Prof. Dr. Kürşat Demirci eKürşat Drmirci Kürşad Demirci Tugrul Kurt Tuğrul Kurt Marmara İlahiyat Dinler Tarihi Adem Havva
Adem ile Havva -Adam and Eve
İÇİNDEKİLER 2. YARATILIŞ 2.1. Kutsal Kitaplarda Yaratılış 2.1.1. Kitab-ı Mukaddes 2.1.1.1. Eski Ahit 2.1.1.2. Yeni Ahit 2.1.1.3. Kitab-ı Mukaddes’te Yaratılış 2.1.2. Kur’an-ı Kerim’de Yaratılış 2.2. Kısasü'l-Enbiyâlarda Yaratılış EVRENİN / DÜNYANIN YARATILIŞI 3.1. Kutsal Kitaplarda Evrenin / Dünyanın Yaratılışı 3.1.1. Eski Ahit’te Evrenin / Dünyanın Yaratılışı 28 3.1.2. Kur’an-ı Kerim’de Evrenin / Dünyanın Yaratılışı 29 3.2. Kısasü'l-Enbiyâlarda Evrenin / Dünyanın Yaratılışı 3.2.1. Töz 35 3.2.2. Levhü’l-Mahfuz 37 3.2.3. Arş, Gök, Yer, Su, Rüzgar 39 3.2.4. Yaratılışın Altı Günde Tamamlanması 51 2. YARATILIŞ Elias Canetti, Kitle ve ktidar adlı –en azından benim için- çok önemli eserine şu sözlerle başlar: “ nsanı bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan hiçbir şey yoktur.”25 Canetti’nin bu sözü tamamen gerçek anlamıyla anlaşılabileceği gibi,metaforik bir anlam içerdiği de düşünülebilir. Ben ikincisini tercih ediyorum. nsanoğlu çok eskiden, kendi varlığını sorgulamaya başlayıp kendine evrende değer biçmeye ilk başladığı zamanlarda şöyle akıl yürütmüş olmalı: “Ben yoktum; ama şu anda varım. Demek ki şu anda var olan her şey bir zamanlar yoktu; bu durumda bütün varlıkları yaratan bir yaratıcı güç var ve bu güç, gerektiği an şeyleri yaratmaya başlamış olmalı.” nsanoğlu tam olarak böyle düşünmediyse de benzeri bir çıkarım yaptığı kesin; çünkü insanlar -en azından insanların büyük bir bölümü- binlerce yıldır yaratılışa, yaratıcılara ve yaratıldıklarına inanıyorlar. Bu inanışlar gereği de ortaya çeşitli yaratılış anlatıları çıkmış. nsanlık, kendisine ilk dokunanı bilmek ya da hiç değilse tasavvur edebilmek için, bilinmezin ilk dokunuşu olan “yaratılış” üzerine bitmez tükenmez bir külliyat ortaya koymuş. Yaratılış anlatılarının olmazsa olmaz iki unsuru vardır: Yaratan ve yaratılan. Yaratılan, doğası gereği, yaratandan izler taşır ve ilk yaratılıştan sonraki her yaratma eylemi ve hatta her eylem ve durum, Eliade’nin deyişiyle “her şeyin öncesindeki kozmolojik eylemi tekrarlar”26 En ilkel dinsel inançlardan ve mitolojilerden en gelişmiş ve sistemli dinlere kadar bütün inançlarda başlangıçtaki yaratılış, sonraki bütün yaratılışların, durumların ve davranışların sebebi ve ilk örneğidir. .............................................................................. 25 Elias Canetti, Kitle ve ktidar, stanbul: Ayrıntı, 1998, s. 15. 26 Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu,Ankara:mge Kitabevi Yayınları,1994,s.32. 2.1. Kutsal Kitaplarda Yaratılış Kısasü’l-Enbiyâ türündeki eserler brahimî dinlerin sonuncusu olan slâm’ın etki alanındadır ve kendinden önceki iki dinin mirasını da taşır. Bu sebeple Kısasü’l- Enbiyâlara geçmeden önce bahsettiğimiz bu üç dinin yaratılışı nasıl anlattığına bakmakta fayda var. Dünyaca ünlü bilim insanı Mircea Eliade’nin de editörlüğünü yaptığı Dinler Ansiklopedisi (Encyclopedia of Religion)’nin “Cosmogony” maddesinde, yaratılış mitlerinin dört ana grupta sınıflandırılabileceği belirtilir. Bu dört grubun birincisi “yoktan (ex nihilo) yaratma”dır. Bu tarz anlatılarda, yüce bir (bazen birden çok) varlık düşünceyle, sözle, istekle vs. evreni yaratır ve düzenler. Bu minvaldeki yaratılış mitleri Antik Mısır’da, Polinezya yerlilerinde ve bazı Kızılderili kabilelerinde görülebildiği gibi bizim için asıl önemli nokta, Musevilikteki “Yahve”nin de sadece söyleyerek ve isteyerek, varolmak ve var etmek için kendinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın yoktan var eden bir yaratıcı olmasıdır. brahimî dinlerin “Yüce Yaratıcı”sının temeli de doğal olarak Yahve’dir. Yoktan yaratma dışındaki diğer gruplar ise; kozmik yumurta, dünya dalgıcı ve kaos motiflerini temel alırlar. Bu mitler; adlandırmalardan da anlaşılacağı üzere,15 başlangıcı kozmik bir yumurtanın şekillenmesine, yüce bir varlığın ya da yardımcısının deniz dibine dalarak dünyayı oluşturacak mazlemeyi çıkarmasına ya da her şeyden önce var olan kaotik bir ortamın yine yüce bir varlık tarafından düzenlenmesine bağlarlar.27 2.1.1. Kitab-ı Mukaddes 2.1.1.1. Eski Ahit Eski Ahit, Tevrat ve Zebur’a Hıristiyanlarca verilen isimdir. Hıristiyan inancına göre Hz. sa ile yeni bir anlaşma yapıldığından bu kitaba “Eski Ahit” adı verilmiştir. Eski Ahit, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen ve Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümünü oluşturan Tevrat’tan alındığı bildirilen parçalar ile srailoğullarının bazı peygamberlerine isnat edilen hikâyeler kısmıdır. Kitab-ı Mukaddes tek bir kitap değildir. Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahit (Ahd-i Atik) ismindeki kısmı Tevrat’tan alınan parçaları ihtiva eder. Yeni Ahit (Ahd-i Cedid) denilen ikinci kısım ise, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın yazdığı ncil kitaplarını ve Luka’nın “Resullerin şleri” kitabı ve Havariler ile Pavlus’un yazdıkları mektupları ihtiva etmektedir. Ahd-i Atik üç kısımdan meydana gelmiştir: Birinci kısım; Musa peygambere indirilen Tevrat zannedilen beş kitap olup, bu beş kitabın ismi Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye’dir. kinci kısım; “Neviim” yani peygamberlerdir. Bu kısım da, ilk peygamberler ve son peygamberler olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar; Yeşué, Hakimler, Samuel, Kırallar, şaya, Yeremya, Hezekiel, Hoşea, Yoel, Amos, Obadya, Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Tsefanya, Hafgay, Zekeriyya ve Malaki’dir. Üçüncü kısım “Ketuvim” yani kitaplar, yazılardır. Bunlar; Davud peygamber tarafından yazıldığı zannedilen “Mezmurlar” ile “Süleyman’ın Meselleri”, “Neşideler Neşidesi”, “Vaiz”, “Rut”, “Ester”, “Eyub”, “Yeremyanın Mersiyeleri”, “Daniel”, “Ezra”, “Nehemya” ve “Tarihler” gibi kitaplardır. Bizim çalışmamız açısından Eski Ahit’in Tevrat’ı oluşturan ilk kitabının ilk bölümü, yani Tekvin (Yaratılış, Genesis) kitabı önem taşımaktadır. Tekvin bölümünün ilk iki “Bab”ında dünyanın ve insanın yaratılışı hikaye edilir ki bizi asıl ilgilendiren de zaten budur. ...................................................... 27 Encyclopedia of Religion, Second Edition (Lindsay Jones, Editor in Chief), New York : Macmillan, 2004, Cosmogony maddesi, Yazar: C.H. Long, c.3, s. 1985-1991. 2.1.1.2. Yeni Ahit Kitab-ı Mukaddes’in sadece Hıristiyanlara ait olan ikinci kısmı yani Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın yazdığı ncil kitapları ve Luka’nın “Resullerin şleri” kitabı ile Havariler ve Pavlus’un yazdıkları mektuplardan meydana gelen kısımlara Yeni Ahit denmektedir. Yeni Ahit’i oluşturan kitaplar aynı zamanda ortaya çıkmış ve aynı tarihte yazılmış olmayıp, Eski Ahit’te de olduğu gibi uzun süre sözlü olarak nakledilmiş, daha sonra yazıya geçirilmişlerdir. Bugünkü Kitab-ı Mukaddes’in Yeni Ahit kısmında bulunan dört incil; Matta, Yuhanna, Luka ve Markos tarafından yazılmıştır. Bunlardan yalnız Hz sa’nın teyzesinin oğlu Yuhanna, Hz. sa’yı görmüş fakat ncil’ini onun göğe kaldırılmasından sonra Samos’ta yazmıştır. 2.1.1.3. Kitab-ı Mukaddes’te Yaratılış Yeni Ahit, Eski Ahit’in devamı olarak kabul edildiğinden içinde ayrı bir yaratılış (Tekvin, Genesis) bölümü yoktur. Yaratılışa ilişkin sözler parça parça çeşitli ayetlerde geçmekte ve hemen hepsinde de Eski Ahit’teki Tekvin bölümüne uyum görülmektedir. Eski Ahit’te, başlangıçta hiçbir şey olmadığı söyleniyordu, Yeni Ahit’te de bunu teyit eden ayetler vardır. Örneğin, braniler 11:3’te “Evrenin Tanrı`nın buyruğuyla yaratıldığını, böylece görülenlerin görünmeyenlerden oluştuğunu iman sayesinde anlıyoruz.” denilerek bu hiçlikten yaratılma (ex nihilo) olayına bir göndermede bulunuluyor. Yine her türlü yaratma eyleminin Tanrı’nın tasarrufunda olduğu düşüncesi de birçok kereler yineleniyor. Elçilerin şleri 4:2428 ve 14:25’te29 Tanrı’nın yaratıcılık vasfı bir kez daha ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca Tanrı’nın yarattığı her şeyin iyi olduğu, Tanrı’nın olası dünyaların en iyisini insan için yarattığı da ncil de vurgulanır. 1. Timoteos 4:4’te de bunu perçinlemek amacıyla “Oysa Tanrı`nın yarattığı her şey iyidir,hiçbir şey reddedilmemeli; yeter ki, şükranla kabul edilsin.” denir. ncil’in Tevrat’tan en önemli farkı Hz. sa’ya da Tanrısal bir karakter kazandırması ve yaratılışın Hz. sa için,Hz. sa sayesinde meydana geldiğini vaaz etmesidir: 1. Korintliler 8:5-630, Koloseliler 1:1631 ve braniler 1:232 bu inancı ispat etmeye yeterlidir. Eski Ahit’te Tanrı’nın, yaratılışı altı günde tamamladığı ve tamamladıktan sonraki gün (yedinci gün, Şabat) istirahat ettiği söylenirken bu güne ilişkin ncil’de de göndermeler bulunuyor.33 nsanın yaratılışına ilişkin en önemli vurgu noktası ise erkek ile kadının yaratılış sırası olarak göze çarpıyor. Burada şunu söylemekte de fayda var ki, yalnızca yaratılış sırası değil, kadının erkek için yaratıldığı da önemle vurgulanıyor.34 Daha önce belirtildiği gibi ncil, Tevrat’ın devamı olduğu için yaratılışa ilişkin başka bilgiler verilmiyor ve Tevrat’ın Tekvin bölümü, bir yerde, tamamen kabul edilmiş sayılıyor. Özet olarak söylemek gerekirse; Kitab-ı Mukaddes’teki yaratılış anlatısını öğrenmek için Tekvin’i bilmek ve hatta Tekvin’in sadece ilk iki babını bilmek yeterlidir.Kitab-ı Mukaddes inancı Asya, daha da dar anlamda Ortadoğu kökenli olmakla beraber M.S. 3. yüzyıldan itibaren Roma mparatorluğu vasıtasıyla Batı’ya da taşınmış ve bir müddet sonra Avrupa’nın egemen dini haline gelmiştir. Hıristiyanlık öncesinde pagan dinlere sahip olan Avrupalı kavimler, Hıristiyanlığa (bazen zor kullanılarak) geçerken kendi eski inançlarından bazı motifleri de Hıristiyanlığa sokmuşlardır. Aynı şekilde Hıristiyanlığın yayıldığı Güney Amerika’da da bir yandan yerlilerin söylencelerinde Hıristiyanlık etkileri görülürken diğer taraftan da Hıristiyanlık inancı ve ritüelleri yerlileşmiştir. Avrupa’nın pagan halklarından ve Güney Amerika yerlilerinden miras kalan anlatılar incelendiğinde bu rahatlıkla fark edilebilir. ............................................. 28“Arkadaşları bunu duyunca hep birlikte Tanrı`ya şöyle seslendiler: “Ey Efendimiz! Yeri göğü, denizi ve onların içindekilerin tümünü yaratan sensin.” Kitab-ı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, stanbul, 1997. “Efendiler, neden böyle şeyler yapıyorsunuz?” diye bağırdılar. “Biz de sizin gibi insanız, aynı yaradılışa sahibiz. Size müjde getiriyoruz. Sizi bu boş şeylerden vazgeçmeye, yeri, göğü, denizi ve bunların içindekilerin hepsini yaratan, yaşayan Tanrı`ya dönmeye çağırıyoruz.” 30 Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da -nitekim pek çok “ilah”, pek çok “rab” vardır, bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler O`nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da sa Mesih`tir. Her şey O`nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O`nun aracılığıyla yaşıyoruz. 31 Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey -tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar- O`nda yaratıldı. Her şey O`nun aracılığıyla ve O`nun için yaratıldı. 32 “Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu`yla bize seslenmiştir.” 33Markos 2:27. 34Matta 19:4-5, Markos 10:6, 1. Korintliler 11:8-12, 1. Timoteos 2:13-14. 2.1.2. Kur’an-ı Kerim’de Yaratılış Kur’an-ı Kerim de yaratılışın anlatılması bakımından ncil gibidir ve başlı başına yaratılışa ayrılmış bir bölümü (sûresi) bulunmamaktadır. Yaratılışa ilişkin ayetler Kur’an-ı Kerim’in geneline yayılmış ve birçok sûrede yer bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de “Yaratılış”ı incelerken belli bir düzen yakalayabilmek için en pratik yöntem olarak “Eski Ahit”teki yaratılış sırasını göz önünde bulundurmak uygun olacaktır. Kur’an ehli, her ne kadar tahrif edildiğine inansa da, Tevrat’ı kutsal sayar. slâmî metinlerde sık sık Eski Ahit’e atıflarda bulunulduğunu görmek mümkündür. 2.2. Kısasü’l-Enbiyâlarda Yaratılış Burada, ele aldığım Kısasü’l-Enbiyâlardaki yaratılış anlatılarını incelemeye çalışacağım ve daha önce belirttiğim gibi bu bölümde Rabgûzî’nin Kısasü'l-Enbiyâ’sını çıkış noktası alarak bir inceleme yapacağım. Dolayısıyla her dört eser için ayrı ayrı başlıklar açmayıp, hepsini aynı başlık altında inceleyeceğim. Burada başlık ayırmamızı gerektiren tek sebep “Evrenin/Dünyanın Yaratılışı” ve “ nsanın Yaratılışı”nın ayrı ayrı incelenmesi zorunluluğudur. Bunu da yine sadece birer başlık altında yapmaya çalışacağım. Rabgûzî’nin eserinde dünyanın ve insanın yaratılışı ayrıntılı bir anlatımla aktarılmıştır. Abdullah b. Abbas ve Kelbî’den nakledilen rivayetler yanında isim zikredilmeden başka kimi söylenceler de okura ulaştırılmıştır. Rabgûzî’deki yaratılış 20 öyküsü genel olarak Eski Ahit’e benzerlik gösterse de eserde yer yer farklılıklar da vardır. Eser, yazarın Tanrı’ya şükran sunması ve övgüsüyle başlar ki bunun sebebi,Tanrı’nın insanı yaratmış olması ve yazarı da erkek olarak yaratmasıdır: gibi, aynı sözcük Arâisü’l-Mecâlis’te de “Taŋrı” olarak kullanılmaktadır. Kısas-ı Enbiyâ’da ise çoğunlukla “Hak Ta’ÀlÀ” tabirinin tercih edildiği görülür. Teŋri bildiğimiz en eski Türkçe sözcüklerden biridir ve Orhun Yazıtları’nda da karşımıza sıkça çıkar. Bu sözcük şimdiki haliyle “tanrı” anlamıyla kullanıldığı gibi, temel olarak “gök” anlamında kullanılmaktadır.37 Hiung-nulardan günümüze kadar ulaşmayı başaran bu dayanıklı sözcük, Moğolcada tenggreri şeklinde yer alır ve Jean Paul Roux’nun tespitine göre tüm Altaylıların Gök-Tanrı’sını tanımlamaktadır.38 Çeşitli kaynakların da ortaya koyduğu gibi Teŋri, Altaylılarda her şeyden evvel bir kavim ya da imparatorluk tanrısı olarak belirir.39 Eski dinlerin birçoğunda olduğu gibi Türklerin eski dininde de gök tapıncı önemli yer tutmaktadır. Gök tıpkı Altaylılarda olduğu gibi birçok yerde tanrıların adı olmakta, bazen de tanrı adları göğe ilişkin kavramlardan türetilmektedir. nanışlardaki gök tanrılarının büyük bir bölümünün en önemli özeliklerinden biri kadir-i mutlak olmaları ve yaratıcılık özellikleridir.40 Türk Teŋrisi de bu özelliklerle donanmıştır ve dolayısıyla gökle adlandırılmasından doğal bir şey yoktur. vazgeçemeyecekleri bir sosyokültürel kavram haline geldiği için “Teŋri/ Taŋrı/Tanrı” adlandırmasını kullanmaya devam etmişlerdir. Kaldı ki slâmiyet’in Allah’ı ile eski dinin Teŋri’si en temel özellikler olan yaratıcılık ve kadir-i mutlaklık açısından benzeştiğinden bu kullanımı devam ettirmekte bu anlamda bir sakınca da yoktur. Teŋri’nin varlığı ve/veya özellikleri Müslümanlaşmaya bir engel teşkil etmemiştir. Eski Türk inanışındaki Teŋri, tüm insanların biricik tanrısı olmakla beraber Orhun Yazıtları’nda O’ndan “Türk Tanrısı” olarak söz edilerek, halkın (Türk halkının) iyiliği ve muzafferliği için müdahelelerde bulunduğu belirtilir. Ayrıca Kağan’a hakimiyet kurması için “kut” veren yine O’dur.41 O, her şeyden önce kavimin tanrısıdır. Eski Türklerin Teŋri’si de kaderi biçimlendirir ve ancak O’nun lütfuyla Kağan tahta geçip başarılı olabilir. Orhun Yazıtları’nda bu durum şu şekilde anlatılır: Teŋri yarlıkadukın üçün, özüm kutum bar üçün, kağan olurtum (Kül Tigin Yazıtı, G.9) 42 Tanrı emrettiği için (Tanrı’nın emri üzerine), benim de kutum (talihim/kutsallığım) olduğu için kağan (olarak tahta) oturdum. Teŋri hem kaderi biçimlendirir ve hem de kut43 sahibinin kim olacağını belirleyerek O’nu, deyim yerindeyse, dünyadaki naibi haline getirir. Yazıtlarda hükümdarın bu seçilmişliği özellikle vurgulanır ve bu seçimin sebebi de halkın iyiliğinin sağlanması olarak gösterilir: Türük bodunuğ atı küsi yok bolmazun tiyin, kaŋım kağanığ öğüm katunuğ kötürmüş Teŋri, il biriğme Teŋri, Türük bodun atı küsi yok bolmazun tiyin, özümin ol Teŋri kağan olurtdı, erinç. (Kültigin, D 25-26)44 Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, babam hakanı (ve) annem hatunu yüceltmiş olan Tanrı, devlet veren Tanrı, Türk halkı(nın) adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı hakan (olarak tahta) oturttu, hiç şüphesiz.45 Sümercedeki “Dingir” sözcüğü de tanrı anlamında kullanılır ve “parlak, ışık saçan” anlamlarını da barındırması ve daha genel anlamda bir gök tanrısını imlemesi yönüyle, Altaylıların Teŋri sözcüğüyle her açıdan benzerliği açısından dikkat çeker. Eliade’nin ortaya koyduğu gibi birçok bilim insanı Dingir ile Teŋri’nin dilsel ve kavramsal benzerliğine dikkat çekmiş ve konu hakkında Dingir’in Orta Asya’dan Mezopotamya’ya getirildiği de dahil birçok tez öne sürülmüştür.46 Sümerlilerin dinsel metinleri ile slamiyet öncesi Türkçe metinler arasındaki bir diğer benzerlik de dünyanın yaratılışının temel izleği oluşturmamasıdır. Sümerlerde insanın yaratılışı daha fazla ele alınmıştır.47 Türklerde ise köken efsaneleri geniş yer bulur. Yukarıda Kısas-ı Rabgûzî’den alıntıladığımız bölümdeki bir diğer önemli husus da “insan”ın karşılığı olarak kullanılan “Àdem” sözcüğüdür. Burada “Àdem” yalnızca erkek belirten bir sözcük olarak kullanılmamış, tüm insan ırkını belirtmiştir. Yani bu metindeki “Àdem” sözcüğü Orhun Yazıtları’ndaki “kişi” sözcüğünü karşılamıştır. Zaten dikkat edilirse alıntının sonunda “erkek” anlamında “er” sözcüğünün tercih edildiği görülecektir. Burada, yaratılan ilk insanın cinsiyetine ilişkin bir problem olmakla beraber, buna insanın yaratılışına ilişkin bölümde değinmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Kısas-ı Rabgûzî’de şükran sunulmasının ardından altı çizilen bir diğer önemli konu, Tanrı’nın varlıkları yaratırken amacının onlardan faydalanmak olmadığı, tam tersine varlıkların O’ndan faydalanması olduğudur: Muhammed Mustafa (şöyle) der: “Yüce Tanrı buyurdu ki: ‘Bir gizli hazineydim, benim Tanrılığımı hiç kimse bilmezdi. Benden fayda bulsunlar diye canlıları yarattım; ben onlardan faydalanayım diye yaratmadım.’ dedi.” Buna karşılık Kur’an-ı Kerim’de, insanın Allah’a kulluk etmesi için yaratıldığı söylenmektedir.50 Söz konusu 51:56. ayeti Harezm Türkçesiyle yazılmış Kur’an tercümesinden örneklendirelim: Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etmeleri için yarattım. _________________________________________ 35: A. Ata, 1997, s. 3, 1v1-1v4. 36: Sir Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre 13th Century Turkish, Oxford, 1972. s. 523. “teŋri: a very old word, prob. pre-Turkish, which can be traced back to the language of the Hsiung-nu, III B.C., if not earlier. It seems originally to have meant ‘the physical sky’, but very earlier acquired religious overtones and came to mean ‘Heaven’ as a kind of impersonal deity, the commoner meaning in the earlier texts. It was the normal word for ‘God’ in Man. and Bud. texts and was retained in this sense in the Moslem period...” 37:Benzeri bir anlamsal yapı, ngilizce “heaven” sözcüğünde de vardır. bu sözcük hem “gök” hem “cennet” ve hem de “tanrı” anlamlarında kullanılır. 38 :Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, şaret Yay., stanbul, 1994, s. 90. 39: J-P. Roux, 1994, s. 94. 40:M. Eliade, Dinler Tarihine Giriş, stanbul: Kabalcı, 2003. s.61 vd. 41:J-P. Roux, 1994, s. 93. 42:Talat Tekin, Orhun Yazıtları, stanbul: Simurg, 1998. s. 36. 43:“Kut” konusunda ayrıntılı bir inceleme için bkz. Sencer Divitçioğlu, Orta-Asya Türk mparatorluğu, mge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005. 44:Benzer bölümler: Bilge Kağan Yazıtı, D 20-21/23/32-33 45:T. Tekin, 1998, s. 44-45. 46:M. Eliade, 2003, s. 83 vd. 47:Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü (Ed: Yves Bonnefoy), Dost Kitabevi Yayınları: Ankara, 2000, Kozmogoni (Mezopotamya) maddesi, Yazar: Elena Cassin, s. 582. 48:m: yr’tm’m 3r8. Eserin yazıldığı dönem ve bölge göz önünde bulundurulacak olursa Aysu Ata’nın yaratmam şeklindeki okuyuşu eleştirilmeye müsaittir. Çünkü bu dönemde, 1. tekil kişide geniş zamanın olumsuzu yaratmam değil yaratmaz men şeklinde olur. Yani kişi eki ilkinde olduğu gibi iyelik kökenli değil kişi zamiri kökenlidir. Olumsuzluk eki de geniş zamanda –mAz veya Karahanlı –mAs’dır. Olumsuz 1. tekil kişide –mAz/s men’in yanında Çağatayca ve Eski Anadolu Türkçesinde de karşılaştığımız – mezin / -mAn (-mAz men) şekilleri nadiren de olsa geçebilir. A. Ata bunun hangi eserlerde, hangi sıklıkta geçtiğini Harezm-Altın Ordu Türkçesi (Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi:36, stanbul 2002, s. 75-76.) adlı kitabında vermiştir. Bizi ilgilendiren Kısasü’l- 3. EVREN N / DÜNYANIN YARATILIŞI 3.1. Kutsal Kitaplarda Evrenin / Dünyanın Yaratılışı 3.1.1. Eski Ahit’te Evrenin / Dünyanın Yaratılışı Dünyanın ya da insanın yaratılışını anlatan birçok metin gibi Eski Ahit de “Başlangıçta” sözüyle başlar. Tanrı Yahve ilk olarak yeri ve göğü yaratır; fakat Tanrı’nın yarattığı yer bomboş ve ıssızdır, ayrıca gök de karanlıklar içindedir. Tanrı’nın ruhu (Ruhü’l-Kudüs) suların üzerinde hareket halindedir. Tanrı daha sonra ışığı yaratır ve ışığın iyi olduğunu görünce onu karanlıktan ayırır. Karanlığa “gece”, ışığa ise “gündüz” adını verir. Böylece yaratılışın ilk günü gerçekleşmiş olur.52 kinci gün Tanrı bir kubbe yaratarak suları birbirinden ayırır ve yarattığı bu kubbeye “Gök” adını verir. Üçüncü gün ise Tanrı suların bir yere toplanarak kuru toprağın görünür hale gelmesini emreder. Tanrı görünür hale gelen kuru toprağa “Yer”,biriken sulara ise “Deniz” adını verir. Aynı gün Tanrı, topraktan ot, meyve veren ağaçlar ve sebzelerin bitmesini emreder ve onları topraktan çıkartır. Böylece yaratılışın üçüncü günü de tamamlanmış olur.53 Dördüncü gün gündüzü geceden ayırmak ve yeryüzüne ışık vermek amacıyla Güneş, Ay ve yıldızlar yaratılır. Tanrı onları gök kubbeye yerleştirir. Beşinci gün ise denizlerdeki her türlü varlık ve kuşlar yaratılır. Tanrı onlara çoğalmalarını emreder ve onları kutsar. Yaratılışın altıncı gününde ise yerin her türlü hayvanı, cinsine göre yaratılır. Hayvanları da yarattıktan sonra insanı yaratmaya karar veren Tanrı, insanı kendi suretine benzer yaratarak, onun denizde, havada ve karada yaşayan her türlü varlığa hâkim olmasını ister. Tanrı, insanı kendi suretinde ve erkek ile dişi olarak yaratır ve onları kutsar. nsana da çoğalmasını ve her şeye egemen olmasını emreder. Tohum veren her sebze, meyve veren ve tohumu olan her ağaç insana yiyecek olarak bağışlanır. Kuşlara ve yerin hayvanlarına da otlar yiyecek olarak bağışlanır. Tanrı yarattığı her şeye bakar ve memnun kalır. böylece yaratılış altı günde tamamlanmış olur.54 Tanrı yaratılıştan sonraki gün yaptığı bütün işlerden istirahat eder ve o günü diğerlerinden üstün kılarak kutsar. 3.1.2. Kur’an-ı Kerim’de Evrenin / Dünyanın Yaratılışı Kur’an-ı Kerim’de dünyanın yaratılışına ilişkin yapılan en önemli vurgular; Allah’ın yeri, göğü ve bu ikisi arasındaki her şeyi daha önce örneği yokken (ex nihilo), hakka ve hikmete uygun olarak; ayrıca sebepsiz yere değil, belli bir amaç gözeterek yaratmış olmasıdır.Bakara 29, 117; En'âm 1, 14,73, 101, 102; brâhim 10, 19, 32; Hicr 85; Nahl 3; Neml 60; Ankebût 44; Rûm 8, 22; Fâtır 1; Sâd 27; Zümer 5, 62; Şûrâ 11, 29; Duhân 38; Ahkâf 33; Talâk 12; Mülk 3; Nûh 15. Allah’ın yaratıcılığının sonsuz ve anlık olduğu da birçok yerde vurgulanarak, O’nun sadece “Ol!” demesinin herhangi bir şeyi yaratması için yeterli olduğu belirtilir. Bu olayı Yusuf Has Hacib şu şekilde aktarmıştır: tiledi törütti bu bolmış úamu bir ök bol tidi boldı úolmış úamu stedi ve bütün bu varlıkları yarattı; bir kere: “Ol!” dedi, bütün dilekleri oldu. Allah, Güneş, Ay ve yıldızları; gece ile gündüzü de insanların yararlanması amacıyla yaratmıştır. Buna yine Kutadgu Bilig’den bir beyitle örnek verelim: ya ız yir yaşıl kök kün ay birle tün törütti òalÀyıú öd ödlek bu kün Kara yer ile mavi göğü, güneş ile ayı, gece ile gündüzü, zaman ile zamaneyi ve mahlûkları o yarattı. Allah daha sonra yere yağmurlar yağdırarak insanın rızkı olacak bitkilerin bitmesini sağlar.61 Türklerin slâmî edebiyat çerçevesinde kaleme aldıkları, yazılış tarihi bilinen ilk eseri Kutadgu Bilig’dir. Bu eserin Kur’an-ı Kerim’in ayetleriyle ilgisini ortaya koyan çalışmalar, türlü düzeylerde yapılmıştır.62 Biz de burada Kutadgu Bilig’den örnek vererek bir bakıma Tanrının yaratıcılık vasfı ile ilgili ayetler ile söz konusu eser arasında ilgi kurmaya çalışalım. Başta Neml suresinin 60 ve 64. ayetleri olmak üzere pek çok ayette geçen konunun Kutadgu Bilig’de geçiş şekline bir bakalım: açın kodmaz hergiz úamu tınlı ı / yidürür içürür tözü sanlı ı Bütün canlıları asla aç bırakmaz, var ettiklerinin hepsini yedirir ve içirir. Tanrı insanların ihtiyaçları için gerekli olan hayvanları yaratır.64 Allah yeri, göğü ve aradakileri sadece yaratmakla kalmaz, aynı zamanda düzenler ve onlara bir ölçü verir. Yarattıklarında herhangi bir düzensizlik ya da başıboşluk yoktur.65 Görüldüğü üzere Kur’an-ı Kerim’in anlatımıyla Eski Ahit arasında çokça paralellikler vardır. slâm felsefesine göre evren, Tanrı’nın eseridir ve Tanrı tarafından yaratılmıştır. Evrenin bir başlangıcı vardır ve o, er ya da geç yok olacaktır. Tanrı’dan türemiş olan evren O’nun sonsuz bir “tecelli” alanıdır. Evrenin yetkinliği Tanrı’nın yüceliğini, yaratıcı gücünün enginliğini gösterir. Tanrı “kadim” olduğundan yaratılan evren “hadis”tir, yani sonradan varolmuştur. Tanrı’nın ilahi iradesi gereği, yaratılış eylemi,kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Başka bir deyişle, Tanrı’nın varlığı, yaratmayı ve dolayısıyla evreni gerekli kılar. 3.2. Kısasü’l-Enbiyâlarda Evrenin / Dünyanın Yaratılışı Kısasü’l-Enbiyâ türündeki eserlerin slâmi eserler olduğunu belirtmiştik. bu durumda, incelediğimiz eserlerdeki yaratılışa ilişkin anlatılarda slâm’ın temel kaynağı olan Kur’an-Kerim’in, onun yorumlarının ve hadislerin temel alınması şaşılacak bir iş değildir. Bu eserler her şeyden evvel Müslümanlara dinleri ile ilgili bilinç kazandırmayı amaçladığından temel dayanak noktaları tabii ki Kur’an, hadis ve tefsirlerdir. Benim buradaki amacım ise ele aldığım eserlerdeki çeşitli benzerlik ve farklılıkları saptamaktır. Kısasü’l-Enbiyâlarda evrenin ve dünyanın yaratılışının nasıl anlatıldığı incelenirken Türklerin eski dininden izler aramak pek de verimli olmayacaktır; zira eski Türkler bu konuyla pek ilgilenmemişlerdir. Birçok yönden olduğu gibi inançlar bakımından da Türklerle bir hayli benzerliği olan Moğolların da bu konuyla uzun boylu ilgilendiği söylenemez. Türkler ve Moğollar daha ziyade kavim mitlerini önemsemişler, evrenin ve dünyanın yaratılışını önemsiz bulmuşlardır. Roux’nun gerek Mitolojiler Sözlüğü’nde ve gerekse Türklerin ve Moğolların Eski Dini’nde belirttiği gibi eski Türklerin kozmogoniye ilişkin elimizdeki tek anlatısı Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında geçen ve ikisi de tamamen aynı olan şu parçadır: slâm’ın varlığa bakışına ilişkin olarak bkz: Toshihiko zutsu, slâm’da Varlık Düşüncesi, stanbul: nsan Yayınları, 1995. A. Ata, 1997, s.3-7; . Cemiloğlu, 2000, s.121-125; Sa'lebî, Arâisü'l-Mecâlis, TDK nüshası, s.1-41. 68 Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü (Ed. Yves Bonnefoy), Kozmogoni ve Kozmografi (Türkler ve Moğollarda) maddesi, Yazar: J-P. Roux, 2000, c.1., s. 601-602. 67 32 Üze kök teŋri asra yağız yer kılıntukda, ekin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oğlınta üze eçüm apam Bumın Kağan, ştemi Kağan olurmış. (Kültigin D.1- Bilge Kağan D.2-3) Üstte mavi gök(yüzü) altta da yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insan oğulları yaratılmış. nsan oğullarının üzerine (de) atalarım dedelerim Bumın Hakan (ve) ştemi Hakan (hükümdar olarak) tahta oturmuş.Bu kısa metin eski Türklerin kozmogoniye ilişkin fikirleri hakkında fazla bilgi vermese de değerlidir. En azından göğün ve yerin yaratılıştaki öncüllüğünü ve bunların hemen ardından insanın yaratıldığını düşünmek için aksi bir sebep görünmüyor. Burada önemli bir konu olarak, Roux’nun yukarıdaki parçanın anlamlandırılmasına ilişkin itirazını dile getirmekte fayda görüyorum. Yukarıda görüldüğü gibi Talat Tekin “kıl-” fiilini, “yarat-” fiiliyle anlamlandırmış. Muharrem Ergin ise cümleyi anlamlandırırken “kıl-” fiilini olduğu gibi bırakmış.70 Her iki bilim adamı da eserlerinin sonundaki sözlükte fiile aynı şekilde “kılmak, yapmak, etmek” olarak anlam vermiş. Roux bu fiilin,“yap-, meydana getir-”in edilgen-dönüşlü hali olduğunu ve “Yukarıda mavi gök,aşağıda, kara (karanlık koyu) toprak oluştuğu zaman, ikisinin arasında, kişi (= nsan) oğulları ortaya çıktı” şeklinde anlamlandırılmasının doğru olduğunu savlıyor. Bu savına Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, stanbul, 2005, s.8-9. dayanak olarak da aynı metinde insanlarla ilgili olarak aynı sözcüğün kullanılmış olmasını gösteriyor. Roux’nun bu tespitini dikkatli değerlendirmek gerekiyor; zira bu şekildeki bir anlamlandırmayı doğru kabul ettiğimiz zaman hem “kök teŋri”ye hem de “yağız yer”e yaratıcılık vasfı yüklenmiş olur. Burada “kök teŋri”nin kullanımı, Türklerdeki “Gök Tanrı” inancı çerçevesinde değerlendirildiğinde doğru görünebilir; fakat aynı cümle içinde “kişi oglı kılınmış” ibaresi de yer almaktadır. Bu durumda insanın da kendisini var ettiği/kendi kendine var olduğu/oluştuğu gibi bir anlam çıkarmak gerekecektir. Örneğin, Tunyukuk Yazıtı şöyle başlar: Bilge TuĹukuk, ben özüm, Tabgaç iliŋe kılıntım. (Tunyukuk Yazıtı, B 1). Bilge Tunyukuk, ben kendim, Çin yönetimi sırasında doğdum [yaratıldım].Bu cümle Roux’nun anlamlandırmasına pek de uygun görünmemektedir. Ben Roux’nun savı yerine Talat Tekin’in anlamlandırmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum. Yine de Roux’nun savı, üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken önemli bir iddiadır. 71 Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü (Ed. Yves Bonnefoy), Kozmogoni ve Kozmografi (Türkler ve Moğollarda) maddesi, Yazar: J-P. Roux, 2000, c.1., s. 601. 72 T. Tekin, 1998, s.82-83. 34 3.2.1. Töz Birçok yaratılış anlatısında başlangıçta ne olduğuna, ilk neyin varolduğuna dair bölümler vardır. Daha doğrusu, Tanrı’nın diğer her şeyi kendinde ilinek olarak barındıran bir ilksel ve ilahi varlık ile yaratmaya başladığı anlatılır. Bu töz kavramı Kur’an’da ve haliyle de Kısasü’l-Enbiyâlarda da kendine yer bulur. Üç metinde de karşımıza çıkan ve “yaratılan her şeyin öncülü olan ve varolmak için Tanrı’dan başkasına ihtiyaç duymayan ilksel ve ilahi varlık ve/veya kavram” anlamına gelen “töz”, Eski Yunan felsefesinde, Hıristiyanlıkta ve Batı felsefesinde kendine geniş yer bulur. Helenistik felsefenin, özellikle de Yeni Platoncu okulun ve Plotinos’un, en başta El-Kındi sayesinde slâm dünyasında ilgi görmesiyle slâm felsefesini de derinden etkileyen bu kavram üzerine Doğu filozoflarının yanı sıra özellikle 17. ve 18. yüzyılda Spinoza, Descartes, Leibniz; Locke ve Berkeley gibi Batılı filozoflar da çeşitli düşünceler öne sürmüşlerdir. Rabgûzî’nin eserine göre; Tanrı her şeyden önce bir gevher ~ töz yarattı. Tanrı yarattığı gevhere heybetle bakınca gevher eridi ve su oldu: Óaú taèÀlÀ barçadın burun bir gevher yaratdı, ol gevheràa heybet birlen naøar úıldı, ol gevher su boldı.75 73 Ahmet Cevizci, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Paradigma Yay., stanbul, 2000. Sir Gerard Clauson, 1972, s.571. töz (twyz): ‘root, basis, origin’, ... tözi yıltızı ‘the origin and root’ (of everything on earth); Alttü. 236 tözi ulu miŋ yirtinçüde tözü yadılur (cevheri –kökü- ulu bin bu dünyalarda tamamıyla yayılır.); KB 2758 negü tir eşitgil ba ırsaú sözi / bu söz işke tut ıl ay ajun tözi (Samimi insan ne der, dinle; ey dünyanın temeli, bu söze göre hareket et); DLT III:123 anıŋ tüpi tüzi kim = onun soyu sopu, aslı nesli kim? (Besim Atalay, kelimeyi toz olarak okumuştur.). Aynı motif Kısas-ı Enbiyâ’da da görülür. Bu metinde ayrıca Tanrı’nın yarattığı bu gevherin bazı özellikleri de tasvir edilerek; büyüklüğünün yer ve gök kadar olduğu, yetmiş bin başı, her başında yetmiş bin dili ve her dilinde de Tanrı için yetmiş bin tür övgü olduğu belirtilir: Óaú taèÀlÀ bir dÀne gevher yaratdı, anuñ ululuàı yirce gökce idi. Ol gevherüñ yitmiş biñ başı var. Her başında yitmiş biñ dili var. Her dilinde yitmiş biñ dürlü tesbìó var, Tañrı’yı öger. Tanrı tarafından ilk olarak yaratılan gevherle Arâisü'l-Mecâlis’te de karşılaşırız: Taŋrı tebÀreke ve ta’ÀlÀ úaçan diledi kim gökleri ve yirleri yarada evvel bir yaşıl cevher yaratdı yir gök ùabaúalarından ulu77 Yüce Tanrı yeri ve göğü yaratmayı dileyince ilk olarak; yer ve gök tabakalarından daha yüce, yeşil bir cevher yarattı. Yukarıdaki alıntılarda görüldüğü üzere Kısas-ı Rabgûzî’de yaratılan bu töz/gevher tasvir edilmezken, Arâisü'l-Mecâlis’te gevherin rengi ve yüceliği vurgulanmış, Kısas-ı Enbiyâ’da ise bu gevher bir canlının özellikleriyle anlatılarak özellikle büyüklüğü ve uzuvlarının çokluğu anlatılmıştır. 3.2.4. Yaratılışın Altı Günde Tamamlanması Kısas-ı Rabgûzî’de rivayet edildiğine göre; Tanrı her şeyi altı günde yarattı: Óaú taèÀlÀ barça èÀlemni altı künde yaratdı... Òaberde andaà kelür: Yek-şenbe kün köklerni yaratdı, du-şenbe kün aynı ve künni ve yulduzlarnı yaratdı, felek içinde yöritdi. Se-şenbe küni cemìè èÀlem òalúın yaratdı ve úuş úurtlarnı ve feriştelerni yaratdı. ÇehÀr-şenbe kün sularnı, yulaklarnı yaratdı, yıàaçlar ve ot y mlerni öndürüp rÿzì ulaştırdı. Penç-şenbe kün behişt dÿzaònı ve èaõÀb feriştelerini yaratdı, cevrlerini yaratdı. Ádìne kün Ádem èaleyhi's-selÀmnı yaratdı. Şenbe kün nemerse yaratmadı, munça nemerselerni bir köz yumup açúunça yaratur erdi. AmmÀ óikmet bu erdi kim úullarımàa taèlim bolsun t p men bu úÀdirlıkım birlen aşuk iş úılmadım, siz bu èÀcizlıúıŋız birlen miskìnlik birlen iş kılıŋ t p aydı...112 Yüce Tanrı bütün âlemi altı günde yarattı... Şöyle anlatılır: Birinci gün (Pazar) gökleri ve yeri yarattı. kinci gün (Pazartesi) Ay’ı, Güneş’i ve yıldızları yarattı, bunları gökte hareket ettirdi. Üçüncü gün (Salı) bütün âlem halkını, kuşları, kurtları ve melekleri yarattı... Dördüncü gün (Çarşamba) suları, pınarları, ağaçları ve bitkileri topraktan çıkararak yiyecek (rızık) yetiştirdi. Beşinci gün 112 A. Ata, 1997, s. 5-6, 3r20-3v9. 51 (Perşembe) cenneti, cehennemi ve azap meleklerini yarattı. Cuma günü (altıncı gün) Âdem’i yarattı. Yedinci gün (Cumartesi) Tanrı hiçbir şey yaratmadı. Tanrı tüm bunları göz açıp kapayıncaya kadar yaratabilirdi; ama (Tanrı’nın her şeyi altı günde yaratmasındaki) hikmet, (Tanrı’nın) kullarına bir ders vermek istemesiydi. Tanrı: “Ben bu gücümle, bir işi bitirmek için acele etmedim. Siz bu acizliğinizle sakin bir şekilde ve dinlenerek çalışın.” dedi. Kur’an-ı Kerim’de de Tanrının yeri ve göğü altı günde yarattığından bahsedilir: Çın-oú törüttümiz köklerni yerlerni ol iki ara altı kün içinde, tegmedi bizke armakdın. 113 (37/79b1-80a1=50:38) And olsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.114 Kısas-ı Enbiyâ’da da her şeyin altı günde yaratıldığı rivayet edilir. Fakat bu eserde gün gün yaratılış sırası verilmezken yaratılışın hangi gün başlayıp hangi gün bittiğine dair bir tartışma anımsatılır: Tevrìt ehli eydürler ki: “Óaú TaèÀlÀ òalúı yaratdı. Yikşenbe gün başladı Àõìne irtesi tamÀm eyledi. Cumèa gün bayram itdiler.” NaãrÀniler eydürler: “Şenbi gün başladı, yikşenbe gün tamÀm 113 114 A. Ata 2004, s. 142. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, 2000, s.516. 52 oldı” dirler. Giregi115 güni bayram dutarlar. Nitekim Resÿl Óaøreti eydür: “Cumèa gün günlerüñ ulusıdur, úalan günlerden anuñ faôlı artuúdur. Zìre Àõìnenüñ biş òaãleti vardur. Evvel Ádem peyàÀmber ol günde yaradıldı, cÀn daòı ol günde geldi, girü ol günde úabø oldı. Daòı ol cumèa güninde bir sÀèat vardur, ol sÀèatde dilek olsa úabÿl olur, redd olmaz.” 116 Yahudiler der ki: “Tanrı varlıkları yarattı. Pazar günü başladı Cuma tamamladı. Cumartesi günü bayram ettiler.” Hıristiyanlar: “Pazartesi başladı, cumartesi bitirdi.” derler ve Pazar günü bayram ederler. Nitekim Hz. Muhammed der ki: “Günlerin en ulusu Cuma’dır, diğer günlerden daha faziletlidir. Zira cumanın beş niteliği vardır: Âdem o gün yaratıldı ve yine o günde can vücuda girdi, Cuma günü de ruhunu teslim etti. Ayrıca Cuma günü bir saat vardır ki o saatte tüm dilekler kabul olur reddedilmez.” Kısas-ı Enbiyâ’da ayrıca Vehb bin Münebbih’ten bir alıntı yapılarak Tanrı’nın üçüncü gün denizlerdeki canavarları, dördüncü gün ise rızkı yarattığı rivayet edilir: 115 116 H. Eren’in Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü (Ankara 1999, s. 156) çalışmasında bu kelimeye de yer verilmiştir. Burada gireği (>gireyi > girey) kelimesinin Ermeniceden geçmiş olduğu söylense de Uwe BlÊsing’in karşı görüşüne de yer verilmiştir. Ona göre, kelime daha çok Batı Anadolu ve civarında kullanıldığından Ermeniceden geçmiş olması mümkün değildir. Eren’in yargısına göre kelime, Rumcadan alıntıdır. gireği, Derleme Sözlüğü’nde şu yerlerde geçtiği kayıtlıdır: Isparta, Burdur, Aydın, zmir, Manisa, Tokat, Merzifon, Amasya, Ankara, Konya, Antalya, Rumeli göçmenleri. . Cemiloğlu, 2000, s. 124, 7b1-7. 53 Vehb rivÀyet úılur: “Óaú TaèÀlÀ bu deñizlerüñ içinde ne kim canavarlar varısa üçünci gün yaratdı. Andan dördünci gün rızúın yaratdı.” 117 Vehb rivayet eder: “Yüce Tanrı, bu denizlerin içinde hangi canavarlar varsa üçüncü gün yarattı. Sonra dördüncü gün rızkını yarattı.” Evrenin kaç günde yaratıldığı hakkında Arâisü’l-Mecâlis’te de bir rivayet yer alır; fakat burada diğer metinlere göre büyük bir fark vardır: Tanrı evreni altı günde değil, yedi günde yaratır ve yaratma işinden sonra dinlenmek için bir gün ayırmaz: Tañrı tebÀreke ve taèÀlÀ yiri yaratdı şenbe gün ve ùa ları yikşenbe gün ve a açları düşenbe gün ve úarañulı ı sihşenbe gün ve nūrı çÀrşenbe gün ve yılúılar ve úalan canavarları pencşenbe gün ve Àdemi Àõìne gün yaratdı. 118 Yüce Tanrı cumartesi günü yeri yarattı ve dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, karanlığı salı günü, güneşi ve ışığı çarşamba günü, hayvanlar ve diğer canavarları perşembe günü, insanı da cuma günü yarattı. 117 118 . Cemiloğlu, 2000, s. 122, 4a7-9. Sa'lebî, a.g.e., s. 13:9-11. 54 Altı günde yaratılan evren motifiyle Eski Ahit’te de karşılaşmıştık: Eski Ahit’e göre ilk gün (pazar) yer, gök, ışık, gece ve gündüz; ikinci gün (pazartesi) gökkubbe; üçüncü gün (salı) karalar ve denizler ile bitkiler; dördüncü gün (çarşamba) güneş, ay ve yıldızlar; beşinci gün (perşembe) denizlerde yaşayan canlılar ve kuşlar; altıncı gün (cuma) ise cinsine göre her türlü hayvan ve insan yaratıldı. Tanrı yedinci gün (cumartesi) dinlendi ve o günü kutsadı. Görüldüğü gibi Eski Ahit, Kısas-ı Rabgûzî ve Arâisü'l-Mecâlis arasında yaratılış sırası bakımından farklar vardır: Eski Ahit’te dördüncü gün (çarşamba) yaratıldığı söylenen güneş, ay ve yıldızlar, Kısas-ı Rabgûzî’ye göre ikinci gün (pazartesi), Sa'lebî’ye göreyse beşinci gün (çarşamba) yaratılmıştır. Kısas-ı Rabgûzî’de insan dışındaki bütün canlıların üçüncü gün (salı) yaratıldığı söylenirken, Arâisü'l-Mecâlis’te bütün hayvanların ve canavarların altıncı gün (perşembe) yaratıldığı rivayet edilir. Eski Ahit’e göre denizlerdeki canlılar ve kuşlar beşinci (perşembe), karada yaşayan hayvanlarsa altıncı gün (cuma) yaratılmıştır. Bitkilerin hangi gün yaratıldığı konusunda da farklılıklar vardır: Kısas-ı Rabgûzî bitkilerin dördüncü (çarşamba); Eski Ahit ise beşinci gün (perşembe) yaratıldığını söyler. Arâisü'l-Mecâlis’te ise bitkilerin üçüncü gün (pazartesi) yaratıldığı aktarılmıştır. nsanın yaratılışı ise her üç metinde de ortaktır ve insan yaratılışın son günü (cuma) yaratılmıştır; fakat Kısas-ı Rabgûzî ve Eski Ahit’e göre altıncı güne denk gelen bu son gün, Arâisü'l-Mecâlis’e göre yedinci gündür. Hepsinde ortak olansa yaratılışın cuma günü sona erdiğidir. Kısasü’l-Enbiyâlarda, evrenin yaratılışı ve düzenlenişi konusunda eski Türklerin inanışlarından pek fazla iz olmadığını; zira eski Türklerin bu konuyla çok da 55 ilgilenmediğini daha önce belirtmiştik. Roux’nun yakın zamanda ait Türk kozmogonilerinin arttığına dair tespiti de daha önce dile getirilmişti. şte Verbitskiy’nin derlediği ve bizim Ögel’den okuduğumuz Altay Yaratılış Destanı’nda da altı günde yaratılış motifi vardır. Bu anlatıda Eski Ahit etkisi olduğu da aşikardır. Ayrıca altı günlük yaratılışın ardından Bay Ülgen adı verilen yaratıcı Tanrı’nın dinlendiği de belirtilerek Eski Ahit’le paralel bir anlatım oluşturulmuştur: Dünya yaratılışı, altı günde olmuştu Yedinci günde ise, Bay-Ülgen uyumuştu.119 Görüldüğü gibi hem Kısas-ı Rabgûzî’de hem Arâisü'l-Mecâlis’te ve hem de Kısas-ı Enbiyâ’da bazı ayrıntılar farklı olmakla beraber anlatının iskeleti aynıdır. Üç eser de yaratılışın anlatıldığı bölümler bakımından Eski Ahit’e uygunluk göstermektedir. Farklılık olarak; Rabgûzî’nin eserinde Arş’tan söz açılmazken, suyun köpüğünden yerin yaratılması da sadece Arâisü'l-Mecâlis ve Kısas-ı Enbiyâ’da geçen bir motiftir. Ayrıca yaratılışın kaç gün sürdüğü ve hangi gün, nelerin yaratıldığı konusunda da bazı farklılıklar vardır. Kısas-ı Rabgûzî’de yeryüzünün yaratılışı anlatıldıktan sonra sıra insanın nasıl yaratıldığına gelince, ilk olarak Tanrı’nın insanı yaratmaya karar verme sürecinden başlanmıştır. 119 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara: TTK, 2003, s. 434. 56 Kısas-ı Enbiyâ’da ise cennetin ve cehennemin özellikleri, ölüm meleğinin özellikleri, yerin ve göğün katları, Tanrı’nın aklı yaratması ve onu üstün kılması gibi ayrıntılara da yer verilerek Vehb bin Münebbih, bn Abbas gibi âlimlerden bu konulara ilişkin çeşitli rivayetler nakledildikten sonra insanın yaratılışına geçilmiştir. Arâisü'l-Mecâlis’te özellikle yerin ve göğün katları hakkında birçok rivayete yer verilmiş; meleklerden, cennet ve cehennemden bahsedilmiştir. Ayrıca yaratılışa ilişkin olmayan rivayetler ve başka konulardaki bazı kıssalar uzun uzun anlatılmıştır. Sa'lebî, insanın nasıl yaratıldığı konusuna geçmeden önce bazı hadislere ve sahabelerden nakledilen çeşitli olaylara eserinde bolca yer vermiştir. 4. NSANIN YARATILIŞI 4.1. Kutsal Kitaplarda nsanın Yaratılışı 4.1.1. Eski Ahit’te nsanın Yaratılışı Eski Ahit’te insanın yaratılışı aşağıdaki gibi özetlenebilir: Tanrı yeri ve göğü yarattığında yerde bir fidan ya da ot henüz bitmemişti; zira Tanrı henüz yağmur yağdırmamıştı ve toprağı işleyecek bir insan da yoktu. Yerden bir buğu yükselir ve bütün toprağın yüzünü sular. Tanrı, Âdem’i yerin toprağından yaratarak burnuna yaşam soluğunu üfler, böylece Âdem canlanır. Daha sonra Tanrı, doğuya doğru Aden’de bir bahçe kurarak yarattığı insanı oraya koyar. Tanrı görüntüsü ve yenilmesi güzel olan her ağacı, bahçenin ortasında yer alan hayat ağacını ve iyilikle kötülüğü bilme ağacını yerden bitirir. Ayrıca bahçeyi sulamak için Aden’den bir de ırmak çıkarak dört kola ayrılır. Bu dört ırmağın adları; Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat’tır. Tanrı Âdem’i alıp, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koyar. Tanrı, Âdem’i bu bahçeye koyduktan sonra ona; bahçedeki her ağaçtan dilediği gibi yiyebileceğini söyler, sadece iyiliği ve kötülüğü bilme ağacına yaklaşmamasını emreder; zira Âdem o ağaçtan yediği gün ölecektir.120 Tanrı daha sonra Âdem’in yalnız olmasının iyi olmadığına, ona bir yardımcı yaratması gerektiğine karar verir ve yerdeki her hayvanı, göklerin her kuşunu topraktan yaratır. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem`e getirir. Âdem her birine ne 120 Tekvin 2:5-17. 58 ad verdiyse, o canlı o adla anılır. Fakat bütün bu canlılar arasında Âdem’e uygun bir yardımcı bulunamaz. Bunun üzerine Tanrı, Âdem’e derin bir uyku verir ve o uyurken onun kaburga kemiklerinden birini alarak yerini etle kaplar. Âdem`den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem`e getirir. Âdem, “ şte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir” der, “Ona 'Kadın' denilecek; çünkü o adamdan alındı.”121 Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. Âdem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.122 4.1.2. Kur’an-ı Kerim’de nsanın Yaratılışı nsanın yaratılışı konusu Kur’an-ı Kerim’in birçok sûresine yayılmıştır. Konuyu şu şekilde özetleyebiliriz: Diğer her şey yaratıldıktan sonra Allah insanı dünyaya hükmetmesi ve kendisine kulluk etmesi için yaratmaya karar verir.123 Melekler şaşırarak bu durumun sebeplerini sorduklarında, sadece emri dinlemeleri gerektiğini ve yaratılacak insana secde edeceklerini öğrenirler.124 Tüm melekler Allah’ın emrini yerine getirmeye hazırken sadece blis bu emre karşı çıkar; zira blis ateşten yaratılmışken125 Tanrı insanı yaratmak için toprak ve suyu kullanmaya karar verir.126 Böylece blis günahkârlardan olurken 121 branice kadın ( şşa) sözcüğü adam ( ş) sözcüğünden türemiştir. Tekvin 2:18-25. Sâd 71; Zâriyât 56. 124 Bakara 30; Sâd 71. 125 A'râf 12. 126 Bakara 30. 122 123 59 insan da topraktan şekillendirilerek yaratılır.127 nsan topraktan ve sonra da az bir sudan (meniden) yaratılmıştır.128 Yalnız burada şunu hatırlatmakta fayda vardır ki; “ nsan önce topraktan (balçıktan) ve sonra da az bir sudan yaratılmıştır” dendiğinde kastedilen; ilk yaratılışın topraktan olduğu, ilk insan çifti oluştuktan sonra yaratılan insanların ise bir parça sudan yaratıldığıdır. Bu durum başka bazı ayetlerde de açıklanmıştır ve Allah’ın yaratmayı tekrar etmesi olarak dile getirilmiştir.129 Karahanlı Türkçesiyle kaleme alınmış Kur’an tercümesinde bu konu şöyle işlenir: Ol Taŋrı törütti sizi topraúdın yana arúa suwındın yana bir kesek úandın yana çıúarur sizni kiçiglik birle yana teger sizler yigitlikúa yana bolur siz ulu pīrle 130 , sizlerde ol kim öldürülgey siz anda öŋdin, bir ança teger sizler atanmış zamÀnúa tegi, bol ay kim uú ay sizler. 131 (35/62b1-63b1=40:67) Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alakadan yaratan, sonra bebek olarak çıkaran, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız ki içinizden daha önce vefat edenler de 127 Âl-i mrân 59; En'âm 2; A'râf 11; Hicr 33; srâ 61; Secde 7; Sâd 76; Kıyâme 38. Hûd 61; Hicr 26; Nahl 4; Kehf 37; Meryem 9, 67; Tâhâ 55; Hac 5; Mü'minûn 12-14; Rûm 20; Secde 8; Fâtır 11; Yâsin 77; Mü'min 67; Necm 45-46; Rahmân 14; nsan 2; Mürselât 20; Abese 19. 129 Rûm 11. 130 +le çokluk eki için bkz.: A. Ata, “Türk Dillerinde +lA Çokluk Eki”, Doğu-Batı Bağlamında Uluslararası Türk Dili ve Kültürü Konferansı, Şumnu Piskopos Konstantin Preslavski Üniversitesi, 26-29 Ekim 2002. 131 A. Ata 2004, s. 113. 128 60 vardır, ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O’dur. Umulur ki düşünürsünüz.132 Allah insanı yarattıktan sonra onu, içine ruh üfleyerek canlandırır.133 Ayrıca insan şerefli olarak ve en güzel biçimde yaratılmıştır.134 Beri yandan Allah insanı zayıf yaratmıştır135 ve huzur bulsun diye insanın eşini de aynı nefisten yaratmıştır.136 lk Türkçe Kur’an Tercümesi’nde bu konu şu şekilde aktarılmıştır: Ol Taŋrı kim törütti sizni bir et-özdin, úıldı andın cüftini tayanmaú üçün aŋar, úaçan örtti erse anı kötürdi yük anıŋ yükini, yüŋül, keçti ap berküdi anıŋ birle úaçan a ır boldı erse ündediler Taŋrını dilerini: eger berseŋ bizke edgü èayÀl bolur-miz şükr úılı lılardan. 137 (28/58a2-59a2=7:189) Sizi tek bir candan (Adem’den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havva’yı) yaratan O’dur. Eşi ile birleşince eşi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah’a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler.138 132 Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, 2000, s. 474. Hicr 28, 29; Secde 9. Tîn 4; srâ 70. 135 Nisâ 28; Rûm 54. 136 Nisâ 1; A'râf 189; Rûm 21; Fâtır 11; Zümer 6; Hucurât 13; Zâriyât 49; Kıyâme 39; Nebe' 8. 137 A. Ata 2004, s. 28. 138 Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, 2000, s. 174. 133 134 61 Böylece dünyanın ve insanın yaratılışı tamamlanmış olur. Kur’an-ı Kerim’de, Tevrat’ta olduğu gibi, gün gün bir yaratılış kronolojisi verilmemekle beraber, bazı ayetlerde her şeyin altı gün içinde yaratıldığı söylenmektedir.139 Ayrıca, Allah’ın yaratma gücünün sonsuz olduğunu vurgulamak amacıyla, O’nun tüm varlıkları yarattığı halde bu uğraştan dolayı yorulmadığı da Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir.140 slam felsefesi genel olarak ruhun, insandan önce yaratılmış olduğunu, ve bedene sonradan girdiğini savunur. Ruh bedenden bağımsız bir töz olarak varolur ve insan öl- düğü zaman ölmez. Ölüm, yalnızca ruhun bedenden ayrılması, geldiği tanrısal kaynağa geri dönmesidir. nsan varlığı ruhun özünü bilemez, yalnızca ruhun dışa vuran eylemlerini düşünür ve yorumlar. Ruhun maddeyle en küçük bir ilgisi yoktur. nsanda bilmeyi, düşünmeyi, canlılığı insan olarak eylemde bulunmayı sağlayan ruhtur. nsan varlığının ikinci bileşeni, ruhtan sonra yaratılmış ve geçici olan, yok olup giden bedendir. slam felsefesinin tüm düşünürlerine göre, bedenin duyular adı verilen değişik nitelikte yetenekleri vardır. Bununla birlikte, duyular yalnızca ruhun yardımıyla iş görebilir. Bedene canlılık veren ruh, duyuların çalışmasını algı gücünün gelişmesini sağlar. nsanda, Tanrı’nın ona verdiği bir cüzi irade vardır.141 Gerek slâm’da gerekse diğer dinlerde insanın diğer canlılardan üstün olduğunun kabul edilmesi, daha en başta insana uygun bir dünya yaratılmasıyla ilintilidir. nsanoğlu dünya üzerindeki iktidarının yaratılışla başladığına inanır ve dolayısıyla iktidarını en 139 A'râf 54; Yûnus 3; Furkân 59; Kâf 38; Hadîd 4. Kâf 38. 141 T. Izutsu, 1995, s. 89 vd. 140 62 baştan meşru görür. Tanrı, insanı mahlukların en şereflisi olarak yaratarak ona dünya üzerinde bir iktidar vermiştir ve bu durumda insanın bu iktidarı reddetmesi Tanrı’ya karşı gelmek olacaktır. Tanrı’nın her şey üzerindeki mutlak iktidarının tecellisi, insanın kısıtlı ve yalnız dünyevî iktidarıdır. 4.2. Kısasü'l-Enbiyâlarda nsanın Yaratılışı142 Kısas-ı Rabgûzî’de insanın yaratılışı Kur’an’dan ayetler kullanarak anlatılır, Kısas-ı Enbiyâ’da ve Arâisü'l-Mecâlis’te de insanın yaratılışı anlatılırken hem Kur’an’dan ayetler yer almış hem de Vehb bin Münebbih, Cafer-i Sadık, bn Abbas gibi din âlimlerinin rivayet ettikleri hadislerden faydalanılmıştır. Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya’sında ise ilk insanın yaratılışı oldukça kısa bir şekilde anlatılmıştır. Kısas-ı Enbiyâ ve Tevarih-i Hulafa’nın bu kısa bölümünü buraya almakta bir sakınca görmüyorum: Âdem Aleyhisselâm: Allâhu Teâla hazretleri Âlemi yoktan var etti ve Âdem’i topraktan yarattı. Sonra Âdem’in cesedine ruh verdi ve “Ona secde ediniz” diye meleklere emretti. Bütün melekler Hz. Âdem’e secde ettiler. Fakat blis, kibir ve hasedinden dolayı ona secde etmedi. Bunun için Hakk’ın huzurundan tard olundu ve mel ́ûn oldu, kendisine de “Şeytan-ı 142 A. Ata, 1997, s. 8-21; . Cemiloğlu, 2000, s. 126-132; Sa'lebî, a.g.e., s. 41-50; Ahmet Cevdet Paşa, 2000, s. 1. 63 Racim” denildi. Bu sebepten o da Âdem’e düşman oldu. Ondan sonra Cenâb-ı Hak “Havva”yı yarattı ve Hazret-i Âdem’e eş etti. kisini de Cenab-ı Hak Cennete koydu ve “Yeyiniz, içiniz, lâkin şu ağaca yaklaşmayınız” dedi. Şeytan ise bir yolunu bularak, Cennet’e girdi ve Âdem ile Havva’nın yanına gitti. Onlara dedi ki: “Allah sizi o ağaçtan niçin men etti biliyor musunuz?” Eğer siz ondan yerseniz, artık sizin için ölüm olmaz; ebediyyen cennette kalırsınız” diye önce Havva’yı ve onun vasıtasiyle de Âdem’i aldatıp ikisine de o ağacın meyvesinden yedirdi. Bunun üzerine Allah ikisini de Cennet’ten çıkardı ve yeryüzüne indirdi. Âdem, Hint tarafına ve Havva, Cidde’ye düştü.143 Görüldüğü gibi Ahmet Cevdet hikâyenin sadece en temel yönüne değinmiş, ayrıntılara hiç girmemiştir. Gerek Âdem ve Havva’ya nasıl can verildiğine ve gerekse Cennet’ten kovuluşlarına ilişkin detaylar atlanarak son derece yüzeysel bir özet yapılmıştır. 143 Ahmet Cevdet Paşa, 2000, s. 1. 64 4.2.1. Tanrı nsanı Neden Yarattı slâm inanışına göre evrendeki hiçbir şey sebepsiz değildir ve haliyle insan da bir sebep üzerine yaratılmıştır. Kısas-ı Rabgûzî’de insanın yaratılış sebebi şu şekilde anlatılır: Bir òaberde andaà kelür: Úaçan Mevlì taèÀlÀ dünyÀnı yaratdı erse y r mülkini úuşlaràa b rdi, y ti miŋ yıl úuşlar tutdılar. Anda k êin Cinn bini'l-CÀnàa b rdi, y ti miŋ yıl taúı olar tutdılar, yazuú maèãiyet üküş úıldılar, úan töktiler erse anlardın alıp feriştelerge b rdi, y ti miŋ yıl tamÀm boldı erse anlardın ma alàu vaút bolup m n y r yüziŋe òalìfe yaratur-men, t p òi Àp úıldı... Ferişteler bu òitÀbnı işitdiler erse kaêàuluà bolup aydılar: lÀhì, y r yüzinde ortaú işligler, úan tökgüçiler yaratur- sen, biz tesbìó ü tehlìl ü teúaddüs úılàanlardın alıp y r mülkini anlaràa mu b rür-sen. Òi Àb keldi: Men bilür-men, sizler bilmez-siz. 144 Bir rivayette şöyle anlatılır: Tanrı yeryüzünü yaratınca sahipliğini kuşlara verdi, yedi bin yıl kuşlar hüküm sürdü. Ondan sonra Cinn bini'l-Cânn’a (cinlere) verdi ve yedi bin yıl da onlar hüküm sürdü. (Cinler) çok fazla günah işleyince, kan dökünce (Tanrı) onlardan alıp meleklere verdi. Yedi bin yıl tamamlanınca onlardan da alma vakti geldi ve "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. Melekler bu hitabı duyunca kaygılandılar ve: "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." dediler. Allah da: "Ben bilirim, sizler bilmezsiniz" dedi. Yukarıdaki anlatı Harezm Türkçesiyle yapılmış Kur’an Tercümesinde şöyle geçer: Takı ol vaútın kim aydı sening êiŋ, firiştelerge: “óaúīúat üze men úıl an men yirde òalīfe.” Aydılar: “úılur mu sen anıŋ içinde ol kim irseni kim fesÀd úılur anıŋ içinde taúı töker úanlarını; taúı biz arı lar biz seniŋ ögmekiŋ birle taúı arı layur miz sini?” Aydı: “óaúīúat üze men bilür men ol nirseni kim bilmes siz.” 145 Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi146. 145 144 A. Ata, 1997, s. 7-8, 4v21-5r8. 65 146 G. Sağol 1993, s. 30. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, 2000, s. 5. 66 Kısas-ı Enbiya’da daha önce de belirttiğimiz gibi pek düzenli bir anlatım olmamakla beraber biz yine de belli bir düzen içerisinde insanın yaratılışının anlatıldığı bölümü özetlemeye çalışacağız ve Rabgûzî’nin eserinde olduğu gibi Tanrı’nın insanı yaratma sebebinden başlayacağız. Kısas-ı Enbiyâ’da açık bir sebep gösterilmese de insanın yaratılışındaki amaç şöyle sezdirilir: Şol dem ki Tañrı TaèÀlÀ’dan nidÀ geldi ki yÀ CebrÀéìl yir yüzine ingil, bir úabøa topraú getürgil kim andan bir Àdem... cümle maòlÿúuñ efêÀli ola, evliyÀ enbiyÀ andan faòırlana.147 O zaman ki yüce Tanrı’dan Cebrail'e: “Yeryüzüne in, bir tutam toprak getir ki ondan bütün yaratıkların en erdemisi olan ve evliyalara, peygamberlere örnek olacak bir insan (yaratacağım/yaratayım).” diye emir geldi. Tanrı’nın insanı neden yarattığını en açık anlatan eser Arâisü'l-Mecâlis’tir. Eserde ilk insanın yaratılışının nasıl gerçekleştiği anlatılmadan önce Tanrı’nın insanı hangi sebeple yarattığı anlatılmıştır: Tañrı taèÀlÀ òalúı yaratdı tÀ kendünüñ varlı ın bildüre eger òalúı yaratmasa Tañrınuñ varlı ı bilinmeyedi ve daòı kendünüñ èilm ve úudreti tamÀmlı ın bildürmek içün yaratdı ve daòı òalúı yaratdı kendüye úulluú úılmaú içün kim ol úulluú úılanlaruñ úullu ın sever 147 . Cemiloğlu, 2000, s. 125, 8b11-13. 67 ve úulluú úıldu ıçün 148 öger neçeme kim bu òalú úullu ına muótÀc degülse daòı kendüye úulluú úılındu ın sever.149 Tanrı insanları kendi varlığını bildirmek için yarattı. Eğer Tanrı insanları yaratmasaydı Tanrı’nın varlığı bilinmeyecekti ve de kendisinin ilminin ve gücünün tamamlığını bildirmek için yarattı ve ayrıca insanları kendine kulluk etmeleri için yarattı. Tanrı kendisine kulluk edenleri sever ve onların kulluk etmesini över. Her ne kadar insanların kulluğuna muhtaç değilse de Tanrı kendisine kulluk edilmesini sever.” Arâisü'l-Mecâlis’te, Tanrı’nın insanı ne için yarattığı, başka bölümlerde de tekrar edilmiştir: èÁlimler eyitdi Tañrı taèÀlÀ òalú yaratdı kendü úudretin ÀşikÀre úılma ıçün150 andan rızúın virdi kendü èiõõetin bildürmek içün andan ãoñra öldürür kendünüñ úahrın ve cabbÀrlı ın bildürmek içün andan ãoñra girü diri úılur kendünüñ èadlin ve fa lın ve sevÀbın ve èaõÀbın bildürmek içün.151 Âlimler der ki: “Tanrı insanları kendi gücünü görünür kılmak için yarattı. Sonra onlara, yüceliğini anlasınlar diye rızık verdi. Daha 148 úıldu ıçun şeklinde okunması doğru olacaktır. Sa'lebî, a.g.e., s. 42:2-5. 150 úılma ıçun şeklinde okunması doğru olacaktır. 151 Sa'lebî, a.g.e., s. 43:1-3. 149 68 sonra da onları öldürdü ki onun kahrediciliğini ve zorlayıcılığını anlasınlar. Ardından onları tekrar diriltir ki Tanrı’nın adaletini, erdemini, iyiliğini ve azabını öğrensinler.” Kısas-ı Rabgûzî’de, Tanrı’nın daha önce başka varlıklar yaratıp dünyanın hakimiyetini onlara verdiği söylendikten sonra insanı “halife” olarak yaratmaya karar verdiği bildiriliyor. Bu anlatımdan, Tanrı’nın insanı diğer yarattıklarından daha üstün tuttuğu ve ona ayrıcalıklı bir kutsallık atfettiği sonucu çıkarılabilir. nsanın bu ayrıcalığı Kısas-ı Enbiyâ’da daha açık bir şekilde dile getirilerek, onun yaratılanların en faziletlisi olacağı söylenir. Araisü’l-Mecâlis’te ise Tanrı’nın insanı yaratırken amacının, kendi varlığının bilinmesi olduğu nakledilir. Kendi varlığını bildirmek isteyen Tanrı; irade ve akıl sahibi insanı yaratarak, onun kulluğuyla varlığını ortaya koyar. Tanrı ayrıca insanı yaşatarak, doyurarak, öldürerek ve tekrar dirilterek de en temel özelliklerini, yani yaratıcılığını ve kadir-i mutlaklığını, somutlaştırır. Beri yandan Tanrı, ihtiyacı olmamasına rağmen, yarattığı bu varlığın kendine kulluk etmesini isteyerek insanın akıl ve iradesinin temelinin kendinde olduğunu vurgular. nsanın cüzzî iradesini var edenin Tanrı’nın küllî iradesi olduğu bu şekilde vurgulanmış olur. Bu anlatıların bir diğer özelliği de insanın dünyadaki diğer varlıklar üzerindeki iktidarını Tanrısal bir öze bağlamasıdır. nsan muktedirdir; çünkü en başta Tanrı, insanın muktedir olmasını ve dünyayı yönetmesini istemiştir. Varolan her şeyin ve durumun daha en başta belirlendiği inanışını, yani her şeyin kozmogonik bir boyutu olduğunu 69 daha önce zikretmiştik. nsanın yaratılışı konusunda bunun örneklerini görmeye devam edeceğiz. 4.2.2. Topraktan Yaratılan nsan Önceki brahimî dinlerde ve başka inanışlarda olduğu gibi slâmiyette de ilk insanın topraktan yaratıldığına inanılır. Dünyanın Yaratılışı bölümünde yerin/toprağın birçok inanışta kutsal kabul edildiğini belirtmiştik. slâm inanışında Her şeyin olduğu gibi insanın topraktan yaratılmasının da bir nedeni vardır ve bu neden Kısas-ı Rabgûzî’de şöyle anlatılır: Úaçan Mevlì èazze celle Ádemni yaratur-men, t p òi Àb úıldı erse barça nesneler baş kötürüp Ádemni bizdin yıratàıl 152 , t p amaè úıldılar. Taà aydı men úutluà-men, teŋiz aydı men heybetlig-men, altun aydı men èazìz-men, kök aydı men eêìz-men. Úamuà nerseler baş kötürüp özlerini öge küwendiler. Ol óÀlde y r tevaøøuè úılıp aydı: men úamuàdın øaèìf-men, aêak altında men, mende küwengü nerse yoú, t p tevaøøuèlıú úıldı erse òi Àb keldi: Men Ádemni topraúdın yaratur-men, t p. Ádemni topraúdın yaratdı.153 Tanrı Âdem’i yaratacağını söyleyince (daha önce yaratılmış olan) her şey baş(ını) kaldırıp:154 “Âdem’i bizden yarat.” diyerek hırslandılar. Dağ: “Ben kutluyum”; deniz: “Ben heybetliyim”; altın: 152 Burada bir dizgi hatası olsa gerek. Çünkü metnin gelişinden bu kelimenin yarat ıl olacağı açıktır. A. Ata, 1997, s. 9-10, 6r15-20. 154 Burada baş kötür- deyiminin “isyan etmek” anlamında değil; mecaz olmadan “başını kaldırmak” anlamında kullanıldığını düşünüyorum. Tanrı göğün en yüksek katında (Arş) iken diğer tüm varlıklar (gök bile) aşağıdadır ve Tanrı’ya seslenmek için başlarını kaldrırlar. Günümüzde de insanlar dua ederken çoğu zaman başlarını ve avuç içlerini göğe doğru kaldırırlar. 153 70 “Ben değerliyim”, gök: “Ben yüceyim” dedi. Her şey üstünlüğünü sayıp övünmeye başladı. Her şey böylece övünürken toprak alçak gönüllülük gösterdi ve: “Ben tüm diğer varlıklardan zayıfım, ayak altındayım. Övünülecek hiçbir şeyim yok.” deyince Tanrı’dan: “Ben Âdem’i topraktan yaratacağım.” hitabı geldi ve Âdem’i topraktan yarattı. Bu anlatının vermek istediği mesajı şu şekilde yorumlamak mümkün görünüyor: Toprak alçak gönüllü olması sebebiyle insanın hammaddesi olmayı hak etmiştir; zira Tanrı alçak gönüllüleri sever ve insan da özüne, yani toprağa uygun olarak alçak gönüllü olmalıdır. Burada Âdem adı üzerinde durmakta da fayda görüyorum. Âdem ilk olarak, Eski Ahit’teki yaratılış anlatılarında, yaratılan ilk insana verilen unvan ve addır. Âdem sözcüğü yeryüzünün kırmızı balçığından gelerek dünyada yaşayan, dünyalı anlamına bir gönderme olabilir.155 Burada ilk varlık açıkça yalnız bir erkektir, kadın henüz Adem’in kaburga kemiğinden eş ve yardımcı olarak yaratılmamıştır. Yahudi Kabala’sında Âdem’in yaratılışına ilişkin farklı fikirler vardır. Bunların en önemlisi ilk insanın hernafrodit olup daha sonradan yine tanrı tarafından iki cinsiyete bölünmüş olmasıdır.156 155 156 branice’de “adom” kırmızı; “adama” ise yeryüzü anlamına gelir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Encyclopedia of Religion (Ed. Lindsay Jones), Adam madddesi, Yazar: Michael Fishbane, c.1, s.29-30 71 Rabgûzî insanın yaratılacağı toprağın Tanrı’ya getirilişini ve getirilen o toprağın mahiyetini şu şekilde nakletmiştir: Úaçan êi èazze ve celle Ádemni yaratmaú tiledi erse CebrÀéilge òi Àb keldi; baràıl y r yüzindin bir awuç topraú ketürgil. CebrÀéil kelip topraú alàalu oàradı erse y r CebrÀéilge ant b rdi; mendin topraú almaàıl t p. CebrÀéil ant oàurlap topraú almadı. srÀfìlni ıêdı aŋa ma ant b rdi, ol topraú almadı. K êin MikÀéìlni ıêdı aŋa ma ant b rdi ol ma topraú almadı. K êin èAzrÀéilni ıêdı, aŋa ma ant b rdi. èAzrÀéil aydı; seniŋ antıŋdın maŋa Mevlì taèÀlÀ yarlıàı èazìzrek turur, t p her úamuà y r yüzindin bir owuç tofraú aldı... Óaøretdin òi Àb keldi: Ey èAzrÀéil àÀyet úatıà köŋüllüg ermiş-sen. Taúdìr andaà úıldım úamuà tınlıàlarnıŋ cÀnın saŋa alduràay-men. Ol topraúda suvı tebiz, ürüŋ úara, süçüg açıà, sarıà, yaşıl, úızıl, kök, úatıà yumşak ve arıà arıàsız, tatlıàsız úamuà bar erdi. Ol sebebdin Ádem oàlanları biri biriŋe meŋzemezler, kimi arıà, kimi arıàsız, kini iglig, kimi igsiz, kimi ürüŋ, kimi úara, kimi sarıà, kimi úızıl, kimi edgü, kimi isiz, kimi süçüg sözlüg, kimi açıà sözlüg, kimi úatıà köŋüllüg, kimi yumşak köŋüllig.157 Tanrı Âdem’i yaratmak isteyince, Cebaril’e: “Git yeryüzünden bir avuç toprak getir.” diye emir geldi. Cebrail toprak almak için yeryüzüne gelince yeryüzü Cebrail’e: “Benden toprak alma.” diye 157 A. Ata, 1997, s. 9, 5v13-6r5. 72 yemin ettirdi. Cebrail yeminini bozmayıp toprak almadı. (Tanrı daha sonra) srafil’i yolladı, (yeryüzü) ona da yemin verdi, o ( srafil) da toprak almadı. Sonra Mikail’i yolladı, (yeryüzü) ona da yemin verdi, o (Mikail) da toprak almadı. Sonra Azrail’i yolladı, (yeryüzü) ona da yemin verdi. Azrail: “Allah’ın emri senin yemininden kıymetlidir benim için.” diyerek yeryüzünün her yerinden bir avuç toprak aldı. Tanrı’dan hitap geldi: “Ey Azrail, gayet sağlam gönüllüymüşsün. Şöyle takdir ettim ki; bütün canlıların canını sana aldıracağım.” O toprakta (Azrail’in aldığı bir avuç toprakta) kirli-temiz, beyaz-siyah, tatlı-acı, sarı, yeşil, kırmızı, mavi, sert-yumuşak ve iyi-kötü, tatsız hepsi vardı. O sebepten insanoğulları birbirine benzemezler; kimi iyi, kimi kötü, kimi sağlıklı, kimi hasta, kimi beyaz, kimi siyah, kimi sarı, kimi kızıl, kimi iyi, kimi hayırsız, kimi tatlı sözlü, kimi acı sözlü, kimi sert gönüllü, kimi yumuşak Arâisü'l-Mecâlis’te Âdem’in toprağının yerden alınması ve devamında gelişen olaylar şu şekilde anlatılmıştır: Úaçan Tañrı taèÀlÀ diledi kim Ádem pey Àmbarı yarada vaóiy úıldı yire kim senden bir òalú yaradurvan bir nicesi baña muùìè ola bir nicesi èÀãì ola baña muùìè olanı uçma a givirem ve èÀãì olanı ùamuya andan Cebraéìli viribidi kim yirden bir avuç ùopraú getüre úaçan Cebraéìl yire indi kim bir avuç ùopraú ala yir eyitdi 73 ãı ınurvan ol Tañrı èiõõetine kim seni viribidi bu gün benden nesne alma ıl kim yarın Tañrıya èÀãì olup ùamu naãìbi olmasun pes Cebraéìl nesne almadı girü Tañrıya döndi eyitdi yÀ Rabbi sen Tañrıya ãı ındı òoş görmedüm andan ùopraú alam pes Tañrı taèÀlÀ MiúÀéìli viribidi pes MiúÀéìl yire indi yir yine Tañrıya ãı ındı ol daòı nesne almadı girü óa rete vardı andan Tañrı taèÀlÀ èAzrÀéìli viribidi pes yir èAzrÀéìlden yine Tañrıya ãı ındı kim benden nesne alma ıl didi pes èAzrÀéìl eyitdi ben Tañrıya sı ınurvan anuñ buyru ın ãımaúdan pes melekü’l-mevt el urdı yirüñ dört buca ından cümle yir yüzinüñ yoúar ı úatından çora ından balçı ından úızılından úarasından ve a ından yazısından ve ùa ından bir avuç aldı pes andan ötürü Àdem o lanı kiminüñ òulúı eyü kiminüñ yavuz kimi ãÀlió kimi ôÀlim kimi görklü kimi çirkin ve andan ötürü ãūretleri daòı beñizleri birbirinden ayruúsı oldı.158 Tanrı, Âdem peygamberi yaratmayı isteyince yeryüzüne: “Senden bir halk yaratacağım, bir kısmı bana bağlı ve bir kısmı da asi olacak. Bana bağlı olanları cennete, asi olanları ise cehenneme göndereceğim..” diye haber gönderdi. Sonra Cebrail’i yerden bir avuç toprak alıp getirmesi için yolladı. Cebrail bir avuç toprak almak için yere indiğinde yer: “Tanrı’nın 158 Sa'lebî, a.g.e., s. 44:5-15, 45:1. 74 büyüklüğüne sığınırım ki seni yolladı, bugün benden bir şey alma ki yarın Tanrı’ya asi olup cehenneme gitmesin.” dedi. Sonra Cebrail bir şey almadan Tanrı’ya gitti: “Ya Rab, yer sana sığındı, ondan toprak almayı iyi görmedim.” dedi. Tanrı bu defa Mikail’i yolladı, Mikail yere inince yer yine Tanrı’ya sığındı, Mikail de bir şey alamadı ve Tanrı’ya döndü. Sonra Tanrı, Azrail’i yolladı, yer yine Tanrı’ya sığındı ve Azrail’den, kendisinden bir şey almamasını istedi. Azrail: “Tanrı’nın buyruğunu yerine getirmemezlik edemem, Tanrı’ya sığınırım” diyerek yerin dört bucağından, bütün yeryüzünün yukarı katından; çorağından, balçığından; kızılından, karasından ve beyazından; düzlüğünden ve dağından bir avuç toprak aldı. şte bundan dolayı insanoğlundan kiminin yaratılışı iyi, kimininki kötü; kimi dinine bağlı, kimi zâlim; kimi güzel, kimi çirkin oldu ve ondan dolayı görünüşleri ve yüzleri birbirinden farklı oldu. Yerin toprak vermek istememesinin sebebi Kısas-ı Rabgûzî’de açıklanmazken, Araisü’l-Mecâlis’te bu sebebe yer verilir. Her iki anlatıda ortak olan ise Azrail’in ölüm meleği olmasının sebebi ve insanların neden farklı olduğudur: Azrail yerden toprağı alarak hem insanın yaratılışına katkıda bulunmuş hem de yerin ant vermesine aldırmayarak Tanrı’nın emirlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu ispatlamıştır. Dolayısıyla insanın canını almak gibi zorlu bir görev de en çok Azrail’e yakışacaktır. 75 nsanlar daha en baştan farklıdır; çünkü Azrail’in yerden aldığı bir avuç toprağın içinde çeşit çeşit toprak vardır. Burada vurgulanmak istenen farklılığın daha en başta var olduğudur. nsanın iyi özellikleri de kötü özellikleri de, sağlığı da hastalığı da, varsıllığı da yoksulluğu da bu bağlamda tanrısal bir öze bağlanır. Mevcudun niteliği yine en baştaki olaylara bağlanarak “sonsuz bir şimdiki zaman” algısı baskın hale getirilir. Örneğin Arâisü'l-Mecâlis’te insanların neden birbirlerinden farklı olduklarına şu şekilde değinilir: Tañrı taèÀlÀ müéminleri raómat üçün ve kendüyi ögmek içün yaratdı rivÀyet úılındı kim úaçan Tañrı taèÀlÀ Ádem pey Àmbarı yaratdı õürriyetini aña èar úıldı pes Ádem AS õürriyeti ve o lanları içinde sa ve sayru ve görklü ve çirkin aú ve úara gördi eyitdi yÀ Rabbi buları neçün düz yaratmaduñ Tañrı taèÀlÀ eyitdi severin kim baña şükür ideler.159 Tanrı inananları, (onlara) rahmet etmek ve onların kendisini övmesi için yarattı. Rivayet edilir ki; Tanrı Âdem peygamberi yarattı ve soyunu ona gösterdi. Sonra Âdem peygamber soyu içinde sağlıklılar ve hastalar, güzeller ve çirkinler, aklar ve karalar olduğunu gördü: ‘Ya Rabbi, bunların hepsini neden aynı şekilde yaratmadın?’ diye sordu. Tanrı: ‘(Hallerini görerek) bana şükretmelerini severim (isterim)’ ” dedi. 159 Sa'lebî, a.g.e., s. 42:10-14. 76 Arâisü’l-Mecâlis’te insanların birbirinden farklı olmasının bir diğer nedeni de toprağın yoğurulduğu suyun farklı farklı olmasıdır: Azrail o toprağı yukarı çıkardı. Tanrı; toprağı acı, tatlı ve tuzlu suyla yoğurmasını emretti, sonra suyla yoğurdu ve hamur yaptı. Bundan dolayı insanoğlunun yaratılışı birbirinden farklıdır. Anadolu’daki bazı geç dönem anlatılardaysa Tanrı’nın Cebrail’i, Mikail’i, srafil’i ve Azrail’i toprak almak için stanbul’a gönderdiği anlatılır.161 Buradan, anlatıların zaman içinde yerel unsurlarla zenginleşmesine ve değişmesine rağmen eski köklerden kesin bir kopuş yaşanmadığı sonucuna ulaşmak yanlış olmasa gerek. Kısas-ı Rabgûzî’deki anlatı, Âdem’in yaratılacağı toprağın kırk yıllık bekleyişi ve ardından şekillendirilmesiyle devam eder: èAzrÀéil ol topraúnı Mekkeli ÙÀyifli arasında DaónÀ atlıà y rde úoêdı. Úırú yıl ol topraú üze yaàmur yaàdı, otuz toúuz yıl úaêàu yaàmurı yaàdı, bir yıl sewünç yaàmurı yaàdı. Ol yoldın Ádemàa 160 161 Sa’lebî, a.g.e, s. 45:1-3. Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü (Ed. Yves Bonnefoy), Kozmogoni (Türkler ve Moğollarda) maddesi, Yazar: J-P. Roux, 2000, c.1, s. 602. - J-P.Roux, 1994, s. 88. 77 sewünçdin úaêàu artuúraú boldı. Úırú yılda k êin ol tofraúnı úudreti birle ãÿret úıldı...162 Azrail o toprağı Mekke ile Taif arasında Dahna adlı yere bıraktı. O toprağın üzerine kırk yıl yağmur yağdı: Otuz dokuz yıl kaygı, bir yıl sevinç yağmuru yağdı. O sebeple insanın sıkıntısı sevincinden fazla oldu. Kırk yıldan sonra (Tanrı) kudretiyle toprağı şekillendirdi. Araisü’l-Mecâlis’te de bu kırk yıllık bekleyişten bahis açılır: Ádemüñ gevdesi úırú yıl yatmışdı ol úırú yıl içinde üstine ay u ya dı ãoñra bir yıl anuñ üstine şÀõılıú ya dı pes bundan ötürü anuñ õürriyeti içinde úay u çoú olup ãoñı şÀõılıú olur.163 Âdem’in vücudu kırk yıl orada yatmıştı, o kırk yılda üstüne sıkıntı yağdı, sonra bir yıl da üstüne mutluluk yağdı. şte bundan dolayı onun soyunda sıkıntı fazla mutluluk az olur. Yukarıdaki parçalarda insan hayatında güçlüklerin ve acıların, sevinçlerden daha fazla olmasının sebebi de yine yaratılışla açıklanmış olmaktadır. nsanlar seviçten çok sıkıntı yaşar; çünkü insan yaratılırken, daha doğrusu insan henüz toprakken, Tanrı bunun böyle olmasına karar vermiştir. 162 163 A. Ata, 1997, s. 9, 6r5-6r8. Sa’lebî, a.g.e., 46:11-13. 78 Arâisü’l-Mecâlis’te ayrıca, ilk insanın yaratılışı anlatılırken Hz. Muhammed’den de bahsedilerek diğer eserlerden farklı bir kurgu oluşturulmuştur. Bu eserde Âdem’in şekillendirildiği toprağın içinde Hz. Muhammed’den de bir öz bulunduğu söylenir: Cebraéìl[e] buyurdı ol aú ùopraúdan kim yiriñ yüregi ve göñli ve nūrıdur bir úab a getürgil kim andan Muóammedi yaradam pes Cebraéìl Firdevs uçma ınuñ kerūbì164 ve muúarreb ferişteleri bile indi Muóammed-i MuãùafÀ úabri yirinden bir avuç ùopraú aldı ve ol gün içinde ol ùopraú yavlaú aú ve arıyıdı pes anı Tesnìm suyıla yo urdı ve úurutdı şöyle kim bir aú incü gibi oldı andan anı uçmaú ırmaúlarınuñ cümlesine daldurdı andan anı götürdi gökleri ve yirleri úamusın gezdürdi pes ol vaútın ferişteler bildi Muóammedi ve anuñ fa lın ve kerÀmetin Ádem pey Àmbarı bilmekden ilerü andan Cebraéìl anı Ádem ùopra ına úarışdurdı pes úodı úırú yıl tamÀm yatdı hattÀ yapışıcı balçıú oldı pes úırú yıl yine úodı şöyle kim úurudı ãalãÀl oldı ãalãÀl ol durur kim elile urıcaú çıñrar ve ÀvÀzı virür tÀ biline kim Tañrınuñ işi ãunèıla úudretiledür dürişüp işlemegile ve ãūretile degül anuñçün kim úurumış balçıúdan hìç ãūret eylenilmez andan soñra Tañrı taèÀlÀ ol úuru balçıú ten ve gevde úıldı úırú yıl tamÀm feriştelerüñ yolı üzere bıraúdı.165 164 165 Bu sözcüğün çevriyazımının kerrūbī şeklinde yapılmasının doğru olacağını düşünüyorum. Sa’lebî, a.g.e., s. 45:3-12 79 (Tanrı sonra) Cebrail’e: “Yerin yüreği ve ışığı olan o beyaz topraktan bir avuç getir ki ondan Muhammed’i yaratayım.” diye emretti. Sonra Cebrail cennetin en büyük ve Allah’a en yakın melekleri ile indi, Muhammed Mustafa’nın kabrinin olduğu yerden bir avuç toprak aldı, o gün o toprak parlak, beyaz ve temizdi. Sonra onu cennet suyuyla yoğurdu ve kuruttu öyle ki beyaz bir inci gibi oldu. Sonra onu cennetteki ırmakların hepsine daldırdı. Sonra onu götürdü göklerin ve yerlerin hepsini gezdirdi. şte o vakit melekler, Muhammed’i ve onun erdemiyle kerametini bilmenin Âdem peygamberi bilmekten daha değerli olduğunu anladı. Sonra Cebrail onu Âdem’in toprağına karıştırdı, sonra bıraktı ve o toprak tam kırk yıl yattı, sonunda yapışkan bir balçık oldu. Sonra bir kırk yıl daha bıraktı. Toprak kurudu ve kumla karışık ince bir çamur halini aldı. Kumla karışık o ince çamura elle vurulunca çınlar ve ses verir. Bilinsin ki Tanrı’nın işi eylemekle, güçledir; gayret gösterip işlemekle, şekil ile değildir. Onun için kurumuş balçıktan asla şekil yapılmaz. Ondan sonra Tanrı o kuru balçığı ten ve gövde haline getirdi, kırk yıl meleklerin yolu üzerine bıraktı. Kısas-ı Enbiyâ’da ve Arâisü’l-Mecâlis’te, yaratılan ilk insanın vücudunun ve vücut parçalarının farklı özellikleri de anlatılır. Kısas-ı Enbiya’da vücudun anatomik yapısından ve organları yaratılış sırasından bahsedilirken Araisü’l-Mecâlis’te her bir 80 organın ya da bölümün farklı bir topraktan yaratıldığından söz açılır. Kısas-ı Enbiya’ya göre organların yaratılış sırası ve damarların görevleri aşağıdaki gibidir: Vehb eydür: “Çünki Óaú TaèÀlÀ süñük ãaà yanında sekiz eyegü, sol yanında sekiz eyegü, ãaà yanında yidisi ùoàrı birisi egri. Andan ötrü kim Óaú TaèÀlÀ ÓavvÀyı yaratdı. Andan yüregi yaratdı. Andan iki böbregi yaratdı. Birin yürek üstinde úodı ve birin ùalaú üstine úodı. kisi arasındabir perde úodı. Andan süñükleri yaratdı. Yaàrınında bir süñük, bazuda bir süñük, bilkede iki süñük, pençede beş süñük, dizde iki süñük, ùopuúda bir süñük, her barmakda iki süñük var. Andan Óaú TaèÀlÀ ùamarları yaratdı. Ùamarlaruñ aãlı boyun ùamarudur, ol úan evidür. Gövdeye úÀn andan yayılur. Dört ùamar boynı ãuvarur, dört ùamar úulaàı ãuvarur, dört ùamar burını ãuvarur, dört ùamar dudaàı ãuvarur, iki ùamar dili ãuvarur, iki ùamar dişleri ãuvarur. Daòı úalan ùamarlar ki gövde içinde vardur, saàışın Tañrı bilür.166 Vehb der ki: “Yüce Tanrı sağda ve solda sekiz kaburga kemiği yarattı, sağdaki kemiklerin yedisi doğru birisi eğriydi, ondan dolayı Tanrı o kemikten Havva'yı yarattı. Sonra yüreği yarattı. Sonra iki böbreği yarattı birini kalbin diğerini dalağın üstüne koydu, ikisi arasına bir perde çekti. Sonra kemikleri yarattı: Sırtta bir kemik, kolda bir kemik, belde iki kemik, elde beş kemik, dizde iki kemik, 166 . Cemiloğlu, 2000, s. 126, 9b12-10a9. 81 topukta bir kemik ve her parmakta iki kemik var. Tanrı sonra damarları yarattı. Kanın evi orası olduğundan ve vücuda kan oradan yayıldığından bütün damarların aslı (en önemlisi) boyun damarıdır. Boynu, kulağı, burnu ve dudağı dörder damar besler. Dili ve dişleri de iki damar besler. Vücutta başka damarlar da vardır; onların sayısını ancak Tanrı bilir.” Araisü’l-Mecâlis’te ise bir hadis nakledilerek Âdem’in vücudunun nerelerden alınan toprakla yaratıldığı şu şekilde anlatılmıştır: èAbdu’l-lÀhi bin SelÀm167 Muóammed-i MuãùafÀya ãordı kim Tañrı taèÀlÀ Ádemi nite yaratdı pey Àmbar eyitdi Ádemüñ başın ve alnın Kaèbe ùopra ından yaratdı gögsin ve arúasın Beyte’l- Muúaddisden 168 iki budın Yemen yirinden iki incügin Mıãır yirinden iki aya ın èicÀz yirinden ãa elin maşrıúdan ãol elin ma rıb yirinden yaratdı.169 Abdu’l-lâhi bin Selâm170, Muhammed Mustafa’ya: “Tanrı Âdem’i neden yarattı?” diye sordu. Peygamber: “Âdem’in başını ve alnını Kabe toprağından, göğsünü ve sırtını Beyte’l-Mukaddes’ten171, iki 167 Bu ismin çevriyazımının Abdu’llÀhi’bni SelÀm şeklinde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu sözcüğün Beytü’l-Maúdis şeklinde okunması gerektiğini düşünüyorum. 169 Sa’lebî, a.g.e, s. 45:14-15; 46:1-2. 170 bkz. 167. dipnot. 171 bkz. 168. dipnot. 168 82 budunu Mısır toprağından, iki ayağını Hicaz toprağından, sağ elini doğudan, sol elini batı toprağından yarattı. Bu iki alıntı hem organların yaratılış ve önem sırasını hem de ilk insanın vücudunun kutsal topraklardan yapıldığı inancını göstermesi açısından değerlidir. Türk mitolojisinde de topraktan yaratılan insan motifi vardır. Ünlü seyyah ve bilgin Middendorf’un Yakut Türkleri’nden derlediği ve Hıristiyanlık etkilerini yoğun olarak taşıyan bir yaratılış efsanesine göre Tanrı, topraktan insan şeklinde yedi tane şekil yapar. Hepsine can (kut) verip yedi tane erkek, dört tane de kadın yapar. Bu kadınları insanoğlunun dördü ile evlendirir; ama geriye kalan üç kişi kadınsız kalır. Bu üç kişi gidip Tanrı’ya bu durumdan şikayetçi olur; fakat Tanrı hiç oralı olmaz; ne cevap verir ne de kadın. Tabii bu üç kişi boş durmazlar. Kadınların etrafında dolanmaya başlarlar. şte ne olursa bundan sonra olur, insanoğlu vefasız olur. Kadınların vefasızlığı da hep buradan gelir. Ama sonunda diğer üç erkek nasıl bulurlarsa, üç kadın daha bulurlar, evlenirler ve üç oğulları olur. Diğer dört insanın da dört kızı olur. Bunları birbirleriyle evlendirirler; ama kızlardan biri açıkta kalır. Erkeklerden biri de onu karısının üstüne alır. Bu suretle çok kadınla evlenme adeti meydana gelmiştir. Bu defa da erkekler, bu kalan kızı ben alayım diye uğraşırken vefasız olurlar. Erkeklerin vefasızlığı da buradan gelir.172 172 B. Ögel, 2003, s. 449. 83 Altay Türklerinden derlenen bir anlatıda da yine topraktan yaratılan insan motifini görürüz: Ülgen insanoğlunu yaratırken etlerini topraktan, kemiklerini de taştan yapıp, ona ilk örneğini verdi. Kadını da erkeğin kaburga kemiklerinden meydana getirdi. Fakat bunların ruhu yoktu. Bir ruh bularak bunları canlandırmak lazımdı. Bunun için yola çıktı. yola çıkmadan önce insanı koruması için tüysüz bir köpek yaratmayı da ihmal etmedi. Az sonra Şeytan Erlik çıkageldi. Köpek, Erlik’i görünce havladı ve insan örneklerinin semtine bile uğratmak istemedi. Fakat Erlik ona yanaştı: “Ben sana tüy vermeye, insan örneklerini de canlandırmaya geldim, sakın havlama!” dedi. Köpek buna inandı ve sustu. Şeytan, köpeğe pisliğinden attı ve “Bunu ye.” dedi. Köpek, pisliği yeyince tüy sahibi oldu ve insanları Şeytan’a bıraktı. Eline bir kamış alan Şeytan, kamışı insanların arkasına soktu ve hızla üfledi. Sonra da gitti. Az sonra Tanrı Ülgen geldi. Ne görsün, kadın ve erkek çoktan canlamış, ruh sahibi olmuşlardı. Ülgen ne yapacağını şaşırmış bir halde düşünürken bir kurbağa Ülgen’e yanaşarak şöyle dedi: “Onları yok etmen neye? Bırak, yaşayanı yaşat, öleni de öldür.” Ülgen de onları kendi hallerine bırakıp gitti.”173 Bu anlatıda ilginç olan, insana “yaşam soluğu” üfleyenin Tanrı değil de Şeytan olmasıdır. Topraktan gelen insan motifini başka birçok inanışın anlatılarında da görmek mümkündür. Örneğin en ilgi çeken mitoloji olan Yunan mitolojisinde de insan topraktan gelir; ama bunun en az iki farklı biçimi vardır: Bazı Yunan mitlerinde insan, tıpkı bir 173 B. Ögel, 2003, s. 465. 84 bitki gibi yerden biter, bazılarındaysa toprak bir zanaatkarlık eseri olarak biçimlendirilerek insan haline getirilir.174 Benzeri bir inanış Sümerlerde de vardır: Sümerlerin inanışına göre insan, tanrılar arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucu işler aksayıp da bazı ihtiyaçlar başgösterince yaratılır. nsan temel olarak tanrılara hizmet etmesi için, toprağı sürüp, tanrıları geçimlerini sağlamak için çalışmak yükünden kurtararak onlara hizmet etmek için yaratılmıştır. Bu açıdan Sümer ve Babil mitolojileri benzerlik gösterir. Derin sular üzerindeki balçıktan yaratılan insan, zayıf ve hastadır.175 Ünlü bir Çin efsanesine göre de insan topraktan yapılmıştır. Niu-koua adlı yaratıcı tanrıça, gök ve yer yaratıldığında var olmayan insanı sarı topraktan yaratmaya başlar; ama bir müddet sonra bu işle başedemeyeceğini anlayınca insanları sade çamurdan yaratmaya başlar. Böylece asiller sarı topraktan, asil olmayanlar ise sade çamurdan yapılır.176 Bu efsanede insanlar arasındaki eşitsiliğin daha en başta ortaya çıktığı da vurgulanmaktadır. Kısasü’l-Enbiyalarda da insanların yaratıldığı toprakların cinsi farklı olduğundan yaşamlarının da farklı olduğu inanışına dair bölümlere yukarıda dikkat çekmiştik. nsanların topraktan yaratıldığına ve insanlar arasındaki farklılıkların daha yaratılışta ortaya çıktığına dair inanışların bir başka örneğiyle de Yorubalarda karşılaşırız. Nijerya ile Benin Halk Cumhuriyeti’nin güneyinde yaşayan Yorubaların inanışına göre Yüce tanrı Olodumare, yardımcılarından olan Obatala’yı insanları yaratmakla görevlendirir. Obatala kilden nsanlar yaparken Olodumare de onlara can verir. Arada bir susuzluğunu şarapla gideren Obatala’nın sarhoşken yaptığı insanlar kusurlu olmuştur. Avustralya’nın yerli Kulin kabilesinde yüce varlığın adı Bunjil’dir ve Arş’a benzer yerinde, yani göğün en yüksek katında yaşar. Bunjil de insanı kilden yaratmış ve ağzından, burnundan ve göbeğinden üfleyerek ona ruh vermiştir.178 Bu örnekler, insanın topraktan yaratıldığı inanışının ne derece yaygın olduğunu göstermektedir. Ayrıca hemen bütün örneklerde insanların birbirinden farklı olmasının sebebi de en baştaki yaratılışla açıklanmaktadır. Tekrar Rabgûzî’ye döndüğümüz zaman anlatının devamında Şeytan’ın insana ilişkin planlarıyla karşılaşırız. Şeytan, daha insan canlanmadan onunla ilgili düşüncelerini açığa vurmuştur. Kısas-ı Rabgûzî’de bu olay da Kur’an’a uygun olarak şöyle anlatılmıştır: Bir kün blìs y tmiş miŋ ferişte birle kökdin Ádem topraúınàa keldi elgi birle Ádemnüŋ úarnını úaúdı, içini kevek kördi, feriştelerge aydı: munı yoldın çıúarmaú oŋay bolàay, t di. Yana aydı: eger Mevlì èazze ve celle munı sizlerge erklig úılsa ne úılàay-siz? Úamuàı aydılar: boyun süngey-miz. blìs aydı:... Mevlì èazze ve celle anı maŋa musalla úılsa boyun süngemey-men, meni anıŋ üze musalla úılsa öldürgey-men. Ol zamÀn oú kÀfir boldı, t mişler.179 blis bir gün yetmiş bin melekle gökten Âdem’in toprağına geldi, eliyle Âdem’in karnını dürttü. çinin kof olduğunu düşünerek yanındaki meleklere: “Bunu yoldan çıkarmak kolay olacak.” dedi. blis yine: “Allah bunu size hakim kılarsa ne yapacaksınız?” diye sordu. Meleklerin hepsi: “Boyun eğeceğiz.” dediler. blis: “Allah onu bana musallat ederse ona boyun eğmeyeceğim, beni ona musallat ederse onu öldüreceğim.” dedi. “ şte o zaman ( blis) kâfir oldu” demişler. Kısas-ı Enbiya’da ise anlatı şu şekildedir: Vehb eydür: “Úaçan ki Óaú TaèÀlÀ Àdemi yaratdı işbu èaôametile buyurur feriştelere kim, Àdemi götürdiler uçmaú úapusına. Zìre ol vaútin Àdem bir cÀnsuz idi... ferişteler Àdemnüñ sÿretini gördiler, èaceblediler, eytdiler: “Óaú TaèÀlÀ bir işiyçün yaratmışdur, hem daòı içi úoúudur, yimek içmek yir. Hem bunı azdurmaàa geñezdür.” Ol ferişte eytdi: “Bu Àdem sizüñ üzeriñüzde olursa neyleyesin?” Bunlar eytdiler: “Biz AllÀh’a muùièuz, Àãi olmazız” didiler. blìs eytdi: “Óaú TaèÀlÀ bunı ölü úılacaú olursa ben buna muùìè olmayıvarsan180. Eger bunı baña óavÀle úılursa ben bunı öldüririn” didi. 181 Vehb der ki: “Tanrı Âdem'i yarattığı zaman, bu azametle meleklere emreder. Âdem’i cennet kapısına götürdüler. Zira o zamana kadar Âdem bir cansızdı... Melekler Âdem’in şeklini görünce şaşırdılar, “Tanrı bunu bir işi için yaratmıştır. Hem içi kokuyor hem yiyip içiyor. Ayrıca bunu azdırmak kolaydır.” diye düşündüler. O melek dedi ki: “Bu Âdem, sizin üzerinizde hâkim olursa ne yaparsınız?” Melekler: “Biz Tanrı’ya tabiyiz, asi olmayız.” dediler. blis dedi ki: “Tanrı bunu üstün kılarsa ben buna tabi olmam, eğer bunu bana havale ederse ben bunu öldürürüm.” dedi.” Şeytan’ın asi olması, Araisü’l-Mecalis’te de hemen hemen aynı şekilde anlatılmıştır: ... nice ferişte kim andan geçerdi anuñ ãūreti görklüsi ve boyı uzunın ùañlardı kim andan ilerü hìç anuñ gibi ãūret görmemişlerdi pes blìs geçerken anı gördi eyitdi hay ne iş içün yaradılduñ pes eli birle urdı gördi içi mücevvef a zından girdi dübürinden öte çıúdı pes kendü birle bile olan ferişteler eyitdi işbu bir òalúdur içi úovuú bunuñ dölekligi olmaya andan eyitdi iy ferişteler eger işbu sizüñ üzerüñüze artuú gelüp ululuú úılursa nidesiz ferişteler eyitdiler... Tañrı buyru ına muùìèüz blìs göñli içinde eyitdi eger benüm üstüme ulu olursa ben buña èÀãì olam eger bunuñ üzerine ulu olursam bunı tìz helÀk úılam.182 ... oradan (cennet kapısından) nice melekler geçerdi. Melekler onun (Âdem) gibi güzel görünüşlü ve uzun boylu bir yaratık görmediklerinden, onu görünce şaşırdılar. Şeytan geçerken onu gördü: “Hey, sen ne için yaratıldın?” dedi ve eliyle vurdu. çinin boş olduğunu görünce ağzından girdi, arkasından çıktı. Sonra Şeytan’la beraber olan melekler: “Bu insandır, içi boş olduğu için bunun dürüstlüğü olmaz.” dediler. Şeytan, meleklere: “Ey melekler, eğer bu size üstünlük kurarsa ne yaparsınız?” diye sordu. Melekler: “Biz Tanrı’nın emirlerine bağlıyız.” dediler. Şeytan ise “Eğer bu bana üstün olursa ben buna isyan ederim ve eğer ben buna üstün olursam bunu hemen öldürürüm.” diye içinden geçirdi. Şeytan; içi boş, yemek yiyen ve topraktan yaratılan insanı kendinden aşağı gördüğü için daha en başta insana düşman olur. Diğer meleklerin Tanrı’ya boyun eğeceğini ve insanın üstünlüğünü tanıyacağını bilmesine rağmen, O isyan etmeyi seçer ve lanetlenir. Yukarıdaki anlatılarda görüldüğü üzere Şeytan ve diğer meleklerin vurguladığı bir nokta, insanın kolay kandırılır olmasıdır; zira insan yiyip-içmek istemektedir, bu bile büyük bir zayıflık belirtisidir. nsanın nefsine hakim olamayacağını bilen Şeytan, lanetlenmesinin de sebebi olan insanı yoldan çıkarmak için her türlü çabayı gösterecektir. Bu şekilde insanın yapacağı hataların sebebi de daha en baştan belirlenmiş olur: lk günahtan kıyamete değin işlenecek bütün günahlarda Şeytan’ın parmağı vardır. Böylece, daha önce de değindiğimiz gibi, yaşanacak her iyi ya da kötü olay/davranış/durum bir kez daha en baştaki yaratılışa dayandırılmış olur. 4.2.3. nsana Can Verilmesi Âdem’e can verilişi anlatılırken, Kısas-ı Enbiyâ ile Kısas-ı Rabgûzî arasında çeşitli farklar görülür: Kısas-ı Rabgûzî’de “can” gireceği bedeni küçümserken Kısas-ı Enbiyâ’da böyle bir durum görülmemekle beraber bu defa “can” gireceği bedenin küçüklüğünden muzdariptir. Her iki anlatıda da, farklı sebeplerle de olsa, can vücuda girmek istememektedir ve yine her iki anlatıda da can Tanrı’nın emrine uyarak vücuda girer. Kısas-ı Rabgûzî’de bu olay şu şekilde nakledilmiştir: Úırú yılda k êin Ádemniŋ cÀnıàa yarlıà boldı kim Ádemniŋ teniŋe kirgil, t p. CÀn Ádemnüŋ başı üze turuútı, kirgeli unamadı, men èulvì-men süflìge neteg kireyin, t di. CebrÀèil èaleyhi's-selÀm keldi, aydı: Ey èazìz cÀn, êi èazze ve celle atı birle kirgil. CÀn êi 90 atın işitdi erse kirdi. Yana bir rivÀyetde kelmiş: CÀn Ádemniŋ başınàa kirip ki yüz yıl tezgindi, anda k êin köziŋe kirdi erse közleri tirildi, öz yüzini kördi úara topraúdın yaratılmış. Mevlì úudretin körmeklik üçün üze közin yaratdı. Burnıàa keldi erse bir aòsurdı CebrÀéilge òiùÀb keldi, Ádemnüŋ burnındın çıúàan meòÀrını emÀnet saúlaàıl, t p. Andın farımas erken aàzınàa keldi, ilhÀm yetildi, aydı: elóamdü li'llÀh Rabbi'l-èÀlemìn. êi èazze ve celle yarlıúadı: ... êi saŋa raómet úılsun, men seni munuŋ üçün yaratdım Anda k êin cÀn kögüziŋe keldi aşuúdı, úopàalı oàradı, úopa bilmedi... Anda k êin úÀrnınàa keldi erse úÀrnı ùaèÀm tiledi, cÀn içinde yayıldı süŋük, et, teri, tamur, siŋirler belgürdi, teprenü başladı. Ádemnüŋ terisi be-àayet körklüg erdi, kün kün yaruúluúı arta başladı. Úaçan illet belgürdi erse ol terisi soyuldı, bu teriniŋ belgüsi ernekler uçında úaldı bu tırnaúlar ol turur... (Can) Kirürde êi èazze ve celledin زڊòiùÀbın işitdi erse oŋay kirdi, çıúarda yana raómet sewünçin işitmegünçe çıúmas-men teyür, körmes mü-sen? Kimniŋ baòtı bar erse... beşÀretin işitip oŋay çıúÀr, kim bed-baòt erse cÀnı úatıàlıú birle çıúar.183 Kırk yıldan sonra Âdem’in canına, “Âdem’in bedenine gir.” diye emir geldi. Can, Âdem’in başı ucunda durdu ve girmek istemedi. “Ben yüceyim, bayağıya neden gireyim?” dedi. Cebrail geldi: “Ey 183 A. Ata, 1997, s. 10, 6v7-7r6. 91 aziz can, Allah’ın adıyla gir.” dedi. Can Tanrı adını işitince vücuda girdi. Yine bir rivayet şöyledir: Can, Âdem’in başına girip iki yüz yıl gezindi. Sonra can gözüne girince Âdem’in gözleri canlandı ve Âdem kara topraktan yaratılmış kendi yüzünü gördü. Tanrı, kudretini görmesi için önce gözünü yarattı. Can burna gelince Âdem aksırdı ve Cebrail’e: “Âdem’in burnundan çıkan sümüğü emanet olarak sakla.” diye emir geldi. Sonra şuurunu kaybetmeden (can) ağzına geldi, ilham verildi, (Âdem): “Elhamdüli’llahi-r Rabbi’l-âlemîn” dedi. Tanrı: “Tanrı sana rahmet etsin, ben seni bunun için yarattım.” diye buyurdu. Can göğse geldi. Âdem acele ile kalkmaya niyetlendi, kalkamadı. Can karna gelince Âdem acıktı. Can içeride yayıldı; kemik, et, deri, damar, sinirler belirdi, kıpırdamaya başladı. Âdem’in derisi gayet güzeldi ve günden güne parlaklığı artmaya başladı. Ne zaman ki hastalıklar baş gösterdi Âdem’in o derisi soyuldu. O derinin işareti de yalnızca parmakların ucunda kaldı. Bu tırnaklar184 odur. Can vücuda girerken “Rabbin sana merhamet etsin” sözünü duydu ve vücuda kolayca girdi; çıkarken yine rahmet sevinci duymadığı için “Ben çıkmam.” der, görmez misin? Kimin bahtı varsa (cennetlikse)... (canı) müjdeyi işitip kolay çıkar, kim kötü bahtlı ise (cehenemlikse) canı zorlukla çıkar. 184 lk insanın derisinin tırnak gibi olduğu inanışı başka halklarda da vardır. Örneğin Ögel’in eserinde bu inancın Mordvinlerde ve Ruslarda görüldüğü kayıtlıdır. Bkz: B. Ögel, 2003, s. 483. 92 Kısas-ı Enbiyâ’daki anlatı ise aşağıdaki gibidir: Ádem cÀnı ferişteler cÀnı gibi degildür, belki cümlesinden yigrekdür. Daòı úaçan ki Àdemüñ cÀnını Óaú TaèÀlÀ yaratdı, CebrÀéìl’e emr eyledi ki, ol cÀnı nÿra banduruñ, andan ãoñra, úalbine úoyun, arúun arúun dutuñ. Andan ãoñra cÀn naôar úıldı, gördi ki yiri iñen ùardur. Eytdi: “ lÀhi nice gireyin” didi. NidÀ geldi ki: “YÀ cÀn gücile gir, hem gine gücile çıúasın.” Pes cÀn Àdemüñ dimaàından girdi, iki gözine indi. Andan Àdem iki gözlerin açdı, kendüzine naôar itdi. Gördi ki gövdesi daòı balçıú, yatur. Pes èarşa bakdı, gördü ki yazılmış lÀ ilÀhe illa'llah muóammedü'r- resÿlu'llah. CÀn andan úulaàa indi. Ádem ferişteler tesbìóin işitdi, cÀn Àdemüñ dimaàından gitdi. Ferişteler Àdeme naôar úılurlardı, ki ne vaút òiùÀb gelesecide idevüz dirlerdi. blìs èaleyhi'l-laène göñlinde èadÀvet dutdı ki ana secide eylemeye. Çünkim cÀn Àdemüñ gögsine indi. Andan Àdem aàsurdı, elóamdülillah didi... CÀn Àdemüñ inciklerine indi. Ádemüñ aèôalarına et úan segirdi ve illÀ ayaúları daòı balçıàıdı. Pes Àdem diledi kim durı gele, durımadı... Úaçan kim cÀn Àdemüñ ayaúlarına indi, turı geldi.185 Âdem’in canı meleklerin canı gibi değildir, belki hepsinden daha üstündür. Âdem’in canını Tanrı yarattı, Cebrail’e “O canı nura bandırın, ondan sonra kalbine koyun, yavaş yavaş tutun.” diye 185 . Cemiloğlu, 2000, s. 126-127, 10b6-11a10. 93 emretti. Ondan sonra can baktı, gördü ki gireceği yer çok dar, “ lahi ben buraya nasıl gireyim?” diye sordu. Tanrı: “Ey can, güçlükle gir ki güç çıkasın.” dedi. Sonra can Âdem’in beyninden girdi, iki gözüne indi. O zaman Âdem iki gözünü açtı, kendisine baktı. Balçıktan gövdesinin yerde uzandığını gördü. Sonra arşa baktı ve “La ilahe illallah Muhammede’r-resulullah” yazılı olduğunu gördü. Can oradan kulağa indi, Âdem meleklerin tesbihini duydu. Can Âdem’in beyninden gitti. Melekler Âdem’e bakarak secde etmelerine dair emrin ne zaman geleceğini düşünüyorlardı. blis, Âdem’e secde etmeyeceği için düşmanlık besliyordu. Can Âdem’in göğsüne inince Âdem aksırdı, “Elhamdülillah” dedi... Can Âdem’in baldırlarına indi. Âdem’in organları et ve kanla doldu; ama ayakları hâlâ balçıktı. Sonra Âdem ayağa kalkmak istedi; ama kalkamadı... Can Âdem’in ayaklarına inince Âdem kalktı. Kısas-ı Enbiyâ’da canın vücuda yayılışı ve bu olayın tamamlanması da şu şekilde anlatılmıştır: Demişlerdür ki cÀn Àdemüñ gövdesine iki yüz yılda yayıldı. Cumèa gün zevÀldeyidi, tamÀm oldı. Caèferi äÀdıú eydür: “CÀn Àdemüñ başında yüz yıl durdı. ki ayaúlarında yüz yıl durdı. TamÀm 94 gevdesine iki yüz yılda yayıldı... Ádeme duru geldi. Gevdesi aú gümişe beñzerdi.186 Can’ın Âdem’in gövdesine iki yüz yılda yayıldığı ve Cuma günü yayılma işinin tamamlandığı rivayet edilir. Caferi Sadık der ki: “Can Âdem’in başında ve ayaklarında yüzer yıl durdu, bütün vücuduna iki yüz yılda yayıldı. Âdem ayağa kalktı. Gövdesi beyaz gümüşe benziyordu.” Âdem canlandıktan sonra, meleklerin ona secde etmesi de Kısas-ı Enbiyâ’da anlatılmıştır: Óaú TaèÀlÀ feriştelere secde buyurdı. Ádem’e ilk secde úılan CebrÀéìl idi. Andan MikÀèìl úıldı ve srÀfìl ve èAzrÀèìl úıldı. Andan cümle ferişteler úıldı. bn èAbbÀs eydür: èÁdem’e secde iddükleri cumèa güniydi. Güneş zevÀldeyidi. Pes ol vakit Óaú TaèÀlÀ úamu úatlardan anu ulu úıldı.187 Tanrı meleklere Âdem’e secde etmelerini emretti. Âdem’e ilk secde eden Cebrail’di. Sonra Mikail secde etti ve srafil secde etti ve Azrail secde etti. Sonra bütün melekler secde etti. bn Abbas der ki: “Âdem’e secde ettiklerinde Cuma günüydü ve güneş batıyordu. O yüzden Tanrı o vakti bütün katlardan ulu kıldı.” Arâisü'l-Mecâlis’te; Âdem’e can verilmesi, Kısas-ı Enbiyâ’ya benzer şekilde anlatılmıştır. Burada da can, gireceği vücudun dar ve karanlık olmasından şikayetçidir: Úaçan Tañrı taèÀlÀ diledi kim Àdem pey Àmbara cÀn üre pes buyurdı cÀn kim girgil Àdem içine cÀn eyitdi bir yirdür kim úarañu ve maúÀmdur düşvÀr pes Tañrı taèÀlÀ ikinci kez eyitdi kim girgil Àdem içine cÀn yine eyle didi girmedi ve pes Tañrı taèÀlÀ üçünci kezde eyitdi girgil dileksüz ve çıúasın dileksüz úaçan Tañrı taèÀlÀ böyle buyurdı pes cÀn Àdem içine girdi.188 Tanrı Âdem peygambere can vermek isteyince cana “Âdem’in içine gir.” diye emretti. Can: “Öyle bir yer ki karanlık ve girilmesi zor (dar).” dedi. Tanrı ikinci defa “Âdem’in içine gir.” diye emredince can yine aynı şeyleri söyledi ve girmedi. Sonra Tanrı üçüncü defada: “Kolaylıkla gir ki kolaylıkla çıkasın.” deyince can Âdem’in vücuduna girdi. Sa'lebî, canın Âdem’in vücuduna nasıl yayıldığını da şu şekilde nakletmiştir: Evvel kim cÀn ürüldi dimÀ ı içine girdi pes iki yüz yıl úadarın cÀn dimÀ ında gezdi çevrüldi andan iki gözine indi cÀn gözine inmekde hikmet oldı kim Àdem yaradıldu ın göre ve aãlı nedendür bile ãoñra kerÀmet ve ululuú eyesi olıcaú tekebbür úılup kendüzin görmeye andan cÀn geñzine indi pes aúsurdı aúsurmaúdan fÀri olmadın cÀn a zına indi ve diline indi Tañrı taèÀlÀ añdurı virdi pes aúsurıcaú eyitdi elóamdü’lillÀhi rabbi’l-èÀlemiyne189 evvel Àdemüñ diline yöriyen söz buyıdı... andan cÀn gögsine ve eyegülerine indi pes Àdem durma a óamle úıldı durumadı nitekim eyitdi Àdem o lanı ve Àdem pey Àmbar iveceñ yaradıldı úaçan kim cÀn úarnına ulaşdı ùaèÀm arzuladı evvel Àdemüñ tenine óarìãlıú girdügi olıdı... andan cÀn gevdesine cümle da ıldı pes et ve úan ve süñük ve ùamarlar ve siñirler oldı andan Tañrı taèÀlÀ anuñ teni üzere dırnaúdan don örtdi her gün içinde görki ve yaraşı ı artardı úaçan kim Ádem yazu ı işledi ol don işbu deriye degşürüldi ve barmaúları ucında úaldı. 190 Can ilk önce Âdem’in beynine girdi ve iki yüz yıl kadar orada gezindi, oradan Âdem’in iki gözüne indi. Canın göze inmesindeki sebep, Âdem’in yaratıldığını görmesini ve aslını bilmesini; böylece ileride keramet ve yücelik gösterdiğinde kibre düşmemesini sağlamaktı. Sonra can Âdem’in genzine indi, Âdem aksırdı ve daha aksırığı bitmeden can Âdem’in diline ve ağzına indi. Aksırınca Tanrı’nın hatırlatmasıyla “Elhamdü'lillâhi'r-rabbü'l-âlemîn” dedi. Âdem’in diline gelen ilk söz buydu... Sonra can göğsüne ve kaburgalarına indi, Âdem ayağa kalkmaya çalıştı; ama kalkamadı. Nitekim Tanrı der ki: “ nsanoğlu ve Âdem peygamber aceleci yaratıldı.” Can Âdem’in karnına ulaşınca Âdem acıktığını hissetti ve Âdem hırsı, düşkünlüğü ilk defa o zaman hissetti... Sonra can bütün vücuda yayıldı; et, kan, kemik, damar ve sinirler oluştu. Sonrasında Tanrı Âdem’in teni üstüne tırnaktan bir elbise örttü, her gün güzelliği atıyordu. Ne zaman ki Âdem günah işledi o elbise şimdiki deriyle değişltirildi ve (o elbiseden geriye tek iz sadece) parmaklarının ucunda (tırnakları) kaldı. Yukarıdaki anlatılara göre can Âdem’in vücuduna yayılırken Âdem de insanlık hâllerinin cümlesiyle donanmış oluyor. Bu metinlerde Âdem bütün insanların kök örneği olarak tasavvur edildiğine göre, Âdem’in canı, vücuduna yayılırken insanlığın bütün hislerinin de oluştuğu vurgulanmış oluyor. Âdem’in vücuduna can verilmesinin ardından Âdem cennete konur ve meleklere de ona secde etmeleri emredilir. Âdem’in güzelliğinin de anlatıldığı bu bölümde Havva’nın yaratılışına kadar devam eden olaylar Arâisü'l-Mecâlis’te şöyle anlatılmıştır: Úaçan Tañrı taèÀlÀ Ádemüñ yaradılma ın tamÀm úıldı ve cÀnı virdi pes küpeledi ve çeng celeb ve bilezük urdı ve uçmaú ùonlarından don geyürdi ve úuşaú úuşatdı ve dürlü bezegile bezedi şöyle kim öñ dişlerinden nūr çıúardı güneş balúıdu ı gibi ve Muóammedüñ nūrı anuñ alnında balúırdı bedir düni ay gibi pes Tañrı taèÀlÀ anı bir taòt üzere bindürdi ve anı ferişteler boynı üzere yükletdi andan feriştelere buyurdı kim Ádemi göklerüm içinde gezdürüñ tÀ anuñ èacÀyiblerin görsün ve yaúìni artsun ferişteler eyitdi muùìèüz senüñ buyru uña pes ferişteler anı boynı üzere götürdi yüz yıl úadar gökleri içinde gezdürdiler şöyle kim gök èacÀyiblerin cümle gördi andan Tañrı taèÀlÀ Ádem pey Àmbar içün bir at yaratdı müşgden aña Meymūn dirler anuñ iki úanadı var dürr ü mercÀndan pes Ádem ol ata bindi Cebraéìl at dizgi[ni]ne yapışdı MìkÀéìl ãa ınca srÀfìl ãolınca gökleri úamu gezdürdiler ve Ádem AS sa lu ãollu feriştelere selÀm virürdi... Andan Ádemi uçma a getürdiler Tañrı taèÀlÀ uçma ı aña maúÀm virdi andan cümle adları aña ögretdi... Úaçan Tañrı taèÀlÀ Ádeme sücūd úılmaú buyurdı pes ferişteler sücūd úıldılar illÀ blìs tekebbür[lik] eyledi sücūd úılmadı pes kÀfirlerden oldı.191 Tanrı Âdem’in yaratılmasını tamamladı ve canı verdi. Sonra onu küpe, kolye ve bilezik gibi takılarla süsledi, cennet giysilerinden giydirdi, kuşak bağladı, türlü süsle süsledi. Şöyle ki dişlerinden güneş gibi ışıklar çıkardı ve Muhammed’in nuru onun alnında dolunaylı bir gecedeki ay gibi parlardı. Sonra Tanrı Âdem’i bir tahtın üzerine bindirdi ve meleklerin omzuna yükledi. Sonra meleklere emretti: “Âdem’i göklerim içinde gezdirin, onun şaşırtıcılıklarını görsün ve bilgisi artsın.” Melekler: “Emirlerine bağlıyız.” dediler ve Âdem’i boyunları üstüne alarak yüz yıl kadar gökleri içinde gezdirdiler. Âdem ne kadar hayrete düşülecek şey varsa hepsini gördü. Sonra Tanrı, Âdem için Meymûn adlı, iki kanadı inci mercandan ve miskten bir at yarattı. Âdem o ata bindi, Cebrail de atın dizginini tuttu. Mikail sağında ve srafil de solunda olduğu halde Âdem bütün gökleri gezdi ve bu sırada sağındaki solundaki meleklere selam veriyordu... Sonra Âdem’i cennete getirdiler, Tanrı cenneti Âdem’e mekân yaptı ve ona bütün adları öğretti... Ne zaman ki Tanrı meleklere, Âdem’e secde etmelerini emretti, bütün melekler secde etti; sadece Şeytan kibir gösterip secde etmedi, böylece kâfirlerden oldu. Rabgûzî de Sa’lebî gibi, Tanrı’nın Âdem’i yarattıktan sonra onu nasıl güzellikle donattığını anlatmıştır: Ádem-i ãÀfì aleyhi's-selÀm y ti kün anda olturdı, anda k êin Mevlì èazze ve celle úızıl altundın yaratılmış bir taòt ıêdı, güher birle muraããaè úılınmış. Andaàuú òilèatler aŋa keêdürdi, altun tÀc 100 başınàa urdı, ol taòt üze olturdı... Mevlì èazze ve celle Ádemni úamuà körklügler birle bezedi.192 Âdem (yaratıldıktan sonra) yedi gün orada oturdu, ondan sonra Allah kızıl altından, mücevherlerle süslenmiş bir taht gönderdi. Tanrı, şte tam öyle elbiseler giydirdi, başına altın taç taktı ve Âdem’i o tahta oturttu... Allah Âdem’i bütün güzelliklerle bezedi. 4.2.4. Havva Mevcut her durumun kökünün en baştaki yaratılışta olduğu gibi, insanoğlunun çoğalmasının ve bunun olmazsa olmazı olan kadın-erkek ilişkisinin kökü de muhakkak ki yaratılışta olmalıdır. Havva işte böyle bir gerekliliğin sonucudur. Havva, Eski Ahit’te ve devamındaki kutsal kitaplarda yaratılan ilk kadına verilen addır, branice “hayat” anlamına gelir. Havva yaşayan tüm insanların anası kabul edilir. Fakat Havva, Âdem gibi topraktan değil, Âdem’in bir parçasından yaratılmıştır. Yani Âdem ilk yaratıldığı haliyle aslında Havva’yı da içermektedir. Burada hemen Rabgûzî’nin en baştaki sözlerine dönelim: yaratmadı... yana Àdem yaratmış soŋ faølı keremi birle bizlerni er yaratdı.193 Sayısız, sonsuz şükür ve övgü o Tanrı’yadır ki gücüyle bizi insan (olarak) yarattı, hayvan (olarak) yaratmadı... Yine insan yarattıktan sonra fazilet ve lütfuyla bizleri erkek (olarak) yarattı. Bu bölümde “âdem”in “insan” anlamına geldiğini ve erkeği belirtmek için de “er” sözcüğünün özellikle kullanıldığını söylemiştik. Âdem bütün olarak insan ırkını karşılayan bir sözcük ve figürken Havva’nın sadece dişil bir vasıf taşıdığı gözden kaçmayacaktır. Kabala yorumcularından bazılarının, Âdem’in hermafrodit bir özellik taşıdığına dair görüşler öne sürdüklerini daha önce belirtmiştik. Tanrı’nın Havva’yı nasıl yarattığı ve Âdem’e nasıl eş ettiği Rabgûzî’nin eserinde aşağıdaki şekliyle yer bulur: Úaçan Ádemni uçmaóàa kiwür-diler erse nièmetlerin, óÿrların, úuãÿrların kördi, ammÀ öziŋe meŋzeyür kimerse yoú üçün köŋli tölenmedin keyik teg bolup uşmaó içinde yöriyür erdi. Mevlì taèÀlÀ Ádemàa uyúu kemişti, oêaàlı uyúulı arasında Ádemnüŋ sittìn eyegüsindin yanındın ÓavvÀnı yaratdı... Ádem oêaà bolsa eyegüsi aàrıàay erdi ol sebebdin ÓavvÀnı düşmÀn tutàay erdi, eger uêıyur bolsa özindin yaratılàanın bilmese anı sewmegey erdi. Her-Àyine ol sewügrek bolàay. Mevlì èazze ve celle ÓavvÀnı egri süŋükdin yaratdı, anıŋ üçün tişiler könülmes egri süŋük turur, t p òalú arasında yımaú boldı.194 Âdem’i cennete soktuklarında (cennetin) nimetlerini, hurilerini ve köşklerini gördü; ama kendine benzeyen kimse olmadığı için gönlü daraldı, geyik gibi cennet içinde yürüyordu. Allah Âdem’e (bu hali üzerine) uyku verdi ve uykuyla uyanıklık arasında Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yarattı... Âdem uyanık olsaydı canı acıyacağı için Havva’yı düşman belleyecekti, eğer uyuyor olsaydı bu defa da Havva’nın kendi özünden olduğunu bilmeyecek ve onu sevmeyecekti. Mutlaka o daha (çok) sevilen olacak. Halk arasında şöyle söylenir: “Allah Havva’yı eğri kemikten yarattığı için dişiler eğri olur, düzeltilemez.” Havva’nın yaratılışı konusunda da Kısas-ı Rabgûzî ile Kısas-ı Enbiyâ arasında bir fark vardır. Kısas-ı Enbiyâ’da konu şu şekilde anlatılmıştır: Pes Ádem evvel uçmaúda yidigi aú üzümidi. Çünki yidi, içdi, uyúusı geldi, uyudı. Ol ferişteler úorúdılar. “Ölür ola mı?” didiler. ZìrÀ ki uyúu ölümüñ úardaşıdur... Çünki blìs anı işitdi, sevindi, şÀd oldı, eytdi: “Ben bunı tìz azdurırın” didi... Çünki Ádem uyudı, Óaú TaèÀlÀ emr eyledi. Ádem’üñ ãol eyegüsinden çıúÀrdılar. Tañrı TaèÀlÀ ÓavvÀ’yı yaratdı. Niçün ÓavvÀ didiler. Anuñçün ki, úamu nesne ölüden yaradıldı, ol diriden yaradıldı195 Âdem’in cennette ilk olarak yediği beyaz üzümdü. Onu yeyip içince uykusu geldi, uyudu. Melekler korktular: “Ölüyor mu yoksa.” dediler. Zira uyku ölümün kardeşidir... Şeytan bu haberi işitince sevindi: “Ben bunu çabucak azdırırım.” dedi... Âdem uyuyunca Tanrı emretti, Âdem’in sol kaburga kemiklerinden birini çıkardılar. Tanrı (o kemikten) Havva’yı yarattı. “Neden Havva?” dediler. Çünkü Her şey ölüden, Havva diriden yaratıldı.196 Âdem’in uykusundan uyanarak Havva’yı görmesi ve Tanrı’dan yarattığı bu ikinci insanı kendisine eş etmesini istemesi ise Kısas-ı Enbiyâ’da şu şekilde anlatılmıştır: (HavvÀ) Ádem’üñ başı ucında oturmışdı. şbunuñ gibi ãÿretile ÓavvÀ’yı düşinde gördi. Çünki uyandı. ÓavvÀ’yı gördi, eytdi: “ lÀhi kimdür bu?” Eytdi: “ÓavvÀ’dur.” Eytdi: “ lÀhi bunı kimüñçün yaratduñ?” Óaú TaèÀlÀ eydür: “Bunı şunıñ içün yaratdum kim benüm emrüm duta, şükr eyleye.” Ádem eytdi: “ lÀhi ol işi ben işleyeyin, tek bunı baña vir.” Andan Óaú TaèÀlÀ ÓavvÀ’yı Ádem’e virdi... ÓavvÀ’yı Ádem’e nikÀó itdiler.197 Havva, Âdem’in başının ucunda oturmuştu. (Âdem uykudayken) Havva’yı yaratıldığı şekliyle rüyasında gördü. Uyanınca Havva’yı gördü, Tanrı’ya: “ lahi, bu kim?” diye sordu. Tanrı: “Havva’dır” dedi. (Âdem) “ lahi sen bunu kimin için yarattın?” diye sordu. Tanrı: “Bunu, benim emirlerimi yerine getirsin, şükretsin diye yarattım.” dedi. Âdem de: “ lahi o işi ben yapayım da sen bunu bana ver.” dedi. Sonra Tanrı Havva’yı Âdem’e verdi... Havva’yı Âdem’e nikahladılar. Kısas-ı Rabgûzî’de, Âdem acı hissetmesin diye, Havva’nın yaratılacağı kaburga kemiği, Âdem’in vücudundan, Âdem uykuyla uyanıklık arasındayken alınırken Kısas-ı Enbiyâ’da Âdem uyurken alınmıştır. Her iki anlatıda da Âdem’in Havva’yı istemesi için gerekli ortam yaratılmıştır. Rabgûzî’nin eserinde Âdem’den kaburga kemiği alınırken Âdem’in uykuyla uyanıklık arasında olmasının sebebinin bu olduğu belirtilmiştir. Kısas- ı Enbiyâ’da ise Âdem’in rüyasında Havva’yı görmesiyle ona karşı bir istek duymasının sağlandığı anlatılmıştır. Arâisü'l-Mecâlis’te Havva’nın yaratılışı anlatılırken Kısas-ı Rabgûzî ve Kısas-ı Enbiyâ’ya göre bazı farklılıklar görülür. Bu eserde Âdem hem uyku halindedir ve hem de Havva’yı rüyasında görmez; ama uyanıp da Havva’yı gördüğünde onun kendisine eş olarak yaratıldığını bilmektedir: Úaçan Tañrı taèÀlÀ Ádemi uçmaú içinde dölendürdi yaluñuzın yörüdi oturup işirgenesin bulmadı pes Tañrı taèÀlÀ Ádem pey Àmbar üzere uyúu bıraúdı Ádem uyudı Tañrı taèÀlÀ anuñ ãol yanı eyegüsinden şol úısacuú eyegüyi aldı hìç Ádem duymadı ve ayrımadı eger ol vaútın Ádem a rısa hìç eriñ èavrat üzere mihri olmayadı pes ÓavvÀyı ol eyegüden yaratdı ve uçmaú ùonlarından ùon geyürdi dürlü bezekile bezedi Ádemüñ başı úatında oturdı úaçan uyúusından uyandı gördi anı başı úatında oturur pes ferişteler Ádemüñ bilüsin ve èilmin sınayu eyitdiler yÀ Ádem işbu nedür Ádem eyitdi èavrat eyitdiler adı nedür Ádem eyitdi ÓavvÀ eyitdiler adı niçün ÓavvÀ oldı Ádem eyitdi anuñiçün kim diri nesneden yaradıldı pes eyitdiler Tañrı bunı neyiçün yaratdı Ádem eyitdi anuñçün yaratdı kim ben anuñıla sÀkin olam ve ol benümle sAkin ola. Tanrı Âdem’i cennette sabit kılınca Âdem yalnız başına yürüdü, oturup yapacak bir şey bulamadı. Sonra Tanrı, Âdem peygambere uyku verdi, Âdem uyudu. Tanrı Âdem’in sol tarafındaki kısa kaburga kemiğini aldı, Âdem uyanmadı ve hiç acı hissetmedi. Eğer o zaman Âdem’in canı acısaydı erkeğin kadına karşı hiç sevgisi olmayacaktı. Sonra Tanrı, Havva’yı o kaburga kemiğinden yarattı, ona cennetten elbiseler giydirip türlü süsle süsledi. Havva, Âdem’in başının ucunda oturdu ve Âdem, uyandığında onu başucunda otururken gördü. Melekler Âdem’in bilgisini ve ilmini sınamak için: “Ey Âdem, bu nedir?” diye sordular, Âdem de: “Kadın.” diye cevapladı. Melekler: “Adı nedir?” diye sordular, Âdem: “Havva.”dedi. Melekler bu defa da “Kadının adı neden Havva?” diye sordular. Âdem: “Çünkü canlıdan yaratıldı.” dedi. Melekler: “Tanrı bunu ne için yarattı?” diye sordular. Âdem de: “Tanrı onu, ben onunla yaşayayım ve o da benimle yaşasın diye yarattı.” dedi. Görüldüğü gibi ele aldığımız eserler, insanın yaratılışını neredeyse aynı şekilde anlatmışlardır. nsanın yaratıldığı toprağın yerden alınışı ve mahiyeti, kırk yıl bekletilmesi, şekillendirilmesi ve toprağa can verilmesinin ardından insanın yaratılması; Şeytan’ın insanla karşılaşması ve kibrine yenik düşmesi, cennette yalnız yaşayan Âdem’e eş olarak Havva’nın yaratılması gibi bölümler incelediğimiz tüm Kısasü'l- Enbiyâlarda ortak olarak yer almaktadır. Ayrıntılardaki farklılıkları da gerekli yerlerde zaten belirttik. 107 5. SONUÇ
Âdem ile Havva kıssasını daha net anlayabilmek için öncelikle kısaca Tekvin’e göre yaratılışın nasıl vukuu bulduğu ile ilgili bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Zira Âdem ve Havva’nın ne zaman yaratıldığı ve kıssanın vukuu bulduğu Cennet (Aden), yasak ağacın ve daha sonra cennetten düşüşün sonunda dünyanın yaratılışı konularını bilmeden herhangi bir karşılaştırma anlamsız olacaktır. Tekvin’e göre Tanrı evreni yokluktan, Tohu ve Bohu denilen kaos ve boşluktan yaratmıştır. Evren, insan ve tabiat, yani kozmos 6 günde yaratılmıştır. İlk günde boşluktan, kaostan düzene geçiş başlamış, tanrı ilk olarak ışık olsun demiştir. Daha sonra, yaratılışın ikinci gününde “Yüksek Sularla (Gök kubbenin üstündeki suları) Alçak Suları (Gök Kubbenin altındaki suları) birbirinden ayırmak için bir gök kubbe yaptı ve ona ‘Gök’ (‘Cennet’) adını verdi.”[1] Tanrı’nın Gök kubbenin altındaki suları bir yere toplaması ve onu kurutarak kuru toprağın görünmesi üçüncü günde vukuu bulmuştur. Burada oluşan ‘kuru’ alana toprak, sular kümesine de ‘Deniz’ denmiştir. Daha sonra nebatat doğmuş ve üremiştir. Yaratılışın dördüncü gününde Güneş, ay ve yıldızlar yaratılmış, daha sonraki gün, beşinci günde balıklar ve kuşlar yaratılmıştır. Nihayet altıncı günde kara hayvanları, sürüngenler ve insan yaratılıp yedinci gün Tanrı istirahate çekilmiştir.[2] Burada çalışmanın mahiyetini daha net idrak edebilmek için kısaca yaratılış safhaları zikredilmiştir. Ayrıca önemli ve konumuzla doğrudan ilgili bir unsur daha vardır. Yaratılışın üçüncü gününde karanın (toprak) ve denizlerin oluşmasıyla ilgili şu bilgiyi vermekte fayda vardır. İbrani mitlerin kökenine dair etraflıca bir çalışma sunan Robert Graves ve Raphael Patai “İbrani Mitler” adlı eserlerinde bununla ilgili şu önemli bilgiyi paylaşmaktadır: “Buna karşın bazıları Yeryüzü ve Gökyüzünü yarattıktan sonra Tanrı’nın, kuru toprakları nemlendirmek (ıslatmak) için yeryüzünü buharla (çiseyle) kapladığını ve böylece tohum veren otları ile çimenleri yeşerttiğini anlatırlar. Buna göre Tanrı daha sonra Aden’de bir bahçe yaptı ve yarattığı insana Âdem adını vererek bahçeye koyup orada ağaç yetiştirdi. Tanrı bundan sonra bütün yaratıkları, kuşları, sürüngenleri ve son olarak da kadını yarattı”[3] Tekvin kitabında iki farklı anlatımla karşılaşmaktayız. Aşağıdaki şemada bu farklı anlatımları kısaca zikrettik.[4]
Arkaik toplumlarda anlaşıldığı şekliyle, yani “gerçek bir öykü” ye işaret eden bir terim olarak kullanılırdı. Mircea Eliade’ye göre mitin gerçekliği: “Arkaik dünya için mit, hakiki gerçekliğin, yani kutsalın ortaya çıkışlarını anlattığı için gerçektir”.[11] Kutsalın (ya da doğaüstü olanın) dünyada çeşitli ve bazen de dramatik şekilde ortaya çıkışını tasvir eder. Dünyayı gerçek olarak tesis eden ve onu bugünkü haline getiren, işte kutsalın bu ortaya çıkışıdır. Dahası, doğaüstü varlıkların müdahaleleri sonucunda insan bugünkü hale, yani ölümlü, cinsiyetli ve kültürel bir varlık olma durumuna gelmiştir.[12] Mit’in temel yapısal özelliklerinden birisi de, onun sırrı açığa çıkarmak olarak da nitelendirilebilir. Yani başlangıçta (yaratılışta) olanlarla ve insan için muamma olan ve gizlenmiş bir bilgi olan yaratılış gibi olaylar hakkında bilgiler verir. Arkaik insanlar aslında mit’le efsane/masal arasında fark gözetebiliyordu. Aşkın bir anlam ifade etmeyen olayları konu edindikleri için efsaneler ve masallar, sahte hikâyeler olarak değerlendirilmektedir. Ancak: tarih içerisinde yer alan tüm fenomenler gibi mitler de değişikliğe uğramıştır. Ancak “iptidailerin” mitleri zamanla değişikliğe uğramış olsa da hala başlangıçtaki bir durumu yansıtmaktadır.[13] Eliade, ‘’Traitê d’histoire des religions’’ adlı eserinde şöyle der: “Modern zihin perspektifinden Mit, tarihi ortadan kaldırmaktadır (…). Mitlerin çoğunluğu in illo tempore de gerçekleşen olayları anlatır. Ab origin de olup bitenleri anlattığı için kozmogonik mit de bir tarihtir. ”Bir miti anlatma, bir bakıma o mitin bahsettiği olayların gerçekleştiği kutsal zamanla çağdaş olunmaktır.”[14] Mit, insanın içinde bulunduğu bireysel, kronolojik ve tarihsel zamanı aşmasını sağlayarak onu sembolik olarak da olsa geçmişe döndürür- illud tempus’a götürür. Bireylerin ve toplumların kendi menşelerini açıklama ihtiyacı duydukları gibi, kültürler de kendi kökenlerini bilme ihtiyacı hissetmiştir. Bundan dolayıdır ki, neredeyse bütün kültürlerde yaratılış mitlerine, yani kozmogoniye rastlamak mümkündür. Bundan mütevellit göreceğimiz üzere, hem Mezopotamya’da hem de zikrettiğimiz gibi Kitab-ı Mukaddes’te yaratılış ve kozmogoni ile ilgili çeşitli anlatımlar mevcuttur. Zira insan zihnini meşgul eden en önemli şeylerden bir tanesidir, “başlangıçta ne oldu” sorusu. Bu bağlamda evrenin yaratılışından sonra insanın yaratılışı ve insanlığın oluşumu ve ayrıca insanların tanrılar (tanrı ile) ilişkisi ve münasebeti son derece önemli konulardan bir tanesi olmuştur. Yine Eliade’ye göre kozmogonik mitlerde ortak bir yapı vardır. “in illo tempore de sıkı bir bütünlük mevcuttu. Bu bütünlük dünyanın ya da insanlığın meydana gelebilmesi için bölündü ya da kırıldı”.[15] Yaratılışla birlikte aslında bir nevi düzen, yani kozmos da bölündü. Bununla beraber aslında tanrılardan (tanrıdan) bir nevi bir kopuş da olmuştur. Bidayette ilk insanlar da tanrıdan ayrılmış değildir. Bundan dolayıdır ki, “birçok arkaik din, bir dağ, ağaç, merdiven ya da sarmaşık vb. aracılığıyla gökyüzü ile bidayette bütün insanların iletişim halinde olduğunu, fakat daha sonra bu iletişimin kesildiğini anlatan mitlere sahiptir.[16] Kitab-ı Mukaddes’in evrenin yaratılışı ile ilgili bilgi ve ilgili şema yukarıda zikredilmişti. Bunun haricinde yine yukarıda zikrettiğimiz üzere, Kitab-ı Mukaddes’te Âdem ve Havva’nın cennetten düşüşü (la chute) başlangıçtaki bütünlüğü (la totalisation primordiale) bölünmesinden önceki durum, Eliade’ye göre mükemmel insanlığın durumunu (la condition de l’humanité par faite) başlangıçtaki insanın cennetvari durumunu (la condition paradisique de l’homme primordial) yansıtmaktadır. Bu aşamada cinsiyet ayrımı henüz meydana gelmemişti[17]. Günahla düşüş evrensel bir inanıştır. “Şayet in illo tempore bu olay (la chute) gerçekleşmiş olmasaydı, insan ölümsüz olmazdı, taşlar gibi sonsuz yaşayabilir, yılanlar gibi deri değiştirebilirdi. Ölümün bidayetini anlatan mit, in illo tempore gerçekleşen kazayı anlatmakta ve böylelikle de insanın neden ölümlü olduğu sorusuna cevap sunmaktadır.”[18] Eliade’ye göre insan bir anlık için de olsa mitin anlattığı o duruma yeniden gelme ihtiyacını hissetmektedir. Çünkü cennet özlemi hâkimdir. Yaratılış sonunda dünyanın ikiye bölünmesinden önceki duruma yeniden dönmeyi arzulayan insanı Eliade şu şekilde isimlendirir: “kozmik insan- l’homme cosmique” . Eliade’ye göre cennet özlemi, insanın kozmos içerisindeki belirli bir durumunu yansıtmaktadır. Monoteistlerde bu özlem aslî günah sonucu düşüş (la chute) ile ifade edilir. Düşüşten önceki dönem Eliade’ye göre hayali zamandır (le temps du rêve). Bu bağlamda Eliade’ye göre Yahudi ve Hıristiyanların din dediği şey, ilk insanın bu düşüşünün bir neticesidir.
Tekvin 2:8’de Tanrı ilk kez Eden cennet bahçesinden bahseder. Bununla ilgili Hooke “Ortadoğu Mitolojisi” adlı eserinde şu sözlere yer verir: “Yehova’nın bahçeyi diktiği yer, uzakta, doğuda, Aden denilen bir bölgedir. Kuşkusuz, “Aden” denen, “Eski Ahit”te (“İkinci Kırallar” kitabı 19:12’de; “Hezekiel kitabı 27:23’te; “Amoş” kitabı 1:5’te olmak üzere) birçok yerde adı geçen bir yer vardır; ama bu eski mitostaki Aden, herhangi coğrafi bölge olmaktan çok güneşin doğusundaki ayın batısındaki ülkedir. Akadça edinu sözcüğü, “ova” ya da “bozkır” anlamına gelir ve akla yatkın olarak “bahçe”nin, susuz kırın, kumlu, bomboş topraklarından sihirsel bir güçle fışkıran bir yeşillik biçiminde düşünülmüş olacağı ileri sürülmüştür. “ [24] Bunun sebebiyle ilgili enteresan yorumlar vardır. Modern bilimin ortaya çıkardığı tespitlere göre Kitab-ı Mukaddes ilahî menşeili değil, yani Yahudilerin iddia ettikleri gibi Musa tarafından yazılmamıştır (ilk beş kitap= Torah), bilakis 4 farklı kaynak tarafından kaleme alınmıştır. Buna “Biblical Criticism” denilmektedir. Bu çerçevede özellikle tekvin kitabında anlatılan kıssalara biraz da bu gözle bakmak lazım. Bundan dolayıdır ki cennet ile ilgili ifadelerde, 4 kaynaktan biri olan Yehovacı metne göre, farklı bir dünya görüşü ve zihin yapısı hâkimdi. Hooke bunu şu şekilde ifade eder: “Yehovacı yazarın kafasında, kendi ülkesinin iyi sulak topraklarıyla (bkz. “tesniye” kitabı 8:7) Bedevilerin dolaştıkları, içinde ancak tanrısal bir gücün mucizesinin bir bahçe yaratabileceği çöl arasındaki zıtlık bulunmuş olabilir.”[25] Bundan da öte bitkilerle ilgili önemli mana ve inanışlar söz konusudur arkaik insanın düşünce yapısında. Diğer konu başlığından bu konu incelenmiştir.
Bu kutsal mekânda yer alan “Kutsal Ağaç” İlkel dinsel inanışlarda ağacın (daha doğrusu bazı ağaçların) gücü temsil ettiği kesindir. İlkel toplumlarda “kutsal ağacın” kimi zaman buna “Yaşam Ağacı” da denmiştir, son derece önemli bir konuma sahip idi. Ağaç, kutsal güçlerle yüklüyse dikey olduğu, yerden bittiği, yapraklarını kaybedip yeniden kazandığı, kendini sayısız kez yenilediği (“ölür” ve "yeniden dirilir"), süslü ve güzel olduğu içindir. Ağacın "biçimine" olduğu kadar "biyolojik özelliklerine" de bağlı tüm bu nitelikler, ağacın kutsallığını doğrulayan niteliklerdir. Ama ilkel zihniyette, ağaç evrendir ve evren olmasının nedeni onu yinelemesi ve onu "simgelemekle" birlikte varlığını da taşımasıdır. Bundan mütevellit ağacın aslında bir mikrokozmos olduğunu söylememiz mümkündür. Bununla ilgili Kitab-ı Mukaddes’te muhtelif yerlerde önemli ifadeler yer almaktadır. Bunun için Tekvin babında zikredilen Cennet ve ağaç motifini iyi anlayabilmek için birkaç örnek zikretmekte fayda görülmektedir.
Yine Kitab-ı Mukaddes’in tekvin babında zikredildiğine göre Âdem ile Havva yasak ağaçtan yedikleri meyve, Elma idi. Burada da yine Elma motifinin önemli bir yeri vardır. Elma İskandinavya mitolojisinde, gençleştirici ve yenileyici meyvedir.
“Bu tür mitoslarda sık sık, ölümsüzlük şansının yitirilmesi, tanrılardan birinin ya da ötekinin kıskançlığının ürünü olarak gösterilir ve tanrıların ölümsüzlüğü kendilerine ayırdıkları söylenir. Adapa mitosundan aynı zamanda, Tammuz’un ortalıktan yitişinin Sami mitolojisinin sık karşılaşılan bir öğesi olduğunu anlıyoruz. Tanrıların mitosun kahramanına sundukları giysi motifi ile, ileride İbranilerin (Cennetten) Düşüş öyküsünde, Yehova’nın Âdem’e ve Havva’ya deri giyişiler vermesi arasında bir bağlantı görülebilir. “[31]
Dolayısıyla sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kitab-ı Mukaddes’te yer alan anlatımları anlayabilmek için, muhakkak onun tarihi süreci, Mezopotamya uygarlıklarının dini düşünceleri ve yaşamlarıyla ilgili fikir sahibi olmak son derece elzemdir, hatta ve hatta doğru idrak edip sağlıklı çalışmalar yapabilmek için kaçınılmazdır. Genel anlamda Dinler Tarihi ile ilgili sağlıklı bilgilere sahip olabilmek, herhangi bir metni doğru anlamlandırabilmek ve doğru yorumlayabilmek için olaylara her zaman bütüncül şekilde bakmak, olayın bütün inceliklerine varıncaya kadar objektif ve deskriptif bakmak gerekir. Hal böyle olunca, sözgelimi “basit” kutsal metinler dahi, derin tarihi bilgiler sunmaktadır. Kaynakça:
[1] Robert Graves- Raphael Patai, “İbrani Mitler- Tekvin-Yaratılış Kitabı”, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul 2013,
s.49.
[2] Tekvin, I-II, 3.
[3] Graves ve Patai, a.g.e. s.49
[4] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi” s. 145
[5] A.g.e. s.97
[6] A.g.e. s. 109
[7] A.g.e. s. 117
[8] Tekvin III, 1-6
[9] A.g.e. s.118.
[10] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 2002, s. 13-14.
[11] Mit, modern romanlardaki öyküler gibi basit bir kurgudan ibaret olmayıp bilakis yaşanılan bir gerçekliktir (malinowski)
[12] Mircea Eliade aspects du mythe s. 16-17
[13] Eliade, a.g.e, s.15
[14] Eliade- images et symboles, s.74).
[15] Eliade, “İmages et Symboles”, s.208
[16] ELiade İmages et symboles s. 52-52
[17] Eliade, “Traite histoire des religions”, s.355-256)
[18] Adıbelli, a.g.e. s.235
[19] İlgili mitoslar için bk. Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümer’de Başlar”, Kabalcı Yayınları
[20] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2002. s.37.
[21] Hooke, a.g.e. s.55
[22] Hooke, a.g.e. s.41
[23] Mircea Eliade, “Dinler Tarihine Giriş”, Kabalcı Yayınları
[24] Hooke, a.g.e. s.156
[25] Hooke, a.g.e. s.156
[26] Bununla ilgili şu ek bilgiyi sunmakta fayda görmekteyiz: A) Hz.
Süleyman, Saba kraliçesinden ölümsüzlük ister. Saba kraliçesi,
kayaların arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman, etrafta
elinde bir otla dolaşan bir “ak saçlı” yaşlı bir adamla karşılaşır;
adam, severek elindeki otu verir, çünkü onu tuttuğu sürece
ölememektedir. Bu ot, yalnızca ölümsüzlük vermekte, ancak gençlik
vermemektedir
B) Adem, Hebron (el Halil) Vadisinde 932 yaşına kadar yaşadıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır ve oğlu Şit’i, cennetin kapısını bekleyen melekten merhamet yağı istemeye gönderir. Şit, Adem ve Havva’nın izlerini takip eder, zira Adem ve Havva’nın ayak bastıkları yerde ot bitmemiştir; böylece cennete gelir ve Adem’in istediğini başmeleğe iletir. Başmelek, Şit’e 3 kere cennete bakmasını söyler. İlk bakışında, 4 nehrin doğduğu kaynağı ve onun üstünde de kurumuş bir ağaç görür. 2. Bakışında, ağacın gövdesine dolanmış bir yılan; 3.’de, ağacın göğe yükseldiğini görür, tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunmaktadır ve kökleri yeraltı alemine kadar uzanmaktadır. Melek Şit’e, gördüklerinin anlamını açıklar ve Kurtarıcı’nın (İsa) gelişini müjdeler. Ona, anne ve babasının tatmış olduğu ağacın meyvesinden 3 tohum verir ve bunları Adem’in dilinin üstüne koymasını, Adem’in 3 gün sonra öleceğini söyler. Adem, Şit’in anlattıklarını duyunca cennetten kovulduğundan beri ilk kez güler, çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Ölümde şit’in dilinin üstüne koyduğu tohumlardan, Hebron vadisi’nde, Musa’nın dönemine kadar kalacak 3 ağaç biter. Bu ağaçların nereden geldiğini bilen Musa, bu ağaçları söküp Tabor ya da Horeb Dağına diker. Davud, ağaçları Tanrı’dan gelen bir emirle Küdüs’e götürüp oraya dikene kadar binlerce yıl kalırlar. Pek çok olaydan sonra (saba kraliçesi, onların tahtasından üzerine ayağıyla basmaz) bu 3 ağaç, bir tek ağaç haline gelir ve bu ağacın tahtasından Kurtarıcı’nın hacı yapılır. Dünyanın merkezinde haça gerilen İsa’nın kanı, Ademin yaratıldığı ve gömüldüğü yere düşer, böylece Adem’in kafasına damlayarak onu vaftz eder; böylece, insanlığın babası günahlarından arınmış olur.” (Eliade, Cosmologie si alchimie babilonia)
[27] Hooke, a.g.e. s.160
[28] Erich Ebeling, „Tod und Leben nach den Vorstellungen der Babylonier“, de Gruyter, Berlin 1931, s*0
Bununla ilgili ayrıca genişçe bilgi edinmek için bk. Giorgio Bucellati: Adapa, Genesis and the Notion of Faith. In: Ugarit-Forschung 5. 1973, S. 61-66 (Burada özellikle Ugarit mitosları ile ilgili genişçe bir araştırma söz konusudur. Tekvin kitabında yer alan anlatımların köklü araştırması sunulan bu eserde Mezopotamya kültür havrası ve oradaki mitoslarla ilgili bilgiler verilmektedir. Eser’in pdf dosyasına archieve.org adresinden ulaşılabilir)
[29] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, s.70
[30] Hooke, a.g.e. s.70
[31] Hooke, a.g.e s.75
Giriş Tekvin’deki Anlatımlar Tekvin’e Göre Yaratılış Adem’in Eşi Cennet/ Gar Eden Yasak Ağaç ve Yılan Cennet’ten Düşüş Mitolojinin Mahiyeti, Muhtevası ve Önemi Kitab-ı Mukaddes’te Yer alan Mitolojik Unsurların Kökenleri Tekvin’ deki Anlatımlarda Yer Alan Çeşitli Mezopotamya Mitosları İnsanın Yaratılış Gayesi Cennet Motifi Ağaç Motifi Erkekten Yaratılan Kadın Kadınla Yılan Adapa Mitosu Sonuç Kaynakça Giriş: Kitab-ı Mukaddes’te çokça Ortadoğu Mitolojisine (Mezopotamya, Ugarit, Eski Mısır vs.) ait unsurlar mevcuttur. Bir takım mutaassıp Yahudi ve Hıristiyanlarca kabul edilmezse de, kutsal kitaplarında anlatılan muhteva ve kıssalarda bariz bir şekilde mitolojik unsurlar bulunmaktadır. Birçok mitsel unsurlar, anlatılan kıssalarda adeta kaybolmuş ve harmanlanmış olduğundan- çoğu zaman farklı mitolojik unsurların bir araya getirilip farklı şekilde yorumlanıp ifade edildiğinden- bunu ilk bakışta net bir şekilde görmek ve ayırt etmek mümkün değildir. Ancak, örneğin Tekvin kitabında anlatılan Âdem ile Havva kıssasında olduğu gibi, eski Tanrı ve hatta Tanrıçalar, mitolojik semboller ve şahsiyetler yer alır. Âdem’in eşi olarak bilinen Havva, Hitit Fırtına Tanrı’sının eşi olan ve bir aslanın sırtına çıplak halde binen, aynı şekilde Yunanlılar arasında da Herakles’in eşi Hebe olarak bilinen, Tanrıça Heba ile özdeşleştirilir. Veya bu kıssada arkaik toplumlarda önemli manalara haiz olan cennet, bahçe ve ağaç gibi sembolizmi yüksek örnekler verilir. Bu çalışmanın amacı Kitab-ı Mukaddes’in ilk kitabını oluşturan Tekvin/Yaratılış kitabında anlatılan Âdem ile Havva kıssası çerçevesinde genelde Kitab-ı Mukaddes’te ve özelde Tekvinde yer alan Mezopotamya Mitoloji unsurlarını ortaya çıkarmaktır.
Âdem ile Havva kıssasını daha net anlayabilmek için öncelikle kısaca Tekvin’e göre yaratılışın nasıl vukuu bulduğu ile ilgili bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Zira Âdem ve Havva’nın ne zaman yaratıldığı ve kıssanın vukuu bulduğu Cennet (Aden), yasak ağacın ve daha sonra cennetten düşüşün sonunda dünyanın yaratılışı konularını bilmeden herhangi bir karşılaştırma anlamsız olacaktır. Tekvin’e göre Tanrı evreni yokluktan, Tohu ve Bohu denilen kaos ve boşluktan yaratmıştır. Evren, insan ve tabiat, yani kozmos 6 günde yaratılmıştır. İlk günde boşluktan, kaostan düzene geçiş başlamış, tanrı ilk olarak ışık olsun demiştir. Daha sonra, yaratılışın ikinci gününde “Yüksek Sularla (Gök kubbenin üstündeki suları) Alçak Suları (Gök Kubbenin altındaki suları) birbirinden ayırmak için bir gök kubbe yaptı ve ona ‘Gök’ (‘Cennet’) adını verdi.”[1] Tanrı’nın Gök kubbenin altındaki suları bir yere toplaması ve onu kurutarak kuru toprağın görünmesi üçüncü günde vukuu bulmuştur. Burada oluşan ‘kuru’ alana toprak, sular kümesine de ‘Deniz’ denmiştir. Daha sonra nebatat doğmuş ve üremiştir. Yaratılışın dördüncü gününde Güneş, ay ve yıldızlar yaratılmış, daha sonraki gün, beşinci günde balıklar ve kuşlar yaratılmıştır. Nihayet altıncı günde kara hayvanları, sürüngenler ve insan yaratılıp yedinci gün Tanrı istirahate çekilmiştir.[2] Burada çalışmanın mahiyetini daha net idrak edebilmek için kısaca yaratılış safhaları zikredilmiştir. Ayrıca önemli ve konumuzla doğrudan ilgili bir unsur daha vardır. Yaratılışın üçüncü gününde karanın (toprak) ve denizlerin oluşmasıyla ilgili şu bilgiyi vermekte fayda vardır. İbrani mitlerin kökenine dair etraflıca bir çalışma sunan Robert Graves ve Raphael Patai “İbrani Mitler” adlı eserlerinde bununla ilgili şu önemli bilgiyi paylaşmaktadır: “Buna karşın bazıları Yeryüzü ve Gökyüzünü yarattıktan sonra Tanrı’nın, kuru toprakları nemlendirmek (ıslatmak) için yeryüzünü buharla (çiseyle) kapladığını ve böylece tohum veren otları ile çimenleri yeşerttiğini anlatırlar. Buna göre Tanrı daha sonra Aden’de bir bahçe yaptı ve yarattığı insana Âdem adını vererek bahçeye koyup orada ağaç yetiştirdi. Tanrı bundan sonra bütün yaratıkları, kuşları, sürüngenleri ve son olarak da kadını yarattı”[3] Tekvin kitabında iki farklı anlatımla karşılaşmaktayız. Aşağıdaki şemada bu farklı anlatımları kısaca zikrettik.[4]
Arkaik toplumlarda anlaşıldığı şekliyle, yani “gerçek bir öykü” ye işaret eden bir terim olarak kullanılırdı. Mircea Eliade’ye göre mitin gerçekliği: “Arkaik dünya için mit, hakiki gerçekliğin, yani kutsalın ortaya çıkışlarını anlattığı için gerçektir”.[11] Kutsalın (ya da doğaüstü olanın) dünyada çeşitli ve bazen de dramatik şekilde ortaya çıkışını tasvir eder. Dünyayı gerçek olarak tesis eden ve onu bugünkü haline getiren, işte kutsalın bu ortaya çıkışıdır. Dahası, doğaüstü varlıkların müdahaleleri sonucunda insan bugünkü hale, yani ölümlü, cinsiyetli ve kültürel bir varlık olma durumuna gelmiştir.[12] Mit’in temel yapısal özelliklerinden birisi de, onun sırrı açığa çıkarmak olarak da nitelendirilebilir. Yani başlangıçta (yaratılışta) olanlarla ve insan için muamma olan ve gizlenmiş bir bilgi olan yaratılış gibi olaylar hakkında bilgiler verir. Arkaik insanlar aslında mit’le efsane/masal arasında fark gözetebiliyordu. Aşkın bir anlam ifade etmeyen olayları konu edindikleri için efsaneler ve masallar, sahte hikâyeler olarak değerlendirilmektedir. Ancak: tarih içerisinde yer alan tüm fenomenler gibi mitler de değişikliğe uğramıştır. Ancak “iptidailerin” mitleri zamanla değişikliğe uğramış olsa da hala başlangıçtaki bir durumu yansıtmaktadır.[13] Eliade, ‘’Traitê d’histoire des religions’’ adlı eserinde şöyle der: “Modern zihin perspektifinden Mit, tarihi ortadan kaldırmaktadır (…). Mitlerin çoğunluğu in illo tempore de gerçekleşen olayları anlatır. Ab origin de olup bitenleri anlattığı için kozmogonik mit de bir tarihtir. ”Bir miti anlatma, bir bakıma o mitin bahsettiği olayların gerçekleştiği kutsal zamanla çağdaş olunmaktır.”[14] Mit, insanın içinde bulunduğu bireysel, kronolojik ve tarihsel zamanı aşmasını sağlayarak onu sembolik olarak da olsa geçmişe döndürür- illud tempus’a götürür. Bireylerin ve toplumların kendi menşelerini açıklama ihtiyacı duydukları gibi, kültürler de kendi kökenlerini bilme ihtiyacı hissetmiştir. Bundan dolayıdır ki, neredeyse bütün kültürlerde yaratılış mitlerine, yani kozmogoniye rastlamak mümkündür. Bundan mütevellit göreceğimiz üzere, hem Mezopotamya’da hem de zikrettiğimiz gibi Kitab-ı Mukaddes’te yaratılış ve kozmogoni ile ilgili çeşitli anlatımlar mevcuttur. Zira insan zihnini meşgul eden en önemli şeylerden bir tanesidir, “başlangıçta ne oldu” sorusu. Bu bağlamda evrenin yaratılışından sonra insanın yaratılışı ve insanlığın oluşumu ve ayrıca insanların tanrılar (tanrı ile) ilişkisi ve münasebeti son derece önemli konulardan bir tanesi olmuştur. Yine Eliade’ye göre kozmogonik mitlerde ortak bir yapı vardır. “in illo tempore de sıkı bir bütünlük mevcuttu. Bu bütünlük dünyanın ya da insanlığın meydana gelebilmesi için bölündü ya da kırıldı”.[15] Yaratılışla birlikte aslında bir nevi düzen, yani kozmos da bölündü. Bununla beraber aslında tanrılardan (tanrıdan) bir nevi bir kopuş da olmuştur. Bidayette ilk insanlar da tanrıdan ayrılmış değildir. Bundan dolayıdır ki, “birçok arkaik din, bir dağ, ağaç, merdiven ya da sarmaşık vb. aracılığıyla gökyüzü ile bidayette bütün insanların iletişim halinde olduğunu, fakat daha sonra bu iletişimin kesildiğini anlatan mitlere sahiptir.[16] Kitab-ı Mukaddes’in evrenin yaratılışı ile ilgili bilgi ve ilgili şema yukarıda zikredilmişti. Bunun haricinde yine yukarıda zikrettiğimiz üzere, Kitab-ı Mukaddes’te Âdem ve Havva’nın cennetten düşüşü (la chute) başlangıçtaki bütünlüğü (la totalisation primordiale) bölünmesinden önceki durum, Eliade’ye göre mükemmel insanlığın durumunu (la condition de l’humanité par faite) başlangıçtaki insanın cennetvari durumunu (la condition paradisique de l’homme primordial) yansıtmaktadır. Bu aşamada cinsiyet ayrımı henüz meydana gelmemişti[17]. Günahla düşüş evrensel bir inanıştır. “Şayet in illo tempore bu olay (la chute) gerçekleşmiş olmasaydı, insan ölümsüz olmazdı, taşlar gibi sonsuz yaşayabilir, yılanlar gibi deri değiştirebilirdi. Ölümün bidayetini anlatan mit, in illo tempore gerçekleşen kazayı anlatmakta ve böylelikle de insanın neden ölümlü olduğu sorusuna cevap sunmaktadır.”[18] Eliade’ye göre insan bir anlık için de olsa mitin anlattığı o duruma yeniden gelme ihtiyacını hissetmektedir. Çünkü cennet özlemi hâkimdir. Yaratılış sonunda dünyanın ikiye bölünmesinden önceki duruma yeniden dönmeyi arzulayan insanı Eliade şu şekilde isimlendirir: “kozmik insan- l’homme cosmique” . Eliade’ye göre cennet özlemi, insanın kozmos içerisindeki belirli bir durumunu yansıtmaktadır. Monoteistlerde bu özlem aslî günah sonucu düşüş (la chute) ile ifade edilir. Düşüşten önceki dönem Eliade’ye göre hayali zamandır (le temps du rêve). Bu bağlamda Eliade’ye göre Yahudi ve Hıristiyanların din dediği şey, ilk insanın bu düşüşünün bir neticesidir.
Tekvin 2:8’de Tanrı ilk kez Eden cennet bahçesinden bahseder. Bununla ilgili Hooke “Ortadoğu Mitolojisi” adlı eserinde şu sözlere yer verir: “Yehova’nın bahçeyi diktiği yer, uzakta, doğuda, Aden denilen bir bölgedir. Kuşkusuz, “Aden” denen, “Eski Ahit”te (“İkinci Kırallar” kitabı 19:12’de; “Hezekiel kitabı 27:23’te; “Amoş” kitabı 1:5’te olmak üzere) birçok yerde adı geçen bir yer vardır; ama bu eski mitostaki Aden, herhangi coğrafi bölge olmaktan çok güneşin doğusundaki ayın batısındaki ülkedir. Akadça edinu sözcüğü, “ova” ya da “bozkır” anlamına gelir ve akla yatkın olarak “bahçe”nin, susuz kırın, kumlu, bomboş topraklarından sihirsel bir güçle fışkıran bir yeşillik biçiminde düşünülmüş olacağı ileri sürülmüştür. “ [24] Bunun sebebiyle ilgili enteresan yorumlar vardır. Modern bilimin ortaya çıkardığı tespitlere göre Kitab-ı Mukaddes ilahî menşeili değil, yani Yahudilerin iddia ettikleri gibi Musa tarafından yazılmamıştır (ilk beş kitap= Torah), bilakis 4 farklı kaynak tarafından kaleme alınmıştır. Buna “Biblical Criticism” denilmektedir. Bu çerçevede özellikle tekvin kitabında anlatılan kıssalara biraz da bu gözle bakmak lazım. Bundan dolayıdır ki cennet ile ilgili ifadelerde, 4 kaynaktan biri olan Yehovacı metne göre, farklı bir dünya görüşü ve zihin yapısı hâkimdi. Hooke bunu şu şekilde ifade eder: “Yehovacı yazarın kafasında, kendi ülkesinin iyi sulak topraklarıyla (bkz. “tesniye” kitabı 8:7) Bedevilerin dolaştıkları, içinde ancak tanrısal bir gücün mucizesinin bir bahçe yaratabileceği çöl arasındaki zıtlık bulunmuş olabilir.”[25] Bundan da öte bitkilerle ilgili önemli mana ve inanışlar söz konusudur arkaik insanın düşünce yapısında. Diğer konu başlığından bu konu incelenmiştir.
Bu kutsal mekânda yer alan “Kutsal Ağaç” İlkel dinsel inanışlarda ağacın (daha doğrusu bazı ağaçların) gücü temsil ettiği kesindir. İlkel toplumlarda “kutsal ağacın” kimi zaman buna “Yaşam Ağacı” da denmiştir, son derece önemli bir konuma sahip idi. Ağaç, kutsal güçlerle yüklüyse dikey olduğu, yerden bittiği, yapraklarını kaybedip yeniden kazandığı, kendini sayısız kez yenilediği (“ölür” ve "yeniden dirilir"), süslü ve güzel olduğu içindir. Ağacın "biçimine" olduğu kadar "biyolojik özelliklerine" de bağlı tüm bu nitelikler, ağacın kutsallığını doğrulayan niteliklerdir. Ama ilkel zihniyette, ağaç evrendir ve evren olmasının nedeni onu yinelemesi ve onu "simgelemekle" birlikte varlığını da taşımasıdır. Bundan mütevellit ağacın aslında bir mikrokozmos olduğunu söylememiz mümkündür. Bununla ilgili Kitab-ı Mukaddes’te muhtelif yerlerde önemli ifadeler yer almaktadır. Bunun için Tekvin babında zikredilen Cennet ve ağaç motifini iyi anlayabilmek için birkaç örnek zikretmekte fayda görülmektedir.
Yine Kitab-ı Mukaddes’in tekvin babında zikredildiğine göre Âdem ile Havva yasak ağaçtan yedikleri meyve, Elma idi. Burada da yine Elma motifinin önemli bir yeri vardır. Elma İskandinavya mitolojisinde, gençleştirici ve yenileyici meyvedir.
“Bu tür mitoslarda sık sık, ölümsüzlük şansının yitirilmesi, tanrılardan birinin ya da ötekinin kıskançlığının ürünü olarak gösterilir ve tanrıların ölümsüzlüğü kendilerine ayırdıkları söylenir. Adapa mitosundan aynı zamanda, Tammuz’un ortalıktan yitişinin Sami mitolojisinin sık karşılaşılan bir öğesi olduğunu anlıyoruz. Tanrıların mitosun kahramanına sundukları giysi motifi ile, ileride İbranilerin (Cennetten) Düşüş öyküsünde, Yehova’nın Âdem’e ve Havva’ya deri giyişiler vermesi arasında bir bağlantı görülebilir. “[31]
Dolayısıyla sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kitab-ı Mukaddes’te yer alan anlatımları anlayabilmek için, muhakkak onun tarihi süreci, Mezopotamya uygarlıklarının dini düşünceleri ve yaşamlarıyla ilgili fikir sahibi olmak son derece elzemdir, hatta ve hatta doğru idrak edip sağlıklı çalışmalar yapabilmek için kaçınılmazdır. Genel anlamda Dinler Tarihi ile ilgili sağlıklı bilgilere sahip olabilmek, herhangi bir metni doğru anlamlandırabilmek ve doğru yorumlayabilmek için olaylara her zaman bütüncül şekilde bakmak, olayın bütün inceliklerine varıncaya kadar objektif ve deskriptif bakmak gerekir. Hal böyle olunca, sözgelimi “basit” kutsal metinler dahi, derin tarihi bilgiler sunmaktadır. Kaynakça:
[1] Robert Graves- Raphael Patai, “İbrani Mitler- Tekvin-Yaratılış Kitabı”, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul 2013,
s.49.
[2] Tekvin, I-II, 3.
[3] Graves ve Patai, a.g.e. s.49
[4] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi” s. 145
[5] A.g.e. s.97
[6] A.g.e. s. 109
[7] A.g.e. s. 117
[8] Tekvin III, 1-6
[9] A.g.e. s.118.
[10] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 2002, s. 13-14.
[11] Mit, modern romanlardaki öyküler gibi basit bir kurgudan ibaret olmayıp bilakis yaşanılan bir gerçekliktir (malinowski)
[12] Mircea Eliade aspects du mythe s. 16-17
[13] Eliade, a.g.e, s.15
[14] Eliade- images et symboles, s.74).
[15] Eliade, “İmages et Symboles”, s.208
[16] ELiade İmages et symboles s. 52-52
[17] Eliade, “Traite histoire des religions”, s.355-256)
[18] Adıbelli, a.g.e. s.235
[19] İlgili mitoslar için bk. Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümer’de Başlar”, Kabalcı Yayınları
[20] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2002. s.37.
[21] Hooke, a.g.e. s.55
[22] Hooke, a.g.e. s.41
[23] Mircea Eliade, “Dinler Tarihine Giriş”, Kabalcı Yayınları
[24] Hooke, a.g.e. s.156
[25] Hooke, a.g.e. s.156
[26] Bununla ilgili şu ek bilgiyi sunmakta fayda görmekteyiz: A) Hz.
Süleyman, Saba kraliçesinden ölümsüzlük ister. Saba kraliçesi,
kayaların arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman, etrafta
elinde bir otla dolaşan bir “ak saçlı” yaşlı bir adamla karşılaşır;
adam, severek elindeki otu verir, çünkü onu tuttuğu sürece
ölememektedir. Bu ot, yalnızca ölümsüzlük vermekte, ancak gençlik
vermemektedir
B) Adem, Hebron (el Halil) Vadisinde 932 yaşına kadar yaşadıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır ve oğlu Şit’i, cennetin kapısını bekleyen melekten merhamet yağı istemeye gönderir. Şit, Adem ve Havva’nın izlerini takip eder, zira Adem ve Havva’nın ayak bastıkları yerde ot bitmemiştir; böylece cennete gelir ve Adem’in istediğini başmeleğe iletir. Başmelek, Şit’e 3 kere cennete bakmasını söyler. İlk bakışında, 4 nehrin doğduğu kaynağı ve onun üstünde de kurumuş bir ağaç görür. 2. Bakışında, ağacın gövdesine dolanmış bir yılan; 3.’de, ağacın göğe yükseldiğini görür, tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunmaktadır ve kökleri yeraltı alemine kadar uzanmaktadır. Melek Şit’e, gördüklerinin anlamını açıklar ve Kurtarıcı’nın (İsa) gelişini müjdeler. Ona, anne ve babasının tatmış olduğu ağacın meyvesinden 3 tohum verir ve bunları Adem’in dilinin üstüne koymasını, Adem’in 3 gün sonra öleceğini söyler. Adem, Şit’in anlattıklarını duyunca cennetten kovulduğundan beri ilk kez güler, çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Ölümde şit’in dilinin üstüne koyduğu tohumlardan, Hebron vadisi’nde, Musa’nın dönemine kadar kalacak 3 ağaç biter. Bu ağaçların nereden geldiğini bilen Musa, bu ağaçları söküp Tabor ya da Horeb Dağına diker. Davud, ağaçları Tanrı’dan gelen bir emirle Küdüs’e götürüp oraya dikene kadar binlerce yıl kalırlar. Pek çok olaydan sonra (saba kraliçesi, onların tahtasından üzerine ayağıyla basmaz) bu 3 ağaç, bir tek ağaç haline gelir ve bu ağacın tahtasından Kurtarıcı’nın hacı yapılır. Dünyanın merkezinde haça gerilen İsa’nın kanı, Ademin yaratıldığı ve gömüldüğü yere düşer, böylece Adem’in kafasına damlayarak onu vaftz eder; böylece, insanlığın babası günahlarından arınmış olur.” (Eliade, Cosmologie si alchimie babilonia)
[27] Hooke, a.g.e. s.160
[28] Erich Ebeling, „Tod und Leben nach den Vorstellungen der Babylonier“, de Gruyter, Berlin 1931, s*0
Bununla ilgili ayrıca genişçe bilgi edinmek için bk. Giorgio Bucellati: Adapa, Genesis and the Notion of Faith. In: Ugarit-Forschung 5. 1973, S. 61-66 (Burada özellikle Ugarit mitosları ile ilgili genişçe bir araştırma söz konusudur. Tekvin kitabında yer alan anlatımların köklü araştırması sunulan bu eserde Mezopotamya kültür havrası ve oradaki mitoslarla ilgili bilgiler verilmektedir. Eser’in pdf dosyasına archieve.org adresinden ulaşılabilir)
[29] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, s.70
[30] Hooke, a.g.e. s.70
[31] Hooke, a.g.e s.75
Giriş Tekvin’deki Anlatımlar Tekvin’e Göre Yaratılış Adem’in Eşi Cennet/ Gar Eden Yasak Ağaç ve Yılan Cennet’ten Düşüş Mitolojinin Mahiyeti, Muhtevası ve Önemi Kitab-ı Mukaddes’te Yer alan Mitolojik Unsurların Kökenleri Tekvin’ deki Anlatımlarda Yer Alan Çeşitli Mezopotamya Mitosları İnsanın Yaratılış Gayesi Cennet Motifi Ağaç Motifi Erkekten Yaratılan Kadın Kadınla Yılan Adapa Mitosu Sonuç Kaynakça Giriş: Kitab-ı Mukaddes’te çokça Ortadoğu Mitolojisine (Mezopotamya, Ugarit, Eski Mısır vs.) ait unsurlar mevcuttur. Bir takım mutaassıp Yahudi ve Hıristiyanlarca kabul edilmezse de, kutsal kitaplarında anlatılan muhteva ve kıssalarda bariz bir şekilde mitolojik unsurlar bulunmaktadır. Birçok mitsel unsurlar, anlatılan kıssalarda adeta kaybolmuş ve harmanlanmış olduğundan- çoğu zaman farklı mitolojik unsurların bir araya getirilip farklı şekilde yorumlanıp ifade edildiğinden- bunu ilk bakışta net bir şekilde görmek ve ayırt etmek mümkün değildir. Ancak, örneğin Tekvin kitabında anlatılan Âdem ile Havva kıssasında olduğu gibi, eski Tanrı ve hatta Tanrıçalar, mitolojik semboller ve şahsiyetler yer alır. Âdem’in eşi olarak bilinen Havva, Hitit Fırtına Tanrı’sının eşi olan ve bir aslanın sırtına çıplak halde binen, aynı şekilde Yunanlılar arasında da Herakles’in eşi Hebe olarak bilinen, Tanrıça Heba ile özdeşleştirilir. Veya bu kıssada arkaik toplumlarda önemli manalara haiz olan cennet, bahçe ve ağaç gibi sembolizmi yüksek örnekler verilir. Bu çalışmanın amacı Kitab-ı Mukaddes’in ilk kitabını oluşturan Tekvin/Yaratılış kitabında anlatılan Âdem ile Havva kıssası çerçevesinde genelde Kitab-ı Mukaddes’te ve özelde Tekvinde yer alan Mezopotamya Mitoloji unsurlarını ortaya çıkarmaktır.
Âdem ile Havva kıssasını daha net anlayabilmek için öncelikle kısaca Tekvin’e göre yaratılışın nasıl vukuu bulduğu ile ilgili bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Zira Âdem ve Havva’nın ne zaman yaratıldığı ve kıssanın vukuu bulduğu Cennet (Aden), yasak ağacın ve daha sonra cennetten düşüşün sonunda dünyanın yaratılışı konularını bilmeden herhangi bir karşılaştırma anlamsız olacaktır. Tekvin’e göre Tanrı evreni yokluktan, Tohu ve Bohu denilen kaos ve boşluktan yaratmıştır. Evren, insan ve tabiat, yani kozmos 6 günde yaratılmıştır. İlk günde boşluktan, kaostan düzene geçiş başlamış, tanrı ilk olarak ışık olsun demiştir. Daha sonra, yaratılışın ikinci gününde “Yüksek Sularla (Gök kubbenin üstündeki suları) Alçak Suları (Gök Kubbenin altındaki suları) birbirinden ayırmak için bir gök kubbe yaptı ve ona ‘Gök’ (‘Cennet’) adını verdi.”[1] Tanrı’nın Gök kubbenin altındaki suları bir yere toplaması ve onu kurutarak kuru toprağın görünmesi üçüncü günde vukuu bulmuştur. Burada oluşan ‘kuru’ alana toprak, sular kümesine de ‘Deniz’ denmiştir. Daha sonra nebatat doğmuş ve üremiştir. Yaratılışın dördüncü gününde Güneş, ay ve yıldızlar yaratılmış, daha sonraki gün, beşinci günde balıklar ve kuşlar yaratılmıştır. Nihayet altıncı günde kara hayvanları, sürüngenler ve insan yaratılıp yedinci gün Tanrı istirahate çekilmiştir.[2] Burada çalışmanın mahiyetini daha net idrak edebilmek için kısaca yaratılış safhaları zikredilmiştir. Ayrıca önemli ve konumuzla doğrudan ilgili bir unsur daha vardır. Yaratılışın üçüncü gününde karanın (toprak) ve denizlerin oluşmasıyla ilgili şu bilgiyi vermekte fayda vardır. İbrani mitlerin kökenine dair etraflıca bir çalışma sunan Robert Graves ve Raphael Patai “İbrani Mitler” adlı eserlerinde bununla ilgili şu önemli bilgiyi paylaşmaktadır: “Buna karşın bazıları Yeryüzü ve Gökyüzünü yarattıktan sonra Tanrı’nın, kuru toprakları nemlendirmek (ıslatmak) için yeryüzünü buharla (çiseyle) kapladığını ve böylece tohum veren otları ile çimenleri yeşerttiğini anlatırlar. Buna göre Tanrı daha sonra Aden’de bir bahçe yaptı ve yarattığı insana Âdem adını vererek bahçeye koyup orada ağaç yetiştirdi. Tanrı bundan sonra bütün yaratıkları, kuşları, sürüngenleri ve son olarak da kadını yarattı”[3] Tekvin kitabında iki farklı anlatımla karşılaşmaktayız. Aşağıdaki şemada bu farklı anlatımları kısaca zikrettik.[4]
Arkaik toplumlarda anlaşıldığı şekliyle, yani “gerçek bir öykü” ye işaret eden bir terim olarak kullanılırdı. Mircea Eliade’ye göre mitin gerçekliği: “Arkaik dünya için mit, hakiki gerçekliğin, yani kutsalın ortaya çıkışlarını anlattığı için gerçektir”.[11] Kutsalın (ya da doğaüstü olanın) dünyada çeşitli ve bazen de dramatik şekilde ortaya çıkışını tasvir eder. Dünyayı gerçek olarak tesis eden ve onu bugünkü haline getiren, işte kutsalın bu ortaya çıkışıdır. Dahası, doğaüstü varlıkların müdahaleleri sonucunda insan bugünkü hale, yani ölümlü, cinsiyetli ve kültürel bir varlık olma durumuna gelmiştir.[12] Mit’in temel yapısal özelliklerinden birisi de, onun sırrı açığa çıkarmak olarak da nitelendirilebilir. Yani başlangıçta (yaratılışta) olanlarla ve insan için muamma olan ve gizlenmiş bir bilgi olan yaratılış gibi olaylar hakkında bilgiler verir. Arkaik insanlar aslında mit’le efsane/masal arasında fark gözetebiliyordu. Aşkın bir anlam ifade etmeyen olayları konu edindikleri için efsaneler ve masallar, sahte hikâyeler olarak değerlendirilmektedir. Ancak: tarih içerisinde yer alan tüm fenomenler gibi mitler de değişikliğe uğramıştır. Ancak “iptidailerin” mitleri zamanla değişikliğe uğramış olsa da hala başlangıçtaki bir durumu yansıtmaktadır.[13] Eliade, ‘’Traitê d’histoire des religions’’ adlı eserinde şöyle der: “Modern zihin perspektifinden Mit, tarihi ortadan kaldırmaktadır (…). Mitlerin çoğunluğu in illo tempore de gerçekleşen olayları anlatır. Ab origin de olup bitenleri anlattığı için kozmogonik mit de bir tarihtir. ”Bir miti anlatma, bir bakıma o mitin bahsettiği olayların gerçekleştiği kutsal zamanla çağdaş olunmaktır.”[14] Mit, insanın içinde bulunduğu bireysel, kronolojik ve tarihsel zamanı aşmasını sağlayarak onu sembolik olarak da olsa geçmişe döndürür- illud tempus’a götürür. Bireylerin ve toplumların kendi menşelerini açıklama ihtiyacı duydukları gibi, kültürler de kendi kökenlerini bilme ihtiyacı hissetmiştir. Bundan dolayıdır ki, neredeyse bütün kültürlerde yaratılış mitlerine, yani kozmogoniye rastlamak mümkündür. Bundan mütevellit göreceğimiz üzere, hem Mezopotamya’da hem de zikrettiğimiz gibi Kitab-ı Mukaddes’te yaratılış ve kozmogoni ile ilgili çeşitli anlatımlar mevcuttur. Zira insan zihnini meşgul eden en önemli şeylerden bir tanesidir, “başlangıçta ne oldu” sorusu. Bu bağlamda evrenin yaratılışından sonra insanın yaratılışı ve insanlığın oluşumu ve ayrıca insanların tanrılar (tanrı ile) ilişkisi ve münasebeti son derece önemli konulardan bir tanesi olmuştur. Yine Eliade’ye göre kozmogonik mitlerde ortak bir yapı vardır. “in illo tempore de sıkı bir bütünlük mevcuttu. Bu bütünlük dünyanın ya da insanlığın meydana gelebilmesi için bölündü ya da kırıldı”.[15] Yaratılışla birlikte aslında bir nevi düzen, yani kozmos da bölündü. Bununla beraber aslında tanrılardan (tanrıdan) bir nevi bir kopuş da olmuştur. Bidayette ilk insanlar da tanrıdan ayrılmış değildir. Bundan dolayıdır ki, “birçok arkaik din, bir dağ, ağaç, merdiven ya da sarmaşık vb. aracılığıyla gökyüzü ile bidayette bütün insanların iletişim halinde olduğunu, fakat daha sonra bu iletişimin kesildiğini anlatan mitlere sahiptir.[16] Kitab-ı Mukaddes’in evrenin yaratılışı ile ilgili bilgi ve ilgili şema yukarıda zikredilmişti. Bunun haricinde yine yukarıda zikrettiğimiz üzere, Kitab-ı Mukaddes’te Âdem ve Havva’nın cennetten düşüşü (la chute) başlangıçtaki bütünlüğü (la totalisation primordiale) bölünmesinden önceki durum, Eliade’ye göre mükemmel insanlığın durumunu (la condition de l’humanité par faite) başlangıçtaki insanın cennetvari durumunu (la condition paradisique de l’homme primordial) yansıtmaktadır. Bu aşamada cinsiyet ayrımı henüz meydana gelmemişti[17]. Günahla düşüş evrensel bir inanıştır. “Şayet in illo tempore bu olay (la chute) gerçekleşmiş olmasaydı, insan ölümsüz olmazdı, taşlar gibi sonsuz yaşayabilir, yılanlar gibi deri değiştirebilirdi. Ölümün bidayetini anlatan mit, in illo tempore gerçekleşen kazayı anlatmakta ve böylelikle de insanın neden ölümlü olduğu sorusuna cevap sunmaktadır.”[18] Eliade’ye göre insan bir anlık için de olsa mitin anlattığı o duruma yeniden gelme ihtiyacını hissetmektedir. Çünkü cennet özlemi hâkimdir. Yaratılış sonunda dünyanın ikiye bölünmesinden önceki duruma yeniden dönmeyi arzulayan insanı Eliade şu şekilde isimlendirir: “kozmik insan- l’homme cosmique” . Eliade’ye göre cennet özlemi, insanın kozmos içerisindeki belirli bir durumunu yansıtmaktadır. Monoteistlerde bu özlem aslî günah sonucu düşüş (la chute) ile ifade edilir. Düşüşten önceki dönem Eliade’ye göre hayali zamandır (le temps du rêve). Bu bağlamda Eliade’ye göre Yahudi ve Hıristiyanların din dediği şey, ilk insanın bu düşüşünün bir neticesidir.
Tekvin 2:8’de Tanrı ilk kez Eden cennet bahçesinden bahseder. Bununla ilgili Hooke “Ortadoğu Mitolojisi” adlı eserinde şu sözlere yer verir: “Yehova’nın bahçeyi diktiği yer, uzakta, doğuda, Aden denilen bir bölgedir. Kuşkusuz, “Aden” denen, “Eski Ahit”te (“İkinci Kırallar” kitabı 19:12’de; “Hezekiel kitabı 27:23’te; “Amoş” kitabı 1:5’te olmak üzere) birçok yerde adı geçen bir yer vardır; ama bu eski mitostaki Aden, herhangi coğrafi bölge olmaktan çok güneşin doğusundaki ayın batısındaki ülkedir. Akadça edinu sözcüğü, “ova” ya da “bozkır” anlamına gelir ve akla yatkın olarak “bahçe”nin, susuz kırın, kumlu, bomboş topraklarından sihirsel bir güçle fışkıran bir yeşillik biçiminde düşünülmüş olacağı ileri sürülmüştür. “ [24] Bunun sebebiyle ilgili enteresan yorumlar vardır. Modern bilimin ortaya çıkardığı tespitlere göre Kitab-ı Mukaddes ilahî menşeili değil, yani Yahudilerin iddia ettikleri gibi Musa tarafından yazılmamıştır (ilk beş kitap= Torah), bilakis 4 farklı kaynak tarafından kaleme alınmıştır. Buna “Biblical Criticism” denilmektedir. Bu çerçevede özellikle tekvin kitabında anlatılan kıssalara biraz da bu gözle bakmak lazım. Bundan dolayıdır ki cennet ile ilgili ifadelerde, 4 kaynaktan biri olan Yehovacı metne göre, farklı bir dünya görüşü ve zihin yapısı hâkimdi. Hooke bunu şu şekilde ifade eder: “Yehovacı yazarın kafasında, kendi ülkesinin iyi sulak topraklarıyla (bkz. “tesniye” kitabı 8:7) Bedevilerin dolaştıkları, içinde ancak tanrısal bir gücün mucizesinin bir bahçe yaratabileceği çöl arasındaki zıtlık bulunmuş olabilir.”[25] Bundan da öte bitkilerle ilgili önemli mana ve inanışlar söz konusudur arkaik insanın düşünce yapısında. Diğer konu başlığından bu konu incelenmiştir.
Bu kutsal mekânda yer alan “Kutsal Ağaç” İlkel dinsel inanışlarda ağacın (daha doğrusu bazı ağaçların) gücü temsil ettiği kesindir. İlkel toplumlarda “kutsal ağacın” kimi zaman buna “Yaşam Ağacı” da denmiştir, son derece önemli bir konuma sahip idi. Ağaç, kutsal güçlerle yüklüyse dikey olduğu, yerden bittiği, yapraklarını kaybedip yeniden kazandığı, kendini sayısız kez yenilediği (“ölür” ve "yeniden dirilir"), süslü ve güzel olduğu içindir. Ağacın "biçimine" olduğu kadar "biyolojik özelliklerine" de bağlı tüm bu nitelikler, ağacın kutsallığını doğrulayan niteliklerdir. Ama ilkel zihniyette, ağaç evrendir ve evren olmasının nedeni onu yinelemesi ve onu "simgelemekle" birlikte varlığını da taşımasıdır. Bundan mütevellit ağacın aslında bir mikrokozmos olduğunu söylememiz mümkündür. Bununla ilgili Kitab-ı Mukaddes’te muhtelif yerlerde önemli ifadeler yer almaktadır. Bunun için Tekvin babında zikredilen Cennet ve ağaç motifini iyi anlayabilmek için birkaç örnek zikretmekte fayda görülmektedir.
Yine Kitab-ı Mukaddes’in tekvin babında zikredildiğine göre Âdem ile Havva yasak ağaçtan yedikleri meyve, Elma idi. Burada da yine Elma motifinin önemli bir yeri vardır. Elma İskandinavya mitolojisinde, gençleştirici ve yenileyici meyvedir.
“Bu tür mitoslarda sık sık, ölümsüzlük şansının yitirilmesi, tanrılardan birinin ya da ötekinin kıskançlığının ürünü olarak gösterilir ve tanrıların ölümsüzlüğü kendilerine ayırdıkları söylenir. Adapa mitosundan aynı zamanda, Tammuz’un ortalıktan yitişinin Sami mitolojisinin sık karşılaşılan bir öğesi olduğunu anlıyoruz. Tanrıların mitosun kahramanına sundukları giysi motifi ile, ileride İbranilerin (Cennetten) Düşüş öyküsünde, Yehova’nın Âdem’e ve Havva’ya deri giyişiler vermesi arasında bir bağlantı görülebilir. “[31]
Dolayısıyla sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kitab-ı Mukaddes’te yer alan anlatımları anlayabilmek için, muhakkak onun tarihi süreci, Mezopotamya uygarlıklarının dini düşünceleri ve yaşamlarıyla ilgili fikir sahibi olmak son derece elzemdir, hatta ve hatta doğru idrak edip sağlıklı çalışmalar yapabilmek için kaçınılmazdır. Genel anlamda Dinler Tarihi ile ilgili sağlıklı bilgilere sahip olabilmek, herhangi bir metni doğru anlamlandırabilmek ve doğru yorumlayabilmek için olaylara her zaman bütüncül şekilde bakmak, olayın bütün inceliklerine varıncaya kadar objektif ve deskriptif bakmak gerekir. Hal böyle olunca, sözgelimi “basit” kutsal metinler dahi, derin tarihi bilgiler sunmaktadır. Kaynakça:
[1] Robert Graves- Raphael Patai, “İbrani Mitler- Tekvin-Yaratılış Kitabı”, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul 2013,
s.49.
[2] Tekvin, I-II, 3.
[3] Graves ve Patai, a.g.e. s.49
[4] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi” s. 145
[5] A.g.e. s.97
[6] A.g.e. s. 109
[7] A.g.e. s. 117
[8] Tekvin III, 1-6
[9] A.g.e. s.118.
[10] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 2002, s. 13-14.
[11] Mit, modern romanlardaki öyküler gibi basit bir kurgudan ibaret olmayıp bilakis yaşanılan bir gerçekliktir (malinowski)
[12] Mircea Eliade aspects du mythe s. 16-17
[13] Eliade, a.g.e, s.15
[14] Eliade- images et symboles, s.74).
[15] Eliade, “İmages et Symboles”, s.208
[16] ELiade İmages et symboles s. 52-52
[17] Eliade, “Traite histoire des religions”, s.355-256)
[18] Adıbelli, a.g.e. s.235
[19] İlgili mitoslar için bk. Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümer’de Başlar”, Kabalcı Yayınları
[20] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2002. s.37.
[21] Hooke, a.g.e. s.55
[22] Hooke, a.g.e. s.41
[23] Mircea Eliade, “Dinler Tarihine Giriş”, Kabalcı Yayınları
[24] Hooke, a.g.e. s.156
[25] Hooke, a.g.e. s.156
[26] Bununla ilgili şu ek bilgiyi sunmakta fayda görmekteyiz: A) Hz.
Süleyman, Saba kraliçesinden ölümsüzlük ister. Saba kraliçesi,
kayaların arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman, etrafta
elinde bir otla dolaşan bir “ak saçlı” yaşlı bir adamla karşılaşır;
adam, severek elindeki otu verir, çünkü onu tuttuğu sürece
ölememektedir. Bu ot, yalnızca ölümsüzlük vermekte, ancak gençlik
vermemektedir
B) Adem, Hebron (el Halil) Vadisinde 932 yaşına kadar yaşadıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır ve oğlu Şit’i, cennetin kapısını bekleyen melekten merhamet yağı istemeye gönderir. Şit, Adem ve Havva’nın izlerini takip eder, zira Adem ve Havva’nın ayak bastıkları yerde ot bitmemiştir; böylece cennete gelir ve Adem’in istediğini başmeleğe iletir. Başmelek, Şit’e 3 kere cennete bakmasını söyler. İlk bakışında, 4 nehrin doğduğu kaynağı ve onun üstünde de kurumuş bir ağaç görür. 2. Bakışında, ağacın gövdesine dolanmış bir yılan; 3.’de, ağacın göğe yükseldiğini görür, tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunmaktadır ve kökleri yeraltı alemine kadar uzanmaktadır. Melek Şit’e, gördüklerinin anlamını açıklar ve Kurtarıcı’nın (İsa) gelişini müjdeler. Ona, anne ve babasının tatmış olduğu ağacın meyvesinden 3 tohum verir ve bunları Adem’in dilinin üstüne koymasını, Adem’in 3 gün sonra öleceğini söyler. Adem, Şit’in anlattıklarını duyunca cennetten kovulduğundan beri ilk kez güler, çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Ölümde şit’in dilinin üstüne koyduğu tohumlardan, Hebron vadisi’nde, Musa’nın dönemine kadar kalacak 3 ağaç biter. Bu ağaçların nereden geldiğini bilen Musa, bu ağaçları söküp Tabor ya da Horeb Dağına diker. Davud, ağaçları Tanrı’dan gelen bir emirle Küdüs’e götürüp oraya dikene kadar binlerce yıl kalırlar. Pek çok olaydan sonra (saba kraliçesi, onların tahtasından üzerine ayağıyla basmaz) bu 3 ağaç, bir tek ağaç haline gelir ve bu ağacın tahtasından Kurtarıcı’nın hacı yapılır. Dünyanın merkezinde haça gerilen İsa’nın kanı, Ademin yaratıldığı ve gömüldüğü yere düşer, böylece Adem’in kafasına damlayarak onu vaftz eder; böylece, insanlığın babası günahlarından arınmış olur.” (Eliade, Cosmologie si alchimie babilonia)
[27] Hooke, a.g.e. s.160
[28] Erich Ebeling, „Tod und Leben nach den Vorstellungen der Babylonier“, de Gruyter, Berlin 1931, s*0
Bununla ilgili ayrıca genişçe bilgi edinmek için bk. Giorgio Bucellati: Adapa, Genesis and the Notion of Faith. In: Ugarit-Forschung 5. 1973, S. 61-66 (Burada özellikle Ugarit mitosları ile ilgili genişçe bir araştırma söz konusudur. Tekvin kitabında yer alan anlatımların köklü araştırması sunulan bu eserde Mezopotamya kültür havrası ve oradaki mitoslarla ilgili bilgiler verilmektedir. Eser’in pdf dosyasına archieve.org adresinden ulaşılabilir)
[29] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, s.70
[30] Hooke, a.g.e. s.70
[31] Hooke, a.g.e s.75
|
Giriş
Tekvin’deki Anlatımlar
Tekvin’e Göre Yaratılış
Adem’in Eşi
Cennet/ Gar Eden
Yasak Ağaç ve Yılan
Cennet’ten Düşüş
Mitolojinin Mahiyeti, Muhtevası ve Önemi
Kitab-ı Mukaddes’te Yer alan Mitolojik Unsurların Kökenleri
Tekvin’ deki Anlatımlarda Yer Alan Çeşitli Mezopotamya Mitosları
İnsanın Yaratılış Gayesi
Cennet Motifi
Ağaç Motifi
Erkekten Yaratılan Kadın
Kadınla Yılan
Adapa Mitosu
Sonuç
Kaynakça
Giriş:
Kitab-ı Mukaddes’te çokça Ortadoğu Mitolojisine (Mezopotamya, Ugarit, Eski Mısır vs.) ait unsurlar mevcuttur. Bir takım mutaassıp Yahudi ve Hıristiyanlarca kabul edilmezse de, kutsal kitaplarında anlatılan muhteva ve kıssalarda bariz bir şekilde mitolojik unsurlar bulunmaktadır. Birçok mitsel unsurlar, anlatılan kıssalarda adeta kaybolmuş ve harmanlanmış olduğundan- çoğu zaman farklı mitolojik unsurların bir araya getirilip farklı şekilde yorumlanıp ifade edildiğinden- bunu ilk bakışta net bir şekilde görmek ve ayırt etmek mümkün değildir. Ancak, örneğin Tekvin kitabında anlatılan Âdem ile Havva kıssasında olduğu gibi, eski Tanrı ve hatta Tanrıçalar, mitolojik semboller ve şahsiyetler yer alır. Âdem’in eşi olarak bilinen Havva, Hitit Fırtına Tanrı’sının eşi olan ve bir aslanın sırtına çıplak halde binen, aynı şekilde Yunanlılar arasında da Herakles’in eşi Hebe olarak bilinen, Tanrıça Heba ile özdeşleştirilir. Veya bu kıssada arkaik toplumlarda önemli manalara haiz olan cennet, bahçe ve ağaç gibi sembolizmi yüksek örnekler verilir. Bu çalışmanın amacı Kitab-ı Mukaddes’in ilk kitabını oluşturan Tekvin/Yaratılış kitabında anlatılan Âdem ile Havva kıssası çerçevesinde genelde Kitab-ı Mukaddes’te ve özelde Tekvinde yer alan Mezopotamya Mitoloji unsurlarını ortaya çıkarmaktır.
-
Tekvin’deki Anlatımlar:
-
Tekvin’e Göre Yaratılış
Âdem ile Havva kıssasını daha net anlayabilmek için öncelikle kısaca Tekvin’e göre yaratılışın nasıl vukuu bulduğu ile ilgili bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Zira Âdem ve Havva’nın ne zaman yaratıldığı ve kıssanın vukuu bulduğu Cennet (Aden), yasak ağacın ve daha sonra cennetten düşüşün sonunda dünyanın yaratılışı konularını bilmeden herhangi bir karşılaştırma anlamsız olacaktır.
Tekvin’e göre Tanrı evreni yokluktan, Tohu ve Bohu denilen kaos ve boşluktan yaratmıştır. Evren, insan ve tabiat, yani kozmos 6 günde yaratılmıştır. İlk günde boşluktan, kaostan düzene geçiş başlamış, tanrı ilk olarak ışık olsun demiştir. Daha sonra, yaratılışın ikinci gününde “Yüksek Sularla (Gök kubbenin üstündeki suları) Alçak Suları (Gök Kubbenin altındaki suları) birbirinden ayırmak için bir gök kubbe yaptı ve ona ‘Gök’ (‘Cennet’) adını verdi.”[1] Tanrı’nın Gök kubbenin altındaki suları bir yere toplaması ve onu kurutarak kuru toprağın görünmesi üçüncü günde vukuu bulmuştur. Burada oluşan ‘kuru’ alana toprak, sular kümesine de ‘Deniz’ denmiştir. Daha sonra nebatat doğmuş ve üremiştir. Yaratılışın dördüncü gününde Güneş, ay ve yıldızlar yaratılmış, daha sonraki gün, beşinci günde balıklar ve kuşlar yaratılmıştır. Nihayet altıncı günde kara hayvanları, sürüngenler ve insan yaratılıp yedinci gün Tanrı istirahate çekilmiştir.[2] Burada çalışmanın mahiyetini daha net idrak edebilmek için kısaca yaratılış safhaları zikredilmiştir. Ayrıca önemli ve konumuzla doğrudan ilgili bir unsur daha vardır. Yaratılışın üçüncü gününde karanın (toprak) ve denizlerin oluşmasıyla ilgili şu bilgiyi vermekte fayda vardır. İbrani mitlerin kökenine dair etraflıca bir çalışma sunan Robert Graves ve Raphael Patai “İbrani Mitler” adlı eserlerinde bununla ilgili şu önemli bilgiyi paylaşmaktadır: “Buna karşın bazıları Yeryüzü ve Gökyüzünü yarattıktan sonra Tanrı’nın, kuru toprakları nemlendirmek (ıslatmak) için yeryüzünü buharla (çiseyle) kapladığını ve böylece tohum veren otları ile çimenleri yeşerttiğini anlatırlar. Buna göre Tanrı daha sonra Aden’de bir bahçe yaptı ve yarattığı insana Âdem adını vererek bahçeye koyup orada ağaç yetiştirdi. Tanrı bundan sonra bütün yaratıkları, kuşları, sürüngenleri ve son olarak da kadını yarattı”[3]
Tekvin kitabında iki farklı anlatımla karşılaşmaktayız. Aşağıdaki şemada bu farklı anlatımları kısaca zikrettik.[4]
-
Âdem’in Doğuşu
-
Âdem’in Eşi
-
Cennet/Gar Eden:
-
Yasak Ağaç ve Yılan:
-
Cennet’ten düşüş:
-
Mitolojinin Mahiyeti, Muhtevası ve Önemi
Arkaik toplumlarda anlaşıldığı şekliyle, yani “gerçek bir öykü” ye işaret eden bir terim olarak kullanılırdı. Mircea Eliade’ye göre mitin gerçekliği: “Arkaik dünya için mit, hakiki gerçekliğin, yani kutsalın ortaya çıkışlarını anlattığı için gerçektir”.[11] Kutsalın (ya da doğaüstü olanın) dünyada çeşitli ve bazen de dramatik şekilde ortaya çıkışını tasvir eder. Dünyayı gerçek olarak tesis eden ve onu bugünkü haline getiren, işte kutsalın bu ortaya çıkışıdır. Dahası, doğaüstü varlıkların müdahaleleri sonucunda insan bugünkü hale, yani ölümlü, cinsiyetli ve kültürel bir varlık olma durumuna gelmiştir.[12] Mit’in temel yapısal özelliklerinden birisi de, onun sırrı açığa çıkarmak olarak da nitelendirilebilir. Yani başlangıçta (yaratılışta) olanlarla ve insan için muamma olan ve gizlenmiş bir bilgi olan yaratılış gibi olaylar hakkında bilgiler verir. Arkaik insanlar aslında mit’le efsane/masal arasında fark gözetebiliyordu. Aşkın bir anlam ifade etmeyen olayları konu edindikleri için efsaneler ve masallar, sahte hikâyeler olarak değerlendirilmektedir. Ancak: tarih içerisinde yer alan tüm fenomenler gibi mitler de değişikliğe uğramıştır. Ancak “iptidailerin” mitleri zamanla değişikliğe uğramış olsa da hala başlangıçtaki bir durumu yansıtmaktadır.[13] Eliade, ‘’Traitê d’histoire des religions’’ adlı eserinde şöyle der: “Modern zihin perspektifinden Mit, tarihi ortadan kaldırmaktadır (…). Mitlerin çoğunluğu in illo tempore de gerçekleşen olayları anlatır. Ab origin de olup bitenleri anlattığı için kozmogonik mit de bir tarihtir. ”Bir miti anlatma, bir bakıma o mitin bahsettiği olayların gerçekleştiği kutsal zamanla çağdaş olunmaktır.”[14] Mit, insanın içinde bulunduğu bireysel, kronolojik ve tarihsel zamanı aşmasını sağlayarak onu sembolik olarak da olsa geçmişe döndürür- illud tempus’a götürür. Bireylerin ve toplumların kendi menşelerini açıklama ihtiyacı duydukları gibi, kültürler de kendi kökenlerini bilme ihtiyacı hissetmiştir. Bundan dolayıdır ki, neredeyse bütün kültürlerde yaratılış mitlerine, yani kozmogoniye rastlamak mümkündür. Bundan mütevellit göreceğimiz üzere, hem Mezopotamya’da hem de zikrettiğimiz gibi Kitab-ı Mukaddes’te yaratılış ve kozmogoni ile ilgili çeşitli anlatımlar mevcuttur. Zira insan zihnini meşgul eden en önemli şeylerden bir tanesidir, “başlangıçta ne oldu” sorusu. Bu bağlamda evrenin yaratılışından sonra insanın yaratılışı ve insanlığın oluşumu ve ayrıca insanların tanrılar (tanrı ile) ilişkisi ve münasebeti son derece önemli konulardan bir tanesi olmuştur. Yine Eliade’ye göre kozmogonik mitlerde ortak bir yapı vardır. “in illo tempore de sıkı bir bütünlük mevcuttu. Bu bütünlük dünyanın ya da insanlığın meydana gelebilmesi için bölündü ya da kırıldı”.[15] Yaratılışla birlikte aslında bir nevi düzen, yani kozmos da bölündü. Bununla beraber aslında tanrılardan (tanrıdan) bir nevi bir kopuş da olmuştur. Bidayette ilk insanlar da tanrıdan ayrılmış değildir. Bundan dolayıdır ki, “birçok arkaik din, bir dağ, ağaç, merdiven ya da sarmaşık vb. aracılığıyla gökyüzü ile bidayette bütün insanların iletişim halinde olduğunu, fakat daha sonra bu iletişimin kesildiğini anlatan mitlere sahiptir.[16] Kitab-ı Mukaddes’in evrenin yaratılışı ile ilgili bilgi ve ilgili şema yukarıda zikredilmişti. Bunun haricinde yine yukarıda zikrettiğimiz üzere, Kitab-ı Mukaddes’te Âdem ve Havva’nın cennetten düşüşü (la chute) başlangıçtaki bütünlüğü (la totalisation primordiale) bölünmesinden önceki durum, Eliade’ye göre mükemmel insanlığın durumunu (la condition de l’humanité par faite) başlangıçtaki insanın cennetvari durumunu (la condition paradisique de l’homme primordial) yansıtmaktadır. Bu aşamada cinsiyet ayrımı henüz meydana gelmemişti[17].
Günahla düşüş evrensel bir inanıştır. “Şayet in illo tempore bu olay (la chute) gerçekleşmiş olmasaydı, insan ölümsüz olmazdı, taşlar gibi sonsuz yaşayabilir, yılanlar gibi deri değiştirebilirdi. Ölümün bidayetini anlatan mit, in illo tempore gerçekleşen kazayı anlatmakta ve böylelikle de insanın neden ölümlü olduğu sorusuna cevap sunmaktadır.”[18]
Eliade’ye göre insan bir anlık için de olsa mitin anlattığı o duruma yeniden gelme ihtiyacını hissetmektedir. Çünkü cennet özlemi hâkimdir. Yaratılış sonunda dünyanın ikiye bölünmesinden önceki duruma yeniden dönmeyi arzulayan insanı Eliade şu şekilde isimlendirir: “kozmik insan- l’homme cosmique” . Eliade’ye göre cennet özlemi, insanın kozmos içerisindeki belirli bir durumunu yansıtmaktadır. Monoteistlerde bu özlem aslî günah sonucu düşüş (la chute) ile ifade edilir. Düşüşten önceki dönem Eliade’ye göre hayali zamandır (le temps du rêve). Bu bağlamda Eliade’ye göre Yahudi ve Hıristiyanların din dediği şey, ilk insanın bu düşüşünün bir neticesidir.
-
Kitab-ı Mukaddes’te Yer alan Mitolojik unsurlar ve Kökenleri
-
Tekvin’ deki Anlatımlarda Mezopotamya Mitosları:
-
İnsanın Yaratılış Gayesi: Hizmetkâr. Enki ve Marduk
-
Cennet Motifi: DİLMUN
Tekvin 2:8’de Tanrı ilk kez Eden cennet bahçesinden bahseder. Bununla ilgili Hooke “Ortadoğu Mitolojisi” adlı eserinde şu sözlere yer verir:
“Yehova’nın bahçeyi diktiği yer, uzakta, doğuda, Aden denilen bir bölgedir. Kuşkusuz, “Aden” denen, “Eski Ahit”te (“İkinci Kırallar” kitabı 19:12’de; “Hezekiel kitabı 27:23’te; “Amoş” kitabı 1:5’te olmak üzere) birçok yerde adı geçen bir yer vardır; ama bu eski mitostaki Aden, herhangi coğrafi bölge olmaktan çok güneşin doğusundaki ayın batısındaki ülkedir. Akadça edinu sözcüğü, “ova” ya da “bozkır” anlamına gelir ve akla yatkın olarak “bahçe”nin, susuz kırın, kumlu, bomboş topraklarından sihirsel bir güçle fışkıran bir yeşillik biçiminde düşünülmüş olacağı ileri sürülmüştür. “ [24]
Bunun sebebiyle ilgili enteresan yorumlar vardır. Modern bilimin ortaya çıkardığı tespitlere göre Kitab-ı Mukaddes ilahî menşeili değil, yani Yahudilerin iddia ettikleri gibi Musa tarafından yazılmamıştır (ilk beş kitap= Torah), bilakis 4 farklı kaynak tarafından kaleme alınmıştır. Buna “Biblical Criticism” denilmektedir. Bu çerçevede özellikle tekvin kitabında anlatılan kıssalara biraz da bu gözle bakmak lazım. Bundan dolayıdır ki cennet ile ilgili ifadelerde, 4 kaynaktan biri olan Yehovacı metne göre, farklı bir dünya görüşü ve zihin yapısı hâkimdi. Hooke bunu şu şekilde ifade eder: “Yehovacı yazarın kafasında, kendi ülkesinin iyi sulak topraklarıyla (bkz. “tesniye” kitabı 8:7) Bedevilerin dolaştıkları, içinde ancak tanrısal bir gücün mucizesinin bir bahçe yaratabileceği çöl arasındaki zıtlık bulunmuş olabilir.”[25]
Bundan da öte bitkilerle ilgili önemli mana ve inanışlar söz konusudur arkaik insanın düşünce yapısında. Diğer konu başlığından bu konu incelenmiştir.
-
Ağaç Motifi: Bilgelik ve Ölümsüzlük
Bu kutsal mekânda yer alan “Kutsal Ağaç” İlkel dinsel inanışlarda ağacın (daha doğrusu bazı ağaçların) gücü temsil ettiği kesindir. İlkel toplumlarda “kutsal ağacın” kimi zaman buna “Yaşam Ağacı” da denmiştir, son derece önemli bir konuma sahip idi. Ağaç, kutsal güçlerle yüklüyse dikey olduğu, yerden bittiği, yapraklarını kaybedip yeniden kazandığı, kendini sayısız kez yenilediği (“ölür” ve "yeniden dirilir"), süslü ve güzel olduğu içindir. Ağacın "biçimine" olduğu kadar "biyolojik özelliklerine" de bağlı tüm bu nitelikler, ağacın kutsallığını doğrulayan niteliklerdir. Ama ilkel zihniyette, ağaç evrendir ve evren olmasının nedeni onu yinelemesi ve onu "simgelemekle" birlikte varlığını da taşımasıdır. Bundan mütevellit ağacın aslında bir mikrokozmos olduğunu söylememiz mümkündür. Bununla ilgili Kitab-ı Mukaddes’te muhtelif yerlerde önemli ifadeler yer almaktadır. Bunun için Tekvin babında zikredilen Cennet ve ağaç motifini iyi anlayabilmek için birkaç örnek zikretmekte fayda görülmektedir.
-
«Boyunduruğunu çok önce kırdın, Bağlarını kopardın. ‹Kulluk
etmeyeceğim› dedin. Gerçekten de her yüksek tepede, Her bol yapraklı
ağacın altında Fahişe gibi yatıp kalktın.(Yeremya 2:20).
-
Kral Yoşiya döneminde RAB bana, «Dönek İsrail’ in yaptığını
gördün mü?» dedi, «Her yüksek tepenin üzerine, her bol yapraklı ağacın
altına gidip fahişelik etti.(Yeremya 3:6)
Yine Kitab-ı Mukaddes’in tekvin babında zikredildiğine göre Âdem ile Havva yasak ağaçtan yedikleri meyve, Elma idi. Burada da yine Elma motifinin önemli bir yeri vardır. Elma İskandinavya mitolojisinde, gençleştirici ve yenileyici meyvedir.
-
Erkekten Yaratılan Kadın
-
Kadınla yılan:
-
Adapa Mitosu
“Bu tür mitoslarda sık sık, ölümsüzlük şansının yitirilmesi, tanrılardan birinin ya da ötekinin kıskançlığının ürünü olarak gösterilir ve tanrıların ölümsüzlüğü kendilerine ayırdıkları söylenir. Adapa mitosundan aynı zamanda, Tammuz’un ortalıktan yitişinin Sami mitolojisinin sık karşılaşılan bir öğesi olduğunu anlıyoruz. Tanrıların mitosun kahramanına sundukları giysi motifi ile, ileride İbranilerin (Cennetten) Düşüş öyküsünde, Yehova’nın Âdem’e ve Havva’ya deri giyişiler vermesi arasında bir bağlantı görülebilir. “[31]
-
Sonuç
Dolayısıyla sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kitab-ı Mukaddes’te yer alan anlatımları anlayabilmek için, muhakkak onun tarihi süreci, Mezopotamya uygarlıklarının dini düşünceleri ve yaşamlarıyla ilgili fikir sahibi olmak son derece elzemdir, hatta ve hatta doğru idrak edip sağlıklı çalışmalar yapabilmek için kaçınılmazdır. Genel anlamda Dinler Tarihi ile ilgili sağlıklı bilgilere sahip olabilmek, herhangi bir metni doğru anlamlandırabilmek ve doğru yorumlayabilmek için olaylara her zaman bütüncül şekilde bakmak, olayın bütün inceliklerine varıncaya kadar objektif ve deskriptif bakmak gerekir. Hal böyle olunca, sözgelimi “basit” kutsal metinler dahi, derin tarihi bilgiler sunmaktadır.
Kaynakça:
-
Childs, B.S., Myth and Reality in the Old Testament (SBT 27), London 2. Aufl. 1962.
-
Demirci, Kürşat, “Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş”, Ayışığı kitapları, İstanbul 2013
-
Erich Ebeling, „Tod und Leben nach den Vorstellungen der Babylonier“, de Gruyter, Berlin 1931.
-
Giorgio Bucellati: Adapa, Genesis and the Notion of Faith. In: Ugarit-Forschung 5. 1973.
-
Lambert, W.G., Old Testament Mythology in its Ancient Near Eastern
Context, in: J.A. Emerton (Hg.), Congress Volume Jerusalem 1986 (VT.S
40), Leiden 1988, 124-143
-
Lange, Armin; Lichtenberg, Hermann ve Römheld Diethard, “Mythos im
Alten Testament und seiner Umwelt”, De Gruyter yayınevi, Berlin 1999.
-
Mircea Eliade, “ “İmages et symboles”; “Traite histoire des religions”; Dinler Tarihine Giriş”
-
Müller, H.-P., Mythos als Gattung archaischen Erzählens und die
Geschichte von Adapa,
-
Robert Graves- Raphael Patai, “İbrani Mitler- Tekvin-Yaratılış Kitabı”, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul 2013
-
Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 2002.
-
Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümer’de Başlar”, Kabalcı Yayınları
-
Schmidt, W.H., Mythos im Alten Testament, EvTh 27 1967
[1] Robert Graves- Raphael Patai, “İbrani Mitler- Tekvin-Yaratılış Kitabı”, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul 2013,
s.49.
s.49.
[2] Tekvin, I-II, 3.
[3] Graves ve Patai, a.g.e. s.49
[4] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi” s. 145
[5] A.g.e. s.97
[6] A.g.e. s. 109
[7] A.g.e. s. 117
[8] Tekvin III, 1-6
[9] A.g.e. s.118.
[10] Samuel Henry Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 2002, s. 13-14.
[11] Mit, modern romanlardaki öyküler gibi basit bir kurgudan ibaret olmayıp bilakis yaşanılan bir gerçekliktir (malinowski)
[12] Mircea Eliade aspects du mythe s. 16-17
[13] Eliade, a.g.e, s.15
[14] Eliade- images et symboles, s.74).
[15] Eliade, “İmages et Symboles”, s.208
[16] ELiade İmages et symboles s. 52-52
[17] Eliade, “Traite histoire des religions”, s.355-256)
[18] Adıbelli, a.g.e. s.235
[19] İlgili mitoslar için bk. Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümer’de Başlar”, Kabalcı Yayınları
[20] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2002. s.37.
[21] Hooke, a.g.e. s.55
[22] Hooke, a.g.e. s.41
[23] Mircea Eliade, “Dinler Tarihine Giriş”, Kabalcı Yayınları
[24] Hooke, a.g.e. s.156
[25] Hooke, a.g.e. s.156
[26] Bununla ilgili şu ek bilgiyi sunmakta fayda görmekteyiz: A) Hz.
Süleyman, Saba kraliçesinden ölümsüzlük ister. Saba kraliçesi,
kayaların arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman, etrafta
elinde bir otla dolaşan bir “ak saçlı” yaşlı bir adamla karşılaşır;
adam, severek elindeki otu verir, çünkü onu tuttuğu sürece
ölememektedir. Bu ot, yalnızca ölümsüzlük vermekte, ancak gençlik
vermemektedir
B) Adem, Hebron (el Halil) Vadisinde 932 yaşına kadar yaşadıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır ve oğlu Şit’i, cennetin kapısını bekleyen melekten merhamet yağı istemeye gönderir. Şit, Adem ve Havva’nın izlerini takip eder, zira Adem ve Havva’nın ayak bastıkları yerde ot bitmemiştir; böylece cennete gelir ve Adem’in istediğini başmeleğe iletir. Başmelek, Şit’e 3 kere cennete bakmasını söyler. İlk bakışında, 4 nehrin doğduğu kaynağı ve onun üstünde de kurumuş bir ağaç görür. 2. Bakışında, ağacın gövdesine dolanmış bir yılan; 3.’de, ağacın göğe yükseldiğini görür, tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunmaktadır ve kökleri yeraltı alemine kadar uzanmaktadır. Melek Şit’e, gördüklerinin anlamını açıklar ve Kurtarıcı’nın (İsa) gelişini müjdeler. Ona, anne ve babasının tatmış olduğu ağacın meyvesinden 3 tohum verir ve bunları Adem’in dilinin üstüne koymasını, Adem’in 3 gün sonra öleceğini söyler. Adem, Şit’in anlattıklarını duyunca cennetten kovulduğundan beri ilk kez güler, çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Ölümde şit’in dilinin üstüne koyduğu tohumlardan, Hebron vadisi’nde, Musa’nın dönemine kadar kalacak 3 ağaç biter. Bu ağaçların nereden geldiğini bilen Musa, bu ağaçları söküp Tabor ya da Horeb Dağına diker. Davud, ağaçları Tanrı’dan gelen bir emirle Küdüs’e götürüp oraya dikene kadar binlerce yıl kalırlar. Pek çok olaydan sonra (saba kraliçesi, onların tahtasından üzerine ayağıyla basmaz) bu 3 ağaç, bir tek ağaç haline gelir ve bu ağacın tahtasından Kurtarıcı’nın hacı yapılır. Dünyanın merkezinde haça gerilen İsa’nın kanı, Ademin yaratıldığı ve gömüldüğü yere düşer, böylece Adem’in kafasına damlayarak onu vaftz eder; böylece, insanlığın babası günahlarından arınmış olur.” (Eliade, Cosmologie si alchimie babilonia)
B) Adem, Hebron (el Halil) Vadisinde 932 yaşına kadar yaşadıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır ve oğlu Şit’i, cennetin kapısını bekleyen melekten merhamet yağı istemeye gönderir. Şit, Adem ve Havva’nın izlerini takip eder, zira Adem ve Havva’nın ayak bastıkları yerde ot bitmemiştir; böylece cennete gelir ve Adem’in istediğini başmeleğe iletir. Başmelek, Şit’e 3 kere cennete bakmasını söyler. İlk bakışında, 4 nehrin doğduğu kaynağı ve onun üstünde de kurumuş bir ağaç görür. 2. Bakışında, ağacın gövdesine dolanmış bir yılan; 3.’de, ağacın göğe yükseldiğini görür, tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunmaktadır ve kökleri yeraltı alemine kadar uzanmaktadır. Melek Şit’e, gördüklerinin anlamını açıklar ve Kurtarıcı’nın (İsa) gelişini müjdeler. Ona, anne ve babasının tatmış olduğu ağacın meyvesinden 3 tohum verir ve bunları Adem’in dilinin üstüne koymasını, Adem’in 3 gün sonra öleceğini söyler. Adem, Şit’in anlattıklarını duyunca cennetten kovulduğundan beri ilk kez güler, çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Ölümde şit’in dilinin üstüne koyduğu tohumlardan, Hebron vadisi’nde, Musa’nın dönemine kadar kalacak 3 ağaç biter. Bu ağaçların nereden geldiğini bilen Musa, bu ağaçları söküp Tabor ya da Horeb Dağına diker. Davud, ağaçları Tanrı’dan gelen bir emirle Küdüs’e götürüp oraya dikene kadar binlerce yıl kalırlar. Pek çok olaydan sonra (saba kraliçesi, onların tahtasından üzerine ayağıyla basmaz) bu 3 ağaç, bir tek ağaç haline gelir ve bu ağacın tahtasından Kurtarıcı’nın hacı yapılır. Dünyanın merkezinde haça gerilen İsa’nın kanı, Ademin yaratıldığı ve gömüldüğü yere düşer, böylece Adem’in kafasına damlayarak onu vaftz eder; böylece, insanlığın babası günahlarından arınmış olur.” (Eliade, Cosmologie si alchimie babilonia)
[27] Hooke, a.g.e. s.160
[28] Erich Ebeling, „Tod und Leben nach den Vorstellungen der Babylonier“, de Gruyter, Berlin 1931, s*0
Bununla ilgili ayrıca genişçe bilgi edinmek için bk. Giorgio Bucellati: Adapa, Genesis and the Notion of Faith. In: Ugarit-Forschung 5. 1973, S. 61-66 (Burada özellikle Ugarit mitosları ile ilgili genişçe bir araştırma söz konusudur. Tekvin kitabında yer alan anlatımların köklü araştırması sunulan bu eserde Mezopotamya kültür havrası ve oradaki mitoslarla ilgili bilgiler verilmektedir. Eser’in pdf dosyasına archieve.org adresinden ulaşılabilir)
Bununla ilgili ayrıca genişçe bilgi edinmek için bk. Giorgio Bucellati: Adapa, Genesis and the Notion of Faith. In: Ugarit-Forschung 5. 1973, S. 61-66 (Burada özellikle Ugarit mitosları ile ilgili genişçe bir araştırma söz konusudur. Tekvin kitabında yer alan anlatımların köklü araştırması sunulan bu eserde Mezopotamya kültür havrası ve oradaki mitoslarla ilgili bilgiler verilmektedir. Eser’in pdf dosyasına archieve.org adresinden ulaşılabilir)
[29] Hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, s.70
[30] Hooke, a.g.e. s.70
[31] Hooke, a.g.e s.75
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder