Musa Peygamberin Kıssası, Sargon'un Doğum Efsanesi'nden Çalıntı mı?
Bu yazıda, Musa peygamberin kıssasıyla ilgili olarak din düşmanı çevrelerce zaman zaman gündeme getirilen bir iddia ele alınacaktır.
Bu iddiaya göre, Musa peygamberin kıssası ve "Sargon'un Doğum Efsanesi (Birth Legend of Sargon)" arasında önemli benzerlikler vardır ve Sargon'un, Musa peygamberin yaşadığı iddia edilen dönemden çok daha önceki bir dönemde yaşamış olması, kutsal kitaplardaki anlatımların söz konusu efsaneden "çalındığını” göstermektedir.
Öncelikle, bir kavram karmaşasına mani olmak için şunu ifade edelim: Burada mevzubahis olan Sargon, Akad kralı Sargon'dur ve ondan çok daha sonra yaşamış olan Sargon ismindeki iki Asur kralı ile karıştırılmamalıdır.
Akad kralları ve hüküm sürdükleri tarihler şu şekildedir (1):
- Sargon: M.Ö. 2334-2279
- Rimush: M.Ö. 2278-2270
- Manishtushu: M.Ö. 2269-2255
- Naram-Sin: M.Ö. 2254-2218
- Sharkalisharri: M.Ö. 2217-2193
Sargon’un doğumunu anlatan metin kısaca şu şekildedir (2):
“Sargon, the mighty king, king of Agade, am I… My mother, the high-priestess, conceived me, in secret she bore me. She set me in a basket of rushes, with bitumen she sealed my lid. She cast me into the river which rose not (over) me. The river bore me up and carried me to Akki…”
Çevirisi: “Sargon, güçlü kral, Agade’nin kralı, benim! Annem (yüksek-rahibedir) bana gebe kaldı, gizlice beni doğurdu. Beni kamıştan bir sepetin içine koydu. Ziftle kapağımı kapladı. Üzerime yükselmeyen nehire beni attı. Nehir bana yardım etti ve beni Akki’ye taşıdı.”
Buna göre, Musa peygamberin kıssası ile Sargon’un Doğum Efsanesi’nin önemli benzerlikler taşıdığı görülmektedir!
Şimdi gelelim, başlangıçta bahsettiğimiz iddianın çöküşüne sebep olacak gerçeklere!..
Evet, Sargon belki Musa peygamberden önce yaşamış olabilir; ancak onun doğumunu anlatan yukarıdaki efsane, Musa peygamberden çok daha sonra, Neo-Asur ve Neo-Babil dönemlerinde (M.Ö. 709-539) yazılmıştır (3).
Buna göre, Sargon'un doğumunu ve nehre bırakılmasını anlatan efsane, onun ölümünden yaklaşık 1500 yıl sonra yazılmıştır!
SONUÇ: Sonuç olarak, Sargon, Musa peygamberden daha önce yaşamış olsa bile, onun doğumunun ardından nehre bırakılmasını anlatan efsanenin, Musa peygamberden çok daha sonraki bir döneme ait olduğu görülmektedir ve bu durum, "kutsal kitaplardaki anlatımların bahsi geçen efsaneden çalındığı" şeklindeki meşhur iddiayı geçersiz kılmaktadır!
Kaynaklar:
(1) Brown Üniversitesi, Joukowsky Arkeoloji ve Eski Dünya Enstitüsü. http://proteus.brown.edu/mesopotamianarchaeology/1008
(2) Drews R. Sargon, Cyrus and Mesopotamian Folk History. J Near Eastern Stud, 33 (1974) 387-93.
(3) Konstan D, Raaflaub KA. Epic and History. Wiley-Blackwell, (2009), 27. http://books.google.com.tr/books?id=AnXbhhN_kpIC&printsec=frontcover&source=gbs_v2_summary_r&cad=0#v=onepage&q=&f=false
ETRÜSKLER AKADLAR VE IRMAĞA BIRAKILAN ÇOCUKLAR
Çekim
Yasası ile ilgili yazılarda “ kendini akışına bırakmak” maddesi uzun
uzadıya anlatılır.
DERYA KOCA
Çekim
Yasası ile ilgili bu üçüncü yazı ile “ kendini akışa bırakmak maddesi”
üzerinden tarihte “ Çekim Yasası’nın” ezoterik söylencelerde nasıl yer
aldığına değineceğim.
Hangi
kitapta okudum, anımsayamıyorum ama “ çocuğu nehre sepetle bırakma”
simgeciliği, ezoterik gelenek açısından “ kendini yaşamın akışına
bırakmak” anlamına gelir.
“Kendini
akışına bırakmak” ile ilgili anlayışı bu yazı ile önce tarihi
söylencelerde tespit edip, sonra açıklamaya çalışacağım.
Sözkonusu
ezoterik simgeciliğe ilk örnek olarak, geçen yazılarımdan sizlere
tanıdık gelebilecek Etrüsk Söylencesi( Romus-Romulus Söylencesi/tahmini
M.Ö. 8 y.y.) ile başlıyorum:
“…Eski İtalyan kentlerinden
Alba Longa’nın Numitor adında bir kralı vardır. Numitor’un tahtına göz
diken kardeşi Amulius onu devirir ve tahtını güvenceye almak için,
Numitor’un kızı Rhea Silvia’ya hiç evlenmeyeceğine ilişkin yemin
ettirir. Evlenirse, doğacak çocukları tahta sahip çıkacağından
korkmaktadır. Oysa savaş tanrısı Mars, Rhea’ya aşık olur. Rhea’nın
Mars’tan ikiz oğulları dünyaya gelir.
Rhea’nın oğullarının büyüyüp kendisini tahtından
edecekleri kaygısıyla, Amulius bebekleri bir sandığın içinde Tiber
Irmağı’na attırır. Taşan ırmağın suları alçalınca ikizlerin içinde
bulunduğu sandık kıyıya vurur. Onları bulan dişi kurt,
sütüyle besleyerek büyütür. Kurt gibi, Mars’ın kutsal saydığı
hayvanlardan olan ağaçkakan da çocuklara yiyecek taşır.
Daha sonra ikizleri bulan
kralın çobanı Faustulus onları karısına götürür. Çobanla karısı Romus ve
Romulus adlarını verdikleri çocukları öz çocuklarıymış gibi
büyütürler…”
Söylencedeki “ Kurt “ ile
ilgili kısmı çıkarıyorum, bu kısım Türk Ezoterik Geleneği ile ilgilidir.
Yazıda inceleme konusu olacak kısım sepet ile ilgili kısım ki bu
ezoterik simge de Sümer, Sami veya Mısır kökenli olmalı zira aynı
ezoterik söylence Etrüsklerden önce var olan ve Sümer topraklarını ele
geçirerek, burada bir devlet kuran Sami halklarından olan Akadların
Kralı Sargon’ın ( M.Ö. 2334-2279) yaşam öyküsünde de geçer:
“Ben Agade’nin kralı büyük kral Sargon!
Annem yüksek bir rahibe idi, babamı
bilmiyorum.
Yüksek
rahibe annem beni gizlice doğurdu.
Beni bir
kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı.
Beni
nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım.
Nehir beni sürükleyerek su çekici
Akki’ye götürdü.
Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu
gibi büyüttü beni”(2)
Etrüskler İtalya’da, Akadlar ise Mezopotamya’da
devlet kurmuşlardır. Akadlar, Etrüsklerden önce var olmuşlardır. Mısır
kökenli de olabilir demiştim; Hz. Musa ile ilgili sepet söylencesinin
Mısır’da geçiyor olması nedeni ile…
Üstteki şiirde Sargon’un annesinin tapınak
rahibesi olması gibi “ Romus ve Romulus” ile ilgili söylencenin bazı
anlatımlarında da Romus ve Romulus’un annesi olan Rhea, Vesta Rahibesi
olarak gösterilir. (Vesta :Ocak/ Ev/Aile Bakire Tanrıçası)
Etrüsk
Söylencesi’nde “ kendini yaşamın akışına bırakmak “ simgeciliği, farklı
olarak kullanılmış zira sözkonusu ezoterik söylencede, çocuğun düşman
tarafından değil anne veya yakınları tarafından nehre bırakılması
gerekirdi. Bunun sebebi iki farklı ezoterik geleneğin yani “ Sepet-Nehir
Motifli Ezoterik Söylence Geleneği” ile Türk Ezoterik Geleneği’ne ait
olan “Dişi-Kurt Motifli Söylence Geleneği’nin” aynı söylencede
birleşmesinden doğan etkiler olabilir. Zira Göktürk Türeyiş
Söylencesi’nin (daha sonra Cengiz Han’ın Moğol Tarihçileri tarafından
yeniden Ergenekon adı altında biçimlendirilmeden önce) M.S. 386-581
arasındaki Çin Arşivlerindeki anlatımında Etrüsk Söylencesi’ne,
Dişi-Kurt simgesi dışında ikinci bir benzerlik vardır:
“M.S. 386 – 581 yılları dönemi Çin kayıtlarına
göre Gök-Türkler’in Türeyişi:
“...T’u-kue’ler, Hiung-nu (
Hunların)(14) özel bir ırkıdır.
Soyadları A-şina’dır.(15)
Önce Hunlardan bağımsız bir
kabile kurdular; ama daha sonra bir komşu ülkenin saldırısına
uğradılar.
On yaşında bir oğlan
çocuğuna varıncaya kadar bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok
edildi. Düşman askerleri, oğlanın daha küçük olduğunu görünce onu
öldürmeye yürekleri elvermedi. Sonunda ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın
içine attılar. Bataklığın içinde bir dişi kurt vardı, çocuğu etle besledi…” (3)
(Çin Dili’nde “r” olmadığı
için Türk yerine T’u-kue kullanılmış.)
Burada da tıpkı Etrüsk’ün Romus-Romulus
Söylencesi’ndeki gibi “ çocuk öldürülemiyor ve ölüme terk ediliyor”.
Diğer benzerlik ise “ dişi-kurt benzerliği idi; Romus-Romulus
Söylencesi’nde sepet kıyıya vurduktan sonra bir dişi kurt ve ağaçkakan
tarafından ikizler besleniyor, Gök-Türk Söylencesi’nde ise bataklığa
bırakılan çocuğu dişi-kurt besliyor. Yine M.Ö. 125 tarihli
Usun(Wusun)-Hun Söylencesi’nde de veliaht çocuk, bakıcısı tarafından
kaçırıldığı yerde bir dişi kurt ve kuzgun tarafından besleniyordu.
Türk Ezoterik Geleneği’nde hem “ çocuğun annesi veya
yakınları tarafından mağara veya ıssız bir yere saklanması, bırakılması
ve ardından dişi kurt ve kuş tarafından beslenme” motifli söylence
geleneği vardır, hem de “ düşman tarafından küçük olduğu için ölüme terk
edilen çocuk ve ardından dişi-kurt tarafından beslenme” motifli
söylence geleneği var.
Akkad Kralı Sargon örneğinde ve daha
sonra da Hz.Musa’nın sepetle nehre bırakılması örneklerinde görüldüğü
üzere bir söylencede eğer “ sepet ve bebek” motifleri kullanılıyorsa
sepeti, nehre düşman değil, çocuğun annesi veya yakınları bırakır. Bunun
sebebini birazdan göreceğiz.
Biz tekrar Akkad Kralı Sargon’a dönelim.
Sargon’un annesi bir rahibe olduğundan ve çocuk sahibi olması yasak
olduğundan dolayı Sargon’un anlattığı üzere sepetle nehre bırakılmıştı:
“Yüksek
rahibe annem beni gizlice doğurdu.
Beni bir
kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı.
Beni
nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım.
Nehir
beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü…”
Hz. Musa ( yaşadığı dönem tahmini M.Ö. 13 y.y.)
ile ilgili sepet söylencesi ise kısaca şöyledir:
“… Firavun, çoğalan İbrani(Yahudi)
nüfusundan rahatsız olur, doğan tüm İbrani erkek çocukların
öldürülmesini emreder ancak Mısırlı ebeler bu emri yerine getirmek
istemezler, bunun üzerine firavun da doğan tüm İbrani çocukların Nil
Nehri’ne atılmasını emreder.
Daha
sonra bir İbrani çiftin çocuğu olur ama çocuğu nehre atamazlar, geleneğe
göre sekiz günlük iken sünnet ederler, 3 ay daha baktıktan sonra
çaresiz kaldıklarından çocuğu bir sepete koyup, Nil’e bırakırlar.
Çocuğun ablası Meryem sepeti takip eder ve çocuğun Firavun’un kızı
tarafından Sarayın Bahçesine kıyı bir yerde bulunur.
Firavunun kızı sünnetli çocuğun
İbrani olduğunu anlamasına rağmen çocuğa kıyamaz ve bakmaya karar verir.
Ancak çocuk hiçbir süt anneyi kabul etmez. Bunun üzerine Meryem,
firavunun kızına ulaşır ve kendi annelerini çocuğa süt anne olarak
önerir. Daha sonra firavunun süt anne zannettiği, çocuğun gerçek annesi,
2 yaşına gelen çocuğu tekrar firavunun kızına getirir Firavunun kızı
çocuğa Musa (Sudan çıkarttım) adını koyar ve evlatlık edinir…”(4)
Aynı öykünün hem Akkadlarda hem Yahudilerde hem
de Etrüsklerde kullanılmış olmasının nedeni bu öykünün ezoterik bir
açılımı olmasından kaynaklanır.
Sözkonusu söylencelerde özellikle uç örneklerle
açıklanan anlayış, yazıya başlarken açıkladığım gibi, “ kendimizi
hayatın akışına bırakmamız” gerektiği anlayışıdır.
Anlaşıldığı üzere gerçekten de, çocuklar, sepet
aracılığı ile nehre bırakılmıyor veya dişi kurtlarca beslenilmiyor.
Söylencelerdeki “ sepet, nehir, dişi kurt ve benzeri simgeler” ezoterik
gelenek gereğidir.
“Oğuz Han Söylencesi’ndeki Metafizik Öğreti”
başlıklı yazıda konuyu açıklayıcı şöyle bir alıntı yapmıştım:
“…Antik Çağda,
inisiyasyon merkezlerinde kavuşulan gerçeği anlatmak için en yaygın
yöntemlerden biri de sembolik hikayelerdir. Mitolojiler ve halk
masalları buradan kaynaklanmaktadır.
Herkül'ün
maceralarının bir köylüye, bir bilimadamına ve bir inisiyeye ifade
ettikleri, vakkalar, yasalar ve ilkeler kademelerine göre üç seviyeli
olmaktadır.
Örneğin
Alşimi geleneğine göre mürşit, kinayelerle ya da mesellerle
konuşmalıdır. Tabii ki, temsili masallar öyle uydurma olmayacak, aksine
bir takım gerçekleri en iyi biçimde temsil edebilir olacaktır…”
(5)
Burada
nehir, hayatın akışını simgeler. Çocuklarını sepetle nehre bırakan kişiler ise, kendilerini,
sorunlarını
çözebilmek için zamana yani hayatın akışına bırakanlardır.
Bu anlayış
sık sık kadercilikmiş gibi algılanır ama bu düşünce doğru değildir.
Hayatın akışına bırakmak, kendini hareketsiz
biçimde akıntıya bırakmak demek değildir; kendini akıntıya bırakmak ve
akıntı ile bir hareket etmektir.
“ Kendini
yaşamın akışına bırakmak”, geçen yazıda bahsettiğim gibi aktif sabırla
yaşanan süreçte, olaylar karşısında sakin ve olumlu biçimde hareket
ederek, önüne çıkabilecek güzel fırsatları beklemek ve bu fırsatları tam
zamanında değerlendirmektir.
Sakin ve
olumlu hareket etmek şu nedenle önemlidir: geleceğimizde kontrol
edebileceğimiz olaylar da vardır, kontrol edemeyeceğimiz de. Akışına
bırakmak, geleceğimizde kontrol edemeyeceğimiz olaylar için
endişelenmeyi bırakmaktır.
Sürekli
endişeli olmak hali ile karşımıza çıkabilecek olumsuz olayları düşünüp,
tedbirli olmak hali farklıdır.
Sürekli
endişelenmek, olumsuz düşünme alışkanlığının yarattığı olumsuz bir ruh
halidir.
Dediğim
gibi, olası olumsuz olaylar karşısında önlem almak başkadır, yerli
yersiz bir tasa hali içinde yaşamak farklıdır.
Olumlu
düşünme alışkanlığı burada devreye girer. Örneğin, yapmak istediğiniz
bir iş için tedbirleri aldıktan sonra gelecek hakkında olumlu
düşünürsünüz, yapacağınız işleri planlarsınız, gereken önlemlerinizi
alırsınız ve yapılması gereken diğer işlemleri da halettikten sonra, o
işi hayatın akışına bırakırsınız. Sonuçta, siz gereken önlemleri alıp
gereken işlemleri yapmışsınızdır, artık o işin olup olmayacağını zaman
gösterecektir.
Siz o işle ilgili sürekli endişe üretirseniz, kendinize olumsuz enerji
yüklemiş olursunuz .
Böylece
hem o işle ilgili olarak ortaya çıkabilecek olumsuz bir olay karşısında
ya endişe haliniz nedeni ile sağlıklı bir çözüm üretemezsiniz ya da o
işin zaten olumsuz sonuçlanacağı düşüncesini içinizde
geliştirdiğinizden, o işe gereken özeni göstermeyi bırakarak, kaderci
bir anlayışla olaylar karşısında dış etkenlere karşı tamamıyla
korunmasız ve edilgen ( pasif) bir hale gelirsiniz. Yani hayat
karşısında savrulursunuz, akıntıya kapılırsınız.
Halbuki
yapılması gereken sakin bir biçimde hayatın akışına kendimiz
bırakmaktır.
Yaşamınız
genel olarak bir belirsizlik içinde olduğunda da aynı anlayış
geçerlidir. Gelecek, sizde sürekli endişe yaratmaktadır. O zaman da,
endişelerinizin sizin bilincinizi, bilinçaltınızı, düşüncelerinizi ve
duygularınızı kemirmesini engellemeniz gerekir.
Geleceğinizde
olumsuz bir olay veya olaylar dizisi var ise zaten kaygılansanız bile
başınıza gelir. Bu nedenle geleceğiniz ile ilgili endişelenmeyi bırakıp,
sakince başınıza gelmekte olan olayları değerlendirirsiniz. Sürekli
kaygı hali, sağlıklı düşünmeyi engeller ve önünüze güzel fırsatlar da
çıksa sürekli olumsuz düşünmeye alıştığınız için, önünüze çıkan bu
fırsatları olumlu bir biçimde değerlendiremeyebilirsiniz.
Yine
sürekli endişe hali, yaşam enerjinizi zayıflatır. Bu bir yandan
yeteneklerinizi kullanmanızı azaltır, bir yandan hayata karşı sizi
etkisizleştirerek, işlerinizi isteksizce yapmanıza neden olur. Bu
süreçte karşınıza çıkan olumlu bir işe isteksizce yaklaştığınızda da, o
işten alacağınız verim düşer.
Siz o işle ilgili sürekli endişe üretirseniz, olaylara olumsuz enerji
yüklemiş olursunuz .
Çekim
Yasası’nda bahsedilen “olumsuz düşünceler, olumsuz olayları çeker”
kuralı da burada devreye girer. Karmanızda yaşamanız gereken olumsuz
olaylar vardır. Bu olumsuz olaylar karşısında ne kadar sakin ve olumlu
olursanız, o kadar metanetli bir biçimde bu dönemi atlatırsınız. Ama bu
süreçte olumsuz düşünme alışkanlığı geliştirirseniz, zaten yaşayacağınız
olumsuz olayları, yaydığınız olumsuz enerji ile daha da zor hale
getirirsiniz. Bu sefer de işleriniz yavaşlar, karşınıza beklenmedik
sorunlar çıkar ki zaten sorunlu bir dönemdesinizdir…
Hayatın akışına bırakmaya
rüyalardan olumlu bir örnek verebiliriz.
Örneğin
rüyanızda keyifli bir biçimde araba kullanıyorsunuzdur. Kendinizi araba
kullanırken görürsünüz, nereye gittiğinizi tam olarak bilmezsiniz ama
sezgileriniz size doğru yolda olduğunuzu söyler.
Direksiyon
hakimiyeti sizdedir ama sanki direksiyonu siz değil de bilmediğiniz bir
olumlu enerji yönetiyor gibidir. Kendinizi nehrin akışına
bırakmışsınızdır ama akıntı ile sürüklenmiyorsunuzdur, akıntı ile bir
olup akıyorsunuzdur.
Bu konuya
olumsuz bir rüya örneği ise şu olabilir: Rüyanızda yürüdüğünüzü
görürsünüz ama bir süre sonra ayaklarınıza ağırlık çöker, yürümekte
zorlanırsınız hatta belki olduğunuz yere diz çökmek, oturmak zorunda
kalırsınız…
İlk
örnekte, kendinizi hayatın akışına bırakmışsınızdır ve sezgileriniz size
doğru yolda olduğunuzu söylüyordur.
İkincisinde
ise enerji olarak tıkanmışsınızdır, hayat bir türlü akmıyordur, sürekli
olumsuz olaylar döngüsü içerisinde dönüp duruyorsunuzdur. Bu da
rüyanızda sizin hedefe yürümenizi engelleyen bir ağırlık hissi olarak
ortaya çıkıyordur.
Bu konuya
bir sonraki yazıda daha ayrıntılı bir biçimde rüyalar üzerinden devam
edeceğim; rüyalar, bilinçaltı, olumlu düşünmek ve çekim yasası üzerine
bir yazı olacak…
KAYNAKLAR:
1-)
“Ergenekon Söylencesi”- “ Etrüskler, Türkler ve Dişi Kurt” başlığı http://www.derki.com/dergi/index.php/ergenekon-soylencesi/Page-12.html
2-) Akkad
Kalı Sargon:
3-)M.S. 386 – 581 yılları
dönemi Çin kayıtlarına göre Gök-Türkler’in Türeyişi
4-) http://tr.wikipedia.org/wiki/Musevilik'te_Musa
5-) http://www.derki.com/dergi/index.php/oguz-han-soylencesindeki-metafizik-ogreti.htmlTARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN “SEPET” ÇOCUKLARI
MUSTAFA GÜNEŞ
Okuma hayatım sırasında, tarihe hükmetmiş birçok “liderin” ya bir efsaneden türediği ya yetim ya da babası belli olmayan biri olduğu dikkatimi çekti.
Zaman içinde rastladıkça bu isimleri bir kenara not etmeye başladım. Epeyce biriktiğini görünce,” bunları dostlarla da paylaşayım” ,diye düşündüm.
İşin gerçeği bunlar kimsenin işine yaramayan bilgilerdir. Hatta çoğunuz hayatın bunca ağır, ciddi ve karmaşık problemi arasında “bunlar da nerden çıktı?” da diye bilir.
Haklı olabilirler. Fakat geçmiş yazılara baktım ki, hepsi de politik ve ciddi içerikli konulara değinmişiz. Hem bu sıkıcılığa “5 dakika ara” vermek, hem de -kimsenin işine yaramasa bile- birkaç ilginç hikâye aktarmak istedim.
Bence biraz okuyun, sarmadıysa bırakabilirsiniz.
Bunlar yalnızca bir kısmı. Araştırdıkça bu listeyi daha da uzatmak mümkün...
SEPET ÇOCUKLARI
Hz. İbrahim: Çocukluk yıllarında öğrendiğimiz ilk mucize/efsane olay, Hz. İbrahim’in doğumu efsanesiydi.
Zalim ve kâfir bir kral (Nemrut) var. Kâhinler onu devirecek bir erkek çocuğun doğacağını söyler. O da doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Anası mağarada İbrahim’i doğurup saklar, bir ceylan her gün gelip süt verir, Allah’ın izniyle büyür Nemrut’un tahtını devirir.
Urfa’da doğmuş olmamız nedeniyle dünyadaki her çocuktan önce öğrendiğimiz bu efsaneyle büyüdük, inandık ve uzun yıllar boyunca da bu efsanenin alanında tek efsane olduğunu zan ettik.
Hz. Musa: Daha sonra bu efsanenin başka bir benzeriyle karşılaştık. Ancak kahramanımız bu kez mağara yerine bir sepete konularak ırmağa bırakılmıştı. Bir kadın sepeti bulup içindeki çocuğu oğlu olarak büyütmüştü. O da büyüyerek ilahi tecelliyi gerçekleştirip halkını kölelikten kurtardığı gibi, peşlerine ordu salan Firavun denen kâfirin ordularını asasıyla ortasından yardığı Kızıl Deniz’in sularına gömmüştü.
Üstelik çocuğu büyüten kadın da Firavun’un kız kardeşi idi. Tevrat’ta hikâyenin çok zengin ayrıntıları var.
Zaten “Musa” (Mois) kelimesi de İbranice “sudan gelen” anlamına geliyormuş.
Büyüyüp tarihe merak saldığımızda, tarihte bu efsanelerin benzerlerinin sayılamayacak kadar bol olduğunu öğrenince bulabildiklerimizi sıralayalım dedik.
İON MİTOLOJİSİNDEKİLER;
Oidipus: Bir yığın tiyatro oyununa konu olmuş tarihin en ünlü trajedisidir. Kâhinler doğunca öldürülmesi gerektiğini söyler; çünkü büyünce kralı (babasını) öldürüp karısıyla da evlenecektir. Kâhinlere uyulup dağa atılır, bir çoban bulup büyütür.
Bin bir maceradan sonra ıssız bir alanda biriyle yolu kesişir. Geçiş hakkı üstüne tartışırlar. Onu öldürüp sonra da karısıyla evlenir; kehanet gerçekleşmiştir.
Yazık ki öldürdüğü kişi kral olan babası, evlendiği kadın de anasıdır.
Bu trajedi Freud tarafından –bana göre hiç da isabetli olmayarak- erkek çocuğunun anaya olan bağlılığını ifade etmek için “Oidipus Kompleksi” olarak adlandırılıp kullanılmıştır.
(Konu dışı ama Freud, bu psikolojik kompleksin karşıtını da, Elektra Kompleksi olarak adlandırmıştır. Yani kız çocuğunun babaya olan bağlılığını açıklamaya çalışan psikolojik tanımı ifade eder)
Paris: Truva Kralının oğludur. Kehanet, şehrin yok edilmesine sebep olacağını söylediği için ölsün diye dağa atılır. Onu da dişi bir ayı emzirir. Büyünce Helen’i kaçırır ve kehanet gerçekleşir. Bu efsaneyi ve ünlü Truva atını bilmeyen yoktur. Ne var ki efsanenin yazarı Homeros, kitabında(İlyada) “at” hikâyesinden söz etmemiştir. O da bilinmeyen bir kaynaktan efsaneye yamanmıştır. Hikâye “Truva” adıyla sayısız film ve tiyatrolara konu edilmiştir. Bir kralın karısıyla onu kaçıran genç aşığının aşkı, binlerce insanın hayatıyla bir şehrin, halkın ve krallığın mahvına sebep olmuştur.
Perseus: O da kral torunudur. Gene kâhinler “kralı öldürecek” kehanetinde bulunur. Ama bu kez ana-oğul birlikte bir sandığa konulup denize bırakılır. Bulunur, büyütülür, büyük kahramanlıklar yapar. Zincire bağlı güzel Andromeda’yı kurtarır. Ama gene bilmeden kralı(dedesini) öldürür ve tahta geçer.
( Konu dışı ek bilgi: Andromeda ve Perseus adı hem iki takımyıldızına verilmiş, hem de Andromeda takımyıldızının ortasında, karanlık gecede çıplak gözle görülebilen ve Samanyolu Galaksimize en yakın -yaklaşık 2,5 milyon ışık yılı- 300 milyar yıldızlı galaksiye de Andromeda galaksisi adı verilmiştir)
Herakles (ünlü Herkül):Perseus’un alt kuşak soyundan birisinin oğludur. Anası hamile kaldığında Zeus’un kıskanç karısı Hera, doğumunu engellemek için çok uğraşır. Başaramayınca ölsün diye beşiğine yılan bırakır. Daha beşikte bir bebek olduğu halde, yılanı yakalayıp boğar. (Bu Hera öyle fettan bir kadın ki neredeyse bütün kötülükleri yeryüzüne o indirmiştir.)
Ancak kıskanç ve kindar Hera peşini bırakmaz. Onu bir zalime köle ettirir. Büyüyünce gücü keşfedilen Herkül, iyice eğitildikten sonra filmlere de konu olmuş 12 görevi yerine getirmesi için görevlendirilir. Aslanları, boğaları, ejderhaları öldürür; dağları birbirinden ayırarak iki ırmağın yatağını değiştirir. Velhasıl 12 görevi başarıyla tamamlayıp tarihin yiğitlik ve dürüstlük sembolü ve en ünlü kahramanı olur.
Telephos: Herkül’ün oğlu. Anası kral kızı... Kâhinler doğunca dayılarını, yani kralın varisleri olacak erkek çocuklarını öldüreceği kehanetinde bulunur. Doğunca anasıyla beraber bir sandığa konulup denize atılır. Bulunup büyütülür. Ancak gene de bir yanlışlıkla dayılarını öldürür.
Herkül’ün bir de Amphion ve Zethos adlı ikiz çocukları var. Onların efsanesi de benzerdir diye adlarını vermeyle yetinelim.
DİĞERLERİ
Sargon: Büyük Sargon olarak tarihe geçmiş Akad kralı. Sargon’un efsanesi tam olarak Hz. Musa ile aynıdır.
Hatta Tarihçiler, Yahudilerin Babil Esareti sırasında bu efsaneyi öğrenip Musa’ya adapte ederek Tevrat’a aktarıldığını söyler.
Ancak Sargon’u Dicle’de bir bahçıvan, Musa’yı Nil’de Firavun’un kardeşi bulmuş. Bu da çok normaldir; çünkü Musa olayı Mısır’da geçtiği için mecburen Nil olacaktı. Gerçek şu ki efsanede yalnızca yer adları değişmiş bir de uzatılıp zenginleştirilmiştir.
Kyros (Kuruş):Aynı zamanda dedesi olan Med imparatorunu devireceği kehanetiyle dağa öldürülmeye gönderilir. Fakat cellât kıyamaz, bir çobana verir. Yerine hayvan kanına bulanmış bir gömlek götürür. O da büyür, kehaneti gerçekleştirir ve İmparatorluğu Med hanedanlığından alıp Pers Hanedanlığına geçirir.(Bu konunun biraz genişçe bir özeti, “Müzik ve Savaş” adlı yazımızda verilmiştir.)
Romus ve Romulus kardeşler: Kötü ve haksız bir kralın kardeşinin ikiz torunlarıdır. Kötü ve zalim kralı öldürecekler diye, doğar doğmaz bir sandığa konup Tiber Irmağına atılırlar.
Bir mucize ile kurtulup dişi bir kurt tarafından büyütülür, Roma Şehrini kurarlar.
Ne var ki Romulus, Roma’nın ilk duvarını inşa ederken, duvarıyla dalga geçen kardeşi Romus’u öldürür.
O günden sonra Roma, temel harcı “kardeş kanıyla” yoğrulmuş şehir olarak anılır. Nazım Hikmet ,”Taranta Babu’ya Mektuplar” adlı unutulmaz şiirinde bu konuyu çok güzel işlemiştir.
Görüldüğü gibi ilkini kim bulmuş, ne zaman bulmuş, kimin için uydurulmuş bir efsanedir belli değil. Ama bir yolla iktidarı ele geçiren her zıpçıktının iktidarını tanrısal bir güce bağlayıp pekiştirmek için sarıldığı bir “şablon” olduğu tartışılmaz.
Kısaca insanoğlunda, metafizik güçlere inanma eğilimi sürdükçe, her zaman böyle bir efsane yaratıp inandıracak uyanıklar çıkacaktır.
Bir de “tarih değiştirmiş” ama gerçekten yaşamış “yetim veya babasızlar” var. Belki bir gün dengine gelirse onları da kısaca yazarız.
9.9.2012
Mustafa Güneş/URFA
Tevrat ve Kur’an’da Mezopotamya hikayeleri
“Tevrat’ta yazılanlara
dönersek, onda tarih yanında efsaneler, öyküler, şiirler, ağıtlar, ilahiler,
atasözleri, kehanetler de bulunmaktadır. Bunlar arasındaki peygamberlere.
Rahiplere, krallara, kahramanlara ait hikayelerde misafir melekler ve demonlar
bu kimselerle Yahve arasında aracılık yapıyorlar. Ayrıca bir din kitabında
olmaması gerekli tecavüz, aile arasında cinsel ilişki, cinayet, zina,
kıskançlık, kin, aldatma gibi konular da var. 21.Ekim.1996 tarihli Newsweek
dergisinde Kenneth L.Woodward ‘In the Beginning” başlıklı yazısında, bunları
ancak bir gazete veya bir magazin için ilginç konular olabileceğini, çocukların
okuyacağı kitapların bunlardan arındırılmış olarak yazılmış olduğunu, tüm metni
okuyanın çok az olduğunu, onun büyüklerin okuması için yazıldığını, bütün büyük
edebi eserler gibi anlaşılması zor bir karışıklık içinde ergin bir akla ve hayal
gücüne hitap ettiğini söylüyor. Tekvin bölümünün yeni çevirisini yapan
filozoflar ‘Tanrı fena bir aile başı, o kıskanç, bozucu ve cezalandırıcı bir
tanrı, bizim bütün kalbimiz ve ruhumuzla sevebileceğimiz bir tanrı değil’
diyorlarmış. Nuh Tufanı ile tanrı iyice korkunçlaşıyor. Çünkü Tanrı’nın
günahsız insanlarla birlikte hayvanları da cezalandırması, Nazi Almanyası’na
benzetilmiş.
On sekizinci yüzyılda
Tevrat’tan Tanrı’nın kızgınlıkları ve seks ile ilgili günahlar çıkarılmış. Bu
şekilde Tanrı, karakteri kötü, zorlayıcı halinden uzaklaştırılıp daha sevimli
hale getirilmiş.
Bunların büyük bir bölümü
İbranice, küçük bir bölümü de İbranice’nin bir lehçesi olan Aramice yazılmıştır.
Arami Dili DÖ 600’lerde Ortadoğu’da hemen hemen uluslar arası dil olmaya
başlamıştır. 39 kitaptan oluşan Tevrat’ın konularının toplanarak bir araya
getirilmesi uzun yıllar sürmüştür. Helenistik çağda Yunanca’ya çevrilmiştir.
Buna neden de, Mısır’da yaşayan Museviler Yunanca’ya çevrilmiştir. Buna neden
de, mısır’da yaşayan Museviler Yunanca konuştuklarından onların anlayacağı bir
dilde olsun istenmiş. Fakat Museviler’in bir kısmı ‘bizim kutsal kitabımız başka
dile çevrilemez’ diye ayağa kalkmış (İki bin yıl sonra bizim dinciler gibi.)
Yine de çevrilmiş. İşin ilginç yanı, yalnız bu çevrilen kitap elde kalmış ve
bütün çevrililer bu Yunanca’dan yapılmış. Yunanlar’la birlikte olmaları da
İsrail kültürünü etkilemiştir.
Museviler’e tek tanrı
düşüncesi Musa ile giriyor. Ondan önce Sumer etkisiyle İbrahim’in şahsi tanrısı
vardı. Sumerliler’e göre her insanın kendine ait bir tanrısı bulunuyordu. Bu
tanrı o kimsenin bütün isteklerini, dualarını büyük tanrılara iletiyordu. Bu
Müslümanlıkta koruyucu melek olmuş.12 Bu tanrı daha sonra İbrahim’in
çocuklarına geçiyor. Aile genişleyip güç kullanarak etraflarındaki kabileleri
idareleri altına almaya başlayınca bu kez tanrı onların da tanrısı oluyor. Bu
arada yerli tanrılara da tapıyorlar. Tevrat’a göre İbrahim’in tanrısı ile aile
tanrısı, kabile tanrısı, İsrail tanrısı, en sonra da bütün insanlığın tanrısı
oluyor. Bu aşamada Musa’nın getirdiği tek tanrı düşüncesinin etkisi de var.
Sigmund Freud’a göre Musa
Musevi değil. O, mısır’da ‘yalnız güneş tanrısı vardır, başka tanrı yoktur’
diyerek bütün mabetleri kapatan Firavun Eknaton’a bütün kalbiyle inanan veziri
veya büyük bir memuru idi. Kral ölünce diğer tanrıların rahipleri ayağa
kalkıyor. Güneş tanrısını tek tanrı kabul etmek isteyenleri öldürüyorlar. Musa
da öldürüleceğinden korkarak İsrailliler’in arasına kaçıyor. Onlarla birlikte
Sina Çölü’ne giderek 40 yıl oralarda sürükleniyorlar. Halbuki Sina Çölü’ne
gitmeden, her zaman gidip geldikleri yoldan Filistin’e gidebilirlerdi. Musa
herhalde yakalanmaktan korkuyordu.
Musa hikayesinin büyük bir
kısmının başka kültürlerden alındığı anlaşılıyor. Freud’a göre Firavun’un, kendi
yerini alacaklar diye bütün erkek çocukları öldürtmesi olayı, aslında Mısır
kaynaklarında bulunmuyor, bu daha sonra Nemrut’un aynı gerekçeyle erkek
çocuklarını öldürtmesi hikayesinden alınmış.13 Musa adının İbranice
anlamı, sudan çıkan/sudan çıkarılan. O, Mısırlılar İbranice bilemeyeceklerine ve
onun da İbrani çocuğu olduğunu bilemeyeceklerine göre bu adı onların vermelerine
olanak yok. Ayrıca kral bütün erkek çocukları öldürürken kızının böyle bir çocuk
almasını nasıl kabul eder?
Tevrat’ın yazdığına göre
Musa İsrail Dili’ni bilmiyor. Harun kendisine çevirmenlik yapıyor. Dil bilmeyen
nasıl Torah’ı yazabilir? Musa’nın sandık veya sepet içine konarak suya atılması,
bulunarak saraya girmesi Akad Kralı 1. Sargon’un hikayesine uymaktadır:
Ben
Agade’nin Kralı Büyük Sargon
Annem
yüksek bir rahibe idi, babamı bilmiyorum,
Yüksek
rahibe annem beni gizlice doğurdu
Beni
bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapadı,
Beni
nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım
Nehir
beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü.
Akki
beni nehirden çıkardı
Kendi oğlu gibi büyüttü
beni.14
Musa ve
etrafındakiler kaçarken denizin yarılması olayı da, Pers Kralı Kirus’un Fırat’ı
geçerken nehrin yarılmasına benzemektedir. Öykü şöyle: Babil Krlaı Nabukadnezar
birçok savaş yapmış, birçok yeri idaresine almış. Filistin’i de alarak çok
zengin olmuş. Fakat Moradah adında haylaz, işe yaramaz bir oğlu varmış.
Hazinesini ona bırakmak istemiyormuş. Onun için bakırdan bir sandık yaptırıp,
içine ne kadar altını, gümüşü varsa doldurmuş ve bir gece gizlice Fırat’ın içine
bırakmış. Sandık o ağırlıkla dibe çökmüş. Bir süre sonra Persler Babil’i almış.
Kral Kirus, Babil Kralı’nın sürgün olarak getirdiği İsrail tutusaklarının
ülkelerine dönmelerine izin vermiş. Buna sevinin İsrail tanrısı bu iyi kralı
ödüllendirmek için, Kirus Fırat7tan geçerken nehrin sularını yarmış, sandık
ortaya çıkmış. Onu alan Kirus da çok zengin olmuş.15
Mısır’da en büyük etki
tektanrı düşüncesi ve sünnet olma olayı. Mısır’da erkek cinsel organına büyük
saygı duyulurdu. Onun ucunu kesip tanrılara adak olarak veriyorlardı. Ayrıca
organın çok büyütülmüş şekli de kuklalar halinde festivallerde ellerde
taşınıyordu. Bu gelenek Dionysos ayinleri olarak Mısır’dan Yunanistan ve
Anadolu’ya geçiyor. Bu ayinlerde kilden yapılmış büyük cinsel organlar yere
gömülüp sulanırmış. Bu yolla ülkeye bereket geleceğine inanılırmış.
Yunanistan’da sertleşmiş cinsel organ ile yapılan Hermes heykeli de Mısır
geleneği. Yunan tanrı adlarından bir kısmı da yine Mısır’dan alınmış. Herodot’a
göre domuz yenmemesi de Mısır’dan alınmış. Domuz Mısır’da pis sayılıyor. Yolda
biri domuza sürünse derhal elbiseleriyle nehre atlayıp temizlenirmiş. Ona karşın
domuz çobanları var. Bunlar ne tapınağa girebiliyor ne de kendi toplumları
dışında biriyle evlenebiliyorlarmış. Bunların güttüğü domuzlar ne oluyordu
acaba?
Persler yoluyla da Zerdüşt
Dini’nden cennet, cehennem, cinler ve meleklerle ilgili efsaneler giriyor
Museviler’e. Onlar bu efsaneleri tek tanrı anlayışına uyduruyor. Sumer
efsanelerinde tanrılar, tanrıçalar birlikte rol oynarken Yuhadiler’de kadınlar
göksel varlık olarak kabul edilmiyor. Onlara göre melekler hep erkek, yalnız
cinler dişi. Meleklere adlar verilmesi, onların mevkilerine göre adlandırılması
Zerdüşt Dini’nden.
İsrail’de yedi prens melek
var. Bunlar: Gabriel, Mikail, Radiado, Samdal, Metaron, Refael, Uriel. Bunlarda
önemli olan dördü Mikael (tanrı gibidir), Gabriel (tanrını gücü), Uriel
(tanrının parlaklığı), Refael (tanrının şifa vereni).16
Persler’in Tobit adlı
meleği İsrail7de Refael olmuş. Musa’nın ölümünde onun hayatını almak için bu
meleklerden Mikael, Gabriel ve Sagsagel (Azrail) geliyor. Yatağını hazırlayıp,
üzerine keten çarşaf koyuyorlar. Bu olay tamamıyla Mısır’dan alınmıştır. Orada
da dört ölüm yaratığı cesedin yanına geliyor, tanrılar da onları gözlüyor.
İsrailliler’in, komşuları
Ugaritler’den aldıkları en önemli efsanelerden biri Lut Peygamber’in kızlarıyla
yatmasını açıklayandır. Bu olay, Tevrat araştırıcıları tarafından büyük
tartışmalara neden olmuştur. Tekvin, Bap 18’de, şehir orada bulunan eşcinsellere
kızan tanrı tarafından yıkıldıktan sonra, Lut ve kızları Sodom ve Gomorra,
kaçarak bir mağaraya girerler. Kızları babalarına bol şarap içirip onu sarhoş
eder ve onunla yatıp ikisi de birer oğlan doğurur. Ona karşın Tevrat’ın daha ilk
başında (Tekvin, Bap 19) Nuh yetiştirdiği bağın üzümlerinden yaptığı şarapla
sarhoş olup çıplak yatarken oğlu Kenan onu görür ve gidip kardeşlerine haber
verir. Nuh, çocuğu onu çıplak gördüğü için çok kızar ve oğlunu lanetler. Diğer
taraftan Levililer, Bap 18: 10’da ‘senin oğlunun, kızının, yahut kendi kızının
kızının çıplaklığını, onların çıplaklığını açmayacaksın’ deniyor.
Bu durumda kızlar nasıl
babaları ile yatabilir? Bunun yanıtını ilk kez Ugarit veya Kenan efsanelerinde
bulduk. Bunda Kenan tanrısı El iki kadın yaratış ve onları evine koymuş. Bunlar
aynı zamanda onun kızları. El’in sopası indirilmiş (sopa penisini simgeliyor). O
bir kuş vurup kızartmış. Bu cinsel gücü kuvvetlendirmek için olmalı.
Mezopotamya’da kekliğin cinsel gücü kuvvetlendirdiğine inanılıyor.17
Tanrı El bu iki kadınla yatmış. Bunu anlatan şiir şöyle:
El
onları dudaklarından öptü.
Dudakları tatlı, nar gibi idi.
Öpmekle uyandı
Kucaklamakla çiftleşti.
Ve
kadınlar gün doğumunu
Ve gün
batımını doğurdu
Babası ile yatan iki kız,
tamamıyla Lut hikayesine uyuyor. Sumer Bilgelik Tanrısı Enki de kızlarıyla
yatıyor, ama onda olay daha değişik.18 O önce Yer Tanrıçası Ninhursag
ile, ondan olan kızı ile, sonra tekrar ondan olan kızıyla yatıyor.
Daha önce belirttiğimiz
gibi, Tevrat’ta daha çok Sumer etkisini buluyoruz. Evrenin ve insanın
yaratılması, yasak meyve, cennetten kovulma, Hava’nın çocukları Habil ve Kain’in
öyküsü, Tufan, Eyüp’ün sabrı, suların kana dönmesi, İbrahim’in torunu Yusuf’un
rüyası üzerine, kardeşlerinin onun kendilerinden üstün olacağına yorumlayarak
onu öldürmeye kalkmaları konuları hep Sumerliler’de görülmekte.19 Bu
konuları daha yüzeysel olarak Kur’an’da da buluyoruz. Son zamanlarda
saptadığımız bir ayet bunlara ek oluyor.
İnsanlardan kimi Allah’a
yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek
memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir. (Hac Suresi,
ayet 11.)
Bunun
benzerini, Sumer atasözlerinde buluyoruz:
Eğer
aç iseler ölmüş gibidirler
Eğer
tok iseler tanrılarla yarışırlar.
Eğer
işleri yolunda giderse göğe uzanmış gibidirler,
Sıkıntıda iseler yeraltına girmiş gibi olurlar.
Ayrıca Süleyman’ın
meselleri, şarkıları, ağıtlar, Davut’un ilahileri hep Mezopotamya etkisi ile
yazılan konular.20
Ona karşın Tevrat
Levililer, Bap 18:3’te şöyle yazmakta:
‘İçinde
oturmuş olduğunuz Mısır diyarının işleri gibi yapmayacaksınız; ve sizi
götürmekte olduğum Kenan diyarının işleri gibi de yapmayacaksınız ve onların
kanunları ile yürümeyeceksiniz.’
Tevrat
Levililer, Bap 20:23’te ise şöyle yazmakta:
‘Ve
önünüzden kovmakta olduğum milletin âdetleri üzre yürümeyeceksiniz; çünkü bütün
bu şeyleri yaptılar ve onlardan nefret ettim.’
Böyle
yazıldığı halde Museviler her türlü etkiyi almaktan geri kalmamışlardır.
12 Kuran. Kaf Suresi, ayet 17-18: Hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucu ve denetleyici bulunmasın.
13
Sigmund Freud, Hz. Musa ve Tektanrıcılık, çeviren: Kamuran Sipal, İstanbul 1998.
14
Benyamin R. Foster, From Distant Days, Myths, Tale and Poetry from ancient
Mesopotamia, America, 1995, p.165.
15
Angelo S.Rapporat, Myths and legends, Anicent İsrail, c.3, s.244.
16
Angelo S.Rapporat, Myths and Legends, Ancient İsrail, c.1, s.40.
17
Muazzez İlmiye Çığ, Ortadoğu Uygarlık Mirası-1, Sumer’de Cinsel Yaşam, s.197.
18Samuel Noah Kramer-John Maier, Myths of Enki, The Crafty God, Sumerlerin
Kurnaz Tanrısı, çeviren Hamide Koyukar, s.49.
19
Muazzez İlmiye Çığ,Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni, Kaynak
yayınları.
20 Bu
konular hakkında daha geniş bilgi için bkz. Muazzez İlmiye Çığ’ın Kur’an, İncil
ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni (Kaynak yayınları) ve İbrahim Peygamber. Sumer
Yazılarına ve Arkeolojik Bulgulara Göre (Kaynak Yayınları) adlı kitaptan.)
(Bereket Kültü ve Mabet
Fahişeliği, Muazzez, İlmiye Çığ, Kaynak Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder