4 Ağustos 2015 Salı

Çingene İnançları , Dinleri, Çingene Mitolojisi







Proroe ve İlia / Çingene Mitolojisi

"Bir çiftçi olan İlia, değirmenden eve dönerken bengalarla (şeytanlarla) karşılaşır. Bunlar kendisiyle alay edip kışkırtarak, yokluğu sırasında karısının başka bir erkekle birlikte olduğunu söylerler. Bundan çok etkilenen İlia, karanlık çöktüğünde evine girince, sofada birlikte uyuyan çifti öldürür. İşlemiş olduğu cinayetin şaşkınlığı ve kederiyle yatak odasına girdiğinde, yatakta karısının uyuduğunu fark eder ve irkilir. Öldürdüğü kişiler, havalar sıcak olduğu için sofada yatan annesi ve babasıdır. Mum ışığında karısıyla birlikte gözyaşı dökerken pencereye konan güvercinler cama tıklatır ve kanatlarından koparacağı tüyleri ölülere sürmesini tavsiye ederler. Güvercinlerin dediğini yapan İlia, annesi ve babasını hayata döndürmeyi başarır. 
Hayata dönen İlia'nın babası Proroe, oğluna bir dilekte bulunmasını söyler. İlia, bengaları avlayabilmek için bir mızrak, bir de yıldırım ister. Onları suda, karada ve havada kovalar; ne zaman bir şeytan öldürse, yeryüzündeki tüm bebekler ölü doğar ve büyük yangınlar çıkar. Oğlunun bu çılgınlığına ve hırsına son vermek için Proroe, karısının tavsiyesi üzerine oğlu İlia'nın önce bir kolunu, sonra da bir bacağını kaybetmesini sağlar. İlia'nın bir gözünü de yitirmesine yol açtıktan sonra, o yine şeytanları kovalamaya devam eder; ama buna rağmen dünya eski dengesine tekrar kavuşur."(BERGER, 2000: 77-78)
Ilja Muromez'e ait eski bir Rus öyküsüne dayanan bu hikaye, Batı ve Doğu Slavca'da "peygamber" anlamına gelen "prorok" (Proroe) kelimesine atıfta bulunur. Martin Pfeiffer, Proroe ve İlia isimlerinin Slavca'da "prorok ilija" yani "ilyas veya elias peygamber" olarak karşılık bulduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda dini bir altyapısı da mevcuttur. Çingene mitolojisinde yer alan çok sayıda öykü içinde bir yer bulan İlia, karakteri bir başka Çingene mitosunda "yeraltı dünyasından gelmiş ve iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandırmak için yeryüzünde dolaşan bir hakim" olduğundan bahsedilmektedir. Yukarıdaki mitolojik öyküde de yer aldığı gibi İlia, peygamber-vari bir biçimde kötüleri cezalandırmak için mücadele eden iyi bir karakter ve bir kahraman olarak karşımıza çıkmaktadır.

"Çingene Mitolojisi", BERGER, Hermann, Çev: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç Yayınevi, Ankara 2000, s. 77-78.
İlyas, Ahav’a göksel mesajı ilettikten sonra Tanrı’nın emriyle Ürdün Nehri’nin ötesindeki Kerit Vadisine sığınmış ve orada kargalar tarafından beslenmiştir. Kuraklıktan dolayı nehir kuruyunca Tanrı tarafından Sayda’nın Serapta kentine gönderilen İlyas, oradaki dul bir kadının az miktardaki yiyecek stoku aracılığıyla iki yıl boyunca beslenmiştir. Bu süre zarfında dul kadının oğlu ölmüş ve İlyas tarafından diriltilmiştir (1 Krallar 17:2-24).

Bu iki yıl süresince ülkede şiddetli bir kıtlık egemen olmuştur. İnziva ve göreve hazırlanma döneminin sonunda Kral Ahav’ın atları için otlak bulmaya gönderdiği saray sorumlusu Ovadya ile karşılaşan İlyas, Ovadya’dan Ahav’a gitmesini ve ona “İlyas burada” demesini istemiştir. Gelip İlyas ile buluşan Kral Ahav, onu İsrail’in sorun çıkarıcısı olmakla suçlayıp terslemiştir. O zaman Baal’in mi yoksa İsrail’in Tanrısı YHVH’nin mi gerçek Rab olduğunun anlaşılması için kurbanların herkesin gözü önünde topluca sunulması fikri önerilmiştir. Bu uygulama Karmel Dağı’nda gerçekleştirilmiş ve sunu törenini izleyenler bir mucize aracılığıyla Baal’in sahte Rab ve İsrail’in Tanrısının da gerçek Rab olduğundan emin kılınmışlardır. Baal’in peygamberliğini yapan kişiler İlyas’ın emriyle öldürülmüşlerdir.

Çingene İnançları , Dinleri, Çingene Mitolojisi

Çingene İnançları , Dinleri, Çingene Mitolojisi

Çingeneler inanç olarak, bulundukları ülkelerinin dinlerini kabul ediyor gözükmektedir. Ancak bütün dünya çingenelerinde genel olarak bulundukları ülkelerin dinlerini kabul etmekle birlikte, bu dinlere karşı oldukça lâkayt kaldıkları yahut bu dinleri sadece görece kabul ettikleri ileri sürülmektedir. Prosper Mérimée meşhur romanı Carmen'de bu konuya temas ederek şöyle demektedir: "Kıptî seciyesinin şayanı hayret bir diğer noktası da, onların din hususundaki lakaydiliğidir... Bulundukları memleketlerin dini onların dinidir! Onlar memleket değiştirdikçe din de değiştirirler". Bununla birlikte bulundukları ülkelerin dinlerini gerçekten kabul edip, hayatlarını inandıkları bu dinlere göre tanzim edenlerin olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Avrupa çingenelerinin Hıristiyan oluşu gibi, Türkiye çingeneleri de Müslümandır. Aralarında İslâm'ı gönülden kabul edip, bu dinin emir ve yasaklarına uyanları olmakla birlikte, kendi geleneklerindeki dini inançları yaşatanların sayısı da az değildir. Bizim buradaki amacımız, çingenelere yeni bir din ihdas etmek değil, bilakis onların bilmeden ya da bilerek geleneklerinde yaşattıkları inancın ne olduğunu ortaya koymaktır.

a. Çingenelerin Anlayışları
Genellikle bulundukları ülkelerin dinlerini kabul eden çingenelerin; günümüzde dini ayin, ibadet ve rituellerini ihtiva eden özel bir dinlerinin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Ancak onların nesilden nesile mütemadiyen aktardıkları ve yaşatmaya çalıştıkları farklı dinî davranış ve dinî anlayışlarının varlığı da bir realitedir. Yaşadıkları ülkelerin dinlerini kolayca kabul etme özelliklerinden dolayı Türkiye, İran, Irak, Suriye, Filistin ve Kuzey Afrika çingenelerinin tamamı ve Güneydoğu Avrupa çingenelerinin bir kısmı Müslüman; Avrupa ve Amerika çingeneleri de Hıristiyandır. Ancak onlar bulundukları yöre inançlarının yanısıra, itikat ve mezhep farklılıklarının yoğunluğuna göre de kendilerini adapte edebilmektedirler.
Çingenelerin geleneksel olarak yaşattıkları inançlarının incelenmesine geçmeden önce, Türkiye'deki itikadî dağılımları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz. Türkiye'de İslâm inancına sahip olan çingeneler, itikadî açıdan kendilerini Bektaşî-Alevi ve Sünnî olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Özellikle göçer durumda olanların pek çoğu Bektaşî-Alevî Müslüman, yerleşik durumda olanların büyük çoğunluğu ise Sünnî Müslüman olarak bilinmektedir. Kanaatimizce göçerlerin Bektaşî-Alevî itikadını benimsemelerinin en önemli sebebi onların yörüklerle içli dışlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü göçer çingeneler, çoğu zaman yörüklerin göç yollarını kullanmakta ve onların yakınlarında konaklayarak rızıklarına ortak olmaktadırlar. Budan dolayı etkileşim kaçınılmaz olmaktadır. Yerleşik durumdaki büyük çoğunluğun da sünnî anlayışı benimseyen Müslümanlardan etkilenmiş olmaları mümkündür.
Çingenelerin göçleriyle birlikte beraberlerinde getirdikleri ve hala yaşattıkları dinî anlayışları arasında; "Atalara Saygı", "Yüce Varlık ve Karşıt Güç İnancı", "Ana Tanrıça ve Korkulan Tanrıçalara Tapınma" ve bunlarla bağlantılı olarak "Hac", "Kehanet" (Falcılık) ve "Rituel Temizlik Tasavvurları" gibi önemli bir çok açıdan Doğu, bilhassa Orta Asya özelliklerini bulundurmaktadır. Bunları Hinduizmle irtibatlandıran araştırmacılar da vardır.
Çingenelerin, bulundukları toplumların dinlerine karşı lakaydiliğini bir anekdotla belirgenliştirmek istiyoruz. Çingeneye; "Tanrı seni niye çingene olarak yarattı" diye sorulmuş. Çingene de; "Yemek, içmek, dans etmet ve uyumak için" cevabını vermiş. Sanırız bu anekdot, onların dini anlayışları hakkında net ipuçları vermektedir.

aa. Yüce Varlık ve Karşıt Güç
Türkiye"de yaşayan Romanların kendilerini "But Manışa" (Büyük Adam) kabilesi ya da boyu olarak isimlendiren Manuşların, Avrupa'daki Sinti ve Kalderaş çingenelerinin en yüce Tanrıları; "Baro Devel" (Yüce Tanrı) yahut "Del", "Odel", "Deloro", İspanyol Gitanolarında "Unbide" yahut "Undebel" şeklinde isimlendirilmektedir. Bu yüce Tanrı'nın düşmanı ise "o bengh"dir (Şeytan). "Banka" kelimesi Sanskritçe'de "bucklig" şeklinde ifade edilmektedir. "Banka" yahut "Bango" modern Hint dilinde de "bucklig" şeklinde kullanılmaktadır. "Beng", pistir ve insanları kandırmaktadır. Bundan dolayı ondan çekinilmektedir.
Çingenelerin yüce varlık (devel, odel) ve karşıtı olan Şeytan (o bengh) tasavvurunun, ilk dönem Hıristiyanlıktan mı, yahut İran'daki erken dönem Zerdüştî ya da Maniheist inanclarından mı kaynaklandığı şimdiye kadar aydınlatılamamıştır. Eski İranlı din kurucusu Zerdüşt, tahminen M.Ö. 6. yüzyılda iyi ve kötü güçlerden oluşan dualist öğretisini geliştirmiştir. Onun getirmiş olduğu bu prensibe göre de dualist sistemde mütemadiyen bir mücadele vardır. Çingenelerin günümüzdeki dinî tasavvurlarını dualist bir inanç sistemi şeklinde sunmak mümkün değildir. Çünkü her dinde yahut din olduğunu iddia eden sistemde, mutlaka iyilik ve kötülük kavramı olacaktır. İyi güçlerle şer güçlerin mücadelesi de olacaktır. Bizim burada esas üzerinde durmak istediğimiz nokta, çingenelerin gerek Hıristiyanlık ve gerekse İslâm inacını kabul ettikten sonra ve gerekse bu dinlere dahil olmadan önce geleneksel inançlarında yüce bir varlık ve bunun karşısında da şer bir gücün olduğudur.
Türkiye'deki Manuşların bir kısmı ve Almaya'daki Sinti isimli çingene grubunun bir çoğu "Baro Devel"i, çingeneleri seçkin bir halk yapan şahsî tanrıları olarak kabul etmektedirler. Onlara göre kainatı, mahlukatı ve seçkin ilk çingeneyi yaratan Tanrı "Baro Devel"dir. Nitekin onların bu inançları çingene mitolojisi bahsinde işlenecektir.


ab. Ana Tanrıçalar
Gerek Türkiye'de ve gerekse Avrupa'da yaşayan Manuş çingene grubu, "Ana Tanrıça" kelimesini karşılamak üzere "Desleskri-Day" kelimesini kullanmaktadırlar. Onların dinî inançlarında yaşattıkları "Durga", "Bibijaka" ve "Kara Sara" gibi tanrıçalar, Hinduizm'de de önemli bir yere sahiptir.
Tanrıçaların merkezinde dünyanın yaratıcısı, koruyucusu ve yokedicisi olan "Durga" bulunmaktadır. İlahilerde o, "büyük ana" ve "dünyanın ebedî anası" olarak takdim edilmektedir. Bununla beraber bazen Tanrıça "Durga"nın sırlı ve çift tabiatli olarak algılandığı da olmaktadır: Ana Tanrıça, bakire (Kumarı) ve iffetli eş (Parvatı* ) temsili ile o; boynunda insanların kafa taslarından yapılmış olan zincir bulunan, kemikli ellerinde baston, kılıç ve tuzak olan ve kaplan kürkü giyinmiş, oldukça çirkin bedenli, iğrenç çehreli kadın olan "Kali"ye** karşı bulunmaktadır.
Ormanlarda ve yüksek dağlarda yaşadığına inanılan "Bibijaka"ya (bibiaca) da tıpkı "Durga" gibi bir tanrıça olarak tapınılmaktadır. "Bibi", normal fanilerden daha büyük ve altın gibi parlar şekilde tasvir edilmektedir. Altın, çingenelerde ölümsüzlüğü sembolize etmektedir. Tanrıça "Bibi", geceleri görünmeden uçmakta, arabalara ve evlere girmekte ve çok az seçilmiş kişiye görünmektedir. Oldukça güzel ve zengin olan "Bibi", asla konuşmaz, yemez ve içmez. Eğer biri hasta olursa ona görünür ve onu uzaklara götürür, yani öldürür. Ancak hasta olan bir çingene bir köpek, kedi yahut domuzun kulağını keserek onu yiyecek olursa, o zaman "Bibi", o kişiye ilişemez. Ona, Mart ayındaki bir bayramla tapınılmaktadır.
Yugoslavya'nın Belgrad şehrinin kuzeybatı kesiminde yaşayan çingenelerin, Tanrıça "Bibi" tasavvurlarının oldukça farklı olduğu görülmektedir. Onlar, Tanrıça "Bibi"yi bir tavuk şeklinde, "Yeraltı Anası" yani "Kötülük Tanrıçası" olarak telakkî etmektedirler. İnanışa göre; "Bibi" uçtuğunda, civcivleri de arkasından uçmaktadır. Onun civcivleri Şeytan, cadılar, humma, kolera, difteri gibi hastalıklar veya hastalıkların bütün şekilleridir. Bir başka tasavvura göre ise "Bibi" yanında iki kuzu ve iki melek yahut iki çocuk olduğu halde uçmaktadır.
Çingenelerce büyük bir ehemmiyet verilen bir diğer tanrıça ise "Kara Sara"dır. Bu tanrıça günümüzde Hıristiyanların bakire "Meryem Ana" motifine çok benzemektedir. Gurbetî, Kalderaş ve Kale (Gitano) çingene grupları, "Kara Sara" kutlamalarına büyük bir ehemmiyet vermektedirler. "Kara Sara" şenlikleri, 24-26 Mayıs'ta Güney Fransadaki deniz kenarında bulunan "Saintes-Marimes-de-la-Mer"de yapılmaktadır. Bütün dünyadan çingenler buraya, tanrıçalarına tapınmak ve hacı olmak niyetiyle gelmektedir. Her ne kadar müslümanlığı kabul eden Türkiye çingenelerinin "Kara Sara" uygulamalarını terk ettiği söylense de, her sene 5-6 Mayıs'da Kırklareli'nin Şeytan Deresi mevkiinde çingenelerce kutlanılan "Kakava Şenlikleri" de, "Kara Sara" uygulamasıyla büyük benzerlik göstermektedir. Nitekim bu konu ileride teferruatlıca işlenecektir.
Çingenelerin perestiş ettikleri "Kara Sara" (Sara-Káli) motifinin menşei pek bilinmemekle beraber, Hıristiyan dinî menkıbesine göre o; M.S. 41 yılında kötü adamlarca Filistin sahilinden yelkensiz ve küreksiz bir gemiyle rüzgar ve dalgaların kucağına salınmış olan bir kıbtîdir. Bu gemide "Kara Sara"dan başka Maria Magdalena ve Havari Jakobus ve Yuhannan'nın anneleri olan ve Maria Jakobaea ve Maria Salomaea da bulunmaktadır. Kendi halinde denize salınan bu gemideki "Kara Sara"nın bahsi geçen kadınların hizmetçisi olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. Bu gemi, meleklerin denetiminde Provence sahilinde durmuştur. Buranın tam karşısına 1200 yılında "Saintes-Maries-de-la-Mer" kilisesi inşa edilmiştir .
Azizelerin hizmetçisi olduğu tahmin edilen bu "Kara Sara"nın adı, ilk olarak 1357'de, daha sonra da 1521'de anılmaya başlanmıştır. Çingeneler, bu Hıristiyan menkıbesini bilmemektedir. Onların "Kara Sara"ya tapınmasının sebebi onun, çingenelere zaruret ve hastalık anlarında yardımcı olduğuna inanmalarındandır. "Kara Madonna" olarak da ifade edilen "Kara Sara", çingenelerin patroniçesidir. Onun çingenelerce kutsanmasının bir başka versiyonu Rhônedelta'da kendi grubuyla dinlenen yahut oranın yerli bir çingenesi olan "Sara Kalî"nin (Kara Sara), fırtınalı bir günde denizden sahile vuranları kurtarması ve onlara layıkı vechiyle yardımcı olarak, izzet ve ikramda bulunan biri olmasıdır. Çingene efsanesi, "Kara Sara"nın üç azize ile birlikte olmadığı, bilakis Les Baux köyünün yakınlarında yerleşik olarak yaşayan yaşlı bir ailenin kızı olduğunu söylemektedir. Efsaneye göre "Sara Kalî", üç azizenin boğulmak üzere olduğuna dair gördüğü bir vizyonla sahile koşmuş ve azizeleri kurtarmıştır. Fakat çingenelerin "Kara Sara"ya perestiş edişinin esas sebebi, onun bu olaydan sonra göstermiş olduğu pek çok mucizesidir.
Ana Tanrıçaların dışında bilhassa Avrupa çingenelerinde aya perestiş edenlerinin kalıntılarının da mevcut olduğu bildirilmektedir.


b. Diğer İnançları
Bu konu altında çingenelerin "batıl inanışları" ve ana tabu sistemlerini teşkil eden "temiz" ve "pis" kavramları ele alınacaktır.


ba. Batıl İnanışları
Çingenelerin batıl inançlarının başında "mulo" (ölü) ile ilgili inançlar gelmektedir. Nitekim bunlardan bazılarını ölüm ve defin konusunda işlemiştik. İnanışa göre "mulo", çok farklı görünüm şekillerine sahiptir ve sadece geceleri görünmektedir. Eğer birine ölü ruhu göründüyse, onun hemen besmele çekmesi veya Hıristiyansa haç çıkarması gerekmektedir. En iyisi, çok karanlık gecelerde dışarıya çıkmamaktır. Hiç bir zaman da geceleyin mezarlığa gidilmemelidir. Kendilerini emniyette hissetmek ve ölü ruhuyla karşılaşmamak için geceleri dışarıya çıkmaktan kaçınmaktadırlar. Onların karanlık gecelerde dışarıya çıkamayışlarının bir diğer sebebi de, cin ve vampir inançlarından kaynaklanmaktadır. Cin çarpması veya vampirlere yem olma korkusu, çingeneleri karanlık gecelerde evlerine ya da çadırlarına bağlamaktadır.
Çingene inanışına göre, kötü insanlar altı hafta boyunca Cehennem'de yanmak zorundadır. Bu süre zarfında ölünün akrabaları felakete uğrar ve korku duyarlar. Hayattakilerin, ölü için mevlit okutmaları durumunda, ruh hayattakilere zarar vermez ve onları terkeder. Aynı şekilde Avrupa'daki çingenelerde bizdeki mevlit okutmaya benzer bir uygulama vardır. Onlar "Kuddas Ayini" düzenlemekle, ölü ruhunun şerrinden emin olacaklarına inanmaktadır. Ayrıca mezarlıktan çiçek koparan kimsenin kısa zamanda öleceğine ve mezarlık gülü koklayan kişini de kendi kokusunu mütemadiyen kaybedeceğine inanılmaktadır.
Bir başka çingene inanış ise başkasının saçını okşama durumlarında, okşanandaki gücün okşayana geçeceği inancıdır. Bundan dolayı küçükler saçlarından okşanmamalıdır. Bazı yetişkinlerin bundan korktuğuna şahit olunmuştur. Bu araştırma esnasında Türkiye'nin çeşitli yörelerinde inceleme yaptığımız yerlerdeki çingene çocuklarını, yakınlık kurmak amacıyla başlarından okşuyorduk. Başını okşamak istediğimiz her çocuğun, kafasını eğmesine ve başını elimizden kaçırmak istemesine bir anlam verememiştik. Araştırmamızın ilerleyen safhalarında bunun nedenini anlayabildik.
Türkiye'nin bazı yörelerinde emzikli çocukların boynuna üç yaşına kadar muska takılmaktadır ve başlarından öpme yasağı vardır. Aynı uygulamaların, Avrupalı çingenelerde de varlığını sürdürdüğü bildirilmektedir.
Çingeneler, çocuklarının düşürdükleri süt dişlerini yanlış ellere geçmemesi ve çocuğun traş edilen saçlarını da çocuğa kötü niyetli gücün geçmemesi için saklamaktadırlar. Ancak günümüzde bu uygulamanın büyük ölçüde terk edilmeye başlandığı gözlenmiştir.
Bir diğer inanışları ise, doğumla alakalı olanıdır. Yeni doğum yapan kadına yemek pişirtilmemekte ve eline süpürge alarak temizlik yaptırılmamaktadır. Onların "Temiz ve Pis" inançları bahsinde üzerinde teferruatlıca durulacağı üzere, yeni doğum yapan ve ay hali gören kadının, pis olarak kabul edildiği süre zarfında yatağı ailenin diğer bireylerinkinden ayrılmaktadır. Ona, yemek yaptırılmadığı gibi, kendi üzerindeki murdarlığı (pisliği) bulaştırmaması düşüncesiyle, hiç bir surette temizlik yaptırılmamaktadır. Böyle bir olaya Iğdır'da konaklamış olan bir göçmen çingene çadırında şahit olduk. Yeni doğum yapan kadın, bebeğiyle birlikte ailenin diğer bireylerinden uzakta çadırın bir köşesine yatak sererek ayırt edilmişti. 






ÇİNGENE MİTOLOJİSİ

“Eski literatürlerde Cingeneler’in inanç ve dinine ayrılmış olan bölümler, monoton bir biçimde tekrar edilen şu iki düşünceyle sınırlıdır. Buna göre Çingeneler’in herhangi bir dini yoktur ve olsa olsa misafir oldukları halkların dinine görünüşte uyum gösterirler. Bir de Romanya ve Macaristan’da yaygın olan bir fıkra vardır ki, o da vaktiyle Çingeneler’in kilisesinin domuz yağından inşa edilmiş ve daha sonra köpekler tarafından yenmiş olduğudur.
Bunun nedeni ise, geçimini daha ziyade hırsızlık ve dolandırıcılıktan temin eden bir halkın hiçbir inanç ve ahlaka sahip olamayacağı yolundaki önyargının dışında, esasen Çingeneler’in çekingenliğinde yatmaktadır. Onların ‘dinsiz’ oluşu, misafir oldukları halkların kendilerine zulmetmesine ve bu nedenden ötürü kendilerine zorunlu olarak sağlam inançlı birer Hıristiyan ya da Müslüman süsü vermelerine yol açmıştır. Bu tarihsel ve sosyal-dinsel koşullar, Çingeneler’in aşırı, hatta neredeyse tabu diyebileceğimiz bir dikkat ve ürkeklikle dışarıdan herhangi bir kimseye kendi toplumsal ya da düşünsel, özellikle de dinsel gelenekleri konusunda açılmaktan sakınmalarının önemli bir nedenini oluşturmaktadır. Çingeneler’in bir yazı diline sahip olmadıkları hususunu da göz önünde bulundurursak, -ki bu Çingeneler’in özbilincinde büyük rol oynayan ve neredeyse bütün kavimlerde değişik efsanevi ve söylensel tasarımlarda yer alan bir olgudur-, eldeki kaynakların görece az ve sınırlı oluşuna daha fazla şaşırmamak gerekir. Ayrıca, Çingeneler üzerine yapılan araştırmaların özellikle başlarında, bilimsel ilginin tek taraflı olarak dil konusuna yönelik oluşu ve son zamanlarda yapılan araştırmaların da daha çok sosyoloji ağırlıklı oluşu, araştırmamızın konusu açısından bir olumsuzluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Çingeneler’in söylensel ya da söylene benzer sözlü geleneklerinin ortaya çıktığı zamana ve geldikleri yere bakıldığında, bunların birbirinden bir hayli farklı öğelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kavimler eski gelenekleri farklı farklı ölçülerde devam ettirmişlerdir; ayrıca bir kavimde belli bir söylensel öğenin bulunmasından, bu öğenin başka kavimlerde de bulunacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Genel olarak Doğu Avrupa’da, özellikle Balkanlar’da yaşayan kavimlerin, Batı ve Orta Avrupa’da yaşayan kavimlere oranla geleneklerini daha iyi korudukları kabul edilmektedir. Aynı şekilde, sözlü gelenekler sadece göçer Çingeneler tarafından devam ettirilmektedir; yerleşik Çingeneler ise, bu geleneklerden ve dillerinden kısa bir süre içinde uzaklaşmaktadır.
Dolayısıyla, Çingene halkının başlangıçta ortak malı olan ilksel söylenlerin sayısını ve bunların neler olduğunu saptamak pek mümkün değildir. Eldeki söylenleri şöyle kabaca sınıflandıracak olursak, Hıristiyanlık öncesi döneme ait ve Hıristiyanlık dönemine ait söylenler olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Böylece, söylenler arasında kendiliğinden kronolojik bir ayrım da yapılmış olur. Hıristiyanlık öncesi döneme ait sözlü gelenekler, Hindu mitolojisini anımsatan az sayıda ve kısmen yalnız etimolojik öğe (Tanrı; İstavroz; Tufan; Köpek; Dağ Kültü), Aboriginler sözlü gelenekleriyle olan tek tük benzerlikler (Dünyanını Yaratılışı...) ve yaygın Hindu İnancında var olduğu saptanmış bir gelenek olan ağaç evliliğini (Ağaç kültü) içermektedir. Evrendoğum söyleninin saptanabilen öğeleri, Hint Aborigin Kavimlerinden olan Bhil ve onlara komşu olan Gondlara (Dünyanın Yaratılışı...) ait sözlü geleneklerle açık seçik bir biçimde benzerlik göstermektedir. Bu ise, Çingenelerin Hindistan’ın kuzeyinde Hindu-Racastanca dilinin konuşulduğu bölgeden çıktıkları yolundaki varsayımla örtüşmektedir. Diğer başka tasarımlar ise bağımsızdır ve görünüşe bakılırsa, Hint sözlü gelenekleriyle olmadığı gibi, başka ülkelerin gelenekleriyle de ilgisi yoktur. Örnek olarak şu sözlü gelenekleri sayabiliriz: Yer ve Gök ya da Yıldızlar, özellikle de doğa ruhları ve Hastalık Cinleri’ne ilişkin, zengin ve barbarlara özgü rengarenk bir görünüme sahip tasarımlar. Doğa ruhları ve Hastalık Cinleri konusundaki bu tasarımlar, batıl inanç niteliğine sahip çok sayıda uygulamayı da kapsamaktadır (Hagrin; Köpek İnsanlar; Hastalık Cinleri; Loholičo; Mašurdalo; Mulo; Nivaši; Phuvuš; Devler; Suyolak).
Çingeneler’in ruh ve cin inancı hakkında sahip olduğumuz bilgiler, genel olarak tek bir kişinin açıklamalarına dayanmaktadır. Bu kişi, Çingeneler’le uzun bir süre birlikte dolaşan, dolayısıyla onların güvenini tam anlamıyla kazanarak inançları, gelenek, görenekleri ve kavim yasaları hakkında geniş bilgi edinmiş olan Transilvanyalı Heinrich von Wlislocki’dir (1856-1907).
Wlislocki, yayımlamış olduğu kitap ve makalelerde de ele aldığı malzemeleri, Güneydoğu Avrupa, özellikle de Macaristan ve Romanya’da yaşayan Çingeneleri gözlemleyerek bir araya getirmiştir. İçinde, bu bölgedeki Çingenelere ait olmayan ve cinlerin adlarını içeren yalnızca iki kısa liste mevcuttur. Bu listelerden birincisi 1893 tarihli olup Polonya’daki Çingenelere aittir. Listelerden özellikle ikincisi kısa olmasına rağmen, Çingenelerin cin inancında yer alan temel figürlerin Doğu Avrupa ile sınırlı birtakım yeni oluşumlar olamayacağı ve nedensiz yere yakın zamana kadar hep şüpheyle bakılan Wlislocki’ye ait çalışmaların güvenilirliği konusunda değerli bir kanıttır.
Çingeneler’in Hıristiyanlık dönemine ait sözlü gelenekleri arasında, özellikle Hz. İsa’nın doğumu ve çocukluğunun anlatıldığı öykü ilginçtir. Bu öykü daha başka sözlü geleneklerle birlikte, henüz bu yüzyılın içinde Fransa’ya göçmüş bir Rumen Çingene kavmi olan Kalderaslar’ın (Kazancılar) lideri ve bütün bunları kaydeden Dominiken Peder R.P.Chatard von Zanko’ya 1955 yılında anlatılmıştır.
Bu öykü, apokrif Hıristiyanlığına özgü açık seçik göndermeler içermektedir ve büyük olasılıkla, Ortodoks Kilisesi’nde yaygın olan ‘Yakup’un ilk Yeni Ahiti’nin (Çingene İncili) ağızdan ağza aktarılması sonucunda bozulmuş ve kısaltılmış bir aktarımından başka bir şey değildir. Tek tük rastlanan ve Norveç’teki Çingeneler arasında var olduğu saptanmış bir kült olan Alako da, bu türden öğretilerin son ve zayıf bir yankısıdır. _Çingene İncili konusunda yalnızca Zanko’nun kayıtlarına başvurabiliyorken, özellikle Çingeneler’in Mısır’daki sözde kökenlerine ilişkin geleneğe bağlanan son dönem Çingene grubunda mevcut olduğu belgelenmiştir. (Kutsal Aile; Sara; Firavun; İstavroz). Özellikle Firavun Efsanesini, Çingenelerin kökenlerine ilişkin asıl bir söylen olarak nitelendirebiliriz.
Zanko tarafından aktarılan, Kalderašlar’a ait ‘Traditions’da –kapsam, içerik ve biçimlendirme açısından literatürde eşsiz olup, doğrudan Çingeneler’den bize ulaşan bu yegane yazılı belgede- başka başka gelenek katmanlarına ait öğeler çarpıcı bir bütün içinde sunulmuştur. ‘Traditions’, dünyanın Tanrı ve şeytan tarafından yaratıldığına ilişkin Wlislocki’nin de kaydettiği eski pagan döneme ait sözlü gelneek ve ilk insan çiftinin yaratılışı, ayrıca ilk günah konusundaki İncil kökenli sözlü geleneklerden az çok etkilenmiş olan öyküyle başlar. Bunu, Firavun Efsanesi’nin ayrıntılı bir aktarımı izler. Bu efsanede, ‘Pharavunure’lerin yaşamını yitirdiği fırtınalı met, ‘Birinci Dünya’nın sonunu hazırlayan bir çeşit (Tufan) olarak karşımıza çıkar. Kalderašların bakışıyla en önemli Çingene gruplarına göz attıktan sonra, ‘Yeni Dünya’nın önemli bir olayı olarak apokrif Hıristiyanlığındaki biçimiyle tanrısal çocuk öyküsü ele alınır. Zanko tarafından Çingenelerin İncili olarak nitelendirilen ve başı sonu olan bütünsel bir metnin dışında, ‘Traditions’ daha başka tek tük söylensel öyküler içerir (İstavroz, Proroe ve İlia; Devler; Yılan), fakat Wlislocki’nin söz ettiği o zengin cinler ve ruhlar alemine ait neredeyse hiçbir iz yoktur.
Asıl söylensel kaynaklar arasında M.J.Kuvanın adında bir Rus doktorun, 35 yıllık bir araştırma sonunda Çingene söylenleri konusunda bir araya getirmiş olduğu malzemeye değinmekte fayda var. Dr. Elysejev adında birinin 1882 yılında Rusça bir dergide yayımlanan yazısı, Baramy; Janrda; Laki; Matta; Anromori gibi bir dizi tanrı adı ve birkaç tane kısa öykü içermektedir. Bunlara başka hiçbir yerde rastlanmadığından ve de üstelik bu malzemeler kayıp olduğundan, Çingeneler konusunda uzman olan İngliiz J. Sampson’ın görüşü doğrultusunda, bunların birer hayal ürününden başka bir şey olmadığını kabul edebiliriz.
Güneydoğu Avrupa’da yaşayan Çingene kavimleri ile ilgili dinsel-söylensel alandaki bütün o sözlü geleneklerden, Batı ve Orta Avrupa’daki Çingene kavimlerinin çoğunda, ruhlarla ilgili karmakarışık inançların dışında başkaca pek bir şey kalmamış gibi. Bu ruh inancında ise, ölülerin ruhları ile ilgili öyküler (Mulo) önemli bir yer tutmaktadır. Kısmen yakın zamana kadar geçerli olan kavim yasaları ve gelenekleri, ölü defnetmek, at eti yemek gibi tuhaf tabular ile söylensel tasarımlar arasında açık seçik bir bağlantı kurmak olanaksızdır.”
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Ağaç Kültü

“R.Liebich’e(26) göre, Kuzey Almanya’daki Çingeneler kimi ağaçları –ve bazı renkleri- kavim sembolü olarak kutsal kabul eder. Eski Prusya’daki Çingeneler renk olarak siyah ve beyazı, ayrıca çam ağacını (ya da kuşburnu çalısını), Yeni Prusya’dakiler yeşil ve beyazı, yine ‘mayıs ya da yortu ağacı’ diye bilinen kayın ağacını; Hannover’dekiler ise siyah, mavi ve altın renkleri ile üvez ağacını kutsal kabul eder. Üvez ağacının kutsal kabul edilmesinin nedeni, söylenceye göre bir Çingene kıralının bu ağacın altında gizlenerek kendini izleyenlerden kurtulmuş olmasıdır. Yine Liebich (s.55), ölü gömüldükten sonra mezarının üstüne kavimce kutsal kabul edilen bir ağacın dikilmesi biçimindeki Çingene geleneğinden söz eder. Daha başka bir kaynakta rastlanmadığından, bu geleneğin ne kadar eskiye dayandığı ve gerçek olup olmadığı kesinlik kazanmamaktadır. Buna karşın, Çingeneler’in en eski mitolojik tasarımları arasında ‘Tüm-Tohumlar Ağacı’ (save sumbesko kašt) tasarımı yer almaktadır. Yeryüzündeki tüm bitkilerin kaynağı bu ağaçtır ve ona bakmak bile insanı gençleştirmektedir. Bir Yılan, ağacın köklerini ağzında tutmakta, dalları ise göğe ulaşmaktadır. Ağacın tepesinde şimşekler çakmaktadır. Bu şimşekler, orada bulunan şifalı bitkileri çalıp, bunları Nivašiler’e götürür, onlar ise bu bitkileri Kadın Büyücülere verir.(27) Transilvanya’daki Çingenelere ait söylenceye göre, bir ülkenin halkı her yaptığı gibi besiye çekip süslediği bir öküzü yılbaşında nehre atmayıp, şeytan’ın tavsiyesine uyarak kendileri yemiş. Sonuç, büyük bir kıtlıktır. Bunun üzerine yaşlı bir adam, dini bütün bir insana yol gösterir ve onu nehrin dibinde bulunan bir kapıdan geçirerek üzerinde Tüm-Tohumlar-Ağacı’nın bulunduğu bir çayıra götürür. Bu dini bütün insanın, yeni bir ekim için oradan tohum almasına izin verilir.(28) –Eğer ufak bir söğüt ağacı bir çam ağacı ile ‘evlendirilecek’, yani yan yana toprağa dikilip kırmızı bir ip (gövdelerine) dolanacak olursa, Noel gecesi Tüm-Tohumlar-Ağacı’nı görmek mümkün olur.(29) Bu iki ufak ağacın ertesi gün yakılıp, küllerinin ‘kadınların doğurganlık gücünün artırılması amacıyla kullanılması’, bunun Hindistan’daki aynı ayinle doğrudan bağlantısı olduğu konusundaki şüpheleri neredeyse ortadan kaldırmaktadır.(30) Muhtemelen ilk insan çiftinin kökeninin ağaçlara dayandığı (Dünya’nın Yaratılışı...) biçimindeki sözlü gelenek de ağaç evliliği ile ilişkilidir. Dağlar...”

           



Alako

“Geçen yüzyılın ortalarında yaşlı bir Çingene, rahip Eilert Sundt’a, Norveç kavimleri arasında yaygın olan bir öğretiyi anlatır. Öğretiye bu biçimiyle başka hiçbir kaynakta rastlanmamıştır. Ancak Sundt’un31 belgelediği üzere, ‘daha sonra yapılan inceleme, gözlem ve araştırmalarda öğretiyle ilgili neredeyse bütün ayrıntıların doğruluğu ortaya çıkmıştır.’ Buna göre yüce Tanrı (baro devel, Tanrı) Çingeneler henüz anavatanları Assaria’da Assas kentinde yaşarken, oğlu Dundra’yı ‘onlara gizli yasalarını bildirmesi ve bir kitap haline getirmesi için insan kılığında yeryüzüne yollar –bu gizli yasalara Tatarlar bugün de dünyanın her yerinde riayet ederler’ (Lanet.) Görevini tamamladıktan sonra Dundra göğe yükselerek kırallığına, yani aya yerleşir ve o günden beri Alako (Fince Alakuu ‘küçülen ay’) diye anılmaktadır. Düşmanları olan Hıristiyanlar ve Türkler, onu kırallığından uzaklaştırmak için hiç durmadan uğraş verir; işte o zaman ay küçülür; fakat kılıç ve mızrakla saldırınca da, yeni ayın uçları birdenbire çıkıverir ve ay yeniden dolunay oluncaya kadar büyür. Bunun üzerine ormandaki ağaçların arasında bulunan Tatarlar diz çöker ve günün birinde kendilerine nihai zaferi kazandıracak ve Türkler tarafından kovulmuş oldukları vatanlarına geri götürecek olan o yüce Zafer Tanrısı’nı överler. O, ölülerin ruhunu yukarıya (Ay) kırallığına götürür (bkz.Ölüler Ülkesi.)

Kavimlerin reisleri, Alako’nun avuç içi büyüklüğünde bir resmini bulundururlar. Alako bu resimde, sağ elinde bir kalem ve sol elinde bir kılıç tutan, ayakta duran bir adam olarak betimlenmektedir. Kavimlerin yaz ortasında yaptıkları toplantı sırasında, Alako’nun bu resmi önünde yeni evlenmiş çiftler takdis edilir ve çocuklar vaftiz edilir. Öğretinin açıkça pagan, Hıristiyanlık karşıtı özelliğine rağmen –çünkü Alako yeryüzünde Türkler ve Hıristiyanlar’la savaşmıştır ve bugün hâlâ Beng (Şeytan) ve Gern’in (Hz.İsa) amansız düşmanıdır- Tanrı’nın oğlunun yeryüzüne inmesi ve tekrar göğe yükselmesi biçimindeki bu hiç de pagan olmayan motif, eski bir ay kültünün (Ay) Çingeneler’in apokrif Hıristiyan sözlü geleneği (Çingene İncili) ile kaynaşmasına işaret etmektedir. Ayrıca, nihai zaferiyle seçilmiş halkı (Firavun altında bkz. Birinci Dünya) kurtaran Mesih tasarımı da pek görmezden gelinemez. Tanrı’nın sıfatı olan Dundra sözcüğü belirsizdir ve başka hiçbir belgede de bulunamamıştır. Hz.İsa için kullanılan Gern sözcüğü, belki de Çingenece’deki gero ‘mutlu’ sözcüğünün (Hıristiyanlık’taki anlamıyla Yunanca’dan türeme) yanlış duyulması ya da yanlış okunması sonucu ortaya çıkmıştır.32

31 A.v.Etzel, Vagabondenthum und Wanderleben in Norwegen (Norveç’te Gezginlik ve Göçer Yaşamı), Berlin 1870, s.40-43.
     E.Sundt, Beretning om Fante-eller Landstrygerfolket i Norge, Kristiania 1852, s.105.
32 S.Wolf, sözlük madde no. 874.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

Ateş

“Rahip T. Gjorgjević’e göre ateşe Sırbistan’daki Çingenelerce büyük değer verilmektedir, bu nedenle de ateş kirletilmemelidir.33 Bayan Blunt, Türkiye’deki Çingenelerin konakladıkları her yerde her zaman yanan bir ateşin bulunduğundan söz eder.34 Ateş kişileştirildiğinde, Ateş Kıralı, Yer ve Gök’ün oğlu olarak karşımıza çıkar.”

33 EMU 7, 2.Bölüm (1906), s.85.

34 W.R.Halliday, JGLS üçüncü seri, 1, s.178.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Ay

“Ay tapınma, özellikle Norveç’teki Çingeneler’in Alako-Kültü’nde (Alako) mitolojik bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.

Transilvanya’daki Çingenelere göre, Ay Kıralı Yerin ve Göğün beş oğlundan biri ve Yıldızların babasıdır. Orta büyüklükteki dağların kökeni ona dayanmaktadır (Dağ Kültü). Güney Macaristan’daki göçer Çingenelere ait bir masalda, Ay Kıralı’nın iki kızından söz edilmektedir.35 Kızlardan biri, flüt çalan bir Çingeneye çaldığı melodiye karşılık olarak, nehrin derin sularından çıkarak gümüş bir flük armağan eder. Diğeri ise kız kardeşi beklediği halde gelmediğinden vu buna kederlenerek öldüğü için flütçüyü bir kadına dönüştürür. Ancak Sis Kıralı’nın üç altın elması aracılığıyla, yeniden bir adama dönüşüverir. –Ayın büyümesini ve küçülmesini sağlayan, Carana adındaki kuştur.-

Ayın kutsal sayıldığına ilişkin izlere, sözlü gelenek açısından fakir sayılan Almanya ve İngiltere’deki Çingeneler’de de rastlamaktayız.36 Zanko’ya göre (bkz. B.Çingenelerin Mitolojisi), Çingeneler çok eski devirlerde aya ve güneşe bir tanrıya tapınırcasına  tapınmışlardır. Kalderašlar yeni ayı (hilal) uğur getirdiği düşüncesiyle bir tür dua ile karşılar.37

35 Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no.34.

36 M.Block, Zigeuner (Çingeneler), s.181.

E.O. Winstedt, JGLS, 8, s.263.

37 Zanko, s.27, 93.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

“Her ikisi de kaynağını İncil’den alan Çingeneler’in Firavun Efsanesi’nin bir Rus çeşitlemesinde, Kızıldeniz’in (burada Karadeniz’in) dalgaları arasında gömülen firavunun birlikleri ‘Balık Adamlar’a (mačune manuša, yani paš manuša, paš mače ‘yarı adam yarı balık) dönüştürülür. O günden beri de denizde yaşarlar ve zaman zaman da balıkçılara şöyle sorarlar: Bizler ne zaman tekrar insan olacağız?” “Bilmiyoruz” yanıtını aldıklarında da öfkelenerek. Büyük bir fırtına çıkarırlar; ‘Yarın’ yanıtını aldıklarında ise yeniden dibe dalıp, ‘Tsyganka38, seni hapishanede geberesice’ diye bağırırlar.

Balık Adam –ve aynı biçimde deniz kızı- tasarımı, yukarıdaki olayın dışında Çingenelerce bilinmemektedir; demek ki bu durumda bu tasarım bir (Rus?) halk inancına dayanmaktadır.”

38 “Tsyganka” (Rusça kadın”), Firavun’un Yahudi karısının adıdır. JGLS üçüncü seri, 17, s.130 (Firavun).

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

Çingene İncili

“Tanrısal Oğul’dan, yani Kalderašlar’ın sunto delinden ya da daha başka kavimlerin tikno develinden (“küçük Tanrı”, Tanrı) ‘Traditions’da söz edilmektedir: O Sinpetra’nın, yani Tanrısal Baba ile Meryem Ana’nın oğludur. Meryem Ana’nın iki kızkardeşi daha vardır ve üçünün de adı Meryem’dir. Porsaïda’da48 yaşarlar. (Rumence ‘Noel’ anlamına gelen ve Zanko tarafından Aziz Yusuf ile özdeşleştirilen) Cretchuno’nun karısı olan ikinci Meryem, onun (Tanrısal Oğul’un) yalnızca vaftiz anasıdır.

Üçüncü Meryem ise, çarmıhın etrafında devamlı üç güvercinin uçuştuğunu fark edince, kendi nefesini (duko) içine çekmeye hazır olup olmadığını, ona bu güvercinler aracılığıyla peş peşe üç kez sordurtur. Üçüncü seferde kabul eder ve bunun üzerine hamile kalır. İkinci Meryem’in de yardımıyla bebek dünyaya gelir ve samanların içinde bir yatağa yatırılır. Aynı anda, onun yıldızı olan Netchaphoro gökyüzünde yükselir, ‘c’était son reflet, son émanation, son coeur, son signe, et pas seulment son signe mais quelque chose de lui’ (Bu onun yansıması, şuası, yüreği, işareti, fakat sadece işareti değil, aynı zamanda ona ait olan bir şeydir.)

Cretchuno, bebeğin vaftiz anası olan karısı Meryem’in bebeğe dokunduğunu ve böylece kirlenmiş olduğunu söyler ve o hiddetle karısının iki elini keser. Ancak Meryem, bebeğe yeniden dokunur dokunmaz, elleri eski halini alıverir. Ellerindeki iktidarı yitirmekten endişe duyan Yahudiler, Netchaphoro gökyüzünde yükselince bütün çocuklarını öldürür. Öldürülen çocukların Yıldızlar’ı sönüp kaybolur ve Sunto Del’in yıldızı tek başına gökyüzünde kalır. Yahudiler ona daha pek çok eziyet eder, fakat o ölmez.

Son olarak onu diri diri gömerler, fakat o, mezarının üstünde duran kayayı devirir ve Sinpetra ile birlikte hükümdarlığını sürdürdüğü gökyüzüne yükselir.49 Hz.İsa’nın çilesini ve çarmıha gerilerek öldürülmesini görmezden gelen Yeni Ahit’in bu özetini, ‘Traditions’un yayıncıları haklı olarak ‘monofizitik’ bir Hıristiyanlığın ifadesi olarak değerlendirmişlerdir. 50

‘Yakup’un İlk Yeni Ahiti’yle, tek olmakla birlikte, dikkate değer bir örtüşme, Çingene İncili’nin kökeni hakkında bir ipucu sunuyor olmasıdır. ‘Dinsel ayinler sırasında da kullanılan ve Doğu Hıristiyanları tarafından sıkça iman tazelemek için okunan ve İncil’e alınmayan bu kitapta51 Salome, Hz.İsa’nın doğumundan sonra, bir bakirenin çocuk doğuramayacağını öne sürer (bkz. Sara  Kültü’nde geçen Maria Salomäa).

Hz Meryem’in hamile olup olmadığını elleriyle tespit etmeye çalışırken, eli yanıp kül olur, ama çocuğa dokunduktan hemen sonra eli yeniden yerine gelir. Ayrıca Aziz Yusuf’a kutsal bakireyi koruma görevinin, halkın Tapınak’ta toplanan bütün dul erkeklerinin bir araya getirilmiş asaları arasından çıkıp, yalnızca Aziz Yusuf’a görünen bir güvercin tarafından verilmiş olması, Çingene İncili’ndeki tebliğ sahnesini belirgin bir biçimde andırmaktadır. Zanko’nun incelediği metne benzer olarak, bu ilk Yeni Ahit’te anlatılan Hz.İsa öyküsü, Herot’un zulmüyle birdenbire sona erer.52

48 İnsanlığın söylensel ilk vatanı, bkz. Firavun.
49 Zanko IV, 1-49.
50 Zanko, s.65-68. Eine Konversion “to a very early form of Christianity, perhaps by some, heretical sect” (J.Rákóczi, “ilk dönem
    Hıristiyanlığın sapkın bir mezhebine” geçildiğini tahmin etmektedir, JGLS üçüncü seri, 40, s.124.
51 W.Michaelis, Die apokryphen Schrifften zum Neuen Testament (Yeni Ahit Üzerine Apokrif Yazılar), s.72.
52 Bkz. a.g.e. Michaelis’deki metne, s.73-95.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Çingene Laneti, Lanet

“Çingene lanetinin özel bir gücü olduğuna dair bir korku vardır. Dolayısıyla Çingeneler’in yaşadığı ülkelerin halkları, bu lanetten korkmak gibi batıl bir inanç geliştirmiştir. Çingenelerin kendi aralarındaki duruma gelince, Wlislocki’nin53 sıraladığı gibi, alınan birçok değişik koruma önlemi, Çingeneler’de lanetlemenin ne kadar büyük bir önemi olduğuna işaret etmektedir. Çingenelere göre, toplum dışı konumlarının nedeni, atalarının işlemiş olduğu bir suçtan dolayı lanetlenmiş olmalarıdır.

En eskiye dayanan söyleni K.Berovici54 aktarmaktadır. Söylen, Çingenelerin kökenlerinin Hindistan’da olduğuna işaret etmektedir. –Sözde- aile içi bir cinsel ilişkiden dolayı, bir kavim, liderini ve taraftarlarını kovar. Büyük bir büyücü, bu kovulanları korkunç bir biçimde lanetler: Sonsuza dek yeryüzünde dolaşıp dursunlar, geceledikleri bir yerde ikinci bir kez konaklamasınlar, su içtikleri bir kaynaktan ikinci bir kez içmesinler, bir yıl içinde aynı nehirden iki defa geçmesinler. Ensesti gerçekleştiren çiftin adı Tschen ve Gan’dır.55 Daha başka sözlü gelenekler, Eski Ahit (Firavun Efsanesi) ve Yeni Ahit’e (İstavroz; Kutsal Aile) işaret eder. Kutsal Aile’nin barınma isteğinin reddedilmesine ilişkin öykü, bir başka ögeyi de içermektedir. Buna göre, Çingenelerin anaerkil yasaları, bir lanetin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

‘Les Mages ordonnèrent que nous les Roms, ne pourraient le nom de leur mère.’ (Büyücüler, bundan böyle biz Romların baba adını değil, anne adını almamızı emreder). Ataerkil yasaları olan halkların içinde yaşadıklarından, kendilerinin sahip oldukları anaerkil yasaları dışarıya karşı mümkün olduğu ölçüde gizler, onu bir lanet olarak görürlerdi.

Zanko’nun çalışması, baştan sona ‘malédiction’ (lanet) konusunda serzenişler içerir. Wlislocki’nin56 anlattığı Çingenelerin kökeni konusundaki söylende de (Tatula), Çingenelerin tarihi bir lanetle başlar.”

53 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), V.Bölüm.
54 Berovici, The Story of the Gypsies (Gypsielerin Öyküsü), New York 1928, s.25.
55 Bkz. Firavun, Türkçe çeşitlemesi.
56 F.de Ville, Tsiganes (Çiganlar), s.71.
    Bkz. Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.52.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

Çingene Vaftizi

“Bu geleneği bugün de koruyan kavimlerde, doğum çadırda ya da arabada yapılmaz, bilakis –hangi mevsim ve hangi saatte olursa olsun- tenha bir yerde, eğer mümkünse bir akarsuyun yakınında gerçekleştirilir. Anne ve yeni doğan bebeği bu suda yıkanır. Bu, sadece akan bir suyun bütün kirleri ve zararlı şeyleri yıkayıp temizleyebileceği biçimindeki yaygın inançla örtüşen bir gelenektir.57

Anne, bebeğini suya daldırırken, katı bir tabuya tabi olan bir ismi sessizce telaffuz ederek ilk vaftizi yapar. Bu isim kimse tarafından kullanılmamalıdır, hatta baba bile bu ismi bilmemelidir. Bu gizli isim kötü cinlerin, özellikle de ölüm meleğinin aldatılmasına yarar, çünkü böylece Azrail çocuğu yanına çağıramaz. Bu gizli ismin ‘bedensel, ahlaki ya da totemci bir nitelendirme’58 olduğuna inanılmaktadır.

Yalnızca Çingenelerin kullanmaya hakkı olan ve Gadje’nin huzurunda telaffuz edilmeyen bir ismi, çocuğa onun vaftiz ana babası takar. Çingenelerin kavim yasalarına göre, vaftiz ana babanın özel bir değeri vardır.

Sonra da, Çingenelerin bulunduğu ülkenin gelenek ve yasalarına göre vaftiz ve isim takma merasimi yapılır.”

57 F. De Ville, Tsiganes (Çiganlar), s.99.
58 Clébert, Die Zigeuner (Çingeneler), s.184.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

Dağlar, Dağ Kültü

“Transilvanya’daki  Çingenelerin inancına göre dağlar, (Yer ve Gök’ün (kadın ve erkeğin) boşanmaları sırasında göğün ortak çocuklarından üçünü, yani Güneş, Ay ve Rüzgar Kıralı’nı beraberinde götürmesiyle oluştu: Bu üç yerin elbisesine tutundu, fakat sonra bırakmak zorunda kaldılar ve elbisenin yukarı çekilmiş olan eteklerinden dağlar oluştu. Toprak ana, çocuklarına daha yakın olabilmek için bu dağları geri almadı, fakat zirvelerine, çocukların elbisesini yırtıp parçalanmasına engel olmak için periler ve cinler yerleştirdi (Kešali; Umren).

Bunlardan yalnızca Güneş Kıralı’nın oluşturduğu dağlar kutsal diye kabul edilir. Bu dağlardan yedisi oldukça heybetlidir; etki alanları içinde olup biten her şey olumlu bir biçimde sonuçlanıp şans getirdiğinden, bunlar Şans Dağları dile de anılmaktadır. Ancak hiç kimse bunların hangileri olduğunu bilmemektedir. Fakat o günden beri göğün yeri, daha doğrusu yerin elbisesini öpmesine yalnızca bu dağlar üzerinde izin verilmektedir. Bu kutsal dağların zirvelerinde, mehtaplı gecelerde Umrenler dans eder; eteklerinde olağanüstü şifalı kaynaklar bulunur. Bu dağların bazılarında dört gözlü dişi köpek (Köpek) dolaşır. Kutsal dağların küçümsenmesi ve pisletilmesi halinde mutlaka acı bir biçimde intikam alınır. Kutsal dağlar, içi boş olup kendilerine tecavüz etmiş olan ve şimdi yılan ve kuşa dönüştürülmüş olarak paha biçilmez hazineleri bekleyen ölüleri saklar. Vahşi doğadaki hayvanlar Güneş Kıralı’nın koruması altında bulunduklarından, Çingeneler avladıkları hayvanların kemik, pençe, saç ve dişlerini Güneş Kıralı’nı yatıştırmak için kutsal dağa gömer. Çingeneler, kışın konaklayacakları yerin mümkün olduğunca kutsal bir dağın yakınında olmasına özen gösterir ve Tüm-Tohumlar-Ağacı’nı (Ağaç Kültü) görebilmek için orada Noel gecesi ağaç evliliği geleneğini yerine getirirler.

Ay kıralı’nın oluşturduğu dağlar orta büyüklüktedir; Cuma akşamları orada cadılar toplanır.

Rüzgar Kıralı’nın oluşturduğu dağlar en yüksek olanlarıdır; bunlar yaşayan insanların yaptığı gibi, eğlenmek için sık sık vadiye inen ölülerin oturdukları yerlerdir. Kötü insanların, ancak birer kara kediye dönüştürülmüş olarak Kedi Dağı’nda uzun yıllar geçirdikten sonra ölüler diyarına girmelerine izin verilir.59 (Ölüler Ülkesi)”

59 Wlislocki, Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s.211-219 ek ayrıntılar. Kedi Dağı için ayrıca bkz: Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, Märchen (Masallar), no.42.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

Devler

“Wlislocki (maš ‘et’ ve murdalo ‘katil’ sözcüklerinden oluşan) Mašurdalo’yu, insanlar tarafından aldatılıp elinden hazineleri çalınabilen aptal ve saf bir dev olarak betimlemektedir. Ormanlarda, ıssız yerlerde yaşar; eti çok sevdiği için, insan ve hayvanlara pusu kurar. Mašurdaloların karıları ve çocukları vardır, fakat ara sıra (insanoğlu) kadınları da kaçırırlar. Her Mašurdalo’nun bir Tavuk’u vardır ve bu tavuğun yumurtaları sahibinin hayatını korumaktadır. Dolayısıyla bir Mašurdalo’yu öldürmek isteyen bir kişi, önce onun tavuğunu öldürmelidir. –Bir masala göre Güneş Ana, Mašurdaloların Büyük Anası’ymış.60 Wlislocki, Mašurdaloların yalnız üç kavim tarafından bilindikleri ve bu kavimlerin her üç yılda bir Alman yerleşim bölgelerini de ziyaret ettikleri gerçeğinden hareketle, Alman halk masallarında yer alan devlerin bu Çingenelere esin vermiş olabileceğine inanmaktadır (bkz.Cüceler).61 –A.Petrović’e Sırbistan’daki Çingelere tarafından anlatılan ‘orman insanı’ (vošesko manuš) muhtemelen aynı yaratıktır. O, saçları dağınık, dağlardaki mağaralarda yaşayan, konuşamayan, yalnızca anlaşılmaz birtakım sesler çıkarabilen bir dev olarak betimlenmektedir. Bir koyun postunun üstünde uyur ve Çingenelerin evlerini merak ettiğinden geceleri köye iner.

Çok güçlüdür, fakat bir köpek tarafından kolayca bozguna uğratılabilir.62 –Zanko’ya, Grouya adındaki dev, medeniyet getiren biri olarak karşımıza çıkmaktadır. O, babası Novaca’nın önerisinin aksine, Büyük Kent’e (Zanko’ya göre İstanbul Boğazı’nda bulunan baro gradoya) medeniyet getirmeye karar verir. Fakat daha önce öylesine sarhoş olur ki, öfkeli kent sakinleri kendisini ele geçirip bir kuyuya atmayı başarır. Ancak kendi kanıyla yazmış olduğu bir pusulayı, bir karganın yardımıyla babasına ulaştırır. Babası oğlunu kurtarır ve birlikte korkunç bir katliam yapar. Sonunda kentin şaşkın hükümdarı, kent halkından geriye kalanları uygarlaştırması (civiliser) için ona izin vermek zorunda kalır.63 –Boba adındaki devin öyküsü ise bir çeşitleme olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Boba çok büyük bir ağaçla kıraliyet sarayını yerle bir eder, kıralın kol ve bacaklarını koparır, vücudunu bir atın peşinde sürükletir, kıraliçeyle evlenir, kendini kıral ilan eder ve sonra kenti ‘uygarlaştırır’.64

60 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.26-27
     Globus LIV, s.349, 4. dipnot.
     Ayrıca bkz. (Mašurdalo-Märchen) Mašurdalo Masalları: Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 19, 20, 50.
61  Volksglaube (Halk İnancı).
62  JGLS üçüncü seri, 16, s.20.
63  Zanko, s.120-123.
64  Zanko, s.123-124.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Dünyanın Yaratılışı, İnsanoğlunun Yaratılışı ve İlk Günah

“Transilvanya’daki Çingeneler şunu anlatır: Günlerden bir gün Tanrı, büyük suyun içine bir değnek atar. Değnek büyür ve koca bir ağaç oluverir. Bu ağacın altında oturan şeytan ise, Tanrı7yı selamlar. Birlikte dokuz gün boyunca suyun üstünde dolaştıktan sonra, Tanrı dünyayı yaratabilmek için şeytandan, denize dalıp dipten kum getirmesini ister. Tanrı ona, adını söylemek suretiyle bunu başarabileceğini söylediğinden, şeytan kendi adını söyler.

Fakat kum ısınır ve onu yakar. Bu şekilde dokuz gün boyunca kum çıkarmaya çalışır ve bu arada öylesine yanar ki, kapkara olur. Nihayet kendi adını söylemeden denizin dibinden kum çıkarır ve Tanrı bu kumdan dünyayı yaratır. Şeytan, ağacın altında yaşamak istediğinden Tanrı’yı kovmaya çalışır, fakat büyük bir boğa gelir ve onu beraberinde alıp götürür. Ağaçtan yere et parçaları düşer ve yaprakların içinden insanlar fırlar.65 Yer ve Gök daha sonra ancak birbirinden ayrılmıştır. –Zanko (bkz. Çingenelerin Mitolojisi) şunu anlatır: Tanrı  (Phuro Del Sinpetra, Tanrı), vaktiyle şeytanla birlikte deniz kenarına iner. Şeytan, suyun derinliğini öğrenmek üzere öne atılır, dibe dalar ve pençelerinde toprakla tekrar yukarı çıkar. Tanrı ona, bundan iki figür (statuettes, Çing. popusha), yani erkek ve kadını yapmasını emreder. Şeytan bunu da başarır ve Tanrı ondan bu figürleri konuşturmasını ister. Ancak bu kez şeytan onun emrini yerine getiremez ve yenilgiyi kabul etmek zorunda kalır.

Tanrı, asasını figürlere doğru uzatır ve o anda yerden iki ağaç bitiverir. Bunlar, dallarıyla figürlere arkadan sarılır. Bunun üzerine figürler canlanır. Bunlar, Damo ve Yehwa adını taşıyan ilk insanoğullarıdır. Tanrı asasını tekrar kımıldatır ve bu kez ağaçlardan birinde elma ve diğerinde armut biter. Erkeğe armutları ve kadına elmaları yedirtir. Yılan (sap), kadının elmaları yemesini engellemek ister (!). Kadını zaptedebilmek için, Tanrı bunu yılana ifade eder. Fakat sonra Tanrı Yılan’ı kovar ve kadın elmalardan yer. Meyveler, biçimlerinden dolayı her ikisinde, diğer cinse karşı karşı bir istek uyandırır ve Tanrı onlara sevişmelerini buyurur. Kadın, birinci ve ikinci sevişmenin ardından her defasında ‘encore’ (daha çok) der. Tanrı bir üçüncüsüne daha müsaade eder, ‘car il n’y a rien de bien sans la croix et il faut trois pour faire le croix’ (Çünkü haç olmadan hiçbir şeyin değeri yoktur, ancak haçın olması için üç öge (Teslis; baba, oğul ve kutsal ruh) gereklidir, çev.)

Fakat kadının üçüncü sevişmeden sonra da ‘encore’ (daha çok) diye bağırması üzerine, Tanrı kızarak onu ebedi doyumsuzluğa mahkum eder.66

Özde eski ve milattan önceye dayanan bu söylen öğeleri için, Hindu sözlü geleneğinde herhangi bir koşutluk mevcut değildir. Fakat Hint Aborigen Kavimlerinin mitolojisiyle olan tek tük benzerlikler görmezden gelinemez. Korkularda alk insan Tanrı’nın emriyle denizin dibine dalıp, dünyanın yaratılışı için gerekli toprağı getirmek zorundadır.67

Aynı kavimde, ayrıca iki tanrıdan daha söz edilir. Bunlardan biri (Mahadeo ya da Guru Maharaj) beş tane çok ufak insan yaratır, fakat onlara hayat verme işini diğerine (Bhagwam) bırakmak zorunda kalır.68 Barela-Bhilalalarda, Veluhai balçıktan bir insan yaratmayı başarır, fakat bu insan söylensel bir kartal olan Ruma Juma Gorole tarafından iki kez tahrip edilir ve ancak üçüncü seferde hayatta kalır.69

Yaratılışı sekteye uğratan, daha doğrusu yaratıklarına Tanrı gibi hayat ve konuşabilme becerisi veremeyen şeytan motifi, Hindistan’ın dışında da çok yaygındır.70 Özellikle Zanko’da, topraktan yaratılan insan öyküsüyle yapay bir biçimde eklemlenmiş olan, inansın ağaçlardan yaratılışı öyküsünün yalnızca Hindistan’ın dışında koşutlukları vardır.71

Ne var ki, ağaç evliliği (Ağaç Kültü) ile olası bir bağlam oluşturması, yine de bu öykünün Hindistan kökenli olduğuna işaret etmektedir. Eski Ahit’in etkisi, Zanko’da özellikle ilk insanların isimlerinden belli olur.

Bu isimler Zanko’da, gariptir ki İslam dinindeki (Arapça) biçimleriyle karşımıza çıkarlar (Adam ve Yahwah). Havva’nın elmaları yemesini engellemeye çalışan yılanın ortaya çıkışı ise pek başarılı bir biçimde temellendirilmemiştir. Elmayı yedikten sonra ortaya cinsel arzunun çıkması ise, eski bir öge olabilir.”

65  Wlislocki, Märchen und Sagen (Masallar ve Söylenceler), no. 1 (s. 1-2)
     Ayrıca bkz. Volksglaube (Halk İnancı), s.1.
     J.Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s.85.
66  Zanko, s.23-26.
67  Bkz. Matthias Hermann, Die religiös-magische Weltanschauung der Primitivstämme Indiens (Hindistan’daki İlkel Kavimlerin Dinsel
     Büyüsel Dünya Görüşü) (1966), c. II, s.60.
68  A.g.e. s.61
69  Bkz. E. Stigmayr, The Barela-Bhilala and their Songs of Creation (Barela-Bhilalar ve Yaratılış Ezgileri) (= Acta ethnologica et linguistica
     no. 20, 1970), s. 58-61, s. 175.
     Ayrıca bkz. aynı ciltte İlkel İnsanlar.
70  Bkz. S.Thompson, Mdtif Index of Folk-Literature (Halk yazını Motif Dizini) (1955) I, V63 ve A1217.
71  Ayrıca bkz. Wörterbuch der Mythologie (Mitoloji Sözlüğü) II, Cermenler, s.32, Finler, s.283.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Fallusa tapınma

“Sırbistan’daki Çingeneler, cinsel organlarının uğur getirdiğine inanır. Onlara göre  cinsel organlara el atmak, kötüye gitmekte olan bir olayın olumlu yola girmesini sağlar. ‘Penisini yiyim’ anlamına gelen hav co kar, daha önceleri yeminlerin en ciddi ve en bağlayıcı olanıymış.72

Felaketlerden koruması amacıyla çalıdikeninden yontulmuş bir fallusu evde bulundurma ve sıkıntıyla karşılaşıldığında ona dua etme biçimindeki gelenek, bu geleneği ortaya çıkarmış ve incelemiş olan A.Petrović’e göre, Sırp halkında görülen belirgin benzerliklere rağmen Çingene kökenlidir.73

Gerek Güney Slavonyalıların, gerekse Çingenelerin tasarımlarında çivi, fallusun yerini almaktadır. Dolayısıyla Çingene halk inançlarında çivinin önemli bir yeri vardır. Tabut ve istavroz çivilerinin özel bir anlamı bulunmaktadır. Örneğin, Kuzey Macaristan’daki Çingenelerde, gelin kocasının iktidar gücünü artırmak için yatağa gizlice çivi çakar.74

72 JGLS üçüncü seri 16, s.20-25 (“Fallus aşkına...” diye başlayan yemin biçimi, Eski Ahit’te de geçer), ör. Musa 1, 24, 2 ve 47, 29.)
73 A.g.e. 18, s. 124-128
74 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.106.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


Firavun

“Çingenelerin kökenini, İsrailoğulları’nın Kızıldeniz’i geçişi (Musa 2,14) sırasında yok olmaktan kurtulan Mısırlılar’a dayandıran Firavun Efsanesi, farklı çeşitlemeleriyle Doğu Avrupa’daki bütün Çingene kavimlerinde mevcuttur, dolayısıyla da pagan dinlerinden gelen mirasın yanı sıra, Çingenelerin en eski ortak sözlü geleneklerinin arasında sayılmalıdır. Çingeneleri Kutsal Aile ile ilintilendiren tıpkı diğer çok daha yeni hikayeler gibi, bu efsane de Çingenelerin Mısır’la bağlantılı adlarını ve yazgılarını İncil kökenli sözlü geleneklerle açıklamaya çalışmaktadır.

Zanko’nun (bkz. B.Çingenelerin Mitolojisi) oldukça ayrıntılı olan Fransızca aktarımını kısaca özetleyecek olursak: Birinci Dünya’da, Pharavono Pharavunure Çingene kavminin lideriydi ve tıpkı Sunto Abraham (Aziz İbrahim), Sunto Moïshel (Aziz Musa), Sunto Cretchuno (Aziz Yusuf) ve Sunto Yacchof (Aziz Yakup) gibi Suuntselerden biri, yani vaktiyle yalnız Çingenelerden oluşan insanlığın büyük atalarından biriydi. Pharavono büyük güç kazanmış ve Horachai adıyla anılan (“Turco-Juifs et Chrétiens (Türk Yahudileri ve Hıristiyanları) Sinpetra kumandasındaki diğer kavimlere savaş açarak, Porsaïda’yı yani o günkü dünyanın, daha doğrusu Kutsal Topraklar’ın merkezini ellerinden almak istiyordu. Taraflar Duneira’nın iki kıyısında karşı karşıya geldiklerinde, Pharavono karşıya geçip geçemeyeceğini görmek için bir ok atar. Ancak Duneria çok geniştir. Bunun üzerine, düşmanı Sinpetra’nın, Tanrı’nın bizzat kendisi olduğundan habersiz, Tanrı’ya (Phuro Del) şu sözlerle yakarır:

“Par le pouvoir du Del pour moi! Par la force du Del pour mes chevaux!” (Tanrım, atlarıma güç ve bana da bu işin üstesinden gelebilme gücü ver).

Ardından, Pharavono hiçbir engelle karşılaşmadan Duneria’yı geçer, Sinpetra ise adamlarıyla Tuz Denizi’ni geçerek geri çekilir. Pharavono Tuz denizi’nin kıyısına ulaşınca Tanrı’ya bir kez daha yalvarıp yakarır, fakat bu kez sözlerinde kibir ve gurur vardır:

“Par mon pouvoir à moi et par la force de mes bêtes!” (Tanrım, kendi gücümle ve atlarımın gücüyle bu işin üstesinden geleyim.)

Sinpetra ona denizin içinden bir geçit açar ve Pharavono geçide girince Sinpetra kollarını kavuşturup, ansızın büyük bir fırtına kopararak (denizin içindeki) geçit dalgaların altında kapanıverir ve Pharavunureleri yutar. Dalgaların arasından Pharavono, Sinpetra’nın yanı başında bir mağarada duran taştan bir puta doğru ellerini açar, fakat bunu fark eden Sinpetra bir yıldırımla putu yok eder. Sadece birkaç Pharavunure kurtulmayı başarır ve Zagrebo’ya ulaşır. Burası, onların sonradan tüm dünyaya yayılacakları merkez olacaktır. İşte o zamandan beri, onların soyundan gelenler durdurak bilmeksizin bütün dünyada doyanıp durmak zorundadırlar.75

Firavun Efsanesi’nin bir çeşitlemesinde, hayatta kalan topal bir kadın Şeytan’a bir erkek ve bir de kız çocuğu doğurur. Bu çocuklar, Çingeneler’in atalarıdır.76 Başka çeşitlemelerde ise, hayatta kalanlar bir kaz tarafından denizin karşı kıyısına geçirilir,77 üstelik Aziz Basilius da kurtarıcılarıdır.78

Sırbistan’daki Çingenelerin İslam dinindeki biçimiyle Firavun diye adlandırdıkları Firavun’un, başka çeşitlemelerde kendi babasını öldürdüğü79 ya da Tanrı’ya benzemek için yüksek bir kulede yaşadığı ve davul çalarak göğü gürlettiği ve bir elekten su dökerek yağmur yağdırdığı80 söylenegelir.

İncil’deki öyküye benzerlik gösteren bir Rusça aktarımda ise, Tsyganka adında bir Yahudi olan Pharavono’nun karısı, zulme uğrayan İbraniler’i (ya da Yahudiler’i) desteklediği için zalim kocası tarafından dokuz kilidi olan bir hapishaneye atılır. Hz.Musa’yı, halkıyla birlikte Kutsal Toprakları araması için sıkıştırır. İkiye ayrılmış olan denizin içinde yaşamlarını yitiren Mısırlılar Balık İnsanlar’a dönüşürler.81

Tsyganka daha sonra bu dokuz kilidi kırar ve uzun bir yolculuktan sonra Besarabya’ya ulaşır ve orada bir erkek çocuğu doğurur. Bu oğul bir Moldavyalı ile evlenir ve bu evlilikten olan çocukları sayesinde Çingenelerin atası oluverir. –Firavun Efsanesi’nin yayılmasına katkıda bulunan bir husus ise, Firavun adının bütün Çingene lehçelerinde phar-, pharav- ‘ayırmak’ sözcüğünü çağrıştırmasıdır.

Macaristan ve Transilvanya’da yaygın olan ve Pharoves ‘ayırıyorsun’ sözcüğüyle başlayan Çingene şarkısı, Pott’un tahmin ettiği gibi Çingenelenin Mısır’daki yurtlarını anımsatan acıklı bir ezgi olmayıp,82 düpedüz müstehcen bir anlama sahiptir.83”

75 Zanko, s.28-35.
76 Bkz. P.Thiomir Gjorgjević, JGLS üçüncü seri, 13, s. 28 (altı değişik Sırpça çeşitleme).
    A.Petrović, JGLS üçüncü seri 19, s. 112 (Sırpça).
    H.Carnoy ve J.Nicolaïdes, Folklore de Constantinople (Konstantinopolis Folkloru) (=Collection Intern. De la Tradiction, c. XII-XIII), s.14
    (Türkçe, erkek kardeş Çin ve kızkardeş Guian’ın birleşmeleri sonucunda Çinguianeler doğar; Tufan söyleni yer almamaktadır; kardeşler
    arasındaki ensestin nedeni şeytandır; şeytanın amacı bir büyü makinesini çalıştırmaktır.)
    W.R. Halliday’in Mrs. Blunt alıntılaması JGLS üçüncü seri, 1, s.174 (aynı sözlü gelenek).
    Petrović a.g.e. (2.aktarım).
77 Gjorgjević a.g.e., s.27.
    EMU VIII, II.Bölüm, s.83.
78 Gjorgjević EMU VIII, II.Bölüm, s.83, 84, 85 (Sırpça ve Rumence) = JGLS üçüncü seri, 13, b.27.
79 Petrović a.g.e..
    Gjorgjević EMU VIII, II.Bölüm, s.82.
80 M.Hasluck JGLS üçüncü seri, 16, s.117 (Arnavutça).
     Petrović a.g.e. (Sırpça).
81 A.Gjermano, JGLS üçüncü seri, 17, s.130-132.
82 ZDMG 3 (1849), s.327.
83 Wlislocki, ZDMG 51 (1879), s. 485-498.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

 Hastalık Cinleri

Dokuz Hastalık Cini, Periler Kıraliçesi Ana’nın Loholičo-Kıralı ile olan evliliğinden olmuştur (Kešali; Loholičo). Hastalık Cinlerinin tek tek isimlerini Wlislocki’nin zamanında artık yalnızca Türkiye ve Sırbistan’daki Çingeneler bilmekteydi; Macaristan ve Transilvanya’daki Çingenelerse onların adını bilmiyordu. Galiçya ve Rusya’daki Çingeneler ise farklı olarak ana babalarının başşeytan ve sekiz ayaklı bir keçi90 olduğunu belirtmişlerdir. Bu keçi, her ayağından bir cin ve dokuzuncusunu da kuyruğundan doğurmuştur. Bu dokuz cini dünyaya gelişlerine göre şu biçimde sıralayabiliriz:91

1- Melalo (Kirli). Koyu gri tüyleri ve keskin pençeleri olan iki başlı ufak bir kuş biçimindedir. Uçarken etrafına zehirli, uyuşturucu bir sis yayar ve böylece insanların üstüne hastalık, yokluk ve kederin çökmesine yol açıp insanları çılgınlık, cinayet ve hırsızlığa iter.

2- Lili (Balgamlı). Melalo’nun kızkardeşi ve karısı olup, onunla çok sayıda ufak cin dünyaya getirmiştir. Ufak sümüksü bir balık görünümünde olup, “balgamlı hastalıklara” (grip, ingin, dizanteri) yol açar. Ama onu, cinsel ilişkiye girmeden önce, içinde bir balık pişirilmiş olan eşek sütünü kocası onun karnına doldurduktan sonra dünyaya getirdi.

3- Thulo (Şişko). Ufak, dikenli bir küre biçiminde olup, hamile kadınların karnına sızmakta ve büyük acılar çekmelerine yol açmaktadır. Vaktiyle Loholičo-Kıralı, Melalo’dan kendisiyle düşüp kalkabilmek için Ana’yı unutmasını istemişti.  Melalo, kıralın bu isteğini, onun bütün hamile kadınları avlayan bir çocuk yapacağına dair söz vermesine karşılık yerine getirmiş ve kırala bir geyikböceği ve bir yengeç yemesini önermişti. Bunun üzerine de Thulo dünyaya gelmişti. Daha bebekleri dünyaya gelmeden bütün hamile kadınların ölmeleri üzerine, Kešaliler kıraliçeleri Ana’dan Thulo’yu ortadan kaldıracağına, ona da eziyet etsin diye Melalo’nun karısı Lili’nin yanına yolladı. Bunun üzerine Melalo, annesinden bir kız çocuğu daha doğurmasını ve hamile kadınları rahatsız etmemesi için onu Thulo ile evlendirmesini rica etti. İşte bu kızın adı Tharidi idi.

4- Tharidi (Ateşli). Ufak, sık tüylü bir kurtçuk görünümünde olup, hamile kadınların karınlarında birkaç —>Saç teli bırakarak, onların ateşlenmelerine yol açar. Fakat erkek kardeşinin yaptığı gibi onları işkence yaparak öldürmez. Tharidi, sayısız cinin annesidir.92

5- Šilali (Soğuk.) Sayısız ayakları bulunan beyaz bir fare biçiminde olup, “soğuk titreme nöbeti”ne yol açar. Šilali Melalo’nun annesini kızdırmak için, babasına annesinin yemeğinin içine önceden üstüne tükürmüş olduğu bir fare koymasını söylemesi üzerine dünyaya geldi. Ana hastalanır ve su içer. Ağzından bir ayaklı beyaz bir fare çıkar. Ana’yı hararet basar, fakat farenin vücudunun üzerinden geçmesiyle birlikte üşümeye başlar. Bunun üzerine çocuğunu kovar ve onu lanetleyerek, dünyanın her yerine soğukları yaymaya mahkum eder. Šilali kendine bir koca arayarak dünyayı dolaşır durur. Erkek kardeşi Melalo’nun kendisini doğumundan ötürü alaya alması üzerine, gizlice onun bütün çocuklarını hastalandırır. Çok geçmeden diğer kardeşlerinin de peşine düşer ve böylece insanlar huzur içinde yaşamaya başlar, çünkü artık hiçbir cin yuvasından dışarı çıkamamaktadır.93

6- Bunun üzerine Melalo, üzerine işemesi ve sonra da karısına yedirmesi için babasına sarımsak verir. Babası söyleneni yapar ve bir süre sonra Ana’dan Bitoso (Oruçlu) adında bir oğlu dünyaya gelir. Bu çocuk daha sonra Šilali ile evlenir ve onun kocası olur. Bitoso çok başlı bir kurtçuk olup, baş ve mide ağrısına, öksürük ve iştahsızlığa yol açar. Sorkulo adındaki oğlu ise baldırlarda kramp oluşmasına neden olur.

7- Lolimišo (Kırmızı Fare.) Bir fare biçiminde olup kırmızı renktedir. Uyuyan insanların vücudunun üzerinden geçerek cilt hastalıklarına yol açar. Aynı biçimde Lolimišo da, Melalo’nun annesine, çocuklarına olan hiddetinden ötürü şiddetli bir egzama baş gösterince, yaralarını farelere yalatmasını tavsiye etmesiyle, onun teşviki üzerine ortaya çıkmıştır. Hikayenin geri kalan kısmını Wlislocki “ahlaki nedenlerden ötürü” aktarmamıştır.

8- Minčeskre (Kadının Bacak Arasından Gelen). Geceleri tüylü bir böcek biçiminde uyuyanların üzerinden geçerek, frengi ve cerahatlı yumrulara yol açar. Çok sayıdaki çocuğu cilt hastalıklarına neden olmaktadır. Melalo, kardeşlerinin ailelerinin gittikçe kalabalıklaştığını fark edince, annesine dokuz gün boyunca dizlerine kadar bir gübre yığınının içine gömülmesini tavsiye eder. Annesi onun bu dediğini yaptıktan sonra Melalo tarafından uyutulur. “Bunun üzerine bokböceğinin ufak bir kurtçuğu Ana’nın karnına (minč=vulva) girer ve böylece Ana, insanlar çoğalmasın diye hep fenalıklar yapan Minčeskre’yi dünyaya getirir.”

9- Poreskoro (Kuyruklu.) Öyle çirkin bir görünümü vardır ki, doğumu sırasında Loholičo-Kıralı olan babası bile korkar. Poreskoro bir er dişidir ve kendi kendine çiftleşmektedir. Dört kedi başı, dört köpek başı, bir kuş vücudu ve bir yılan kuyruğu vardır, toprağın altında yaşamaktadır. Çocuklarıyla beraber veba, kolera ve daha başka salgın hastalıkları yaymaktadır. —>Kešaliler, kıraliçelerini nefret etmekte olduğu evlilikten kurtarmak için Loholičo-Kıralına bir pasta verirler ve onun bu pastayı yemesinin ardından Poreskoro dünyaya gelir. Kıralın Ana’yla olan evliliğinden doğan Poreskoro, gerçekten de onların boşanmalarına yol açar (—>Loholičo.) Pastanın içinde, ölüler diyarına bekçilik eden —>Köpeklere ait birkaç —>Saç teli bulunduğundan, “Poreskoro’nun dört köpek başının ilkiyle yaladığı kişi ölmekte, dört kedi başının ilkiyle dokunduğu bir kimse ise bir daha asla eski sağlığına kavuşamamaktadır.”

Çingeneler özellikle cinsel söylemleri, insani bedenselliğe ait olguları söylensel olarak imgeleştirmek için kaygısızca kullanır. Dolayısıyla bu durum, Çingenelerin, Dokuz Hastalık Cini’ne ilişkin öykülerin söylen yaratmaya yönelik imgelemlerinin uç noktasındaki bir örneğini oluşturmalarına yol açar. Bu tasarımların Çingenelerin düşünce yapılarında ne kadar derinlere kök salmış olduğunu, onların burada daha ayrıntılı bir biçimde ele alamayacağımız hekimlik yöntemleriyle olan içiçeliği göstermektedir. Örneğin, akıl hastalarının sırtını güneş henüz doğmadan bir saksağanın beyniyle ovarlardı, çünkü akıl hastalığına neden olan Melalo’nun bizzat kendisi, annesinin bir saksağan beyniyle uyutulmasının ardından dünyaya gelmişti, frengili Çingeneleri ise, Menčeskre’yi dünyaya getirmeden önce vaktiyle Ana’nın gömüldüğü gibi bir gübre yığınına gömerlerdi vb.94

90   Bkz. Hastalık Cinlerinin dokuzuncusu ve en korkuncu olarak bilinen, sekiz başlı ve yılan kuyruklu Poreskoro.
91   Bkz. 5-10.Resimler (E.Resimlerin Listesi), Çingenelere ait çizimler.
92   Thulos ve Tharidis’in eril ve dişi cinsel organları olarak yorumlanması (V.Areco, Das Liebesleben der Zigeuner (Çingenelerin Aşk
       Yaşamı), 1909, s.103), bizce bir zorlamadır ve bağlamdan kopuk olarak W.’nin yazdıklarından keyfi bir biçimde aktarılmıştır.
93   Bu konuda bilgi veren bir Sırp Çingene, şu tuhaf eklemeyi yapar: “Ve bunun üzerine insanlar yine sevindiler, çünkü Hz.İsa dünyaya
      gelmişti ve artık hastalıklar yok olacaktı! İşte hal böyleydi ve bu, insanlar için iyi, ama kötüler (kötü ruhlar) için kötüydü.
94   Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s.1-28. Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.19-21; ayrıca s.160.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


İstavroz

“Çingene dilinde (Hıristiyanlık inancındaki anlamıyla da) istavroz için kullanılan trušul sözcüğü, devel ‘Tanrı’ sözcüğünün dışında, etimolojik olarak doğrudan Hindu mitolojisine işaret eden tek şeydir. Bu sözcük, Šiva’nın üç çatallı asasını nitelendiren Skt. Triśūladan türetilmiştir.95 Dikkat çeken bir husus ise, bir truśūlun dört yıldız simgesinden biri olarak kavim reisinin nijako diye bilinen asasının üzerinde de bulunuyor olmasıdır.96

Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinde kullanılacak çivileri hazırlama görevinin bir Çingeneye verildiği, onun ise dördüncü çiviyi sakladığı ya da çaldığı, dolayısıyla iki ayağı için tek bir çivi kaldığı yolundaki hikaye çok yaygındır.97”

95 Bkz. Turner, sözlük madde no. 6058.
96 Zanko, s. 93.
     J.P. Clébert, s.142-153.
97 Zanko, s. 115 (Kalderasi).
     Wittich, Blicke in das Leben der Zigeuner (Çingenelerin yaşamına Bakış), s. 58 (Alman Sintiler).
     E.O. Winstedt, JGLS yeni seri, c.8, s.263 (Rumence’de Kazancı-Çingene).
     D.W. Picket ve G.A. Agogino, JGLS üçüncü seri, c. 39, s.73 (Rusça’da Çingene, Kalderaš).
     Clébert, Les Tziganes (Çingeneler), s.6 (Makedonca’da Çingene).
     Halliday’in Passow alıntılaması, JGLS üçüncü seri, c. 1, s. 175 (Yunan halk türküsü).

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

Kadın büyücüler

“Transilvanya’daki Çingeneler tarafından čovali ya da lače romni, gule romni (İyi kadın) diye bilinirler. Çingenelerin inancına göre, doğaüstü özellik ve güçlere sahip kadınlar bulunmaktadır. Ancak bu kadınlar, bunları çok farklı biçimlerde kazanmış olabilirler. Kimi kadınlara bu doğaüstü özellik ve güçler miras yoluyla kalmıştır. Peş peşe yedi kız çocuğu dünyaya geldiğinde, yani arada hiçbir erkek çocuğunun doğmaması şartıyla, yedinci kız çocuğu sıradan ölümlülerin sahip olmadığı güçlere vakıf olarak doğar. Örneğin, gömülü hazineleri, hatta ölülerin ruhlarını bile görebilir.

Annesi tarafından sağaltım ve büyü sanatları konusunda bilgilendirilir. –örneğin Tatula tohumu ve yılan organlarından nazarlık yapmak, ilaç imal etmek, cin kovmak, hava şartlarına hükmetmek ve hastalıkları tedavi etmek- ancak asıl gücüne, üç kız çocuğu dünyaya getirdikten sonra ulaşır. Kendisi ve kendinden sonraki kuşak için büyü yapma gücünün azalmadan aynen kalması için, bir kadın büyücü, anne, kız kardeş ve kızının ölümü halinde, birtakım katı kurallara uymalıdır. Kadın büyücü her şeyden önce, ruh, içinde banyo yapsın diye98 ölünün ayakları dibine konulan suyu içmek zorundadır, aksi taktirde ölü, büyü yapma gücünü ebediyen beraberinde götürür.

Artık yaşlanmakta olan kadın büyücüler, Ölüler Diyarı’na yapacakları o zahmetli yolculuğa hazırlanmaya başlar. Tırmanmak zorunda oldukları kayalara tutunabilmek için, el ve ayak tırnaklarını uzatırlar. Olağanüstü bilgi ve gizemli beceriler kazanmanın diğer yolu da, Phuvuš ya Ninašilerle düşüp kalkmaktan geçmektedir. Bunlar, kadın büyücülere bu büyü sanatlarını öğretmek zorundadırlar, yoksa kadın büyücüyle girdikleri gizli cinsel ilişkinin ölümcül sonuçlarından kurtulamazlar.

Bu kadın büyücülerden çok korkulur, çünkü bundan böyle vücutlarında bir Yılan taşırlar ve yılan, kadın büyücüye hakaret eden bir kimseyi sokup öldürebilmektedir. Bu tür bir kadın büyücünün ölmesi halinde, vücudundaki yılan, Nivašilerin içinde yaşadıkları unsur olan suya, yıldırım biçimi alarak girer.”

98 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.51-56.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)



Kesali

“Wlislocki, ipeksi saçlarından ötürü (keš ‘ipek’ ya da Skt. Keša ‘saç’? sözcüğünden türeme) kešali adını taşıyan orman ve dağ perileri hakkındaki inanca, yalnızca ‘Tuna Boyları, Transilvanya ve Güney Rusya’daki Çingene kavimlerinde’ rastlamıştı. Ancak bu inancın Polonya’da da mevcut olduğu saptanmıştır.99

Bu periler, içinde bulunduğumuz yüzyılın daha başlarında İngiltere’deki Çingenelerce kešalgo adıyla bilinmekteydi.100

Bu periler, Sis Kıralı’nın kızlarıdır ve üstünde yaşadıkları yüksek kayalıklardan aşağıya Saç’larını ta uzaklara kadar vadi ve geçitlerde dalgalandırırlar. Böylece sis oluşur ve –saçları bitlendiğinde ise- dolu yağar. Kış aylarını ulaşılmaz kayalıklardaki mağaralarda geçirir ve ancak ilkbaharda tekrar ortaya çıkarlar. Guguk kuşunun bunu müjdelediğine inanılır. Tıpkı ‘iyi Urmen’lerde olduğu gibi, bir Kešali yalnız tek bir adamı sevebilir; kendisinin seçtiği bu adamı yukarıya yanına çekebilmek için geceleyin altın bir halatı aşağı sarkıtır. Kešali’nin bu beraberlikten bir çocuğu olur, fakat doğduktan hemen sonra ölür. Bir süre sonra adam da ölür. Kešali, kederinden dağların daha yukarılarına kaçar ve sisten oluşan elbisesi siyah bir renk alır (Dağlar, Dağ Kültü).

Kešalilerin ancak bakire oldukları sürece insanlarla arası iyidir. Hakarete uğradıklarında çok acı bir biçimde intikam alırlar. Kešali, elinden tuttuğu bir çocuk için, çocuğun boynunda kırmızı bir çizgi biçiminde görülecek olan kırmızı bir şans ipi dokur, ya da ona kendi saçından dokuduğu küçük bir elbise giydirir. Elbise öylesine ince dokunmuştur ki, insanlar onu göremez, fakat elbise, bu hediyeyi alan çocuğa ‘şans elbisesi’ olarak yaşamı boyunca uğur getirir. Kešalilerin kıraliçesinin adı Ana’dır.101

Onun Loholičo Kıralı ile olan evliliğinden dokuz Hastalık Cini dünyaya gelmiştir. Güney Rusya’daki Çingenelerin geleneklerine göre, Kešaliler doksan dokuz yaşına bastıklarında Loholičo Kıralı ile olan bir anlaşma uyarınca kıraliçeleri tarafından Loholičolara teslim edilirler. Loholičolar ise onlarla önce cinsel ilişki kurar, sonra da onları yer (Wlislocki, Volksglauben, s.22). Balkanlar’daki Çingenelere göre, periler anne olduktan sonra bir yıl içinde kendi kendine yok olur.102

Transilvanya’daki göçer Çingenelere ait bir efsaneye göre, bu efsanenin kısaltılmış bir biçimine Polonya’daki Çingenelerde de rastlanmaktadır, babasının ölümünden sonra erkek kardeşi tarafından kovulan Leile adındaki prenses, ormanda açlıktan ölmek üzereyken bir Kešali’den üç tel saç alır ve bunun üzerine bir oğlan doğurur. Kešali daha sonra erkek kardeşinin adamları tarafından öldürülür, oğlu ise kurtulur ve Leile-Kavmi’nin atası olur.103

İngiltere’deki Çingeneler, kešalgoların ‘sisin kızları’ olduğuna inanır. Bunlar, kendilerini ‘peri dilinde’ çağırmasını biliyorsa, yolunu şaşırmış bir Çingeneye doğru yolu gösterebilir."104

99  V.K.R. von Zielinski, EMU III (1893), s. 251.
100 Ch. F. Payne, JGLS üçüncü seri 36, s. 113, (Keshalgo biçiminde yazılan) kešalgo sözcüğü, belki de çoğul biçimi kešalia, ‘kešalyanın
      yanlış duyulması ya da yanlış okunması sonucu ortaya çıkmıştır.
101 Bkz. Ahşap figür 4.resim (E.Resimlerin Listesi).
102 Wlislocki, Volksglauben (Halk İnancı), s.11.
103 Zieliński a.g.e., s.250.
104 Payne a.g.e.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Koruyucu ruh

“Sırbistan ve Türkiye’deki göçer Çingeneler, butyakengo (çok gözlü) adında ve her insanın vücudunda yaşayan bir koruyucu ruha inanırlar. Bu ruhlar, çeşitli işaretlerle insanları yaklaşmakta olan bir tehlikeye karşı uyarabilirler. İnsanları hastalandıktan zaman terk eder ve ancak o kişi iyileştikten sonra geri dönerler. Bu ruhlar insanı sağ kulağından terk eder ve sol kulağından tekrar vücuduna geri dönebilirler. Geceleri insanın vücudundan dışarı çıkar ve o kişinin malını mülkünü korurlar. Bu ruhlar, ölmüş birinin ruhunun bir parçasıdır.

Ruhun bu parçası yeryüzünde kalır ve geride kalan kişinin vücuduna yerleşir. Bu ruh, babadan en büyük oğla, anneden en büyük kıza ve büyükbabadan babanın en büyük ikinci oğluna geçer (Ruh Göçü)

Beklenmedik bir kısmet karşısında butyakengoya bir Şans Dağı’nın üstünde (Dağ Kültü) kurban kesilir."105

105 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.43-47.

Inneres Leben (İç Dünya), s.18 ve 64.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Köpek

“Köpeğin, özellikle de beyaz köpeğin, Çingenelerin folklor ve mitolojilerinde önemli bir yeri vardır. Deyim yerindeyse, bu beyaz köpek bir Çingeneye bütün yaşamı boyunca, ta ölünceye kadar eşlik eder, hatta onu öldükten sonra da korumaya devam eder.

Her Çingene grubu, eceli gelen bir kimseyi yalayarak ‘ruhun vücudu terk etmesini sağladığından’, beyaz bir köpeği kendilerine eşlik etsin diye besler. Kadın büyücü, yılan tozu üstüne yapışsın diye, beyaz bir köpeğe ölüm döşeğinde yatan hastanın topuklarını yalatır. Beyaz köpekler, Rüzgar Tanrısı’na ait kutsal Dağlar’ın tepesinde bulunan Ölüler Ülkesi’nin bekçisidirler.106

Bu Şans Dağları’nın bazılarında (Dağ Kültü), özellikle Transilvanya’da Momorod ile Alamás arasındaki dağda, havlamaları sık sık ta uzaklardan işitilen dört gözlü dişi köpek yaşamaktadır. Eğer bu köpek bir dereden su içerse, uzun süre yağmur yağar. Sabahleyin bu köpeğin dışkısına basan bir kimsenin başına talih kuşu konar. Genellikle yavrularından birini, yeni yavrulamış sıradan bir köpeğin yavruları arasına katar ve böylece diğer köpeğin yavruları da tıpkı kendi yavruları gibi uğur getiren ve gözlerinin çevresinde siyah halkalar bulunan kar beyazı birer köpek oluverir. 107

İndra’nın bekçi köpeği olan ve bütün köpeklerin anası kabul edilen Saramā ve onun dört gözlü yavruları, yani Sārameyalar hakkındaki eski Hint efsanesi ile arasında bir ilişki olabileceği yolunda Wlislocki ‘nin108 bulunduğu tahmini, Güney Macaristan’da yaşayan göçer Çingenelere ait bir masal da desteklemektedir.109

Masalda, bir kavim reisinin kızı bir kont tarafından kaçırılır ve büyük bir nehrin ortasında bulunan bir mağaraya hapsedilir. Kızın dört gözlü beyaz bekçi köpeği, onun Çingene sevgilisini sırtına alıp yüzerek nehri geçer, kontu parçalar ve mağaradaki genç kızı kurtarır. Rigveda’da (X, 109) İndra, dişi köpeği Saramā’yi, ineklerini alıp bir mağaraya gizlemiş olan haydut Panilerin yanına yollar. Saramā’nin yolda  Rasā Nehri’ni geçmesi gerekmektedir ve nehir, üzerinden bir köpeğin atlayacağı endişesiyle ona kendi rızasıyla geçit verir. İki Sārameya’nın, Ölüm Tanrısı Yama’ya ait bekçi köpekleri olduğu ve beyaz köpeklerin onlara bekçilik yaptığı biçimindeki Çingene tasarımıyla uyuşmaktadır. Çingenelerin, dört gözlü dişi köpeğin su içmesiyle yağmurların geldiğine olan inançları, Saramā’nın nehri geçerken karşılaştığı geçide işaret etmektedir. Köpeğin su içmesiyle yağmurların gelmesi, bize Pani-Öyküsü’yle büyük benzerlik gösteren Vala-Efsanesi’nde, İndra’nın mağaradan ardı sıra inekleri ve suları kurtarmasını anımsatmaktadır. Efsanenin110 bir düzyazı biçiminde, Panilerden rüşvet olarak süt alan Saramā, yanlarına gelmekteki asıl amacını onlara söyler ve döndüğünde inekleri bulamadığını iddia eder. Fakat İndra onu öyle bir döver ki, içmiş olduğu sütü kusar ve İndra’nın kendisi süt izini takip ederek, Panileri bulur ve inekleri serbest bırakır.”

106 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 280
107 Wlislocki, Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s.213.
    Ayrıca bkz. Sagen und Märchen (Söylenceler ve Masallar), s.15.
108 Wlislocki, a.g.e.
109 Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 56.
110 Bkz. H. Oertel, Journal of the American Oriental Society XIX, s.96.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)



Köpek insanlar

“Köpek İnsanların (Çing. Juklanuš; juklo, jukel ‘köpek’ + manuš ‘insan’) vücutları bir insan vücududur, fakat başları bir köpek başıdır. Sihirbaz ve cadılar, ‘vaktiyle iyi ve dürüst birer insan olan kendilerini cin türü birer varlığa dönüştürmüşlerdir’. Gruplar halinde dağlarda yaşar ve Loholičolarla ezeli bir düşmanlık içindedirler.

Onlarla geceleri ormanlarda gürültülü patırtılı bir kavgaya tutuşurlar. Köpek İnsanlar insanların iyiliğini ister ve yardımseverdirler. Saç’larının bir teli bütün hastalıkları iyileştirmektedir. Büyük hazineleri vardır ve ayrıca Sis Kıralı’nın üç altın elmasını nöbetleşe korurlar. Bir Köpek İnsan, bir bakirenin vereceği bir öpücükle yeniden bir insan başına sahip olabilir.111

Köpek İnsanları temsil eden küçük figürler, Macaristan’daki Çingeneler tarafından birer büyü fetişi olarak kullanılmıştır.112 İngiltere’deki Çingeneler Juklanash’ların Umrenler ile akraba hava cinleri olduğuna inanırlar. Bunlar, insanları ölüm tehlikesi ve diğer tehlikelere karşı uyarır, ancak yalnızca kışları bu güce sahiptirler."113

111 Wlislocki Volksglaube (Halk İnancı), s.24-26.
112 Wlislocki, Volkglaube (Halk İnancı), s. 105
    Wlislocki, Amulette und Zauberapparate der ungar. Zigeuner (Macaristan’daki Çingenelere Ait Nazarlıklar ve Büyü
      Yapma Araçları) (Globus c. LIX, Braunschweig 1891, no. 17, s.260). Ayrıca bkz. 2.Resim (E.Resimlerin listesi).
113 Ch. F. Payne, JGLS üçüncü seri 36, s. 111.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Loholico nedir?

“Loholičolar kötü insanlar olup, Şeytanla bir anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmadaki sürenin dolmasının ardından ise iğrenç, şehvetli, vücutlarının her yeri kıllarla kaplı, uzun kulakları ve çöp bacakları olan yaratıklara dönüştürülüyorlardı. Kolları, bir insanın kolundan iki kat daha uzundur. Bütün güçleri topuklarındadır. Eğer bir Loholičo’nun topuğundaki kıllar (Saç) alevden geçirilecek olursa, onu bütün gücü terk eder ve ölür.

Daha sonra şeytanlar onu yakar ve külünü, şeytanla bir anlaşma imzalamış olan daha başka adamların üzerine serper ve böylece onları birer Loholičo’ya dönüştürürler. Loholičoların karıları yoktur, kaçırmış oldukları  genç bakirelerin idrarlarıyla birer kısrağa dönüştürür ve sonra onlara cinsel ilişki sırasında ölünceye kadar işkence ederlerdi. –Loholičoların kıralının bir çift kanadı vardır ve bir yerden başka bir yere rüzgar hızıyla gidebilmektedir. Periler Kıraliçesi Ana’yla evli olup, kendisiyle olan evliliğinden dokuz Hastalık Cini dünyaya gelmiştir.

Ancak Loholičolar, bütün Kešalilerini yiyeceğiz diye onu tehdit ettikten sonra, Ana bu evliliğe razı olmuştu. Üstelik evlendikten sonra da, onunla birleşmeşi inatla reddetmişti. Kıral bu emeline ancak, karnı altın renginde bir kurbağanın tavsiyesine uyarak, onu bir saksağanın beyniyle uyuttuktan sonra ulaşabilmişti. Hastalık Cinlerinin dokuzuncusu olan Poreskoro’nun görünüşü onu öylesine korkutmuştu ki, ‘Ana’yla bir anlaşma yaparak, eğer 99 yaşına (diğer bir rivayete göre 999 yaşına) basan bütün Kešalileri kendi adamlarına teslim ettiği taktirde, bundan onu terk edeceğini bildirmişti. Ana razı olmuş ve Loholičolar kıralı onu sonsuza kadar dek terk etmişti.”

(Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s. 17; 21-24; Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 3-6; Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 25, 26)

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Mulo kimdir?

“Asıl anlamı mulo, ölü demektir (mar - ölmek fiilinin artık kullanılmayan geçmiş zaman sıfat fiili biçimidir). Daha sonra, geceleri insanları korkutan bir ölünün ruhu anlamında da kullanılmıştır.117

En ayrıntılı betimleme, H. V. Wlislocki’nin Balkanlar’daki Çingenelerin tasarımları üzerine yaptığı çalışmasında bulunmaktadır: ‘Mulo, ölü doğan bebeklerden türeyen vampire benzer bir yaratıktır. 30 yaşına kadar büyümekte ve ancak ondan sonra ‘ölüler diyarı’na geri dönmektedir… Vücudunda kemik yoktur ve her iki elinin orta parmağı eksiktir, çünkü onları mezarda bırakmak zorundadır. Eski gücüne kavuşması için, arkadaşları onun bu parmaklarını her yıl kaynatırlar. Mulolar yükseklerde, dağlarda yaşar ve geceleri çıktıkları sefer sırasında çaldıkları hazinelere bekçilik eder.’

Bir söylencede, Mulolar tarafından kaçırılmış olan iki bakire kızın Tatula tohumu yardımıyla nasıl kurtulduklarından söz edilmektedir.118

Zanko’da, Mulo tökü bir insanın gezgin ruhu anlamındadır ve yaşayan kadınlarla cinsel ilişkiye girebilmektedir.119

Orta ve Batı Avrupa’daki kavimlerde ise Mulo, yalnızca, geceleri ortaya çıkan bütün hortlak türlerini göstermek için kullanılan bir terimdir.120 Hatta E.Wittich tarafından aktarılan bir Çingene duasında, Mulo Teslis’te geçen Kutsal Ruh (devleskoro mulo) yerine kullanılmıştır.121 Yine aynı kişi, Muloların beyaz (parno mulo) ve siyah (kalo mulo) Mulolar olmak üzere ikiye ayrıldığını ve bunlardan siyah olanların daha kötü olduğunu aktarmaktadır.122 Mulo inancı, sözlü gelenek açısından çok fakir olan kavimlerde dahi en yakın zamanlara kadar varlığını koruyordu. Mulolar hakkında anlatılan sayısız korku hikayeleri, ateş başında yapılan sohbetlerin vazgeçilmez bir parçasıydı."123

117 Bkz. C. Erdös, La notion de MULO ou “mort-vivant” et le culte des Morts chez les Tsiganes hongrois (Yaşayan ölü ya da MULO kavramı
      ve Macar Çiganlarında Ölüler Kültü), ET’s 5. 1
118 Wlislocki, Volksglaube, s.37.
      Ayrıca bkz. Mulo-Märchen Volksdichtungen (Mulo-Halk Masalları) VII, no. 27-29.
119 s.22, 26. Doğu Avrupa’ya ait Lenor-Söylencesi’nin Çingenece aktarımında geçen ölü damat bir mulodur, bkz. Zanko, s.165.
      M.Maximoff, JGLS üçüncü seri 32, s.165
      Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını), s.104.
120 Bkz. Arnold, Zigeuner (Çingeneler), s.174.
      F. de Ville, Tziganes, Témoins des temps (Çiganlar, Tarihin Tanıkları) (1956), s.116.
121 Bilcke in das Leben der Zigeuner (Çingenelerin Yaşamına Bakış), s. 65.
122 JGLS üçüncü seri, 8, b. 104.
123 Bkz. J. Knobloch, Gypsy Tales concerning the mulo (Mulo Hakkında Gypsie Öyküleri), JGLS üçüncü seri, 32, s. 124.
        Çingene yazar M.Maximoff’un aktardığı öyküler JGLS üçüncü seri, 28, s.82, 29, s.55.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


Müjde

“Çingeneleri yurtsuzluğa mahkum eden bedduanın uzak bir gelecekte gücünü kaybedeceğine dair bir müjde, gariptir ki pek az belgelenmiştir. F. De Ville124 bu tür müjdelerin bulunduğu Aumônier national des tziganes en France, Peder Fleury S.J., Belçikalı Çingenelerin Balibach’ı ve Romanichel Kako Chaudy’yi (Sara) kaynak olarak göstermektedir.

Bütün bu kaynaklara göre, tıpkı Yahudiler gibi Çingeneler de kendilerini seçilmiş bir halk olarak görürler. Bu halk, günün birinde dünyaya özgürlük ve kardeşlik üzerine kurulu bir altın çağ getirecektir. Bedduanın belli bir süreyle sınırlandırılması konusundaki yegane açıklama, Kako Chaudy’nin Firavun Efsanesi ve Kutsal Aile Efsanesi’ni anlattığı aktarımda geçer. ‘Deux mille ans d’errance en punition de notre crime’ (İşlediğimiz suçun cezalandırılmasının üzerinden iki bin yıl) geçmelidir ve ‘Le pardon viendra après deux mille ans et notre Faraono, noyé dans la Mer Rouge, ressuscitera et prendra le commandement des nôtres’ (Af iki bin yıl sonra gelecek ve bizim Kızıldeniz’de boğulan firavunumuz tekrar vanlanacak ve başımıza geçecek).

Norveç Alako Efsanesi’nde, onun Zafer Tanrısı olarak Çingenelere günün birinde nihai zaferi kazandıracağı ve onları kendi asıl vatanlarına geri götüreceğinden bahsedilir."

124 F. De Ville, s.70.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Nivasi

“Nivašiler erkek su cinleri olup, şişkin vücutları, at toynakları, kızıl saçları ve sakalları vardır.125 İnsanları köprüden aşağıya çeker, onları suda boğar, ruhlarını çömleklere hapseder ve yalvarıp yakarmalarını dinleyerek eğlenirler. Nivašiler yalnız kadınlarla cinsel ilişkiye girerler. Bir Nivaši’ni, uykudayken birlikte olduğu bir Çingene kızı, bir Kadın Büyücü’ye dönüşüverir. O andan itibaren karnında bir Yılan besler ve Nivaši tarafından sağaltım sanatının bütün gizlerini öğrenir. Nivašilerin kendileri, şifalı bitkileri yıldırımlardan almış, onlar ise bu bitkileri Tüm-Tohumlar-Ağacı’ndan (Ağaç Kültü) çalmışlardır. Su cinlerinin dişi biçimini ise Nivašiler’in kızları oluşturur. Kendileri çok güzeldir ve elbise görevi gören gür Saç’larının dışında, yalnız bir çift kırmızı ayakkabı giyerler. Göllerin dibinde muhteşem saraylarda yaşarl ve ayanlarına ölümlü insanoğulları alırlar. Bir Nivaši kızının ilk doğan erkek çocuğunun hiç kemiği yoktur ve doğduktan hemen sonra yürüyüp yüzebilmektedir. Daha sonra o bir Nivaši olur.  Ardından, Nivaši kızı iki kız çocuğu daha dünyaya getirir. Ancak bunların kemikleri vardır ve kendileri birer Nivaši oluverirler. Sonra ise, bu Nivaši kızı kocasıyla birlikte ölmek zorundadır ve Şeytan gelip onu alır. Erkek Nivašiler yaşlandığında, arkadaşları tarafından yenir. Eğer genç bir insanoğlu, mehtaplı gecelerde çayırlarda dans eden Nivaši kızlarından birini Tatula tohumu ile büyüleyip ayağından ayakkabılarını çıkarmayı başarırsa, sadık bir hayat arkadaşı kazanmış olur. Nivašiler, Wlislocki’nin126 ayrıntılı betimlemelerinin dışında, sadece Polonya’daki Çingenelerin inandıkları varlıkların kısa bir listesinde (karşılık olarak verdiği anlamlar ‘cüce, beberuhi’127 şüphesiz yanlıştır) ve Ch. F.Paynes’in İngiltere’deki Çingeneler hakkında verdiği bilgilerde yer almaktadır.128

İngiltere’deki Çingenelere göre, Nivašiler açık yeşil renkte genç kızlar olup, durgun suların dibinden su yüzüne çıkarlar. Kendilerini gün ışığında gören bir kıza şans ve ay ışığında görene ise felaket getirirler. –Wlislocki, Çingenelerdeki Nivašiler ile Hintliler ve Yunanlar’da görülen beygir biçimindeki sağaltıcı yaratıklar arasındaki o tuhaf benzerliğin farkındadır."129

125 Bkz. Büyü fetişi olarak kullanılmak üzere ahşaptan oyulmuş figür; 5’ten 10’a kadar olan resimler.
126 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.31-35.
      Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını) VII, no. 21-24 (Nivasi Masalları).
127 Zielinski, s.251.
128 Payne, JGLS üçüncü seri 36, s. 110.
129 Wlislocki, Zur Volksglaube (Halk İnancı), s. 57.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Ölüler Ülkesi

“Wlislocki’ye göre, Orta Avrupa’daki Çingenelerin Ölüler Ülkesi, Rüzgar Dağları’nda bulunmaktadır (Dağ Kültü).130 Transilvanya’daki Çingenelere göre bir ölü, ancak vücudu çürüdükten sonra ölüler diyarına doğru yola çıkabilir. Ruh, bu yolculukta birbirleriyle çarpışan dokuz dağın yanından geçmek zorundadır.

Ardından yolunu bir yılan keser ve sonra buz gibi bir rüzgarın estiği on iki çölden geçilir. Bu sırada ölü, üstündeki elbiseleri ve çarşafı yakarak, bu soğuk rüzgardan korunmaya çalışır. Bir insanın öte dünyadaki yaşamı, onun ölümlü dünyadaki yaşamının aynısıdır.131

Hangi kavimlerde rastlandığına ve ne ölçüde bir bütün oluşturduklarına hiç değinmeden- M. Block daha başka bilgiler eklemiştir. Ölüler Ülkesi’nin bir dağın üstünde bulunduğu ve dokuz beyaz Köpek tarafından korunduğu biçimindeki tasarımı, M. Block herhalde Wlislocki’den devralmıştır. O da bunu, bir insanın Ölüler Ülkesi’ne yaptığı yolculuğun anlatıldığı bir masalda betimlemektedir.132

Daha başka bilgiler ise, M. Block’un kendi araştırmalarına dayanıyor görünmektedir: İki ay boyunca karanlıkta yapılan bir yolculuğun ardından, ölünün karşısına çıkan insan eti yiyen kara derili imparatorun sarayı; üzerinde insanların yaşadığı dünyanın bir ucunda yer alan ve içinden geçerek ölüler diyarına ulaşılan delik; tıpkı at gibi nallanmış ve bir arabaya koşulmuş olan iki horoz; Ölüler Ülkesi’ne gidecek olanlar yolculuğa bu arabayla çıkmak zorundadır.133

Yaşayan bir insanın, Ölüler Ülkesi’ne yaptığı yolculuğun ele alındığı hayal ürünü bir betimleme Zanko’da da mevcuttur (Proroe ve İlia).”

130 Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s. 57.
131 Wlislocki, Zur Volkskunde der transilvanischen Zigeuner (Transilvanya’daki Çingenelerin Halkbilimi Üzerine), s.29.
132 A.g.e., s. 31 = Märchen und Sagen (Masallar ve Söylenceler), no. 25
      Ayrıca bkz. Wlislocku’de geçen dokuz dağ ve Transilvanya’daki göçer Çingeneler arasında yaygın olan, ölüm döşeğinde yatan bir kimseyi beyaz bir köpeğe yalatmak suretiyle onun ölümünü kolaylaştırma geleneği (Inneres Leben (İç Dünya), s. 280).
133 Zigeuner (Çingeneler), s. 183.
      Ayrıca bkz. Wörterbuch der Mythologie (Mitoloji Sözlüğü), c. IV, İran, s. V. Hund (Köpek).

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Phuvus

“Phuv ‘toprak’ ve manuš ‘insan’ sözcüklerinden oluşmakta. Bunlar, vücudu sık kıllarla kaplı ufak, çirkin yaratıklar olup yerin altındaki şehir ve köylerde yaşarlar. Genelde iyi yürekli ve minnettardırlar, ancak kadınları kaçırmaktan da hoşlanırlar. Yaşamları, kara bir Tavuk’un yumurtası içinde saklıdır. Eğer yumurta suya atılırsa, Phuvuš ölür ve bir deprem meydana gelir. Phuvušlar toprağın yüzeyine çıktıklarında ise, başlarındaki üç sırma Saç teli bir şapkayla örtülmediği sürece görünmez olur. Phuvušların vücudundan koparılacak bir kılla taşları altında dönüştürmek mümkündür. Isırgan otu Phuvušlarca kutsal kabul edilir, çünkü şehirlerine giden yolların girişini gizleyen büyük taşların etrafını bu otlar sarmaktadır.

Toprağın yüzeyine çıktıklarında yanlarında bir kırmızı, bir de beyaz yumurta taşırlar. Kırmızı yumurtayla dokunduklarında, girişi kapayan taş yana çekilir; beyaz olanı ise bir güneş gibi parlayarak önlerinde yuvarlanır ve karanlıkta Phuvušlara şehirlerine giden yolu gösterir.134

Phuvušlar da tıpkı Nivašiler gibi Kadın Büyücüler’in öğretmenidir.135 Phuvušların ahşaptan yapılmış kaba figürleri birer büyü fetişi olarak kullanılır.136 Transilvanya ve Polonya’daki Çingeneler’e göre, Kukuja-Kavmi’nin atası bir Phuvuš’tur. 137 Ch. F. Payne’nin İngiltere’deki Çingeneler üzerine tuttuğu notlarda, Phuvušlar bir yer icini ya da cüce olarak betimlenmektedir. Onlara yalnızca, ıssız bölgelerde tek başına yolculuk eden kimseler rastlayabilmektedir."138

134 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.29-30
       Ayrıca bkz. Phuvuš, Märchen Volksdichtungen VII, no. 14-17.
135 Wlislocki, EMU II (1891), s. 33-38.
136 Bkz. 1.Resim (E.Resimlerin Listesi).
137 Wlislocki, Volksdichtungen (Halk Yazını), s. 181, no. 3.
       Zieliński, s. 251 (Şeytan Fuvus).
138 Payne, a.g.e., s. 111 (Purush biçimindeki telaffuz, asıldaki Puvush’un yanlış biçimde okunması sonucu
       ortaya çıkmış görünmektedir.)

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Proroe ve İlia

“Zanko tarafından Kalderašlar hakkında aktarılan bir öyküdeki söylensel kahramanlardır. Bir çiftçi olan İlia, değirmenden eve dönerken Şeytan’larla (beńga) karşılaşır. Bunlar kendisiyle alay edip kışkırtarak, yokluğu sırasında karısının başka bir erkekle birlikte olduğunu söyler. Karanlıkta evine girince, sözüm ona sofada birlikte uyuyan o çifti öldürür. Ancak yatak odasında karısını görmesiyle irkilir ve öğrenir ki, o sıcaklardan dolayı sofada yatmış olan kendi anne babasını öldürmüştür. Mum ışığında karısıyla birlikte  gözyaşı dökerken pencereyi güvercinler tıklatır ve kanatlarından koparacağı tüyleri ölülere sürmesini tavsiye ederler. Bunun sonucunda ana babası tekrar yaşama döner ve Proroe adındaki babası oğluna bir dilekte bulunmasını söyler. Oğlu, bengaları avlayabilmek için bir mızrak, bir de yıldırım ister.

Onları suda, karada ve havada kovalar; ne zaman bir şeytan öldürse, yeryüzünde bebekler ölü doğar ve yangınlar çıkar. Oğlunun bu çılgınlığına bir son vermek için Proroe, karısının tavsiyesi üzerine oğlu İlia’nın önce bir kolunu, sonra da bir bacağını kaybetmesini sağlar. Ne ki İlia’nın bir gözünü de yitirmesine yol açtıktan sonra, o yine şeytanları kovalamaya devam der; ama buna rağmen dünya eski dengesine tekrar kavuşur.139

-H. W. Haussig’in belirttiğine göre, bu söylencenin kökeni Byline’de geçen Ilja Muromez’e ait eski bir Rus öyküsüne dayanmaktadır. Bu söylence Alman diline, ta Orta Yüksek Alman Yazınına –Ortnit Söylencesi olarak girerken, Haussig’e göre Çingeneler bu söylenceyle ancak 19.yüzyılda tanışmıştır. –Martin Pfeiffer, Proroe ve İlia’nın adlarının Slavca’daki ‘prorok İlija’ya (İlyas Peygamber) dayanabileceğine  ve Fransızca kaynakta –k son sesinin yerine –e sesinin aldığına dikkat çekmektedir.

Ancak  asıl kaynağın hangi dil olduğunu belirlemek pek mümkün değilmiş, çünkü (Eski Slav dillerinin çoğunda –gerek Güney Slavca, gerekse Batı ve Doğu Slavca’da- peygamber anlamına gelmekteymiş. Cins isim ve özel ismin yan yana bulunuşu belli ki farklı bir biçimde algılanmış ve bu durum iki ayrı şahsın ismi olarak yorumlanmış.

Bir başka öyküde ise Zanko diğer bir İlia’dan söz eder. Bu, yer altı dünyasından gelmiş ve iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandırmak için yeryüzünde dolaşıp duran bir hakimdir. O, yedi kayınbiraderinden en büyüğünün kendisini ziyarete gelmesine, Arafları ve Cennetleri dolaşmasına izin vermektedir."140

139 Zanko, s. 95-103
140 Zanko, s. 103-110.
    Ayrıca bkz. Ölüler Ülkesi

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Ruh göçü

“J.H.Schwicker’e göre, Macaristan ve Transilvanya’daki Çingeneler, öldükten sonra dirileceklerine inanmamaktadır. Onların inancına göre, ruh önce bir kuşun, oradan da bir Çingenenin vücuduna yerleşmektedir.141 İngiltere’deki Çingeneler guguk kuşuna dokunmazlar, çünkü onlara göre o, yeniden doğuşu gerçekleştirmek için çabalayan bir Çingenenin ruhundan başka bir şey değildir.142

Ayrıca G.H. Borrow da, üstelik yalnız İngiltere’deki Çingeneler değil, İspanya ve Türkiye’deki Çingeneler arasında da, atalarının ruhun reenkarnasyonuna (yeniden canlanmasına, b.n.) inanmış olduklarına ilişkin silinmeye yüz tutmuş izlere rastlamıştır.143 Macaristan’daki Çingenelere ait bazı şarkılar bu durumu desteklemektedir.144 (Koruyucu Ruh).”

141 Die Zigeuner in Ungram und Siebenbürgen (Macaristan ve Transilvanya’daki Çingeneler), s.149.
142 Payne, s.111
143 G.H. Borrow, The Zincali or an Account of the Gypsies in Spain (Zincailler ya da İspanya’daki Gypsielerin Bir Anlatısı) (1841), c. I, s. 221, s. 91.
144 C. Erdös, ET’s 5, s. 1

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


                       



Rüzgar Kıralı kimdir?

“Rüzgar Kıralı, Yer ve Gök’ün beş oğlundan en güçlü olanıdır. En yüksek dağlar (Dağ Kültü) ona aittir. Bu dağlardan biri de Kedi Dağı’dır. Öldükten sonra, günahkar insanların ruhları birer kara kediye dönüştürülmüş olarak bu dağda cezalarını çeker ve ancak ondan sonra Ölüler Ülkesi’ne girmelerine izin verilir.

Kara kediler bazen de insanlarla birlikte yaşar ve öyle yaptıklarında da, insanlar kimi zaman kapılarının önünde parıldayan bir taş buluverirler. Çingenelerin inancına göre, bu taşın bütün kilitli kapıları açabilme gücü bulunmaktadır ve dokunduğu bütün materyaller altına dönüşmektedir.145

Rüzgar Kıralı, ayrıca yıldırım taşlarının oluşmasını sağlar. Bu taşlar, kardeşi Güneş Kıralı’na, insanlara şans getirme ve kehanette bulunma gücü verir. Rüzgar Kıralı ve çocukları, Ateş Kıralı’nın çocuklarını, yani yıldırımları sık sık önlerine katıp kovalar. Bunlar eve dönüş yolunu şaşırıp yeryüzüne düşer ve düşer düşmez de taşa dönüşerek, toprağın ta derinlerine inerler. Dokuz yıl geçtikten sonra tekrar toprağın yüzeyine çıkar ve kendilerini bulan kişiye şans getirirler. Eğer o kişi bu taşı Güneş Kıralı’na ait dağlardan birinde bulacak olursa, bu durumda onu yalnız nazarlık olarak değil, ayrıca kehanet taşı olarak da kullanabilecektir.”

145 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s.71.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)



           



Sara kimdir?

“Efsaneye göre M.S. 41 yılında Filistin’de, Maria Magdalena ve havarilerden Yakup ve Yahya’nın anneleri Maria Jacobäa ve Maria Salomäa, dümeni ve yelkeni olmayan bir gemiyle denize bırakılır. Daha sonra gemi Provence kıyılarına vurur. Esmer tenli bir Mısırlı olan Sara, havarilerin annelerine hizmetçi olarak eşlik etmektedir. Kendisi, (1200 yılında kurulmuş bir kilise olan) Les Saintes-Maries-de-la-Mer Kilisesi’nde Çingeneler tarafından bir azize olarak görülmektedir.

15.yüzyıldan bu yana her yıl 24 Mayıs tarihinde ziyarete gelen cemaatten başka, dinsel alaya katılmak üzere özellikle Fransız Çingeneleri büyük gruplar halinde akın ederler. İçinde Azize Mariaların kemikleri ve heykelleri bulunan büyük sandal, çiçeklerle süslü halatların ucunda kulenin penceresinden aşağı sarkıtılır ve Çingeneler tarafından, vaktiyle bu küçük kayığın karay vurduğu sahildeki o yere taşınır. Oradan denize indirilir ve Aix Başpiskoposu denizi kutsar. Çingeneler bir önceki geceyi, Sara’nın kemikleri ve heykellerinin muhafaza edildiği kilisenin yer altı mezarlığında sıkışık bir vaziyette geçirirler.

Onun resmine dokunabilmek ve öpebilmek için çabalarlar. Tıpkı Azize Mariaları taşıdıkları gibi, 1935 yılından itibaren onu da denizin kıyısına taşımalarına izin verilir.146

Sara’nın saygı görmesinin nedeni muhtemelen, tıpkı Firavun Efsanesi ve Çingeneler ile Kutsal Aile hakkında anlatılan öykülerde olduğu gibi, onun Mısır’a kadar uzanan o efsanevi kökenine dayanmaktadır. Fakat belirsiz olan husus, başlangıçta önemsiz bir kişiyken, onun Çingenelerin azize kabul ettikleri bir şahsiyete ne zaman dönüşmüş olduğudur. Yine Saintes-Maries-de-la-Mer’de geçen bir başka Sara-Söyleni’ni 1956 yılında Frans de Ville yayımlamıştır. Bu söylen, Kako Chaudy adında yaşlı bir Romanichel Çingenesinin, Robert Henry de Waterloo adında bir kişiye sözlü açıklamada bulunması ve onun da aldığı notları F. De Ville’ye göstermesi sonucu ortaya çıkmıştır. Buna göre, Hz.İsa’nın doğduğu yıllarda Rhône Irmağı’nın ağzında metal işleyen ve ticaretle uğraşan Çingene kavimleri yaşarmış. Bunlar çoktanrılı bir dine inanır ve yılda bir kez Ishtary’nin (Astarte) heykelini omuzlarına alarak, denizi kutsaması için sahile taşırlarmış. Bu kavimlerden birinin lideri, mistik bilgelere sahip olan Sara-la-Kālï’dir. Kendisine vahiy yoluyla, eğer sahilde görünecek olurlarsa, Hz. İsa’nın ölümü sırasında hazır bulunmuş olan kadın azizelere yardım etme görevi verilir. Sara, onların büyük bir sandalın içinde yaklaşmakta olduklarını görür. Deniz kabarır ve sandal batma tehlikesi geçirir. Sara üstündeki elbiseyi dalgalara fırlatır, bir sala biner gibi elbisesinin üstüne çıkar ve akıntıya kapılarak azizelerin yanına kadar sürüklenir ve karaya çıkmalarında onlara yardımcı olur. Azizeler Sara’yı takdis eder ve Gadje ve Romlar arasında Hıristiyanlığı yayarlar. Yaşlı Çingenenin sözleri Azize Sara-la-Kālï’ye her yıl Camargue’de hürmetlerimizi sunarız’ diye son bulur."147

146 Bkz. André Delage, Les Saintes-Maries-de-la-Mer. Des Origines de la tradition des Saintes à nos jours, ET’s 2, no. 4, s. 3-30, ekinde Fr.
      Lang’ın ayrıntılı kaynakçası, s. 30-36. Arnold, Die Zigeuner (Çingeneler), s. 164 170 J. Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s. 78-80.
147 J. P. Clébert, Das Volk der Zigeuner (Çingene Halkı) (1964), s. 172.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Sis Kıralı kimdir?

“Yerin ve Göğün beş çocuğundan biri ve Kešalilerin babasıdır. Dağların tepesindeki gri evinin önünde, üstünde üç altın elma olan bir ağaç vardır. Köpek İnsanlar, bu ağacın başında sırayla nöbet tutar. Bu elmalardan ilkine sahip olan insan zengin, ikincisine sahip olan mutlu (Ay), üçüncüsüne sahip olan da daima sağlıklı olur. Elmalar dalından koparıldıkça, yerine hep yenileri hep yenileri bitiverir.148

Transilvanya’daki Çingeneler’e ait bir masala göre, Sis Kıralı’nın sırma saçlı karısı, sevmesini öğrenmek için günün birinde (aşağıya) insanların yanına iner. Genç bir delikanlıyla evlenir ve ona yirmi çocuk doğurduktan sonra dağlara geri döner. Sarışın insanların kökeni işte bu çocuklara dayanmaktadır.149

Başka bir masala göre ise, Sis Kıralı’nın dört güzel kızı vardır. Bu kızlardan biri bir insanoğlu tarafından kaçırılır ve Güneş Kıralı’na teslim edilir."150

148 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s. 12, 25
149 Wlislocki, Sagen und Märchen (Söylenceler ve Masallar), no. 2
150 a.g.e., no. 8.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)



Şeytan kimdir?

“Bütün kavimlerin bilinen beńg, çoğul beńga adı, Grierson tarafından Skt. Vyańga ‘sakat’ sözcüğünden türetilmiş 152, Turner tarafından ise ‘kurbağa; benekli’ anlamına gelen Yeni Hintçe sözcüklerle (Hindu bĕg, Bengalce vyān, ben vb. < Skt. Vyanga) ilişkilendirilmiştir.153

Paspati, Çingenelerin Aziz Michael’e ait Hıristiyanlık resimlerinde, şeytanın bir ejderha biçiminde tasvir edildiğini gördükten sonra, şeytanı kurbağa anlamına gelen sözcükle adlandırmış olabileceklerini tahmin eder.154 Dravidce’de Tanrı, şeytan ve cin yerine kullanılan sözcüklerle arasında bir ilişki olması daha olasıdır. Ses benzerliği ve Bhil diline (Yer ve Gök) olan yakınlığından ötürü Gondi dilindeki pēn, çoğul pēnk Tanrı sözcüğü dikkat çekmektedir. Ayrıca bkz. ‘Tanrı, ruh’ anlamına gelen Kui dilindeki pēnu, çoğul pēnga ve venu, çoğul vēnga çeşitlemesine, Çingene sözcüğünün anlamı için bkz. Tami dilindeki pēy ‘şeytan, cüce cin’, Malayların dilindeki pēna ‘cin, hayalet’ vb.155

Munda dilindeki (Santali vb.) bonga ‘put, kötü cin) ile arasındaki bir ilişki olabileceği yolunda H.J.Pinnow’un tahmini daha az olasıdır, çünkü akraba dillerden gelen bütün sözcüklerde (Hintçe’nin dışındaki austro-asya dillerinde de) e yerine o bulunmaktadır.156

Zanko’ya göre, Çingenelerin şeytanı Hıristiyanların Şeytanı kadar kötü değildir. Hatta o, Tanrı7nın yoldaşıdır ve tıpkı onun gibi topraktan yaratılmıştır.157

Ormanda yaşar ve geceleri insanları korkutur.158 Sık sık Tanrı ile iddiaya tutuşur, fakat daha başta insanoğlunun yaratılışında olduğu gibi, hep yenilir (Dünyanın Yaratılışı…) K.Otter, Viyana’daki Çingenelrin melek benzeri bir varlık olan ‘iyi şeytan’ (‘lascho’, yani lačo beng) ile ‘kötü şeytan’ yani gerçek şeytan diye bir ayrıma gittiklerinden söz eder.159

Sözlü gelenek açısından fakir sayılan Batı ve Orta Avrupa’daki Çingenelerin beng tasarımı, halkın Hıristiyanlık anlayışındaki şeytan tasarımıyla büyük ölçüde özdeştir."160

152  JGLS eski seri 1, s.118.
153  Comparative Dictionary (Karşılaştırmalı Sözlük) madde no. 12 159.
154  E. G. Paspati, Études sur les Tchingnianés ou Bohemiens de l’empire Ottoman (Osmanlı İmparatorluğu’nda
       yaşayan Çingeneler ve Bohemler Üzerine İncelemeler), (1870), s. 169.
       Ayrıca bkz. J. Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s. 85.
155  Bkz. T.Borrow ve M. B. Emeneau, A. Dravidian Etymological Dictionary (Dravidce Etimoloji Sözlüğü (1961),
     madde no. 3635 ve 4550.
156  Versuch einer historischen Lautlehre der Kharia-Sprache (Kharia Dilinin Tarihsel Sesbilgisi Üzerine Bir Çalışma) (1959), s.116.
157  Zanko, s. 22
158  Zanko, s. 22.
       M.Maximoff, JGLS üçüncü seri 10, s. 115.
160  Ayrıca bkz. R. Fr. V. Kittlitz, Die Zigeuner (Çingeneler) (1855), s. 380.
     J. Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s.85.
       F. de Ville, Tsiganes (Çiganlar) (1956), s. 115.
     Petrovic, JGLS üçüncü seri, 16, s. 19 .
     Liebich, Die Zigeuner (Çingeneler), s. 32.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)



           



Tanrı nedir?

“Tüm Çingene kavimlerinde, en yüksek varlığı nitelendiren devel ya da del sözcüklerine rastlanmaktadır. Küçültme ifade eden deloro biçimiyle de karşımıza çıkan bu sözcük, (‘Tanrı’ anlamına gelen deva’dan türeme) Skt. Devatã ‘Tanrısallık’ sözcüğüne dayanmaktadır.161

Bir Sırp Çingenenin, sarhoşluk anında Rahip Tihomir Gjorgević’e ifşa ettiği söylenen162 Tanrı’nın, sözüm ona gizli adı olan Mraden Oro, m’ro deloro ‘sevgili Tanrım’ sözünden başkaca bir şey olmasa gerek. Bu sözcük eski Roman dilinde, ‘yeryüzünün üstündeki her şeyi’ (bulutlar, gök, güneş; elbette Tanrısallığı da) belirtmek için kullanılmaktaydı. Bugün ise sözcükten daha çok, Hıristiyanlık inancında yer alan Tanrı anlaşılmaktadır. Tanrısal Baba yerine kullanılan ‘büyük’ ya da ‘yaşlı’ Tanrı anlamındaki baro, yani phuro devel ve Hz.İsa yerine kullanılan ‘küçük’ ya da ‘genç’ Tanrı anlamındaki tikno ya da tarno devel biçiminde bir ayrıma gidilmektedir.163

Schwicker’e göre, Macaristan ve Transilvanya’daki Çingeneler, baro devel öldüğünden yerine Hz.İsa’nın hüküm sürdüğüne inanmaktadır. Daha başka geleneklere göre ise, baro devel yalnızca görevinden ayrılmış.164 Zanko’da  (Bkz. Çingenelerin Mitolojisi) phuro del, sinpetra adıyla karşımıza çıkmaktadır.

Kendisi vaktiyle dev bir insandı, ancak daha sonra Birinci ve İkinci Dünya’nın (—>Dünya’nın Yaratılışı…) ve ayrıca ilk insan çiftinin yaratıcısı oldu. Yoldaşları dört suuntse idi, yani St.Abraham (Aziz İbrahim), St. Moϊshel (ya da Moϊse) (Aziz Musa), St.Cretchuno (—>Çingene İncili’nde St. Joseph yerine geçer) (Aziz Yusuf) ve ST. Yacchof (Aziz Yakup), ‘les grandes ancêtres de touts les hommes (bütün insanların büyük ataları, çev.)165

Aynı geleneğe göre oğlu, sunto del ‘Kutsal Tanrı’ ya da amaro del ‘Bizim Tanrı’ diye adlandırılmaktadır.166

161  Bkz. Wolf, sözlük madde no. 483.
      M.Block, Zigeuner (Çingeneler), s.180.
      A.Petrović, JGLS üçüncü seri, 16, s.10; 18, s.122
      R.Liebich, Die Zigeuner (Çingeneler), s.30
162  J.Bloch, Les Tsiganes (Çiganlar), s.80, kaynak belirtilmemiş.
163  Bkz.J.H.Schwicker, Die Zigeuner in Ungarn und Siebenbürgen (Macaristan ve
       Transilvanya’daki Çingeneler) (1883), s.153.
       E.Wittich, Blicke in das Leben der Zigeuner (Çingenelerin Yaşamına Bakış) (1911),
       s.58.
       R.Frh. v. Kittlitz, Die Zigeuner (Çingeneler) (1855), s.739.
164  R.Liebich, a.g.e., s.34.
       J.H.Schwicker, a.g.e., s.153.
165  Zanko, s.23, 27, 57-61.
166  Zanko, s.35.
167  Zigeunervolk (Çingene Halkı), s.244.
168  Naturforschung und Hexenglaube (Doga Araştırmaları ve Cadı İnancı), Hamburg 1876,
       s.23.
(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)


           



Tatula kimdir?

“Çingene dilinde pešošeskro; datura stramonium. Wlislocki’ye göre Çingeneler, her bir parçası çok zehirli olan bu bitkiyi Hindistan’dan diğer bölgelere yaymıştır.167 Wlislocki ‘Inneres Leben’de (s.75), Çingenelerin tatuladan imal ettikleri sarhoşluk veren bir maddenin ‘gece alemlerinde kafaları bin bir çeşit hayal ve şeytanlıkla doldurduğunu’ belirten W. V. Waldbrühl’den168 de alıntı yapmaktadır.

Tatula tohumu, kehanet ve hastalık ile cinlerin kovulması konularında önemli bir işleve sahiptir (bkz Mulo, Nivaši). Ancak esas önemli olan, tatulanın kökeniyle ilgili söylenin, aynı zamanda Çingenelerin kökeniyle ilgili bir söylen oluşu, bunun da aslında bir bedduaya dayanmasıdır. Evlenmek ve bilgeliğini kendilerine miras bırakabileceği çocukları olmasını isteyen bilge ve iyiliksever bir adam, ancak ve ancak kendisine asla karşı gelmeyeceğine dair yemin edecek bir kadınla evlenebileceğini, çünkü bir kez dahi olsa kendisine karşı geldiği taktirde ‘onu lanetlemek zorunda kalacağını’ söyler.

Güzel bir bakire bu şartı kabul eder. Uzun yıllar mutlu bir biçimde yaşarlar ve pek çok çocukları olur. Fakat günün birinde, kadın kocasına karşı gelir. Bunun üzerine adam karısına şöyle der: Lanet olsun sana. İnsanların ve hayvanların sakındığı bir bitki olasın ve meyvelerinin içinde, dünyaya getirdiğin çocukların sayısı kadar çekirdek olsun. Çocukların tüm dünyayı dolaşıp, seni her yere götürsün. Sen ise onlara hizmet ve itaat etmek zorunda kalasın.’ Bilge adam kaybolur, kadın tatulaya dönüşür, ‘bizler ise bu çiftin çocuklarından gelmekteyiz."169

167 Zigeunervolk (Çingene halkı), s. 244.
168 Naturforschung und Hexenglaube (Doğu Araştırmaları ve Cadı İnancı), Hamburg 1876, s. 23).
169 Sagen und Märchen (Söylenceler ve Masallar), s. 340, s. 342 dipnot.
    Volksdichtung (Halk yazını), s. 187.

(Hermann Berger, Çingene Mitolojisi)

           



Tufan nedir?

“Altın Çağ olan Birinci Dünya’da insanlar henüz keder, hastalık ve ölüm nedir bilmezken, bir gün yaşlı bir adam, bir karı kocanın kapısını çalar ve geceyi geçirecek bir yer ister. Ertesi gün vedalaşırken eve bir balık bırakır ve evin erkeğine, dokuz gün son geri dönünceye kadar balığı saklamasını buyurur. Fakat adamın karısı şeytana uyar ve balığı kızartır. Bunun üzerine kadını bir yıldırım çarpar ve böylece kendisi dünyada ölen ilk kişi oluverir.

Bu olayın ardından hiç durmaksızın yağmur yağmaya başlar. Yaşlı adam dokuz gün sonra geri döndüğünde, adama yeniden evlenmesini, bir gemi inşa etmesini, içine yeryüzündeki hayvanları doldurmasını ve yanına bitkilerin tohumlarını da alarak gemiye binmesini söyler. Bir yıl daha yağmur yağmaya devam eder, sonra sular çekilir. Fakat o günden beri insanlar artık ölümlüdür ve yaşamlarını sürdürebilmek için ağır bir biçimde çalışmak zorundadırlar.170 Wlislocki, bu öykü ile eski Hint Tufan Efsanesi arasındaki benzerliğin farkındadır.171

Bu efsaneye göre Manu, Vişnu’yu bir balık olarak büyütür ve ona, kendini ve bütün canlı varlıkların tohumlarını koruması için bir gemi inşa etmesini buyurur. Tufan Efsanesi’nin çingenelerin sözlü geleneklerindeki diğer Tufan efsanesi ile örtüşmesi, Zanko tarafından bilinmektedir.172 Bu efsaneye göre, Pharavunureler Tuz denizi’ni geçer ve bu sırada Firavun’un adamlarının yok oluşu, aynı zamanda Birinci Dünya’nın sonunu hazırlar. Firavun Efsanesi’nin tuhaf bir Rusça aktarımında, balık motifi ancak bu kez tanınmayacak kadar kısaltılmış bir biçimde yine karşımıza çıkmaktadır.173”

170 Wlislocki, Märchen und Sagen (Masallar ve Söylenceler), s.3, s. 4-5.
       Ayrıca bkz. Volksglaube (Halk İnancı), s. 47
171 Zigeunervolk (Çingene Halkı), s. 269.
172 Zanko, s.28-35.
173 F.R.Vandercook, JGLS üçüncü seri, 18, s. 111

(Hermann Berger, Çingenelerin Mi



Urmen, Ursitory

“Transilvanya ve aynı şekilde Macaristan, Polonya, Rusya ve Sırbistan’da yaşayan Çingenelere göre, Urmenler bir tür cindir. Bunlar olağanüstü güzellikte bir kadın biçiminde olup, insanların yazgılarını belirler. Ya dağlarda parıldayan saraylarda ya da şarkı söyleyip dans ederek ağaçların altında yaşarlar. Bir adamla ilişkiye girdiklerinde, üç Urmen annelerinin sütünü bir kez içer, sonra hemen yürümeye başlar ve annelerini terk edip, ağaç kovuklarında ‘büyük bitkilerin’ altında yaşarlar.

Birer yetişkin olduklarında, kıraliçeleri Maturya’nın sarayına taşınmalarına izin verilir. Üç Urmen kız kardeşten biri insanların kötülüğünü, diğer ikisi ise iyiliğini istemektedir. Hiçbir Urmen yediden fazla sevgili edinemez; yanılıp da bir sevgili daha edinir ve onu himayesi altına alacak olursa, korkunç bir biçimde ölmek zorunda kalır (Čarana).

Urmenleri neşelendirmek için, bir çocuk doğduktan sonraki üç gece boyunca büyü yapılır. Kötü cinlerin Urmenleri rahatsız etmemesi için, anne ve çocuğun etrafına daire biçiminde bir kanal kazılır ve içine Tatula tohumu serpilir. Urmenlere ise, kapta bir tür bal karışımı ikram edilir. ‘İyi’ Urmenlerin çocukları ‘arı’ Urmen kalır, ‘kötü’ Urmenlerin çocukları ise ‘yarı’ Urmen olur ve huysuz kadınlar olarak, insanlar gibi yaşar. Urmenlerin yaşamı, başlarının arkasındaki üç tel sırma saçta saklıdır.174

İngiltere’deki Çingeneler, Urmenleri ta 19. yy.’dan itibaren tanımaktadır. Onları ehil kişilere otlar ve yapraklar aracılığıyla öte dünyadan kehanet ve haber ulaştıran, görünmez birer ruhsal varlık olarak betimlemişlerdir.175

Zielinski, Polonya’daki Çingeneler arasında bunların Urma (‘Koruyucu Melek’) olarak bilindiğini belgelemiştir.176 Çingene kader kadınları, 20.yüzyıl yazınında, özellikle de Çingene asıllı yazar M.Maximoff’un aynı adı taşıyan romanı aracılığıyla Ursitory adı altında tanınmışlardır.177 M.Maximoff’un bu yapıtında, bir çocuğun doğumunu izleyen üçüncü gecede, gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra üç kader kadını ortaya çıkıp, onu trajik bir yazgının beklediğine dair kehanette bulunurlar. R. W. Bdernich178 yaptığı bir araştırmada, Wlislocki179 ve İsveç’teki Kalderašlarda180 kuşaktan kuşağa aktarılan bu tasarımın Rumen halk inançlarından alındığını kanıtlamıştır.181 Yalnız Wlislocki’de rastlanılan çok sayıdaki ayrıntı, Urmenler’le, kendileriyle akraba olan ve aynı zamanda da gerçekten Çingene kökenli olan Kešalialar (Kešali) arasında yakın bir ilişki bulunduğuna işaret etmektedir. Gariptir ki, Brednich tarafından sayılan ve değişik lehçelerde geçen çok sayıdaki sözcük (Ursitory, Ursitele, Urditele, Osatorele, Ursoi, Ursoni vb.)182 arasında, Wlislocki’nin Urme, İngiltere’deki Çingenelerin Uremi kavramının tam bir karşılığı yoktur. Ancak (s yerine b ile yazılan) Urbitele çeşitlemesinin bir ara biçim olduğu düşünülebilir.”

174 Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.2-11, s. 41 pek çok ayrıntı mevcuttur.
175 Payne, s. 111.
176 Zielinski, s. 251.
177 Les Ursitory, Paris 1946, Almanca, Die Ursitory, Zürich Manesse 1954.
178 Les sources folkloriques du roman tsigane Les Ursitory de Mattéo Maximoff (Çigan Romanlarındaki Folklorik Kaynaklar), ET’s 9 (1963),
      s. 5-16.
179 Volksglaube (Halk İnancı), s. 41 . Ayrıca bkz. Halk yazınındaki 35 ve 36 nolu masallar VII.
180 C. –H. Tillhagen, JGLS üçüncü seri, 34, s. 8 (Vurzitori). Ayrıca bkz. ‘Gott Vater und das Schiskal’ (Tanrı Baba ve Kader) adlı masal,
      Taikon, Erzählt (Taikon Anlatıyor); Zigeunermärchen und –geschichten (Çingene Masalları ve Öyküleri), C. –H. Tillhagen tarafından
      kaydedilmiştir (1948), s. 115-121
181 Bkz. Wörterbuch der Mythologie (Mitoloji Sözlüğü), “Geburtsfeen” maddesi (Doğuma Yardım Eden Periler), c. II, Slaven. 182 A.g.e., s.
      8.

(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)

                       



Yazının Yokluğu...

“Zanko, Çingenelerin bir yazı diline sahip olmayışlarının nedeninin halk olarak lanetlenmiş olduklarında aranması gerektiği görüşündedir (bkz.16.dipnot) Oysa Alako Efsanesi’nde Tanrı’nın elçisi olan Dundra’nın, Çingenelere ‘gizli yasalarını bildirmek ve bir kitap haline getirmek” ile görevlendirildiği yazılıdır. Fakat ir Çingenenin anlattıkları bu uyumsuzluğa ışık tutar. F. De. Ville tarafından alıntılanan yaşlı bir Çingene olan kako Chaudy (bkz. Sara 2), Hindistan’dan Kalde’ye yapılan Çingene göçlerinden söz eder. Topraklar artık Çingeneleri besleyemez olunca büyücülerin emriyle ikiye bölünürler. Aralarından en cesur olanlar, beraberlerinde Arkhe ve ‘Livres Sacrés’ (Kutsal Kitaplar) ile Hindistan’a döner. Bugün artık bunların ne olduğu ve ne içerdiklerini kimse bilmemektedir. F. de Ville’ye göre, bu çözülmesi mümkün olmayan bir sırdır, çünkü bu sırrı bilebilecek olan kavimlerin en yaşlıları, ancak ölüm döşeğindeyseler bunu haleflerine söyler, yoksa kimseye söylemezler."183

183 F. de Ville, s. 69-71

(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)



Yer ve Gök nedir?

“Yerin ve göğün bir zamanlar mutlu bir evlilikleri vardı ve bu beraberliklerinden beş oğulları Güneş Kıralı (Güneş), Ay Kıralı (Ay), Ateş Kıralı, Rüzgar Kıralı ve Sis Kıralı oldu. Ancak oğulları birbirleriyle durmadan kavga ederdi. Ana babaları, bu durum karşısında birbirlerine yaklaşıp, bir boşluk oluşturdu ve onları bu boşluğun içine hapsettiler. Ancak oğulları kavga etmeye devam etti ve serbest kalabilmek için ana babalarını birbirinden ayırmayı kararlaştırdılar.

Hemen ardından Ateş ve Sis Kıralı babalarına, Füneş ve Ay Kıralı ise annelerine saldırdı. Fakat onları birbirinden ayırmayı başaran, annesine saldıran Rüzgar Kıralı oldu. Ana babalarının ayrılmasından sonra, çocukların hepsi de annelerinin yanında kalmak ve babalarını yalnızca ziyaret etmek istediklerini belirtti, fakat yer, kendisine saldırmamış olan yalnız Ateş ve Sis kıralı’nı yanına almak istedi. Diğer üç oğlunu ise göğe bıraktı…

Ayrılma anında Güneş, Ay ve Rüzgar Kıralı yerin elbisesine tutundu. Elbisenin yukarı çekilmiş olan bu kısımlarından ise dağlar oluştu (Dağ Kültü).184 Bu efsanenin izlerine güneş, ay ve rüzgar, karşılaştıkları Çingenenin aralarından kime selam verdiği konusunda birbirleriyle kavgaya tutuşur. Çingene ise, eng üçlü olan o olduğu için, rüzgara selam verdiğini söyler.185 Nitekim efsaneye göre, yeri ve göğü birbirinden ayırmayı başaran Rüzgar Kıralı olmuştu ve onun oluşturduğu dağlar en yüksek olanlarıydı.186

‘Tüm İyiliklerin Anası’ olarak yer, Orta Avrupa’daki Çingenelerce bugün de çok kutsal kabul edilmektedir. Onlara göre yer ta baştan beri vardı ve yaratılması gerekmemişti. Zanko’ya göre de en baştan beri vardı da ondan. Tanrı ile beraberindeki şeytan yaratılmıştı. Dünyanın, bir öküzün boynuzları üstünde yer aldığı, bu öküzün, bir kulağını ya da boynuzunu sallayarak depreme neden olduğu ve kafasının tamamını sallaması sonucunda günün birinde dünyanın yok olacağı yolundaki sözlü gelenek, yalnız Sırbistan’daki Çingeneler için söz konusudur. Fakat bu geleneğin, Hint Aborigen Kavimlerinin (Gond ve Bhil)187 ve bir Çingene kavminin (Kanjar)188 mitolojisinde özdeş bir biçimi vardır.”

184 Wlislocki, Worship of Mountains (Dağa Tapınma), s. 162. Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 47.
185 Artur ve Albert Schott, Walachische Märchen (Eflak Masalları) (1845), no. 28, s. 285.
186 Liebich, Die Zigeuner (Çingeneler), s. 31. Block, Zigeuner (Çingeneler), s.181
187 Chr. V. Fürer-Haimendorf, The Raj Gonds of Adilabad …, Setumadhava Rao Bhakti, Among the Gonds of Adilabad (1952), s.95. M.Hermanns, Die relig-mag Weltanschauung der Primitivstämme Indiens (Hindistan’daki İlkel Kavimlerin Dinsel-Büyüsel Dünya görüşü), c. I: Die Bhagoria Bhil, 1964, s. 66.
188 Bkz. Crooke in North Indian, Notes and Queries (Crooke’ın Kuzey Hindistan Gezisi. Notlar ve Araştırmalar), c. IV, 1894/95, s. 198 (bu konuya Dr. D. Kapp dikkatimi çekmiştir.)

(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)


           



Yılan kimdir?
“Büyük Çingene dostu Arşidük Joseph’e göre yılan, Kuzey Almanya’daki Çingenelerce kutsal bir hayvan olarak kabul edilir ve ondan çekinilir. Yılanla karşılaşan kişi, uzun ve sağlıklı bir yaşama kavuşur.189 Yeniçağa ait Çingene gelenekleri arasında, gerçek anlamda bir yılan kültünün varlığı saptanamamıştır, ancak Zanko’ya göre (bkz. B.Çingenelerin Mitolojisi), Kalderašlar Çingene Kavmi tanrısal yılan (Sherkano) biçimindeki söylensel varlığı tanımaktadır. Tanrı onu, insanın (yılanla karşılaştığında) gücünü sınamak amacıyla evrenin yaratılışı sırasında yaratmıştır. Kalderašlar hâlâ ilkbaharda yılan günü diye bilinen tanrısal ‘serpent’ gününü kutlar. O, hava şartlarına hükmeden bir tanrının özelliklerini taşımakta ve yıldırım ve gök gürültüsünü üretmektedir.190 Kalderašlara ait aşağıdaki öykü de yine salt söylensel bir özelliğe sahiptir.

Potro henüz bebekken, annesi Stoika’nın kendisini emzirdiği bir sırada göğüslerini ısırarak parçalaması üzerine, annesi tarafından, yirmi yaşına bastığında ‘yüz yaşındaki yılan’ tarafından yutulsun ve karnında kırk gün geçirsin diye lanetlenir. Yirmi yaşına basmasıyla birlikte, ormana yılanın yanına gider. Yılan onu ayaklarından başlayarak yutmaya koyulur ve yalnız başı dışarıda kalır. Kırk gün sonra, ava çıkmış olan Potro’nun büyükbabası yoldan geçerken onları görür ve yılanın karınını yararak Potro’yu kurtarır. Çingenelerin mahkemesi (kris), anneyi bir atın kuyruğuna bağlanarak, ölünceye kadar sürüklenmeye mahkum eder. Vücudundan geriye bir tek başı kalmasına rağmen, gözleri günümüzde de sonsuza kadar açıktır. Mahkemenin öngördüğü üzere hak ettiği cezayı çekerek, geriye yalnız gözleri kalmış ve olan biteni sonuna kadar bizzat izlemek zorunda kalmıştı.191

Bu öyküdeki en önemli motifler, Romanya’daki Çingenelere ait bir masalda açık seçik bir biçimde belirmektedir. Fakir düşmüş bir Ulah asilzadesi., açlık çeken çocukları için bir öküz çalar ve bunun karşılığında hizmet etmek üzere, öküzünü çaldığı adamın emrine bir oğlunu yedi yıllığına kiraya verir. Eve dönüş yoluna çıkan oğul, ormanda bir yılana rastlar. Yılanın ağzında dokuz yıldır bir geyik takılı durmaktadır ve boynuzlarından dolayı geyiği bir türlü yutamamaktadır. Oğul boynuzu parçalar ve gerçekte büyülenmiş bir prens olan yılan, kendisini bir ipin ucunda babasının yanına götürmesini ister ve o da ona yüklüce bir ödül verir.192 Tüm-Tohumlar-Ağacı’nın köklerini ağzında tutan yılan (Ağaç Kültü) büyük önem taşımaktadır; aynı biçimde Suyolak adındaki devi kayaya bağlı tutan da, toprağın derinlemesinden (derinlerinden, b.n.) gelen bir yılandır; bir Nivašiyle birlikte olduktan sonra, karınlarında kadın Büyücüleri taşıyan yılanlar da önemlidir.”

189 EMU IV (1895), s. 51.
190 Bkz. Wlislocki, Volksglaube (Halk İnancı), s.64 ve W. R. Halliday, JGLS üçüncü seri, 1, s.178, Zanko, s. 27, 50. Ancak ayrıntılı
      bir biçimde anlatılan “Epopée du serpent” (Yılan Destanı) (s 127-160) açıkça görüldüğü gibi bir masaldan kaynaklanmaktadır. 
      Bkz. Aame-Thompson, The Types of the Folktale (Halk Öyküsü Türleri), no. 303.
191 Sanko, s. 110-114.
192 Constantinescu, Probe di limba si di literatura tiganilor (Bükreş, 1870), s.87, Aichele, Zigeunermärchen (Çingene Masalları),
      no. 18.

(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)



           



Yıldızlar...

“ Güneş Kıralı, sırma saçlı bir kızla evlenir. Ay Kıralı ise sırma saçlı birini bulamadığından, gümüş renginde saçları olan bir kızla evlenir. Her iki çiftin de çok sayıda çocukları olur. Sayıları o derece artıp, artık yer bulmakta zorlandıklarından, herkesin kendi öz çocuklarını yemesi konusunda bir anlaşmaya varırlar. Füneş kıralı’nın kendi çocuklarını yemesinin ardından, karısı bu olaydan duyduğu acı ve kederden ölür. Bunun üzerine Ay Kıralı çocuklarını yemez. Güneş Kıralı buna çok sinirlenir ve o gün bu gündür, yakalayıp yemek için Ay Kıralı’nı ve çocuklarını kovalar. Ancak Güneş Kıralı, kendi çocuklarından üçünü yememiştr, bunlar kızlarının en güzelleridir. Bu kızlar bazen gündüzleri göklerde uçar ve aşağıdaki insanların üstüne gök taşları fırlatır. Anne Dünya, oğulları arasındaki bu düşmanlıktan dolayı duyduğu kızgınlıktan, Ay Kıralı’nın kendisini gündüzleri görmesini bayaklar. Ay Kıralı’nın hâlâ  yeni çocukları olmaktadır ve bazen de birini aşağıya dünyaya fırlatmaktadır. Düşen bu çocuklar ise derhal ölür ve birer midyeye dönüşür. Ay Kıralı’nın bereketini azaltmak için, Čarana kuşu onu gagalar ve her ay yüzünden ve vücudundan büyükçe bir parça koparır. Ancak koparılan bu parça hep yeniden yerine gelir.193

Zanko’ya göre yıldızlar, ölümlü insanların gökyüzüne yansıtılan yaşam imgeleridir (signe, auréole) Bunlar, yeni bin insan dünyaya gelince gök yüzünde görünmee başlar, ölünceye de kayıp giderler.”

193 Wlislocki, Inneres Leben (İç Dünya), s. 67.
      Wlislocki, Volkdichtungen(Halk yazını), s. 180

(Hermann Berger, Çingenelerin Mitolojisi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder