2 Eylül 2015 Çarşamba

Ünlü Akad kralı Sargon’un öyküsü VE Hz Musa As benzerlik iddası




Ünlü Akad kralı Sargon’un öyküsünün bir benzeri Med ülkesinde yaşanmaktaydı. Küçük bir farkla… Medler ve Persler arasında…(Oates) Bu hikaye, İran Sasani İmparatorluğu’nun kurucusu
I. Ardeşir-i Papekan'a da (224-241) yakıştırılmıştı. Daha sonra Siyav
uş için de aynı hikaye söylenmişti. (Ritter)
Partlar’ın kurucusu Arsak için de benzer bir anlatım vardır. Sürekli yeni adlar alan bu tür anlatımların kökü İran halk söylencelerine dayanır. Nereden geldiğini unutmayan, kökenlerinin sürekli farkında olan kişi, zenginlik ve lüksle satın alınamaz. Kurucu kralın adının unutulmaması ve önceki hanedanların krallarıyla bağlantının sürekliliği önemliydi. İran da hüküm süren krallar meşruiyetlerini, geçmişin ünlü hanedanlarıyla kurdukları bağlarda olduğunu ileriye süreceklerdi. (Wiesehöfer)

  • Musa: sudan çıkarılan" şeklinde yazılmış. Biraz eksik kalmış. Arapça Musa, İbranice Moşe şeklinde okunur. Moşe adı, İbranice "çıkarmak" anlamına gelen maşah fiilinden türemiştir ki Türkçede de maşa, elle direk dokunulmayan koru tutup ateşten çıkarmak için kullanılan aletin adıdır. Bu şekliyle Musa adı, muhtemelen, bir isim olmaktan ziyade tıpkı fetheden=Fatih'in isimleştirlmesi gibi lakabın isimleşmiş hali olabilir. Diğer yandan Musa adının Kipti etimolojisine sahip olduğunu düşünenler de vardır. Tıpkı Firavun Tut-Moses'in adında olduğu gibi. Bu görüş daha çok Freud gibi Musa Peygamberin kökeninin Mısır olduğunu düşünen bilimadamlarının kabul ettiği bir yargıdır.
    Sudan gelen bebek, antik edebiyatta genellikle kaos ortamını düzeltmek için tanrı/lar tarafından gönderilen seçilmişliği ifade eden evrensel bir metafordur. Benzer bir durum Sargon'un babasız doğumu için de geçerli. Antik dönemde yüksek rahibelerin "kutsal fahişe" olarak tapınakta hizmet yaptığı ve doğan çocukların tanrılara adandığı bilinir. Onlar artık Tanrıların sahip çıktığı onlara hizmet eden kişiler kabul edilirdi ve babasının kim olduğu sorgulanmazdı.
  •  Fakat antik dönemde size bundan üç tane daha sayabilirim: Zerdüşt, Krişna (ki Christ adı ile arasındaki etimolojik benzerlik oldukça ilginçtir) ve pek tabii ki Buddha.
  • Bu saydıklarım hala müntesibi bulunan dinlere özgü. Antik Yunandaki Herkül ve Perseus'u da unutmayalım. Heleki Perseus sadece Zeus'un oğlu değil aynı zamanda kendisini yetiştiren babasının sudaki bir sandıktan çıkardığı bir kahramandır. Yani tarih çok zengin bu konuda.

    İbrahim ve İshak'ın olayı ise birkaç açıdan yorumlanmaktadır. Zaten Sara'nın Hz. İbrahim'in abisi Aran'ın kızı ve Lut'un kızkardeşi olduğu Yahudi literatüründe geçer. Yani İbrahim Sara'nın amcasıdır. Bu sebeple Yahudi bilginler ilgili pasuğu "aslında İbrahim orada yalan söylemedi" şeklinde tevil ederler ki bu bakış açısına göre İbrahim orada takiyye yapmıştır. İshak'ın olayı ise modernist Tora yorumcularına göre aynı olayın İshak adıyla tekrarından başka birşey değildir. Ki eğer Toranın kaynak teorisini biliyorsanız bu gayet mantıklı bir açıklama.
    Bunun pagan geleneği olup olmadığını soruyorsanız size şunu söyleyebilirim: o dönemde pagan olmayan biri var mıydı ki biz buna pagan geleneği diyelim. Musa şeriatı gelmediğine göre bu olsa olsa ataerkil geleneğin yansıması olarak düşünülebilir. Çünkü biz İbrahimi peygamber olarak kabul ettiğimizden onun hayatına derinlemesine incelemiyoruz. Halbuki kaynaklarda onun çok zengin bir şeyh olarak devasa bir sürüye ve kabileye sahip olduğunu biliyoruz. Bu da belki şöyle yorumlanabilir. Önem sırası yani zengin bir şeyhin ölümüyle kabilede ortaya çıkabilecek muhtemel bir kaosun önlenme girişimi. Tabi bu tatmin etmeyebilir normaldir. Ama emin olun ben başka bir izaha denk gelmedim.



    . Musa ve Tektanrıcılık: Bir tarih psikanalizinin açmazları


    Ali KÖSE





    “Kendi çalışmamdan emin olma hissini tadamıyorum. Bir yazarla eseri arasında olması gereken birlik hissi yok içimde. Ama bunun vardığım sonuçtan  şüphe duymakla da bir ilgisi yok. Bu hissi 1912’de Totem ve Tabu’yu yazdığımda da duymuştum... Kendi kendimi tenkitçi bir gözle süzdüğüm zaman Musa ve Tektanrıcılık hakkındaki

    bu kitabım tek ayağı üzerindeki  bir
    dansçıyı andırıyor...” S.Freud
    Moses and Monotheism, s. 299


    otem ve Tabu’dan  25  yıl sonra yazdığı Musa ve Tektanrıcılık’ta Freud kitabının sonunda  kendisini bu sözlerle yorumlar. “Vardı- ğım sonuçtan  şüphem yok” der, ama yeterli deliller ortaya koya- madığının da farkındadır. Bu belirsizlik hissinin, ortaya koyduğu tezleri iyi örneklerle anlatamamaktan kaynaklandığını söyler. Aynı
    T
    hissi hem Totem ve Tabu’da hem de Musa ve Tektanrıcılık’ta  duymasının sebebi açıktır. Freud her iki eserinde de ferdî psikanalizin dışına çıkarak kendi tarihsel kanaatleri doğrultusunda psikanalizi tarihe uygular. Musa ve Tektanrıcılık’ta psi- kolojik determinizm  mantığıyla ırkî psikanaliz yapar, fert psikolojisinden grup psikolojisine aktarımlarda bulunur.  Bu açıdan bakılınca Musa ve Tektanrıcılık, Totem ve Tabu’nun  bir devamıdır.
    Psychoanalysis and  Religious Experience yazarı Meissner  (1984,  s. 55)  Fre- ud’un kendisini Yahudiler’i psikolojik esaretten kurtarıp yeni bir hayat anlayışı- na, şuuraltı üzerine kurulu bir dine kavuşturacak olan ikinci bir Musa olarak gör- düğünü  söyler. Freud kendisini Musa ile özdeşleştirmiştir. O artık yeni bir din ortaya koyan, halkını vaadedilmiş psikolojik özgürlüğe taşıyan bir mesihtir.
    Freud üç bölümden  oluşan Musa ve Tektanrıcılık  adlı kitabını farklı yerlerde ve şartlarda kaleme almıştır. İlk ve ikinci bölümlerini 1937’de Almanya’da, kita- bın yarısından fazlasını oluşturan üçüncü bölümü  ise 1938’de  gittiği Londra’da yazmıştır. Freud bu kitabını yazdığı yıllarda 80 yaşını geçmişti ve 1939’da yenik düşeceği çene kanserine yakalanmıştı. Dolayısıyla bu kitabı, yazdıkları arasında en düzensiz  ve tekrarları olanıdır.*



























    37
    D‹VAN
    1998/1


    * Makaleyi okuyarak katkıda bulunan  Prof. Dr. Ömer  Faruk Harman, Dr. Kürşat
    Demirci ve Dr. Mustafa Sinanoğlu'na şükranlarımı arzederim.


    Freud Musa ve Tektanrıcılık’ta milletlerin ihtiyaç ve sıkıntıları üzerine  mit- sel kişilikler ürettikleri tezinden hareketle  öncelikle  (Hz.) Musa’nın  tarihte yaşayan gerçek veya efsanevî bir kişilik olup  olmadığını sorgular.  Bu sorgu- lama her ne kadar Musa’nın  MÖ.  XII. veya XIV. yüzyıllarda yaşayıp Yahu- diler’i özgürlüklerine kavuşturduğu, onlara bir din sunduğu şeklinde pozitif olarak sonuçlansa  da Freud  zihninde bu şüpheyi hep taşır. Çünkü daha son- raki satırlarda  hep  “eğer  Musa  yaşadıysa...”  şeklinde  ifadeler kullanır.  Belki de tarihçilerin Musa’nın  gerçek  bir tarihî  şahsiyet olduğunda ve Mısır’dan Çıkış’ın  onun   liderliğinde gerçekleştiğinde ittifak  etmeleri   Freud’u   buna mecbur  kılmıştır.1
    Freud  Musa ve Tektanrıcılık’ta beş temel tez ortaya koymaktadır: 1.Musa yahudi değil Mısırlıdır. 2. Musa’nın  Yahudiler’e sunduğu din Mısır firavunu IV. Amenophis’in Aton  dinidir.  3. Erkeklerin  sünnet  olma adeti Musa tara- fından Mısır’dan getirilmiş ve Yahudiler’e empoze edilmiştir.  4.  Mısırlı Mu- sa Yahudiler’ce öldürülmüş, ama daha sonra Medyenli  Musa ortaya çıkmış- tır ve bu iki Musa tarihsel olarak birbiriyle karıştırılmıştır.  5. Daha önce ger- çekleşen primal2  babayı öldürme eylemi Musa’nın  şahsında tekrarlanmış  ve neticede  her iki öldürme olayından  duyulan  pişmanlıkla  (Hz.) İsa, yeniden dirilen Musa ve primal baba olarak ortaya çıkmıştır.


    Musa’nın  Kimliği  ve Efsanevî  Kişilikler  Oluşturma Psikolojisi

    Musa İsmi  Nereden Geliyor?
    Freud’un Musa ve Tektanrıcılık’ta tarihî realitelere  aykırı olarak savundu- ğu ilk tez Musa’nın  bir yahudi değil, Mısırlı olduğudur. Temel delili ise Mu- sa’nın (Moses)  bir Mısırlı ismi olmasıdır;  “Musa” Mısır dilinde  “çocuk” an- lamına  gelmektedir. Bu  konuda tarihçi  J.  H.  Breasted’e3 dayanır.  Freud kendisine  yöneltilebilecek bir itirazı önlemek  için ise eski çağlarda kişinin is- minden hareketle  milliyetini  bulma  ihtimalinin şimdikinden çok daha  kuv- vetli olduğunu söyler. Tarihçilerin  Eski Ahit geleneğine halel gelmesinden, Musa’nın  İbrânî  olmama  ihtimalinin problem doğurmasından korktukları için meseleye bugüne kadar hiç bu boyuttan bakmadıklarını belirtir.  Freud’a göre  tarihçilerin Musa’nın  Mısırlı olmasını kabule  yanaşmamalarının bir se-






             38   
    DİVAN
    1998/1
    1 S. Freud,  Moses and Monotheism, Penguin  Books, London, 1939/1990, s. 243; Moses and  Monotheism’e (Musa  ve Tektanrıcılık)  bundan  sonra yapılacak atıflar Penguin’in  yayımladığı Freud’un  “tüm  eserleri”nden  yapılacaktır. Moses and Mo- notheism XIII. ciltte 238-386 sayfalar arasındadır.
    2 Primal  kelimesi aslî, esasî, baş, başlıca anlamlarına gelmektedir.  Bu anlamlar pri- mal kelimesini tam olarak karşılamadığından burada primal kelimesini aynen kul- lanmayı uygun  gördük.  “Primal baba”dan kasdedilen, bir grup,  klan vb.nin ba- şında bulunan  ve yegâne otorite  sahibi olan kişidir.
    3 J. H.  Breasted, A History of Egypt,  London 1906;  J. H.  Breasted, The Dawn of Conscience; London 1934.  The Dawn of Conscience isimli eserinde Breasted Tev- rat’ın Firavun literatürünün bir adaptasyonu,  mezmurların Akhenaton’a ait oldu- ğunu,  darbı mesellerin de Amenemope’den geldiğini iddia eder.


    bebi de şudur:  Aristokrat  bir Mısırlı’nın daha aşağı bir kültürden olan ve hor görülen göçmenlerin başına geçmesi pek muhtemel değildir.4
    Musa isminin  bir Mısır ismi olduğu fikri kabul görse de Musa’nın  Mısırlı olduğuna dair bir delil yoktur.  Kitab-ı  Mukaddes araştırmacılarının çoğun- luğu onun  her hâlükârda  yahudi olarak doğduğunda ama Mısır’da büyüdü- ğünde  hemfikirlerdir. Ayrıca Freud’un mit dediği  yahudi  inancına  göre  za- ten  Musa  Firavun’un kızı tarafından evlatlık olarak  büyütülmüştür. Onun evlatlık bir çocuğa  kendi kültüründen bir isim, yani bir Mısırlı ismi vermesi gayet makuldür.5

    Musa Mitinin Oluşumu
    Freud,  Otto Rank’ın6  kendisinin  etkisi altında  kalarak yayımladığı  kita- bında,  önemli  medenî  milletlerin  kendi kahramanlarını, krallarını, prensleri- ni, din kurucularını kutsallaştırıp  efsaneleştirdiklerini, bu kişilerin doğumla- rını ve hayatlarının  ilk yıllarını fantazi  özelliklerle  bezediklerini ortaya  koy- duğunu belirtir.  Bu efsanelerin  ortak  özellikleri  şudur:  Kahraman  genelde aristokrat  bir ailenin  çocuğudur. Çoğunlukla da kralın oğludur. Annesinin ona hamileliği  sırasında veya daha önce  onun  doğumunun özellikle babası- na tehlike getireceğine inanılır. Doğumuyla birlikte de babası tarafından öl- mesine  yahut  terkedilmesine karar verilir. Genellikle  de bir sepet içinde ne- hire bırakılır. Daha  sonra  çoban  vb. kişilerce kurtarılır,  ya da bir hayvan ve- ya yoksul kadınca emzirilir.  Çocuk  büyüyünce birtakım  maceralardan sonra ailesini bulur,  babasından intikam alır ve başarı kazanır. Bu tür efsanelere ko- nu olan iki aile tipi vardır. Ya çocuk aristokrat  ailede doğar,  terkedilir  ve yok- sul bir ailece alınır ya da bunun tam tersi olur.  Ama genelde  birinci ihtimal geçerlidir.  Aslında bu,  kahramanlara asalet sağlar ve kahraman nereden gel- diği belli olmayan  birisi olmaktan  çıkar.
    Freud  mitleri  böylece tahlil ettikten sonra  bugün bildiğimiz  şekliyle Mu- sa mitinde tipik mit oluşumundan bir sapma olduğunu söyler. Bu mite  gö- re ilk aile, yani Musa’nın  gerçek ailesi yoksuldur. İkinci aile ise Mısır kraliye- tidir.  Onu  büyüten prensestir. “Oysa”  der Freud  “başlangıçta mitin  oluşu- mu  diğer  mitler  gibidir.  Firavun  rüyasında  kızının  doğuracağı oğlanın  ona ve krallığına  zarar  vereceği  şeklinde  uyarılır. Çocuk  doğunca onu  Nil’e bı- raktırır.  Çocuk  Yahudiler’ce  kurtarılır  ve büyütülür.7 Ama Yahudiler  milli- yetçi sebeplerle  miti tersine  döndürürler ve mit şimdiki halini alır.”


    4 Moses and Monotheism, s. 244-6,  255.
    5 Bu konudaki mütalaalar için bk. H. L. Philp, Freud and Religious Belief, London
    1956,  s. 96; W. Meissner, Psychoanalysis and Religious Experience, New Haven
    1984,  s. 118.
    6 O. Rank, The Myth of the Birth of the Hero, New York 1914,  s. 61.
    7 Kur’an’da Musa’nın  çocukluk  hikayesi anlatılır. Ama hikaye Freud’un  “gerçeği bu olmalıdır”  dediği şekliyle gerçekleşmemiştir.  Musa saraydan bir çocuk değil, saraya gelen bir çocuktur.   Firavun’un  diğer erkek çocuklar gibi kendi çocuğu- nu da öldürmesinden korkan Musa’nın annesine vahyedilerek Musa’yı bir sepe- tin içinde denize (veya Nil’e) bırakması istenmiştir. Sepet saray kenarında kıyıya çıkar. Çocuğa karşı Firavun’un karısında (Asiye) ve kendisinde bir sevgi olu-     2



    39
    D‹VAN
    1998/1


    Freud’un konuyu  bir başka açıdan  ele alış şekli ise şöyledir.  Mitte  iki aile vardır. Biri çocuğu  terkeder, diğeri ise büyütür. Bu mit gerçek bir tarihî şah- siyet hakkında  olduğu için ailelerden  birisi hayalî, diğeri ise gerçektir.  Genel kural, yoksul ailenin gerçek, aristokrat  ailenin hayalî olmasıdır.  Bunun  yanın- da çocuğu  terkeden aile hayalî, büyüten aile ise gerçektir.  Freud  bu açıdan düşünüldüğünde de Musa’nın  Mısırlı olduğunun ortaya çıkacağını ama mi- tin onu  yahudiye dönüştürdüğünü söyler.
    Freud  bütün bunları  söyledikten  sonra iddiasını mitlerin  oluşumu üzerine dayandırdığını, mitlerin  de bu iddiaları ispatlamak  için yeterince  açık olma- dığı şeklinde yapılabilecek bir itiraza da verilecek cevabının olmadığını itiraf eder.8

    Mısır’dan  Gelen  Akhenaton Dini
    Musa ve Tektanrıcılık’ın monoteizm üzerine  temel tezine gelince, Freud’a göre  Musa’nın  Yahudiler’e  sunduğu din bir Mısır diniydi.  MÖ.  1375  yıllarında  IV. Amenophis (veya Amenhotep) isimli (babası  ile aynı ismi taşıyan, ama daha sonra  ismini değiştiren) genç firavun halka yeni bir din kabul et- tirmeye  çalışır. Bu  din  halkın  geleneğine aykırı olan  monoteist bir  dindir. Freud  kutsal kitapları referans kabul etmediği için olsa gerektir  ki, bunun in- sanlık tarihinde ilk monoteist din  olduğunu söyler.  IV.  Amenophis 17  yıl tahtta kalır ve 1358’de ölür.  O ölünce  halka empoze etmek  istediği  mono- teist din ortadan kaldırılır ve bu dine ait her şey yasaklanır. IV. Amenophis’in gerçekleştirdiği şeylerin bir arka planı vardır.  Babası III.  Amenophis zama- nında  ve daha önceden bu yönde  bir süreç yaşanmıştır.  Heliopolis tapınağı rahipleri bir evrensel tanrı fikri oluşturma ve bu tanrının ahlâkî yönünü vur- gulama  eğilimindeydiler. Neticede güneş  tanrısı  Re  babası  zamanında bu yönde  bir karakter  kazanmıştı.9 Bütün  bunlar  muhtemelen Thebes  bölge- sinde bulunan Amun  dininin  din adamlarına  karşı yapılıyordu.  Güneş  tanrı- sının eski isimlerinden olan Aton (Aten veya Atum)  tekrar gündeme gelir ve yeni genç kral bu Aton  dinine  bir ivme kazandırır.10
    Bu yeni din giderek  netleşir.  Bu arada daha çok Amun  din adamları başta









    40
    DİVAN
    1998/1
    şur. Musa’nın kız kardeşi ona ne olduğunu araştırırken saraydaki bir çocuğa süt annesi arandığını öğrenir.  Saraya giderek “Size ona bakacak birini bulayım mı?” der ve böylece Musa annesine kavuşur (Tâhâ: 38-40). Musa’nın çocukluğuna ait Yahudilik’teki bilgiler İslâm’dakilerle bazı detaylar dışında benzeşir  (Çıkış, Bap
    2-3).  Ayrıca bk. Israel Abrahams,  “Moses”,  Encyclopedia Judaica,  Keter Pub. House,  Jerusalem 1978,  XII, 372-8.  Süt çağı sona erince tekrar saraya döner ve orada  büyür.  Musa Mısır sarayında büyüyen  bir yahudidir,  ama kimliğinin  de farkındadır. Bir gün bir Mısırlı’nın yahudi bir köleyi döğdüğünü görünce  Mısır- lı ile cedelleşir ve onu  öldürür.  Bu olay üzerine  Firavun’dan kaçması gerektiği- ne inanır ve Medyen’e gider (Kasas: 15-22).
    8 Moses and Monotheism, s. 246-252.
    9 Tanrı  Re konusunda bk. M. Kurhan,  “Asırlar Boyu Tanrı  Re”,  TTK  Belleten, LVIII,  sy. 221 (1994), s. 1-27.
    10 Moses and Monotheism, s. 258-9.  Ayrıca bk. The Zondervan Pictorial Bible Dic- tionary, ed. M. C. Tenney,  Michigan 1975,  s. 27


    olmak  üzere  bu  yeni dine  aşırı reaksiyon  gösterilir.  Fakat  IV.  Amenophis bunlara  aldırmayarak  krallığının  altıncı yılında Amun  kelimesi kendi  ismin- de de geçtiği için ismini değiştirir  ve yeni güneş  tanrısının  ismini içeren Ak- henaton (veya Ikhnaton) ismini alır.11  Bundan sonra  tüm  diğer  tapınaklar kapatılır,  ibadetler   yasaklanır,  eski yazıtlardan   “tanrılar” ifadeleri  çıkarılır. Akhenaton, Amun dininin  hâkim olduğu Thebes  (Luxor) şehrini terkederek Akhetaton (Amarna)  ismini verdiği yeni bir başkent  kurar.  Bu zecrî tedbir- ler halkta nefret  uyandırır  ve yeni din kralın yakın çevresi dışında  pek yayıl- maz.  Eski Mısır dinleri  daha sonra  tekrar  sahneye çıkacak ve Aton  dini ter- kedilecektir.12
    Aslında Freud’dan önce Karl Abraham  yazdığı bir makalede  bu görüşlere yer vererek IV. Amenophis’in babasının  dinini kaldırdığını,  Amun dini yeri- ne Aton  dinini  ikame ettiğini, kendi ismini de Akhenaton olarak değiştirdi- ğini  Amun  dini  ile birlikte  babasının  ismi geçen  tüm  yazıtları  yokettiğini söyler. Karl Abraham  bu eylemi oğulun babanın  varlığını kaldırıp onun  ye- rine  geçme  şeklindeki  oedipal  mücedele olarak  yorumlar. Abraham  ayrıca

    11  Encyclopedia of Religion (ed. Mircea Eliade) Akhenaton  hakkında şu bilgilere yer verir: IV. Amunhotep diye de bilinen ve MÖ. 1360-1344 yılları arasında krallık yapmış olan bir Mısır firavunudur.  Akhenaton  Mısır kralları arasında kendi dev- rinde halkı tarafından çok hararetli bir şekilde “güneşin  oğlu” diye tapılan, ama öldükten  sonra kendisinden  çok sert şekilde yüz çevirilenidir. Modern  devirde bazı keşiflerle birlikte hakkında ihtilaflı bilgiler oluşmuştur. Önceleri ilk mono- teist olarak yorumlanmış,  fakat daha sonra pek zeki bir politikacı olmadığı anla- şılmış ve hakkında  daha dengeli  bilgilere ulaşılmıştır. Akhenaton’un dini diğer Mısır dinleri gibi bir tarafta tekliği, diğer tarafta çokluğu  barındıran  dualist bir yapıya sahipti.  Akhenaton’un reformları  görülmemiş  reformlar  değildi.  Daha önce Mısır tarihinde  aynı türden  olaylar vardı. Mısır güneyden  gelen ve güneş sistemi tanrılarına tapmayı öngören dinî fikirlerin etkisi altındaydı. Dokümanlar- la sabittir  ki Akhenaton’dan önce  babası III.  Amunhotep (MÖ.  1400-1360) Aton (veya Aten) tanrısının statüsünü yükseltmişti. Bk. Virginia Lee Davis, “Ak- henaton”, Encyclopedia of Religion, Macmillan, New York 1987,  I,  s. 169-170. Encyclopedia Judaica  ise Akhenaton  ile ilgili şu bilgilere yer verir: Akhenaton (MÖ.   1367-1350) mısır  tarihinin  ihtilaflı  isimlerinden  birisidir.  Akhenaton, Musa’dan önce monoteizmi getiren  kişi olarak algılanmış, ama bu kanaat daha sonra kabul görmemiştir.  Akhenaton  tahta geçtiği zaman Mısır’da en güçlü tan- rı Amun-Re  idi. Güneş tanrısı Re ve onun  çeşitli tezahürleri  Amun’a göre ikin- ci pozisyondadır. Firavunun pozisyonu da hemen bu tanrıların ardındadır ve Ak- henaton bu durumu değiştirmek  istemiştir. “Amun  kültü”nden ayrılarak güneş tanrısı Aton kültünü  desteklemeye başlamıştır. Neticede  Amun’u tamamıyla ya- saklamış, ona intisaba devam edenleri öldürmüştür. Ordu  da Akhenaton’un ya-
    nında  yer  alınca  Amun  aristokrasisi  çöker,  reformlar  geçici  bir  süre  de  olsa                                         41
    başarılı  olur.  Başkent  Thebes  terkedilir  ve  Akhetaton  ismiyle  yeni  bir  başkent                 

    kurulur.  Böylece Amun-Re bastırılır ve Aton Mısır’ın baş ilahı olur. Ama bu bir monoteizm değildir. Güneşin bir tezahürü olarak tanınan Aton evrensel bir ilah gibi görülse de bu tanrıya sadece Akhenaton  ve eşi Nefertiti tapabilmiş, ülkedeki diğer herkes tanrı olarak Akhenaton’a  tapmıştır.  Akhenaton’un kendi ilahlığını reddettiğini gösterir  hiç bir delil yoktur.  Bk. Alan R. Schulman  “Akhenaton”, Encyclopedia Judaica, Jerusalem 1978,  II, s. 487-8.
    12  Moses and Monotheism, s. 261.
    D‹VAN
    1998/1


















































             42   
    DİVAN
    1998/1
    Akhenaton’un babanın  emsalsizleştiğinden hareketle  Aton’u  tek ve yegâne Tanrı  olarak  ilan ettiğini  söyler. Böylece Akhenaton Musa’nın  tektanrıcılık dinine,  Tanrı’nın babanın  özelliklerini  yansıttığı dine zemin  hazırlamıştır.13
    Ama Freud  Karl Abraham’ın  bu yorumlarından hiç bahsetmemiş, hatta  Ab- raham’ın  isminden  bile sözetmemiştir.
    İşte,  Freud’a  göre,  Musa Akhenaton’a yakın bir aristokrattı. Ya bir gene- ral ya da bir din adamıydı.  Enerji  doluydu, hayalleri vardı. Belki de kral ol- mayı umuyordu. Kral ölünce  ona karşı olan reaksiyonları  gördü ve hayalle- rinin Mısır’da gerçekleşemeyeceğini farketti.  Ama ideallerinden de vazgeçe- medi. Sonunda çözümü buldu. Mısırlılar’ın hor gördüğü dini başka bir hal- ka benimsetebilir, yeni bir krallık kurabilirdi. Neticede Yahudiler’le  anlaştı, onların  başına geçti,  onları  Mısır’dan  çıkarıp bu  monoteist dinde  eğitmeye karar verdi ve Çıkış’ı gerçekleştirdi. Freud  Çıkış’tan bahsederken Tevrat’a14 müracaat  eder.  Hemen ardından da  “Eski  Ahit’in  söylediğinin  aksine  Çı- kış’ın çatışmasız ve Firavun’un takibi olmadan gerçekleştiğini  tahmin edebi- liriz, çünkü  Musa’nın  otoritesi  buna  müsaitti  ve o zaman  bu takibi yapacak bir merkezî  kuvvet yoktu”  der.  Freud’a  göre  bu göç 1358-1350 yılları ara- sında bir tarihte, yani Akhenaton’un ölümünden sonra Haremhab’ın devlet otoritesini gerçekleştirmesinden önce  Kenan Diyarı’na olmuştur.15
    Buraya kadar Freud’un ortaya koyduğu tez Musa’nın  Yahudiler’e bir Mı- sır dini getirdiği, bunun da Aton dini olduğudur. Freud’un bu iddiasına gö- re   Musa’nın   dini   -konu   İslâm   zâviyesinden   değerlendirilecek  olursa- Kur’an’ın  belirttiği  bir İbrahimî din değil, Musa da bir peygamber değildir. Oysa Freud’un farklı yerlerde Musa dininden verdiği örnekler  Musa’nın  ge- tirdiği dinin (İslâm’ın öngördüğü anlamda)  İbrahimî bir din olduğunu gös- terir.  Mesela  Freud  “Musa  dininde  bir  kural  vardı ki, bu  göründüğünden daha  önemlidir” der.  Bu  kural  tanrının resmini,  suretini  yapma  yasağıdır. Hatta Freud  “Musa  bu  yasakla Aton  dininden de öteye  gitmiştir” diyerek Musa’nın  getirdiği  dinin  Aton  dininden farklı olduğunu bir noktada itiraf etmiştir.  Ama Freud  bu önemli  farkı “Musa  bunu  belki de (Amun  dininde- ki) büyücü  anlayışa karşı bir tedbir  olarak yaptı” diyerek geçiştirir. Musa’nın getirdiği   tanrı  kavramının  İbrahimî gelenekle  (İslam’la)  bağdaştığını  yine Freud  kendisi itiraf eder. Musa dininin  Yahudiler’e daha büyük bir tanrı kav- ramı kazandırdığını ve ona inanan  herkesin  bir yüceltilmişlik ve güven  duy- gusuna  sahip olduğunu söyler.16  Bu duygu  ve büyüklük  kavramı Freud’un iddia ettiği gibi güneş tanrısı kaynaklı Aton dininin  değil, İbrahimî dinin bir özelliği  olabilir.  Yine Freud  Musa  dininin  unutulup tekrar  hatırlanmasının insanlığın bu yöndeki  ilk tecrübesi  olmadığını, bu sürecin ikinci defa tekrar-

    13 L. Shengold,  “A Parapraxis of Freud’s in Relation to Karl Abraham”,  American Imago, 1972,  29, 123-159; W. Meissner, Psychoanalysis and Religious Experien- ce, s. 51.
    14 Çıkış, XIII, 3, 14, 16.
    15 Moses and Monotheism, s. 266-7.


    landığını  savunurken “Musa,  halkına tek tanrılı bir din sunmakla bir ilki ger- çekleştirmiyordu; ilk devirlerde  insanlığın  yaşadığı,  ama  şuurlardan silinen bir tecrübe yeniden canlanmıştı” der.17 Bu sözler aslında Allah’ın Musa’dan önce  de  tek  ilaha tapılmasını  öğütleyen peygamberler gönderdiğine işaret eder.  Ama Freud’un tarihi bu şekilde algılamak gibi bir niyeti yoktur.
    Freud’un temel yanılgı noktası şudur: Musa bir din ile geldiği zaman Aton dini  diye güneş  tanrısına  tapan  bir  Mısır dini  olmuş  olabilir  (veya vardır). Ama Freud  bu iki dini birbirine  (belki de bilerek)  karıştırmış,  bu sayede el- de ettiği  verileri dinin  kaynağına  ilişkin tezlerini  pekiştirmek  için kullanmış- tır. Freud’un bu güneş dinini saf bir monoteizm şeklinde algılaması gariptir. Çünkü güneş  Mısır düşüncesinde her zaman  hâkim bir rol oynamıştır.  Baş- ka tanrıların  da olduğu, ama ışık ve hayat kaynağı olan güneşin  ayrı bir yeri nin bulunduğu bu düşünce  sisteminde  bir dinî reformcu olan Akhenaton’un yerini Freud  abartmıştır.
    Bütün  bunların  yanında,  Freud’un kendisinden yararlandığı  ve Akhena- ton’un dinini  monoteist olarak yorumlayan  James H.  Breasted’in  tezi  ara- dan  fazla zaman  geçmeden talebesi  John  A. Wilson18  tarafından reddedil- miş ve Wilson bu dini düalist olarak tanımlamıştır. Daha sonra da diğer araş- tırmacılar  tarafından Aton  dini  henoteistik19 bir din  olarak  yorumlanmış- tır.20
    Görüldüğü gibi Freud’un bu monoteist dinin Mısırlı Musa tarafından po- liteizmin  yerini almak üzere  Yahudiler’e  empoze edildiğini,  daha  sonra  bu yeni dinin  bastırıldığını, ama tekrar canlanarak  Yehova’ya tapma  şekline dö- nüştüğünü iddia eden  görüşleri  bugün Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları  ta- rafından  desteklenmemektedir. Mısır monoteizminin yahudi  dinine  bir de- receye kadar etkisi olmuş  olabilir.  Ama her şeyden önce  Yehova dininin  te- olojisi Freud’un sözünü ettiği Aton dininin  teolojisini  andırmamaktadır.  Ki- tab-ı  Mukaddes araştırmacılarının ortaya koydukları  genel kanaate  göre  Ya- hudiler’in  dinî gelenekleri  daha  çok Mezopotamya kaynaklıdır.21 Bu gele- nekte de her klanın özel bir tanrısının  olduğu politeist bir yapı söz konusuy- du.  Musa da zaten  bu devrede  monoteist bir din ile ortaya çıkmıştı.22

    Mısır’dan  Gelen  Sünnet  Olma  Adeti
    Freud  Musa’nın  Yahudiler’e  kazandırdığı erkeklerin  sünnet  olması adeti- nin  o  tarihlerde sadece  Mısır’da  uygulandığını, Herodot’un  da  bu  yönde


    17 Moses and Monotheism, s. 378.
    18 J. A. Wilson, The Burden of Egypt, Chicago 1951;  aynı eser The Culture  of An- cient Egypt (1958) ismiyle basılmıştır. Bk. s. 208-9,  215-228.
    19 Diğer tanrıların varlığını inkar etmeden  tek bir tanrının  varlığına inanmak.
    20  Bk. Virginia Lee  Davis, “Akhenaton”, Encyclopedia of Religion,    New  York
    1987,  I,  s. 169-170.
    21 Bu konuda  Bk. T. H. Robinson,  Prophecy and Prophets in Ancient  Israel, Lon- don 1979,  s. 20-26;  G. Von Rad, Old Testament Theology (Almanca’dan çeviren D. Stalker), London 1965,  II, s. 6-7.
    22 W. Meissner, Psychoanalysis and Religious Experience, s. 128-9.


    43
    D‹VAN
    1998/1


    bilgi verdiğini,  mumya,  mezar vb. kalıntılarının da bunu  doğruladığını, Do- ğu Akdeniz’in  hiçbir kültüründe (mesela Babil, Sümer)  olmadığını, dolayı- sıyla Musa’nın  Mısırlı olduğunu  söylemektedir. Oysa  Herodot Fenikeliler, Suriyeliler, Habeşliler  ve diğer bazı halkların da sünnet  olduklarını söyler.23
    Freud  burada  yine bir açmaz sergilemektedir. Bir taraftan  Musa’nın  halk di- nine  karşı olan  Aton  dinini  Yahudiler’e  empoze ettiğini, diğer  taraftan  da halkın  popüler uygulaması  olan  sünneti   onlara  getirdiğini söyler.24  Mu- sa’nın halk dinine  karşı yeni bir din getiren  Akhenaton’un dinine  sahip çıkıp bunu  Yahudiler’e  empoze etmesi,  ama aynı zamanda  kendilerine karşı mü- cadele verilen Mısırlılar’ın  popüler uygulaması  olan sünneti  onlara  taşıması çelişki arzetmektedir. Freud’un yine bu  konuda ortaya  koyduğu bir  diğer çelişki, daha  psikolojik  bir  temele  dayanmaktadır. Eğer  bunları  bir  başkası iddia  etseydi  bizzat  Freud’un kendisi  buna  karşı çıkardı.  Çünkü Mısır’dan kaçan bir halkın başında bulunan önderin (yani Musa’nın) onlara tekrar Mı- sır’ı hatırlatacak  olan sünnet  gibi bir geleneği  empoze etmesi pek makul ol- masa gerektir.



























    44    Freud’un bu psikoloik realiteyi görmemesi mümkün değildir.  O halde bir
         görmemezlikten gelme söz konusudur. Çünkü Freud,  neticesini  başlangıçta
         koyduğu bir  teoriyi  ispatlamak  zorundadır. Bu da onu  teorisini  çürütecek
         verileri yok saymaya götürür. Freud  için önemli  olan Musa’nın  Mısırlı oldu-
         ğunu  ispatlamaktır. Bunun  için en somut  veri de Musa’nın  sünnet  geleneği-
         ni ancak Mısır’dan  getirmiş  olabileceğini ortaya koymak olacaktır.  Sünnetin
         sadece Mısır’da olduğunu, Doğu Akdeniz’de  başka hiçbir kültürde, mesela
         Kenan  halkında  olmadığını göstermek için (aslında kaynak kabul etmediği)
         Tevrat’a  müracaat   eder.  Tekvin  bölümünün 34.  babında   Kenan  halkının
         sünnetsiz  olduğu Yakub’un  kızı Dina  ile Hivî prensi Şekem’in macerasında
         Dina’nın  erkek kardeşlerinin  sünneti  şart koştukları  anlatılır.  Aslında Freud
         da bu metodolojik çelişkinin farkındadır. Yukarıda zikredilen iddialarının  he-
         men ardından bir dipnot düşerek  “Eski Ahit geleneğini  keyfî kullandığımın,
         beni  destekleyen  bölümlerine müracaat  ettiğimin, desteklemeyen bölümle-
         rini reddettiğimin, dolayısıyla kendimi  ciddi bir metodolojik tenkide  maruz
         bıraktığımın farkındayım.  Ama bu işler de böyle oluyor” kabilinden  ifadeler kullanır.25 Psikolojide  bir kural vardır. Eğer  algıda bir karmaşa varsa görü-
         len şeyde varyasyonlar, farklılıklar kaçınılmazdır. Algıda belirleyici faktör ge-
         23 Herodot’un konuyla ilgili sözleri şöyledir: “İnsanlar arasında yalnız Kolkhisliler,
         Mısırlılar ve Ethiopialılar  sünnet  olurlar.  Filistin’deki Fenikeliler ve Suriyeliler,
         kendileri  söylerler ki, bu  âdeti  Mısırlılar'dan  almışlardır; Thermodon ve Part-
         henios ırmakları kıyılarında yaşayan Suriyeliler ve komşuları Makronlar  da bunu
        DİVAN    Kolkhisliler'den  öğrendiklerini  söylerler. Sünnet  yapan halklar yalnız bunlardır
        1998/1    ve anlaşıldığına göre  Mısırlılar gibi yapmaktadırlar.  Bu âdeti  kim kimden  aldı,
    Mısırlılar mı Ethiopyalılar'dan, yoksa bunlar  mı onlardan  bunu  bilemem;  zira
            belli  bir  şey ki, bunlarda  bu  adet  çok  eskidir”  (Herodotos, Herodot Tarihi,
            Türkçesi: M. Ökmen,  İstanbul  1973,  s. 138.
    24 Moses and Monotheism, s. 264.


    nelde umulan  veya arzu edilen şeyi görmektir. Freud  da bu kuralı bozmamış tarihî verilerin kendi teorilerine uygun  gelenlerini  görmüştür.
    Freud  sünnet  uygulamasında bir başka psikolojik  gerekçe  bulmakta  ge- cikmez: Sünneti  uygulayan kültürler diğerlerini  küçük görürler, kendilerinin sünnetle  yüceldiklerini hissederler.26 Bu, bugün de böyledir.27 Aynı duygu Musa’da  da vardı ve yahudi  halkı hiçbir şekilde aşağı seviyede olmamalıydı. Sünnet Yahudiler’i en azından  Mısırlılar’la eşitleyecek, ayrıca da onların  iç- lerine  girdikleri  diğer  halklardan  ayrılmalarını  sağlayacaktı.28 Freud’un bu tespiti makul görünmekle birlikte bir çelişki de arzetmektedir. Çünkü bir ta- raftan Mısırlılar’a benzemek isteyen, onlara fiziken benzemekle onların sevi- yesine çıkacağını düşünen, diğer  taraftan  ise yine bu özelliği ile diğer  halk- lardan ayrılacağını düşünen çelişkili bir mantık söz konusudur. Bu, Freud’un karakterini  çizmeye çalıştığı cevvâl Musa’nın  kafasındaki bir çelişki değil, an- cak teorisini  her hâlükârda  ispatlamak  isteyen Freud’un zihnindeki bir çeliş- ki olabilir.

    Musa’nın  Konuşma Ketlemesi
    Freud  Musa’nın  çabuk   sinirlenen,  öfkeli bir karakter  özelliğine  sahip ol- duğunu ve hatta  Yahudiler’in Tanrı’yı kıskanç, katı ve acımasız olarak algıla- malarına Musa’nın  bu yapısının sebep olduğunu belirttikten sonra onun  fi- zikî bir özelliğinden (kendi  tezini  desteklediği  için) özellikle bahseder. Mu- sa’nın yavaş konuşan  birisi olduğunun nakledildiğini, bunun da bir konuş- ma  ketlemesi  veya konuşma  bozukluğu olduğunu söyler.  Ona  göre  Fira- vun’a giderken  kardeşi Harun’u yanında  bulundurmasının sebebi budur.29
    Freud  bu sözlerinin  hemen  akabinde  Musa’nın  Yahudiler’le ilk zamanki ko-


    26 Hatta  Freud kitabının ileriki bölümlerinde bugün  bile Yahudiler’den neden nef- ret edildiğini tahlil ederken  gerçek sebeplerin geçmişe dayandığını söylerek iki sebep zikreder.  1. Yahudiler kendilerini seçilmiş ilan etmekle  diğerlerinin  kıs- kançlığına yol açmışlarlardır. 2. Sünnet  hadisesi diğerlerine  iğdiş edilme  kor- kusunu  hatırlatmıştır  (Moses and Monotheism, s. 336).
    27  Freud  burada  belki de  yazılarında ilk ve tek  defa Türkler’den  bahseder.  Bir Türk’ün bir hristiyanı “sünnetsiz  köpek” diye tahkir edebileceğini söyler (Moses and Monotheism, s. 268).  Freud’un  müslüman  yerine Türk  kelimesini kullan- masını Avrupa’da müslüman  kavramının Türk kelimesiyle özdeşleşmesine bağ- lamak gerekir.
    28 Moses and Monotheism, s. 268.
    29 Tevrat’ta Musa’nın  ağır, Harun’un iyi konuştuğundan söz edilir. Buradan  an- laşılan Musa’nın bir konuşma bozukluğunun olduğu değil, Harun’un ona göre daha düzgün  konuştuğudur (Çıkış, IV, 10, 14). Bu sebepten  Firavun’a da bir- likte gittikleri belirtilir (Çıkış, V, 1). Konuyla alakalı olarak Kur’an da benzeri ifadelere yer verir. Allah Hz.  Musa’ya Firavun’a gitmesini  emredince   (Tâhâ:
    42-44)  Hz.  Musa Harun’u da kendisiyle birlikte göndermesi  için Allah’a yal- varır  (Kasas: 33-35). Hz.  Musa’nın  Harun’un da  yanında  bulunmasını   is- temesinin  sebebi Harun’un düzgün  (fasih) konuşan  birisi olmasıdır.  Belki bu ayet Freud’un  tezini destekliyor gibi gözükebilir,  ama Harun’un fasih konuş- ma kabiliyeti Musa’nın konuşma ya da ketleme problemi olduğunu göstermez. Ayrıca Kur’an  Harun’un Musa’ya yardımcı  kılındığını,  onun  da  peygamber olarak görevlendirildiğini  belirtir (Furkan: 35; Meryem: 53). Harun  sadece   2














    45
    D‹VAN
    1998/1


    nuşmalarında yanında tercüman bulundurduğunu, yani onların  dilini konu- şamadığını,  bunun da onun  Mısırlı olduğuna delâlet  ettiğini  savunur.30
    Bu  iki iddianın  birarada  bulunması pek  anlaşılır gibi  değildir.  Konuşma probleminden dolayı Firavun’la görüşmesinde yanında bir başkasını (karde- şini) bulundurduğu iddia edilen kişi pekâlâ yine aynı problemden dolayı Ya- hudiler’le konuşmasında da bir yardımcı bulundurabilir. Freud’un tercüman dediği kişi muhtemelen Musa’nın  Firavun’a giderken  yanında olan kimsedir. Kaldı ki Freud  bu Yahudiler’in  Mısır’da (Semitic  neo-Egyptians) oldukları- nı söyler. Hem  Musa’nın  Mısırlı olduğunu iddia  edip  hem  de onun  Mısır Yahudileri'yle  dil probleminden dolayı  konuşamadığı, bu  problemi  aşmak için de yanında  tercüman bulundurduğu nasıl iddia  edilebilir? Mısır’da ya- şayan Yahudiler’in  de Musa’nın  konuştuğu dili konuşmaları  gerekmez mi? Kaldı ki, Mısır’da yaşayan Yahudiler’le Mısır dilini konuşanların iletişimlerin- de  tercüman bulundurmaları gerekseydi  bunu  herhalde öncelikle  Firavun yapardı.

    Mısırlı  Musa’nın  Yahudiler’ce  Öldürülüşü
    Freud  tarihçi  Sellin’in31  tezinden hareketle  Musa’nın  Yahudiler’ce öldü- rüldüğünü32 ve getirdiği  dinin  terkedildiğini savunur.  Mısır’dan  Musa  ile gelen Yahudiler Kenan Diyarı ile Mısır arasında kalan diğer akraba kabileler- le Kadeş bölgesinde buluşurlar. Musa kendi  dinini  bu halk üzerine  empoze eder.33 Freud’un Musa ve Tektanrıcılık’ın başlarında  ortaya koyduğu, Mu- sa’nın  yahudi  değil  Mısırlı  olduğu tezinden ziyade,  Musa’nın  öldürüldü- ğü ve (aşağıda ele alınacağı üzere)  bir müddet sonra Medyenli  Musa’nın  or- taya çıktığı tezi önem  arzetmektedir. Burada  Freud’un Sellin’den  aldığı tezi psikanalizci  bir  yorumla  tarihleştirdiği görülür. Buna  göre  Musa  Akhena- ton’dan aldığı dini yine onun  yöntemiyle  diktacı bir şekilde Yahudiler’e em- poze eder. Ama bu defa karşısında Firavun’a ayak direyemeyen Mısırlılar de- ğil, Sami ırkı vardır. Yahudiler yine Mısırlılar gibi ruhanîleşmiş  bir dini kabul etmezler. Yeni din  kendilerini  tatmin etmez.  Sonunda bu  empozeden kur- tulmak  için başkaldırırlar  ve Musa’yı öldürürler.









    46
    DİVAN
    1998/1
    Firavun’a gittiği zaman değil, her zaman Musa ile beraberdir.  İman eden sihir- bazlar “Musa  ve Harun’un rabbine  iman ettik demişlerdir”  (Tâhâ:  70; Şuarâ:
    47-8).  Bir başka surede Hz. Musa’nın bu konuda Allah’la mükâlemesi şöyledir: “Firavun’a git. Çünkü  o iyice azdı. Musa: Rabbim!  dedi, ruhuma  genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını çöz ki sözümü  anlasınlar. Bana ailemden bir de vezir ver, kardeşim Harun’u. Onun  sayesinde arkamı kuvvetlendir.  Ve onu işime ortak kıl” (Tâhâ: 24-32). Bunun üzerine Allah: “Sen ve kardeşin bir- likte ayetlerimi (Firvun’a)  götürün... Ona  tatlı dille konuşun.  Belki o,  aklını başına alır veya korkar” (Tâhâ: 42-44)  buyurur.  Bu konu için ayrıca bk. Şuarâ:
    10-14.
    30 Moses and Monotheism, s. 271-2.
    31 E. Sellin, Mose und  Seine Bedeutung  für  die Israelitisch-Jüdische Religionsgesc- hichte, Leipzig 1922.
    32 Tevrat’a göre Hz.  Musa eceliyle ölmüştür  (Tesniye, XXXIV, 5).
    33 Moses and Monotheism, s. 276-7.


    Freud  tektanrıcılığın Mısır emperyalizminin bir yan ürünü olarak  ortaya çıktığını ve tek tanrının büyük dünya imparatorluğunun hâkimi olan firavu- nun  bir yansıması olduğunu, ama Yahudiler’in  içinde bulundukları şartların millî bir tanrıdan evrensel bir tanrıya geçişe müsait  olmadığını söyler.34
    Freud  bu  isyandan  Eski Ahit’in  bahsettiğini, “Çölde Dolaşma” hikayesi- nin (Sayılar, XIV, 33) Musa’ya karşı isyanların Yehova’nın emriyle kanla bas- tırıldığına  işaret ettiğini  söyler. Ama Freud  bundan sonra Tevrat  metninden ayrılarak  bu  isyanlardan  birinin  Tevrat’ın  anlattığı  gibi  bitmediğini belir- tir.35  Ona  göre Yahudiler’in yeni dini terketmelerine işaret eden “Altın Bu- zağı”  öyküsü  Tevrat’ta  tam  olarak  anlatılmamıştır. Şehadetin iki levhasının kırılması Musa’ya atfedilmiş  ve bunun sebebi  olarak da Musa’nın  sinirli ya- pısı gösterilmiştir.36 Aslında,  Freud’a  göre,  levhaları  Musa’ya  başkaldıran Yahudiler kırmışlardır.
    Freud’u  yine kendi  psikanaliz metoduyla tenkit  edenlerden bazıları onun Musa ve Tektanrıcılık’ı yazmasını babasına  karşı duyduğu çatışma ile halleş- mek üzere  yaptığı bir son teşebbüs olarak değerlendirirler. Freud  küçükken babası  Jakob’la  yaşadığı bir  tecrübeden sonra  onu  hiç affetmemişti.37 Bu eseri bir isyan ve öç içeriyordu. Babanın  dinine  karşı çıkış ve onu  yokediş vardı. Freud Musa ile babasını özdeşleştirmiştir. Musa’nın  öldürülmesini ha- yal etmesi  onun  babasına  karşı şuuraltında olan kızgınlığının bir yansıması- dır. Onun ölmesi babasına  karşı bir başarı sağlamaktadır.38
    Tarihî seyre tekrar dönersek, Mısırlı Musa reddedilerek öldürülmüş ve ya- hudi  tarihinde bir travma yaşanmıştır.  Ama Musa’nın  getirdikleri  daha son- ra etkisini gösterir  ve Yahudiler  yaptıklarına  pişman  olurlar.  Yahudiler  Mu- sa’nın dinini  reddettikten sonra  komşu  halklar gibi yerel tanrılara  taparlar, ama Musa’nın  dini tamamen kaybolmaz,  zihinlerde yaşar. Bâbil sürgünün-

    34 Moses and Monotheism, s. 306
    35 Moses and Monotheism, s. 288,  302.
    36 Çıkış, XXXII, 19. Kur’an’da anlatıldığına göre Hz.  Musa Tur Dağı’na gidince kavmi zinet takımlarından bir buzağı heykeli yaparak ona tapmaya başlar. Musa dönünce kavmine kızar ve Tevrat’ın  yazılı olduğu  levhaları yere atar. Kardeşi Harun’a da sinirlenir, ama o kavminin kendisini dinlemediğini söyler. İs- railoğulları daha sonra yaptıklarından pişman olur ve Allah’tan af dilerler (A’raf:
    148-155; Tâhâ: 92-3).
    37 Söz konusu tecrübe  Freud 12 yaşlarındayken gerçekleşmiştir. Babası yeni aldığı kürk şapkasını birisinin başından  alıp “Pis Yahudi kaldırımdan  çekil!” diyerek kanalizasyona attığını söyler. Freud hemen babasına “Peki, sen ne yaptın?” diye
    sorar. Babası da sakin bir şekilde “Hiç,  gidip şapkayı aldım” der. Daha önceki                                         47
    bazı tecrübelerinin de tesiriyle bu olay babasını onun gözünde iyice küçültür.                 

    Onun   anti-Semitizm’e   karşı  yeterince  ayak  diretemediğini düşünür.  Freud babasında  göremediği   kahramanlığı  kendisine  yansıtır  ve Kartacalı komutan Anibal’ı hatırlar. Anibal’ın babası Hamilcar  Romalılar'dan öç almak üzere oğ- luna yemin ettirmiştir.  Freud kendisini Anibal’ın yerine koyar ve fantazilerinde Anibal’ı yaşar (E.  Jones,  The Life  and  Work  of Sigmund  Freud,  New  York
    1953/1981, s. 50).
    38 W. Meissner, Psychoanalysis and Religious Experience, 50-1.
    D‹VAN
    1998/1


    den önce ve sonra yapılan reformlar  sonucu  popüler Yehova tanrısı bırakıla- rak Musa’nın  tanrısına  dönülür ve yıllar önce  terkedilen Musa  dini  tekrar canlanır.39
    Yahudi halkının  yaşadığı bu süreç bir saplantı karakteristiği  arzeder  ki bu da onların  realiteyi görmemelerine, mantıklı  düşünmemelerine yol açmıştır. İçsel bir psikolojik  realite dış dünyanın algılanmasını  etkiler ve bir nevrotik çatışmaya sebep  olur.  Burada  daha  önce  yaşanmış bir travma,  bir savunma, gizlenmiş  bir öge ve bastırılan  şeyin ortaya çıkışı ve nevroza  yol açması söz konusudur.
    Freud  burada  Darwin’le  Musa arasında  paralellik kurar  ve her ikisinin de önce  reddedilip sonradan  takdir  edildiklerini   söyler.  Bu  davranış  biçimi grup  psikolojisi ile ilgilidir ve olayların genel akışı bir zaman  ve süreç işidir. Freud  ferdin  psikolojik  yapısının da bu sürece  uyduğunu anlatır.  Buna  gö- re fert yeni bir şey öğrendiğinde bu eğer kanaatlerine aykırıysa ona karşı ko- yar. Belli bir  süre  tereddüt eder,  kendini  savunan  deliller  bulmaya  çalışır, kendisiyle mücadele eder,  ama neticede bu yeni şeyi kabullenir.40 Egonun aklî yönünün duygusal  yönünü yenmesi için zamana  ihtiyaç vardır. Feci bir kazadan  yara almadan  kurtulan bir kişi bile travmatik  nevroza  maruz  kalır ve bir  kaç  haftalık  “yumurtlama dönemi”nden  sonra  ruhsal  semptomlar meydana  gelir.41
    Tıpkı  bunun gibi  Musa’nın tektanrıcılığı getirişinden ve terkedilişinden sonraki  dönemde bir gizlilik (latency)  yani “yumurtlama dönemi” olmuş- tur.  Freud’un bu  taravma  tecrübesiyle söylemek  istediği  şudur:  Yahudiler Musa’yı öldürmekle ve onun öğretilerini ters yüz etmekle  bir travma  yaşa- dılar ve neticede pişman  olarak ona  döndüler. Freud  yine fert psikolojisin- den  hareketle bir analiz yapar. Buna  göre  kişilik özelliklerine  benzenilmek istenmeyen anne-babaya ileriki yaşlarda benzenilir, çünkü  çocukluk  yılların- da onlara  özenilmiştir. İşte  Musa’nın dinine  karşı halkın  tutumu da böyle olmuştur.42











             48   
    DİVAN
    1998/1
    39 Moses and Monotheism, s. 312,  357.
    40  Freud’un Yahudiler’in  Musa’yı  öldürmeleri ile başlayan  ve ondan  öğrendiklerini bastırmaları   ile  devam  eden   süreçteki   tecrübelerini  tahlil  etmesi  onun   id-ego teorisini  hatırlatır. Buna göre bastırılan  şey bilinçsizdir  ve id bölgesine  aittir.  Ama bu,  egoya  ait olan  her  şey şuurludur anlamına  gelmez.  Şuurluluk  ruhsal  sürece geçici   olarak   bağlanma   halidir.   Bu   sebeple,   “bilinç”    yerine   “bilinçli   olma kabiliyeti”  kavramı kullanılmalıdır  ki, bu  hâl de “önbilinç” olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla  ego  temelde  önbilinçli,  ama  onun  katmanları  bilinçsizdir.  Eski trav- maların  etkileri  de  “id”e   bastırılır  ve onların  hatırlatıcı  kalıntıları  bu  durumda bilinçsizdir.  Ama bunlar  “id”den yukarıya doğru çıkmak  için gayret  gösterirler. Kişinin ruhsal  yapısında  etkisi olan bu travmalar  sadece onun  yaşadığı tecrübeler değil, onda  doğuştan var olan arkaik kalıntılardır  (Moses and Monotheism, s. 339-
    41).  İşte  Freud   burada   id-ego   öğretisiyle  bağlantı   kurarak  Musa’nın   öldürül- mesiyle yahudi halkının yaşadığı tecrübenin yıllar sonra arkaik olarak tekrar ortaya çıktığını ima eder.
    41 Moses and Monotheism, s. 308-9.
    42 Moses and Monotheism, s. 373.



    Eğer Freud’un bu iddiası kabul edilecek olursa şu soruyu  sormak gerekir. Yahudiler’in  tarih  boyunca  yaşadıkları travma  bundan ibaret  değildir.  Bun- dan daha şiddetli  travmaları  (güya)  Musa’yı öldürmeden önce  de, sonra  da yaşamışlardır. Öyleyse neden  başka travmalar değil de sadece bu travma on- lara yeni bir din kazandırmıştır?

    Medyenli Musa
    Aradan  zaman  geçince  Yahudiler  Musa’yı öldürdüklerine pişman  olurlar. Bir zaman  sonra  (iki-üç  nesil ) öldürülen Musa’nın  yerine  bir başka Musa (Medyenli  Musa)  bulurlar.43 Ama tarih  iki Musa’yı birleştirip  tek Musa’ya indirgemiş, Kadeş’te diğer halklarla birleştikten sonra dinin yeniden kurulup gelişme tarihi kısa tutulmuş, bu sayedede de Musa’nın  katledilişi inkar edil- miştir. Dolayısıyla Freud  iki Musa olduğuna, ilk Musa’nın  (yani Mısırlı Mu- sa’nın) ömrünün Kadeş’te daha sonra yaşanan olaylara yetmesinin  mümkün olmadığına inanır.
    Musa’nın  öldürülüşünden sonra  onun  öğretilerinin bir dönem bastırılıp daha  sonra  tekrar  ortaya  çıktığını  iddia  eden  ırkî şuuraltı  tezi  yeni bir tez- dir.44  Gerçi buna  benzer  bir tez C. G. Jung’da  da kollektif şuuraltı  şeklin- de yer alır. Jung da tıpkı güdüler gibi fonksiyon gören  ve uzun  yıllar boyun- ca bizde  yer eden  tecrübelerimiz olduğunu kabul eder.  Fakat bu,  Freud’un bahsettiği gibi  Akhenaton’un tektanrıcı   öğretilerinin Musa  vasıtasıyla bir başka millete  empoze edilerek  bunların  yüzyıllarca sonra  şuuraltından  çık- masını sağlayacak bir süreci çağrıştırmaz.
    İkinci  Musa  yani Medyenli  (Midian) Musa  Yahudiler’e  Yehova tanrısını kazandırır. Medyenli  Musa’nın  yeni halka sunduğu tanrı  güçlü  ve evrensel bir tanrı değildi.  Kaba, bağnaz, kana susamış, zorba  bir tanrıydı.  Irmakların- dan bal ve süt akan bir ülke vaadeden,45 onlara  “bir  şehir ahalisini kılıçtan geçirerek o şehirde bulunan her şeyi, hayvanları yok etmelerini” emreden bir tanrıydı.46 Onun (Medyenli  Musa)  sunduğu dinin  gerçek  bir monoteizm olduğu, diğer  halkların  tanrılarını  reddettiği dahi  kesin  değildir.  Belki de halkın  kendi  tanrılarını  yabancı  tanrılardan daha  güçlü  görmesi  yeterliydi. Mısırlı Musa’nın  tanrı kavramı daha ruhanî,  tüm dünyayı kucaklayan, her şe- yi seven ve her şeye kâdir, törensel  ve büyüsel şeylere karşı tek bir tanrı nos- yonuydu ve insanlara doğru ve adil bir hayatı önermişti.
    Freud’un iki Musa tezi ilginç bir iddiadır.  Freud  ikinci bir Musa’nın  var- lığından  sözetmekle aslında Yahudiliğin  tanrı anlayışının sonradan değiştiği- ni ortaya  koymaktadır ki, bu da İslam’ın  Yahudiliğe bakışının  temel  nokta-

    43  Kur’an’da  Hz.  Musa’nın  Medyen’e  gittiği,  orada  ikâmet  edip  evlendiği  zik- redilir. İlâhî kelâmın tecellisi de Medyen dönüşünde gerçekleşmiştir (Kasas: 22-
    32). Dolayısıyla Freud Medyen’deki Musa’yı ikinci bir Musa olarak yorumlayıp yanılgıya düşmüştür. Tevrat’a göre de Musa Medyen’e gitmiş, hatta ilâhî tecel- li orada kayınbabasının sürüsünü  güderken  gerçekleşmiştir (Çıkış, III,  1-4).
    44 H. L. Philp, Freud and Religious Belief,  s. 120.
    45 Çıkış, III,  8.
    46 Tesniye, XIII, 15.















































    49
    D‹VAN
    1998/1


    sını teşkil eder.  Birincisinin  yani Freud’un Mısırlı dediği  Musa’nın  sunduğu tanrı imajı bir evrensellik içermektedir ki, bu İslam’ın sunduğu tanrı imajıy- la örtüşmektedir. Zaten  Freud  Eski Ahit’in tahrife uğradığını şu sözlerle ifa- de eder: “Yapılan onca değişikliğe (revision) rağmen Medyenli Musa’nın tanrısının  orijinal doğasını  görme  imkanının  Eski Ahit’te hâlâ bulunması şa- şırtıcıdır.”47 Freud’un dikkat  çektiği  bu  farklı tanrı  imajları  Eski  ve Yeni Ahit’in tanrı kaynaklı olduğunu kabul eden Batı kültürünün bazı mensupla- rınca “Eğer  Eski ve Yeni Ahit aynı tanrıdan geliyorsa neden  Eski Ahit’te tan- rı ‘gaddar’, Yeni Ahit’te ‘sevecen’ bir karakter çizmektedir?” şeklinde sorgu- lanmaktadır.48
    Freud  iki Musa tespitinin  filvakıa yahudi tarihine  uyduğunu, çünkü  yahu- di tarihinin düalitelerle (ikiliklerle)  dolu  olduğunu, bunların  Mısır’dan  ka- çan Yahudiler’in  yaşadıkları travmatik  tecrübelerden kaynaklandığını söyler. Bu düaliteler  şunlardır:  1. İki halkın (Mısırlı ve Kenanlı) bir araya gelerek bir ulus oluşturması. 2. Bunların  tekrar  dağılarak  iki krallık kurmaları.  3. Eski Ahit belgelerinde var olan iki Tanrı ismi. 4. (Freud’a  göre)  Musa isminde iki din kurucusu.49

    İlkel  Devirde  Primal  Babanın  Öldürülüşünün Tekrar Yaşanması
    “Yahudi dinini Mısır monoteizmine dayandırmakla Freud  ne kazanmıştır, hangi  problemi çözmüştür?” sorusuna  Freud  kendisi cevap verir: “Bu sade- ce problemi biraz daha geriye götürür. Tektanrıcılık  fikrinin kökenleri  hak- kında bize bir şey söylemez.  Mesele bir kazanç meselesi değil, bir araştırma meselesidir.  İleride  olayların gerçek seyrini bulursak  bu bulgularımız bir işe yarayabilir.”50
    Freud’un burada  “bu sadece problemi biraz daha geriye götürür”den  kas- tı primal babanın  öldürülüşünden Musa’ya ve hatta  İsa’nın çarmıha  gerilişi- ne kadarki süreçtir.  Musa’nın  öldürülüşü primal babanın  öldürülüşünün bir başka örneğidir ve dolayısıyla ırkî şuuraltına yerleşmiştir.  Ona  göre  aslında Musa  insanlara  yeni bir tanrı  fikri vermiyordu. İnsanlığın şuurundan uzun zaman önce kayan primal tecrübeyi  yeniden canlandırıyordu. İlk (primaeval) devirlerde  baba bir dev figürdü, sonra tanrı figürüne dönüştü ve insan hafı- zasına geri döndü.51
    Musa ve Tektanrıcılığın bu bölümlerinde Freud  Totem ve Tabu’da  yazdık- larını  tekrar   ortaya  koyma  ihtiyacı  hisseder.   Totem  ve  Tabu’da   da  Dar- win’in52  bir ifadesinden  ve Atkinson’un53 hipotezinden hareketle  şu iddi-
    47 Moses and Monotheism, s. 290-1.
    48 A. Köse, Conversion to Islam: A Study of Native  British Converts, London 1996, s.53.
    49 Moses and Monotheism, s. 293.
    50 Moses and Monotheism, s. 308.
    51 H. L. Philp, Freud and Religious Belief,  s. 120.
    52 C. Darwin,  The Descent of Man and Selection in Relation  to Sex, London 1913 (ilk baskı 1871), s. 905-6.
    53 J. J. Atkinson, Primal Law, London 1903,  s. 220vd.



    alarda  bulunmuştur: Tarihini  bilemediğimiz ilk devirlerde  primitif  insanlar güçlü ve gücünü istediği gibi kullanan bir erkeğin (baba)  hâkim olduğu kü- çük  klanlar  (gruplar) halinde  yaşadılar.  Bu klanda,  tüm  kadınlar,  kızlar ve belki  de  komşu  klanlardan   elde  edilen  kadınlar  babanın   malıdırlar.  Eğer oğullar  babalarının kıskançlık duygusunu tahrik ederlerse  öldürülür veya iğ- diş edilir ya da gruptan atılırlar. Bu oğullar  ancak küçük bir grup  oluşturup başka bir gruptan kadın çalabilirler.  İçlerinde  güçlü  olanı aynen babası gibi hâkimiyet  kurar.
    Bu yapı oğulların  babalarına isyan ederek onu öldürmeleri ve o günkü  ge- leneklere  göre  onu  yemeleri ile son bulur.  Freud  bu olayı duyunca  şaşırma- mamız gerektiğini, çünkü  yapılan yamyamlığın babanın  bir parçasını yiyerek ondan  nefret  etmenin yanında,  aynı zamanda  ona  benzemeye, onunla  öz- deşleşmeye yönelik olduğunu söyler. Yani babaya karşı bir ikircikli (çatışma- lı) duygu  beslenmektedir.
    Babanın  öldürülüşünden sonra  oğullar  miras  için birbirleriyle  mücadele ederler  ama neticede  bir çeşit sosyal anlaşmaya vararak ensest tabusunu ge- rektiren  dışarıdan evlenme (exogamy) kuralı ortaya çıkar. Biraderler  arası bu anlaşma döneminde babayı öldürme ile ilgili hatıralar  tekrar  hatırlanır.  Suç- luluk duygusu ortaya çıkar. Güçlü  veya korkulan  bir totem hayvanı seçilerek babanın  yerine ikâme edilir.54  Totemi öldürmek yasaktır. Böylece ilk sosyal ve ahlâkî kural olan totemizmin iki önemli  tabusu  ortaya çıkmıştır: 1. İçev- lilik yapma! 2. Totemi öldürme!
    Freud’un Totem ve Tabu’da  anlattıklarına Musa ve Tektanrıcılık’ta yer ver- mesinin sebebi onun  iki fenomen arasında bir benzerlik  görmesindendir. To- tem ve Tabu’da  oğullar  primal babayı öldürmüşler ve bundan pişmanlık du- yarak bu duygu  üzerine  bir din bina etmişlerdir. Musa ve Tektanrıcılık’ta ise Yahudiler Musa’yı öldürmüşler, sonra pişmanlık duymuşlar  ve Musa’nın  di- ni arkaik olarak ortaya çıkmıştır.
    İki olay arasında  Freud’un dediği  gibi  bir  benzerlik  görülse  bile bunlar arasında  önemli  bir fark vardır.  Totem  ve Tabu’ya  göre  baba  saldırgan  veya diğer  oğulları  üzerinde hâkimiyet  kuran  birisi olduğu için değil,  cinsel kıs- kançlıkla öldürülmüştür. Oysa ki Musa’nın  (sözde) öldürülüşünde böyle bir motivasyon  yoktur  ve Musa’nın  primal babanın  yerini tutması  mümkün de- ğildir. Freud’a  göre  Musa fikirlerini halka empoze etmek  isteyen propagan- dacı  bir  motivasyonla  hareket  etmiş,  Yahudiler  de  bundan  hoşlanmayarak onu  öldürmüşlerdir. Dolayısıyla böyle  farklı sebeplerle  gerçekleşen  iki ayrı öldürme olayının  neticede  bu  öldürmeyi gerçekleştiren ve ayrı zamanlarda yaşayan insanlarda  aynı türden bir pişmanlık duygusu doğurduğunu ve ikin- ci olayın birincisinin  bir yansıması olduğunu iddia etmek  pek makul gözük- memektedir.
    Freud  burada   sadece  totemizmle Yahudilik  arasında  değil,  totemizmle
    Hristiyanlık  arasında da ilginç paralellikler kurar.  Musa’yı öldürmekle YahuDiler’in (belki de zamanın  tüm halklarının)  kapıldıkları suçluluk duygusu ile- ride Pavlus’un kuracağı hristiyan teolojisinin temel taşı olacaktır.  Romalı bir yahudi  olan  Pavlus bu  suçluluk  duygusunun geriye doğru izini sürerek  bu duyguya  “aslî günah” adını  verecektir.  Bu günah  tanrıya  karşı bir suçtu  ve kefareti ancak ölümle  sağlanabilirdi.  Aslında bu kefaret ölümünü gerektiren günah  önce  öldürülen, ama daha sonra kutsallaştırılan  babanın  öldürülüşü- dür.  Fakat  öldürme  hatırlanmayarak (gizli  [latent] kalarak)  yerine  kefaret fantazisi konmuştur. Bu kefaret eyleminde  tanrının oğlu (İsa) kendisini  suç- suz yere öldürtür ve tüm  insanların  suçunu  üstlenir.  Bu kefareti  oğul  öde- meliydi, çünkü  babayı oğullar  öldürmüştü.55
    Bu  açıdan  Hristiyanlık  bir  önem  taşımaktaydı,  çünkü  bastırılan  şey geri dönmüş ve onunla  hâlleşilmişti.  Hatta Freud  Musa’nın  sünnetle  halkı kut- sallaştırmasını primal babanın  güçlü  olduğu devirlerde  oğullarına  uyguladı- ğı iğdiş etmenin sembolik  bir değişimi  olarak yorumlar. Bu sembolü kabul eden  kimse kendisine  acı veren bu fedakârlıkla babanın  iradesine  boyun  eğ- meye hazır olduğunu göstermekteydi.56 Freud  “Aziz Pavlus bütün bunları nereden bilecekti veya nasıl hissedecekti?”  sorusuna  da cevabını hazırlamış- tır: “Pavlus  dine  meyilli bir insandır;  dolayısıyla arkaik geçmişindeki karan- lık izleri dışa vurmaya uygun  bir yapısı vardır.”57
    İsa’nın çarmıha gerilmesini,  ilk önce primal babayı, daha sonra da Musa’yı öldürme suçundan dolayı biraderlerden birisinin (İsa’nın)  kendisini  feda et- mesi şeklinde yorumlamak, İsa’nın konumu itibariyle pek uygun  görünme- mektedir. Çünkü İsa bir din ortaya koymuş ve içlerinden  çıktığı yahudi kar- deşleri ona karşı çıkarak öldürmek istemişlerdir.  Kişinin kendisini  öldürmek isteyen kardeşleri adına kendisini feda edeceğini  düşünmek pek makul olma- sa gerektir.  Gerçi Freud  buna  da bir cevap bulabilir  ve olayı İsa’nın  yüksek şefkat duygusuyla  izah edebilir.  Ama her alanda olduğu gibi verileri yorum- lamada da spekülasyonun sonu  yoktur.
    Babayı  öldürmenin  sebep  olduğu  suçluluk   duygusunun  Freud’a   göre önemli  bir işlevi daha olmuştur ki bu duygunun ortaya çıkışının gerçek ne- deni  bu  sayede  gizlenmiştir.  İnsanların  işleri  iyi gitmeyince tanrıya  olan ümit,  ona olan güven boşa çıkacaktır. Mesela Yahudiler için tanrının seçilmiş halkı olma illüzyonunu korumak  o kadar kolay değildi.  Bu illüzyonu  ancak kendilerini  günahkâr olarak görmekle, meydana  gelen  kötü  olaylarda tanrı- yı mazur  görmekle koruyabilirlerdi. Onun emirlerine  itaat  etmedikleri için cezalandırıldıklarına inanıyorlardı. Onun  için bu duygu  peygamberler tara- fından sürekli canlı tutulmuş, dinin  bir parçası haline gelmiştir.  Bu suçluluk duygusu Yahudiler’den  başka halklara da sıçramış, tüm  Akdeniz’e  yayılmış- tır. Pavlus bu durumu gayet iyi görmüştür. Ona göre mutsuz olmamızın se- bebi  “baba  tanrıyı  öldürmemizdi. İsa’nın  fedakarlığı  ile bu  suçtan  kurtul- duk,  çünkü  birimiz  hepimizi  kurtarmak için kendini  feda etmiştir.” Freud,


    55 Moses and Monotheism, s. 330.
    56 Moses and Monotheism, s. 369.
    57 Moses and Monotheism, s. 331.



    Pavlus’un  getirdiği  bu formülde tanrının öldürülmesinden bahsedilmediği- ni, adı anılmayan bu suçun babayı öldürme olduğunu söyler. Ona göre ken- dini feda etmenin tekabül  ettiği suç bir öldürme hadisesi olmalıdır,  ama bu- nu kabul etmek  yerine ne olduğu belli olmayan  bir “aslî günah” teorisi ikâ- me edilmiştir.58
    Freud   Hristiyanlığın Yahudilik’ten  farklı  tabiatta   bir  tanrı  imajı  ortaya koymasını da Yahudiliğin  baba,  Hristiyanlığın da oğul  dini olmasına  bağlar. Artık Hristiyanlık’la  oğul  ilk devirlerde  olmak istediği yerdedir.  Hristiyanlık artık Yahudilik gibi katı bir tektanrıcı  din değildi.  Çevredeki  dinlerden bir- çok sembolik  ritüeller  aldı ve büyükanne tanrıçasını  yeniden  sisteme yerleş- tirdi, biraz örtülü de olsa politeizmin ilâhî figürlerine  tekrar yer buldu. Bun- lardan  da öte  Aton  dini ve onu  takibeden Musa  dininin  aksine batıl inanç, büyü  vb. unsurları  yasaklamadı, onlara  yer açtı.59  İşte Freud  Hristiyanlığın Yahudilik karşısındaki zaferini bu açıdan tarihî bir temele oturtur: Hristiyan- lığın Yahudilik karşısındaki  zaferi aslında çoktanrıya  tapan,  dinde  büyü  vb. unsurlara  yer veren  Amun  papazlarının Akhenaton’un tanrısına  (tektanrıcı Aton  dini)  karşı yıllar sonra  daha geniş kapsamlı olarak kazandıkları  bir za- ferdir.
    Freud  tarihî  olarak şunun  da mümkün olabileceğini söyler. Musa’nın  öl- dürülüşünden kaynaklanan  pişmanlık bir mesih fantazisi doğurmuş olabilir. Bu mesih geri dönecek  ve halkını kurtuluşa, vaadedilen  dünya  hâkimiyetine taşıyacaktır.  Eğer  Musa ilk mesih ise İsa onun  yerine gelen  varisidir ve Pav- lus tarihî bir gerekçeyle insanlara şöyle haykırabilmiştir:  “Bakın,  mesih geldi ve gözlerinizin önünde öldürüldü.” Dolayısıyla İsa’nın öldükten sonra diril- mesinde  tarihî bir gerçeklik vardır. O tekrar dirilen Musa’dır.  Bu da ilkel ka- bilenin  oğul  suretinde geri dönen primal babasıdır.60
    Freud  buraya kadarki tahlillerinin  dinî hadiselerle nevrotik  süreçler arasın- daki benzerliği, dolayısıyla dinin  orijinini ortaya koyduğunu söyler. Bu tavır sadece Yahudiliğe veya Hristiyanlığa yönelik bir tavır değil, din olgusuna yö- nelik bir tavırdır. Freud  da iddiasının  büyüklüğünün, bu iddiayı ileri sürmek için  sadece  bu  iki  dini  tahlil  etmenin  yeterli  olmayacağının   farkındadır. Onun için “Biz burada  birçok  dinin  içerisinde  sadece birisini ele aldık. He- men  itiraf etmeliyim  ki, bu çalışmayı tamamlamak için diğer  dinler  hakkın- da fazla bilgim yok. Belki Muhammed’in dini ile ilgili bir şeyler diyebilirim. O da bu dinin yahudi dininin  bir özeti,  bir taklidi olmasıdır”61 şeklinde bir itirafta bulunur. Freud’un kendi  sistematiği  içinde  bu  noktada itiraf etmesi

    58 Moses and Monotheism, s. 383-5.
    59  Freud Hristiyanlığın bu unsurlara yer vermesinin 2000  yıldır entellektüel geliş- meye ket vurduğunu söyler (Moses and Monotheism, s. 333).  Belki de Freud’u dine karşı olmaya götüren ilk nokta burasıdır.
    60 Moses and Monotheism, s. 332-4.
    61  Freud  İslâm’la alakalı sözlerine  şöyle devam  eder:  “Muhammed  başlangıçta Yahudiliği kendisi ve halkı için kabule niyetlenmişti. Tek büyük primal babanın yeniden  elde edilişi Araplar’ın özgüvene  kavuşmasına neden  oldu.  Bu da   gereken  bir diğer nokta  da şudur:  Yahudi halkının Musa’yı öldürme eylemi- nin şifahi olarak bir kaç nesile aktarılması, bunun kollektif şuura geçmesi ge- rekiyordu. Lâkin  bu  bilgi  sadece  rahiplerin  tekelindeydi. Dolayısıyla  halka mâlolmayan  bir şeyin kollektif  şuurda  fazlaca etkili olması söz konusu  ola- mazdı.  Freud  kendisi de bu soruyu  sorar, ama “Cahil  kitlelerde  buna  tekâ- bül eden  ve bu gündeme getirildiği  zaman  onunla  buluşan  bir şey, bir bilgi olmalı!”62 diyerek konuyu  geçiştirir ve bu bilginin varlığına dair bir delil or- taya koymaz.
    Musa ve Tektanrıcılık’ta ortaya konan  tezi özetlemek gerekirse:  Tanrı yü- celtilmiş  bir  babadır. İlk  devirlerde  yaşanan  primal  (ilkel)  aile ortamından gelen bir yansımadır.  Musa bu yansımanın  bir diğer örneği  ve bastırılan  şey- lerin tekrar  ortaya  çıkışıdır. Bu tez içerisinde  Freud’un iki temel  nokta  ileri sürdüğünü görüyoruz: 1. Bütün  insanlığa  has olan bir primal  tecrübe var- dır. 2. Bu primal tecrübe Musa’dan  sonra ırkî şuuraltı  kanalıyla yayılmıştır.
    Burada  önemli  bir çelişki söz konusudur ve Freud’u  değerlendiren H.  L. Philp de bu çelişkiyi görür:  “Eğer  birinci maddede yer alan bütün insanlığa mahsus  bir  primal  tecrübe söz  konusuysa  neden  bu  tecrübenin  yansıması başka yerlerde,  başka milletlerde değil de Yahudiler’de  tezahür etmiştir?”63
    Freud  bu  çelişkiyi sorgulayacak  durumda değildi,  çünkü  onun  için önemli olan Musa ve Tektanrıcılık’tan 25 yıl önce  yazdığı Totem ve Tabu’da  ortaya koyduğu tezleri  Musa’nın  şahsında da uygulayabilmekti. Freud  varlığını ka- bul  etmediği ve bir yanılsama  olarak  gördüğü tanrıdan geldiğini  söyleyen, yani semavîlik iddiasında  olan yahudi dinini herhangi bir şekilde berteraf  et- mek zorundaydı. Bunu gerçekleştirmesi aynı zamanda  semavîlik iddiasını ta- şıyan diğer  iki dini de (Hristiyanlık ve İslâm) berteraf  etmek  demek  olacak- tı. Çünkü bunların  varlığı onun  teorileri  için tehlike  arzetmekteydi.


    Sonuç  ve Freud’un  Teslisi

        Musa ve Tektanrıcılık’ta ferdî tarihin  insanlığın  genel  tarihi  ile benzeştiği tezinin  Yahudiler’in  tecrübeleri üzerinde uygulandığını görmekteyiz. Yahu- diler’in yaşadığı bu süreç bir ferdî tarih  gibidir.  Ferdin  daha önce,  özellikle
         onları büyük  başarılara taşıdı. Allah Araplar’a Yehova’nın  Yahudiler’e  davran-
         dığından  daha cömert  davrandı.  Ama bu  yeni dinin  iç gelişimi çabuk durdu.
         Belki de Müslümanlar’da  Yahudiler’deki  gibi dinin  kurucusunu öldürmekten
         kaynaklanan derin bir pişmanlık duygusu  olmadığı için bu böyle oldu”  (Moses
    54        and Monotheism, s. 337).  Freud’un  İslam için iç gelişimi çabuk durdu  iddiası
    şöyle sorgulanabilir:  Freud’un  ifadesinden  anlaşıldığına göre  Yahudiler  dinin
        DİVAN    kurucusunu öldürdüklerinden onlarda  bir iç derinlik meydana gelmiş ve dinin
        1998/1    iç gelişimi müspet yönde etkilenmiştir; Müslümanlar  bunu yapmadıkları için de
    İslâm’ın iç gelişimi çabuk durmuştur. Eğer  Freud’un  bu  iddiası doğruysa,  iç
            gelişimi duran bir din nasıl olup da bu kadar hızlı bir şekilde farklı coğrafyalar-
            dan insanların tasvibini kazanmıştır?
    62 Moses and Monotheism, s. 337-8.
    63 H. L. Philp, Freud and Religious Belief,  s. 122.



    de çocuklukta yaşadığı ve bastırdığı tecrübelerin daha  sonra  ortaya  çıkma- sı gibi yahudi halkında  da evvelki tecrübeler yıllar sonra nevrotik  şekilde or- taya çıkmıştır.  Totem ve Tabu’da primal babanın öldürülmesi sonrasında ya- şanan tecrübeyi  Musa ve Tektanrıcılık’ta Yahudiler Musa’nın öldürülmesiy- le yaşamışlardır.  Freud’a  göre  primal  babanın öldürülüşünün babanın yeri- ni  alan  Musa’nın öldürülüşü ile tekrarlanması monoteist  fikrin  Yahudiler üzerinde  yeretmesine neden  olmuştur.  Musa’nın öldürülmesiyle oluşan suçluluk  duygusu aynı zamanda mesih  fikrini doğurmuş ve İsa’nın  şahsın- da Musa tekrar  dirilmiş,  primal baba  geri gelmiştir.
    Musa ve Tektanrıcılık işte bu teslis (üçleme) üzerine  kurulmuştur. Birin- ci safhada primal baba, ikinci safhada Musa öldürülmüş, üçüncü safhada ise İsa’nın  şahsında  bu  iki öldürme tekrar  canlanmıştır. Musa  ve Tektanrıcı- lık’ta ortaya konan  bu üçleme  şablonunu (kendisi  farkında mıydı bilemiyo- rum  ama)  Freud’un diğer  teorilerinde de bulmak  mümkündür. Hatta Fre- ud’un   bundan kaçamadığı   bile  söylenebilir. Yahudi  tarihinin düalitelerle dolu  olduğunu söyleyip ikinci bir Musa icad ederek  bu tarihe  bir düalite  de kendisi ekleyen Freud’un tarihi  ise teslislerle doludur. O kadar ki, bunu is- pat için onun yahudi  tarihine yaptığı gibi bizim  de bir icadda bulunmamız dahi gerekmez. Kişilik teorisinde ortaya koyduğu id-ego-superego kavram- ları; kişiliğin gelişiminde çocukluk  dönemine ait belirlediği  oral-anal-fallik safhalar; oedipus kompleks  teorisinde icad ettiği  baba-oğul-anne olgularına bir de  primal  baba-Musa-İsa üçgeni  eklenince  Freud’un teorilerinin üçle- melerle  dolu  olduğu görülür. Bu sebeple  onun Hristiyanlığın teslis kültü- ründen ne derece  etkilendiği ayrı ve özel bir sorgulama alanı olmalıdır.
    Freud’un primal baba-Musa-İsa safhalarını oluşturması bir rastlantı  değil- dir. Bu tasnifte  Freud’un etkisi altında  kaldığı bir felsefe vardır. Meissner  bu etkiyi  Psychoanalysis and  Religious  Experience  (s.  107-8) isimli  kitabında çok canlı bir şekilde ortaya  koyar. İnsanoğlunun dinî tecrübesini Yahudili- ği önce  ilkel devreye  doğru geriye götürerek, daha  sonra  da İsa’nın  gelişi- ne kadarki devreye kavuşturarak tarihsel bir yorumlamaya tâbi tutarken Fre- ud,  Julius Wellhausen’in tesirinde kalmıştır.
    Prolegomena to the History of Ancient Israel (1885) adlı kitabıyla meşhur olan  Wellhausen  (1844-1918)64 Yahudiliği  o yıllarda moda  olan  Hegelci felsefenin tesiriyle sentezci  bir yoruma  tâbi tutmuştur; Hegel’in tez, antitez ve sentez  diyalektiğini içeren  bir sistem  ortaya  koymuştur. Buna  göre  her kavram veya tecrübe zıddıyla  kâimdir.  Dolayısıyla tez  ve antitez önce  çatı- şırlar ve nihayette hem  tezi hem  de antitezi  kapsayacak olan bir senteze  va- rılır ki, bu da onları daha iyi bir yapıya ulaştırır.  Hegel bu yorum  tarzını  ne- redeyse  insanlığın  tüm  tecrübe alanlarına  teşmil  etmiş,  insanlık tarihini  de bu açıdan  üç temel  döneme ayırmıştır.
    Freud'un yetişme devresinde  neredeyse  tüm  Kitab-ı Mukaddes çalışmaları Hegel'in bu tezinin  tesirindeydi. Wellhausen  de XX. yüzyılın başında  Ki- tab-ı  Mukaddes çalışmaları ile uğraşan  bilim adamlarının üyesi olduğu Eski Ahit  (Old  Testament) araştırmaları  okulunun kurucusuydu. Bu  okul  Eski Ahit dinini Animist (Polydemonism vb.) Prophetic (Henoteist) ve Nominist (monoteist) dönem olmak  üzere  üç safhaya ayırmıştı.  Hegel  dikkate  alına- rak yorumlanırsa bu safhalarla İsrailoğulları'nın dini ilkel tabiatçılıktan (pri- mitive  naturalism) nihayette   yüksek  ahlâkî  bir  monoteizme ulaşmıştır.65
    Freud'un yetişme  devrinde  hakim  olan  bu  anlayış göz  önüne alındığında onun   Musa  ve  Tektanrıcılık'ta  çizdiği  teslis  tablosuna  fazla  şaşırmamak gerekir.



































    65 S. J. De Vries, “History  of Biblical Criticism”,  The Interpreter’s Dictionary  of the Bible, New York 1962,  I, 416.

3 yorum:

  1. Bu yazıda, Musa peygamberin kıssasıyla ilgili olarak bazı çevrelerce zaman zaman gündeme getirilen bir iddia ele alınacaktır.

    Bu iddiaya göre, Musa peygamberin kıssası ve “Sargon’un Doğum Efsanesi (Birth Legend of Sargon)” arasında önemli benzerlikler vardır ve Sargon’un, Musa peygamberin yaşadığı iddia edilen dönemden çok daha önceki bir dönemde yaşamış olması, kutsal kitaplardaki anlatımların söz konusu efsaneden “çalındığını” göstermektedir denilmektedir.

    Şimdi gelelim, başlangıçta bahsettiğimiz iddianın çöküşüne sebep olacak gerçeklere!..

    Evet, Sargon belki Musa peygamberden önce yaşamış olabilir; ancak onun doğumunu anlatan yukarıdaki efsane, Musa peygamberden çok daha sonra, Neo-Asur ve Neo-Babil dönemlerinde (M.Ö. 709-539) yazılmıştır [3].

    Buna göre, Sargon’un doğumunu ve nehre bırakılmasını anlatan efsane, onun ölümünden yaklaşık 1500 yıl sonra yazılmıştır!

    SONUÇ:

    Sonuç olarak, Sargon, Musa peygamberden daha önce yaşamış olsa bile, onun doğumunun ardından nehre bırakılmasını anlatan efsanenin, Musa peygamberden çok daha sonraki bir döneme ait olduğu görülmektedir ve bu durum, “kutsal kitaplardaki anlatımların bahsi geçen efsaneden çalındığı” şeklindeki meşhur iddiayı geçersiz kılmaktadır
    KAYNAKLAR
    Konstan D, Raaflaub KA. Epic and History. Wiley-Blackwell, (2009), 27. http://books.google.com.tr/books?id=AnXbhhN_kpIC&printsec=frontcover&source=gbs_v2_summary_r&cad=0#v=onepage&q=&f=false

    YanıtlaSil
  2. Bu yazıda, Musa peygamberin kıssasıyla ilgili olarak bazı çevrelerce zaman zaman gündeme getirilen bir iddia ele alınacaktır.

    Bu iddiaya göre, Musa peygamberin kıssası ve “Sargon’un Doğum Efsanesi (Birth Legend of Sargon)” arasında önemli benzerlikler vardır ve Sargon’un, Musa peygamberin yaşadığı iddia edilen dönemden çok daha önceki bir dönemde yaşamış olması, kutsal kitaplardaki anlatımların söz konusu efsaneden “çalındığını” göstermektedir denilmektedir.

    Şimdi gelelim, başlangıçta bahsettiğimiz iddianın çöküşüne sebep olacak gerçeklere!..

    Evet, Sargon belki Musa peygamberden önce yaşamış olabilir; ancak onun doğumunu anlatan yukarıdaki efsane, Musa peygamberden çok daha sonra, Neo-Asur ve Neo-Babil dönemlerinde (M.Ö. 709-539) yazılmıştır [3].

    Buna göre, Sargon’un doğumunu ve nehre bırakılmasını anlatan efsane, onun ölümünden yaklaşık 1500 yıl sonra yazılmıştır!

    SONUÇ:

    Sonuç olarak, Sargon, Musa peygamberden daha önce yaşamış olsa bile, onun doğumunun ardından nehre bırakılmasını anlatan efsanenin, Musa peygamberden çok daha sonraki bir döneme ait olduğu görülmektedir ve bu durum, “kutsal kitaplardaki anlatımların bahsi geçen efsaneden çalındığı” şeklindeki meşhur iddiayı geçersiz kılmaktadır
    KAYNAKLAR
    Konstan D, Raaflaub KA. Epic and History. Wiley-Blackwell, (2009), 27. http://books.google.com.tr/books?id=AnXbhhN_kpIC&printsec=frontcover&source=gbs_v2_summary_r&cad=0#v=onepage&q=&f=false

    YanıtlaSil
  3. İyi de Sargon'un hikayesi babilliler tarafından sonradan yazılmıştır. O sırada Babilliler ve Yahudiler arasında ciddi çekişme söz konusu. Yahudilerin kutsal gördüğü bir kişinin hikayesini kendilerine uyarlayarak, itibarsızlaştırmaya çalışmış olmaları çok olası.

    YanıtlaSil