Alexander the Great, Napoleon, Mussolini and Hitler, all suffered from ailurophobia, the fear of cats.
Ailurophobia is a type of specific phobia: the persistent, irrational fear of cats. The name comes from the Greek αἴλουρος (aílouros), "cat" and φόβος (phóbos), "fear". Other names include felinophobia, elurophobia, and cat phobia
From earliest historic times, and doubtless from much further back, the domestic cat has been an emotional symbol
for both nations and individuals; it has been loved and revered as an
incarnation of divinity, or hated and feared as an agent of the powers
of evil—and sometimes, with curious ambivalence, it has typified both
God and Satan.
In Egypt, as is well known, the cat was sacred to Basta,
or Bubastis, the Egyptian Diana, and was, indeed, considered by most of
the populace to be the goddess's incarnation. The genesis of the
consecration, apparently, was this. Egypt was then, as it is now, a
grain-growing country afflicted with rodents and reptiles. The small
Libyan wild-cat was domesticated in order to keep down these destructive
pests. Undoubtedly it had been the totem of prehistoric tribes or
families in Egypt, but now, further to insure its protection, it was
made universally sacred by the priesthood. In time, the cat cult
attained vast popularity. Although officially only a part of the
nation's religion, it became so emphasized that even accidental killing
of a cat was the Egyptian equivalent of mortal sin. That thriller of
English and American childhood, Henty's The Cat of Bubastes,
does not depart materially from fact in presenting the feline cultus.
Cats that died were mummified, some of them elaborately and at enormous
expense, and wealthy families that adhered to the cult often had their
mummified cats carried across the country with ceremony and mourning,
to rest near the temple of Basta. Today cats are not objects of worship
in Egypt, but it is regarded as bad luck to kill, injure, or neglect
them.
In Siam the cat does not have the sacredness of the
white elephant, but the Royal Cat of Siam (commonly though erroneously
called in the United States simply “the Siamese Cat”) does possess a
certain ecclesiastical quality. The King of Siam does not have to love cats any more than the President of the United States has to love
God, but His Majesty, if he is wise and would avoid revolution, keeps a
family of the Royal Cats and shows them due respect, just as a
President, with his eye fixed on the next election, attends the services
of a Protestant church even though his mind during the prayers may
- 168 -
[This is a summary or excerpt from the full text of
the book or article. The full text of the document is available to
subscribers.]
Kedi Fobisi ile Kadın Korkusu İlişkisi
Kedi,
antik Mısır'da Bast veya Bastet adıyla bilinen ve tarihçi Herodot'un
yazılı kaynaklarında yer bularak tanınan Ana Kedi Tanrıça'sıdır. Antik
Mısır'da öbür dünyanın yer yüzündeki sembolü olarak görülen kediler,
aynı zamanda çekinilen varlıklarıyla bir yandan çok büyük saygı
görürlerdi. Mısır Firavunları kendi kedileriyle birlikte gömülmek
isterler hatta kediler firavunların yanından mumyalanarak lahit
mezarlara defnedilirlerdi. İlginç olan ise antik Mısır'da bir Tanrıça
olarak saygı duyulan kediler, aynı zamanda kadınları sembolize etmiştir.
Kedilerin, kadınsı bir varlık olarak görülmesi aynı zamanda anatomik bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kedinin partnerine kur yaptığı esnadaki tavırları ve bir kedinin yürürken ortaya çıkan kalça hareketleri ve bir takım fiziki özellikleri kadınların bazı davranış ve fiziksel hareketlerini andırır. Bu yüzden kedi yürüyüşünden yola çıkılarak moda'da podyuma çıkan mankenlerin ünlü "catwalk" yani "kedi yürüyüşü" bu anatomik özdeşleşmeden gelmektedir. Sigmund Freud'ta rüyalardaki sembollere çeşitli manalar yüklerken kedinin kadını, köpeğin ise erkeği sembolize ettiğini ifade eder.
Kedi, antik Mısır'da Bast veya Bastet adıyla bilinen ve tarihçi Herodot'un yazılı kaynaklarında yer bularak tanınan Ana Kedi Tanrıça'sıdır. Antik Mısır'da öbür dünyanın yer yüzündeki sembolü olarak görülen kediler, aynı zamanda çekinilen varlıklarıyla bir yandan çok büyük saygı görürlerdi. Mısır Firavunları kendi kedileriyle birlikte gömülmek isterler hatta kediler firavunların yanından mumyalanarak lahit mezarlara defnedilirlerdi. İlginç olan ise antik Mısır'da bir Tanrıça olarak saygı duyulan kediler, aynı zamanda kadınları sembolize etmiştir.
Kedilerin, kadınsı bir varlık olarak görülmesi aynı zamanda anatomik bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kedinin partnerine kur yaptığı esnadaki tavırları ve bir kedinin yürürken ortaya çıkan kalça hareketleri ve bir takım fiziki özellikleri kadınların bazı davranış ve fiziksel hareketlerini andırır. Bu yüzden kedi yürüyüşünden yola çıkılarak moda'da podyuma çıkan mankenlerin ünlü "catwalk" yani "kedi yürüyüşü" bu anatomik özdeşleşmeden gelmektedir. Sigmund Freud'ta rüyalardaki sembollere çeşitli manalar yüklerken kedinin kadını, köpeğin ise erkeği sembolize ettiğini ifade eder.
Cinselliğin bastırıldığı toplumlarda baba figürünün kızını kadın gibi davranmak erkeklerin dikkatini çekmekten dolayı cezalandırması ya da çocukluğu boyunca kadın gibi davranmanın iç güdülere ne kadar zararlı olduğunu anlatması o kız çocuğunun beyninde kadın olmanın tehlikeli olduğunu kodlamaktadır. Bu kodlamalarla büyüyen bir kız çocuğu da kadınsı bir varlık olarak gördüğü kediden korkmaktadır. Aynı durum kadınlardan korkan erkeklerde de görülmektedir. Kadınlarla ilgili travmatik ve onlardan korkacağı anlar yaşamış erkekte ileriki yaşlarda mutlaka kediden korkacaktır.
Kedilerin, kadınsı bir varlık olarak görülmesi aynı zamanda anatomik bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kedinin partnerine kur yaptığı esnadaki tavırları ve bir kedinin yürürken ortaya çıkan kalça hareketleri ve bir takım fiziki özellikleri kadınların bazı davranış ve fiziksel hareketlerini andırır. Bu yüzden kedi yürüyüşünden yola çıkılarak moda'da podyuma çıkan mankenlerin ünlü "catwalk" yani "kedi yürüyüşü" bu anatomik özdeşleşmeden gelmektedir. Sigmund Freud'ta rüyalardaki sembollere çeşitli manalar yüklerken kedinin kadını, köpeğin ise erkeği sembolize ettiğini ifade eder.
Kedi, antik Mısır'da Bast veya Bastet adıyla bilinen ve tarihçi Herodot'un yazılı kaynaklarında yer bularak tanınan Ana Kedi Tanrıça'sıdır. Antik Mısır'da öbür dünyanın yer yüzündeki sembolü olarak görülen kediler, aynı zamanda çekinilen varlıklarıyla bir yandan çok büyük saygı görürlerdi. Mısır Firavunları kendi kedileriyle birlikte gömülmek isterler hatta kediler firavunların yanından mumyalanarak lahit mezarlara defnedilirlerdi. İlginç olan ise antik Mısır'da bir Tanrıça olarak saygı duyulan kediler, aynı zamanda kadınları sembolize etmiştir.
Kedilerin, kadınsı bir varlık olarak görülmesi aynı zamanda anatomik bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kedinin partnerine kur yaptığı esnadaki tavırları ve bir kedinin yürürken ortaya çıkan kalça hareketleri ve bir takım fiziki özellikleri kadınların bazı davranış ve fiziksel hareketlerini andırır. Bu yüzden kedi yürüyüşünden yola çıkılarak moda'da podyuma çıkan mankenlerin ünlü "catwalk" yani "kedi yürüyüşü" bu anatomik özdeşleşmeden gelmektedir. Sigmund Freud'ta rüyalardaki sembollere çeşitli manalar yüklerken kedinin kadını, köpeğin ise erkeği sembolize ettiğini ifade eder.
Cinselliğin bastırıldığı toplumlarda baba figürünün kızını kadın gibi davranmak erkeklerin dikkatini çekmekten dolayı cezalandırması ya da çocukluğu boyunca kadın gibi davranmanın iç güdülere ne kadar zararlı olduğunu anlatması o kız çocuğunun beyninde kadın olmanın tehlikeli olduğunu kodlamaktadır. Bu kodlamalarla büyüyen bir kız çocuğu da kadınsı bir varlık olarak gördüğü kediden korkmaktadır. Aynı durum kadınlardan korkan erkeklerde de görülmektedir. Kadınlarla ilgili travmatik ve onlardan korkacağı anlar yaşamış erkekte ileriki yaşlarda mutlaka kediden korkacaktır.
İnsanlık tarihinde köpekten daha çok merak edilen hayvan kedi olmuştur. Günümüzde hala kedi ırklarının tamamı net bir biçimde ortaya çıkarılamadığı gibi evrimsel açıdan bakıldığında doğası gereği evcilleştirilememesinden kaynaklı olarak ekolojik sistemde üst sınıflarda olan bir hayvan olduğu kabul edilmektedir. Kedilerin insanoğluyla tanışması 9500 yıl öncesine gider.
Ailurofobi yani kedi fobisinin, ilk ciddi sebeplerinden biri kişilerin çocukluklarında yaşadığı bir takım travmalarla başlamaktadır. Örnek vermek gerekirse çocukluğunda kedi saldırısına uğrayan insanlarda yıllar içinde kedi fobisi ortaya çıktığı görülmektedir. Ancak kedi fobisine sahip insanlar üzerinde yapılan araştırmalar bu bilinen ezberi bozar niteliktedir. Kedi fobisi taşıyan insanların büyük çoğunluğu çocukluğunda herhangi bir kedi saldırısına maruz kalmadıklarını hatta kedilerden herhangi bir zarar görmediklerini itiraf etmişlerdir. Bu ilginç durum kedi fobisinin bambaşka sebepleri olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu ilginç durum "kadın korkusu" kavramıyla ilişkilendirilmektedir. Kadınlar, çocukluklarında yaşadıkları bazı Freudyen travmalara bağlı olarak karşı cinsle ilişkilerinde hissettikleri tecrübesizlik, korku ve çekingenlik olarak tanımlanan cinsel bir takım sorunlara verilen isme "kadın korkusu" denilmektedir. Ebeveynlerle alakalı olduğu düşünülen bu travmatik durumu kedi fobisiyle birleştirerek açıklayan Sigmund Freud olmuştur.
Sigmund Freud'un "kadın korkusu"na bağlı olarak oluştuğunu düşündüğü "kedi fobisi" ilişkisi üzerine psikolojik tespitleri şu şekildedir:
Cinselliğin bastırıldığı toplumlarda baba figürünün kızını kadın gibi davranmak erkeklerin dikkatini çekmekten dolayı cezalandırması ya da çocukluğu boyunca kadın gibi davranmanın iç güdülere ne kadar zararlı olduğunu anlatması o kız çocuğunun beyninde kadın olmanın tehlikeli olduğunu kodlamaktadır. Bu kodlamalarla büyüyen bir kız çocuğu da kadınsı bir varlık olarak gördüğü kediden korkmaktadır. Aynı durum kadınlardan korkan erkeklerde de görülmektedir. Kadınlarla ilgili travmatik ve onlardan korkacağı anlar yaşamış erkekte ileriki yaşlarda mutlaka kediden korkacaktır.Psikiyatr Prof. Dr. Kerem Doksat kedi fobisinin sadece kişilerin çocukluklarında yaşadıkları travmalara bağlı olmadığını söyleyerek bu rahatsızlığa evrimsel bir boyut kazandırıyor:
Bütün fobilerin aslında evrimsel bir kökeni vardır. Freud'un iddia ettiği gibi sadece çocukluk çağında yaşanan olaylar tek başına bir sebep değildir. Hayvanlara duyulan korku yani zoofobi de en sık rastlanan fobilerden biridir. Özellikle tüylü, dişli ve kuyruklu hayvanlara olan fobi çok yaygındır. Niçin böyledir, derseniz, nesiller boyu bütün memelileri en çok onlar öldürmüştür de ondan. İşin arkaik yani evrimin ilk zamanlarından beri genlerimize işleyen bir tarafı var. Biz doğuştan korkulara karşı kodlu doğuyoruz.
Ama Doksat, Freud'a hak verdiği noktaların altını şu şekilde çiziyor:
Fobinin ortaya çıkış şekli, kişiden kişiye değişebiliyor elbette. Bazı insanlarda özellikle çocukluk çağında yaşanan travmalar, yetiştirilme, genetik kodları aktif hale getirip büyütüyor. Freudyen yaklaşımda, özellikle ebeveynlerden biri veya ikisi ürkütücü ise çocuk ondan çok çektiyse, bu öfke ve korku bastırılıyor ve sembolik bir hayvana dönüştürülüyor. Bazı insanlar bunu özellikle kedilerde sembolleştirir. Bu tür vakalar iyi incelendiğinde kedi korkusu olarak dışa vuran korkunun aslında özellikle baba ile sorun yaşayanlarda ortaya çıktığı görülür.
Kediler Orion yıldızından geldiler... Kedi ırkı asırlar önce insanlara yardım etmek üzere dünyaya gelmiştir. Ailelerin pek çoğu kendilerini evdeki kedilerine bakıyor zanneder ama aslında kediler onlara bakmakta ve korumaktadırlar... Diana Cooper
Kaynakça
ATALAY, Ö. (2004). Kedi ve Köpeklerin Bazı Davranış Problemleri ve Sağaltım Seçenekleri. Erciyes Üni. Vet. Fak. Dergisi I (2). ss. 147-153, s. 149.
Sarıbaş, Ş. (25.09.2005). Kedilerden korkmak şımarıklık değil, Bunun tıpta bir adı var: Ailurofobi. Hürriyet Gazetesi Pazar.
Derleme : Yavuz Tellioğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder