Tanrı Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi'ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han'a götürdü. Kayra Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi'ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han'a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kayra Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi'ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da, Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun ! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun ! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han'a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır ! dedi. Erlik, Kayra Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz ?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler, Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler ! dedi. Ece'ye döndü, Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik'e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın ? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kayra Han'a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kayra Han, Erlik'e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun ? dedi. Ulu Kişi, Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin dedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han'dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik'i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.
Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (YapKara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.
Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi'yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
ALTAY-TÜRK YARATILIŞ DESTANLARINDAKİ MİTOLOJİK UNSURLARIN KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ
Giriş
Türkler tarih boyu iklim değişiklikleri, savaşlar, siyasi mücadeleler, din mücadeleleri gibi değişik unsurlardan dolayı Asya kıtasının geniş bir coğrafyasında hatta Avrupa kıtasının bazı kısımlarında yaşamak durumunda kalmışlardır. Türklerin hayatını etkileyen bu iç ve dış unsurlar onların adet, gelenek, kültür, inanç, felsefi, sosyolojik vb dünyalarında değişimlere, dönüşümlere ve etkileşimlere yol açmıştır.
Geniş bir coğrafyaya yayılan Türkler; komşu oldukları milletler ve karşılaştıkları inanç sistemlerini bazen etkiledikleri gibi zaman zaman da bu sistemlerin etkisine maruz kalmışlardır. Değişik Türk topluluklarının inanç ve kültür dünyasında var olan zaman zaman birbiriyle çelişen, zaman zaman birbiriyle örtüşen, zaman zaman da birbirinden kopuk mitolojik unsurları irdelemeye çalışacağız. Bu inceleme esnasında inanç sistemlerinin ve coğrafi yakınlıkların da etkisi olabileceğini göz önünde bulundurarak İran, Hint, Sümer mitolojilerine ve Maniheizm, Hristiyanlık, İslamiyet, Musevilik gibi dinlere de göz atacağız.
Altay-Türk Destanlarındaki Mitolojik Unsurlar
Türklerin yaratılış destanlarıyla ilgili kaynakların temelini birbirinden kısmen farklılık gösteren Verbitskiytarafından yapılan ile W.Radlof tarafından yapılan derlemeler oluşturmaktadır. Verbitskiy’in derlemesi, W.Radlof’un derlemesine göre daha kısa bir metindir. Ord.Prof.Dr.Fuad Köprülü; Türk Edebiyatı Tarihi isimli kitabında (Köprülü,2011:71-72)ve M. Necati Sepetçioğlu; Karşılaştırmalı Türk Destanları isimli kitabında(Spetçioğlu,1998:13-21) W.Radlof’un derlemesini esas almışlardır. Ayrıca Prof.Dr.Bahaeddin Ögel Türk Mitolojisi isimli kitabının birinci cildinde yukarıdaki metinlerin yanında(Ögel,2010:432-436,450-465) bir deKenzü’d Dürer adlı eserden Türk-Memluk Yaratılış Efsanesi (Ögel,2010:483-485) adlı metni aktarmıştır.
M.Necati Sepetçioğlu; Karşılaştırmalı Türk Destanları isimli kitabında Türk yaratılış destanlarıyla diğer milletlerin yaratılış destanlarını inceledikten sonra bu destanların ortak noktası olarak şu unsurları tespit etmiştir:’’ 1-Bütün yaratılış destanları henüz hiçbir şeyin (canlı) yaratılmadığı bir başlangıç zamanını temel olarak almaktadır. 2-Görüntü bir boşluktan ibarettir. 3-Boşlukta sadece su vardır. 4-Sonradan kara parçaları(Yahut su’dan başka mevcut olanlar) görünürler. 5-Daha sonra insanın görünen görünmeyen çevresi oluşur. 6-Bütün yaratılış destanları iyilik ve kötülük kavramları üzerine kurulmuştur.’’ Spetçioğlu,1998:31) Biz de bu tasnifin ışığında yaratılış destanlarındaki unsurları incelemeye çalışalım.
Bu yaratılış efsanelerinde her ne kadar değişik tanrılar ve insan(şeytan) değişik oranlarda etkin gözükse de neredeyse bütün efsanelerde ve inançlarda bir esas yaratıcının olduğunu görüyoruz. Prof.Dr.Bahaeddin Ögel Türk Mitolojisi isimli kitabının birinci cildinde Yakut Türklerinin yaratılış efsanesiyle ilgili şöyle demektedir:’’Bütün bunlara rağmen Yakut Türklerinde ilk ve büyük bir yaratıcının var olduğu da şüphesizdir. Yakutlar bu yaratıcıya Ürüng-Ayıg-Toyon derlerdi.’’ (Ögel,2010:430)Altay Yaratılış Destanı’yla ilgili de Ülgen’in asıl büyük yaratıcı olmadığını, asıl büyük tanrının kutsal ilhamının onun varlığını kuşattığını söylüyor. (Ögel,2010:437) İran mitolojisinde de Hürmüz ve Ehrimen’den önce Zurvan yani Zaman vardır. (Spetçioğlu,1998:25)
Bütün yaratılış destanlarında hiçbir şeyin daha yaratılmamış olduğu bir kaos zamanı yani başlangıç öncesi zaman vardır. Her şey sudan ibarettir ve boşluk vardır.Verbitskiy’in derlediği Altay Yaratılış Destanı şöyle başlıyor:’’Dünya bir deniz idi, ne gök vardı ne yer. Uçsuz, bucaksız, sonsuz sular içindeydi her yer’’(Ögel,2010:432)W.Radlof’un derlediği Altay Yaratılış Destanı da şöyle başlıyor:’’Yerin yer olduğunda, sularla kaplıydı her yer; ne gök vardı, ne de ay, ne güneş, ne de bir yer.’’ (Ögel,2010:451) Kenzü’d Dürer adlı eserden Türk-Memluk Yaratılış Efsanesi ise şöyle başlıyor:’’Yılları sayılamaz, çok çok eski bir çağmış. Gökler sanki delinmiş çok çok yağmurlar yağmış.’’ (Ögel,2010:483) M.Necati Sepetçioğlu; Karşılaştırmalı Türk Destanları isimli kitabında Sümer-Akad destanı şöyle başlıyor:’’Hiçbir şey yaratılmamıştır. Kainatta ilah olarak Apsu ve Tiama vardır. Her şey su içindedir.’’ (Spetçioğlu,1998:21) Aynı kitapta Mısırlıların destanı ‘’Daha hiçbir şey yaratılmamış iken büyük ve sonsuz bir deniz vardı.’’(Spetçioğlu,1998:23) cümlesiyle, Fenikelilerin destanı’’Sınırları bilinmez gizliliklerle dolu bir büyük boşlukta çok koyu bulutlar ve bulutlardan esen rüzgar uğultularında bir hava vardır.’’ (Spetçioğlu,1998:24) cümlesiyle, İranlıların destanı’’Önce zaman(Zurvan) vardır.’’ (Spetçioğlu,1998:25) cümlesiyle, Yunanlıların destanı da’’Sonsuz, ölçüsüz bir boşluk halinde denize benzer vahşilikte, denizden koyu karanlıkta bir kaos vardır. Uzun süre bu böylece devam eder ;kainat karanlık, boşluk, sessizlikve sonsuzluk içinde sallanır’’(Spetçioğlu,1998:25) cümlesiyle başlıyor. Türkçe anlamı “Sen olmasaydın, sen olmasaydın (eğer ey Muhammed) yeri göğü yaratmazdım.” olan“levlâke, levlâkelemâhalaktü’l-eflâke” olarak söylenen kutsî hadis diğer yaratılış efsanelerinde olduğu gibi İslamiyet’te de hiçbir şeyin yaratılmadığı zaman dilimine işaret etmektedir.
‘’Yer ve gök yaratılmadan önce her şey sudan ibaretti, yer yoktu, güneş ile ay dahenüz yoktular. O zaman, Tanrıların en yükseği, bütün varlıkların başlangıcı, insanoğullarının ata ve anası Tengere Kayra Kan kendisine benzer bir varlık yaratarak ona(kişi) dedi. Kayra Kan ile kişi su üzerinde iki kara kaz gibi sakin sakin uçaraksüzülürlerdi. Fakat kişi bu ebedî sükunetten memnun değildi. O, Kayra Kan’dan da fazlayükselmek istiyordu. Bu ölçüsüz hareketinden dolayı o, uçma hassasını kaybetti vederinliklere, dipsiz suya yuvarlandı. Boğulacak dereceye gelince, ihtiyaç karsısındaTengere Kayra Kan’ı (merhametli semayı) yardıma çağırdı. Kayra Kan Kişi’yederinlikten kalkması için emir verdi, sonra kişinin üzerinde oturarak suya karşıkorunabilmesi için Kayra Kan yeri yaratmak istedi, bunun için kişiye, suya dalarakderinliklerden toprak çıkarmasını söyledi ve bu toprağı suyun üzerine serpti.” (Sakaoğluve Duymaz 2002: 173).
“Evvelce ancak su vardı; yer,gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile bir “kişi”
vardı, bunlar kara kaz sekline girip su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şeydüşünmüyordu. “Kişi” rüzgâr çıkarıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı’nın yüzüne su serpti.“Bu kişi” kendisinin Tanrı’dan büyük olduğunu sandı ve suyun içine dalıverdi. Su içindeboğulacak oldu:“Tanrı, bana yardım et” diye bağırmaya başladı. Tanrı:“Yukarı çık!” dedi. O da sudan çıkıverdi. Tanrı söyle buyurdu:“Sağlam bir tas olsun.” Suyun dibinden tas çıktı. Tanrı ile “kişi” tasın üzerineoturdular. Tanrı “kişi”ye: “Suya dal, oradan toprak çıkar!” dedi. Kişi suyun dibindentoprak çıkarıp Tanrı’ya verdi. Tanrı bu toprağı suyun üzerine atarak: “Yer olsun” dedi.Böylece yer yaratılmış oldu.’’(Sakaoglu ve Duymaz 2002: 168).
Yukarıda özetlenerek anlatılan; kainatttaki varlıkların yaratılma serüveni birçok efsanenin yaratılış mitleriyle benzerlik gösterir. Hemen hemen bütün yaratılış efsanelerinde kainattaki varlıkların ve insanın yaratılma serüveni vardır. Türk yaratılış efsanelerinde birbirinden kısmi farklılık gösterse de temelde Tanrı Ülgen ile önce insan olduğu halde aşırı hırsından dolayı sonra şeytanlaşan Erlik arasında yaşanan olaylar vesilesiyle varlıkların ve insanın yaratılma macerası anlatılır. W.Radlof’un derlediği Altay Yaratılış Destanında insanın yaratılması; dalları olmayan bir ağacın tanrı tarafından dallara büründürülmesi sonrasında dokuz dal altında tanrının dokuz insan yaratılmasıyla başlarken(Ögel,2010:453); Verbitskiy’in derlediği Altay Yaratılış Destanında tanrı Ülgen insanı bir kil parçasından yaratıyor. (Ögel,2010:433) Buradaki insanın kilden yaratılması İslami unsurlarla benzerlik gösteriyor. Sümer, Yunan ve Fenike efsanelerinde insanın yaratılma aşaması sanki tanrı ve yarı tanrı varlıkların zamanla insana dönüşmesi şeklinde olurken Mısır efsanesinde yaratılış eyleminde tanrının kendinden bir parça yaratmasıyla insanın ortaya çıkış süreci başlıyor. Hadiste de “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” denilmiştir (Alıcı, 2002:12) Tanrının kendinden yaratma eylemi de İslamiyetteki tasavvuf anlayışıyla ve Yahudilikteki Hz Adem’in yaratılış menkıbeleriyle benzerlik gösteriyor.
Bütün yaratılış efsanelerinde düalist bakış açısının olduğunu görüyoruz. Düalist bakış açısı insanlığın başlangıcından bu yana pek çok düşünce sisteminde etkisini göstermiş, hatta Batı düşünce sisteminde önemli bir yeri olan Romantizm akımının en belirgin özelliklerinden biri olan iyilerle kötülerin mücadelesi, iyilerin hep iyi kötülerin hep kötü olması, iyilerin mükafatlandırılıp kötülerin cezalandırılması anlayışına da kaynaklık etmektedir. Semavi olan dinlerde de melek şeytan, insan cin, arş kürsi, yer gök, günah sevap, cennet cehennem, dünya ahiret, mükafat ceza anlayışı gibi inançların kaynağının da bu düalist bakış açısıyla örtüştüğünü görüyoruz.
İran mitolojisi iyilik tanrısı Hürmüz ile kötülük tanrısı Ehrimen’in eşit güçler halindeki mücadelesini anlatmaktadır. (Ögel,2010:421)Altay Yaratılış Efsanesinde başlangıçta tanrı Ülgen’in yardımcısı olan Erlik sonradan şeytan olmuş ve tanrının karşısına geçmiştir.(Ögel,2010:451) Türk Maniheizm’inde olan iki kök anlayışı da ölüm ağacı ve hayat ağacı’nın köklerini temsil etmektedir.(Ögel,2010:422) Sümer-Akad destanında da tanrılardan Apsu’nun tatlı suyu Tiamat’ın ise tuzlu suyu temsil ettiği ve bu suların birleştiği anlatılmaktadır.(Spetçioğlu,1998:21-22) Fenikelilerin destanında da Gök=Uranos, Yer=Ge tanrıları vardır.(Spetçioğlu,1998:24)
Yukarıdaki örneklerin yanında; yaratılış efsanelerini ve dini kaynakları incelediğimiz zaman daha pek çok ortak nokta bulabiliriz. Bunlardan sadece iki örnek vereceğiz. Verbitskiy’in derlediği Altay Yaratılış Destanında başı yeryüzüne gerilmiş ve kuzeye çevrili bir balığın hareketleriyle dünyadaki zelzelelerin meydana geldiği anlatılmaktadır. (Ögel,2010:439) İslamiyet peygamberi Hz Muhammet’in‘’Dünya neyin üzerindedir?’’ sorusuna ‘’Dünya öküz ve balığın üzerindedir.’’ şeklinde cevap verdiği rivayet edilmektedir. Bediüzzaman Said Nursi bu hadisin açıklamasını soranlara verdiği cevapta bu hadisin sahih bir rivayet olduğunu ancak burada kastedilen öküz ve balığın insanların o zamanki geçim kaynaklarına işaret ettiğini söylemektedir.(Nursi,2012:138-144) ; Tine Verbitskiy’in derlediği Altay Yaratılış Destanında ‘’Dünya yaratılışı altı günde olmuştu; Yedinci gün ise Bay Ülgen uyumuştu.’’denilmektedir. (Ögel,2010:434); Dünyanın altı günde yaratıldığı inancı bütün semavi dinlerde vardır ancak bazı Müslüman dinalimleri burada bahsedilen yaratma zamanından kast edilenin altı gün değil altı zaman çağı olabileceğini söylemektedirler.
Sonuç
Asya’nın geniş bir coğrafyasından derlenen Altay-Türk Yaratılış Destanları ve sadece küçük topluluklarda anlatılan yaratılış destanlarını incelediğimizde görüyoruz ki bütün dinler, bütün kültürler, bütün toplumsal değerler zamanın iletişim şartları imkanı ve ölçüsünde isteyerek ya da istemeyerek birbirini etkilemekte ve birbirinden etkilenmektedir. Dünyanın pek çok değişik medeniyetine ait olan özelliklerin benzerlik göstermesi bizi insanlığın macerasıyla alakalı daha çok düşünmeye sevk etmektedir. Özellikle semavi dinlerle pagan dinleri arasındaki benzerlikler bazı örneklerde işaret ettiğimiz gibi daha çok irdelenmeye muhtaçtır. Özellikle ‘’Ve Biz, bir resul göndermedikçe azap edici olmadık.’’(İsra-15) ayeti de göz önünde bulundurularak başta Altay-Türk Yaratılış Destanları olmak üzere yaratılış efsanelerine yeniden eğilmeliyiz.
KAYNAKÇA
Ögel,Bahaeddin(2010) Türk Mitolojisi C1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Sepetçioğlu, M.Necati (1998)Karşılaştırmalı Türk Destanları, İstanbul: İrfan Yayınevi.
Nursi, Said (2012) Lemalar, İstanbul: Ufuk Yayınları.
Köprülü,Fuad (2011)Türk Edebiyatı Tarihi, 8. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları.
Sakaoğlu, Saim-Duymaz, Ali (2002) İslamiyet Öncesi Türk Destanları, İstanbul: Ötüken Yayınları
Alıcı, Hüseyin Temel (2002) Hadis Fihristi, Kitab ve Sünneti, Ankara:İhya Yayınları.
Yaratılış destanı, dünyanın nasıl yaratıldığını, insan ırklarının nasıl meydana geldiğini ve şeytanın nasıl bir kötülüm unsuru olduğunu, Türklerin düşüncesine göre izah etmektedir. Yaratılış destanı bugün Altay Türklerinde yaşamaktadır. Altay Türkleri Türklerin en geri kalan bölümüdür.
X. yüzyıldan sonra Altay dağları bölgelerinde büyük Türk Devletleri kurulmamıştır. Ama bu bölgelerdeki halk, Türk olarak binlerce yıl yaşamış, gelişmiş ve nihayet soylu Türkler batıya gittikten sonra da dağlar ve vadiler arasında kaybolup gitmişlerdir. Bu sebeple eski Türk mitolojisinin en ilksel izlerini, Altay dağları bölgesinde bulmak mümkündür. Fakat zamanla onlara da dışarıdan bir çok tesirler gelmiş ve yeni yeni efsaneler meydana çıkmıştır. Fakat bunlara rağmen Türklerin orijinal düşüncelerini göstermesi bakımından önemlidir.
Yaratılış destanında Şaman dini inanışlarından, mühim çizgiler vardır. Şaman dini, başta Türkler ve Moğollar olmak üzere, umumiyetle eski Sibirya kavimleri arasında ortak bir dindir. Bu din a) Gökleri nûr âlemi; b) Yeryüzü; c) Yer altındaki karanlıklar âlemi olmak üzere üç âlem esâsına dayanır.
Gök Âlemi: On yedi kat hâlinde, engin bir nûr alemidir. Burada iyilikler, güzellikler ve iyi ruhlar bulunur. Bu âlemin hâkimi, bütün varlıkların yaratıcısı olan Tengri Kayra Han = Ülgen’dir. Ülgen hemen hemen Tek Tanrı inanışlarını andırır, büyük bir kudret hâlinde tasavvur edilir.
Yeryüzü: Yeryüzünde insanlar, başka canlılar ve yir-sup melekleri vardır. Bunlar Tanrı’nın yeryüzüne yolladığı iyilik melekleridir. Yeryüzünde, ayrıca yer altı aleminden gönderilmiş kötü ruhlar ve cinler de vardır.
Yer Altı Âlemi: Yedi yâhut on dört tabaka halinde bir karanlıklar âlemidir. Bu âlemin hâkimi “Erlig” isimli bir şeytan veya canavardır.
YAPILAN İLMÎ ÇALIŞMALAR
Türk tabiî destanlarından Yaratılış, Türeyiş, Göç, Bozkurt, Ergenokon, Oğuz ve Şu destanlarını bir araya getirerek tek ve bütün bir destan hâlinde ilk söylenişlerinden binlerce yıl sonra, bir Türk yazarı tarafından bütünleştirilmiştir.
M. Necati Sepetçioğlu, Yaratılış ve Türeyiş adlı yapma Türk destanını yazmıştır. Eser ilk defa 1965 yılında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından Ankara’da 5000 adet bastırılmıştır. Eser aynı yılın içinde İngilizce’ye çevrilerek Kansas Devlet Öğretmen Kolejinde MASTER TEZİ olarak hazırlanmıştır.
Eserin 1977 yılında Lehçe çevirisi Varşova’da üst üste iki baskı yapmış ve yirmi bin adedin üstünde satmıştır. Yine bu eserden TANRI KARAHAN’ın DÜNYASI adıyla Polonyalı yazar ve rejisör M.T. Nowakowski’nin uyguladığı monodram Varşova’da STARA PROCHOWNİA Tiyatrosunda sahneye konmuştur.
Yaratılış ve Türeyiş’in ikinci baskısı 1969’da 1000 Temel Eser Dizisi’nin 12’nci kitabı olarak on bin adet bastırılmıştır. Ayrıca XIX. Asırda Prof. W. Radioff tarafından şâmânî Altay Türkleri arasında derlenmiştir.
METİN DURUMU VE TARİHİ KAYNAKLAR
İslamiyetten önceki Türk destanlarının orijinal tam metinleri bulunamamıştır. Çin, Arap, İran, Türk vb. kaynaklardaki dağınık bilgiler destanı geleneğimizin çok eski devirlere giden bir tarihi olduğunu göstermektedir. Ele geçen malzemede naturisme (tabiat kültürü) devresinin izlerini taşıyan “gün, ay, yıldız, gök, dağ, deniz” gibi motiflerin bulunması bunun en canlı delilidir.
Resimli Türk Edebiyatı’nda N. Sami Banarlı da bu destandan bahsetmektedir.
Türk Edebiyatı Tarihi’nde Nihal Atsız da bu destana yer vermiştir.
TARİHİ VE COĞRAFİ DURUM (Zaman Ve Mekan Kavramı)
Mekan: Mekan geniş mekandır. Olaylar, başta her tarafı su olan bir mekanda geçmektedir. Daha sonra Tanrı’nın dünyayı yaratmasıyla olaylar bu dünyada geçer. Ayrıca mekan olarak gökyüzü ve yer altı da seçilmiştir. Olayların bir kısmı buralarda geçer. Burada gökyüzü iyiliklerin taraf bulduğu bir mekan, yer altı da ceza çekmek için gönderilen yer olarak karşımıza çıkar.
Zaman: Eserde zaman kronoljik olarak verilmiştir. Geniş zaman dilimi kullanılmıştır. Olayların cereyan etme sırası veya dünyanın yaratılışı belirli bir sıraya göre olmuştur.
Destandaki olayların gerçek tarihle bağlantısının olduğunu söyleyebiliriz. İslam tarihinde geçen bazı olaylarla benzerlik göstermektedir. Örneğin Er Kişi’nin Doğanay ile Ece’yi kandırıp yasak ağaçtan yedirmesi, şeytanın Hz. Adem ile Hz. Havva’yı kandırması gibidir. Yine aynı şekilde Doğanay ile Ece’nin ceza olarak hemen üzerinden elbiselerinin alınması yine Hz. Adem ile Hz.Havva’nın cezasına benzemektedir.
ÖZET
Yeryüzü su ile kaplıydı. Sadece Tanrı Kara Han vardı. Tanrı Kara Han yalnızlıktan sıkılıyordu. Bu yalnızlıktan ürperiyordu. Onun ürpermesiyle sular yarıldı ve suyun derinliklerinden bir ses duyuldu. Bu ses Ak Ana’ya aitti. Ak Ana suyun yüzeyine çıktı ve Tanrı Kara Han’a görününce Tanrı Kara Han buna sen kimsin dedi. O da ben Ak Ana’yım sula perisiyim ve senin ve senin kulunum dedi. Tanrı bununla konuştukça can sıkıntısı, yalnızlığı gidiyordu. Ak Ana Tanrı’ya yalnızlıktan sıkılıyorsun “yarat” dedi ve suya gömüldü. Bunun üzerine Tanrı Kara Han Er Kişi’yi yarattı.
Bundan sonra Tanrı Kara Han ile Er Kişi birbirlerine yoldaş olmuşlardı. Ancak Er Kişi kendi kafasından niye ben alçakta uçuyorum da Tanrı hep yüksekte uçuyor diye kendi kendine düşünmeye başladı. Er Kişi, suya değip yükseklere uçmak niyetindeydi. Tanrı Kara Han bunu sezdi ve ondan uçma özelliğini aldı. Er Kişi’den bu özellik alınınca suya düştü. Boğulurken Tanrı Kara Han’dan yardım istedi. Tanrı bunu boğmaktan kurtardı. Er Kişi suyun derinliklerinden su yüzüne çıkardı. Uçamıyordu. Tanrı Kara Han’dan üstüne basacağı bir yer istedi. Tanrı suyun derinliklerinden suyun yüzeyine doğru büyük bir kaya çıkardı. Er Kişi buraya oturdu. Er kişi burada düşerim diye korku geçirirken Tanrı ona suya dal ve bir avuç toprak çıkar diye emretti. Er kişi de suya dalıp bir avuç toprak alarak Tanrı Kara Han’a götürdü. Tanrı, toprağı suya serpmesini söyledi. Er Kişi toprağı suya serpti ve geniş bir düzlük oluştu. Tanrı tekrar emretti. Er Kişi yine suya daldı. Fakat bu defa kendisine ileride daha güzel bir dünya kurmak için toprağın birazını sakladı. Tanrı bu getirdiği toprağı da suya serpmesini söyledi. Er Kişi elindeki toprağı suya serpince toprak geniş bir kara kütlesi haline geldi. Er Kişi artık ağzındaki toprağı yere dökecekti, fakat nereye gitse Tanrı Kara Han vardı. Bütün o su toprak haline geldi. Bu arada Er Kişi’nin ağzındaki toprak da büyüyordu. Neredeyse Er Kişi boğulacaktı. Tanrı ona acıdı ve kurtulmak istiyorsan tükür dedi. Er Kişi tükürünce önceki dümdüz arazide uçurumlar, bataklıklar, tepeler ve çukurlar oluştu. Er Kişi bunu kendisinin yaptığını zannederek Tanrı’ya karşı üstünlük taslıyordu ki bir baktı kendisin toprağın ve suyun en derin katında karanlıklar ülkesinde buldu. Er Kişi buradayken yukarıda dokuz dallı bir ağaç oluştu. Tanrı Kara Han kuşlara ol dedi ve kuşlar oluşup bu ağaçta ötüşmeye başladı.
Bu güzellikler içinde Tanrı dokuz daldan dokuz insan yarattı. Bu insanlardan dördü kadın, beşi erkekti. Tanrı Kara Han, insanları görsün diye Er Kişi’yi karanlıklar ülkesinden kurtarıp buraya getirdi. Er Kişi bu güzelliklerin yarısı isteyince Tanrı bu güzellikleri şu gördüğün insanlar için yarattım dedi. Er Kişi insanların yarısını isteyince Tanrı sana verecek hiçbir şeyim yok diyerek uçup gitti.
Tanrı Kara Han Er Kişi’nin insanlara kötülük yapmaması için yılanı ve kurdu yarattı. Er Kişi bir yolunu bulup insanlarla konuşmaya başladı ve Tanrı’nın yasak ettiği meyveleri göstererek bunları niçin yemiyorsunuz deyince insanlar Tanrı yasak etti deyince Tanrı da yalan söyler diyerek onlardan birini kandırabildi.
O kandırılan Ece (Eje) idi. Bu kadın Tanrı Kara Han’ın yasak ettiği meyvelerden yedi. Bu esnada Er Kişi yılanın içine girerek onu kandırmıştı. Ece meyveyi götürerek kocası Dağanay’a zorla yedirdi. Bunun üzerine Ece ile Doğanay elbisesiz kalınca utandılar ve ağaçların arasına gizlendiler. Tanrı gelip bunlara sorunca Ece suçu yılana attı. Yılan ise hemen içime bir yabancı girdi, ne yaptığımı bilmiyordum dedi. Tanrı, sonra köpeğe sorunca görevi yılana devrettikten sonra uyuyakaldığını söyledi.
Bunun üzerine Tanrı bu cennet size göre değil diyerek insanları buradan çıkarıyor. Hepsini kendi haline bırakıyor. Yemelerine, içmelerine karışmıyor. Sonra Ece’ye dönüp sancı çekerek çocuk doğuracaksın ve yüzün pürüzsüz olmasın, izsiz kalmasın diyerek ömür boyu yaşlılığın ve ölümün korkusunu duyacaksın dedi. Tanrı, sonra başını yılana çevirip ondan ayaklarını alarak sürün dedi ve insanlar senin düşmanın olsun, seni nerede görürlerse öldürsünler dedi.
Tanrı, sonra köpeğe dönerek insanlar seni sevecek fakat irdeleyecekler, onların güvenilmez bekçisi olacaksın ve onlar seni hor görecekler dedi.
Sonra Kara Han Er Kişi’ye dönerek sürekli kötülüğe yöneliyorsun, bu senin kıyamete kadar yönün ve yolun olsun dedi.
Sonra Er Kişi Tanrı’dan insanlarını saptıracağına dair konuşmalar yaptı. Fakat tanrı bunu dinlemedi bile. Sonra insanlara, köpeğe ve yılana dönerek hepiniz ölümü tadacaksınız. Öldürdüğüm zaman yine bana geleceksiniz diyerek bugünden sonra kendi dünyanızda kendi emeğinizle yaşayacaksınız dedi. Bundan sonra benim adım “ülger” olacak, Er Kişi’nin ki ise “Erlik” olacak diyerek size Erlik’i musallat ettim. Ben gökler katına çıkacağım sizlere elçim “Gök-Oğul”u göndereceğim dedi ve Erlik’i üç kat yerin dibine ve ayı ve güneşi olmayan bir yere attı.
Tanrı bir süre yere inmedi. Gök-oğul ona geldi. Tanrı ona insanların kullanabileceği bazı şeyleri öğretti. Arabayı, yenebilecek otları insanlara bildirmesini söyledi. Bu arada Erlik 60 yıl Tanrı’ya yalvardı. Tanrı ülger bunu acıdı ve ona insanlardan uzak durmasını söyledi. Erlik insanlara geçmişte yaptırdığı kötülüklerden dolayı onların yüzüne bakamayacağını söyleyip kendisine göklerden bir yer yapmasını istedi. Tanrı dileğini kabul etti ve
Erlik gökte kendine güzel bir yer yaptı. Herkes buna şaşırmıştı. Meleklerin başı Ulu Kişi buna şaştı ve göğe yükselip Erlik’in yerini dağıtmak istedi. Fakat ona yenildi. Sonra Tanrı Ülger’in huzuruna çıkıp yardım istedi. Tanrı ona bir kargı verdi. Sonra Ulu Kişi bununla Erlik’in yerini paramparça etti. Erlik’in bütün âvânesi (kötü ruhlar) yere döküldü. Erlik Tanrı’dan bir yer isteyince Tanrı onu yedi kat yerin derinliklerine attı. Erlik orada Tanrı’dan izin alarak eline bir çekiç, bir körük, bir de örs aldı. Körük bir kadın, çekiç de bir erkek oldu. Tanrı bunların yüzüne tükürdü ve bunlar birer kuş olup uçtu, gitti. Bunların adına Yalban Kuşları denildi. Tanrı şimdi on yedinci kat gökten kainatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ata, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır.
NOT
Altay Türklerinde bu efsane şu şekilde anlatılıyor. Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer. Uçsuz bucaksız, sonsuz, sular içindeydi her yer Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak uçuyor, arıyordu, bir katı yer, bir bucak. Kutsal bir ilham ile nasılsa gönlü doldu. Kayıptan gelen bir ses, ona bir çare buldu.
Bu efsanede adı geçen Tanrıları “Bay-Ûlgen” yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi gökle yerin arasında yüce Tanrı’nın bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu dünyayı yaratmak için Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti.
Yine Alta efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: “İnsanın aslı yine topraktı.” Bu olay şöyle anlatılır:
Yine günlerden bir gün, Tanrı Ülgen denize,
Bakarak duruyordu, şaşırdı birdenbire
Bir toprak parçacığı, sularda yüzüyordu,
Toprağın üzerinde, bir kil görünüyordu.
“Toprak üstündeki şey, dedi, nedir acaba?
İnsanoğlu bu olsun, insana olsun baba”
Görünmeye başladı, insan gibi bir şekil
Birden insan olmuştu toprak üstündeki kil
“İnsanoğlu bu olsun, insana olsun baba”
Bu ilk insanın ise, adı olmuştu Erlik.
Bu efsaneden anlaşılıyor ki Altay yaratılış efsanesinde insanoğlunun aslı, su değil, topraktır. (Türk Mitolojisi, Bahaeddin ÖGEL)
Yaratılış Destanı
KAHRAMANLAR
Tanrı Kara Han: Tanrı’dır. İyilikleri ve güzellikleri sever ve bunları emreder. Kötülükleri ve çirkinlikleri yasaklar. Bağışlayıcıdır. Yaratıcıdır. Herşeyi o yaratmıştır.
Ak Ana: Sular altında yaşayan, suların perisi bir kadın onun isteğiyle Tanrı Kara Han Er Kişi’yi yaratmıştır.
Er Kişi: Kanatlı, uçabilen, Tanrı Kara Han tarafından yaratılmış olmasına rağmen Tanrı’ya ortak olmak isteyen hatta Tanrı’ndan üstün olmak isteyen, sürekli kötülükleri, çirkinlikleri seven, nankör, tanrı tarafından yaratılmış ilk insandır. İslam dinindeki şeytana benzer.
Doğanay: Tanrı’nın ağaç dallarından yarattığı ilk insanlardan biridir. Hanımı Ece’ye kanarak Tanrı’nın men ettiği meyvelerden yiyerek cezaya çarptırılmıştır. İslam dinindeki Hz. Adem’e benzer.
Ece (Eje): Er kişi tarafından kandırılıp Tanrı’nın yasak ettiği meyvelerden yiyen ilk kişidir. Tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Yüzünden pürüz geçmemesi ve sürekli sancı çekmesi gerekiyor cezası gereği.
Yılan ve Köpek: Tanrı Kara Han tarafından insanların korunması için yaratılmıştır. Gör evlerini ihmal ettikleri için cezalandırılmışlardır.
Gök-Oğul: İnsanlara bir çok şeyi öğreten bir melektir. Tanrı Kara Han’ın elçisidir.
Ulu Kişi: Meleklerin başıdır. Tanrı Kara Han’ın en sevgili yoldaşıdır. Er Kişi’nin göklerini paramparça etmiştir. Kötü ruhları öldürmüştür.
Ağca dağ, Gün Asan, Alma Ata: Tanrı Kara Han’ın yarattığı meleklerdir. İnsanlara kötülüklerden korumaya çalışmışlardır. İnsanlara güzel şeyler öğretmişlerdir.
MOTİFLER
Bu destanda hem tarihî hem dinî hem de olağanüstü özellikler vardır. Motif olarak yaratma Tanrı Kara Han’a has bir özelliktir. Er Kişi’ye ait kötülük etme motifi var. Bunu şeytan olarak da alabiliriz. Sürekli kötülüğü emretmektedir. Buna mukabil sürekli iyiliği emreden melekler de vardır. Yasak ağaçtan yeme motifi vardır. Bu da İslam inancındaki Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yasaklanan ağaç gibidir. Bu destana, insanların yaratılışından, tarihinden bahsettiği için tarihilik, Er Kişi’ye uçma özelliği verildiği için olağanüstülük, dini motifler taşıdığı için yani Doğanay ile Ece’nin Hz. Adem ile Hz. Havva’ya benzemesi, Er Kişinin şeytana benzemesi hasebiyle dini özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
Bu destandan şu sonuçlar çıkarılabilir:
1- Türklere göre kainatı yaratan tek bir kuvvet vardır. Kainat sudan ve topraktan yaratılmıştır.
2- Kadın hayatta mühim bir unsurdur. Tanrı Kara Han yaratma ilhamını bir kadın olan “Ak Ana” vermiştir.
3- Şeytan çok büyük kudretlere malik olmakla beraber esas itibari ile insandır. Hiçbir zaman Tanrı Kara Han’a denk kuvvette değildir.
4- İnsanlar bir ana babadan üremiş değildir. Dokuz ayrı ırk vardır ki ataları ayrı insanlardır.
MESAJ
Tanrı’nın her şeyi yarattığını ve kainatta her şeyin insan için yar atıldığını, insanların iyilik ve güzellik yolunda çalışması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Her şeyin bir sonu olduğunu ve herkes yaptığının karşılığını göreceğini, iyilik yapanların ödüllendirileceğini, kötülük yapanların ise cezalandırılacağının sonucunu çıkarabiliriz.
KAYNAKLAR:
1- Nihal Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi
2- M. Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları
3- N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı, c.I
4- S. Kemal Karaalioğlu, Türk Edebiyatı Tarihi, c.I
5- Şükrü elçin, Halk Edebiyatına Giriş.
6- Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, c.I
7- M. Necati Sepetçioğlu, Karşılaştırmalı Türk Destanları
8- Z. Veledi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş
9- P. Naili Boratav, Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder