11 Haziran 2017 Pazar

C E N N E T




7 Chakras, 7 Seals, 7 Sins, 7 Virtues..
The 7 Deadly Sins: Pride, Greed, Lust, Envy, Gluttony, Wrath and Sloth.
The 7 Heavenly Virtues: Chastity, Abstinence, Liberality, Diligence, Patience, Kindness, Humility.

Cehennemin yedi kapısı vardır.




              KURAN'I KERİM TEFSİRİ (ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)

      44 -Onun, o cehennemin yedi kapısı vardır. Yani gireceklerin çokluğundan dolayı yedi giriş kapısı veyahut azgınlığın çeşit ve derecelerine göre, önce Cehennem, sonra Lezzâ, sonra Hutame, sonra Sa'îr, sonra Sekar, sonra Cehîm, sonra Hâviye isminde yedi tabakası vardır. Her kapı için, onlardan (o azgınlardan) bir grup ayrılmıştır. Ebu's-Suûd Tefsiri'nde deniliyor k: "Muhtemelen yedi kapı ile sınırlanması, helak eden şeylerin beş duyu ile hissedilen şeylerle şehvet ve öfke kuvvetlerini gereğine mahsus olmasındandır." Bununla beraber bunda diğer bir ihtimal vardır ki, şeriat dili açısından akla daha uygundur. Çünkü cehennem kapılarının yedi olması ile cennet kapılarının sekiz olması arasında apaçık bir ilişki vardır. Bundan dolayı denebilir ki, bu kapıların mükellef organlarla ilgili olması düşünülür.
Bilindiği gibi insanın mükellef organları sekiz tanedir: Kalb, dil, kulak, göz, el, ayak, ağız, cinsel organ. Bunların yedisi açık, birisi gizlidir ki, o da kalbdir. Doğrudan doğruya Allah'a bakan kalp kapısı açık olursa, bu sekiz organın her biri Allah'ın emri üzere hareket ederek cennete birer giriş kapısı olabilir. Ve bu şekilde cennete sekiz kapıdan girilir. Fakat içte ruh körlenmiş, kalb kapısı kapanmış bulunursa dıştaki yedi organın her biri cehenneme açılmış birer giriş kapısı olurlar. İşte cennet kapıları sekiz olduğu halde, cehennem kapılarının her birine ayrılmış bir grup olmak üzere yedi olması, Allah daha iyi bilir ki bu hikmetten dolayıdır. "Ve ona ruhumdan üflediğim zaman..." (Hıcr, 15/29) ifadesinin şerefine nail olmakla iman ve marifet kapısı olan kalb, cehenneme kapalıdır. Ondan yalnız cennete girilir, Allah'a erişilir. Kalbi açık olan kimse şeytana uymaz, Allah'ı inkâr etmekten ve O'na isyan etmekten sakınır. Onun için:
    
      45-48- Şüphesiz takva sahipleri, şeytana uymaktan sakınan, küfr ve isyandan korunanlar cennnetlerde ve pınar başlarında yerleşeceklerdir. Ey takva sahipleri! Oraya emniyet ve tam selametle giriniz! Yani ey insanlar, ey Muhammed ümmeti! İblis'e tabi olmaktan sakınınız, Allah'ın koruması altında, tevhid ve İslâm dinine, Allah'ın Resulüne uyunuz, kalbinizden kin ve hileyi çıkarıp takva sahibi olunuz da, takva sahiplerinin yeri olan o cennetlere ve pınarlara emniyetler içinde, güle güle, selâmetle giriniz. O cennetler ve pınarlar her yönden korunmuş, güvenli ve sağlıklı bir selamet yurdudur. Ona dışardan tecavüz olunamayacağı gibi, biz onların, O cennetler ve pınarlardaki takva sahiplerinin göğüslerindeki ilişikleri ve kinleri söküp attık. Cennet ehlinin gönüllerinde kin ve hile kalmaz, fena niyet ve kin durmaz. Yani İslâm takvasının şiârından birisi de kin tutmamaktır. Allah takvalı kalblerde kin bırakmaz. Geçmişte kin varsa onu siler. Çünkü Hz. Ali'den nakledilmiştir ki, o şöyle demiş: "Ümit ederim ki Osman ve Talha ve Zübeyr ile ben bunlardan olayım". "Allah onların hepsinden razı olsun." Öyle ki hepsi kardeşler olarak karşılıklı tahtlar, karşılıklı köşkler üzerinde muhabbet ederler. Yani hiçbiri diğerine sırtını dönmeksizin yüz yüze sevişe sevişe yaşarlar. Orada onlara hiçbir yorgunluk gelmez. Her ne isterlerse zahmetsiz, sıkıntısız hemen meydana gelir hem onlar, oradan çıkarılmayacaklardır. Sonsuza kadar orada ebedî kalacaklardır. 


.


Cennet Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti
Cennetin İsimleri ve Tabakaları
Cennetin Tasviri
En Büyük Zevk: Cennette Allah'ın Görülmesi
Cennet Hayatı
Cennet Nimetleri
Cennette Cinsî Zevkler
Amaç, Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil; Allah'ın Rızasıdır
Cennetlikler
Cehennem Korkusu - Cennet Ümidi (Allah ile İlişkilerimizde Denge)
Cennet Ucuz Değil!


"İman edip sâlih amel işleyenler için, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildiği vakit, 'bu, bundan önce dünyada bize verilenlerdendir' derler. Ve bu rızık onlara bazı yönlerden dünyadakine benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacaklar." (2/Bakara, 25)


Cennet Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti

Cennet, "örtmek, gizlemek" anlamındaki "cenn" kökünden isim olup "bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe, yeşillikleri bol, sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren bağlık, bahçe" manasına gelir. Peygamberlerin davetine uyarak iman edip dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve mutluluk beldesidir. Ahiret hayatında mü'minlerin ebedî saadet ve nimetler yurdu olan yerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, genel görünümüyle dünya bahçelerine benzemesi veya eşsiz nimetlerini insan idrakinden gizlemiş olması şeklinde açıklanmıştır. Çoğulu cinân ve cennât'tır.



Cennetin İsimleri ve Tabakaları

Cennet kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de 147 defa geçmektedir. İslâm literatüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri ve cennet tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
1- Cennet: Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üzere Kur'an'da, çeşitli hadislerde ve diğer İslamî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Kur'an'da 147 yerde geçmektedir. İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki ayette çoğul şekliyle de (cennât) yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil; tamamının adı olduğunu gösterir.
2- Cennetü'n-Naîm: 13 ayette geçmektedir. Arapça'da "refah, huzur, mutlu hayat" anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk veren maddî ve manevî bütün güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm; mutluluklarla dolu cennetler manasına gelir. "Beni cennetü'n-naîmin vârislerinden kıl" (26/Şuarâ, 85)
3- Adn cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet edilen yer demek olan adn, 11 ayette kullanılmıştır. Adn'in, cennetin belli bir bölümünün adı olduğu veya çoğul şeklinde kullanılışına bakarak onun tamamını ifade eden bir isim olduğu anlaşılır. "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlukatın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan O'na saygı gösterenler içindir." (98/Beyyine, 7-8)
4- Firdevs: Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına gelir. İki ayette geçer. Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi, onun ortası, en yüksek ve en değerli bölgesinin özel adı da olabilir. "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs cennetleri vardır." (18/Kehf, 107)
5- Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilave (ziyade) yapılacağını ifade eden Yunus 26. ayetindeki hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Ayetteki "ziyade"den maksat da, cennette Allah'ı görme şerefine nail olmaktır. "Güzel davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de ziyade/fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır." (10/Yûnus, 26)
6- Dârüs's-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden oluşan bu terkip, iki ayette cennetin adı veya tabakası olarak zikredilmiştir. Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette bulunabileceği, sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu anlaşılır. "Halbuki Allah, Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidayet buyurur." (10/Yûnus, 25)
7- Dârü'l-Mukame: Asıl durulacak yer, ebedî ikamet edilecek yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah'a hamd ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir olmalıdır. "O (Rab) ki lütfuyla bizi Dârü'l-Mukameye / asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecektir." (35/Fâtır, 35)
8- Cennetü'l-Me'vâ: "İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ cennetleri vardır." (32/Secde, 19)
Bu isimlerin dışında, "ev, konak, şehir, ülke" anlamlarına gelen "dâr" kelimesi, Kur'an'da dâru'l-huld (ebediyet / sonsuzluk yurdu), dâru'l-âhire (âhiret yurdu), âkıbetü'd-dâr, ukbe'd-dâr (dünya yurdunun sonu) terkipleriyle cennet anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'da zikredilen bu isimler, cennetin tabakaları olarak da kabul edilmektedir. Bu tabakalardan her birinde, mü'minlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır. Nitekim Müslim'in Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiği hadiste, Allah yolunda cihad edenlerin, cihadları sebebiyle cennette yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesafe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, cennetteki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teala'nın mücahide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir.
Buhari'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücahidler için cennette yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla şöyle buyurmaktadır: "Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin. Çünkü Firdevs, cennetin ortası ve cennetin en yükseğidir. Firdevs'ten cennet nehirleri doğar." (Buhâri, Cihad 4)
Bütün bu ayet ve hadislerden cennetin birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs cenneti, mertebece en yüksek olan cennet tabakasıdır.


Cennetin Tasviri

Dinler tarihine dair araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde ölüm sonrası hesaplaşmanın, ceza veya mükâfatın varlığının kabul edildiğini göstermiştir. Genel olarak İslâm âlimlerinin cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş, onun mahiyetinin bilinemeyeceği şeklindedir. Çünkü mü'min kullar için ahiret hayatında hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse tarafından tahayyül edilemeyeceğini ifade eden ayetten (32/Secde, 17) başka, kudsi hadis olarak rivayet edilen meşhur metin de bu hususu açıkça belirtmektedir: "Ben, sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım." (Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 2-5) Dünya hayatında beş duyu ve akıl alanlarındaki idrakler, tabiat şartlarıyla kayıtlı olduğuna göre naslarda geçen tasvirleri aynı şartlar çerçevesinde veya hayal gücüyle değiştirerek algılamak gerekir. Nitekim bazı ayetlerde, cennet ve nimetleriyle ilgili dünya ve ahiret idrakleri arasında benzerliklerin bulunduğu ifade edilmiştir (2/Bakara, 25; 47/Muhammed, 6). İbn Abbas'tan yaygın olarak rivayet edilen "Cennette isimlerden başka dünyayı andıran hiçbir şey yoktur." (Makdisi 1/194) ifadesi, ikisi arasındaki mahiyet farklılığını belirten bir söz olsa gerektir.
Cennetin sekiz kapısının olduğu ilk dönemlerden beri kabul edilegelmiştir. Ancak, cehenneme ait yedi kapının mevcûdiyeti Kur’ân-ı Kerim’de açıkça zikredildiği halde (Hıcr, 44) cennetin sadece kapılarının (ebvâb) bulunduğu ifade edilmiş ve sayıları hakkında herhangi bir işarette bulunulmamıştır. Ancak, bazı hadis-i şeriflerde cennetin sekiz kapısı olduğu belirtilmektedir. Bu hadis rivayetlerinin kapıların genişliği için verdikleri çok uzun mesafelere bakılırsa, cennet kapıları, aynı zamanda onun bölümlerini de ifade etmiş olmalıdır. Nitekim bazı eserler, sekiz cennet kapısının adlarını kaydederken bazı küçük farklarla cennetin isimlerini zikretmişlerdir. Sahih hadislerin belirttiğine göre, bu mekânlara belli amel sahipleri girebilecektir. Mesela, namazlarını dosdoğru kılanlar namaz kapısından, cihada katılanlar cihad kapısından, Allah yolunda infak yapanlar sadaka kapısından, oruç tutanlar da “reyyân” (suya kandıran) kapısından gireceklerdir. Cennet kapılarının cehenneminkinden daha fazla ve cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olması, cennet ehlinin cehennemliklerden çok olacağını gösterir. Nitekim bir hadiste, cennete gireceklerin yerlerini aldıktan sonra orada yine boş yer kalacağı, bunun için Cenab-ı Hakk’ın yeniden bazı nesiller yaratıp cenneti dolduracağı ifade edilmiştir (Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 34)
Cennet, sadece bağ ve bahçelerden ibaret olmayıp bunların yanında kendilerine has maddelerden oluşan nesneleri ve tesisleri de mevcuttur. İman ve salih amel sahibi kimselerin ebediyet âleminde ravzâtü’l-cennâtta (cennetlerin has bahçelerinde) yaşayacaklarını ifade eden ayette (42/Şûrâ, 22) yer alan ve sözlük anlamları bakımından her ikisi de bahçe anlamına gelen ravzât ile cennât kelimelerinden ikincisine “tesis” manasını vermek gerekir. Birçok ayette sâlih mü’minlere vaad edilen cennetin çoğul şekliyle kullanıldığına bakılırsa, birden fazla tesisin bulunduğu ve her mü’mine bir mesken hazırlandığı anlaşılır. Cennetin, göklerin ve yerin “arz”ı/genişliği kadar olduğunu ifade eden ayetlerin (3/Âl-i İmran, 133; Hadid, 21) tefsiri için şu farklı görüşler ileri sürülmüştür: 1- Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade eden bir benzetmedir. Buna göre arz; en, yani genişlik demektir. Bir alanın dar cephesini genellikle onun genişliği oluşturduğuna göre cennetin uzunluğu bu teşbih çerçevesinde çok daha fazla olacaktır. 2- Cennet, dünya hayatında insanoğlu tarafından kavranabilen kâinat kadar değerlidir. 3- Madde âleminin insan idrakine sunuluşu gibi cennet de onun bilgi ve idrakine sunulmuştur. Bu yorumlar içinde en çok tercih edilen, birinci görüştür.
Kur’an-ı Kerim’de cennet için “güzel meskenler” (9/Tevbe, 72; 61/Saff, 12), “üst üste kurulmuş konaklar” (39/Zümer, 20) ve “ev” (66/Tahrim, 11) kavramları kullanılmak suretiyle onun maddî manada eleman ve tesislerden oluştuğu belirtilmiştir. Cennet hayatıyla ilgili bazı tasvirler de bu gerçeği vurgulamaktadır. Naslardan anlaşıldığına göre cennet ehli için çadırlar da kurulacaktır (55/Rahman, 72; Müslim, Cennet 23-25). Onlar, Cuma günleri güzel kokular saçan rüzgârların estiği bir çarşıyı dolaşacaklar, bu şekilde zarafetlerine zarafet katacaklardır (Müslim, Cennet 13).
Rahman suresinde, “Rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkmaktan korkan kimseler için iki cennet (cennetân) vardır.” (55/Rahman, 46) denildikten sonra, bu cennetlerin imkânlarından bahsedilmekte, ardından, o iki cennetten başka (veya onların altında) iki cennet daha bulunduğu (55/Rahman, 62) belirtilerek bunların da benzer imkânları tasvir edilmektedir. Müfessirler, bu iki (veya dört) cennet hakkında cin ve insan türlerine verilecek cennetler, iyiliklerin yapılması ve kötülüklerin terkedilmesine karşılık verilecek iki cennet, iman ve salih amel için verilecek cennet ile lutf-ı ilahi olarak fazladan ikram edilecek cennet gibi bazı yorumlar yapmışlardır. Hz. Peygamberimiz bir hadisinde, ahiretteki iki cennetten birinin kapkacak ve madenî eşyasının altından; diğerinin de gümüşten olacağını ifade etmiştir (Buhâri, Tevhid 34, Tefsir 1-2; Müslim, İman 296). Sonuç olarak bir mü’mine birden fazla cennetin veriliş hikmeti tam açık bir şekilde anlaşılmadığı gibi, bunların kaç tane olacağı da bilinmemektedir.
Dünya hayatında mü’minlerin Allah'a itaat ve bağlılıklarının aynı derecede olmadığı bilinmektedir; bunun sonucu olarak ceza ve mükâfat derecelerinin de aynı olmayacağı haber verilmektedir (4/Nisâ, 96; 8/Enfâl, 4). Bununla ilgili bir hadiste, Allah yolunda cihad edenlere hazırlanan cennetin “yüz derece” olduğu ve her derecenin gökle yer arasındaki mesafe kadar birbirinden uzak bulunduğu haber verilmiştir (Buhâri, Cihad 4; Müslim, İmâre 116). Sahip oldukları nimetler açısından farklı mekânlar olduğu anlaşılan bu derecelerin imanın hasletleri (şubeleri) kadar yetmiş küsür olacağı, bu hasletleri kendisinde toplayanların bütün dereceleri elde edeceği de söylenmiştir.
Cennet tasviriyle ilgili hadislerin içinde Firdevs ile Adn’in özel durumları olduğu görülür. Rahman suresinde ayrı ayrı tasvir edilen iki çift cennete bir açıdan açıklık getiren bir hadise göre Firdevs cennetleri dört âdet olup, ikisinin bütün süsleri ve eşyaları altından, ikisinin de gümüştendir; mü’minlerin cemâl-i ilâhi’yi müşahede edecekleri yer ise Adn’dir. Cennetteki dört nehrin fışkıracağı yerin Firdevs olduğu zikredilir (Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet 4).
Kur’an-ı Kerim’de yer alan cennet tasvirleri içinde, kelimenin çoğul olarak kullanıldığı ayetlerin ekserisinde altlarından nehirlerin aktığı ifade edilmiştir. İbn Kayyim’in de belirttiği gibi bu ayetlerde geçen “taht” (alt) zarfı, cennet toprağının görünmeyen alt tabakası demek olmayıp ağaçların, binaların ve benzeri tesislerin zemini ve eteği anlamına gelir. Hadis olarak da nakledilen bazı rivayetlerden faydalanan âlimler, cennetteki nehirlerin nehir yataklarında değil; yüzeyde aktıkları kanaatine varmışlardır. Cennet nehirlerinin mevcudiyetini belirten ayetler, onların mahiyetleri hakkında bilgi vermezken, Muhammed suresi, 15. ayeti farklı bir tasvir yapar. Buna göre cennette içimi bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları ve süzülmüş baldan ırmaklar vardır. Buhari ile Tirmizi’nin birbirini tamamlar mahiyette naklettikleri bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz, Firdevs’in cennetin ortasını ve üst kısmını teşkil ettiğini, dört nehrin de oradan çıktığını haber vermektedir (Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet 4). Burada sözü edilen dört nehir, Muhammed suresinde anlatılan nehirler olmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, bu özel nehirler diğer birçok ayette tekrarlanan genel nehirlerden ayrıdır. Kur’an-ı Kerim’in 108. suresine adını veren ve “çok şey” anlamına gelen Kevser’den ne kastedildiği müfessirler arasında tartışmalı olmakla birlikte, Kevser’in cennetteki bir nehrin adı olduğu öne çıkar. Muhtelif rivayetlerle nakledilen hadislerde Hz. Peygamber, cennette Kevser isminde bir nehrin kendisine verileceğini, bu nehrin iki kenarında inciden yapılmış kubbelerin bulunacağını, akan suyunun da halis misk gibi koku salacağını beyan etmiştir. (İbn Kesir II/400-407) Cenneti tasvir eden bazı ayetler, orada su pınarlarının da bulunduğunu haber verir: “Kötülüklerden korunanlar bahçelerde, gölgelerde ve pınarların başında bulunacaklardır.” (15/Hıcr, 45; 77/Mürselât, 41). Rahman ve Ğâşiye surelerinde, akan pınarlardan söz edilmekte, diğer bazı ayetlerde de cennet ehlinin bu pınarlardan su içeceği haber verilmektedir (Bkz. 55/Rahman, 50, 66;88/ Ğaşiye, 12; 76/İnsan, 6, 18; 83/Mutaffifin, 28).
Sözlük anlamı “bağ, bahçe” olan cennette ağaçların bulunması doğaldır. Çeşitli ayetlerde gölgelerden, dallardan, sarmaş dolaş olmuş koyu yeşilliklerden, meyveleri kolayca toplanabilen ağaçlardan bahsedildiği gibi, özel olarak hurma, nar, reyhan, kiraz, muz gibi ağaç ve bitkilerden de söz edilir. (55/Rahman, 12, 68; 56/Vâkıa, 28-29). Buhâri ile Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber cennette, idmanlı ve hızlı bir binicisinin, gölgesinde yüz yıl koştuğu halde sonuna ulaşamayacağı kadar büyük bir ağacın bulunduğunu ifade etmiştir (Buhâri, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 6-8). Hadisin çeşitli rivayetlerini nakleden ibn Kesir’in Ahmed b. Hanbel’den aktardığı bir rivayette söz konusu ağaç, şeceretü’l-huld olarak adlandırılmıştır. Hadiste zikredilen ağacı, bir ağaç türü olarak anlamak, “yüzyıl”ı da çokluktan kinaye saymak mümkündür. Daha çok halka hitap eden dinî edebî eserlerde söz konusu edilen "tûbâ ağacı"nın mevcudiyeti ise kesin değildir. İman ve güzel amel sahipleri için iyi bir ebediyet hayatının hazırlandığını ifade eden ayet-i kerimedeki "tûbâ" kelimesi (13/Ra'd, 29) sözlükte "iyilik ve güzellik, iyi ve güzel karşılanan her şey" anlamına gelir. Müfessirlerin bu kelimeye verdikleri yedi sekiz kadar manadan biri de tûbâ ağacıdır. Fahreddin Râzi'nin de belirttiği gibi kelimeyi sözlük anlamından çıkarıp dar bir alana tahsis etmek doğru değildir. Bunun yerine "ebedî saadete vesile olan her güzel şey" manası verildiği takdirde bağ, bahçe ve ağaçlar da dahil olmak üzere her imkân kelimenin kapsamına alınmış olur.
Bir hadislerinde Rasülullah (s.a.s.) cennetin gümüş ve altın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refah içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını, ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder. (et-Tâc, c. 5, s. 402)
"Cennet, takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'd olunan, gördüğünüz şu cennettir ki, o, Allah'a yönelen, emirlerine riâyet eden, görmediği halde Rahmân'dan korkan ve Allah'ı taatine yönelmiş bir kalple gelen kimselere aittir." (50/Kaf, 31-33)
"Tevbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayarak cennete, çok merhametli Allah'ın, kullarına gıyaben vaad buyurduğu Adn cennetlerine gireceklerdir. O'nun va'di şüphesiz yerini bulacaktır. Orada boş söz değil; sadece selam duyarlar. Orada sabah akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle cennettir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız." (19/Meryem, 60-63).
"Adn cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı." (20/Tâhâ, 76).
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız cennettir. Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (43/Zuhruf, 71-73)
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve oradaki ipekleri lutfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billur kâselerle, gümüşî beyazlıkta (billur gibi) şeffaf kupalarla dolaşılır ki (cennet sakinleri bunlara dolduracakları cennet şarabını cennetteki insanların iştahları) ölçüsünde tayin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç hizmetçiler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: 'İşte bu, sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer' denir." (76/İnsan, 11-22)



En Büyük Zevk: Cennette Allah'ın Görülmesi

Mü'minler, cennette Allah'ı göreceklerdir; bu, onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "rü'yetullah" denir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "O gün Rablerine bakan ışık saçan yüzler vardır." (75/Kıyâme, 22-23) Rasülullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. O'nu görmekte haksızlığa uğramayacak, izdihama düşmeyeceksiniz." (Buhâri, Mevâkıt 16, 26) Süheyb (r.a.)'in rivâyetine göre peygamberimiz (s.a.s.): "İyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyade (Allah'ı görmek) vardır." (10/Yûnus, 26) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah şöyle buyuracak: 'Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?' Cennetlikler de şöyle derler: 'Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi cennete koymadın mı, bizi cehennemden kurtarmadın mı? (Bunlar yeter)' Rasulullah sözlerine devam ederek: 'Cenab-ı Hak perdeyi kaldırır, cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiçbir şey verilmiş olmaz." (Müslim'in rivayeti, et-Tâc, c. 5, s. 423)
Mü'minlerin Allah Teala'yı cennette görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vuku bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur'an ve sünnette bildirildiği için rüyetullah'a inanırız.



Cennet Hayatı

İnsanın Allah'a imana sarılıp O'na bağlanmasında, en büyük kaygı ve korkusu olan yok olmaktan kurtulma ve Allah'ın kendisine tükenmeyecek bir hayat bahşetmesi ümidinin büyük etkisi vardır. Nitekim insanların kendi kendilerine yetmediklerini ve Allah'a muhtaç olduklarını, Allah'ın dilerse onları yok edip yerlerine başka varlıklar yaratabileceğini ifade eden ayetlerde (Fâtır, 15-16) bu hususa da işaret vardır. Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma ümidi, bütün müslümanlar için hayatın birçok güçlüklerine göğüs germeyi, fedakârlık göstermeyi göze aldıran bir faktör olmuştur. İlk İslam şehidleri Sümeyye - Yâsir ailesinin bu uğurda çektikleri çilelerden günümüz İslam dünyasındaki mücadelelere kadar müslümanların davranışlarında cennet idealinin en önemli etken olduğu şüphesizdir.
İslam dini Allah’ın seçkin kullarına nasıl bir cennet hayatı vaad etmektedir? Bu hayatın konu ile ilgili nasların birleştiği ve önemle vurguladığı iki özelliği vardır: Arzulanan her şey ve ebediyet. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir: “Gönüllerin özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Ve siz orada ebediyen kalacaksınız.” (43/Zuhruf, 71) Dünya hayatında duyu organlarıyla algılanamayan meleklerin insanlara hizmet ettiği, onları koruduğu, Allah yolunda yürüyenler için esenlik dilediği Kur’an’ın çeşitli beyanlarından anlaşılmaktadır. Ahiret âleminde melekler inançlı ve dürüst insanlara görünmeye başlayacaklar ve yeni hayata intibakları sırasında korku ve üzüntüye düşmemelerini telkin ederek onlara şöyle diyeceklerdir: “Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Canlarınız ne isterse, gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün bunlar, merhamet eden ve bağışlayan Allah’ın bir ikramıdır.” (41/Fussılet, 30-32).
Hz. Peygamber, çeşitli münasebetlerle cennetteki sınırsız imkân ve mutluluklardan söz ettiğinde yanında bulunanlar zaman zaman cennette at, deve vb. şeylerin de bulunup bulunmadığını sormuşlar, o da, “Allah sizi cennete koyarsa orada canınızın arzuladığı ve gözünüzün hoşlandığı her şeyi bulursunuz.” şeklinde cevap vermiştir. (Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 11) Hz. Peygamber, cennet hayatının imkân ve nimetlerinin genel anlamda fevkalâde olduğunu belirtmekle birlikte ayrıntılı tasvirlere girmemiştir. Cennet halkının arzu ettiği her şeyin gerçekleşeceği ilkesine karşı, “başkalarına zarar verici, erdemsiz, çelişkili oluşu sebebiyle imkânsız şeyler talep edilirse durum ne olacak?” şeklinde teorik olarak bir itiraz ileri sürülebilirse de, cennete girecek insanlar fizyolojik ve psikolojik kusurlardan arınmış olacaklarından pratikte böyle bir talebin vuku bulmayacağı açıktır.



Cennet Nimetleri

Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde mevcut beyanlara dayanarak cennet nimetlerinin ana özelliklerini şu şekilde tespit etmek mümkündür: 1- Sonsuz lüks ve konfor. 2- Sürekli barış ve huzur. 3- Cennet ehlinin hem bedenî, hem ruhî bakımdan son derece güçlü ve yetenekli olmaları. 4- Manevî tatmin (rızâ). 5- Allah’ı görmek, O’nunla konuşmak. 6- Bütün bunları saran bir ebediyet.
İnsanın irade ve tercihini kullanarak tekâmülünü sürdürebileceği yer dünya hayatıdır ve buradaki manevî tekâmül, iman ve salih amel ölçüsüne bağlanmıştır. Bir bekleyiş merhalesi olan Berzah döneminden sonra başlayacak ahiret hayatında, dünya tekâmüllerini sekteye uğratmayanlar, öyle anlaşılıyor ki, fizyolojik ve psikolojik yönlerden son bir operasyon ve arındırmaya tâbi tutulduktan sonra cennete alınacaklardır. Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamberimiz, kıyamet günü cennet kapısını ilkin kendisinin çalacağını ve ondan önce bu kapının kimseye açılmayacağını söylemiştir. (Müslim, İman 333) Cennete giriş sırasında bütün mü’minler görevli melekler tarafından karşılanacak ve melekler:“Selam olsun sizlere! Saadetler içinde olun, bir daha çıkmamak üzere cennete buyurun!” (39/Zümer, 73) diyeceklerdir.
Buhâri, Müslim ve Tirmizî’nin çeşitli rivayet kanallarından aktardıkları hadislere göre (Buhâri, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 14-22; Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 7) mü’minler dolunay veya parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete girecekler, orada diledikleri gibi yiyip içtikleri halde abdest bozma ihtiyacı hissetmeyecekler, sümkürüp tükürmeyeceklerdir. Aldıkları gıdaların sindirimi hoş kokulu geğirti ve terden başka bir külfet getirmeyecektir. Cennet halkına yorgunluk ve usanç gelmeyeceği için (35/Fâtır, 35) uykuya da ihtiyaç duymayacaklardır. Cennet ehlinin imkânlarını dile getiren bir hadiste onlara şöyle nida edileceği kaydedilir: “Daima sağlıklı olacak, asla hastalanmayacaksınız; sonsuza kadar yaşayacak, hiç ölmeyeceksiniz; her an gençliğinizi koruyacak ve hiçbir zaman ihtiyarlamayacaksınız; sürekli nimetler içinde olacak ve asla güçlükle karşılaşmayacaksınız.” (Müslim, Cennet 22) Konu ile ilgili hadislerin bazı rivayetlerinde cennete girecek erkeklerin ataları Adem’inki gibi bir bünyeye sahip olacakları, hatta 60 arşın boyunda bulunacakları anlatılır. Ayrıca bu erkeklerin daima 33 yaşında olmakla birlikte bıyıkları yeni terlemiş sakalsız gençler görünümü arzedeceklerinden de söz edilir. Kadınların ise çok güzel tenli ve çok değerli elbiselere bürünmüş halde bulunacakları ifade edilir.
Cennet ehlinin ruhî portreleri konusunda en çok vurgulanan özellik, onların gönüllerinde kin ve nefretin bulunmayacağı hususudur. “Gönüllerindeki kini söküp atacağız” (7/A’râf, 43) şeklindeki ifadeler, cennete gireceklerin manevî bir arındırma operasyonuna tâbi tutulacağının delilidir. Yine ilgili ayet ve hadislerin beyanına göre cennette kusursuz bir ahlakî hayat yaşanacak, cennetlikler arasında anlamsız ve gereksiz konuşmalar, suçlamalar olmayacak, tam bir dostluk ve kardeşlik hayatı hüküm sürecektir. (15/Hıcr, 47; 56/Vâkıa, 25; Müslim, Cennet 16-17) Kötülüklerden korunmayı başaranlar meleklerden gelen iltifatlarla cennete girecekleri sırada şöyle diyeceklerdir: “Bize karşı vaadini gerçekleştirip dilediğimiz yerinde yerleşebileceğimiz cennete bizleri vâris kılan Allah'a hamdolsun!” (39/Zümer, 74). Ayetin ifade tarzından, mü’minlerin yerleşim açısından serbestlik içinde olacakları anlaşılmaktadır. Rahman suresinde sözü edilen iki veya dört cennetin bir anlamı da bu olmalıdır.
Cennet meskenlerindeki yaygı, sergi vb. ev eşyasının son derece lüks olması yanında yiyecek ve içeceklerin, ayrıca giysilerin de olağanüstü zevk verici özelliklere, temizlik ve zarafete sahip olacağı muhtelif ayetlerde yer yer ayrıntılı olarak tasvir edilir. Hadislerde belirtildiğine göre cennet ehline ilk verilecek yemek, havyar ziyafetidir (Buhârî, Enbiyâ 1; Müslim, Münâfikıyn 30). Cennette ekmek, et, meyve, tatlı, ayrıca su, süt ve şarap gibi yiyecek ve içecekler mevcut olmakla birlikte, bunların dünyadaki benzerleriyle isimden başka bir münasebetinin bulunmayacağı âlimlerce belirtilir. Nitekim fevkalâde zevk veren cennet şarabı kadehler dolusu içileceği halde sarhoşluk ve rahatsızlık vermeyecektir (37/Saffat, 45-47; 47/Muhammed, 15). Cennet halkının beslenme rejiminde meyvelerin önemli bir yer tuttuğu çeşitli ayetlerin beyanlarından anlaşılmaktadır.
Cennet hayatının nimetlerini dile getiren nasların ayrıntılı anlatımları ve bunların hayal ettirdiği cismanî zevkler, bazı yabancı araştırmacıların eleştirilerine konu olmuştur. Halbuki cennet hayatının nimetleri bu cismanî zevklerden ibaret değildir. Cennet halkı, asıl mutluluğu manevî tatminde bulacak, onlar nefes alıp vermek kadar tabii bir şekilde Allah ile irtibat kuracak, cemalini müşahede ederek O’nunla konuşacaklardır. Aradaki derin mahiyet farkına rağmen uhrevî hayat, dünya hayatına benzer şekilde devam edeceğine göre oradaki konfor da buradaki konforla bir bakıma bağlantılı olacaktır. Deney dünyasından aldığı izlenimler sayesinde idrak gücüne sahip olan insana bu idrakin sınırlarını aşan kavramlarla herhangi bir konuda fikir vermek mümkün değildir. Dünya hayatındaki cismanî zevklerin ruhun yücelişine engel teşkil ettiği genellikle kabul ediliyorsa da bunun uhrevî hayatta da aynı mahiyette olacağı söylenemez. Çok değişik zamanlardaki çok değişik kitlelere hitap eden dinin bu dünya ile paralellik arzeden bu üslubun özendirici ve etkileyici özellikler taşıdığı da bilinen bir gerçektir.

Cennette Cinsî Zevkler

"Gerçekten cennetlik olanlar, o gün eğlenceyle meşguldürler." (36/Yasin, 55)
"O cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin." (55/Rahman, 56)
"Onlar yakut ve mercan gibidirler." (55/Rahman, 58)
"Doğrusu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır. Orada boş ve yalan söz işitmezler. Bunlar Rabbinin katından hesapları karşılığı verilenlerdir." (78/Nebe', 31-36)
"Cennette onlar için işlediklerine karşılık olarak sedefteki inciler gibi hûriler / ceylan gözlüler vardır." (56/Vâkıa, 22-23)
"Biz hûrileri / ceylan gözlüleri (cennetlikler için) yeniden yaratmışızdır. Onları, bâkire, şuh, eşlerine düşkün ve yaşıtları kılmışızdır." (56/Vâkıa, 35-37)
"Ebedî gençliğe erdirilmiş genç hizmetçiler, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve kadehlerle (cennetliklerin) etrafında dolaşırlar." (56/Vâkıa, 17-19)
Cinsiyetin insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir. Kur'an'da vurgulandığı üzere (30/Rûm, 21) karşı cinsler hayatlarını birleştirmekle bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar. Aynı tatminin uhrevî hayatta da devam etmesi tabiidir. Cennet tasviriyle ilgili çeşitli ayet ve hadislere göre cennette hem dünya kadınları hem hûriler bulunacaktır. Ayetlerde geçen "tertemiz zevceler" ifadesi (2/Bakara, 25; 3/Âl-i İmran, 15) hûrilerle birlikte dünya kadınlarını da kapsamına almaktadır. Cennete giriş öncesinde mü'minlere uygulanacak bedenî ve ruhî arındırma operasyonu sonunda, kadınların cinsî hayatlarına olumsuz etki yapan, mutluluklarını bölen fizyolojik ârızaların ve ruhî depresyonların tamamen giderileceği anlaşılmaktadır. Çeşitli ayet ve hadislerde cennet kadınlarının güzelliği, zarafeti ve çekiciliği konusunda canlı tasvirler mevcuttur. Bir rivayette huriler, kendi ayrıcalıklarından söz edecekleri bir sırada cennetteki dünya kadınları, dünya hayatında işledikleri güzel ameller sebebiyle onlardan üstün olduklarını ifade edecekler ve onları susturacaklardır.
Bir erkeğin kaç eşe, özellikle kaç dünya kadınına sahip olacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmesine rağmen, bu konuda sahih rivayet Buhâri ile Müslim'de yer alan hadistir. Buna göre cennetteki her erkeğe "zarif ve şeffaf tenli" iki kadın verilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır (Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14). Kadınların ikisi de hûri veya dünya kadını olabileceği gibi birinin hûri, birinin de dünyalı olması muhtemeldir.
"İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar" anlamına gelen hûrilerin cennet erkekleri için farklı bir yapıya sahip kılınarak yaratıldığı ve "erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaştaş genç kızlar" gibi özelliklerle vasıflandırıldıkları çeşitli ayetlerde görülür. Hûrilerin sayısı hakkında değişik ve doğrulukları sabit olmayan rivayetler mevcuttur. Genel eğilim, her erkeğe dünya hanımlarından iki, hûrilerden ise birkaç tane verileceği yolundadır.
Cennetteki cinsî hayatla ilgili tasvirlerde güzellik, çekicilik vb. faktörler kadınlara nisbet edildiği halde bu tür tasvirlerin sağladığı özendirici sonuç ve avantajların genellikle erkekler için söz konusu edildiği ve kadının âdeta erkeğin zevklerini tatmin eden bir vasıta olarak gösterildiği şeklinde bir itirazın ileri sürülmesi mümkündür. Arap dilinde kadınlı erkekli bir topluluğa hitap edilirken veya onlara yönelik açıklamalar yapılırken müzekker/eril sigaların kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca hemen bütün toplumların sanat ve edebiyatlarında kadın zarafet ve câzibenin odak noktası olarak kabul edilmiş, aşk şiirleri ve diğer sanat alanlarının ana teması kadın olmuş, büyük bir çoğunlukla kadın talep eden değil; talep edilen konumunda bulunmuştur.
Aynı üslup ve yaklaşımın cennetteki cinsî hayatın tasvirinde de hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Kimsenin bekâr kalmayacağı cennet hayatında erkeğe -biri dünya kadını, biri de hûri olmak üzere- en az iki eş verileceği halde kadının birden fazla kocaya sahip bulunmaması da aynı temaya bağlı olmalıdır. Gerçekten dünya hayatında kadın psikolojisi üzerinde sürdürülen çalışmalar, yapılan anket ve araştırmalardan onun monogam olduğu, gönül ve hayal âleminde sadece bir erkeğe yer verdiği anlaşılmıştır. Bu aynı zamanda insan türünün devamını sağlayan ana rahminin korunması, dolayısıyla nesebin tayini ve neslin bekası için de gereklidir.

İslamiyet'te dini kabullenme ve ilahî buyrukları yerine getirme hususundaki sorumluluk ferdî/kişiseldir, kimse diğerinin dinî yükümlülüğünü taşımadığı gibi bunun olumlu veya olumsuz sonuçlarına da muhatap olmaz (35/Fâtır, 18). Ancak iman ve ameliyle cennete girmeye hak kazanmış aile fertleri arasında Allah katında değeri en üstün olanın diğerlerini yanına alabileceği kabul edilmektedir. Dünyada birden fazla erkekle evlenmiş kadının cennette bunlardan hangisinin eşi olacağı meselesi ashabtan itibaren düşünülmüştür. Bâkire olarak ilk evlendiği erkekle veya son kocasıyla bulunacağı şeklinde iki ayrı kanaat yanında, hadis olduğu ileri sürülen iki farklı rivayete dayanılarak huyu daha güzel olanla veya tercih edeceği bir kocasıyla beraber bulunacağı söylenmiştir (İbn Kesir, c. 2, s. 548).

Dünya hayatında meşru evlenmelerle kurulan ailelerin cennette aynen devam etmesi nazarî/teorik olarak mümkün görülmekle birlikte cennete girmeye hak kazanamayanların, birden fazla evliliklerin durumu farklılıklar meydana getirecektir. Bu bakımdan cennetteki aile hayatını dünyadakinin devamı gibi telakki etmek isabetli görünmemektedir. Cennette bulunacak dünyalı kadın ve erkek kesimi arasında evlenme açısından kendiliğinden bir denkliğin oluşması muhtemeldir. Bir hadiste belirtildiğine göre Allah cennet için yeniden bazı nesiller (kadın ve erkekler) yaratacaktır. Kadınlı erkekli eşlerin sayısını tamamlamak ve dengeyi sağlamak için bu yeni nesillerden faydalanılması mümkündür.



Amaç, Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil;

Allah'ın Rızasıdır

Bedenî ihtiyaçları gideren ve cismanî zevkler sağlayan cennet nimetleri aslında cennet sakinleri için amaç değildir. Ulaşılmak istenen asıl hedef Allah rızasıdır. İnsan için bu rızaya nail olmak, Allah'ın kendi katından bedene bahşettiği ruhu (15/Hıcr, 29) yine O'na yöneltmek, O'nu müşahede etmek, O'nunla konuşmaktır. Müslümanlar arasında minnet ve şükran duygularını dile getirmeye vesile olan en samimi ve en yaygın dua ifadesi, "Allah râzı olsun!" cümlesidir. Allah'ın dostları O'na en yakın olan, O'nun rıza ve muhabbetini kazanan, O'nu gönülden sevip rıza ve teslimiyetle en büyük mutluluğa erenlerdir. Cennet ve Allah rızası münasebetini dile getiren bir ayette, "Allah mü'min erkeklerle mü'min kadınlara içlerinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler, Adn bahçelerinde güzel meskenler vaad etti. Allah'ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük saadet budur." (9/Tevbe, 72) denilerek uhrevî saadetin bu manevî unsurunun, maddî içerikli kavramlarla anlatılan diğer bütün nimetlerden daha değerli olduğu açıkça ifade edilmiştir. "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan râzı/hoşnut, O da senden râzı/hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" (89/Fecr, 27-30) Sahih hadislerde belirtildiği gibi bütün mü'minler cennetteki yerlerini aldıktan sonra Cenab-ı Hak kendilerine hitap ederek hallerinden memnun olup olmadıklarını soracak, onlar da son derece memnun olduklarını ifade edeceklerdir. Bunun üzerine Allah, "Size bundan daha değerli bir şey veriyorum: Size rızamı saçıyorum, artık size gazabım bir daha dokunmayacak" diyecektir (Müslim, Cennet 9).
Cennet, (dolayısıyla cehennem ve ahiret hayatı) sadece ruhlar âleminde değil; ruh ve bedenden oluşan, ayrıca bağı bahçesi, nehri, yapısı vb. bulunan bir maddeler ve realiteler dünyasında başlayıp devam edecektir. Sadece Kur'an ayetleri çerçevesinde bile mevcut nasların içerdiği maddî unsurları, manevî ve ruhî anlatımlar veya sembollerle te'vil etmek mümkün değildir. İmam Gazzali, cennet zevklerinin hissî, hayalî ve aklî olmak üzere üçe ayrıldığını ve herkesin kendi kabiliyetine göre bunların tamamından veya bir kısmından faydalanacağını kabul etmiştir. Dünya hayatında özellikle hayalî ve aklî zevklerin kusuru olan kesintiler ahirette bertaraf edilip bu zevkler süreklilik kazandığında son derece câzip olurlar. (1)



Cennetlikler

Kur'an ve sünnette ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i salih işleyen kimseler cennete gireceklerdir. Bu kimseler cennetliktir. Esasen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik cennette gerçekleşir: "Takva sahipleri, elbette cennetlerde ve pınarlardadır. Girin oraya selametle, emin olarak. Biz, o cennetliklerin kalplerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiçbir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller." (15/Hıcr, 45-48)
Kur'an-ı Kerim namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emanete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların cennete gireceklerini bildirmektedir (70/Meâric, 23-29, 33). Ayrıca Cenab-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenlere (13/Ra'd, 20-23), şükredenlere (46/Ahkaf, 15-16), yürekten tevbe edenlere (66/Tahrim, 8); Allah yolunda canını feda eden şehidlere (2/Bakara, 154) ve Allah'a yönelmiş bir kalple idealize olmuş müslümanlara "Allahın ölçüsünde Allah'a yönelenlere" (50/Kaf, 31-34) içinde ebedî kalınacak cennete girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:
"İman edip salih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol cennetlere hidayet buyurur. Bunların, cennette duaları: 'Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz,' sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep selamdır. Dualarının sonu ise; 'bütün hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur' gerçeğidir." (10/Yûnus, 9-10)
"Kim de O'na bir mü'min olarak salih amel işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var. Adn cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle cennetlerde ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır." (20/Tâhâ, 75-76)
İmran b. Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır (S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, c. 9, s. 40). Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar: Bir çok kötülükleri insana para işletir. Çoğu insan para ve mal yüzünden azar. Onun için, veya maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan, bunların cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennete ilk giren bir cemaatin yüzleri ayın on dördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed ümmetinden yetmiş bin kişi hesap ve azap görmeksizin ilk olarak cennete girecektir (S. Buhâri, Tecrid, c. 4, s. 41-43).
Hadislerden öğrendiğimize göre cennete en son girecek kimseye, bu dünyanın iki misli (diğer rivayette on misli) kadar cennet verilecektir (S. Buhâri, Tecrid, c. 2, s. 845). Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü kelime-i tevhid olan kimsenin mükâfatı cennettir (S. Buhari, Tecrid, c. 4,s. 264-275). Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Sadece "Lâ ilâhe illâllah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez; "Muhammedün Rasülullah" sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icap eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar cehennemde ceza gördükten sonra cennete girecektir. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur: "Hiçbir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve rasulü olduğuna şehadet etsin de, Allah ona cehennemi haram etmiş olmasın." (S. Buhâri, Tecrid, c. 4, s. 271)
"Lâilâhe illâllah Muhammeddün rasülullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her insan Allah'ın izniyle mutlaka cennete girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.

Modern hayatın içinde bunalmış, özlediği hayatı sadece düşünüp, hayallerinde yaşayabilen bir insanlık var. Modern hayat huzur ve mutluluk vadetmişti. Ama vermediği gibi huzursuzluğu arttırdı. Bugün insanlık acılar içinde kıvranmaktadır. Beton binalar arasında sıkışmış, gürültülü şehir yaşamının ve hayatın yoğunluğunun ortaya çıkardığı stresin, kirli havayı teneffüs etmenin getirdiği birtakım biyolojik rahatsızlıklar, Allah korkusundan uzak yaşayan insanların sahtekârlıkları, çevirdikleri entrikalar ve işledikleri zulümler hayatı cehenneme çevirdi. Tabiattan ve tabiatından bu kadar uzaklaşan insan sanal/yapay şeylerle kendisini avutuyor. Evindeki akvaryumuyla, birkaç saksısıyla, kafesteki kuşuyla ve vazolara koyduğu birkaç plastik veya gerçek çiçekleriyle kendine yapay bir tabiat oluşturmaya çalışıyor. Sinema ve film dünyası yeterli gelmedi; bilgisayar oyunları ve stimülasyonlarla her şey sanallaştı, oyunlaştı. Fakat bütün bunlar, insanın streslerini atmaya, huzurlu olmasına yetmiyor. Artık hafta sonları bir su başında, birkaç ağacın dibinde geçirilen piknik saatleri de tatmin etmemeye başladı. Tabii ardından geriye özlem, yani nostaljik duygular kendini gösterip insanı avutma ve oyalama görevini üstlendi.
Günümüz insanı, bilim-teknoloji derken, bunları putlaştırdı. Ancak Allah'ın huzurunda elde edilebilen "huzur"u teknolojinin sağlayacağı ümidiyle yıllarca koştu. Yolun sonlarına doğru gelmesine rağmen baktı ki ortalarda cennet olmadığı gibi yaşam eskisinden de kötü oldu. İşte bu insanlardan bazıları "acaba cennet geçtiğimiz yollarda idi de biz mi göremedik? Dönüp bir daha bakalım!" dediler. Kısacası nostalji; cenneti dünyada aramanın şaşkınlığıdır. Fakat insanlar kusura bakmasınlar, cenneti dünyada asla bulamayacaklar. Çünkü dünyada cennet yok; Cennet, ölüm ötesi dünyaya ait bir yerdir.
Cennetle ilgili birçok ayetlerde "altından ırmaklar akan cennetler" ifadeleri geçer. Bugün özellikle zengin insanların yaptırdıkları veya satın aldıkları villaların denize nâzır olanlarının ne kadar pahalı ve değerli olduğunu biliyoruz. Niye değerli? Çünkü balkonuna çıkıp oturduğunuz zaman karşınız deniz. Bakanlara serinlik ve ferahlık veriyor. "Defterleri sağdan verilenler, ne mutlu o sağ ehline! Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, yayılıp uzanmış gölgeler, çağlayarak akan su kenarlarında, bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasındadırlar." (56/Vâkıa, 27-33) Ne kadar güzel bir tatil yeri! Tatil yapanların oradan hiç ayrılmak istemeyecekleri bir yer. Dünyadaki hemen tüm tatil köyleri ve dinlenme kampları genellikle bir su kenarında ve yeşil bir ortamda tesis edilmişlerdir. Allah da buralara uygun ifadelerle cenneti tasvir etmiş. Fakat oradaki tatil yerleri hem ebedî, hem hakiki, hem de insanların akıllarına bile getiremedikleri nimetlerle dolu.


Cehennem Korkusu - Cennet Ümidi (Allah ile İlişkilerimizde Denge)

Kur'an insanlara öğüt verirken onların duygularını dengede tutmaya çalışır. O mü'minlerle kâfirleri, cennetle cehennemi, iyi davranışlarla kötü davranışları, amel defterlerini/karnelerini sağdan alanlarla soldan alanları peşpeşe anlatır. Ne aşırı şekilde tek taraflı ümitlenmek, ne de tek taraflı korkmak, ikisi de hoş olmayan sonuçlara götürür. İnsan, aşırı şekilde sadece ümitlenirse laubali, şımarık olur. Ve bu hal Allah'la ilişkilerinde de görülür. Kulluğu hafife alır, ciddiyetini kaybeder. Bu durum şeytanın insanı Allah ile aldatmasına yol açar. Kur'an'da şeytanın insanı Allah ile aldatmasına dair birçok ayet vardır. Bunlardan biri şudur: "Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi aldatmasın." (35/Fâtır, 5) İnsan bazen günah dolu bir hayat içerisinde yaşarken biri kendisini Allah'tan korkmaya davet edip günahlardan alıkoymaya çalıştığında, hemen Allah'ın çok merhametli ve affedici olduğunu söyleyerek o günahı işlemeye devam eder. Bu, Allah'ı yanlış tanımadır.
Şüphesiz Allah'ın affedici ve çok merhametli olması, hiçbir zaman insanın O'na isyan etmesini, günah işlemesini gerektirmez. İnsanın aşırı şekilde, tek taraflı korkuya kapılması, bu defa insanı ümitsizliğe sevkeder. Ümitsiz yaşamak insanda karamsarlık ve hayata karşı duyarsızlık oluşturur. (2) "Onlar Rablerine, azabından korkarak ve rahmetinden ümitvar olarak dua ederler." (32/Secde, 16) "Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi." (21/Enbiyâ, 90) "O'na korkarak ve umarak dua ediniz." (7/A'râf, 56)

Yalnız dünya için çalışanlar, çalıştıklarının karşılığını bu dünyada alırlar. Ahiret yurduna hazırlık yapanlar ise hem bu dünyada hem de ahirette karşılığını en güzel şekilde alırlar. Kâfire ahirette yakıtı insan ve taş olan cehennem gösterilirken, mü'mine ise köşklerin, suların, çiçeklerin en güzel ve tertemiz eşlerin olduğu cennet vaad ediliyor.

Bu dünyada insanlardan bir kısmı bir villaya, arabaya ve güzel bir kadına sahip olmak için kendilerini her türlü tehlikenin içine atabiliyor. Halbuki bu dünyanın çiçekleri soluyor, sevgililer önce soluyor, sonra ölüyor. Tüm doğanlar ölüyor, yapılanlar yıkılıyor. Gençliğini harcayarak birçok şeye sahip oluyor; tam yaşayacağım dediği anda doktoru ona tuzu-yağı-tatlıyı yasaklıyor ve eşine karşı da iktidarsızlık dönemi başlıyor. Mü'minler kendilerini ahirete göre ayarlarlar. Allah, onlara bu dünyayı da verir. Ama geçici olan bu dünya nimetleri cennette solmadan devam eder.

Geldiğimiz yere dönüyoruz. Yemyeşil bir ülkeden geldik. Yeşillikler üzerindeki fıskiyelerin etrafında yeşil yastıklar, nefis işlemeli döşekler üzerine yaslanmış, sevgililerinden başkasına bakmayan, kendilerine insan ve cin eli değmeyen sevgililerin bulunduğu ülkeden geldik. Bir tanesinin kokusu yeryüzünü dolduracak, parlaklığı güneş ve ayın ışığını solduracak derecede güzel, yakut ve mercan gibi, her an bekâreti yeniden verilen, altın bilezik, yeşil ipekli elbise ve incilerle süslenmiş tomurcuk memeli sevgililerle bezenmiş bir ülkeden geldik. Altından sular akan kat kat köşkler, binası altın ve gümüşten, harcı miskten meydana gelen güzel meskenler, gümüş kaplar, billur kupalar, altın tepsiler ve kadehlerde canların çektiği gözlerin hoşlandığı herşeyin bulunduğu, istenilen et ve meyvelerin bol olduğu, ölümün uğramadığı, gençlik ve güzelliğin solmadığı, sonu misk kokan, mühürlü halis şarabın içildiği, yandıran güneş, donduran soğuğun bilinmediği bir ülkeden indik.
Kin ve yalanın bilinmediği, hiç bir günahın işlenmediği, cinsî iktidarsızlığın ve yorulmanın olmadığı, yenen ve içilenlerin ter halinde çıktığı ve güzel kokular saçtığı bir ülkeden Hz. Adem'le - Hz. Havva validemizle bu imtihan dünyasına indik, eski ve ebedî yurdumuza, ana vatanımıza, baba ocağımıza tekrar dönmek üzere. Cenneti yaratan ve bizi sınav için bu dünyaya indiren Rabbimiz "Rabbinizden olan rahmet ve cennete doğru koşunuz." (Al-i İmran, 133) "İyi şeyler için yarışanlar bunun için yarışsınlar." (Mutaffifin, 26) emriyle kıyamete kadar gelecek insanları uzun bir yarışa başlattı ki, varış noktası dünyada devlet, ahirette cennet. Ödül ise cennet nimetleri ve cemalullah.
Dışını halk, içini Hak için süsleyen muttaki insanlara hazırlanan bu güzellikler yurduna ancak temiz insanlar layık olduğundan bu dünyadan kalbimizi ve kalıbımızı kirlendirmemeye, kirlenen yerlerimizi de temizlemeye çalışmak bizim görevlerimiz arasındadır. Bu dış ve iç temizlik, bazen göz yaşı, bazen alın teri, bazen mürekkep, bazen kanla yapılır. Cennete doğru koşan, bu dünyada terleyecek, tökezleyip günah bataklığına düşerse tekrar kalkıp koşacak, kirlerini göz yaşıyla yıkayıp pişmanlık ateşiyle yakacak. Dünyada pişmanlık ve tevbe ateşiyle günahlarından temizlenmeyen mü'minleri Allah lutfedip affetmezse cehennem ateşiyle temizleyecektir. "Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak için!" (3)
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: Allah'ın Rasülü (s.a.s.) ile beraberdim. Ensar'dan bir sahabi geldi ve Rasûlullah'a selâm verdi. Sonra da sordu: "Yâ Rasûlallah! Mü'minlerin en üstünü hangisidir?" "Onların ahlâkı en güzel olanıdır." "Ya Rasulallah! Mü'minlerin en zekisi hangisidir?" "Onların ölümü en çok hatırlayanı, ölümden sonrası için en güzel bir şekilde ahiret hazırlığı yapanıdır. İşte onlar, en zeki mü'minlerdir." (İbn Mâce Hadis no: 4259)


Cennet Ucuz Değil!

Cennet insanın hayallerine dahi sığmayacak güzellikte yaratılmış. Fakat nefse ağır gelen, nefsini terbiye edememiş, ona esir olmuş insanlara çok zor gelen işlerle kuşatılmıştır. Her nimetin bir külfeti vardır. Külfet nimetin önemine göre değişir. Cennetin etrafını kuşatmış bu zor ve sıkıntılı engelleri aşmak için her şeyden önce kuvvetli bir iman ve bununla birlikte ileri derecede bir sabır gücü olması lâzım.

Cehennemse nefse hoş gelen, insanı cezbeden işlerle kuşatılmıştır. Bütün bu işlere bir ömür boyu direnmek, karşı koymak da çok güçlü bir maneviyatı gerekli kılıyor. Öyle ya insanlar haram-helal, iyi-kötü demeden her türlü lezzeti yaşamaya koyulacaklar, siz de bunları göreceksiniz ve yapmayacaksınız! "Ben sabredersem Rabbim bana cennette daha güzellerini, hem de ebedî olarak verecek" diyeceksiniz. Bu, cennete ne kadar iman ettiğine ve dünya hayatına ne kadar değer verdiğine bağlı bir şey. Hayata damgasını vurmuş büyük insanlara bakın. Hiç birisinin dünyaya gerektiğinden fazla değer verdiklerini göremeyeceksiniz.
Ama bunun yanında bir de hayatı son derece maddîleşmiş, ölmeyecekmiş gibi yaşayan, eğlenmek, yemek, içmek, giyinmekten başka bir derdi olmayan, ne dünün eyvahını, ne de yarının kaygısını çekmeyen insanlara bakalım; insana ait tüm yüce değerlerden yoksun iki ayaklı hayvanlar gibi (hatta daha da aşağı) bir vaziyette ömür tüketiyorlar. Bunlar zevkleri için yaşamaya çalışıyorlar. Basit, geçici, bir müddet sonra insana bıkkınlık veren zevkleri, ahiret zevklerine değişiyorlar. Tabii bunlara ahiretten söylenecek şey şu olabilir: "İnkâr edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara: 'Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi (bütün zevklerinizi) harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azab göreceksiniz' denir." (46/Ahkaf, 20)
Dünya hayatında basit bir eve talip oluyorsunuz. Birkaç yıl "taksitlerini ödeyeceğim" diye boğazınıza kadar her şeyinizden kısıyorsunuz. Yine aynı şekilde evlenmek için bir kıza talip olduğunuzda bir sürü masraf ve sıkıntıya giriyorsunuz. Dünyada bir eve ve bir kıza talip olmak bir sürü maddî ve manevî sıkıntılara girmeyi gerektiriyor da bir cennet köşkü ile hurilere talip olmak niye bazı sıkıntılara girmeyi gerektirmesin? Üniversite mezunu nice insanın branşlarıyla ilgili bir meslek bulamadıkları ve pek de işe yaramayan fakülte diploması için bunca zahmet boşuna imiş dedikleri bir ortamda, yine de bir yüksek okula girebilmek için her yıl milyonu geçen sayıda insanın nasıl sınavlara hazırlandığını biliyoruz. En azından bu kadar olsun çalışmaların, dökülen terlerin ve çekilen sıkıntıların cennet için de olması gerekmez mi?
"Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öyle darlık, zorluk, sıkıntı geldi ve sarsıntıya uğradılar ki Peygamber ve onunla beraber mü'minler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu. Gözünüzü açın! Allah'ın yardımı şüphesiz pek yakındır." (2/Bakara, 214) Rivayete göre bu ayet, Uhud veya Hendek savaşı esnasında nâzil olmuştu. Mü'minler öyle daralmışlardı ki, âdeta ölüp ölüp diriliyorlardı. Sahâbelerden bazıları oldukça tedirgin, "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demeye başlamışlardı. İşte Cenab-ı Hak yukarıdaki ayeti vahyederek adeta "siz yoksa cenneti ucuz mu zannetmiştiniz?" buyuruyor. Allah'ın en salih kulları en çok musibetlere uğratılanlar olduğuna göre, bize ne oluyor da cenneti ucuza kapatmaya çalışıyoruz? (4)
Yukarıdaki ayetin takdiri şudur: "Ey mü'minler, sizler Allah'ın sizi kullukla mükellef tuttuğu her şey ile ibadet etmediğiniz, sizi imtihan ettiği şeylere sabretmediğiniz, kâfirlerin eziyetine, fakirlik ve yoksulluğa, geçim sıkıntısı ve darlıklarına katlanmadığınız, düşmanla savaşın dehşet ve korkunç hallerine göğüs germediğiniz müddetçe, sırf bana iman edip, peygamberimi tasdik etmek suretiyle cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bütün bunlar, sizden önceki mü'minlerin başına gelmiştir." (5)
Ayet, cennete girmeye hazırlanmak için, ezelden beri gelen Allah'ın kanununa yöneltiyor. Cennet ehli olmak için inanç sahiplerinin, inançlarını müdafa etmeleri; o yolda zorluğa, eziyete, şiddete ve ıstıraba katlanmaları; zafer ve mağlubiyet arasında gidip gelerek itikadları üzerine sabit kalmaları; hiçbir şiddetin onları dağıtmaması; hiçbir kuvvetin onları korkutmaması; mihnet ve fitne balyozları altında gevşememeleri ve zafere hak kazanmaları için Allah onlara yön veriyor. Zira o günde, Allah'ın dininin muhafızı onlardır. Kendilerine emanet edilen şeyleri beklemektedirler. O, emaneti korumaya ve müdafaya hazırdırlar. Bu yüzden de emanete müstahak olmuşlardır. Çünkü, onların ruhları korkudan kurtulmuştur. Dünya hayatının hırsından, yükünden, boşluğundan kurtulmuştur... O anda ruhları, olduğu âlemden cennete daha yakındır... Çamurlar âleminden çok yücelerdedirler...
İşte mü'minler, cihad ve imtihandan, sabır ve sebattan, sadece Allah'a sığınıp O'nu düşündükten, Allah'tan başka her şeyi ve herkesi ikinci plana attıktan sonra cenneti hak ederler. Yol budur: İman ve cihad; mihnet ve bela; sabır ve sebat; sadece Allah'a yöneliş... Yardım bundan sonra geliyor. Cennet nimetleri de bundan sonra geliyor... (6)
"Sizden önceki ümmetler, çeşitli belalarla azab olunmuşlardı. Ama bu, onları dinlerinden çevirmemişti. Öyle ki adamın başının ortasından testereyle kesilir, böylece iki parçaya ayrılır; yine adamın etleri ve sinirleri demir taraklarla kemiklerinden ayrılır, ama bu onu dininden çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki, bu iş, mutlaka kemale erecektir. Öyle ki, kervancı Sana ile Hadramut arasında seyahat ederken ancak Allah'tan ve koyunlarına karşı kurttan korkacaktır; başka hiç kimseden korkmayacaktır. Ne var ki sizler, acele ediyorsunuz." (Buhâri, İkrah 1)
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ediyor. Rasülüllah (s.a.s.): "İmtinâ edip kaçınanlar hariç, bütün ümmetim cennete girecektir." 'Kim cennete girmekten kaçınıp ayak diretir?' Dediler. "Kim bana itaat ederse cennete girer, kim âsi olup itaat etmezse o kaçınmış olur demektir!" buyurdular. (Buhâri, İ'tisam 2)
"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun (onun için yarışın!)" (3/Âl-i İmran, 133)
"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez." (32/Secde, 17)
"Ey mutmain ruh! Rabbını razı etmiş ve razı edilmiş / hoşnut olmuş olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına kavuş ve gir cennetime!" (90/Beled, 27-30)






İslam Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 7, s. 374 vd.
Hasan Eker, Ahiret Bilinci, s. 92
Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 109-111
Hasan Eker, A.g.e. s. 90
Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, c. 5, s. 72
Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, c. 1, s. 452


.

According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf


                           Soğuk Cehennem (Zemheri)  

According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf








Allahü teâlâ, şeytana ve diğer kâfirlere azap etmekten âciz değildir. Kâfirlerin azapları hafiflemez, aksine artar. Bu konudaki âyetlerden birkaçının meali şöyledir:
(Kâfirleri, en şiddetli azapla cezalandıracağım.) [Al-i İmran 56]

(Onların azapları hiç hafifletilmez.) [Bekara 86]

(Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti kâfir olarak ölenlerin üzerinedir. Lânette temelli kalırlar, azapları da hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Bekara 161, 162]

(Onların azapları hafifletilmez ve tehir de edilmez.) [Nahl 85]

(Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur.) [Zuhruf 75]

Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki:

"Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak Cehenneme atılarak, azap yapılacaktır." (Amentü şerhi)

Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît: 9, Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)

Cehennemde sadece ateşle azap edilmez. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1- Dondurucu soğukla azap,
2- Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3- Başına topuzlarla vurarak beynini parçalamak,
4- Aç bırakmak,
5- Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6- Vücutları çok büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7- İrinli su içirmek,
8- Gayya kuyusuna atmak,
9- Uçurumlardan yuvarlamak,
10- Zifiri karanlıkta azap,
11- Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12- Azapların her gün katlanarak çoğaltılması ve sonsuza kadar devam etmesi,
13- En büyük azap da, Allahü teâlânın kahır sıfatıyla görülmesidir. Bu azap, diğer Cehennem azaplarından çok daha şiddetli olacaktır.

Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki: Cehennemin bir bölümüne Zemherir (Zemheri) denir. Çok soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir, bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra ateşe atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)

Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i saadet ve Dürret-ül-fahire kitaplarında yazılıdır. Buhârî, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da Zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. Reşahat kitabında da, (Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir) deniyor.

İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Eşbah, Akâm-il-Mercân)

Allahü teâlânın, şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap etmeye elbette gücü yeter. Âciz insanın yaptığı demir testere, demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzemez. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı hâlde, yaratılış maddelerine benzemez. Melekler nurdan yaratılmıştır. Kar ve ateşten yaratılanları da vardır. Mektubat-ı Rabbanî’deki bir hadis-i şerifte, (Meleklerin bir kısmı ateşten ve kardan yaratılmıştır. Bunlar, “Ateşle karı bir arada bulunduran Rabbimizde hiçbir noksanlık yoktur” derler) buyuruldu. (m. 260)

Bu melekler ateş ve kardan yaratıldığı hâlde ateş ve kar değildir.

Cehennem melekleri olan Zebaniler, Cehennemde emrolunan vazifelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Denizin balığa zararlı olmaması gibidir. (Herkese Lazım Olan İman)

Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Ve hüve ala külli şey’in kadir = Onun her şeye gücü yeter) buyuruluyor. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’ın olduğunu elbette bilirsin. O dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir.) [Maide 40]

Cehennem Senede İki Kez Nefes Alır

.


Ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs etti ki, kendisi Ebu Hurayra (r.ânh)'dan, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Cehennem ateşi, Rabbine şikayet arzetti: -Ya Rabbi, bir kısmım bir kısmımı yiyor (yani ben, kendimi yiyorum, izin ver), dedi.
Allah da, onun iki defa nefes almasına izin verdi.
Nefesin biri kışın, diğeri yazın.
En şiddetli hissettiğiniz sıcak ile sizi en çok üşüten zemherir (işte budur).
(Sahih-i Buhârî, Kitabu Bed'i'1-Halk, B.10, Hds.69, Kitabu Mevakiti's-Salat, B.9, Hds.14; Sahih-i Muslim, Kitabul-Mesadd, B:32, Hds.185-187; Sunen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Cehennem, B.8, Hds. 2719; Sunen-i İbn Mace, Kitebu'z-Zuhd, B.38, Hds. 17, 4319; Sunen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.119, Hds.2848)





Ebû Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Cehennem 'bir kısım bir kısmımı yiyip bitiriyor' diye Allah’a şikayette bulundu. Allah’ta ona iki sefer nefes almasını takdir etti. Kışın bir nefes, yazın bir nefes; kışın aldığı nefesten dolayı soğuklar ve zemheri meydana geldi. Yazın aldığı nefesten dolayı baskın sıcaklar ve sâm yeli ortaya çıktı.”
(Muslim, Mesacid: Bab 27, 32, Hadis no. 185- 186 (617); İbn Mâce: Zuhd: 17, Tirmizi, Cennet, bab 9, Hadis no : 2592)

Tirmizî: Bu hadis sahihtir. Ebû Hurayra’dan değişik şekilde de rivâyet edilmiştir. Mufaddal b. Salih hadisçilere göre hafız değildir.


(...) Bana Harmeletu'bnu Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti . (Dedi ki) : Bize Hay ve haber verdi. Dedi ki: Bana Yezîd b. Abdillâh b. Usâmete'bni Had, Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hurayra'dan, o da Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti ki şöyle buyurmuşlar :

«Cehennem, dedi ki: Yâ Rab! Kendi kendimi yedim. Bana izin ver de bir nefes bari alayım!
Bunun üzerine Allah ona iki nefes için izin verdi. Bir nefes kışın, bir nefes de yazın (alır.) İşte mâruz kaldığınız soğuk, yâhud zemherir cehennemin nefesîndendir. Mâruz kaldığınız sıcak yahut harûr da cehennemin nefesîndendir.»

(Muslim, Mesâcid, bab 32, hadis no : 187)

Bu hadîsi Buhari, «Mevâkitu's - Salât» bahsinde; Nesâî «Kitâbu's - Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Cehnnemin, Rabbine şikâyeti, biri hakikat, diğeri mecaz olmak üzere iki vecîhle tasavvur edilebilir.
Kaadî İyâz hakikat olduğuna kaaildir.

Kurtubî dahî: «Bu sözü hakîkata hamletmek imkânsız değildir. Çünkü muhbir-i sâdık olan Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in haddi zâtında caiz bir şeyi haber vermesi te'vîle muhtaç değildir. Binaenaleyh bu sözü hakîkata hamletmek evlâdır.» demişdir.

Nevevî de buna benzer sözler söyledikden sonra: «Doğru olan hareket bu sözü hakîkata hamletmekdir.» diyor.
Bu husûsda Aynî de şunları söylemişdir: «Allah'ın kudreti büyükdür. Zîrâ Suleyman (Aleyhisselâm)'in, hudhud'une ilim ve idrâk halk eden Allah,, cehenneme de konuşma âleti halk edebilir. Nitekim hudhud'a ilim halk ettiğini kitâb-ı kerîminde haber vermiş. Cehennemin de «Daha var mı?» diyeceğini hikâye etmişdir.»

Dâvûdî: «Bu hadîs cehennemin düşünüp, anladığına delildir. Filhakika cennetle cehennemden daha çok işiten hiç bir şey olmadığına dâir hadîs vârid olduğu gibi, cehennemin Peygamberimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile konuşacağına keza mu'minle de konuşarak «Geç ey mu'min! Gerçekten nurun alevimi söndürdü.» diyeceği rivayet olunmuşdur. Bu bâbda daha başka sözler de söylenmişdir.

İkinci veçhe göre cehennemin şikâyeti lisân-ı hâl iledir. Kaadî Beyzâvî bu şikâyeti mecaza hamletmiş: «Cehennemin şekvası, galeyanından mecaz olduğu gibi kendi kendini yemesi de cuz'lerinin sıkışıp birbiri üzerine yığılmasından; nefes alması dahî görünen kısmın dışarı çıkmasından mecâzdır demişdir.

«Cehennemde sıcakla, soğuğ'un bir arada bulunması imkânsızdır. Çünkü soğukla sıcak biribirine zıddır; denilemez. Çünkü bâzı hadîslerde vârid olduğuna göre cehennemin bâzı taraflarında ateş, bâzı taraflarında da zemherîr vardır. Zemherîr, şiddetli soğuk demekdir. Sıcakla soğuğun bir yerde bulunması imkânsız değildir, zîrâ Teâlâ Hazretleri iki zıddı bir araya getirmeye muktedirdir. Bir de cehennem, âhiret umûrundandır. Âhiret umurunu, dünyâdakilere kıyâs etmek doğru değildir. Mamafih Arabistan'ın sıcağı; kutupların soğuğu düşünülürse soğukla sıcağın dünyada da bir yerde bulunduğu anlaşılır.

Harûr: Gece ve gündüz devam eden şiddetli sıcakdır. Yalnız gündüz devam edip geceleyin kesilen sıcağa semûm derler. «Harr» sâdece sıcak demekdir. Hadîs-i şerif de: «Ma'rûz kaldığınız harr yahut harûr da cehennemin nefesindendir» denilmişdir. Burada yâ Rftvt şekk etmişdir. Yahut Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu şekilde söylemişdir. Bu takdirde «Ev» kelimesi şekk değil, taksim ifâde etmiş olur.

Sahîh haberlerden anlaşıldığına göre, dünyâ ateşi de cehennem ateşinden yaratılmışdır. Yalnız İbni Abbâs (Radiyallahû anh)'ın beyânına göre üzerine yetmiş defa su serpilmişdir. Zîrâ böyle yapılmasa mahlûkâtın ondan istifâde etmesine imkân kalmazdı. Teâlâ Hazretlerinin ateşi yaratması dünyâ umuru onunla tamam olduğu içindir. Ateş, bize âhireti de hatırlatır. Bizi Allah'ın azabından korkutur.

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

1- Yazın sıcaklar şiddetlenince öğle namazım hava biraz serinleyinceye kadar geciktirmek mustehabdır.
2- Cehennem hâlen yaratılmışdır. Bu hadîs «Cehennem kıyamet gününde halk edilecekdir.» diyen Mu'tezile taifesi aleyhine delildir.
3- Şikâyet hayvanlarla, cansız şeylerden de tesavvur olunabilir. Nitekim Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in mucizelerinden olmak üzere hurma kütüğünün ve devenin şikâyetde bulundukları rivayet olunmuşdur.
4- Hadîsde serinliğe te'hîr edilmesi emir buyurulan namaz; öğle namazıdır.




CEHENNEM

2/ EL-BAKARA -24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o hâlde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.
10/ YÛNUS -4- Dönüşünüz hep O’nadır. ALLÂH’ın vaad’i hakk’tır. Herşeyi ilk baştan yaratan O’dur. Sonra îmân edip sâlih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O’dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar su’dan bir içecek ve acıklı bir azâb vardır.
7- Bize kavuşmayı ummayanlar, dünyâ hayâtına râzı olup onunla tatmîn bulanlar ve Bizim âyetlerimizden gâfil olanlar da vardır muhakkak.
8- İşte bunların kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer cehennemdir.
15/ EL-HİCR -43- “Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir.”
44- “Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır.”
66/ ET-TAHRÎM -9- Ey Peygamber! Kâfirler ve münâfıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer, ne de kötüdür!
67/ EL-MÜLK -6- Rablerini inkâr edenler için cehennem azâbı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o!
7- Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
8- Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: “Size korkutucu bir Peygamber gelmemiş miydi?” diye sorarlar.
70/ EL-MEÂRİC -15- Hayır, o alevlenen bir ateştir.
16- Derileri kavurur, soyar.
17- Çağırır, sırtını dönüp gideni,
18- Mal toplayıp kasada yığanı.
74/ EL-MÜDDESİR -26- Ben onu Sekâr’a (cehenneme) sokacağım.
27- Bilir misin sen, nedir o sekâr?
28- Ne geriye bir şey kor, ne bırakır.
29- Durmadan derileri kavurur.
30- Üzerinde ondokuz (melek) vardır.
31- Biz o ateşin muhâfızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihân kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, îmân edenlerin de îmânı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: “ALLÂH bu misâlle ne demek istedi?” desinler. İşte böyle, ALLÂH dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.
77/ EL-MÜRSELÂT -29- (Kıyâmeti yalanlayanlara şöyle denir): “Haydin gidin o yalanladığınız şeye doğru.”
30- “Haydi gidin o üç çatallı gölgeye (cehenneme).”
31- O, ne gölgelendirir, ne alevden korur.
32- O, saray gibi kıvılcımlar atar.
33- Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir).
81/ ET-TEKVÎR -12- Cehennem kızıştırıldığında
111/ EL-TEBBET -3- (O), alevli bir ateşe girecektir.
CEHENNEMLİKLERİN DURUMU
74/ EL-MÜDDESİR -40-41-42- Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: ‘Sizi Sekâr’a (cehenneme) ne soktu?’
43- Onlar şöyle derler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik,
44- Yoksûla yedirmezdik,
45- Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık,
46- Cezâ gününü de yalanlıyorduk,
47- Nihâyet ölüm bize gelip çattı.’

The Mouth of Hell ( شَفَا حُفْرَةٍ ) Çukurun Dudakları
Yine siz, bir ateş çukurunun (Çukurun Dudakları ) tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. 3/ÂLİ İMRÂN-103



DERLEME : YAVUZ TELLİOĞLU 








Cennet ve cehennemin katları ve isimleri nelerdir?

Kur'an-ı Kerîm'de Cehennem'in yedi kapısının olduğu belirtilmektedir.

"Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır."(Hicr, 15/44).

Bu ayet iki şekilde tefsîr edilmiştir:

a. Cehenneme girecekler çok olduğu için;

b. Cezalandırma, azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için Cehennem'in yedi kapısı veya tabakası vardır. Bu kapı veya tabakalar şunlardır:

1. Cehennem; yukarıda söz konusu edildiği şekilde Kur'an-ı Kerîm'in yetmiş yedi ayetinde geçmektedir.
2. Lâzâ (alevli ateş): "Hayrı' (Allah onu azabdan kurtarmaz) Çünkü o Cehenneın alevli bir ateştir" (Meâric, 70/15).
3. Saîr (pılgın ateş): "O şeytanlara (ahirette) çılgın ateş azabı hazırladık. " (Mülk, 67/5). Ayrıca on beş ayette daha bu isimle geçmektedir.
4. Sakar (kırmızı ateş): "Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar (Cehennem). " (Müddessir, 14/27)
5. Hâviye (uçurum): "O, kızgın bir ateştir " (Kâria, 101/9-11).
6.Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı): "Şüphesiz o, Hutame ye (ateşe) atılacaktır." (Hümeze, 104/4).
7. Cahim (yanan kızgın ateş):

"Küfredenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar Cahim'in yarânıdırlar."(Mâide, 5/10).

Ayrıca Cehennem azabı sadece ateş değildir. Birçok azap çeşitleri vardır; birkaçı şöyledir:
1. Soğukla azap,
2. Yılan akrep gibi hayvanların sokması,
3. Başına topuzlarla vurmak,
4. Aç bırakmak,
5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6. Vücutları büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7. İrinli su içirmek,
8. Gayya kuyusuna atmak,
9. Uçurumlardan yuvarlamak,
10. Zifiri karanlıkta azap,
11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12. Azapların her gün katlanarak çoğaltılması,
13. Sonsuza kadar azap edilmesi.

Kadızade Ahmed Emin Efendi buyuruyor ki:

"Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak Cehenneme atılarak, azap yapılacaktır."

Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît: 9, Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)

Reşahat kitabında deniyor ki: "Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir."



Cennetin tabakalarının isimleri ve özellikleri

İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır.

İslâm literatüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri ve cennet tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

1- Cennet: Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üzere Kur'an'da, çeşitli hadislerde ve diğer İslamî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Kur'an'da 147 yerde geçmektedir. İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki ayette çoğul şekliyle de (cennât) yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil; tamamının adı olduğunu gösterir.

2- Cennetü'n-Naîm: 13 ayette geçmektedir. Arapça'da "refah, huzur, mutlu hayat" anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk veren maddî ve manevî bütün güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm; mutluluklarla dolu cennetler manasına gelir.

"Beni cennetü'n-naîmin vârislerinden kıl" (Şuarâ: 26/85)

3- Adn cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet edilen yer demek olan adn, 11 ayette kullanılmıştır. Adn'in, cennetin belli bir bölümünün adı olduğu veya çoğul şeklinde kullanılışına bakarak onun tamamını ifade eden bir isim olduğu anlaşılır.

"Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlukatın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan O'na saygı gösterenler içindir." (Beyyine: 98/7-8)

4- Firdevs: Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına gelir. İki ayette geçer. Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi, onun ortası, en yüksek ve en değerli bölgesinin özel adı da olabilir. "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs cennetleri vardır." (Kehf : 18/107)

5- Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilave (ziyade) yapılacağını ifade eden Yunus 26. ayetindeki hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Ayetteki "ziyade"den maksat da, cennette Allah'ı görme şerefine nail olmaktır.

"Güzel davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de ziyade/fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır." (Yûnus: 10/26)

6- Dârüs's-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden oluşan bu terkip, iki ayette cennetin adı veya tabakası olarak zikredilmiştir. Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette bulunabileceği, sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu anlaşılır.

"Halbuki Allah, Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidayet buyurur." (Yûnus: 10/25)

7- Dârü'l-Mukame: Asıl durulacak yer, ebedî ikamet edilecek yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah'a hamd ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir olmalıdır.

"O (Rab) ki lütfuyla bizi Dârü'l-Mukameye / asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecektir." (Fâtır: 35/35)

8- Cennetü'l-Me'vâ:

"İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ cennetleri vardır." (Secde: 32/19)

Bu isimlerin dışında, "ev, konak, şehir, ülke" anlamlarına gelen "dâr" kelimesi, Kur'an'da dâru'l-huld (ebediyet / sonsuzluk yurdu), dâru'l-âhire (âhiret yurdu), âkıbetü'd-dâr, ukbe'd-dâr (dünya yurdunun sonu) terkipleriyle cennet anlamında kullanılmıştır.

Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (t.y.), V, 4033).

Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre, 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir (en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), XIII. 28).

Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır. (Buhârî, Cihad 4)

Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, VI, 539). Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer).

Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI. 37-8)
 

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder