibinin hayatını korumaktadır. Dolayısıyla bir
Mašurdalo’yu öldürmek isteyen bir kişi, önce onun tavuğunu öldürmelidir.
–Bir masala göre Güneş Ana, Mašurdaloların Büyük Anası’ymış.60
Wlislocki, Mašurdaloların yalnız üç kavim tarafından bilindikleri ve bu
kavimlerin her üç yılda bir Alman yerleşim bölgelerini de ziyaret
ettikleri gerçeğinden hareketle, Alman halk masallarında yer alan
devlerin bu Çingenelere esin vermiş olabileceğine inanmaktadır
(bkz.Cüceler).61 –A.Petrović’e
Sırbistan’daki Çingelere tarafından anlatılan ‘orman insanı’ (vošesko
manuš) muhtemelen aynı yaratıktır. O, saçları dağınık, dağlardaki
mağaralarda yaşayan, konuşamayan, yalnızca anlaşılmaz birtakım sesler
çıkarabilen bir dev olarak betimlenmektedir. Bir koyun postunun üstünde
uyur ve Çingenelerin evlerini merak ettiğinden geceleri köye iner.
Çok
güçlüdür, fakat bir köpek tarafından kolayca bozguna uğratılabilir.62
–Zanko’ya, Grouya adındaki dev, medeniyet getiren biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. O, babası Novaca’nın önerisinin aksine, Büyük Kent’e
(Zanko’ya göre İstanbul Boğazı’nda bulunan baro gradoya) medeniyet
getirmeye karar verir. Fakat daha önce öylesine sarhoş olur ki, öfkeli
kent sakinleri kendisini ele geçirip bir kuyuya atmayı başarır. Ancak
kendi kanıyla yazmış olduğu bir pusulayı, bir karganın yardımıyla
babasına ulaştırır. Babası oğlunu kurtarır ve birlikte korkunç bir
katliam yapar. Sonunda kentin şaşkın hükümdarı, kent halkından geriye
kalanları uygarlaştırması (civiliser) için ona izin vermek zorunda
kalır.63 –Boba adındaki devin öyküsü ise bir çeşitleme olduğu izlenimi
uyandırmaktadır. Boba çok büyük bir ağaçla kıraliyet sarayını yerle bir
eder, kıralın kol ve bacaklarını koparır, vücudunu bir atın peşinde
sürükletir, kıraliçeyle evlenir, kendini kıral ilan eder ve sonra kenti
‘uygarlaştırır’.64
60 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.26-27
Globus LIV, s.349, 4. dipnot.
Ayrıca bkz. (Mašurdalo-Märchen) Mašurdalo Masalları: Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 19, 20, 50.
61 Volksglaube (Halk İnancı).
62 JGLS üçüncü seri, 16, s.20.
63 Zanko, s.120-123.
64 Zanko, s.123-124.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Dünyanın Yaratılışı, İnsanoğlunun Yaratılışı ve İlk Günah
“Transilvanya’daki
Çingeneler şunu anlatır: Günlerden bir gün Tanrı, büyük suyun içine bir
değnek atar. Değnek büyür ve koca bir ağaç oluverir. Bu ağacın altında
oturan şeytan ise, Tanrı7yı selamlar. Birlikte dokuz gün boyunca suyun
üstünde dolaştıktan sonra, Tanrı dünyayı yaratabilmek için şeytandan,
denize dalıp dipten kum getirmesini ister. Tanrı ona, adını söylemek
suretiyle bunu başarabileceğini söylediğinden, şeytan kendi adını
söyler.
Fakat
kum ısınır ve onu yakar. Bu şekilde dokuz gün boyunca kum çıkarmaya
çalışır ve bu arada öylesine yanar ki, kapkara olur. Nihayet kendi adını
söylemeden denizin dibinden kum çıkarır ve Tanrı bu kumdan dünyayı
yaratır. Şeytan, ağacın altında yaşamak istediğinden Tanrı’yı kovmaya
çalışır, fakat büyük bir boğa gelir ve onu beraberinde alıp götürür.
Ağaçtan yere et parçaları düşer ve yaprakların içinden insanlar
fırlar.65 Yer ve Gök daha sonra ancak birbirinden ayrılmıştır. –Zanko
(bkz. Çingenelerin Mitolojisi) şunu anlatır: Tanrı (Phuro
Del Sinpetra, Tanrı), vaktiyle şeytanla birlikte deniz kenarına iner.
Şeytan, suyun derinliğini öğrenmek üzere öne atılır, dibe dalar ve
pençelerinde toprakla tekrar yukarı çıkar. Tanrı ona, bundan iki figür
(statuettes, Çing. popusha), yani erkek ve kadını yapmasını emreder.
Şeytan bunu da başarır ve Tanrı ondan bu figürleri konuşturmasını ister.
Ancak bu kez şeytan onun emrini yerine getiremez ve yenilgiyi kabul
etmek zorunda kalır.
Tanrı,
asasını figürlere doğru uzatır ve o anda yerden iki ağaç bitiverir.
Bunlar, dallarıyla figürlere arkadan sarılır. Bunun üzerine figürler
canlanır. Bunlar, Damo ve Yehwa adını taşıyan ilk insanoğullarıdır.
Tanrı asasını tekrar kımıldatır ve bu kez ağaçlardan birinde elma ve
diğerinde armut biter. Erkeğe armutları ve kadına elmaları yedirtir.
Yılan (sap), kadının elmaları yemesini engellemek ister (!). Kadını
zaptedebilmek için, Tanrı bunu yılana ifade eder. Fakat sonra Tanrı
Yılan’ı kovar ve kadın elmalardan yer. Meyveler, biçimlerinden dolayı
her ikisinde, diğer cinse karşı karşı bir istek uyandırır ve Tanrı
onlara sevişmelerini buyurur. Kadın, birinci ve ikinci sevişmenin
ardından her defasında ‘encore’ (daha çok) der. Tanrı bir üçüncüsüne
daha müsaade eder, ‘car il n’y a rien de bien sans la croix et il faut
trois pour faire le croix’ (Çünkü haç olmadan hiçbir şeyin değeri
yoktur, ancak haçın olması için üç öge (Teslis; baba, oğul ve kutsal
ruh) gereklidir, çev.)
Fakat
kadının üçüncü sevişmeden sonra da ‘encore’ (daha çok) diye bağırması
üzerine, Tanrı kızarak onu ebedi doyumsuzluğa mahkum eder.66
Özde
eski ve milattan önceye dayanan bu söylen öğeleri için, Hindu sözlü
geleneğinde herhangi bir koşutluk mevcut değildir. Fakat Hint Aborigen
Kavimlerinin mitolojisiyle olan tek tük benzerlikler görmezden
gelinemez. Korkularda alk insan Tanrı’nın emriyle denizin dibine dalıp,
dünyanın yaratılışı için gerekli toprağı getirmek zorundadır.67
Aynı
kavimde, ayrıca iki tanrıdan daha söz edilir. Bunlardan biri (Mahadeo
ya da Guru Maharaj) beş tane çok ufak insan yaratır, fakat onlara hayat
verme işini diğerine (Bhagwam) bırakmak zorunda kalır.68
Barela-Bhilalalarda, Veluhai balçıktan bir insan yaratmayı başarır,
fakat bu insan söylensel bir kartal olan Ruma Juma Gorole tarafından iki
kez tahrip edilir ve ancak üçüncü seferde hayatta kalır.69
Yaratılışı
sekteye uğratan, daha doğrusu yaratıklarına Tanrı gibi hayat ve
konuşabilme becerisi veremeyen şeytan motifi, Hindistan’ın dışında da
çok yaygındır.70 Özellikle Zanko’da, topraktan yaratılan insan öyküsüyle
yapay bir biçimde eklemlenmiş olan, inansın ağaçlardan yaratılışı
öyküsünün yalnızca Hindistan’ın dışında koşutlukları vardır.71
Ne
var ki, ağaç evliliği (Ağaç Kültü) ile olası bir bağlam oluşturması,
yine de bu öykünün Hindistan kökenli olduğuna işaret etmektedir. Eski
Ahit’in etkisi, Zanko’da özellikle ilk insanların isimlerinden belli
olur.
Bu
isimler Zanko’da, gariptir ki İslam dinindeki (Arapça) biçimleriyle
karşımıza çıkarlar (Adam ve Yahwah). Havva’nın elmaları yemesini
engellemeye çalışan yılanın ortaya çıkışı ise pek başarılı bir biçimde
temellendirilmemiştir. Elmayı yedikten sonra ortaya cinsel arzunun
çıkması ise, eski bir öge olabilir.”
65 Wlislocki, Märchen und Sagen (Masallar ve Söylenceler), no. 1 (s. 1-2)
Ayrıca bkz. Volksglaube (Halk İnancı), s.1.
J.Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s.85.
66 Zanko, s.23-26.
67 Bkz. Matthias Hermann, Die religiös-magische Weltanschauung der Primitivstämme Indiens (Hindistan’daki İlkel Kavimlerin Dinsel
Büyüsel Dünya Görüşü) (1966), c. II, s.60.
68 A.g.e. s.61
69 Bkz.
E. Stigmayr, The Barela-Bhilala and their Songs of Creation
(Barela-Bhilalar ve Yaratılış Ezgileri) (= Acta ethnologica et
linguistica
no. 20, 1970), s. 58-61, s. 175.
Ayrıca bkz. aynı ciltte İlkel İnsanlar.
70 Bkz. S.Thompson, Mdtif Index of Folk-Literature (Halk yazını Motif Dizini) (1955) I, V63 ve A1217.
71 Ayrıca bkz. Wörterbuch der Mythologie (Mitoloji Sözlüğü) II, Cermenler, s.32, Finler, s.283.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Fallusa tapınma
“Sırbistan’daki Çingeneler, cinsel organlarının uğur getirdiğine inanır. Onlara göre cinsel
organlara el atmak, kötüye gitmekte olan bir olayın olumlu yola
girmesini sağlar. ‘Penisini yiyim’ anlamına gelen hav co kar, daha
önceleri yeminlerin en ciddi ve en bağlayıcı olanıymış.72
Felaketlerden
koruması amacıyla çalıdikeninden yontulmuş bir fallusu evde bulundurma
ve sıkıntıyla karşılaşıldığında ona dua etme biçimindeki gelenek, bu
geleneği ortaya çıkarmış ve incelemiş olan A.Petrović’e göre, Sırp
halkında görülen belirgin benzerliklere rağmen Çingene kökenlidir.73
Gerek
Güney Slavonyalıların, gerekse Çingenelerin tasarımlarında çivi,
fallusun yerini almaktadır. Dolayısıyla Çingene halk inançlarında
çivinin önemli bir yeri vardır. Tabut ve istavroz çivilerinin özel bir
anlamı bulunmaktadır. Örneğin, Kuzey Macaristan’daki Çingenelerde, gelin
kocasının iktidar gücünü artırmak için yatağa gizlice çivi çakar.74
72
JGLS üçüncü seri 16, s.20-25 (“Fallus aşkına...” diye başlayan yemin
biçimi, Eski Ahit’te de geçer), ör. Musa 1, 24, 2 ve 47, 29.)
73 A.g.e. 18, s. 124-128
74 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.106.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Firavun
“Çingenelerin
kökenini, İsrailoğulları’nın Kızıldeniz’i geçişi (Musa 2,14) sırasında
yok olmaktan kurtulan Mısırlılar’a dayandıran Firavun Efsanesi, farklı
çeşitlemeleriyle Doğu Avrupa’daki bütün Çingene kavimlerinde mevcuttur,
dolayısıyla da pagan dinlerinden gelen mirasın yanı sıra, Çingenelerin
en eski ortak sözlü geleneklerinin arasında sayılmalıdır. Çingeneleri
Kutsal Aile ile ilintilendiren tıpkı diğer çok daha yeni hikayeler gibi,
bu efsane de Çingenelerin Mısır’la bağlantılı adlarını ve yazgılarını
İncil kökenli sözlü geleneklerle açıklamaya çalışmaktadır.
Zanko’nun
(bkz. B.Çingenelerin Mitolojisi) oldukça ayrıntılı olan Fransızca
aktarımını kısaca özetleyecek olursak: Birinci Dünya’da, Pharavono
Pharavunure Çingene kavminin lideriydi ve tıpkı Sunto Abraham (Aziz
İbrahim), Sunto Moïshel (Aziz Musa), Sunto Cretchuno (Aziz Yusuf) ve
Sunto Yacchof (Aziz Yakup) gibi Suuntselerden biri, yani vaktiyle yalnız
Çingenelerden oluşan insanlığın büyük atalarından biriydi. Pharavono
büyük güç kazanmış ve Horachai adıyla anılan (“Turco-Juifs et Chrétiens
(Türk Yahudileri ve Hıristiyanları) Sinpetra kumandasındaki diğer
kavimlere savaş açarak, Porsaïda’yı yani o günkü dünyanın, daha doğrusu
Kutsal Topraklar’ın merkezini ellerinden almak istiyordu. Taraflar
Duneira’nın iki kıyısında karşı karşıya geldiklerinde, Pharavono karşıya
geçip geçemeyeceğini görmek için bir ok atar. Ancak Duneria çok
geniştir. Bunun üzerine, düşmanı Sinpetra’nın, Tanrı’nın bizzat kendisi
olduğundan habersiz, Tanrı’ya (Phuro Del) şu sözlerle yakarır:
“Par
le pouvoir du Del pour moi! Par la force du Del pour mes chevaux!”
(Tanrım, atlarıma güç ve bana da bu işin üstesinden gelebilme gücü ver).
Ardından,
Pharavono hiçbir engelle karşılaşmadan Duneria’yı geçer, Sinpetra ise
adamlarıyla Tuz Denizi’ni geçerek geri çekilir. Pharavono Tuz denizi’nin
kıyısına ulaşınca Tanrı’ya bir kez daha yalvarıp yakarır, fakat bu kez
sözlerinde kibir ve gurur vardır:
“Par mon pouvoir à moi et par la force de mes bêtes!” (Tanrım, kendi gücümle ve atlarımın gücüyle bu işin üstesinden geleyim.)
Sinpetra
ona denizin içinden bir geçit açar ve Pharavono geçide girince Sinpetra
kollarını kavuşturup, ansızın büyük bir fırtına kopararak (denizin
içindeki) geçit dalgaların altında kapanıverir ve Pharavunureleri yutar.
Dalgaların arasından Pharavono, Sinpetra’nın yanı başında bir mağarada
duran taştan bir puta doğru ellerini açar, fakat bunu fark eden Sinpetra
bir yıldırımla putu yok eder. Sadece birkaç Pharavunure kurtulmayı
başarır ve Zagrebo’ya ulaşır. Burası, onların sonradan tüm dünyaya
yayılacakları merkez olacaktır. İşte o zamandan beri, onların soyundan
gelenler durdurak bilmeksizin bütün dünyada doyanıp durmak
zorundadırlar.75
Firavun
Efsanesi’nin bir çeşitlemesinde, hayatta kalan topal bir kadın Şeytan’a
bir erkek ve bir de kız çocuğu doğurur. Bu çocuklar, Çingeneler’in
atalarıdır.76 Başka çeşitlemelerde ise, hayatta kalanlar bir kaz
tarafından denizin karşı kıyısına geçirilir,77 üstelik Aziz Basilius da
kurtarıcılarıdır.78
Sırbistan’daki
Çingenelerin İslam dinindeki biçimiyle Firavun diye adlandırdıkları
Firavun’un, başka çeşitlemelerde kendi babasını öldürdüğü79 ya da
Tanrı’ya benzemek için yüksek bir kulede yaşadığı ve davul çalarak göğü
gürlettiği ve bir elekten su dökerek yağmur yağdırdığı80 söylenegelir.
İncil’deki
öyküye benzerlik gösteren bir Rusça aktarımda ise, Tsyganka adında bir
Yahudi olan Pharavono’nun karısı, zulme uğrayan İbraniler’i (ya da
Yahudiler’i) desteklediği için zalim kocası tarafından dokuz kilidi olan
bir hapishaneye atılır. Hz.Musa’yı, halkıyla birlikte Kutsal Toprakları
araması için sıkıştırır. İkiye ayrılmış olan denizin içinde yaşamlarını
yitiren Mısırlılar Balık İnsanlar’a dönüşürler.81
Tsyganka
daha sonra bu dokuz kilidi kırar ve uzun bir yolculuktan sonra
Besarabya’ya ulaşır ve orada bir erkek çocuğu doğurur. Bu oğul bir
Moldavyalı ile evlenir ve bu evlilikten olan çocukları sayesinde
Çingenelerin atası oluverir. –Firavun Efsanesi’nin yayılmasına katkıda
bulunan bir husus ise, Firavun adının bütün Çingene lehçelerinde phar-,
pharav- ‘ayırmak’ sözcüğünü çağrıştırmasıdır.
Macaristan
ve Transilvanya’da yaygın olan ve Pharoves ‘ayırıyorsun’ sözcüğüyle
başlayan Çingene şarkısı, Pott’un tahmin ettiği gibi Çingenelenin
Mısır’daki yurtlarını anımsatan acıklı bir ezgi olmayıp,82 düpedüz
müstehcen bir anlama sahiptir.83”
75 Zanko, s.28-35.
76 Bkz. P.Thiomir Gjorgjević, JGLS üçüncü seri, 13, s. 28 (altı değişik Sırpça çeşitleme).
A.Petrović, JGLS üçüncü seri 19, s. 112 (Sırpça).
H.Carnoy ve J.Nicolaïdes, Folklore de Constantinople (Konstantinopolis Folkloru) (=Collection Intern. De la Tradiction, c. XII-XIII), s.14
(Türkçe,
erkek kardeş Çin ve kızkardeş Guian’ın birleşmeleri sonucunda
Çinguianeler doğar; Tufan söyleni yer almamaktadır; kardeşler
arasındaki ensestin nedeni şeytandır; şeytanın amacı bir büyü makinesini çalıştırmaktır.)
W.R. Halliday’in Mrs. Blunt alıntılaması JGLS üçüncü seri, 1, s.174 (aynı sözlü gelenek).
Petrović a.g.e. (2.aktarım).
77 Gjorgjević a.g.e., s.27.
EMU VIII, II.Bölüm, s.83.
78 Gjorgjević EMU VIII, II.Bölüm, s.83, 84, 85 (Sırpça ve Rumence) = JGLS üçüncü seri, 13, b.27.
79 Petrović a.g.e..
Gjorgjević EMU VIII, II.Bölüm, s.82.
80 M.Hasluck JGLS üçüncü seri, 16, s.117 (Arnavutça).
Petrović a.g.e. (Sırpça).
81 A.Gjermano, JGLS üçüncü seri, 17, s.130-132.
82 ZDMG 3 (1849), s.327.
83 Wlislocki, ZDMG 51 (1879), s. 485-498.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Hastalık Cinleri
Dokuz
Hastalık Cini, Periler Kıraliçesi Ana’nın Loholičo-Kıralı ile olan
evliliğinden olmuştur (Kešali; Loholičo). Hastalık Cinlerinin tek tek
isimlerini Wlislocki’nin zamanında artık yalnızca Türkiye ve
Sırbistan’daki Çingeneler bilmekteydi; Macaristan ve Transilvanya’daki
Çingenelerse onların adını bilmiyordu. Galiçya ve Rusya’daki Çingeneler
ise farklı olarak ana babalarının başşeytan ve sekiz ayaklı bir keçi90
olduğunu belirtmişlerdir. Bu keçi, her ayağından bir cin ve
dokuzuncusunu da kuyruğundan doğurmuştur. Bu dokuz cini dünyaya
gelişlerine göre şu biçimde sıralayabiliriz:91
1-
Melalo (Kirli). Koyu gri tüyleri ve keskin pençeleri olan iki başlı
ufak bir kuş biçimindedir. Uçarken etrafına zehirli, uyuşturucu bir sis
yayar ve böylece insanların üstüne hastalık, yokluk ve kederin çökmesine
yol açıp insanları çılgınlık, cinayet ve hırsızlığa iter.
2-
Lili (Balgamlı). Melalo’nun kızkardeşi ve karısı olup, onunla çok
sayıda ufak cin dünyaya getirmiştir. Ufak sümüksü bir balık görünümünde
olup, “balgamlı hastalıklara” (grip, ingin, dizanteri) yol açar. Ama
onu, cinsel ilişkiye girmeden önce, içinde bir balık pişirilmiş olan
eşek sütünü kocası onun karnına doldurduktan sonra dünyaya getirdi.
3-
Thulo (Şişko). Ufak, dikenli bir küre biçiminde olup, hamile kadınların
karnına sızmakta ve büyük acılar çekmelerine yol açmaktadır. Vaktiyle
Loholičo-Kıralı, Melalo’dan kendisiyle düşüp kalkabilmek için Ana’yı
unutmasını istemişti. Melalo, kıralın bu
isteğini, onun bütün hamile kadınları avlayan bir çocuk yapacağına dair
söz vermesine karşılık yerine getirmiş ve kırala bir geyikböceği ve bir
yengeç yemesini önermişti. Bunun üzerine de Thulo dünyaya gelmişti. Daha
bebekleri dünyaya gelmeden bütün hamile kadınların ölmeleri üzerine,
Kešaliler kıraliçeleri Ana’dan Thulo’yu ortadan kaldıracağına, ona da
eziyet etsin diye Melalo’nun karısı Lili’nin yanına yolladı. Bunun
üzerine Melalo, annesinden bir kız çocuğu daha doğurmasını ve hamile
kadınları rahatsız etmemesi için onu Thulo ile evlendirmesini rica etti.
İşte bu kızın adı Tharidi idi.
4-
Tharidi (Ateşli). Ufak, sık tüylü bir kurtçuk görünümünde olup, hamile
kadınların karınlarında birkaç —>Saç teli bırakarak, onların
ateşlenmelerine yol açar. Fakat erkek kardeşinin yaptığı gibi onları
işkence yaparak öldürmez. Tharidi, sayısız cinin annesidir.92
5-
Šilali (Soğuk.) Sayısız ayakları bulunan beyaz bir fare biçiminde olup,
“soğuk titreme nöbeti”ne yol açar. Šilali Melalo’nun annesini kızdırmak
için, babasına annesinin yemeğinin içine önceden üstüne tükürmüş olduğu
bir fare koymasını söylemesi üzerine dünyaya geldi. Ana
hastalanır ve su içer. Ağzından bir ayaklı beyaz bir fare çıkar. Ana’yı
hararet basar, fakat farenin vücudunun üzerinden geçmesiyle birlikte
üşümeye başlar. Bunun üzerine çocuğunu kovar ve onu lanetleyerek,
dünyanın her yerine soğukları yaymaya mahkum eder. Šilali kendine bir
koca arayarak dünyayı dolaşır durur. Erkek kardeşi Melalo’nun kendisini
doğumundan ötürü alaya alması üzerine, gizlice onun bütün çocuklarını
hastalandırır. Çok geçmeden diğer kardeşlerinin de peşine düşer ve
böylece insanlar huzur içinde yaşamaya başlar, çünkü artık hiçbir cin
yuvasından dışarı çıkamamaktadır.93
6-
Bunun üzerine Melalo, üzerine işemesi ve sonra da karısına yedirmesi
için babasına sarımsak verir. Babası söyleneni yapar ve bir süre sonra
Ana’dan Bitoso (Oruçlu) adında bir oğlu dünyaya gelir. Bu çocuk daha
sonra Šilali ile evlenir ve onun kocası olur. Bitoso çok başlı bir
kurtçuk olup, baş ve mide ağrısına, öksürük ve iştahsızlığa yol açar.
Sorkulo adındaki oğlu ise baldırlarda kramp oluşmasına neden olur.
7-
Lolimišo (Kırmızı Fare.) Bir fare biçiminde olup kırmızı renktedir.
Uyuyan insanların vücudunun üzerinden geçerek cilt hastalıklarına yol
açar. Aynı biçimde Lolimišo da, Melalo’nun annesine, çocuklarına olan
hiddetinden ötürü şiddetli bir egzama baş gösterince, yaralarını
farelere yalatmasını tavsiye etmesiyle, onun teşviki üzerine ortaya
çıkmıştır. Hikayenin geri kalan kısmını Wlislocki “ahlaki nedenlerden
ötürü” aktarmamıştır.
8-
Minčeskre (Kadının Bacak Arasından Gelen). Geceleri tüylü bir böcek
biçiminde uyuyanların üzerinden geçerek, frengi ve cerahatlı yumrulara
yol açar. Çok sayıdaki çocuğu cilt hastalıklarına neden olmaktadır.
Melalo, kardeşlerinin ailelerinin gittikçe kalabalıklaştığını fark
edince, annesine dokuz gün boyunca dizlerine kadar bir gübre yığınının
içine gömülmesini tavsiye eder. Annesi onun bu dediğini yaptıktan sonra
Melalo tarafından uyutulur. “Bunun üzerine bokböceğinin ufak bir
kurtçuğu Ana’nın karnına (minč=vulva) girer ve böylece Ana, insanlar
çoğalmasın diye hep fenalıklar yapan Minčeskre’yi dünyaya getirir.”
9-
Poreskoro (Kuyruklu.) Öyle çirkin bir görünümü vardır ki, doğumu
sırasında Loholičo-Kıralı olan babası bile korkar. Poreskoro bir er
dişidir ve kendi kendine çiftleşmektedir. Dört kedi başı, dört köpek
başı, bir kuş vücudu ve bir yılan kuyruğu vardır, toprağın altında
yaşamaktadır. Çocuklarıyla beraber veba, kolera ve daha başka salgın
hastalıkları yaymaktadır. —>Kešaliler, kıraliçelerini nefret etmekte
olduğu evlilikten kurtarmak için Loholičo-Kıralına bir pasta verirler ve
onun bu pastayı yemesinin ardından Poreskoro dünyaya gelir. Kıralın
Ana’yla olan evliliğinden doğan Poreskoro, gerçekten de onların
boşanmalarına yol açar (—>Loholičo.) Pastanın içinde, ölüler diyarına
bekçilik eden —>Köpeklere ait birkaç —>Saç teli bulunduğundan,
“Poreskoro’nun dört köpek başının ilkiyle yaladığı kişi ölmekte, dört
kedi başının ilkiyle dokunduğu bir kimse ise bir daha asla eski
sağlığına kavuşamamaktadır.”
Çingeneler
özellikle cinsel söylemleri, insani bedenselliğe ait olguları söylensel
olarak imgeleştirmek için kaygısızca kullanır. Dolayısıyla bu durum,
Çingenelerin, Dokuz Hastalık Cini’ne ilişkin öykülerin söylen yaratmaya
yönelik imgelemlerinin uç noktasındaki bir örneğini oluşturmalarına yol
açar. Bu tasarımların Çingenelerin düşünce yapılarında ne kadar
derinlere kök salmış olduğunu, onların burada daha ayrıntılı bir biçimde
ele alamayacağımız hekimlik yöntemleriyle olan içiçeliği
göstermektedir. Örneğin, akıl hastalarının sırtını güneş henüz doğmadan
bir saksağanın beyniyle ovarlardı, çünkü akıl hastalığına neden olan
Melalo’nun bizzat kendisi, annesinin bir saksağan beyniyle uyutulmasının
ardından dünyaya gelmişti, frengili Çingeneleri ise, Menčeskre’yi
dünyaya getirmeden önce vaktiyle Ana’nın gömüldüğü gibi bir gübre
yığınına gömerlerdi vb.94
90 Bkz. Hastalık Cinlerinin dokuzuncusu ve en korkuncu olarak bilinen, sekiz başlı ve yılan kuyruklu Poreskoro.
91 Bkz. 5-10.Resimler (E.Resimlerin Listesi), Çingenelere ait çizimler.
92 Thulos ve Tharidis’in eril ve dişi cinsel organları olarak yorumlanması (V.Areco, Das Liebesleben der Zigeuner (Çingenelerin Aşk
Yaşamı), 1909, s.103), bizce bir zorlamadır ve bağlamdan kopuk olarak W.’nin yazdıklarından keyfi bir biçimde aktarılmıştır.
93 Bu
konuda bilgi veren bir Sırp Çingene, şu tuhaf eklemeyi yapar: “Ve bunun
üzerine insanlar yine sevindiler, çünkü Hz.İsa dünyaya
gelmişti ve artık hastalıklar yok olacaktı! İşte hal böyleydi ve bu, insanlar için iyi, ama kötüler (kötü ruhlar) için kötüydü.
94 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s.1-28. Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.19-21; ayrıca s.160.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
İstavroz
“Çingene
dilinde (Hıristiyanlık inancındaki anlamıyla da) istavroz için
kullanılan trušul sözcüğü, devel ‘Tanrı’ sözcüğünün dışında, etimolojik
olarak doğrudan Hindu mitolojisine işaret eden
tek şeydir. Bu sözcük, Šiva’nın üç çatallı asasını nitelendiren Skt.
Triśūladan türetilmiştir.95 Dikkat çeken bir husus ise, bir truśūlun
dört yıldız simgesinden biri olarak kavim reisinin nijako diye bilinen
asasının üzerinde de bulunuyor olmasıdır.96
Hz.
İsa’nın çarmıha gerilmesinde kullanılacak çivileri hazırlama görevinin
bir Çingeneye verildiği, onun ise dördüncü çiviyi sakladığı ya da
çaldığı, dolayısıyla iki ayağı için tek bir çivi kaldığı yolundaki
hikaye çok yaygındır.97”
95 Bkz. Turner, sözlük madde no. 6058.
96 Zanko, s. 93.
J.P. Clébert, s.142-153.
97 Zanko, s. 115 (Kalderasi).
Wittich, Blicke in das Leben der Zigeuner (Çingenelerin yaşamına Bakış), s. 58 (Alman Sintiler).
E.O. Winstedt, JGLS yeni seri, c.8, s.263 (Rumence’de Kazancı-Çingene).
D.W. Picket ve G.A. Agogino, JGLS üçüncü seri, c. 39, s.73 (Rusça’da Çingene, Kalderaš).
Clébert, Les Tziganes (Çingeneler), s.6 (Makedonca’da Çingene).
Halliday’in Passow alıntılaması, JGLS üçüncü seri, c. 1, s. 175 (Yunan halk türküsü).
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Kadın büyücüler
“Transilvanya’daki
Çingeneler tarafından čovali ya da lače romni, gule romni (İyi kadın)
diye bilinirler. Çingenelerin inancına göre, doğaüstü özellik ve güçlere
sahip kadınlar bulunmaktadır. Ancak bu kadınlar, bunları çok farklı
biçimlerde kazanmış olabilirler. Kimi kadınlara bu doğaüstü özellik ve
güçler miras yoluyla kalmıştır. Peş peşe yedi kız çocuğu dünyaya
geldiğinde, yani arada hiçbir erkek çocuğunun doğmaması şartıyla,
yedinci kız çocuğu sıradan ölümlülerin sahip olmadığı güçlere vakıf
olarak doğar. Örneğin, gömülü hazineleri, hatta ölülerin ruhlarını bile
görebilir.
Annesi
tarafından sağaltım ve büyü sanatları konusunda bilgilendirilir.
–örneğin Tatula tohumu ve yılan organlarından nazarlık yapmak, ilaç imal
etmek, cin kovmak, hava şartlarına hükmetmek ve hastalıkları tedavi
etmek- ancak asıl gücüne, üç kız çocuğu dünyaya getirdikten sonra
ulaşır. Kendisi ve kendinden sonraki kuşak için büyü yapma gücünün
azalmadan aynen kalması için, bir kadın büyücü, anne, kız kardeş ve
kızının ölümü halinde, birtakım katı kurallara uymalıdır. Kadın büyücü
her şeyden önce, ruh, içinde banyo yapsın diye98 ölünün ayakları dibine
konulan suyu içmek zorundadır, aksi taktirde ölü, büyü yapma gücünü
ebediyen beraberinde götürür.
Artık
yaşlanmakta olan kadın büyücüler, Ölüler Diyarı’na yapacakları o
zahmetli yolculuğa hazırlanmaya başlar. Tırmanmak zorunda oldukları
kayalara tutunabilmek için, el ve ayak tırnaklarını uzatırlar.
Olağanüstü bilgi ve gizemli beceriler kazanmanın diğer yolu da, Phuvuš
ya Ninašilerle düşüp kalkmaktan geçmektedir. Bunlar, kadın büyücülere bu
büyü sanatlarını öğretmek zorundadırlar, yoksa kadın büyücüyle
girdikleri gizli cinsel ilişkinin ölümcül sonuçlarından kurtulamazlar.
Bu kadın büyücülerden çok korkulur, çünkü bundan böyle vücutlarında bir Yılan taşırlar ve yılan, kadın büyücüye hakaret eden
bir kimseyi sokup öldürebilmektedir. Bu tür bir kadın büyücünün ölmesi
halinde, vücudundaki yılan, Nivašilerin içinde yaşadıkları unsur olan
suya, yıldırım biçimi alarak girer.”
98 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.51-56.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Kesali
“Wlislocki,
ipeksi saçlarından ötürü (keš ‘ipek’ ya da Skt. Keša ‘saç’? sözcüğünden
türeme) kešali adını taşıyan orman ve dağ perileri hakkındaki inanca,
yalnızca ‘Tuna Boyları, Transilvanya ve Güney Rusya’daki Çingene
kavimlerinde’ rastlamıştı. Ancak bu inancın Polonya’da da mevcut olduğu
saptanmıştır.99
Bu periler, içinde bulunduğumuz yüzyılın daha başlarında İngiltere’deki Çingenelerce kešalgo adıyla bilinmekteydi.100
Bu
periler, Sis Kıralı’nın kızlarıdır ve üstünde yaşadıkları yüksek
kayalıklardan aşağıya Saç’larını ta uzaklara kadar vadi ve geçitlerde
dalgalandırırlar. Böylece sis oluşur ve –saçları bitlendiğinde ise- dolu
yağar. Kış aylarını ulaşılmaz kayalıklardaki mağaralarda geçirir ve
ancak ilkbaharda tekrar ortaya çıkarlar. Guguk kuşunun bunu
müjdelediğine inanılır. Tıpkı ‘iyi Urmen’lerde olduğu gibi, bir Kešali
yalnız tek bir adamı sevebilir; kendisinin seçtiği bu adamı yukarıya
yanına çekebilmek için geceleyin altın bir halatı aşağı sarkıtır.
Kešali’nin bu beraberlikten bir çocuğu olur, fakat doğduktan hemen sonra
ölür. Bir süre sonra adam da ölür. Kešali, kederinden dağların daha
yukarılarına kaçar ve sisten oluşan elbisesi siyah bir renk alır
(Dağlar, Dağ Kültü).
Kešalilerin
ancak bakire oldukları sürece insanlarla arası iyidir. Hakarete
uğradıklarında çok acı bir biçimde intikam alırlar. Kešali, elinden
tuttuğu bir çocuk için, çocuğun boynunda kırmızı bir çizgi biçiminde
görülecek olan kırmızı bir şans ipi dokur, ya da ona kendi saçından
dokuduğu küçük bir elbise giydirir. Elbise öylesine ince dokunmuştur ki,
insanlar onu göremez, fakat elbise, bu hediyeyi alan çocuğa ‘şans
elbisesi’ olarak yaşamı boyunca uğur getirir. Kešalilerin kıraliçesinin
adı Ana’dır.101
Onun
Loholičo Kıralı ile olan evliliğinden dokuz Hastalık Cini dünyaya
gelmiştir. Güney Rusya’daki Çingenelerin geleneklerine göre, Kešaliler
doksan dokuz yaşına bastıklarında Loholičo Kıralı ile olan bir anlaşma
uyarınca kıraliçeleri tarafından Loholičolara teslim edilirler.
Loholičolar ise onlarla önce cinsel ilişki kurar, sonra da onları yer
(Wlislocki, Volksglauben, s.22). Balkanlar’daki Çingenelere göre,
periler anne olduktan sonra bir yıl içinde kendi kendine yok olur.102
Transilvanya’daki
göçer Çingenelere ait bir efsaneye göre, bu efsanenin kısaltılmış bir
biçimine Polonya’daki Çingenelerde de rastlanmaktadır, babasının
ölümünden sonra erkek kardeşi tarafından kovulan Leile adındaki prenses,
ormanda açlıktan ölmek üzereyken bir Kešali’den üç tel saç alır ve
bunun üzerine bir oğlan doğurur. Kešali daha sonra erkek kardeşinin
adamları tarafından öldürülür, oğlu ise kurtulur ve Leile-Kavmi’nin
atası olur.103
İngiltere’deki
Çingeneler, kešalgoların ‘sisin kızları’ olduğuna inanır. Bunlar,
kendilerini ‘peri dilinde’ çağırmasını biliyorsa, yolunu şaşırmış bir
Çingeneye doğru yolu gösterebilir."104
99 V.K.R. von Zielinski, EMU III (1893), s. 251.
100
Ch. F. Payne, JGLS üçüncü seri 36, s. 113, (Keshalgo biçiminde yazılan)
kešalgo sözcüğü, belki de çoğul biçimi kešalia, ‘kešalyanın
yanlış duyulması ya da yanlış okunması sonucu ortaya çıkmıştır.
101 Bkz. Ahşap figür 4.resim (E.Resimlerin Listesi).
102 Wlislocki, Volksglauben (Halk İnancı), s.11.
103 Zieliński a.g.e., s.250.
104 Payne a.g.e.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Koruyucu ruh
“Sırbistan
ve Türkiye’deki göçer Çingeneler, butyakengo (çok gözlü) adında ve her
insanın vücudunda yaşayan bir koruyucu ruha inanırlar. Bu ruhlar,
çeşitli işaretlerle insanları yaklaşmakta olan bir tehlikeye karşı
uyarabilirler. İnsanları hastalandıktan zaman terk eder ve ancak o kişi
iyileştikten sonra geri dönerler. Bu ruhlar insanı sağ kulağından terk
eder ve sol kulağından tekrar vücuduna geri dönebilirler. Geceleri
insanın vücudundan dışarı çıkar ve o kişinin malını mülkünü korurlar. Bu
ruhlar, ölmüş birinin ruhunun bir parçasıdır.
Ruhun
bu parçası yeryüzünde kalır ve geride kalan kişinin vücuduna yerleşir.
Bu ruh, babadan en büyük oğla, anneden en büyük kıza ve büyükbabadan
babanın en büyük ikinci oğluna geçer (Ruh Göçü)
Beklenmedik bir kısmet karşısında butyakengoya bir Şans Dağı’nın üstünde (Dağ Kültü) kurban kesilir."105
105 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.43-47.
Inneres Leben (İç Dünya), s.18 ve 64.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Köpek
“Köpeğin,
özellikle de beyaz köpeğin, Çingenelerin folklor ve mitolojilerinde
önemli bir yeri vardır. Deyim yerindeyse, bu beyaz köpek bir Çingeneye
bütün yaşamı boyunca, ta ölünceye kadar eşlik eder, hatta onu öldükten
sonra da korumaya devam eder.
Her
Çingene grubu, eceli gelen bir kimseyi yalayarak ‘ruhun vücudu terk
etmesini sağladığından’, beyaz bir köpeği kendilerine eşlik etsin diye
besler. Kadın büyücü, yılan tozu üstüne yapışsın diye, beyaz bir köpeğe
ölüm döşeğinde yatan hastanın topuklarını yalatır. Beyaz köpekler,
Rüzgar Tanrısı’na ait kutsal Dağlar’ın tepesinde bulunan Ölüler
Ülkesi’nin bekçisidirler.106
Bu
Şans Dağları’nın bazılarında (Dağ Kültü), özellikle Transilvanya’da
Momorod ile Alamás arasındaki dağda, havlamaları sık sık ta uzaklardan
işitilen dört gözlü dişi köpek yaşamaktadır. Eğer bu köpek bir dereden
su içerse, uzun süre yağmur yağar. Sabahleyin bu köpeğin dışkısına basan
bir kimsenin başına talih kuşu konar. Genellikle yavrularından birini,
yeni yavrulamış sıradan bir köpeğin yavruları arasına katar ve böylece
diğer köpeğin yavruları da tıpkı kendi yavruları gibi uğur getiren ve
gözlerinin çevresinde siyah halkalar bulunan kar beyazı birer köpek
oluverir. 107
İndra’nın
bekçi köpeği olan ve bütün köpeklerin anası kabul edilen Saramā ve onun
dört gözlü yavruları, yani Sārameyalar hakkındaki eski Hint efsanesi
ile arasında bir ilişki olabileceği yolunda Wlislocki ‘nin108 bulunduğu
tahmini, Güney Macaristan’da yaşayan göçer Çingenelere ait bir masal da
desteklemektedir.109
Masalda,
bir kavim reisinin kızı bir kont tarafından kaçırılır ve büyük bir
nehrin ortasında bulunan bir mağaraya hapsedilir. Kızın dört gözlü beyaz
bekçi köpeği, onun Çingene sevgilisini sırtına alıp yüzerek nehri
geçer, kontu parçalar ve mağaradaki genç kızı kurtarır. Rigveda’da (X,
109) İndra, dişi köpeği Saramā’yi, ineklerini alıp bir mağaraya gizlemiş
olan haydut Panilerin yanına yollar. Saramā’nin yolda Rasā
Nehri’ni geçmesi gerekmektedir ve nehir, üzerinden bir köpeğin
atlayacağı endişesiyle ona kendi rızasıyla geçit verir. İki
Sārameya’nın, Ölüm Tanrısı Yama’ya ait bekçi köpekleri olduğu ve beyaz
köpeklerin onlara bekçilik yaptığı biçimindeki Çingene tasarımıyla
uyuşmaktadır. Çingenelerin, dört gözlü dişi köpeğin su içmesiyle
yağmurların geldiğine olan inançları, Saramā’nın nehri geçerken
karşılaştığı geçide işaret etmektedir. Köpeğin su içmesiyle yağmurların
gelmesi, bize Pani-Öyküsü’yle büyük benzerlik gösteren
Vala-Efsanesi’nde, İndra’nın mağaradan ardı sıra inekleri ve suları
kurtarmasını anımsatmaktadır. Efsanenin110 bir düzyazı biçiminde,
Panilerden rüşvet olarak süt alan Saramā, yanlarına gelmekteki asıl
amacını onlara söyler ve döndüğünde inekleri bulamadığını iddia eder.
Fakat İndra onu öyle bir döver ki, içmiş olduğu sütü kusar ve İndra’nın
kendisi süt izini takip ederek, Panileri bulur ve inekleri serbest
bırakır.”
106 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 280
107 Wlislocki, Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s.213.
Ayrıca bkz. Sagen und Märchen (Söylenceler ve Masallar), s.15.
108 Wlislocki, a.g.e.
109 Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 56.
110 Bkz. H. Oertel, Journal of the American Oriental Society XIX, s.96.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Köpek insanlar
“Köpek
İnsanların (Çing. Juklanuš; juklo, jukel ‘köpek’ + manuš ‘insan’)
vücutları bir insan vücududur, fakat başları bir köpek başıdır. Sihirbaz
ve cadılar, ‘vaktiyle iyi ve dürüst birer insan olan kendilerini cin
türü birer varlığa dönüştürmüşlerdir’. Gruplar halinde dağlarda yaşar ve Loholičolarla ezeli bir düşmanlık içindedirler.
Onlarla
geceleri ormanlarda gürültülü patırtılı bir kavgaya tutuşurlar. Köpek
İnsanlar insanların iyiliğini ister ve yardımseverdirler. Saç’larının
bir teli bütün hastalıkları iyileştirmektedir. Büyük hazineleri vardır
ve ayrıca Sis Kıralı’nın üç altın elmasını nöbetleşe korurlar. Bir Köpek
İnsan, bir bakirenin vereceği bir öpücükle yeniden bir insan başına
sahip olabilir.111
Köpek
İnsanları temsil eden küçük figürler, Macaristan’daki Çingeneler
tarafından birer büyü fetişi olarak kullanılmıştır.112 İngiltere’deki
Çingeneler Juklanash’ların Umrenler ile akraba hava cinleri olduğuna
inanırlar. Bunlar, insanları ölüm tehlikesi ve diğer tehlikelere karşı
uyarır, ancak yalnızca kışları bu güce sahiptirler."113
111 Wlislocki Volksglaube (Halk İnancı), s.24-26.
112 Wlislocki, Volkglaube (Halk İnancı), s. 105
Wlislocki, Amulette und Zauberapparate der ungar. Zigeuner (Macaristan’daki Çingenelere Ait Nazarlıklar ve Büyü
Yapma Araçları) (Globus c. LIX, Braunschweig 1891, no. 17, s.260). Ayrıca bkz. 2.Resim (E.Resimlerin listesi).
113 Ch. F. Payne, JGLS üçüncü seri 36, s. 111.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Loholico nedir?
“Loholičolar
kötü insanlar olup, Şeytanla bir anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmadaki
sürenin dolmasının ardından ise iğrenç, şehvetli, vücutlarının her yeri
kıllarla kaplı, uzun kulakları ve çöp bacakları olan yaratıklara
dönüştürülüyorlardı. Kolları, bir insanın kolundan iki kat daha uzundur.
Bütün güçleri topuklarındadır. Eğer bir Loholičo’nun topuğundaki kıllar
(Saç) alevden geçirilecek olursa, onu bütün gücü terk eder ve ölür.
Daha
sonra şeytanlar onu yakar ve külünü, şeytanla bir anlaşma imzalamış
olan daha başka adamların üzerine serper ve böylece onları birer
Loholičo’ya dönüştürürler. Loholičoların karıları yoktur, kaçırmış
oldukları genç bakirelerin idrarlarıyla birer
kısrağa dönüştürür ve sonra onlara cinsel ilişki sırasında ölünceye
kadar işkence ederlerdi. –Loholičoların kıralının bir çift kanadı vardır
ve bir yerden başka bir yere rüzgar hızıyla gidebilmektedir. Periler
Kıraliçesi Ana’yla evli olup, kendisiyle olan evliliğinden dokuz
Hastalık Cini dünyaya gelmiştir.
Ancak
Loholičolar, bütün Kešalilerini yiyeceğiz diye onu tehdit ettikten
sonra, Ana bu evliliğe razı olmuştu. Üstelik evlendikten sonra da,
onunla birleşmeşi inatla reddetmişti. Kıral bu emeline ancak, karnı
altın renginde bir kurbağanın tavsiyesine uyarak, onu bir saksağanın
beyniyle uyuttuktan sonra ulaşabilmişti. Hastalık Cinlerinin dokuzuncusu
olan Poreskoro’nun görünüşü onu öylesine korkutmuştu ki, ‘Ana’yla bir
anlaşma yaparak, eğer 99 yaşına (diğer bir rivayete göre 999 yaşına)
basan bütün Kešalileri kendi adamlarına teslim ettiği taktirde, bundan
onu terk edeceğini bildirmişti. Ana razı olmuş ve Loholičolar kıralı onu
sonsuza kadar dek terk etmişti.”
(Wlislocki,
Volksglaube (Halk İnancı), s. 17; 21-24; Wlislocki, Inneres Leben (İç
Dünya), s. 3-6; Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 25,
26)
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Mulo kimdir?
“Asıl
anlamı mulo, ölü demektir (mar - ölmek fiilinin artık kullanılmayan
geçmiş zaman sıfat fiili biçimidir). Daha sonra, geceleri insanları
korkutan bir ölünün ruhu anlamında da kullanılmıştır.117
En
ayrıntılı betimleme, H. V. Wlislocki’nin Balkanlar’daki Çingenelerin
tasarımları üzerine yaptığı çalışmasında bulunmaktadır: ‘Mulo, ölü doğan
bebeklerden türeyen vampire benzer bir yaratıktır. 30 yaşına kadar
büyümekte ve ancak ondan sonra ‘ölüler diyarı’na geri dönmektedir…
Vücudunda kemik yoktur ve her iki elinin orta parmağı eksiktir, çünkü
onları mezarda bırakmak zorundadır. Eski gücüne kavuşması için,
arkadaşları onun bu parmaklarını her yıl kaynatırlar. Mulolar
yükseklerde, dağlarda yaşar ve geceleri çıktıkları sefer sırasında
çaldıkları hazinelere bekçilik eder.’
Bir
söylencede, Mulolar tarafından kaçırılmış olan iki bakire kızın Tatula
tohumu yardımıyla nasıl kurtulduklarından söz edilmektedir.118
Zanko’da, Mulo tökü bir insanın gezgin ruhu anlamındadır ve yaşayan kadınlarla cinsel ilişkiye girebilmektedir.119
Orta
ve Batı Avrupa’daki kavimlerde ise Mulo, yalnızca, geceleri ortaya
çıkan bütün hortlak türlerini göstermek için kullanılan bir terimdir.120
Hatta E.Wittich tarafından aktarılan bir Çingene duasında, Mulo
Teslis’te geçen Kutsal Ruh (devleskoro mulo) yerine kullanılmıştır.121
Yine aynı kişi, Muloların beyaz (parno mulo) ve siyah (kalo mulo)
Mulolar olmak üzere ikiye ayrıldığını ve bunlardan siyah olanların daha
kötü olduğunu aktarmaktadır.122 Mulo inancı, sözlü gelenek açısından çok
fakir olan kavimlerde dahi en yakın zamanlara kadar varlığını
koruyordu. Mulolar hakkında anlatılan sayısız korku hikayeleri, ateş
başında yapılan sohbetlerin vazgeçilmez bir parçasıydı."123
117
Bkz. C. Erdös, La notion de MULO ou “mort-vivant” et le culte des Morts
chez les Tsiganes hongrois (Yaşayan ölü ya da MULO kavramı
ve Macar Çiganlarında Ölüler Kültü), ET’s 5. 1
118 Wlislocki, Volksglaube, s.37.
Ayrıca bkz. Mulo-Märchen Volksdichtungen (Mulo-Halk Masalları) VII, no. 27-29.
119 s.22, 26. Doğu Avrupa’ya ait Lenor-Söylencesi’nin Çingenece aktarımında geçen ölü damat bir mulodur, bkz. Zanko, s.165.
M.Maximoff, JGLS üçüncü seri 32, s.165
Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını), s.104.
120 Bkz. Arnold, Zigeuner (Çingeneler), s.174.
F. de Ville, Tziganes, Témoins des temps (Çiganlar, Tarihin Tanıkları) (1956), s.116.
121 Bilcke in das Leben der Zigeuner (Çingenelerin Yaşamına Bakış), s. 65.
122 JGLS üçüncü seri, 8, b. 104.
123 Bkz. J. Knobloch, Gypsy Tales concerning the mulo (Mulo Hakkında Gypsie Öyküleri), JGLS üçüncü seri, 32, s. 124.
Çingene yazar M.Maximoff’un aktardığı öyküler JGLS üçüncü seri, 28, s.82, 29, s.55.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Müjde
“Çingeneleri
yurtsuzluğa mahkum eden bedduanın uzak bir gelecekte gücünü
kaybedeceğine dair bir müjde, gariptir ki pek az belgelenmiştir. F. De
Ville124 bu tür müjdelerin bulunduğu Aumônier national des tziganes en
France, Peder Fleury S.J., Belçikalı Çingenelerin Balibach’ı ve
Romanichel Kako Chaudy’yi (Sara) kaynak olarak göstermektedir.
Bütün
bu kaynaklara göre, tıpkı Yahudiler gibi Çingeneler de kendilerini
seçilmiş bir halk olarak görürler. Bu halk, günün birinde dünyaya
özgürlük ve kardeşlik üzerine kurulu bir altın çağ getirecektir.
Bedduanın belli bir süreyle sınırlandırılması konusundaki yegane
açıklama, Kako Chaudy’nin Firavun Efsanesi ve Kutsal Aile Efsanesi’ni
anlattığı aktarımda geçer. ‘Deux mille ans d’errance en punition de
notre crime’ (İşlediğimiz suçun cezalandırılmasının üzerinden iki bin
yıl) geçmelidir ve ‘Le pardon viendra après deux mille ans et notre
Faraono, noyé dans la Mer Rouge, ressuscitera et prendra le commandement des nôtres’ (Af iki bin yıl sonra gelecek ve bizim Kızıldeniz’de boğulan firavunumuz tekrar vanlanacak ve başımıza geçecek).
Norveç
Alako Efsanesi’nde, onun Zafer Tanrısı olarak Çingenelere günün birinde
nihai zaferi kazandıracağı ve onları kendi asıl vatanlarına geri
götüreceğinden bahsedilir."
124 F. De Ville, s.70.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Nivasi
“Nivašiler
erkek su cinleri olup, şişkin vücutları, at toynakları, kızıl saçları
ve sakalları vardır.125 İnsanları köprüden aşağıya çeker, onları suda
boğar, ruhlarını çömleklere hapseder ve yalvarıp yakarmalarını
dinleyerek eğlenirler. Nivašiler yalnız kadınlarla cinsel ilişkiye
girerler. Bir Nivaši’ni, uykudayken birlikte olduğu bir Çingene kızı,
bir Kadın Büyücü’ye dönüşüverir. O andan itibaren karnında bir Yılan
besler ve Nivaši tarafından sağaltım sanatının bütün gizlerini öğrenir.
Nivašilerin kendileri, şifalı bitkileri yıldırımlardan almış, onlar ise
bu bitkileri Tüm-Tohumlar-Ağacı’ndan (Ağaç Kültü) çalmışlardır. Su
cinlerinin dişi biçimini ise Nivašiler’in kızları oluşturur. Kendileri
çok güzeldir ve elbise görevi gören gür Saç’larının dışında, yalnız bir
çift kırmızı ayakkabı giyerler. Göllerin dibinde muhteşem saraylarda
yaşarl ve ayanlarına ölümlü insanoğulları alırlar. Bir Nivaši kızının
ilk doğan erkek çocuğunun hiç kemiği yoktur ve doğduktan hemen sonra
yürüyüp yüzebilmektedir. Daha sonra o bir Nivaši olur. Ardından,
Nivaši kızı iki kız çocuğu daha dünyaya getirir. Ancak bunların
kemikleri vardır ve kendileri birer Nivaši oluverirler. Sonra ise, bu
Nivaši kızı kocasıyla birlikte ölmek zorundadır ve Şeytan gelip onu
alır. Erkek Nivašiler yaşlandığında, arkadaşları tarafından yenir. Eğer
genç bir insanoğlu, mehtaplı gecelerde çayırlarda dans eden Nivaši
kızlarından birini Tatula tohumu ile büyüleyip ayağından ayakkabılarını
çıkarmayı başarırsa, sadık bir hayat arkadaşı kazanmış olur. Nivašiler,
Wlislocki’nin126 ayrıntılı betimlemelerinin dışında, sadece Polonya’daki
Çingenelerin inandıkları varlıkların kısa bir listesinde (karşılık
olarak verdiği anlamlar ‘cüce, beberuhi’127 şüphesiz yanlıştır) ve Ch.
F.Paynes’in İngiltere’deki Çingeneler hakkında verdiği bilgilerde yer
almaktadır.128
İngiltere’deki
Çingenelere göre, Nivašiler açık yeşil renkte genç kızlar olup, durgun
suların dibinden su yüzüne çıkarlar. Kendilerini gün ışığında gören bir
kıza şans ve ay ışığında görene ise felaket getirirler. –Wlislocki,
Çingenelerdeki Nivašiler ile Hintliler ve Yunanlar’da görülen beygir
biçimindeki sağaltıcı yaratıklar arasındaki o tuhaf benzerliğin
farkındadır."129
125 Bkz. Büyü fetişi olarak kullanılmak üzere ahşaptan oyulmuş figür; 5’ten 10’a kadar olan resimler.
126 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.31-35.
Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 21-24 (Nivasi Masalları).
127 Zielinski, s.251.
128 Payne, JGLS üçüncü seri 36, s. 110.
129 Wlislocki, Zur Volksglaube (Halk İnancı), s. 57.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Ölüler Ülkesi
“Wlislocki’ye
göre, Orta Avrupa’daki Çingenelerin Ölüler Ülkesi, Rüzgar Dağları’nda
bulunmaktadır (Dağ Kültü).130 Transilvanya’daki Çingenelere göre bir
ölü, ancak vücudu çürüdükten sonra ölüler diyarına doğru yola çıkabilir.
Ruh, bu yolculukta birbirleriyle çarpışan dokuz dağın yanından geçmek
zorundadır.
Ardından
yolunu bir yılan keser ve sonra buz gibi bir rüzgarın estiği on iki
çölden geçilir. Bu sırada ölü, üstündeki elbiseleri ve çarşafı yakarak,
bu soğuk rüzgardan korunmaya çalışır. Bir insanın öte dünyadaki yaşamı,
onun ölümlü dünyadaki yaşamının aynısıdır.131
Hangi
kavimlerde rastlandığına ve ne ölçüde bir bütün oluşturduklarına hiç
değinmeden- M. Block daha başka bilgiler eklemiştir. Ölüler Ülkesi’nin
bir dağın üstünde bulunduğu ve dokuz beyaz Köpek tarafından korunduğu
biçimindeki tasarımı, M. Block herhalde Wlislocki’den devralmıştır. O da
bunu, bir insanın Ölüler Ülkesi’ne yaptığı yolculuğun anlatıldığı bir
masalda betimlemektedir.132
Daha
başka bilgiler ise, M. Block’un kendi araştırmalarına dayanıyor
görünmektedir: İki ay boyunca karanlıkta yapılan bir yolculuğun
ardından, ölünün karşısına çıkan insan eti yiyen kara derili imparatorun
sarayı; üzerinde insanların yaşadığı dünyanın bir ucunda yer alan ve
içinden geçerek ölüler diyarına ulaşılan delik; tıpkı at gibi nallanmış
ve bir arabaya koşulmuş olan iki horoz; Ölüler Ülkesi’ne gidecek olanlar
yolculuğa bu arabayla çıkmak zorundadır.133
Yaşayan
bir insanın, Ölüler Ülkesi’ne yaptığı yolculuğun ele alındığı hayal
ürünü bir betimleme Zanko’da da mevcuttur (Proroe ve İlia).”
130 Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s. 57.
131 Wlislocki, Zur Volkskunde der transilvanischen Zigeuner (Transilvanya’daki Çingenelerin Halkbilimi Üzerine), s.29.
132 A.g.e., s. 31 = Märchen und Sagen (Masallar ve Söylenceler), no. 25
Ayrıca
bkz. Wlislocku’de geçen dokuz dağ ve Transilvanya’daki göçer Çingeneler
arasında yaygın olan, ölüm döşeğinde yatan bir kimseyi beyaz bir köpeğe
yalatmak suretiyle onun ölümünü kolaylaştırma geleneği (Inneres Leben
(İç Dünya), s. 280).
133 Zigeuner (Çingeneler), s. 183.
Ayrıca bkz. Wörterbuch der Mythologie (Mitoloji Sözlüğü), c. IV, İran, s. V. Hund (Köpek).
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Phuvus
“Phuv
‘toprak’ ve manuš ‘insan’ sözcüklerinden oluşmakta. Bunlar, vücudu sık
kıllarla kaplı ufak, çirkin yaratıklar olup yerin altındaki şehir ve
köylerde yaşarlar. Genelde iyi yürekli ve minnettardırlar, ancak
kadınları kaçırmaktan da hoşlanırlar. Yaşamları, kara bir Tavuk’un
yumurtası içinde saklıdır. Eğer yumurta suya atılırsa, Phuvuš ölür ve
bir deprem meydana gelir. Phuvušlar toprağın yüzeyine çıktıklarında ise,
başlarındaki üç sırma Saç teli bir şapkayla örtülmediği sürece görünmez
olur. Phuvušların vücudundan koparılacak bir kılla taşları altında
dönüştürmek mümkündür. Isırgan otu Phuvušlarca kutsal kabul edilir,
çünkü şehirlerine giden yolların girişini gizleyen büyük taşların
etrafını bu otlar sarmaktadır.
Toprağın
yüzeyine çıktıklarında yanlarında bir kırmızı, bir de beyaz yumurta
taşırlar. Kırmızı yumurtayla dokunduklarında, girişi kapayan taş yana
çekilir; beyaz olanı ise bir güneş gibi parlayarak önlerinde yuvarlanır
ve karanlıkta Phuvušlara şehirlerine giden yolu gösterir.134
Phuvušlar
da tıpkı Nivašiler gibi Kadın Büyücüler’in öğretmenidir.135 Phuvušların
ahşaptan yapılmış kaba figürleri birer büyü fetişi olarak
kullanılır.136 Transilvanya ve Polonya’daki Çingeneler’e göre,
Kukuja-Kavmi’nin atası bir Phuvuš’tur. 137 Ch. F. Payne’nin
İngiltere’deki Çingeneler üzerine tuttuğu notlarda, Phuvušlar bir yer
icini ya da cüce olarak betimlenmektedir. Onlara yalnızca, ıssız
bölgelerde tek başına yolculuk eden kimseler rastlayabilmektedir."138
134 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.29-30
Ayrıca bkz. Phuvuš, Märchen Volksdichtungen VII, no. 14-17.
135 Wlislocki, EMU II (1891), s. 33-38.
136 Bkz. 1.Resim (E.Resimlerin Listesi).
137 Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını), s. 181, no. 3.
Zieliński, s. 251 (Şeytan Fuvus).
138 Payne, a.g.e., s. 111 (Purush biçimindeki telaffuz, asıldaki Puvush’un yanlış biçimde okunması sonucu
ortaya çıkmış görünmektedir.)
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Proroe ve İlia
“Zanko
tarafından Kalderašlar hakkında aktarılan bir öyküdeki söylensel
kahramanlardır. Bir çiftçi olan İlia, değirmenden eve dönerken
Şeytan’larla (beńga) karşılaşır. Bunlar kendisiyle alay edip
kışkırtarak, yokluğu sırasında karısının başka bir erkekle birlikte
olduğunu söyler. Karanlıkta evine girince, sözüm ona sofada birlikte
uyuyan o çifti öldürür. Ancak yatak odasında karısını görmesiyle irkilir
ve öğrenir ki, o sıcaklardan dolayı sofada yatmış olan kendi anne
babasını öldürmüştür. Mum ışığında karısıyla birlikte gözyaşı
dökerken pencereyi güvercinler tıklatır ve kanatlarından koparacağı
tüyleri ölülere sürmesini tavsiye ederler. Bunun sonucunda ana babası
tekrar yaşama döner ve Proroe adındaki babası oğluna bir dilekte
bulunmasını söyler. Oğlu, bengaları avlayabilmek için bir mızrak, bir de
yıldırım ister.
Onları
suda, karada ve havada kovalar; ne zaman bir şeytan öldürse, yeryüzünde
bebekler ölü doğar ve yangınlar çıkar. Oğlunun bu çılgınlığına bir son
vermek için Proroe, karısının tavsiyesi üzerine oğlu İlia’nın önce bir
kolunu, sonra da bir bacağını kaybetmesini sağlar. Ne ki İlia’nın bir
gözünü de yitirmesine yol açtıktan sonra, o yine şeytanları kovalamaya
devam der; ama buna rağmen dünya eski dengesine tekrar kavuşur.139
-H.
W. Haussig’in belirttiğine göre, bu söylencenin kökeni Byline’de geçen
Ilja Muromez’e ait eski bir Rus öyküsüne dayanmaktadır. Bu söylence
Alman diline, ta Orta Yüksek Alman Yazınına –Ortnit Söylencesi olarak
girerken, Haussig’e göre Çingeneler bu söylenceyle ancak 19.yüzyılda
tanışmıştır. –Martin Pfeiffer, Proroe ve İlia’nın adlarının Slavca’daki
‘prorok İlija’ya (İlyas Peygamber) dayanabileceğine ve Fransızca kaynakta –k son sesinin yerine –e sesinin aldığına dikkat çekmektedir.
Ancak asıl
kaynağın hangi dil olduğunu belirlemek pek mümkün değilmiş, çünkü (Eski
Slav dillerinin çoğunda –gerek Güney Slavca, gerekse Batı ve Doğu
Slavca’da- peygamber anlamına gelmekteymiş. Cins isim ve özel ismin yan
yana bulunuşu belli ki farklı bir biçimde algılanmış ve bu durum iki
ayrı şahsın ismi olarak yorumlanmış.
Bir
başka öyküde ise Zanko diğer bir İlia’dan söz eder. Bu, yer altı
dünyasından gelmiş ve iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandırmak için
yeryüzünde dolaşıp duran bir hakimdir. O, yedi kayınbiraderinden en
büyüğünün kendisini ziyarete gelmesine, Arafları ve Cennetleri
dolaşmasına izin vermektedir."140
139 Zanko, s. 95-103
140 Zanko, s. 103-110.
Ayrıca bkz. Ölüler Ülkesi
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Ruh göçü
“J.H.Schwicker’e
göre, Macaristan ve Transilvanya’daki Çingeneler, öldükten sonra
dirileceklerine inanmamaktadır. Onların inancına göre, ruh önce bir
kuşun, oradan da bir Çingenenin vücuduna yerleşmektedir.141
İngiltere’deki Çingeneler guguk kuşuna dokunmazlar, çünkü onlara göre o,
yeniden doğuşu gerçekleştirmek için çabalayan bir Çingenenin ruhundan
başka bir şey değildir.142
Ayrıca
G.H. Borrow da, üstelik yalnız İngiltere’deki Çingeneler değil, İspanya
ve Türkiye’deki Çingeneler arasında da, atalarının ruhun
reenkarnasyonuna (yeniden canlanmasına, b.n.) inanmış olduklarına
ilişkin silinmeye yüz tutmuş izlere rastlamıştır.143 Macaristan’daki
Çingenelere ait bazı şarkılar bu durumu desteklemektedir.144 (Koruyucu
Ruh).”
141 Die Zigeuner in Ungram und Siebenbürgen (Macaristan ve Transilvanya’daki Çingeneler), s.149.
142 Payne, s.111
143 G.H.
Borrow, The Zincali or an Account of the Gypsies in Spain (Zincailler
ya da İspanya’daki Gypsielerin Bir Anlatısı) (1841), c. I, s. 221, s.
91.
144 C. Erdös, ET’s 5, s. 1
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Rüzgar Kıralı kimdir?
“Rüzgar
Kıralı, Yer ve Gök’ün beş oğlundan en güçlü olanıdır. En yüksek dağlar
(Dağ Kültü) ona aittir. Bu dağlardan biri de Kedi Dağı’dır. Öldükten
sonra, günahkar insanların ruhları birer kara kediye dönüştürülmüş
olarak bu dağda cezalarını çeker ve ancak ondan sonra Ölüler Ülkesi’ne
girmelerine izin verilir.
Kara
kediler bazen de insanlarla birlikte yaşar ve öyle yaptıklarında da,
insanlar kimi zaman kapılarının önünde parıldayan bir taş buluverirler.
Çingenelerin inancına göre, bu taşın bütün kilitli kapıları açabilme
gücü bulunmaktadır ve dokunduğu bütün materyaller altına
dönüşmektedir.145
Rüzgar
Kıralı, ayrıca yıldırım taşlarının oluşmasını sağlar. Bu taşlar,
kardeşi Güneş Kıralı’na, insanlara şans getirme ve kehanette bulunma
gücü verir. Rüzgar Kıralı ve çocukları, Ateş Kıralı’nın çocuklarını,
yani yıldırımları sık sık önlerine katıp kovalar. Bunlar eve dönüş
yolunu şaşırıp yeryüzüne düşer ve düşer düşmez de taşa dönüşerek,
toprağın ta derinlerine inerler. Dokuz yıl geçtikten sonra tekrar
toprağın yüzeyine çıkar ve kendilerini bulan kişiye şans getirirler.
Eğer o kişi bu taşı Güneş Kıralı’na ait dağlardan birinde bulacak
olursa, bu durumda onu yalnız nazarlık olarak değil, ayrıca kehanet taşı
olarak da kullanabilecektir.”
145 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s.71.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Sara kimdir?
“Efsaneye
göre M.S. 41 yılında Filistin’de, Maria Magdalena ve havarilerden Yakup
ve Yahya’nın anneleri Maria Jacobäa ve Maria Salomäa, dümeni ve yelkeni
olmayan bir gemiyle denize bırakılır. Daha sonra gemi Provence
kıyılarına vurur. Esmer tenli bir Mısırlı olan Sara, havarilerin
annelerine hizmetçi olarak eşlik etmektedir. Kendisi, (1200 yılında
kurulmuş bir kilise olan) Les Saintes-Maries-de-la-Mer Kilisesi’nde
Çingeneler tarafından bir azize olarak görülmektedir.
15.yüzyıldan
bu yana her yıl 24 Mayıs tarihinde ziyarete gelen cemaatten başka,
dinsel alaya katılmak üzere özellikle Fransız Çingeneleri büyük gruplar
halinde akın ederler. İçinde Azize Mariaların kemikleri ve heykelleri
bulunan büyük sandal, çiçeklerle süslü halatların ucunda kulenin
penceresinden aşağı sarkıtılır ve Çingeneler tarafından, vaktiyle bu
küçük kayığın karay vurduğu sahildeki o yere taşınır. Oradan denize
indirilir ve Aix Başpiskoposu denizi kutsar. Çingeneler bir önceki
geceyi, Sara’nın kemikleri ve heykellerinin muhafaza edildiği kilisenin
yer altı mezarlığında sıkışık bir vaziyette geçirirler.
Onun
resmine dokunabilmek ve öpebilmek için çabalarlar. Tıpkı Azize
Mariaları taşıdıkları gibi, 1935 yılından itibaren onu da denizin
kıyısına taşımalarına izin verilir.146
Sara’nın
saygı görmesinin nedeni muhtemelen, tıpkı Firavun Efsanesi ve
Çingeneler ile Kutsal Aile hakkında anlatılan öykülerde olduğu gibi,
onun Mısır’a kadar uzanan o efsanevi kökenine dayanmaktadır. Fakat
belirsiz olan husus, başlangıçta önemsiz bir kişiyken, onun Çingenelerin
azize kabul ettikleri bir şahsiyete ne zaman dönüşmüş olduğudur. Yine
Saintes-Maries-de-la-Mer’de geçen bir başka Sara-Söyleni’ni 1956 yılında
Frans de Ville yayımlamıştır. Bu söylen, Kako Chaudy adında yaşlı bir
Romanichel Çingenesinin, Robert Henry de Waterloo adında bir kişiye
sözlü açıklamada bulunması ve onun da aldığı notları F. De Ville’ye
göstermesi sonucu ortaya çıkmıştır. Buna göre, Hz.İsa’nın doğduğu
yıllarda Rhône Irmağı’nın ağzında metal işleyen ve ticaretle uğraşan
Çingene kavimleri yaşarmış. Bunlar çoktanrılı bir dine inanır ve yılda
bir kez Ishtary’nin (Astarte) heykelini omuzlarına alarak, denizi
kutsaması için sahile taşırlarmış. Bu kavimlerden birinin lideri, mistik
bilgelere sahip olan Sara-la-Kālï’dir. Kendisine vahiy yoluyla, eğer
sahilde görünecek olurlarsa, Hz. İsa’nın ölümü sırasında hazır bulunmuş
olan kadın azizelere yardım etme görevi verilir. Sara, onların büyük
bir sandalın içinde yaklaşmakta olduklarını görür. Deniz kabarır ve
sandal batma tehlikesi geçirir. Sara üstündeki elbiseyi dalgalara
fırlatır, bir sala biner gibi elbisesinin üstüne çıkar ve akıntıya
kapılarak azizelerin yanına kadar sürüklenir ve karaya çıkmalarında
onlara yardımcı olur. Azizeler Sara’yı takdis eder ve Gadje ve Romlar
arasında Hıristiyanlığı yayarlar. Yaşlı Çingenenin sözleri Azize
Sara-la-Kālï’ye her yıl Camargue’de hürmetlerimizi sunarız’ diye son bulur."147
146
Bkz. André Delage, Les Saintes-Maries-de-la-Mer. Des Origines de la
tradition des Saintes à nos jours, ET’s 2, no. 4, s. 3-30, ekinde Fr.
Lang’ın
ayrıntılı kaynakçası, s. 30-36. Arnold, Die Zigeuner (Çingeneler), s.
164 170 J. Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s. 78-80.
147 J. P. Clébert, Das Volk der Zigeuner (Çingene Halkı) (1964), s. 172.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Sis Kıralı kimdir?
“Yerin
ve Göğün beş çocuğundan biri ve Kešalilerin babasıdır. Dağların
tepesindeki gri evinin önünde, üstünde üç altın elma olan bir ağaç
vardır. Köpek İnsanlar, bu ağacın başında sırayla nöbet tutar. Bu
elmalardan ilkine sahip olan insan zengin, ikincisine sahip olan mutlu
(Ay), üçüncüsüne sahip olan da daima sağlıklı olur. Elmalar dalından
koparıldıkça, yerine hep yenileri hep yenileri bitiverir.148
Transilvanya’daki
Çingeneler’e ait bir masala göre, Sis Kıralı’nın sırma saçlı karısı,
sevmesini öğrenmek için günün birinde (aşağıya) insanların yanına iner.
Genç bir delikanlıyla evlenir ve ona yirmi çocuk doğurduktan sonra
dağlara geri döner. Sarışın insanların kökeni işte bu çocuklara
dayanmaktadır.149
Başka
bir masala göre ise, Sis Kıralı’nın dört güzel kızı vardır. Bu
kızlardan biri bir insanoğlu tarafından kaçırılır ve Güneş Kıralı’na
teslim edilir."150
148 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s. 12, 25
149 Wlislocki, Sagen und Märchen (Söylenceler ve Masallar), no. 2
150 a.g.e., no. 8.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Şeytan kimdir?
“Bütün kavimlerin bilinen beńg,
çoğul beńga adı, Grierson tarafından Skt. Vyańga ‘sakat’ sözcüğünden
türetilmiş 152, Turner tarafından ise ‘kurbağa; benekli’ anlamına gelen
Yeni Hintçe sözcüklerle (Hindu bĕg, Bengalce vyān, ben vb. < Skt.
Vyanga) ilişkilendirilmiştir.153
Paspati,
Çingenelerin Aziz Michael’e ait Hıristiyanlık resimlerinde, şeytanın
bir ejderha biçiminde tasvir edildiğini gördükten sonra, şeytanı kurbağa
anlamına gelen sözcükle adlandırmış olabileceklerini tahmin eder.154
Dravidce’de Tanrı, şeytan ve cin yerine kullanılan sözcüklerle arasında
bir ilişki olması daha olasıdır. Ses benzerliği ve Bhil diline (Yer ve
Gök) olan yakınlığından ötürü Gondi dilindeki pēn, çoğul pēnk Tanrı
sözcüğü dikkat çekmektedir. Ayrıca bkz. ‘Tanrı, ruh’ anlamına gelen Kui
dilindeki pēnu, çoğul pēnga ve venu, çoğul vēnga çeşitlemesine, Çingene
sözcüğünün anlamı için bkz. Tami dilindeki pēy ‘şeytan, cüce cin’,
Malayların dilindeki pēna ‘cin, hayalet’ vb.155
Munda
dilindeki (Santali vb.) bonga ‘put, kötü cin) ile arasındaki bir ilişki
olabileceği yolunda H.J.Pinnow’un tahmini daha az olasıdır, çünkü
akraba dillerden gelen bütün sözcüklerde (Hintçe’nin dışındaki
austro-asya dillerinde de) e yerine o bulunmaktadır.156
Zanko’ya
göre, Çingenelerin şeytanı Hıristiyanların Şeytanı kadar kötü değildir.
Hatta o, Tanrı7nın yoldaşıdır ve tıpkı onun gibi topraktan
yaratılmıştır.157
Ormanda
yaşar ve geceleri insanları korkutur.158 Sık sık Tanrı ile iddiaya
tutuşur, fakat daha başta insanoğlunun yaratılışında olduğu gibi, hep
yenilir (Dünyanın Yaratılışı…) K.Otter, Viyana’daki Çingenelrin melek
benzeri bir varlık olan ‘iyi şeytan’ (‘lascho’, yani lačo beng) ile
‘kötü şeytan’ yani gerçek şeytan diye bir ayrıma gittiklerinden söz
eder.159
Sözlü
gelenek açısından fakir sayılan Batı ve Orta Avrupa’daki Çingenelerin
beng tasarımı, halkın Hıristiyanlık anlayışındaki şeytan tasarımıyla
büyük ölçüde özdeştir."160
152 JGLS eski seri 1, s.118.
153 Comparative Dictionary (Karşılaştırmalı Sözlük) madde no. 12 159.
154 E. G. Paspati, Études sur les Tchingnianés ou Bohemiens de l’empire Ottoman (Osmanlı İmparatorluğu’nda
yaşayan Çingeneler ve Bohemler Üzerine İncelemeler), (1870), s. 169.
Ayrıca bkz. J. Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s. 85.
155 Bkz. T.Borrow ve M. B. Emeneau, A. Dravidian Etymological Dictionary (Dravidce Etimoloji Sözlüğü (1961),
madde no. 3635 ve 4550.
156 Versuch einer historischen Lautlehre der Kharia-Sprache (Kharia Dilinin Tarihsel Sesbilgisi Üzerine Bir Çalışma) (1959), s.116.
157 Zanko, s. 22
158 Zanko, s. 22.
M.Maximoff, JGLS üçüncü seri 10, s. 115.
160 Ayrıca bkz. R. Fr. V. Kittlitz, Die Zigeuner (Çingeneler) (1855), s. 380.
J. Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s.85.
F. de Ville, Tsiganes (Çiganlar) (1956), s. 115.
Petrovic, JGLS üçüncü seri, 16, s. 19 .
Liebich, Die Zigeuner (Çingeneler), s. 32.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Tanrı nedir?
“Tüm
Çingene kavimlerinde, en yüksek varlığı nitelendiren devel ya da del
sözcüklerine rastlanmaktadır. Küçültme ifade eden deloro biçimiyle de
karşımıza çıkan bu sözcük, (‘Tanrı’ anlamına gelen deva’dan türeme) Skt.
Devatã ‘Tanrısallık’ sözcüğüne dayanmaktadır.161
Bir Sırp Çingenenin, sarhoşluk anında Rahip Tihomir Gjorgević’e
ifşa ettiği söylenen162 Tanrı’nın, sözüm ona gizli adı olan Mraden Oro,
m’ro deloro ‘sevgili Tanrım’ sözünden başkaca bir şey olmasa gerek. Bu
sözcük eski Roman dilinde, ‘yeryüzünün üstündeki her şeyi’ (bulutlar,
gök, güneş; elbette Tanrısallığı da) belirtmek için kullanılmaktaydı.
Bugün ise sözcükten daha çok, Hıristiyanlık inancında yer alan Tanrı
anlaşılmaktadır. Tanrısal Baba yerine kullanılan ‘büyük’ ya da ‘yaşlı’
Tanrı anlamındaki baro, yani phuro devel ve Hz.İsa yerine kullanılan
‘küçük’ ya da ‘genç’ Tanrı anlamındaki tikno ya da tarno devel biçiminde
bir ayrıma gidilmektedir.163
Schwicker’e
göre, Macaristan ve Transilvanya’daki Çingeneler, baro devel öldüğünden
yerine Hz.İsa’nın hüküm sürdüğüne inanmaktadır. Daha başka geleneklere
göre ise, baro devel yalnızca görevinden ayrılmış.164 Zanko’da (Bkz. Çingenelerin Mitolojisi) phuro del, sinpetra adıyla karşımıza çıkmaktadır.
Kendisi
vaktiyle dev bir insandı, ancak daha sonra Birinci ve İkinci Dünya’nın
(—>Dünya’nın Yaratılışı…) ve ayrıca ilk insan çiftinin yaratıcısı
oldu. Yoldaşları dört suuntse idi, yani St.Abraham (Aziz İbrahim), St.
Moϊshel (ya da Moϊse) (Aziz Musa), St.Cretchuno (—>Çingene İncili’nde
St. Joseph yerine geçer) (Aziz Yusuf) ve ST. Yacchof (Aziz Yakup), ‘les
grandes ancêtres de touts les hommes (bütün insanların büyük ataları,
çev.)165
Aynı geleneğe göre oğlu, sunto del ‘Kutsal Tanrı’ ya da amaro del ‘Bizim Tanrı’ diye adlandırılmaktadır.166
161 Bkz. Wolf, sözlük madde no. 483.
M.Block, Zigeuner (Çingeneler), s.180.
A.Petrović, JGLS üçüncü seri, 16, s.10; 18, s.122
R.Liebich, Die Zigeuner (Çingeneler), s.30
162 J.Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s.80, kaynak belirtilmemiş.
163 Bkz.J.H.Schwicker, Die Zigeuner in Ungarn und Siebenbürgen (Macaristan ve
Transilvanya’daki Çingeneler) (1883), s.153.
E.Wittich, Blicke in das Leben der Zigeuner (Çingenelerin Yaşamına Bakış) (1911),
s.58.
R.Frh. v. Kittlitz, Die Zigeuner (Çingeneler) (1855), s.739.
164 R.Liebich, a.g.e., s.34.
J.H.Schwicker, a.g.e., s.153.
165 Zanko, s.23, 27, 57-61.
166 Zanko, s.35.
167 Zigeunervolk (Çingene Halkı), s.244.
168 Naturforschung und Hexenglaube (Doga Araştırmaları ve Cadı İnancı), Hamburg 1876,
s.23.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Tatula kimdir?
“Çingene
dilinde pešošeskro; datura stramonium. Wlislocki’ye göre Çingeneler,
her bir parçası çok zehirli olan bu bitkiyi Hindistan’dan diğer
bölgelere yaymıştır.167 Wlislocki ‘Inneres Leben’de (s.75), Çingenelerin
tatuladan imal ettikleri sarhoşluk veren bir maddenin ‘gece alemlerinde
kafaları bin bir çeşit hayal ve şeytanlıkla doldurduğunu’ belirten W.
V. Waldbrühl’den168 de alıntı yapmaktadır.
Tatula
tohumu, kehanet ve hastalık ile cinlerin kovulması konularında önemli
bir işleve sahiptir (bkz Mulo, Nivaši). Ancak esas önemli olan,
tatulanın kökeniyle ilgili söylenin, aynı zamanda Çingenelerin kökeniyle
ilgili bir söylen oluşu, bunun da aslında bir bedduaya dayanmasıdır.
Evlenmek ve bilgeliğini kendilerine miras bırakabileceği çocukları
olmasını isteyen bilge ve iyiliksever bir adam, ancak ve ancak kendisine
asla karşı gelmeyeceğine dair yemin edecek bir kadınla
evlenebileceğini, çünkü bir kez dahi olsa kendisine karşı geldiği
taktirde ‘onu lanetlemek zorunda kalacağını’ söyler.
Güzel
bir bakire bu şartı kabul eder. Uzun yıllar mutlu bir biçimde yaşarlar
ve pek çok çocukları olur. Fakat günün birinde, kadın kocasına karşı
gelir. Bunun üzerine adam karısına şöyle der: Lanet olsun sana.
İnsanların ve hayvanların sakındığı bir bitki olasın ve meyvelerinin
içinde, dünyaya getirdiğin çocukların sayısı kadar çekirdek olsun.
Çocukların tüm dünyayı dolaşıp, seni her yere götürsün. Sen ise onlara
hizmet ve itaat etmek zorunda kalasın.’ Bilge adam kaybolur, kadın
tatulaya dönüşür, ‘bizler ise bu çiftin çocuklarından gelmekteyiz."169
167 Zigeunervolk (Çingene halkı), s. 244.
168 Naturforschung und Hexenglaube (Doğu Araştırmaları ve Cadı İnancı), Hamburg 1876, s. 23).
169 Sagen und Märchen (Söylenceler ve Masallar), s. 340, s. 342 dipnot.
Volksdichtung (Halk yazını), s. 187.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)
Tufan nedir?
“Altın
Çağ olan Birinci Dünya’da insanlar henüz keder, hastalık ve ölüm nedir
bilmezken, bir gün yaşlı bir adam, bir karı kocanın kapısını çalar ve
geceyi geçirecek bir yer ister. Ertesi gün vedalaşırken eve bir balık
bırakır ve evin erkeğine, dokuz gün son geri dönünceye kadar balığı
saklamasını buyurur. Fakat adamın karısı şeytana uyar ve balığı
kızartır. Bunun üzerine kadını bir yıldırım çarpar ve böylece kendisi
dünyada ölen ilk kişi oluverir.
Bu
olayın ardından hiç durmaksızın yağmur yağmaya başlar. Yaşlı adam dokuz
gün sonra geri döndüğünde, adama yeniden evlenmesini, bir gemi inşa
etmesini, içine yeryüzündeki hayvanları doldurmasını ve yanına
bitkilerin tohumlarını da alarak gemiye binmesini söyler. Bir yıl daha
yağmur yağmaya devam eder, sonra sular çekilir. Fakat o günden beri
insanlar artık ölümlüdür ve yaşamlarını sürdürebilmek için ağır bir
biçimde çalışmak zorundadırlar.170 Wlislocki, bu öykü ile eski Hint
Tufan Efsanesi arasındaki benzerliğin farkındadır.171
Bu
efsaneye göre Manu, Vişnu’yu bir balık olarak büyütür ve ona, kendini
ve bütün canlı varlıkların tohumlarını koruması için bir gemi inşa
etmesini buyurur. Tufan Efsanesi’nin çingenelerin sözlü geleneklerindeki
diğer Tufan efsanesi ile örtüşmesi, Zanko tarafından bilinmektedir.172
Bu efsaneye göre, Pharavunureler Tuz denizi’ni geçer ve bu sırada
Firavun’un adamlarının yok oluşu, aynı zamanda Birinci Dünya’nın sonunu
hazırlar. Firavun Efsanesi’nin tuhaf bir Rusça aktarımında, balık motifi
ancak bu kez tanınmayacak kadar kısaltılmış bir biçimde yine karşımıza
çıkmaktadır.173”
170 Wlislocki, Märchen und Sagen (Masallar ve Söylenceler), s.3, s. 4-5.
Ayrıca bkz. Volksglaube (Halk İnancı), s. 47
171 Zigeunervolk (Çingene Halkı), s. 269.
172 Zanko, s.28-35.
173 F.R.Vandercook, JGLS üçüncü seri, 18, s. 111
(Hermann Berger, Çingenelerin Mi
Urmen, Ursitory
“Transilvanya
ve aynı şekilde Macaristan, Polonya, Rusya ve Sırbistan’da yaşayan
Çingenelere göre, Urmenler bir tür cindir. Bunlar olağanüstü güzellikte
bir kadın biçiminde olup, insanların yazgılarını belirler. Ya dağlarda
parıldayan saraylarda ya da şarkı söyleyip dans ederek ağaçların altında
yaşarlar. Bir adamla ilişkiye girdiklerinde, üç Urmen annelerinin
sütünü bir kez içer, sonra hemen yürümeye başlar ve annelerini terk
edip, ağaç kovuklarında ‘büyük bitkilerin’ altında yaşarlar.
Birer
yetişkin olduklarında, kıraliçeleri Maturya’nın sarayına taşınmalarına
izin verilir. Üç Urmen kız kardeşten biri insanların kötülüğünü, diğer
ikisi ise iyiliğini istemektedir. Hiçbir Urmen yediden fazla sevgili
edinemez; yanılıp da bir sevgili daha edinir ve onu himayesi altına
alacak olursa, korkunç bir biçimde ölmek zorunda kalır (Čarana).
Urmenleri
neşelendirmek için, bir çocuk doğduktan sonraki üç gece boyunca büyü
yapılır. Kötü cinlerin Urmenleri rahatsız etmemesi için, anne ve çocuğun
etrafına daire biçiminde bir kanal kazılır ve içine Tatula tohumu
serpilir. Urmenlere ise, kapta bir tür bal karışımı ikram edilir. ‘İyi’
Urmenlerin çocukları ‘arı’ Urmen kalır, ‘kötü’ Urmenlerin çocukları ise
‘yarı’ Urmen olur ve huysuz kadınlar olarak, insanlar gibi yaşar.
Urmenlerin yaşamı, başlarının arkasındaki üç tel sırma saçta
saklıdır.174
İngiltere’deki
Çingeneler, Urmenleri ta 19. yy.’dan itibaren tanımaktadır. Onları ehil
kişilere otlar ve yapraklar aracılığıyla öte dünyadan kehanet ve haber
ulaştıran, görünmez birer ruhsal varlık olarak betimlemişlerdir.175
Zielinski,
Polonya’daki Çingeneler arasında bunların Urma (‘Koruyucu Melek’)
olarak bilindiğini belgelemiştir.176 Çingene kader kadınları, 20.yüzyıl
yazınında, özellikle de Çingene asıllı yazar M.Maximoff’un aynı adı
taşıyan romanı aracılığıyla Ursitory adı altında tanınmışlardır.177
M.Maximoff’un bu yapıtında, bir çocuğun doğumunu izleyen üçüncü gecede,
gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra üç kader kadını ortaya çıkıp, onu
trajik bir yazgının beklediğine dair kehanette bulunurlar. R. W.
Bdernich178 yaptığı bir araştırmada, Wlislocki179 ve İsveç’teki
Kalderašlarda180 kuşaktan kuşağa aktarılan bu tasarımın Rumen halk
inançlarından alındığını kanıtlamıştır.181 Yalnız Wlislocki’de
rastlanılan çok sayıdaki ayrıntı, Urmenler’le, kendileriyle akraba olan
ve aynı zamanda da gerçekten Çingene kökenli olan Kešalialar (Kešali)
arasında yakın bir ilişki bulunduğuna işaret etmektedir. Gariptir ki,
Brednich tarafından sayılan ve değişik lehçelerde geçen çok sayıdaki
sözcük (Ursitory, Ursitele, Urditele, Osatorele, Ursoi, Ursoni vb.)182
arasında, Wlislocki’nin Urme, İngiltere’deki Çingenelerin Uremi
kavramının tam bir karşılığı yoktur. Ancak (s yerine b ile yazılan)
Urbitele çeşitlemesinin bir ara biçim olduğu düşünülebilir.”
174 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.2-11, s. 41 pek çok ayrıntı mevcuttur.
175 Payne, s. 111.
176 Zielinski, s. 251.
177 Les Ursitory, Paris 1946, Almanca, Die Ursitory, Zürich Manesse 1954.
178
Les sources folkloriques du roman tsigane Les Ursitory de Mattéo
Maximoff (Çigan Romanlarındaki Folklorik Kaynaklar), ET’s 9 (1963),
s. 5-16.
179 Volksglaube (Halk İnancı), s. 41 . Ayrıca bkz. Halk yazınındaki 35 ve 36 nolu masallar VII.
180 C.
–H. Tillhagen, JGLS üçüncü seri, 34, s. 8 (Vurzitori). Ayrıca bkz.
‘Gott Vater und das Schiskal’ (Tanrı Baba ve Kader) adlı masal,
Taikon,
Erzählt (Taikon Anlatıyor); Zigeunermärchen und –geschichten (Çingene
Masalları ve Öyküleri), C. –H. Tillhagen tarafından
kaydedilmiştir (1948), s. 115-121
181 Bkz. Wörterbuch der Mythologie (Mitoloji Sözlüğü), “Geburtsfeen” maddesi (Doğuma Yardım Eden Periler), c. II, Slaven. 182 A.g.e., s.
8.
(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)
Yazının Yokluğu...
“Zanko,
Çingenelerin bir yazı diline sahip olmayışlarının nedeninin halk olarak
lanetlenmiş olduklarında aranması gerektiği görüşündedir
(bkz.16.dipnot) Oysa Alako Efsanesi’nde Tanrı’nın elçisi olan
Dundra’nın, Çingenelere ‘gizli yasalarını bildirmek ve bir kitap haline
getirmek” ile görevlendirildiği yazılıdır. Fakat ir Çingenenin
anlattıkları bu uyumsuzluğa ışık tutar. F. De. Ville tarafından
alıntılanan yaşlı bir Çingene olan kako Chaudy (bkz. Sara 2),
Hindistan’dan Kalde’ye yapılan Çingene göçlerinden söz eder. Topraklar
artık Çingeneleri besleyemez olunca büyücülerin emriyle ikiye
bölünürler. Aralarından en cesur olanlar, beraberlerinde Arkhe ve
‘Livres Sacrés’ (Kutsal Kitaplar) ile Hindistan’a döner. Bugün artık
bunların ne olduğu ve ne içerdiklerini kimse bilmemektedir. F. de
Ville’ye göre, bu çözülmesi mümkün olmayan bir sırdır, çünkü bu sırrı
bilebilecek olan kavimlerin en yaşlıları, ancak ölüm döşeğindeyseler
bunu haleflerine söyler, yoksa kimseye söylemezler."183
183 F. de Ville, s. 69-71
(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)
Yer ve Gök nedir?
“Yerin
ve göğün bir zamanlar mutlu bir evlilikleri vardı ve bu
beraberliklerinden beş oğulları Güneş Kıralı (Güneş), Ay Kıralı (Ay),
Ateş Kıralı, Rüzgar Kıralı ve Sis Kıralı oldu. Ancak oğulları
birbirleriyle durmadan kavga ederdi. Ana babaları, bu durum karşısında
birbirlerine yaklaşıp, bir boşluk oluşturdu ve onları bu boşluğun içine
hapsettiler. Ancak oğulları kavga etmeye devam etti ve serbest
kalabilmek için ana babalarını birbirinden ayırmayı kararlaştırdılar.
Hemen
ardından Ateş ve Sis Kıralı babalarına, Füneş ve Ay Kıralı ise
annelerine saldırdı. Fakat onları birbirinden ayırmayı başaran, annesine
saldıran Rüzgar Kıralı oldu. Ana babalarının ayrılmasından sonra,
çocukların hepsi de annelerinin yanında kalmak ve babalarını yalnızca
ziyaret etmek istediklerini belirtti, fakat yer, kendisine saldırmamış
olan yalnız Ateş ve Sis kıralı’nı yanına almak istedi. Diğer üç oğlunu
ise göğe bıraktı…
Ayrılma
anında Güneş, Ay ve Rüzgar Kıralı yerin elbisesine tutundu. Elbisenin
yukarı çekilmiş olan bu kısımlarından ise dağlar oluştu (Dağ Kültü).184
Bu efsanenin izlerine güneş, ay ve rüzgar, karşılaştıkları Çingenenin
aralarından kime selam verdiği konusunda birbirleriyle kavgaya tutuşur.
Çingene ise, eng üçlü olan o olduğu için, rüzgara selam verdiğini
söyler.185 Nitekim efsaneye göre, yeri ve göğü birbirinden ayırmayı
başaran Rüzgar Kıralı olmuştu ve onun oluşturduğu dağlar en yüksek
olanlarıydı.186
‘Tüm
İyiliklerin Anası’ olarak yer, Orta Avrupa’daki Çingenelerce bugün de
çok kutsal kabul edilmektedir. Onlara göre yer ta baştan beri vardı ve
yaratılması gerekmemişti. Zanko’ya göre de en baştan beri vardı da
ondan. Tanrı ile beraberindeki şeytan yaratılmıştı. Dünyanın, bir öküzün
boynuzları üstünde yer aldığı, bu öküzün, bir kulağını ya da boynuzunu
sallayarak depreme neden olduğu ve kafasının tamamını sallaması
sonucunda günün birinde dünyanın yok olacağı yolundaki sözlü gelenek,
yalnız Sırbistan’daki Çingeneler için söz konusudur. Fakat bu geleneğin,
Hint Aborigen Kavimlerinin (Gond ve Bhil)187 ve bir Çingene kavminin
(Kanjar)188 mitolojisinde özdeş bir biçimi vardır.”
184 Wlislocki, Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s. 162. Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 47.
185 Artur ve Albert Schott, Walachische Märchen (Eflak Masalları) (1845), no. 28, s. 285.
186 Liebich, Die Zigeuner (Çingeneler), s. 31. Block, Zigeuner (Çingeneler), s.181
187
Chr. V. Fürer-Haimendorf, The Raj Gonds of Adilabad …, Setumadhava Rao
Bhakti, Among the Gonds of Adilabad (1952), s.95. M.Hermanns, Die
relig-mag Weltanschauung der Primitivstämme Indiens (Hindistan’daki
İlkel Kavimlerin Dinsel-Büyüsel Dünya görüşü), c. I: Die Bhagoria Bhil,
1964, s. 66.
188
Bkz. Crooke in North Indian, Notes and Queries (Crooke’ın Kuzey
Hindistan Gezisi. Notlar ve Araştırmalar), c. IV, 1894/95, s. 198 (bu
konuya Dr. D. Kapp dikkatimi çekmiştir.)
(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)
Yılan kimdir?
“Büyük
Çingene dostu Arşidük Joseph’e göre yılan, Kuzey Almanya’daki
Çingenelerce kutsal bir hayvan olarak kabul edilir ve ondan çekinilir.
Yılanla karşılaşan kişi, uzun ve sağlıklı bir yaşama kavuşur.189
Yeniçağa ait Çingene gelenekleri arasında, gerçek anlamda bir yılan
kültünün varlığı saptanamamıştır, ancak Zanko’ya göre (bkz.
B.Çingenelerin Mitolojisi), Kalderašlar Çingene Kavmi tanrısal yılan
(Sherkano) biçimindeki söylensel varlığı tanımaktadır. Tanrı onu,
insanın (yılanla karşılaştığında) gücünü sınamak amacıyla evrenin
yaratılışı sırasında yaratmıştır. Kalderašlar hâlâ ilkbaharda yılan günü
diye bilinen tanrısal ‘serpent’ gününü kutlar. O, hava şartlarına
hükmeden bir tanrının özelliklerini taşımakta ve yıldırım ve gök
gürültüsünü üretmektedir.190 Kalderašlara ait aşağıdaki öykü de yine
salt söylensel bir özelliğe sahiptir.
Potro
henüz bebekken, annesi Stoika’nın kendisini emzirdiği bir sırada
göğüslerini ısırarak parçalaması üzerine, annesi tarafından, yirmi
yaşına bastığında ‘yüz yaşındaki yılan’ tarafından yutulsun ve karnında
kırk gün geçirsin diye lanetlenir. Yirmi yaşına basmasıyla birlikte,
ormana yılanın yanına gider. Yılan onu ayaklarından başlayarak yutmaya
koyulur ve yalnız başı dışarıda kalır. Kırk gün sonra, ava çıkmış olan
Potro’nun büyükbabası yoldan geçerken onları görür ve yılanın karınını
yararak Potro’yu kurtarır. Çingenelerin mahkemesi (kris), anneyi bir
atın kuyruğuna bağlanarak, ölünceye kadar sürüklenmeye mahkum eder.
Vücudundan geriye bir tek başı kalmasına rağmen, gözleri günümüzde de
sonsuza kadar açıktır. Mahkemenin öngördüğü üzere hak ettiği cezayı
çekerek, geriye yalnız gözleri kalmış ve olan biteni sonuna kadar bizzat
izlemek zorunda kalmıştı.191
Bu
öyküdeki en önemli motifler, Romanya’daki Çingenelere ait bir masalda
açık seçik bir biçimde belirmektedir. Fakir düşmüş bir Ulah asilzadesi.,
açlık çeken çocukları için bir öküz çalar ve bunun karşılığında hizmet
etmek üzere, öküzünü çaldığı adamın emrine bir oğlunu yedi yıllığına
kiraya verir. Eve dönüş yoluna çıkan oğul, ormanda bir yılana rastlar.
Yılanın ağzında dokuz yıldır bir geyik takılı durmaktadır ve
boynuzlarından dolayı geyiği bir türlü yutamamaktadır. Oğul boynuzu
parçalar ve gerçekte büyülenmiş bir prens olan yılan, kendisini bir ipin
ucunda babasının yanına götürmesini ister ve o da ona yüklüce bir ödül
verir.192 Tüm-Tohumlar-Ağacı’nın köklerini ağzında tutan yılan (Ağaç
Kültü) büyük önem taşımaktadır; aynı biçimde Suyolak adındaki devi
kayaya bağlı tutan da, toprağın derinlemesinden (derinlerinden, b.n.)
gelen bir yılandır; bir Nivašiyle birlikte olduktan sonra, karınlarında
kadın Büyücüleri taşıyan yılanlar da önemlidir.”
189 EMU IV (1895), s. 51.
190
Bkz. Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.64 ve W. R. Halliday, JGLS
üçüncü seri, 1, s.178, Zanko, s. 27, 50. Ancak ayrıntılı
bir biçimde anlatılan “Epopée du serpent” (Yılan Destanı) (s 127-160) açıkça görüldüğü gibi bir masaldan kaynaklanmaktadır.
Bkz. Aame-Thompson, The Types of the Folktale (Halk Öyküsü Türleri), no. 303.
191 Sanko, s. 110-114.
192
Constantinescu, Probe di limba si di literatura tiganilor (Bükreş,
1870), s.87, Aichele, Zigeunermärchen (Çingene Masalları),
no. 18.
(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)
Yıldızlar...
“
Güneş Kıralı, sırma saçlı bir kızla evlenir. Ay Kıralı ise sırma saçlı
birini bulamadığından, gümüş renginde saçları olan bir kızla evlenir.
Her iki çiftin de çok sayıda çocukları olur. Sayıları o derece artıp,
artık yer bulmakta zorlandıklarından, herkesin kendi öz çocuklarını
yemesi konusunda bir anlaşmaya varırlar. Füneş kıralı’nın kendi
çocuklarını yemesinin ardından, karısı bu olaydan duyduğu acı ve
kederden ölür. Bunun üzerine Ay Kıralı çocuklarını yemez. Güneş Kıralı
buna çok sinirlenir ve o gün bu gündür, yakalayıp yemek için Ay
Kıralı’nı ve çocuklarını kovalar. Ancak Güneş Kıralı, kendi
çocuklarından üçünü yememiştr, bunlar kızlarının en güzelleridir. Bu
kızlar bazen gündüzleri göklerde uçar ve aşağıdaki insanların üstüne gök
taşları fırlatır. Anne Dünya, oğulları arasındaki bu düşmanlıktan
dolayı duyduğu kızgınlıktan, Ay Kıralı’nın kendisini gündüzleri
görmesini bayaklar. Ay Kıralı’nın hâlâ yeni
çocukları olmaktadır ve bazen de birini aşağıya dünyaya fırlatmaktadır.
Düşen bu çocuklar ise derhal ölür ve birer midyeye dönüşür. Ay
Kıralı’nın bereketini azaltmak için, Čarana kuşu onu gagalar ve her ay
yüzünden ve vücudundan büyükçe bir parça koparır. Ancak koparılan bu
parça hep yeniden yerine gelir.193
Zanko’ya
göre yıldızlar, ölümlü insanların gökyüzüne yansıtılan yaşam
imgeleridir (signe, auréole) Bunlar, yeni bin insan dünyaya gelince gök
yüzünde görünmee başlar, ölünceye de kayıp giderler.”
193 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 67.
Wlislocki, Volkdichtungen(Halk yazını), s. 180
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder