Kürşad DEMİRCİ
Mezopotamya,
Fırat ve Dicle nehirlerinin
arasındaki bereketli topraklarıyla Sümer,
Akad,
Babil
ve
Asur gibi uygarlıkların köklenip geliştikleri coğrafyadır. Söz konusu uygarlıklara ait çivi
yazılı tabletlerin 19. yüzyıldan itibaren bulunup deşifre edilmesiyle Mezopotamya kültürünün
günümüz Batı medeniyetinin oluşumunda hayati bir etkisi olduğu anlaşılmıştır.
Zira Mezopo-
tamya’nın geliştirdiği din ve kültür anlayışı sadece yakın çevresinde yaşayan halkları değil; aynı zamanda Musevileri, Hellenleri ve Hıristiyanları da etkileyerek
evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Ancak mevcut bilgilere göre Mezopotamya dininin sistematik bir biçimde tanımlanması oldukça zordur. Buna rağmen genel olarak
M.Ö. III. binde Sümer pantheon’una ilişkin
en
erken metin- lerde, buradaki dini anlayışın politeist ve tanrılarının da anthropomorfik
(insan biçimli) olduğu,
bunun yanında Sümerlilerin tanrı ve tanrısal olanı “gökyüzündeki” olarak
tanımladıkları anla- şılır.
Resmi nitelikteki bu metinlerde tanrıların yanında ağırlıklı olarak din aracılığıyla siyasi ideolojiyi yönlendiren krallara ve rahiplere ilişkin bilgiler yer almaktadır. İnsanlar ise tanrıların
beslenme ve giydirilmeleri için yaratılmış hizmetkârlar olarak, yine tanrıların suretinde yaratıl- mışlardır. Yani günümüzde
politeist (çok tanrılı) dinlerdeki
birçok tanrı için yapılan insan suretli betimleme, antikçağdaki bir Mezopotamyalı için geçerli değildir; ona göre tanrı
anthropomorfik değil, insan theomorfik’tir. Karşılaştırmalı dinler tarihçisi Kürşat
Demirci 2013 yılında yayınlanan “Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş: Tanrılar, Ritüel, Tapınak”
adlı çalışma- sında bu bakış açısını derinleştirerek, antikçağ Mezopotamya halklarındaki tanrı düşüncesini
analitik bir düzlemde incelemiştir.
Yazar Önsöz’de Mezopotamya dinlerine ilişkin Doğu ve Batı’daki modern
araştırmalar üzerine genel bir değerlendirmede bulunduktan sonra,
Giriş (1-8) bölümüyle farklı dil, kültür ve coğrafyaya sahip olmalarına rağmen, bütünsel anlamda naturalist bir dünyada yer alan antik toplumların, metamorfoz
(mitlerde form değiştiren tanrılar, insanlar,
hayvanlar ve bitkiler),
büyüsel etyoloji (doğa olaylarının nedenleri) ve ab origina
(ilk olanın kusursuzluğu, atalara ve
geleneklere bağlılık) gibi bazı temel kutsal arketiplerle şekillendiklerini belirtmektedir.
Çalışmanın temel içeriği ise,
Mezopotamya halklarının tanrı anlayışı kapsamında değer- lendirilen Eski Mezopotamya’da Tanrılar (9-47) ve tanrı-insan ilişkisi üzerinde yoğunlaşan
Ritüel ve Tapınak (49-97) adlı iki ana başlık çerçevesinde şekillenmiştir. İlk
ana başlıkla birlikte
hem politeist hem de monoteist dinler için ayrıcalıklı konuma sahip Mezopotamya coğrafyası ve
halkları genel çerçevede aktarılarak, buradaki farklı inançların ilgi çekici şekilde
benzer yapıda olduklarına değinilir. Bu ortak mitik dilin oluşumundaki en etkili unsur olarak
Sümerlilerin böl-
gedeki uzun süreli siyasi üstünlüğü dikkat çekmektedir. Ardından daha teolojik
bir
zeminde
devam edilerek, Mezopotamya halklarının
düşsel arka planında tanrı algılarının nasıl şekil- lendiğini anlaşılabilir kılmak
amacıyla, tanrı ile insan arasındaki teogonik ve kozmogonik bağlar açıklanırken, tanrıların anthropomorfik yapısının
nedenlerine vurgu
yapılmıştır.
Tanrıların
370
Kürşat DEMİRCİ
yaratılış nedeni olarak kozmik yapı, insanların yaratılış nedeni olarak ise tanrıların
insiyatifi görülür ve tanrı ile insan arasındaki iç içe geçmiş bu bağ, toplumların tanrı anlayışını şekil-
lendiren en karakteristik özellik olarak değerlendirilir. Latinlerin
do ut des (ver ki vereyim)
prensibiyle adlandırdıkları tanrı-insan arasındaki ilişkinin çıkara dayalı olan yanını
ise
K. Demirci “karşılıklı rüşvet teolojisi” olarak yorumlar. İnsanlarla daima iç içe olan tanrılar akrabalık ilişkileri,
yaşam alanları (dağlar,
kutsal tapınaklar ve barakalar), sevinçleri,
kıskançlık-
ları ve üzüntüleriyle tamamen insani özellikler taşımaktadırlar. Her kentin, kurumun ve insanın koruyucu tanrıları bulunur
ve tanrıların kaderleri de
korudukları kentlerin, kurumların ya da
kişilerin kaderleriyle doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla bir kentteki tanrının önemi o kentin siyasi gücüne bağlı olarak artar ya da tamamen yok olabilirdi. Ayrıca bu durum Semitik fırtına
tanrısı Adad’ın bazen felaketin bazen de bolluk ve bereketin tanrısı olmasına
benzer şekilde,
tanrıların mitlerde birbirine zıt fonksiyonlara sahip olmalarına da neden olmuştur. Genellikle büyük
tanrılar anthropomorfik
yapıda olsalar da, ikincil öneme sahip
ya da zamanla
önemini
yitiren tanrıların daha
çok soyut
varlıklara dönüştüğü
görülür,
ayrıca tanrıların hayvanları, Tanrıların simgeleri, sembolize ettikleri ay ve güneş gibi varlıklar, dahası veba gibi bazı güçlü hastalıklar
da tanrı olarak algılanabilmektedir.
Eski Mezopotamya’da Önemli Tanrılar (25-47) ayrıca değerlendirilmiş ve burada detaylı tanrı tasvirlerinden kaçınılarak Mezepotamya halkla-
rının sosyo-kültürel açıdan kendilerini etkileyen tanrıları nasıl algıladıklarına yönelik
bir değerlendirme yapılmıştır. Bu kapsamda söz konusu coğrafyada etkin olan An (Gök Tanrı), Enlil (Fırtına),
Enki (Yeryüzünün Hakimi), Ninhursag (Dağların Tanrıçası), İnanna
(Aşk
Tanrısı), Ereşkigal (Ölüler Ülkesinin Tanrıçası), Utu (Adalet Tanrısı), Nanna (Ay Tanrısı),
Marduk
ve Asur gibi tanrılarla ilintili olarak koruyuculuklarını üstlendikleri kentler, akrabalık bağları, temel ikonografileri, politik
olaylara bağımlı değişen önemleri hakkındaki temel bilgiler
Sümer, Akad, Asur, Babil pantheon’unda ve bazen de Yahudi
inancındaki benzerleriyle
karşılaştırılarak aktarılmıştır.
An’ın
baş
tanrı konumunda bulunduğu en önemli üçlüyü An-Enlil- Enki meydana getirirken, daha sonraki dönemde Babil Krallığı’nın Mezopotamya’da hakim
konuma gelmesiyle Marduk; Asur Krallığı’nın etkin rol oynamaya başlamasıyla da
Asur en önemli tanrı konumuna yükselmiştir. Bunun yanında hiyerarşik olarak
tanrılar ile insanlar arasında bulunarak doğaüstü güçleriyle insanlardan ayrışan ve tanrıların birtakım işlerini yapmakla görevli daimon’lar, devler ve kahramanlara değinilir.
Yazar, burada yer alan Utukku, Labatu, Pazuza, Lamaştu ve Lilutu gibi daimonik varlıklara yönelik bilgiler aktararak, söz konusu daimon’ların çoğunun Sümer öncesi halklardaki tanrıların birer tezahürü olarak
Sümer dönemine miras kaldığı şeklinde yorumlamaktadır. Ayrıca
Me’lerin
(evrensel yasalar) kontro-
lünü
elinde bulunduran,
genellikle Uanna, Uannedagga, Enmedagga, Enmegalama, Enma- buluga, Anenlilda, Adapa’nın oluşturduğu ve Hellen dünyasındaki yedi bilgeleri
hatırlatan, yedi
Apkallu (yarı tanrı-bilge) vardır.
Kahraman statüsünde ise Gılgamış ve Etana gibi iki önemli Sümer kralına ilişkin oluşturulan mitoslarla, kahramanlığın ve kraliyet soyunun
kutsandığına vurgu yapılmıştır.
Mezopotamya coğrafyasında tanrı-insan arasındaki tinsel bağ ve bu bağın gerçekleştiği
mekân, Ritüel ve Tapınak (49-97) ana başlığı altında değerlendirilmektedir.
Bu
kapsamda izlenecek yol, düzen gibi anlamlara gelen ritüel kelimesinin etimolojisi açıklanarak,
söz konusu
kavramı insanların kutsal olanla arasındaki ilişki kurma metodolojisi olarak
tanımlanır.
Monotheist dinlerdeki ibadet kavramıyla ritüel arasındaki farklılıklardan bahsedilir ve insanların
ibadetleri sonucunda isteklerinin
yerine
getirilmesi tamamen tanrının insiyatifinde
olmasına
rağmen, daha kapsayıcı içeriğe sahip
ritüelin, uygulamaların eksiksiz gerçekleşmesi durumunda,
amacına ulaşmasının kesin
olduğunun altı çizilir. Sosyal açıdan ritüel (50-52) irdelendiğinde genel olarak halkı homojen bir yapı içerisinde bulundurarak birlik
duygusunu güçlendirmek
ve siyasi otoritenin gücünün
tescili olarak tanrılarla
arasındaki ilişkiyi halka kanıtlamak
amacını
taşıdığına değinilmiştir.
Ritüelin dinsel
yapısı
(52-97)
söz
konusu olduğunda ise
form ve
Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş 371
uygulamaların daha çok
Sümer kökenli olduğu; kozmik düzeni kontrol etme, koruma ve devam- lılığını sağlamayı amaçladığı görülür.
Mitolojik
bir
çerçeve içerisinde gerçekleşerek
halkın top- lumsal hafızasını oluşturan ritüeller, genellikle rahiplerin kontrolü altında günlük, aylık ve yıllık olarak gerçekleştirilmektedir. Buna göre Babil’de bir kült günü; tapınağın uyanış töreni (dik
biti), kapının açılışı (pit babi), sabah iki öğün yemeğin servisi ve temizlenmesi (naptanu/ tardennu), akşam iki öğün yemeğin servisi ve temizlenmesi, kapının kapanması olmak üzere beş ritüelden oluşurdu. En önemli aylık ritüelleri ise, ayın dönemlerine göre şekillenen ve kötü
etkilerini gidermek için birinde, yedisinde ve on beşinde kutlanan essesu,
tanrı heykellerine elbise giydirme törenleri olan lubastu, genellikle tapınağın açılışı/selamlanması olarak
algılanan
salam biti ve ölenlerin öteki hayatta huzur içinde yaşamalarını amaçlayan hatırlatma töreni kisiga
oluşturmaktaydı. Tanrı heykelleri üretme ve Ea (Enki) aracılığıyla bu
heykellerin tanrılaştırılması
ise yıllık olarak mis
pi
ritüeliyle
gerçekleşirdi.
Ancak yıllık olarak yerine getirilen
ritüellerin
en önemlisi bugün Ortadoğu’da Nevruz, Sümerlerde akitil (dünyayı yeniden
yaşatan güç), Babil’de akitu (arpa ekim bayramı) olarak bilinen bayram, mevsimsel sürekliliğin
sağlanması, yani dünyanın dönemsel olarak yenilenerek tekrar yaratılması amacıyla Nisan
(Nissanu) ile Ekim
(Teşritu) aylarında kutlanmaktaydı. On iki gün süren törenlerin beşinci gününde,
Musevilikteki “günah keçisi” kavramının
prototipi niteliğinde olan ve
bir
koç kullanı-
larak
yapılan
arınma ritüeli kuppuru
ile Marduk
heykelinin önünde
şaşgallu (rahip) tarafından
kralın yüzüne sert bir tokat atılarak icra edilen aşağılama ritüeli gerçekleştirilmektedir.
Sekizinci gün ise Babil’de toplanan
tanrılar sonraki on iki ayda insanların kaderlerinin nasıl şekillene- ceğini belirlerken, on ikinci gün İştar ve Dumuzi’yi temsilen bir çiftin gerçekleştirdiği hieros gamos ritüeli yer alır. Bunun yanında ritüellerin büyük kısmını Me’lerde (evrensel
yasalar) saklı olan
büyüler ve kehanetlere ilişkin olanlar oluştururdu. Kara büyüler
her dönemde yasaklanmış-
ken,
kehanetler kahinin tanrısal işaretleri yorumladığı
ve daha geri planda
kaldığı auguria oblativa ya da kahinin geleceğin şekillenmesinde rol
oynadığı auguria imperativa’dan oluşur-
lardı. Bu bilgilerin ardından tanrıların yeryüzündeki evleri olan ve hem siyasi otorite hem de halk
açısından hayati öneme sahip tapınaklara ilişkin; var oluş nedenleri, işlevleri, mimarileri ve dini görevlileri hakkında bazı bilgilere
değinilir. Buna
göre tapınaklar ibadet ve sunu gibi dinsel
yönün yanında, halkın buralarda eğitim görmesi, üst sınıfla bir arada bulunması ve örgütlenmesi açısından sosyal bir görev de üstlenmektedir. Bunun yanında tanrıların kendi evrenlerindeki yaşam alanlarının bu dünyadaki bir tezahürü olması nedeniyle, tapınakların inşası
sadece tanrıların
emriyle gerçekleşebilir ve inşa edilecek tapınağın mimarından işçisine kadar herkes kutsanmış sayılırdı. Mimari açıdan tanrının tecellisinin
gerçekleştiği kiku (cella=kutsal yer), su ile
kişilerin arınmasını sağlayan abzu (kutsal su) ve kaos’tan kosmos’a
geçişi temsil eden duku (kutsal tepe) olmak
üzere üç ana bölümden oluşurdu. Mimari özelliklerinin ardından
eserde değinilen son konu tapınak görevlileri hakkındadır. Söz
konusu görevlilerden en bilinenlerinin
sanga ya da sabra (rahip)
ve agauş sanga (baş
rahip) olduğuna değinilerek, ga
duba (arşivci), sugdu (tarla araştırıcısı), kagur (tahıl depo müfettişi),
sara abdu (hazineci),
ugula şagud (inek sürülerinin
çobanı), entu (kutsal fahişe) ve
sletu/iştaritu görevlileri hakkında çeşitli bilgiler aktarılır. Yazar, araştırmacılar için oldukça faydalı Bibliyografya (99-104) ve Dizin (105-107) bölümleriyle eserini sonlandırmıştır.
Bir giriş kitabı niteliği taşıyan eser, Mezopotamya uygarlıklarının dini yapısını, seçilen bazı
örnekler ışığında karşılaştırmalı bir analiz olarak sunmaktadır. Ayrıca anlatım
dilinin akıcı ve anlaşılır olmasıyla geniş bir okuyucu kitlesine hitap
ederken, genel bakış açısıyla bundan sonra yapılacak yeni akademik çalışmalar için bir rehber niteliği taşımaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder