Abraham’s Vision
75- Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.
76- Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü:"Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem" dedi.
77- Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur" dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum" dedi.
78- Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".
79- "Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim".
80- Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki: "Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz?"
81- "Hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?" Eğer bilirseniz söyleyin, bu iki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır?
82- İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.
74- Mâide Sûresinin 69. âyetinde de açıklandığı üzere "İbrahim ümmeti" (millet-i İbrâhim) olan "Haniflik" ilk önce ve bizzat Sâbie'nin karşılığı oluyordu. Sâbie ise, "ashâbı eşhâs" (şahıslara tapanlar) ve "ashâb-ı heyâkili'n-nücûm" (yıldız heykellerine tapanlar) olarak iki kısma ayrılıyor ve her ikisi de rûhâniyet taassubuna ve meleklere kulluk etme fikrine dönüşüyor ve bundan bir tarafta cisimli beşeri rûhânîlikten soyutlamakla aşağılanıyor; diğer taraftan beşerî tağut (azgın)ların ortak koşma ve tanrılık davasına vesile yapılıyordu. Ve İbrahim aleyhisselâm bunları kırmak için gönderilmişti. Burada göreceğiz ki önce puta tapanların açık sapıklıkları, ikinci olarak yıldızlara tapanların nazarî sapıklıkları açıklanarak ve beşerin melekûte ulaşması gösterilerek Allah'ı birlemenin isbatı ile Hanifliğin esası tesbit edilmiş ve beşerî nübüvvet anlatılmıştır. Ve nihayet metafizik unsurların, melek ve şeytan gibi gizli kuvvetleri beşer ilâhı sayarak tanrılıkta ortak eden ruhlara tapanların felsefî sapıklıklarını iptal eden tevhid delilleri açıklanmıştır.
İbrahim Aleyhisselâm'ın faziletini itiraf etmeyen millet yok gibidir. Arap müşrikleri onun evlatları ve mensubları olduklarını ikrar etmek sûretiyle üstünlüğünü itiraf ediyorlardı. Yahudiler, hıristiyanlar ve müslümanlar da onu büyüklemişler ve yüksek kadrini itiraf etmişlerdir. Bu büyük mevki, böyle âlemin çoğunluğunun faziletini ve yüksek mertebesini itiraf etmesi, Hz. İbrahim Halil aleyhisselâm kadar hiç kimseye nasib olmamıştı. "Allahım, Muhammed (s.a.v)in ve yakınlarının şereflerini daima yücelt, İbrahim ile yakınlarının şereflerini yüceltiğin gibi Şüphesiz bütün hamdler ve yücelikler ancak sana mahsustur". "Allah'ım, Muhammed (s.a.v)'e ve yakınlarına bereketlerini artır, İbrahim ve yakınlarına bereketlerini artırdığın gibi. Şüphesiz bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur". Bunun sebebi, "Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım" (Bakara, 2/40), "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım bekleriz" (Fâtiha, 1/5) âyetlerinin delaletince Rab ile kul arasındaki fıtrî sözleşmedir. İbrahim aleyhisselâm bu kulluk ahdini tutmuş ve Allah Teâlâ buna kısaca da, genişce de şahitlik etmiştir. Kısacası iki âyettedir: Birincisi "Rabbi bir zaman İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, o da onları tamamlamıştı" (Bakara, 2/124) âyeti ki, onun kulluk ahdini tamamladığına dair bir ilâhî şahitliktir. İkincisi de "Rabb'i ona: 'islâm ol' dedi. O da: 'Âlemlerin Rabb'ine teslim oldum' dedi" (Bakara, 2/131) âyetidir.
Tafsîle gelince: Hz. İbrahim, Allah'ın birliğini ispat ve ona ortak koşmayı yıkmak için birçok yerde, birinci olarak babasıyla "Sen putları tanrı mı ediniyorsun?" (En'âm, 6/74) ve "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir şey kazandırmayacak olan şeylere niçin tapıyorsun?" (Meryem, 19/42) diye. İkinci olarak kavmiyle hemen yukarda meâli arzedilen En'âm Sûresinin 76-81 nci âyetlerinde geçen mücadelesi ile. Üçüncü olarak zamanının hükümdarı ile "Benim Rab'im yaşatır ve öldürür" (Bakara, 2/258) diye münazara etmiş, Dördüncü olarak kâfirler ile "Nihayet (İbrahim) onları parça parça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı" (Enbiyâ, 21/58) âyetinin delaletine göre putlarını kırarak, fiilî bir şekilde tartışma yapmış, sonra kavmi "Onu yakın, tanrılarınıza yardım edin" (Enbiyâ, 21/68) demişler, ateşlere atılmış. Sonra "Muhakkak ki ben rüyamda seni kestiğimi görüyorum" (Saffât, 37/102) diye Allah'ın emrine oğlunu adamış, hasılı kalbini irfana, dilini burhana, bedenini ateşe, çocuğunu kurbana, malını misafir ve iyilik yapmaya teslim ve tahsis ederek kulluk ve sevgide kahramanlığını ispat etmiş ve sonra "Benden sonrakiler, içinde beni iyi dille anılanlardan eyle, beni Naîm cennetinin vârislerinden kıl, babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan biriydi, yaratılanların diriltilecekleri gün beni rezil etme, o gün ne mal, ne de oğullar fayda verir" (Şuarâ, 26/84-88) diye Rabbine yalvarmış ve niyaz eylemiş ve bundan dolayı Allah Teâlâ'nın lutuf ve ihsanı da duasına icabet etmek suretiyle isteğinin yerine getirilmesini ve tahkikini gerektirmiştir. Arap müşrikleri de anılanın üstünlüğünü itiraf ettiklerinden dolayı onlara karşı "De ki: biz Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım?" (En'âm, 6/71) davetini ispat ve açıklama sadedinde Allah Teâlâ Hz. İbrahim'in kavmiyle olan tartışmasını ve ilâhî melekûte nâil oluşunu bir delil ve geçmişten bir örnek, bir ibret dersi olmak üzere hatırlatmakla ve işin başında puta tapıcıların apaçık sapıklıkların da hatırlatmak sûretiyle buyurmuştur ki:
Öyle de ve şunu hatırlat hani İbrahim babası Azer'e (veyahut Yakub kırâetinde "râ = "nın zammiyle okunduğuna göre, İbrahim'in babasına: "Ey Âzer!") putları bir sürü ilâh mı tutuyorsun? Muhakkak ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti. Ruh sahibi olan beşerin gerek insan heykeli olsun ve gerek yıldız ve melek heykeli farz edilsin, cansız putlara karşı alçalma ve tapınma ne açık bir sapıklıktır. İbrahim bunu babası veya babası yerinde amcası olan Âzer'den başlayarak kavminin yüzüne vurmaktan ve onları irşad etmekten çekinmemişti.
Bu âyette Hz. İbrahim'in babasının isminin "Âzer" olduğu anlaşılıyor. Tarih kitaplarında ise Süryanice "Târah" olduğu meşhurdur. O halde Yakub ve İsrail gibi, biri isim, biri lakab olmak üzere "Âzer" ve "Târah" diye iki ismi var demektir. Râğıb "Müfredât"ında, "Âzer'in, Târah'ın Arapçalaşmışı denilmiş olduğunu da nakletmiş ise de, bunu tefsirciler hiç dikkat nazarına almamışlardır. Bu derece büyük bir değişme ile Arapçalaştırmada ucme (Arapça olmayan kelime) kokusu kalmamış olacağından kelime "hatem" gibi munsarif olmak gerekirdi. Bazıları da Âzer'in, Hârezm lugatı ve şeyh-i herim yani pek kocamış ihtiyar demek olduğunu ve bir de bir put ismi olduğunu dahi söylemişlerdir. Bazıları da demiştir ki, İbrahim Aleyhisselâm'ın babası Târah'tır, Âzer de amcasıdır. Amcaya ve dedeye de baba denilir. Nitekim Kur'ân'da Yakub'un çocuklarından hikaye edilerek "Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın tanrısı olan tek tanrıya kulluk edeceğiz" (Bakara, 2/133) buyurulmuştur. Ve Hz. İsmail, Hz. Yakub'un amcası olduğu halde baba denilmiştir, Şîa'nın tercih ettiği görüş budur. Bunlar, "Hz. İbrahim ve babası, Hz. Peygamber'in dedelerindendir. Halbuki "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" (Şuarâ, 26/219) âyetinin delaletine göre Peygamber'in ecdadında kâfir yoktur. Âzer ise kâfirdir. Bir de bu âyetten ve bilhassa Yakub Kırâetine göre, Hz. İbrahim Âzer'e ismini söyleyerek ve sapıklığını yüzüne vurarak hitap ettiği gösteriliyor ki babaya iyilik ve ihsan bir dinî görev olduğu halde İbrahim aleyhisselâm gibi bir büyük peygamberin babasına böyle eza ve cefa edici bir seslenişi caiz görmiyeceği açıktır. Şu halde bu iki engelleyici karine gösterir ki Âzer, İbrahim'in gerçek manasıyla babası değildir" diyorlar. Fakat bunlar Kur'ân'n zahirine karşı zorlama ve taassubdur. Zira Hz. Peygamber'in nesebine asla sifah (ahmak, cahil, müsrif) karışmamış, hepsi nikahtan gelmiş olduğunda tereddüt yoksa da "secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetinde sulbî hareketler mânâsı kesin olmadığı gibi, Hz. İbrahim'in tutumu da "Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme, dünya işlerinde onlara gayet iyi davran" (Lokman, 31/15) mefhumundan haric değildir. Sonra tarih kitaplarında meşhur olan Târah isminin kaynağı nihayet yahudi ve hıristiyan haberlerine, bu da Tevrat'a dayanmış olabilir. Bu ise Kur'ân'ın Âzer şeklindeki haberine karşı koyabilecek bir kuvveti hâiz değildir. Onlar Kur'ân üzerine değil, Kur'ân onlar üzerine koruyucu ve gözcüdür.
İbnü Cerir tefsirinde açıklandığı üzere Muhammed b. İshak demiştir ki: "Âzer, Hz. İbrahim'in babasıdır. Ve Kûfe civarında Kûsâ kasabası ahalisinden bir adam olduğu bize zikredilen haberler cümlesindendir." Ebu Hayyân tefsirinde de, "marangoz, müneccim (astrolog) ve mühendis olduğunu ve Nemrud'un da yıldızlara ve geometriye merakı olduğundan, onun yanında ilgi ve alakaya mazhar olduğunu zikretmişlerdir. Ve Kûfe civarında Kûsâ denilen bir kasabadan idi, Mücahid böyle demiştir. Ve Hz. İbrahim de bu kasabada doğdu, denilmiş. Bundan başka Âzer'in Harran halkından olduğu da söylenmiştir" diye nakletmiştir. "Mu'cemü'l-Büldân"da Kûsâ üç yerdedir. Babil toprağında, Irak civarında, Mekke'de. Irak Kûsâ'sı ikidir: Kûsettarîk, Küserrubâ, İbrahim Aleyhisselâm'ın kabri ve doğumu buradadır. Ve bunların ikisi de Bâbil toprağındadır. Hz. İbrahim burada ateşe atılmıştır.
Şimdi, mevcut ve hayal edilen herhangi bir şeyin hayalini temsil eden, yapılmış cansız putların önünde insanlığı aşağılayan puta tapıcıların açık sapıklığı hatırlatıldıktan sonra, buna sebep olan ve heykele tapanlar denilen yıldıza tapmaların da nazarî sapıklıklarını göstermek ve bir beşer olan Hz. İbrahim'in
Allah'ın lutfuyla bütün göklerin ve yerin hükümranlığına ulaşmasını ve bilgi sahibi olmasını, bu sayede insanlığı Allah'dan başkasına esir ve mahkum olma kaydından kurtarmakla, insanlığın yüzünü doğrudan doğruya ve yalnız Allah'a yöneltmek için Allah'ı birlemeyi ve Hanifliği nasıl ispat ettiğini ve anlattığını açıklamak için buyuruluyor ki:
75- Ve işte böyle açık bir gösterişle biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Yıldızları, Ay ve Güneş'i ile gökleri ve yeri gözüne gösterdikten başka, tümüyle bütün âlemin bir mülk, bir saltanata tabi olan bir memleket olduğunu ve bu memleketi zabt ve idare eden rablık sırlarını ve hükümranlık saltanatını kalbine bildiriyorduk. Bütün bunlar yerde bir cismanî beşer olan İbrahim'in ruhunda şekilleniyor ve tahakkuk ediyordu. İbrahim görüyordu ki yer ve zamanıyla bütün bu âlemleri toplayıp İbrahim'in nefsine indiren, maddeleri ve maneviyatıyla ona bağlayıp hepsini birden idare ve tedbir eden rabbani kudret, hepsinin sahibi ve hâkimi bulunan, ortak ve benzeri olmayan bir tek kudretten ibarettir. Ve İbrahim, ona gökteki yıldızlardan daha uzak değildir. Yıldızların gökte birer yerleri, mevkileri varsa, yerdeki İbrahim'in, hepsinin üstünde bir şerefi vardır. Böyle bir şerefi taşıyan bir mahlukun ve onun kavminin ve hemcinsinin, o hakiki malik gerisinde herhangi bir mahluka kul, köle olup alçalması pek büyük bir sapıklık, pek tehlikeli bir küfür, bir nankörlüktür. İşte İbrahim'e bu hükümranlığı gösteriyorduk ki öyle desin, ve tam inananlardan olsun.
76-Şu halde İbrahim ne zaman ki gece, karanlığıyla başına çöküp ortalığı örttü, o zaman bir yıldız, gezegenlerden bir yıldız görerek bu benim Rabbim ha! dedi. Evvela bir yıldızın, bir insanı terbiye edebileceğini uzak görerek etrafındakilere bir tariz yaptı. Çok geçmeden o yıldız geçip batınca, ben, batanları sevmem dedi. Bununla ilâhlık ve kullukta sevginin en mühim esas olduğunu, fakat haraket etme ve batmanın tesir delili değil, yaratılmışlık, etkilenme, mahkum olma, sonradan yaratılmışlık ve yok olma delili olduğunu ve bundan dolayı, batanın tanrı olamayacağını ve batana sevgi göstermenin sonu boşa çıkacak bir sapıklık olduğunu ve Rabb'ın bunda etkili ve bunu hareket ettirici olan ve zevalden uzak bulunan bir yaratıcı kudret olması gerektiğini anlattığı gibi, özellikle batma ve doğmaya dikkat nazarını çekmekle yıldızların batmalarından dolayı onların yerine putları koyanların sapıklıklarını, ve çelişkilerini de gösterdi. Zira batmalarından dolayı asıllarının yeterli olmadığını teslim ettikleri halde, o batanların yapılmış heykellerine saygı göstermek ne büyük çelişkidir.
77-Bunun ardından ne zamanki Ay'ı doğarken gördü, aynı mânâ ile bu benim rabbim ha! dedi. Bu da batınca hem rabbine olan imanını açıklayarak "bu benim rabbim" sözlerinin benimseme olmayıp, hasmı susturma ve reddetme olduğunu anlatmak, hem de, her an Rabb'ına olan ihtiyacını itiraf etmek suretiyle hidayetini nasip ettiğine teşekkür etmek için dedi ki: Hiç şüphe yok Rabb'ım bana hidayet etmese, ben de muhakkak o sapıklar güruhundan olacaktım. Çünkü bütün mesele, ruh ve cismin, iç ve dışın birleştiği bir ân içinde ortaya çıkan bir duygu ve idrake dayanıyor. Bu, görüş ve gösteriş olmaz veya fâni olanı ebedî zannetmek gibi bir isabetsizlik oluverirse sapıklık muhakkaktır. Ve birden bire Ay'ın parlaklık ve çekiciliğine kapılıvermek de hayli zor. Şu halde doğru ve isabetli olan, akıl ve idraki veren Allah Teâlâ'nın bir anlık başarılı kılması ve hidayeti olmasa, karanlıktaki insanlık Ay'a da tapacak, yıldıza da tapacak, puta da tapacak.
78-Bundan sonra ne zaman ki Güneş'i doğarken gördü. Ve üzerindeki gecenin karanlığı tamamen açılıp gündüzün sabahına erdi. Bu benim rabbım ha! Bu hepsinden büyük, dedi. Ve daha büyük bir tariz (taşlama) yaptı. Sonra bu da batınca, muhakkak ben, sizin Rabbime ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
79- Ben hanif, tertemiz bir Allah'ı birleyici olarak bütün varlığımla, yüzümü bütün içeriğiyle şu gökleri ve yeri yaratan yüksek ve kudsî zata döndürdüm. Ve ben, müşriklerden değilim, dedi. İlerdenberi müşriklere asla iştirak etmediğini açıklayarak, tevhide kesin inancını ilan etti ve Hanifliği de ispat ve takrir eyledi.
80-81-82- Kavmi de kendisine karşı mücadele ve hafif görmek suretiyle delil yarışına kalkıştılar, üstün gelme fikrine düştüler. Cevap olarak İbrahim onların sözlü ve fiilî mücadele ve tehditlerini de hafife alarak ve sevgi açısından ve sonra korku açısından ilâh ve kul olmanın hükümlerini anlatarak tam üstünlüğünü temin eden şu delil ile dedi ki: "Allah beni doğru yola çıkarmışken, siz hâlâ benimle O'nun hakkında mı tartışıyorsunuz? BenO'na ortak tanıdığınız şeylerden korkmam, Rabbim dilemedikçe onlar bana birşey yapamaz, Rabb'imin ilmi herşeyi kuşatmıştır, iyice bir düşünmez misiniz? Hem Allah'a eş koştuklarınızdan nasıl korkarım ben? Siz, hakkında Allah'ın bir delil indirmediği şeyi O'na ortak yapmaktan korkmazken! Şu halde iki taraftan hangisi güvenilmeye daha layık? Eğer biliyorsanız söyleyin. İman edip, inançlarına hiçbir haksızlık karıştırmamış olanlar, işte onlar güvenlik içindedirler, doğru yolda olanlar da onlardır."
.
75- Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.
76- Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü:"Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem" dedi.
77- Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur" dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum" dedi.
78- Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".
79- "Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim".
80- Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki: "Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz?"
81- "Hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?" Eğer bilirseniz söyleyin, bu iki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır?
82- İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.
74- Mâide Sûresinin 69. âyetinde de açıklandığı üzere "İbrahim ümmeti" (millet-i İbrâhim) olan "Haniflik" ilk önce ve bizzat Sâbie'nin karşılığı oluyordu. Sâbie ise, "ashâbı eşhâs" (şahıslara tapanlar) ve "ashâb-ı heyâkili'n-nücûm" (yıldız heykellerine tapanlar) olarak iki kısma ayrılıyor ve her ikisi de rûhâniyet taassubuna ve meleklere kulluk etme fikrine dönüşüyor ve bundan bir tarafta cisimli beşeri rûhânîlikten soyutlamakla aşağılanıyor; diğer taraftan beşerî tağut (azgın)ların ortak koşma ve tanrılık davasına vesile yapılıyordu. Ve İbrahim aleyhisselâm bunları kırmak için gönderilmişti. Burada göreceğiz ki önce puta tapanların açık sapıklıkları, ikinci olarak yıldızlara tapanların nazarî sapıklıkları açıklanarak ve beşerin melekûte ulaşması gösterilerek Allah'ı birlemenin isbatı ile Hanifliğin esası tesbit edilmiş ve beşerî nübüvvet anlatılmıştır. Ve nihayet metafizik unsurların, melek ve şeytan gibi gizli kuvvetleri beşer ilâhı sayarak tanrılıkta ortak eden ruhlara tapanların felsefî sapıklıklarını iptal eden tevhid delilleri açıklanmıştır.
İbrahim Aleyhisselâm'ın faziletini itiraf etmeyen millet yok gibidir. Arap müşrikleri onun evlatları ve mensubları olduklarını ikrar etmek sûretiyle üstünlüğünü itiraf ediyorlardı. Yahudiler, hıristiyanlar ve müslümanlar da onu büyüklemişler ve yüksek kadrini itiraf etmişlerdir. Bu büyük mevki, böyle âlemin çoğunluğunun faziletini ve yüksek mertebesini itiraf etmesi, Hz. İbrahim Halil aleyhisselâm kadar hiç kimseye nasib olmamıştı. "Allahım, Muhammed (s.a.v)in ve yakınlarının şereflerini daima yücelt, İbrahim ile yakınlarının şereflerini yüceltiğin gibi Şüphesiz bütün hamdler ve yücelikler ancak sana mahsustur". "Allah'ım, Muhammed (s.a.v)'e ve yakınlarına bereketlerini artır, İbrahim ve yakınlarına bereketlerini artırdığın gibi. Şüphesiz bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur". Bunun sebebi, "Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım" (Bakara, 2/40), "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım bekleriz" (Fâtiha, 1/5) âyetlerinin delaletince Rab ile kul arasındaki fıtrî sözleşmedir. İbrahim aleyhisselâm bu kulluk ahdini tutmuş ve Allah Teâlâ buna kısaca da, genişce de şahitlik etmiştir. Kısacası iki âyettedir: Birincisi "Rabbi bir zaman İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, o da onları tamamlamıştı" (Bakara, 2/124) âyeti ki, onun kulluk ahdini tamamladığına dair bir ilâhî şahitliktir. İkincisi de "Rabb'i ona: 'islâm ol' dedi. O da: 'Âlemlerin Rabb'ine teslim oldum' dedi" (Bakara, 2/131) âyetidir.
Tafsîle gelince: Hz. İbrahim, Allah'ın birliğini ispat ve ona ortak koşmayı yıkmak için birçok yerde, birinci olarak babasıyla "Sen putları tanrı mı ediniyorsun?" (En'âm, 6/74) ve "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir şey kazandırmayacak olan şeylere niçin tapıyorsun?" (Meryem, 19/42) diye. İkinci olarak kavmiyle hemen yukarda meâli arzedilen En'âm Sûresinin 76-81 nci âyetlerinde geçen mücadelesi ile. Üçüncü olarak zamanının hükümdarı ile "Benim Rab'im yaşatır ve öldürür" (Bakara, 2/258) diye münazara etmiş, Dördüncü olarak kâfirler ile "Nihayet (İbrahim) onları parça parça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı" (Enbiyâ, 21/58) âyetinin delaletine göre putlarını kırarak, fiilî bir şekilde tartışma yapmış, sonra kavmi "Onu yakın, tanrılarınıza yardım edin" (Enbiyâ, 21/68) demişler, ateşlere atılmış. Sonra "Muhakkak ki ben rüyamda seni kestiğimi görüyorum" (Saffât, 37/102) diye Allah'ın emrine oğlunu adamış, hasılı kalbini irfana, dilini burhana, bedenini ateşe, çocuğunu kurbana, malını misafir ve iyilik yapmaya teslim ve tahsis ederek kulluk ve sevgide kahramanlığını ispat etmiş ve sonra "Benden sonrakiler, içinde beni iyi dille anılanlardan eyle, beni Naîm cennetinin vârislerinden kıl, babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan biriydi, yaratılanların diriltilecekleri gün beni rezil etme, o gün ne mal, ne de oğullar fayda verir" (Şuarâ, 26/84-88) diye Rabbine yalvarmış ve niyaz eylemiş ve bundan dolayı Allah Teâlâ'nın lutuf ve ihsanı da duasına icabet etmek suretiyle isteğinin yerine getirilmesini ve tahkikini gerektirmiştir. Arap müşrikleri de anılanın üstünlüğünü itiraf ettiklerinden dolayı onlara karşı "De ki: biz Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım?" (En'âm, 6/71) davetini ispat ve açıklama sadedinde Allah Teâlâ Hz. İbrahim'in kavmiyle olan tartışmasını ve ilâhî melekûte nâil oluşunu bir delil ve geçmişten bir örnek, bir ibret dersi olmak üzere hatırlatmakla ve işin başında puta tapıcıların apaçık sapıklıkların da hatırlatmak sûretiyle buyurmuştur ki:
Öyle de ve şunu hatırlat hani İbrahim babası Azer'e (veyahut Yakub kırâetinde "râ = "nın zammiyle okunduğuna göre, İbrahim'in babasına: "Ey Âzer!") putları bir sürü ilâh mı tutuyorsun? Muhakkak ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti. Ruh sahibi olan beşerin gerek insan heykeli olsun ve gerek yıldız ve melek heykeli farz edilsin, cansız putlara karşı alçalma ve tapınma ne açık bir sapıklıktır. İbrahim bunu babası veya babası yerinde amcası olan Âzer'den başlayarak kavminin yüzüne vurmaktan ve onları irşad etmekten çekinmemişti.
Bu âyette Hz. İbrahim'in babasının isminin "Âzer" olduğu anlaşılıyor. Tarih kitaplarında ise Süryanice "Târah" olduğu meşhurdur. O halde Yakub ve İsrail gibi, biri isim, biri lakab olmak üzere "Âzer" ve "Târah" diye iki ismi var demektir. Râğıb "Müfredât"ında, "Âzer'in, Târah'ın Arapçalaşmışı denilmiş olduğunu da nakletmiş ise de, bunu tefsirciler hiç dikkat nazarına almamışlardır. Bu derece büyük bir değişme ile Arapçalaştırmada ucme (Arapça olmayan kelime) kokusu kalmamış olacağından kelime "hatem" gibi munsarif olmak gerekirdi. Bazıları da Âzer'in, Hârezm lugatı ve şeyh-i herim yani pek kocamış ihtiyar demek olduğunu ve bir de bir put ismi olduğunu dahi söylemişlerdir. Bazıları da demiştir ki, İbrahim Aleyhisselâm'ın babası Târah'tır, Âzer de amcasıdır. Amcaya ve dedeye de baba denilir. Nitekim Kur'ân'da Yakub'un çocuklarından hikaye edilerek "Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın tanrısı olan tek tanrıya kulluk edeceğiz" (Bakara, 2/133) buyurulmuştur. Ve Hz. İsmail, Hz. Yakub'un amcası olduğu halde baba denilmiştir, Şîa'nın tercih ettiği görüş budur. Bunlar, "Hz. İbrahim ve babası, Hz. Peygamber'in dedelerindendir. Halbuki "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" (Şuarâ, 26/219) âyetinin delaletine göre Peygamber'in ecdadında kâfir yoktur. Âzer ise kâfirdir. Bir de bu âyetten ve bilhassa Yakub Kırâetine göre, Hz. İbrahim Âzer'e ismini söyleyerek ve sapıklığını yüzüne vurarak hitap ettiği gösteriliyor ki babaya iyilik ve ihsan bir dinî görev olduğu halde İbrahim aleyhisselâm gibi bir büyük peygamberin babasına böyle eza ve cefa edici bir seslenişi caiz görmiyeceği açıktır. Şu halde bu iki engelleyici karine gösterir ki Âzer, İbrahim'in gerçek manasıyla babası değildir" diyorlar. Fakat bunlar Kur'ân'n zahirine karşı zorlama ve taassubdur. Zira Hz. Peygamber'in nesebine asla sifah (ahmak, cahil, müsrif) karışmamış, hepsi nikahtan gelmiş olduğunda tereddüt yoksa da "secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetinde sulbî hareketler mânâsı kesin olmadığı gibi, Hz. İbrahim'in tutumu da "Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme, dünya işlerinde onlara gayet iyi davran" (Lokman, 31/15) mefhumundan haric değildir. Sonra tarih kitaplarında meşhur olan Târah isminin kaynağı nihayet yahudi ve hıristiyan haberlerine, bu da Tevrat'a dayanmış olabilir. Bu ise Kur'ân'ın Âzer şeklindeki haberine karşı koyabilecek bir kuvveti hâiz değildir. Onlar Kur'ân üzerine değil, Kur'ân onlar üzerine koruyucu ve gözcüdür.
İbnü Cerir tefsirinde açıklandığı üzere Muhammed b. İshak demiştir ki: "Âzer, Hz. İbrahim'in babasıdır. Ve Kûfe civarında Kûsâ kasabası ahalisinden bir adam olduğu bize zikredilen haberler cümlesindendir." Ebu Hayyân tefsirinde de, "marangoz, müneccim (astrolog) ve mühendis olduğunu ve Nemrud'un da yıldızlara ve geometriye merakı olduğundan, onun yanında ilgi ve alakaya mazhar olduğunu zikretmişlerdir. Ve Kûfe civarında Kûsâ denilen bir kasabadan idi, Mücahid böyle demiştir. Ve Hz. İbrahim de bu kasabada doğdu, denilmiş. Bundan başka Âzer'in Harran halkından olduğu da söylenmiştir" diye nakletmiştir. "Mu'cemü'l-Büldân"da Kûsâ üç yerdedir. Babil toprağında, Irak civarında, Mekke'de. Irak Kûsâ'sı ikidir: Kûsettarîk, Küserrubâ, İbrahim Aleyhisselâm'ın kabri ve doğumu buradadır. Ve bunların ikisi de Bâbil toprağındadır. Hz. İbrahim burada ateşe atılmıştır.
Şimdi, mevcut ve hayal edilen herhangi bir şeyin hayalini temsil eden, yapılmış cansız putların önünde insanlığı aşağılayan puta tapıcıların açık sapıklığı hatırlatıldıktan sonra, buna sebep olan ve heykele tapanlar denilen yıldıza tapmaların da nazarî sapıklıklarını göstermek ve bir beşer olan Hz. İbrahim'in
Allah'ın lutfuyla bütün göklerin ve yerin hükümranlığına ulaşmasını ve bilgi sahibi olmasını, bu sayede insanlığı Allah'dan başkasına esir ve mahkum olma kaydından kurtarmakla, insanlığın yüzünü doğrudan doğruya ve yalnız Allah'a yöneltmek için Allah'ı birlemeyi ve Hanifliği nasıl ispat ettiğini ve anlattığını açıklamak için buyuruluyor ki:
75- Ve işte böyle açık bir gösterişle biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Yıldızları, Ay ve Güneş'i ile gökleri ve yeri gözüne gösterdikten başka, tümüyle bütün âlemin bir mülk, bir saltanata tabi olan bir memleket olduğunu ve bu memleketi zabt ve idare eden rablık sırlarını ve hükümranlık saltanatını kalbine bildiriyorduk. Bütün bunlar yerde bir cismanî beşer olan İbrahim'in ruhunda şekilleniyor ve tahakkuk ediyordu. İbrahim görüyordu ki yer ve zamanıyla bütün bu âlemleri toplayıp İbrahim'in nefsine indiren, maddeleri ve maneviyatıyla ona bağlayıp hepsini birden idare ve tedbir eden rabbani kudret, hepsinin sahibi ve hâkimi bulunan, ortak ve benzeri olmayan bir tek kudretten ibarettir. Ve İbrahim, ona gökteki yıldızlardan daha uzak değildir. Yıldızların gökte birer yerleri, mevkileri varsa, yerdeki İbrahim'in, hepsinin üstünde bir şerefi vardır. Böyle bir şerefi taşıyan bir mahlukun ve onun kavminin ve hemcinsinin, o hakiki malik gerisinde herhangi bir mahluka kul, köle olup alçalması pek büyük bir sapıklık, pek tehlikeli bir küfür, bir nankörlüktür. İşte İbrahim'e bu hükümranlığı gösteriyorduk ki öyle desin, ve tam inananlardan olsun.
76-Şu halde İbrahim ne zaman ki gece, karanlığıyla başına çöküp ortalığı örttü, o zaman bir yıldız, gezegenlerden bir yıldız görerek bu benim Rabbim ha! dedi. Evvela bir yıldızın, bir insanı terbiye edebileceğini uzak görerek etrafındakilere bir tariz yaptı. Çok geçmeden o yıldız geçip batınca, ben, batanları sevmem dedi. Bununla ilâhlık ve kullukta sevginin en mühim esas olduğunu, fakat haraket etme ve batmanın tesir delili değil, yaratılmışlık, etkilenme, mahkum olma, sonradan yaratılmışlık ve yok olma delili olduğunu ve bundan dolayı, batanın tanrı olamayacağını ve batana sevgi göstermenin sonu boşa çıkacak bir sapıklık olduğunu ve Rabb'ın bunda etkili ve bunu hareket ettirici olan ve zevalden uzak bulunan bir yaratıcı kudret olması gerektiğini anlattığı gibi, özellikle batma ve doğmaya dikkat nazarını çekmekle yıldızların batmalarından dolayı onların yerine putları koyanların sapıklıklarını, ve çelişkilerini de gösterdi. Zira batmalarından dolayı asıllarının yeterli olmadığını teslim ettikleri halde, o batanların yapılmış heykellerine saygı göstermek ne büyük çelişkidir.
77-Bunun ardından ne zamanki Ay'ı doğarken gördü, aynı mânâ ile bu benim rabbim ha! dedi. Bu da batınca hem rabbine olan imanını açıklayarak "bu benim rabbim" sözlerinin benimseme olmayıp, hasmı susturma ve reddetme olduğunu anlatmak, hem de, her an Rabb'ına olan ihtiyacını itiraf etmek suretiyle hidayetini nasip ettiğine teşekkür etmek için dedi ki: Hiç şüphe yok Rabb'ım bana hidayet etmese, ben de muhakkak o sapıklar güruhundan olacaktım. Çünkü bütün mesele, ruh ve cismin, iç ve dışın birleştiği bir ân içinde ortaya çıkan bir duygu ve idrake dayanıyor. Bu, görüş ve gösteriş olmaz veya fâni olanı ebedî zannetmek gibi bir isabetsizlik oluverirse sapıklık muhakkaktır. Ve birden bire Ay'ın parlaklık ve çekiciliğine kapılıvermek de hayli zor. Şu halde doğru ve isabetli olan, akıl ve idraki veren Allah Teâlâ'nın bir anlık başarılı kılması ve hidayeti olmasa, karanlıktaki insanlık Ay'a da tapacak, yıldıza da tapacak, puta da tapacak.
78-Bundan sonra ne zaman ki Güneş'i doğarken gördü. Ve üzerindeki gecenin karanlığı tamamen açılıp gündüzün sabahına erdi. Bu benim rabbım ha! Bu hepsinden büyük, dedi. Ve daha büyük bir tariz (taşlama) yaptı. Sonra bu da batınca, muhakkak ben, sizin Rabbime ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
79- Ben hanif, tertemiz bir Allah'ı birleyici olarak bütün varlığımla, yüzümü bütün içeriğiyle şu gökleri ve yeri yaratan yüksek ve kudsî zata döndürdüm. Ve ben, müşriklerden değilim, dedi. İlerdenberi müşriklere asla iştirak etmediğini açıklayarak, tevhide kesin inancını ilan etti ve Hanifliği de ispat ve takrir eyledi.
80-81-82- Kavmi de kendisine karşı mücadele ve hafif görmek suretiyle delil yarışına kalkıştılar, üstün gelme fikrine düştüler. Cevap olarak İbrahim onların sözlü ve fiilî mücadele ve tehditlerini de hafife alarak ve sevgi açısından ve sonra korku açısından ilâh ve kul olmanın hükümlerini anlatarak tam üstünlüğünü temin eden şu delil ile dedi ki: "Allah beni doğru yola çıkarmışken, siz hâlâ benimle O'nun hakkında mı tartışıyorsunuz? BenO'na ortak tanıdığınız şeylerden korkmam, Rabbim dilemedikçe onlar bana birşey yapamaz, Rabb'imin ilmi herşeyi kuşatmıştır, iyice bir düşünmez misiniz? Hem Allah'a eş koştuklarınızdan nasıl korkarım ben? Siz, hakkında Allah'ın bir delil indirmediği şeyi O'na ortak yapmaktan korkmazken! Şu halde iki taraftan hangisi güvenilmeye daha layık? Eğer biliyorsanız söyleyin. İman edip, inançlarına hiçbir haksızlık karıştırmamış olanlar, işte onlar güvenlik içindedirler, doğru yolda olanlar da onlardır."
.
İbranilerin (Museviler) ve Arapların (Müslümanlar) atası olan Abraham (İbrahim) : Yaklaşık olarak MÖ 2. binyılda yaşamış olan İbrani dini şahsiyet. İslam'a göre bir peygamber, Musevilik ve Hristiyanlığa göre ise din büyüğüdür. İshak ve İsmail'in babasıdır; Yahudiler İshak'ın soyundan gelmiştir, İsmail ise Arapların atasıdır.
Bu etnik grup Samiler, Sami halkları veya Semitik olarak adlandırılırlar. Büyük kısmı bugün Orta Doğu adı verilen coğrafyada yaşayan etnik gruptur. Araplar, İbraniler, Aramiler, Süryaniler, Maltalılar gibi halklar aynı genetik özelliklere sahip olan bu etnik gruba mensuptur. Kısaca; İbraniler (Yahudiler) ve Araplar tek bir soydurlar, görünüşte dilleri* ve dinlerinden başka farkları yoktur. Ki aslında dil ve dinleri* de aynı kökten türemiş ve aynı temel yapıları içermektedirler.
Bazı kaynaklar Arapların atası olan İbranilerin Hindistan bağlantısına ve İbrahim'in Hint kökenli bir rahip olarak batıya göç etmiş olabileceğini iddia ederler. İbrahim ile Brahma'nın bazı benzeşik figüratif özellikler taşıması araştırmacıların dikkatlerini çekmiştir; Örneğin kendilerinin ve eşlerinin isimleri, her ikisinin de "halkın babası" olması, Brahma'nın binek kuşu ve dört kollu olmasına karşılık İbrahim'in bir kuşu dörde bölüp dört bir yanda farklı tepelere bırakması ve çağırdığında kuşun parçalarının bir araya gelerek dirilmesi gibi.
Rahman ve Rahim kelimelerinin kaynağını aldığı RHM kökü Akadca gibi antik diller başta olmak üzere birçok Ortadoğu, İran ve Hint dillerinde ortak kullanımlara sahiptir. Kelimenin hangi dilden kaynaklandığı ve diğer dillere geçtiği konusunda dillerin gelişim evreleri, tarih ve kronoloji bilimlerinden faydalanılabilir.
Adın Sami dillerinde baba anlamına gelen "Ab" ve yüce anlamına gelen "Raam/Raham" kelimelerinin birleşiminden kaynaklanmasıyla ortaya çıkan anlamı; “yüce baba” veya yüceltilmişlerin babası’dır. Ab = "Baba;" Hir veya H'r = "Baş; Üst; Yüceltilmiş;" Am = "Halk." Dolayısıyla, Abhiram veya Abh'ram "Yüceltilmişlerin Babası" veya “halkın babası” anlamlarına gelmektedir. İbranice'de Rakham = "İlahi merhamet", Ab raham; merhametin veya "merhametlilerin babası" anlamlarına gelir.
Yahudi ırkının Hindistan ile bağlantılı olduğunu savunan bazı araştırmalara göre; Brahma ve Abraham aynı kişidir, "Abraham" Brahma "BRHM" kelimesinin yanlış telaffuzundan başka bir şey değildir. Keşmir dilinde "Ab" veya "Ap" baba, Ram’dan türeyen "Raham" ilahi merhamet anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Ab-Raham = İlahi merhametin babası anlamına gelir. Diğer bir teori; Çok tanrıcı "Brahm-Aryan" kültüne sırt çeviren bir rahibin "A-Brahm" (Gayri-Brahman) olarak nitelendirilmesiyle ismin türetilmesidir.
Rahman, Rahim ve İbrahim gibi kelimelerin kökenleri konusunda ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık’ın açıklamaları: “Bu kökten gelen kelimelerin eski dünya dillerinde meşhur ve yaygın olduğunu görüyoruz; Akadcada dölyatağı, rahîm (remu), merhamet eden tanrı (remânu), Aramice rahîm, merhamet (rhm), İbranîce rahîm, merhamet (raham), Hindçe iyilik tanrısı (Brahma) hep aynı kökten gelir. Sevginin ve merhametin babası anlamına gelen Eb-Raham’ın bütün Sami dillerinde ve hatta Hindçede bile kullanıldığını görülür. Buralardan evrilerek Arapçaya İbrahim olarak geldiği anlaşılıyor.” Bu yaklaşım diğer kaynaklarca da desteklenmektedir.
Açıklamalar:
*Sami dil ailesi veya Semitik diller, Afro-Asyatik dil ailesinin bir alt grubudur. Orta Doğu'da yaygın olan antik dillerin çoğunu kapsar. Bunların arasında Arapça, İbranice, Aramice ve Süryanice en fazla konuşulan sami dillerdir.
Sami adı Nuh'un oğlu Sam'dan gelmektedir.
*İbrahimî dinler, tek tanrılı olup İbrahim'in soyundan gelen peygamberlere nispet edilen Ortadoğu kökenli dinlerdir. Kronolojik sırasıyla ibrahimi dinler Musevilik, Hıristiyanlık, İslam'dır. Bazen Bahailik de bu kategoriye dahil edilir.
İbrahim'in oğullarından İshak'ın soyundan Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin peygamberlerinin; İsmail'in soyundan İslam peygamberi Muhammed'in geldiği kabul edilir. İbrahim sözcüğü "pek çok milletin babası" anlamına gelir. Mekkeliler İbrahim'in dinini Sâbiîlik olarak nitelerdi. Kur'an'da İbrahim'den hanif olarak söz edilir.
Tüm semavi dinler, Tanrı'nın zat ve sıfatlarında tek olduğunu ve onun yegane yaratıcı olduğunu, ibadetin yalnız ona yapılacağını ve ondan başkasına ibâdet edilemeyeceğini söylerler. Peygamberler, Tanrı'nın kendilerine vahiy gelen elçileri olduğunu mucizeler göstererek kanıtlamaya çalışırlar.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder