The Hospitality of Abraham 69. And certainly Our messengers came to Ibrahim with good news. They said: Peace. Peace, said he, and he made no delay in bringing a roasted calf. 70. But when he saw that their hands were not extended towards it, he deemed them strange and conceived fear of them. . They said: Fear not, surely we are sent to Lut's people. 71. And his wife was standing (by), so she laughed, then We gave her the good news of Ishaq and after Ishaq of (a son's son) Yaqoub.
Hyrieus : İhtiyar bir çiftçiydi ancak büyük tanrıları evinde misafir ettiği için tanrılar ona karşı hep iyiydiler bu yüzden yaşlı adam bir karısı olmadı halde erkek çocuğu olmasını istediğinde onun bu isteğini yerine getirdiler.
Hyrieus [ Hz İBRAHİM ] yasli bir ciftci idi. Bir gün Gök yüzünden ziyarete gelen jupiter paseydon ve Merküre rastladi.Onlari kulübesine davet ederek Onlari en güzel sekiLde agarladi.Bunun üzerine tanrilar ondan ne dilegi oldugunu sordular. Oda artik yasli oldugunu sevdigi kadinla [ SARE VALİDEMİZ ] birlikte olamayacagina göre bir ogul istedi.Bu masada ona Orion'nun
[ İSHAK ] dogacagi haberi veriLdi...
ALLAH c.c. YUNANLILARA DA PEYGAMBERLER GÖNDERMİŞTİR ..
Kur'an ve Tevrat arasındaki en büyük ve en anlamlı fark ise ziyaretçilerin; Hz. İbrahim'in ikramlarını "yeme"lerindedir. Tevrat'a göre ziyaretçiler Hz.İbrahim'in ikramlarını yemektedirler. "..İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken, o da yanlarında, ağacın altında bekledi… "
Oysa Kur'an'da anlatılan "ziyaretçiler" bu ikramı yememektedirler. Bu yüzden Hz. İbrahim'in, onların bu durumundan şüphe etmeye başladığı beyan edilmektedir. "Fe lemmâ reâ eydiyehum lâ tesilu ileyhi nekirehum ve evcese minhum hîfeh…" "..Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü…
Hyrieus was also the father of Orion. Some speak of him as Orion's natural father;[9] others relate that he was childless and a widower and became (technically) adoptive father of Orion via the following circumstances. He was visited by Zeus and Hermes (some add Poseidon), who, to express gratitude for his hospitality, promised him to fulfill a wish of his; he said that he wanted children. The gods filled a sacrificial bull's hide with their urine (or sperm), then told Hyrieus to bury it. Nine months later, Hyrieus found a newborn baby boy inside and named him Orion; Roman authors thought of the Latin word urina "urine" as an etymon for Orion's name (though actually his name is obviously not of Latin origin).[6][10] Nonnus, on account of this story, refers to Orion as "having three fathers" and to Gaea (Earth) as his mother.[11]
He was visited by Zeus and Hermes (some add Poseidon), who, to express gratitude for his hospitality, promised him to fulfill a wish of his; he said that he wanted children. The gods filled a sacrificial bull's hide with their urine (or sperm), then told Hyrieus to bury it. Nine months later, Hyrieus found a newborn baby boy inside and named him Orion; Roman authors thought of the Latin word urina "urine" as an etymon for Orion's name (though actually his name is obviously not of Latin origin).
Bu aslinda Ibrahimin yani ishak'in ( Orion,Osiris ,azeris,asurun kurulusu yada dogusu.)
Üç Melek
- Hz. İbrahim’i sünnet esnasında ziyaret eden üç meleğin konusu.
- Hz. İbrahim’i ziyarete gelen Yaradan’ın konusu ve ziyaret esnasında Yaradan ona ne demişti.
- Hocalarımız dedi ki hastalığın on altıncı parçasını ziyaretçi alır.
- Hz. Lut’un ayrılışı.
- Sodom ve Gomora’nın yok edilişi.
- Sodom’un tahrip olmaması için Hz. İbrahim’in talebi.
- Hz. Lut’un karısının arkasına bakması ve tuzdan bir sütuna dönüşmesi.
- Şimon ve Levi’nin, Şehem halkını kandırmaları konusu sünnet olmakla ilgilidir, şöyle dedikleri gibi, ‘‘bu bize karşı bir sitemdi.’’
- Birbirine zıt olan Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın günlerinde silinmiş olan Hz. Lut’un ortaya çıkışının iki ayrılığının konusu.
Yukarıdakini anlamak için ilk önce, her şeyin içinde Nefeş (ruh), Şana (yıl), Olam (dünya) izlenimini bildiğimizi söylemeliyiz. Dolayısıyla da, sünnet ile ilgili de, ki bu deri ile yapılan anlaşmadır ve Olam, Şana ve Nefeş kavramlarına göredir. (Dört anlaşma vardır: gözler, dil, kalp ve deri; ve deri hepsini kapsar.)
Deri, Behina Dalettir (Dördüncü Safha), sünnet derisi olarak kabul edilir ki kendi yerinden kaldırılmalıdır, yani tozun içinden. Bu onun yerindeki Malhut olarak göz önüne alınır, şöyle ki, Malhut’u tozun konumuna alçaltması. Bunu şu sözler takip eder, ‘‘Aba (baba) saflık verir’’ yani Malhut’u alçaltarak tüm otuz iki yoldan kendi yerine bırakır. Ve sen onların içindeki var olmuş olan yargı niteliğinin Malhut’unun Aviut’undan bu Sefirot’un saflandırılmış olduğunu bulursun zira kırılmanın nedeni bu Malhut’tur.
Daha sonra, İma (anne) Bina’nın içinde tatlandırıldığı için ‘‘toz’’ değil ‘‘yeryüzü’’ denen Malhut’u aldığı zaman kırmızılık verir. Bunun sebebi Malhut’un içerisinde iki izlenim ediniriz: 1) yeryüzü 2) toz.
Yeryüzü Bina içerisinde tatlandırılan Malhut’tur, ‘‘Bina’ya yükselmiş olan Malhut’’ denir. Toza ‘‘Malhut’un Malhut’u’’ denir ki bu Midat ha Din’dir (yargı niteliği).
Hz. İbrahim halkın tümü olarak
izlenimlenen Hz. İshak’a sebep olmak zorunda kaldığında kendisini
sünnetle arındırmak zorundaydı öyle ki halkın tümü saflığa karışsın
diye. Kendi Nefeş’i (ruhlar) ile uyumlu olan sünnete, ‘‘sünnet’’ denir ve sünnet derisinin kaldırılması ve tozlu bir yere fırlatılmak ile ilişkilendirilir.
Sünnetteki Olam’a (dünya) Sodom ve Gomora’nın yok edilişi denir.
Dünyadaki ruhların entegrasyonuna ‘‘Hz.
Lut’’ denir ve dünyadaki sünnete ‘‘Sodom’un yok edilişi’’ denir. Sünnet –
acısının iyileşmesine ‘‘Hz. Lut’un kurtarılması’’ denir. Hz. Lut
kelimesi ‘‘lanetli kara parçası’’ sözünden gelir, Behina Dalet denir.
Kişi Yaradan ile Divekut’la
(yapışma), form eşitliği ile ödüllendirilmiş olduğu zaman ve onun tüm
dileği ihsan etmek olduğunda ve kendi yararı için hiçbir şey almak
olmadığında kişi çalışacak hiçbir yerin olmadığı bir konuma gelir. Bunun
sebebi kişinin kendisi için hiçbir şeye ihtiyacı olmadığındandır ve
Yaradan için çalışır, kişi görür ki Yaradan’ın hiçbir eksikliği yoktur.
Dolayısıyla, o çalışmadan olduğu yerde kalır. Ve bu onda sünnetin büyük
acısına sebep verir zira sünnet ona çalışması için yer verdi öyle ki
sünnet, kişinin kendisi için alma arzusunun ortadan kaldırılmasıdır.
Alma arzusunun ortadan kaldırılmasıyla
artık alma arzusu onu kontrol etmiyor, kişinin bu çalışmaya daha fazla
ekleyecek bir şeyi yok. Ve bunun için bir ıslah vardır: hatta kişinin
kendisi için alma arzusundan sünnet edilerek ödüllendirilmiş olduktan
sonra bile, onun içinde halen Behina Dalet’in kıvılcımları vardır ve onlar da ıslahı beklerler. Onlar sadece Gadlut (yücelik) Işıklarının yayılmasıyla tatlandırılır ve böylece kişinin çalışacak yeri olur.
Bunun anlamı İbrahim Peygamber’in sünnet
sonrası acılarıdır ve Yaradan onu ziyarete gelir. Ve bu melek Rafael’in
onun acısını dindirmesinin anlamıdır (ve buna dört melekle birlikte
diyemeyiz, sıralama şöyledir Mikael sağda, Gabriel solda ve Uriel önde
ve arkadaki Malhut’tur yani batıyı kast eder, o Rafael’dir. Bunun sebebi sünnet derisinin atılmasından sonra o Malhut’u iyileştirir, öyle ki çalışma için daha fazla yer olmayacak.)
Ve ikinci melek Sodom’u yok etmek için
geldi. Nefeş göz önüne alınarak sünnet derisinin atıldığı zaman buna
‘‘sünnet’’ denir ve o Olam olarak izleminlendiğinde, ona ‘‘Sodom’un yok
edilişi’’ denir. Ve onların dediği gibi, sünnet derisi atıldıktan sonra
acı kalır ve o zaman bu acıyı iyileştirmemiz gerekir. Benzer şekilde,
Sodom’un yok edilişi, ‘‘Hz. Lut’un kurtuluşu’’ ise iyileştirme demektir,
ortaya çıkacak iki iyi ayrılıktan dolayı.
İyi ayrılığın konusunu anlamak zor gibi
görünür. Eğer ayrılık ise, nasıl iyi olabilir ki? Daha ziyade, sünnet
derisinin atılmasını acı takip ediyor. Bunun sebebi kişinin çalışacağı
yeri olmamasındandır. Ve bu ayrılıklar, Behina Dalet’in kalan kıvılcımları, kişiye çalışmak için yer verir, onları ıslah etmek ihtiyacı ile.
Sünnet derisinin atılması öncelikli
ıslah olamaz zira ilk önce 248 kıvılcım yükseltilmeli ve ıslah
edilmelidir. Daha sonra, ‘‘taştan kalp’’ denen otuz – iki kıvılcım ıslah
edilir. Dolayısıyla, sünnet derisi ilk önce tamamen atılmalıdır.
Bu, bir sırra sahip olmanın gerekliliğinin anlamıdır, öyle ki kişi zamanın ötesinde Reşimo (anımsayış) formunda kalması gerektiğini bilmelidir. Ve bu Sod demektir: sünnetin ıslahı vasıtasıyla ki bu Yesod’un (temel) parçalanmasıdır yani Yod’u parçalamaktır (Yesod’un içindeki ilk harf). Daha sonra Sod Yesod haline gelir.
Bu, melek Rafael’in anlamıdır ardından
‘‘iyi ayrılıklar’’ sebebiyle Hz. Lut’u kurtaracaktır. Bunun anlamı Ruth
ve Naomi’dir, akıl ve kalp olarak göz önüne alınır. Ruth, Re’uia (değerli) kelimesinden gelir, Alef telaffuz edilemediği zaman. Ve Naomi Noam
(hoşnutluk) kelimesinden gelir, kalbe memnuniyet verici bir şeyler ki o
zaman Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın içinde tatlandırılmıştı.
Ancak, daha önce, melek dedi ki ‘‘arkana bakma’’ zira ‘‘Lut’’ Behina Dalet’tir fakat o halen İbrahim’e bağlıdır. Oysaki ‘‘senin arkan’’ geçmiş Behina Dalet, sadece çiğ Behina Dalet vardır
ki bu da tatlandırılmamıştır. Bu, büyük deniz – canavarlarının
anlamıdır, hocalarımızın bahsetmiş olduğu su canavarı (balina) ve onun
eşi, yani Nukva’yı öldüren ve onu gelecekte haktan yana için tuzlayan. Gelecek demek tüm ıslahlardan sonra demektir.
Bu arkasına bakan Lut’un eşinin
anlamıdır, yazıldığı gibi ‘‘ancak onun eşi kocasının arkasından baktı
ve o tuzdan bir kaya parçası haline dönüştü.’’ Ancak, o ilk önce
öldürülmeliydi ki bu Sodom’un yok edilişidir. Fakat Lut su canavarı (Behina Dalet ve İbrahim arasındaki bağlantı) olarak göz önüne alınan kurtarılmalıydı.
Bu, dünyanın sorduğu bir soruyu açıklar,
‘‘İbrahim’i iyileştirmiş olan melek nasıl Lut’u kurtarabilirdi? Tüm her
şeyden sonra, bir kural vardır: bir melek iki görevi yerine
getiremez.’’ Ancak bu tek bir konudur, zira Behina Dalet’ten bir Reşimo kalmalıdır. Fakat bu bir sır olmalıdır.
Bu demektir ki o kendisini sünnet
etmeden önce bunun hakkında hiçbir şey bilmeye ihtiyacı yoktu. Daha
ziyade, o ölüme konulmalıydı. Ve Sod Yesod durumuna gelmiş olduğu zaman Yaradan onu haktan yana olan için gelecek için tuzladı.
Bu, İbrahim’in sığır çobanları ile Lut’un sığır çobanları arasındaki anlaşmazlığın anlamıdır (Mikneh (sığır) manevi Kinyanim
(varlıklar) demektir). Bunun sebebi İbrahim’in sığırları İbrahim’in –
inanç – görünümünü yükseltmek amacı içindi. Bu demektir ki bu durumda o
mantık ötesi gitmek için kendine daha büyük güçler aldı zira o özellikle
mantık ötesi bu yol vasıtasıyla, tüm mal mülkle ödüllendirildiğini
gördü.
Onun mal mülkü istemiş olmasının sebebi
ise bu mal mülkün yolu test etmesi içindi buna da ‘‘mantık ötesi’’ denir
ki doğru yol budur. Bunun kanıtı ise mal mülk vasıtasıyla ona Yukarıdan
manevi varlık verildiğidir, o sadece mantık ötesi inançla gitmek için
zorlar. Ancak manevi varlık istemez çünkü onlar büyük dereceler ve
edinimlerdir.
Bu demek değildir ki inanç vasıtasıyla
büyük edinimler kazanmak için Yaradan’a inanır. Daha ziyade, büyük
edinimlere ihtiyacının olmasının sebebi doğru yolda hareket ettiğini
bilmek içindir. Dolayısıyla, tüm Gadlut’tan sonra, o özellikle inanç yolunda yürümek ister zira bunun vasıtasıyla bir şeyler yaptığını görür.
Ancak, Lut’un sığır çobanlarının tek
niyeti büyük varlıklar ve edinimler elde etmek içindi. Buna ‘‘Lut’un
izlenimini yükseltmek’’ denir. Lut’a ‘‘lanetli kara parçası’’ denir ki
bu kişinin alma arzusudur yani Behina Dalet, ister akılda ister kalpte. Bu yüzden İbrahim şöyle dedi “kendini ayır, benden sana dua” şöyle ki dördüncü Behina ondan, Olam – Şahana – Nefeş Behina’sından, ayrılsın.
Bu, sünnet derisinin atılmasının anlamıdır. Nefeş’in içindeki Behina Dalet’in atılmasına ‘‘sünnet’’ denir. Olam’ın (dünya) Behina’sının içinde, sünnet derisinin atılmasına ‘‘Sodom’un yok edilişi’’ denir; ve Şahanna’nın Behina’sından, bu bir çok ruhun Hitkalelut’udur (karışım) ve buna Şana (yıl) denir. Bu Lut’un Behina’sıdır (izlenim), lanet kelimesinden, ‘‘lanetli kara parçası’’ denir.
Bu yüzden İbrahim, Lut’a dedi, “kendini
ayır, benden sana dua,” Lut hala Haran’ın oğluydu, yani ikinci
kısıtlamanın, ‘‘cennetten çıkan ve bahçeyi sulayan nehir’’ olarak
adlandırılan. Ve nehrin dışı olan ‘‘Nehrin ötesi’’ izlenimi vardır yani
ilk Simtsum (kısıtlama) ve ilk Simtsum ile ikinci Simtsum arasında fark vardır.
İlk Simtsum’da, Dinim (yargılar) Keduşa’nın (Kutsallık) tüm Sefirot’unun altında durur, dünyaların sarkıtılması sırasıyla, başlangıçta ortaya çıkmışlardı. İkinci Simtsum’da, her nasılsa, Keduşa’nın yerine yükseldiler ve zaten Keduşa’nın bir tutacağına sahiptirler. Dolayısıyla, bu durumda, ilk Simtsum’dan daha kötü durumdalar; daha ileri yayılacak durumları yok.
‘‘Kenan ülkesi’’ ikinci Simtsum’dandır ki çok kötüdürler zira onların bir Keduşa tutacağı vardır. İşte bu yüzden onlarla ilgili olarak şöyle yazılır, ‘‘nefes alan hiçbir şey kurtarılmayacak’’. Behina Lut, bununla beraber Behina Dalet
kurtarılmalıdır. Dolayısıyla üç melek tek bir hale geldi: birisi
tohumun kutsanması içindir, halkın tümü olarak göz önüne alınır ki
Tora’da da çoğalmayı ima eder. Bu Tora’nın sırlarına yakınlaşmanın
anlamıdır, Banim (oğullar) denir, Havana (anlayış) kelimesinden gelir. Ve tüm bütün bunlar sünnet ıslahından sonra ancak edinilebilinir.
Bu, Yaradan’ın sözlerinin anlamıdır:
‘‘Yaptığımı İbrahim’den mi saklayacağım’’. İbrahim Sodom’un yok
edilişinden korkuyordu, tüm alma kaplarını kaybetmesin diye. Bu yüzden o
dedi ki, ‘‘Farz et ki şehirde elli haktan yana vardır?’’ çünkü tam bir Partzuf elli derecedir. Ve daha sonra o sordu, ‘‘Belki de kırk beş haktan yana vardır?’’ yani Behina Gimel’in Aviut’u ki bu kırktır ve Dalet de Hitlabşut (kıyafetlenme) ki Vak’tır vak, yarım derece yani beş Sefirot, vb.. Nihayetinde o sordu, ‘‘Farz et ki on haktan yana var? Yani Malhut’un seviyesi, sadece on. Böylece, İbrahim Malhut seviyesini gördüğü zamanda bile oradan çıkaramayacaktı, İbrahim Sodom’un yok edilişine hemfikir oldu.
Yaradan İbrahim’i ziyarete geldiği
zaman, o Sodom için dua ediyordu, yazıldığı gibi, ‘‘onun için ağlamasına
göre’’ yani onların hepsi alma arzularına batmışlardı. ‘‘Onların hepsi…
ve öyle olmasaydı, Bilirdim’’ Yani onların içinde ihsan etme arzuları
olsaydı bilecektik. Ve İbrahim buradan hiçbir iyiliğin gelmeyeceğini
gördükten sonra Sodom’un yok edilişine hemfikir oldu.
İşte bu yüzden İbrahim’den Lut’un
ayrılışından sonradır, şöyle yazılır. ‘‘ve çadırını olabildiğince
Sodom’dan uzağa taşıdı’’ yani alma arzularının barındığı yer, kendisiyle
ilgili olarak. Ve bu sadece İsrail topraklarındadır.
Ancak, Nehrin ötesinde yani ilk Simtsum, Behina Dalet’in
hâkimiyeti, orada çalışacak hiçbir yer yoktur. Bunun sebebi o
kurallarını işletir ve kendi yerinde hüküm sürer. Sadece İsrail
toprakları ikinci Simtsum olarak göz önüne alınır. Tüm çalışma orada.
Bu, İbrahim’in adının anlamıdır Be Hey Bera’am (Hey ile birlikte yaratıldılar). Bu demektir ki orada bulunmuş olan Yod iki Hey’e bölünmüştür – alt Hey ve Üst Hey – ve İbrahim Üst Hey ile birlikte alt Hey’in Hitkalelut formundan aldı.
Şimdi, Şehem’in adamlarını kandıran
Şimon ve Levi’yi anlayabiliriz. Zira Şehem Dina’yı istedi çünkü onun tüm
niyeti alma arzusu içindi, onlara sünnet olmaları gerektiğini
söylediler, yani alma kaplarını iptal etmeleri. Ve onların tek amacı
alma arzusu içinde olmaktı, sünnet vasıtasıyla alma arzularını
kaybetmeleri sonucu onlar sünnet tarafından öldürülmüşlerdir. Onlar için
bu ölüm olarak kabul edildi.
Bunu takip eden onların kendi
kendilerini kandırmış olmalarıydı zira onların tüm niyeti Dina’daydı,
kız kardeşleri. Onlar Dina’yı alma kaplarında alabileceklerini
düşündüler. Dolayısıyla, bir kez sünnet edilmiş olduktan sonra Dina’yı
almak istediler, onlar sadece ihsan etme kaplarını kullanabilirdiler ve
sünnetten ötürü alma kaplarını kaybetmişlerdi. Ancak onların ihsan etme
kıvılcımı eksiklikleri vardı zira Şehem alma kabı dışında başka bir şey
bilmeyen Hamor’un oğluydu, onlar ihsan etme kapları içerisinde Dina’yı
alamadılar çünkü kendi kökleri buna karşıdır. Onların kökü sadece
Hamor’dur, alma arzusu ve dolayısıyla her şekilde kaybetmeleri durumu
ortaya çıktı. Bu, Şimon ve Levi kendi ölümlerine sebebiyet verdiler diye
kabul edilir. Ancak işin doğrusu, bu onların kendi hatasıydı, Şimon ve
Levi’nin değil.
Bu, hocalarımızın sözlerinin anlamıdır:
‘‘Eğer kötü bir adama rastlarsan onu maneviyatı öğretilen yere çek.’’
‘‘Rastlarsan’’ ifadesinin ne olduğunu anlamalıyız. Bu demektir ki, kötü
adam yani alma arzusu her zaman bulunmaz. Daha ziyade, herkesin kendi
alma arzusunu ‘‘kötü bir adam’’ olarak görmediği kabul edilir. Ancak
alma arzusunu kötü bir adam olarak hisseden birileri varsa onlar bundan
kopmak isterler, yazıldığı gibi, ‘‘Kişi daima kötü eğilimin üstüne iyi
eğilime doğru hareket etmelidir.’’ Eğer o kazanırsa, bu iyi; yok eğer
kazanamazsa, manevi çalışmaya bağlanmalı; ve eğer bağlanamazsa, o Şehema duasını okumalı ve eğer okuyamazsa, kendine kendi ölümünün gününü hatırlatmalı’’ ( Berachot, sf. 5). Bu konumda kişi üç anlayışa birlikte sahiptir ve bunlardan biri olmazsa eksiktir.
Ve şimdi, Gimara’nın
sonuçlandırdığı soruyu anlayabiliriz. Eğer ilk tavsiye – ‘‘onu
maneviyatı öğretilen yere çek’’ – yardımcı olmazsa o zaman ‘‘Şehema
duası oku’’. Ve bu da yardımcı olmazsa, ‘‘ona kendi ölüm gününü
hatırlat’’. Böylece, eğer o onların yardımından şüphelenirse, o neden
ilk iki tavsiyeye ihtiyaç duyar? Neden o hemen son tavsiyeyi
almamalıydı, yani ona ölüm gününü hatırlatmak tavsiyesini? Tek
tavsiyenin ona yardımcı olacağı anlamına gelmediğini söyler cevap
vererek ancak tüm bu durumun üç tavsiyeye bir arada ihtiyacı vardır.
Ve bu demektir ki:
- Onu maneviyatın yani ıslahın çalışıldığı yere çek.
- Şehema duasını oku yani Yaradan ve Yaradan’la Divekut (yapışma)
- Ona ölüm gününü hatırlat yani bağlılık. Bu, kendi boynunu uzatan bir güvercine benzetilir ki bu tüm halk olarak göz önüne alınır. Diğer bir ifade ile tüm bu üç izlenim ‘‘Işık, Kalpteki nokta ve Yaradan birdir’’ denir, hepsi tek birdir.
Kişi bir hocadan, Şehema
okuması ve Işığın izlenimi için yardım alabilir. Ancak Yaradan’a doğru
olan birisinin izlenimi olan sünnet ve bağlılık için kişi yalnız
çalışmalıdır. Ve hatta bununla beraber Yukarıdan bunun için de yardım
vardır, hocalarımızın dediği gibi ‘‘ve onunla bir anlaşma yap’’ yani
Yaradan ona yardım etti, yine de insan başlamalı. Bu, ‘‘ona ölüm gününü
hatırlat’’ sözünün anlamıdır. Daima hatırlamalıyız ve asla unutmamalıyız
zira insanın çalışmasının özü budur.
Ve ayrılmamız gereken Reşimot ile ilgili
olarak, Lut’un kurtuluş yolu ile çünkü bu iki iyi ayrılıktır, Haman ve
Mordehay’ı ifade eder. Mordehay sadece ihsan etmek ister; onun Gadlut Işık’larını
yaymaya hiçbir ihtiyacı yoktur. Fakat tüm Işık’ları kendisi için yutmak
isteyen Haman vasıtasıyla, onun otoritesi vasıtasıyla, o, Gadlut
Işık’ları çekmesi için adamın uyanmasına sebep olandır.
O, Işık’ları yaymış bile olsa yine de
onları ‘‘alma kapları’’ denen Haman’ın kaplarının içinde alması yasaktır
ancak sadece ihsan etme kaplarının içinde alabilir. Bu, yazılanın
anlamıdır, öyle ki Kral Haman’a dedi ki ‘‘ve İbrani Mordehay’ın yaptığı
gibi yap’’. Bu durum Haman’ın kaplarının Mordehay’ın kaplarının içinde
parıldaması olarak kabul edilir.
Kur'an
ve Tevrat'ta yer alan İbrahim ve Lut kıssalarının ortak özelliklerinden
bir tanesi de her iki resule de uğrayan "ziyaretçiler" sahneleridir.
Önce Hz. İbrahim'e ve daha sonra Hz. Lut'a uğrayan, bu arada hem Hz.
İbrahim'e hem de karısı Sara'ya; oğulları İshak'ı müjdeleyen bu
ziyaretçiler; daha sonra Hz. Lut'u ziyaret ederek, Lut kavminin helâkini
haber verirler.
Bilhassa
Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalardaki "ziyaretçiler" ile Hz. İbrahim,
Hz. Lut ve Hz. Sara arasında geçen diyaloglar, kıssaları; tarihsel bir
metin ve kuru bir diyalog olmaktan ziyade yoğun bir ibret ve öğüt dolu
tevhidi mesajlar içeren mükâlemelerin aktarıldığı sahnelerdir.
Kıssaların,
Kur'an ve Tevrat'ta geçen versiyonları arasında oldukça benzerlikler
bulunmaktadır. Kur'an diyalogları, değişik surelerdeki ayetlerde beyan
ederken buna mukabil Tevrat, kıssanın tümüne ait meleklerin ziyareti ve
diyaloglarını, kronolojik olarak anlatmaktadır.
Kur'an'da,
"ziyaretçiler" ile Hz. İbrahim, Hz. Lut ve Hz. Sara arasında geçen
diyaloglar ve bu diyaloglarda geçen mesajlar değişik sahneler olarak
aktarılmaktadır. Ancak bu tekrarlar ve diyaloglar motamot birbirinin
aynı değildir.
Seri
yazılarımızda "ziyaretçiler" ile resuller ve Hz. Sara arasında geçen
sahneler ve diyaloglar üzerinde değişik incelemelerde bulunacağız.
Bunlardan ilki olarak Hz. İbrahim ve Sara'yı ziyaret eden melekler
üzerinde; “Elçiler
(rusul) kelimesi genellikle “melekler” olarak algılanmıştır. Ancak
doğrudan melekler kelimesinin değil de elçiler kelimesinin
kullanılmasına bakılarak, bunların
Hz. Lut’a yaptığı çalışmaların yoldan çıkmış bu körkütük halka bir
fayda vermeyeceğini, buralarda boşuna uğraşıp durmamalarını, başka
yerlere gitmelerini, bu tip insanlara artık sözün fayda vermediğini, bir
gün başlarına bir afet gelip Allah’tan belâlarını bulacak bir topluluk
olduklarını söyleyen erdemli ve dürüst kimi genç insanlar olduğu da
düşünülebilir…”1 denilerek,
onların melek mi insan mı olduğu şeklinde oluşturulan şüphe üzerinde
durarak; Resullere gelen ziyaretçilerin mahiyetini Kur'an, Tevrat ve
İslam tefsir/Siyer kaynaklı olarak idrak etmeye çalışacağız.
Hz. İbrahim'i ziyaret eden resuller:
Hz.
İbrahim ve Hz. Lut'u ziyaret edenler önce Hz. İbrahim'e daha sonra ise
Hz. Lut'a uğrarlar. Kur'an, diğer resullerde olduğu gibi Tevrat benzeri
olarak kronolojik silsile halinde bu ziyaretleri anlatmaz. Ancak Hz.
İbrahim ve Hz. Lut'a uğrayan ziyaretçiler ile ilgili bölümleri değişik
surelerde değişik anlatımlarla ve tekrarlar olarak zikreder. Dikkati
çeken nokta ise Kur'an'ın, parçalar halinde beyan ettiği bu kıssalar,
Tevrat'taki kronolojiye mutabık kalmaktadır. "Andolsun
ki elçilerimiz, İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam (sana)" dediler. O
da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi...
Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan
dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lût
kavmine gönderildik… Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da "Bu, çetin bir gündür" dedi."2
Hud
suresindeki bu ayetlerde anlatılan ziyaretçiler kıssası, Tevrat'taki
kronolojinin aynısıdır. Yani önce Hz. İbrahim'e ziyaret sonra Hz. Lut ve
kavmine uğramak şeklinde ve bu ziyaretlerdeki kişilerle diyaloglar
büyük benzerlikle anlatılmaktadır.
Şimdi
Hz. İbrahim'e gelen ziyaretçilerin mahiyeti hakkında Kur'an ve Tevrat
kıssalarındaki farkları inceleyelim. Tevrat'ın Tekvin kitabında yer alan
ziyaretçiler kıssası şöyledir: "İbrahim
günün sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken,
RAB kendisine göründü. İbrahim karşısında üç adamın durduğunu gördü.
Onları görür görmez karşılamaya koştu. Yere kapanarak birine, "Ey
efendim, eğer gözünde lütuf bulduysam, lütfen kulunun yanından ayrılma"
dedi, "Biraz su getirteyim, ayaklarınızı yıkayın. Şu ağacın altında
dinlenin. Madem kulunuza konuk geldiniz, bırakın size yiyecek bir şeyler
getireyim. Biraz dinlendikten sonra yolunuza devam edersiniz." Adamlar,
"Peki, dediğin gibi olsun" dediler. İbrahim hemen çadıra, Sara'nın
yanına gitti. Ona, "Hemen üç sea ince un al, yoğurup pide yap" dedi.
Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına
verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı. İbrahim
hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne
koydu. Onlar yerken, o da yanlarında, ağacın altında bekledi. "
Tevrat'taki
bu kıssa sahnesinde, Kur'an'da anlatılan aynı kıssa sahnesi ile farklı
ifadeler bulunmaktadır. Ve bu farklar da çok önemli özellikleri beyan
etmektedir. Bunlardan birincisi "…Mamre meşeliği…". İkincisi; "…İbrahim
karşısında üç adamın durduğu…". Üçüncüsü ise "…Onlar yerken…"
ifadesidir.
Şimdi Kur'an'da anlatılan benzer sahneyi aktararak aradaki farklar üzerine yorumlarımızı sunalım. "
Andolsun ki elçilerimiz) İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam"
dediler. O da: "Selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.
Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan
dolayı içine bir korku düştü."3
Tevrat,
bu günkü Filistin toprakları içerisindeki El-Halil, İbranice Hebron
şehrinde yaşayan Hz. İbrahim'e ait "Mamre meşeliği"ni, coğrafik bir
ayrıntı olarak vermektedir. Yani Tevrat kıssası, tarihsellik ön planda
olarak, kronoloji ve coğrafyaya dair bilgiler barındırmaktadır. Kur'an-ı
Kerim'deki kıssada böyle bir coğrafya verilmemiştir. Ancak Kur'an,
Tevrat'ta yer alan bu coğrafyayı reddetmez. Bilakis Tevrat'ta yer alan
bu kıssanın üzerine kıssasını bina eder ki, bu halde Tevrat'ta yer alan
bilgiler eğer Kur'an'da farklı bir açıklama yoksa aynen tasdik edilmiş
demektir.
Kur'an-ı
Kerim, Hz. İbrahim'e uğrayan ziyaretçilerin sayısını açıkça vermezken,
Tevrat bu ziyaretçilerin sayısını kesin bir biçimde "üç" kişi olarak
belirtir. Buna mukabil Kur'an ifadelerinde ziyaretçileri "çokluk" olarak
"rusulunâ" şeklinde ifade eder.
Kur'an
ve Tevrat arasındaki en büyük ve en anlamlı fark ise ziyaretçilerin;
Hz. İbrahim'in ikramlarını "yeme"lerindedir. Tevrat'a göre ziyaretçiler
Hz.İbrahim'in ikramlarını yemektedirler.
"..İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp
konuklarının önüne koydu. Onlar yerken, o da yanlarında, ağacın altında
bekledi… "
Oysa
Kur'an'da anlatılan "ziyaretçiler" bu ikramı yememektedirler. Bu yüzden
Hz. İbrahim'in, onların bu durumundan şüphe etmeye başladığı beyan
edilmektedir. "Fe lemmâ reâ eydiyehum lâ tesilu ileyhi nekirehum ve evcese minhum hîfeh…" "..Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü…"4
İşte
bu aşamadan itibaren Tevrat'ın muharrefliği gündeme gelmektedir. Kur'an
kendinden önce nazil olan Tevrat ve İncil'deki kıssalar üzerine kendi
kıssalarını inşa etmiştir. Dolayısıyla Kur'an, Tevrat ve İncil
metinlerindeki gibi tarihselliğe önem vermez. Çünkü tarihselliğe ait
veriler zaten bu evvelki kitaplarda vardır.
Buna
mümasil Kur'an, Tevrat ve İncil'deki gibi kronolojik ya da tarihi
anlamda kıssaları vazetmemiştir. Bunun nedeni zaten tasdik ettiği Tevrat
ve İncillerde bu detaylar bulunmaktadır. Kur'an, kıssalar hususunda
değişik bir yöntem izler. Tevrat ve İncil'de yer alan kıssaların vermek
istediği mesaja uygun kısımlarını alarak bunları belagat, fesahat ve
icazat yüklü mücmel anlatımlar olarak muhataplara sunar. Bunu yaparken
aynı zamanda Tevrat ve İncil kıssalarındaki muharref yanları tashih
eder. Dolayısıyla Kur'an'ın tashih ettiği şekle uygun Tevrat veya İncil
kronolojisi ve diğer tarihsel öğeler Kur'anî bakış açısından doğruluk
ifade eder.
Nitekim
Hz. İbrahim ve Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler" kıssalarındaki, Kur'an
ile Tevrat arasındaki en önemli farklardan biri olan "ziyaretçiler"in,
sunulan yemeği yemesi sahnesini Kur'an; tashih ederek, "ziyaretçiler"in
sunulan yemeği yemediklerini beyan etmektedir. Bu aşamada tabii olarak
bunun ne önemi var sorusu akla gelmektedir.
İşte
bu yazımızın konusu olan "Ziyaretçiler"in mahiyeti hususunda en kritik
an ve cevap buradadır. Fahreddin Razi şöyle der: "Bil ki o misafirler,
melek oldukları için, yemek yememişlerdir. Zira melekler, yemezler
içmezler. O melekler, Hz. İbrahim'e, onun hoşuna gidecek bir durumda
olmak için, misafir kılığında gelmişlerdir….İbrahim (a.s)'e gelince biz
diyoruz ki: O, onların melek olduklarını ya bilmiyor, aksine onların
beşer olduklarını zannediyordu yahut da onların melek olduklarını
biliyordu. Birinci ihtimale göre, Hz. İbrahim'in korkmasının sebebi şu
iki şey olabilir: a) Hz.
İbrahim, insanlardan çok uzak bir yerde konaklamıştı. Bu sebepten,
onlar yemekten kaçınınca onların kendisine bir kötülük düşündüklerinden
endişelendi. b)Tanınmayan
birisi misafir olarak gelip, kendisine yemek ikram edildiğinde, eğer o
yemekten yerse, bir güven duygusu hâsıl olur. Yok, eğer yemezse, o zaman
da korku meydana gelir. Onların, melek olduğunu bilmesi ihtimaline
gelince, onun bu durumda onlardan şu iki sebepten dolayı korkmuş olması
mümkündür: a)Hz. İbrahim (a.s)'in, o meleklerin, Allah'ın, yaptığını beğenmediği bir işten dolayı gelmiş olmalarından korkmuştur. b)O, meleklerin, kavmine
azâbetmek için gelmiş olmalarından dolayı endişelenmiştir. Buna göre
eğer, "Bu iki ihtimalden hangisi doğruya daha yakın ve açıktır?" denilir
ise, biz deriz ki: Hz. İbrahim (a.s)'in, onların Allah'ın melekleri
olduğunu bilemediğini söyleyenler, şu şekillerde istidlal edebilirler: 1)Hz.
İbrahim (a.s) onlar için, hemen yemek hazırlama gayretine girmiştir.
Eğer o, onların melek olduğunu anlasaydı, bunu yapmazdı. 2)O,
onların yemek yemekten geri durduklarını görünce, onlardan korkmuştur.
Binaenaleyh eğer o, onların melek olduğunu bilseydi, yememelerinden bir
kötü niyetleri olduğuna istidlal etmezdi. 3)Hz.
İbrahim (a.s) onları, işin başlangıcında insan suretinde görmüştür ve
bu da onların melek olmadıklarına delâlet etmiştir. Hz. İbrahim (a.s)'in
onları tanıdığını söyleyenler de, Hak Teâlâ'nın,. "Onlar "Korkma, çünkü
biz Lût Kavmi'ne gönderildik" dediler" (hûd 70)
ayetini delil getirerek şöyle demişlerdir: "Bu söz, ancak onların kim
olduğunu bilip, fakat hangi sebepten ötürü gönderildiklerini bilmeyen
kimseye söylenebilecek sözdür." Sonra Cenab-ı Hak, meleklerin bu korkuyu
Hz. İbrahim'den gidererek, "Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik"
dediklerini beyan buyurmuştur ki bu, "Biz, Lût Kavmi'ne azab etmek için
gönderildik" demektir. Çünkü bu sözde mukadder bir "azab" kelimesi
vardır. Çünkü bir başka suredeki şu ayet buna delâlet etmektedir:
"Onlar, "Biz, günahkârlar güruhuna gönderildik. Çünkü onların üzerine
çamurdan taşlar atacağız" dediler" (Zariyat, 32-33)."5
Dolayısıyla
Hz. İbrahim'e gaybi bir takım bilgiler arz eden –İshak'ın doğacağı,
ardından Ya'kub'un geleceği, Lut'un kavminin helak edileceği gibi- bu
ziyaretçilerin insan görünümündeki melekler olduğunu düşünmemiz ve öyle
anlamamız gerekmektedir. Kur'an meleklerin gaybi haberlerini şöyle kıssa
etmektedir: "O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik."6 "Ey
elçiler! (Başka) ne işiniz var?" dedi. Dediler ki: "Biz, suçlu bir
topluma (onları helâk etmeye) gönderildik." "Ancak Lût ailesi hariç.
Onların hepsini kurtaracağız."7 "Melek
olan elçiler Lût âilesine gelince, Lût onlara: "Hakikaten siz
tanınmayan kimselersiniz" dedi. Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların
şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik. Sana gerçeği
getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz."8
Peygamberlere,
onların tanımadığı insanlar olarak gelen ve yemek yemekten çekinen;
gayb'ten haberler getiren "ziyaretçileri" ancak melekler olarak
düşünebilmek mümkündür.
Kur'an-ı Kerim, Hz. İbrahim'e gelen "ziyaretçileri; "...rusulunâ…" "..elçilerimiz.."9 Diyerek nitelendirmektedir. Bu
hususta Kur'an'daki bir ayeti delil getirerek hem insan(suretinde) hem
melek olan bu "ziyaretçilerin", Allah tarafından resul olarak tayin
edilebileceğini ifade edelim. "Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs, innallâhe semîun basîr" "Allah, meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir."10 Bu konudaki açıklamaları aşağıda yapacağımızı belirtelim.
Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler"
Hz. Lut'a gelen "ziyaretçiler" de Hz. İbrahim'e uğrayan ziyaretçilerdir. "Elçilerimiz
İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket
halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. Dedi ki:
Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu
çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı
müstesna; o, kalacaklar arasındadır."11
Tevrat da Lut'a(a.s) uğrayan "ziyaretçilerin", Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" olduğunu şöyle belirtmektedir: "Adamlar
oradan ayrılırken Sodom'a doğru baktılar. İbrahim de onları yolcu etmek
için yanlarında yürüyordu… Adamlar oradan ayrılıp Sodom'a doğru
gittiler…."12 "İki melek akşamleyin Sodom'a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kalktı…"13
Kur'an
ile Tevrat'ın Lut kıssaları arasındaki farklı anlatım, "ziyaretçiler"in
sayıları ve mahiyeti hususundadır. Kur'an Lut'a(a.s) gelen
"ziyaretçiler"in tam sayısını ve vasfını açıkça melekler olarak
belirtmezken Tevrat; bunun iki melek olduğunu beyan etmektedir. Hal
böyle olunca Tevrat'ın Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" ile Hz.
Lut'a gelen "ziyaretçiler" arasında sayısal fark ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği gibi Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler"in sayısı "…İbrahim
karşısında üç adamın durduğu…". Şeklinde, "üç" olarak verilmişti.
Lut'u(a.s) "Ziyaret" edenler ise "iki" melek olarak belirtilmektedir.
Bu
olguyu ya Tevrat'ın sonradan yazılması esnasındaki muharrefliğine ya da
Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler"den bir eksik olarak Hz. Lut'a iki
melek uğradığı şeklinde iyimser bir yoruma gitmek mümkündür.
Ancak
bu noktada Kur'an'ın Hz. İbrahim ve Lut(a.s) kıssalarındaki çelişkisiz
anlatımlarını vurgulamamız ve Kur'an-ı Kerim'in herhangi bir değişime
uğramadığının bir delili olarak bu olguyu ifade etmemiz gerekmektedir.
Hz.
İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" hakkında Kur'an'ın anlatımlarından
hareketle – "ziyaretçilerin" yemek yememesi ve gaybi haberler vermesi -
onların melekler olması gerektiği sonucuna varmıştık. Gayb'den haber
veren "ziyaretçiler"in bu konudaki haberlerine dair şu ayetleri de ilave
edelim: Lut'a(a.s) gelen melekler, ona kavminin helak haberini
vermiştir. Ancak Hz. Lut'un bilmediği bir diğer gaybi haber daha
iletilmektedir. "
Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız.
Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler.
"Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına
karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz."14 Bir peygamber olarak Hz.Lut'un bile bilmediklerini bilenler ve ona bu hususları tebliğ edenleri "…bunların
Hz. Lut’a yaptığı çalışmaların yoldan çıkmış bu körkütük halka bir
fayda vermeyeceğini, buralarda boşuna uğraşıp durmamalarını, başka
yerlere gitmelerini, bu tip insanlara artık sözün fayda vermediğini, bir
gün başlarına bir afet gelip Allah’tan belâlarını bulacak bir topluluk
olduklarını söyleyen erdemli ve dürüst kimi genç insanlar olduğu da
düşünülebilir…”15 Diyerek nasıl değerlendirebiliriz.
"Tevrat'ın
İbrahim kıssasında, Hz. İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" anlatılırken
açıkça belirtilmeyen onların melek vasfının; Lut kıssasında açıkça
belirtildiğini gözlemlemekteyiz. "İki melek akşamleyin Sodom'a vardılar.
Lut kentin kapısında oturuyordu…"16 "Şafak sökerken melekler
Lut'a, "Karını ve iki kızını al, hemen buradan uzaklaş" diye
üstelediler, "Yoksa kent cezasını bulurken sen de canından olursun."17
Buradan
şu sonuca ulaşmak mümkündür. Kur'an, Hz. İbrahim ve Hz. Lut
kıssalarında açıkça vasıflarını belirtmediği meleklerin; yemek
yememeleri, gaybi haberler sunmaları gibi onlara mahsus özellikleri
belirterek bu "ziyaretçiler"in melekler olduğunu muhataplarına ihsas
etmiştir.
Bunun
yanı sıra Kur'an'ın; Tevrat'ın ellerinde bulunduğu Yahudi-Hıristiyan
veya Tevrat'ta geçen Lut kıssasını bilen bir toplumun ortamına nazil
olduğu unutulmamalıdır. Yani burada Kur'an ve Tevrat bağlamını dikkate
almak gerekmektedir. Bu olgunun Kur'an kıssalarının
mufassallaştırılmasındaki bir metod; Kur'an'i bir bakış olduğu gerçeğini
de algılamamız gerekmektedir.
Bu aşamada müfessirlerin Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler"in mahiyeti hakkındaki görüşlerini de alıntılayalım.
Razî, Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçiler" hakkında şöyle demektedir: "O
melekler sonra, Hz. İbrahim (a.s)'in yanından kalkıp, insan suretinde
Lût (a.s)'a gittiler. Hz. Lût (a.s) onları insan sandı ve onlar
hakkında, kavminden ötürü endişeye düştü. Çünkü onlar en güzel insanlar
şeklindeydiler. "18
Taberî;
"Misafir şeklinde gelen meleklerin Lut'un hoşuna gitmemesi ve sıkıntıya
düşmesi, kavminin onlara sataşıp çirkin işlerini onlara da
yapacaklarından korkmasındandır."19
İbn
Kesir; "…Allah Teâlâ, ona yardımcı olmak üzere melekler gönderdi. Onlar
(Melekler) müsafir kılığında Hz.İbrahim'e uğradılar…"20
Kurtubi'nin
görüşü şöyledir: ""Elçilerimiz Lüt'a geldikleri vakit o bunlar yüzünden
kaygıya düştü." Melekler Hz. İbrahim'in yanından çıkıp gittiklerinde
-Hz. İbrahim'in bulunduğu yer ile Hz. Lût'un kasabası arasında dört
fersahlık bir mesafe vardı- su almak isteyen Hz. Lût'un iki kızı
melekleri gördüler ve bunların oldukça güzel bir görünüşe sahip
olduklarını fark ettiler. Bunlara: Sizin durumunuz nedir ve nerden
geliyorsunuz? Diye sordular. Melekler: Filan yerden geliyoruz ve şu
şehre gitmek istiyoruz, dediler. Hz. Lût'un kızları; O şehrin halkı
hayâsızlık işleyen kimselerdir, dediler. Bu sefer melekler, peki o
şehirde bizi misafir edecek kimse var mı? Diye sorunca, kızları var
dediler. Şu yaşlı adam diyerek, Hz. Lût'u işaret ettiler. Hz. Lût
onların kılık kıyafetlerini görünce kavminin bunlara kötülük
yapacağından korktu ve "O bunlar yükünden kaygıya düştü." Yani onların
gelişlerinden hoşlanmadı."21
Mehmed
Vehbi; "…Cibril-i Emin ve refikleri Hz. İbrahim'in huzurundan çıkıp
beşer suretinde ve güzel delikanlı kıyafetinde Hz.Lut'un huzuruna
gelince…"22
Mevdudi
şunları kaydeder: "Hz. Lut'un (a.s) tasalanıp kaygılanmasının nedeni,
meleklerin yakışıklı, genç delikanlılar suretinde gelmiş olmasıydı."23
S.Ateş'te aynı görüşü paylaşmaktadır. "Melekler güzel delikanlılar şeklinde Lut'a gelince…"24
Sabuni'de
aynı görüştedir. "Tefsirciler şöyle der: Lût (a.s.) kavmine beddua
edince, Allah bedduasını kabul etti ve onları yok etmek için meleklerini
gönderdi… melekler, misafir kılığına girmiş güzel yüzlü gençlerdi. "25
Hicazî;
"Cenab-ı Allah, duasına İcabet etti… Melekler Önce İbrahim Peygambere
gelerek O'na îshak'ı, ardısıra da Yakub'u müjdelediler. Dediler ki; biz
Lût kavmini helak edeceğiz. Çünkü ahâli zalim ve kâfirdirler. İbrahim
(A.S.) dedi ki: İyi ama orada Lût vardır. Lût'un kim olduğunu da
biliyorsunuz… Helak melekleri Lût'a geldiklerinde Lût, onlardan Ötürü
fenalaştı ve hüzünlendi. Kalbi daraldı. Çünkü onlar güzel yüzlü,
yakışıklı delikanlılar biçiminde gelmişlerdi."26
B.Bayraklı;
"..Ayette geçen elçilerden kasıt melekler yani Hz. İbrahim'e gelen
meleklerdir. Hz. İbrahim'e müjde, Hz. Lût'a da kavminin helak olacağı
haberini getirmişlerdi."27 M.Topbaş; "Elçilerimiz Lut'a
gelince (Hud suresinde de anlatıldığı gibi) Lut (a.s.)'m içi daraldı,
korktu, sıkıntı içine girdi. Gelen Melekler yakışıklı, erkek suretinde
idi."28
M.Esed
ise şöyle yorumlamaktadır: "Kur’an, sözü uzatarak Hz. İbrahim'in bu
ziyaretçilerinin melek olduğunu ayrıca belirtmiyor; ama rusulunâ
(“elçilerimiz”) tabiri çoğu zaman semavî elçiler anlamında kullanıldığı
için, klasik müfessirlerin hepsi bu tabiri yukarıdaki anlatım akışı
içinde de bu anlama yormuşlardır… Sözü geçen elçiler melek oldukları
için (Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn xviii, 8'deki ifadenin tersine) yemek
yemediler… Hz. Lût, ziyaretçilerinin eli yüzü düzgün genç insanlar
olduğunu görmüş olmalı ki, sapık hemşehrilerinin saldırısına maruz
kalacaklarına muhakkak gözüyle bakıyor…."29
İbrahim
ve Lut kıssalarındaki "ziyaretçiler"in insan suretli, melekler olduğuna
dair yine Kur'an'da, yer alan şu ayeti örnek vermek mümkündür. "Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ "(Meryem) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona ruhumuzu (Cebrail) göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü."30 Dolayısıyla Hz. Meryem'e gönderilen melek de Hz.İbrahim ve Lut'a(a.s) gönderilenler gibi insan suretindedir.
Oysa
Tevrat metinlerindeki kıssa anlatımlarında bu hususta tenakuz
oluşmuştur. Hz. İbrahim kıssasında insan görünümlü meleklere yemek
yedirilirken; Lut kıssasında onların melek oldukları açıklanmaktadır. Bu
durum Tevrat'ın muharrefliğini gündeme getirirken; Tevrat ve Hıristiyan
teolojisine ait meleklerin vasıfları ile ilgili kelamî! Bir problemi de
ortaya getirmektedir.
Üzerinde
durduğumuz bu olgu, Tevrat'ın muharrefliğinin bir yansıması olarak
altının çizilmesi gereken bir olgu ve Kur'an'ın, Tevrat'ı nasıl tashih
ve tasdik ettiğine dair delil olacak bir örnekliktir.
Meleklerin insan görünümü olgusu hakkında tespitler
Hz.
İbrahim ve Hz. Lut'a uğrayan "ziyaretçilerin" melekler olduğunu
belirledikten sonra üzerinde durmamız gereken konu; Cenabı Hakk'ın neden
bu melekleri insan suretinde yolladığı ya da meleklerden elçiler
olabilir mi nin cevabı üzerine olacaktır.
Cenabı Hakk, melekler ve insanlardan, resuller seçtiğini şu ayetiyle beyan eder: "Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs, innallâhe semîun basîr" "Allah, meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir."31
Öncelikle Kur'an'daki melekler hakkında elçilikle görevlendirilmeye dair ayetlerden örnekler verelim. "…hattâ izâ câethum rusulunâ…" Sonunda
elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta
olduğunuz tanrılar nerede?" derler. (Onlar da) "Bizden sıvışıp gittiler"
derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler."32
"Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn" "Yoksa
onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını
işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki
elçilerimiz yazmaktadırlar."33
"İki kaydedici sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar.
İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir
gözetleyici bulunmasın."34
Anlaşılacağı
gibi Allah, melekleri de elçiler olarak vazifelendirmektedir. Yukarıda
verdiğimiz ayetler insan kılığında olmayan "saf" haldeki meleklere ait
örneklikler iken İbrahim, Lut ve Meryem kıssasında anlatılan
"ziyaretçiler" insan görünümlü elçi-meleklere dair örnekliklerdir.
Peki,
Cenabı Hakk neden bu elçi melekleri, insan kılığında göndermiştir?
Kur'an perspektifinde buna cevaplar şöyle verilmektedir. "Muhammed'e
bir melek indirilseydi ya! Dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik
elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı.
Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar
onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük."35 "Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık."36 Bu ayeti kerime'lerde Cenabı Hakk, yeryüzünde yaşayan insanların nevinden onlara elçiler yolladığını beyan etmektedir. "Kul lev kâne fîl ardı melâiketun yemşûne mutmainnîne le nezzelnâ aleyhim mines semâi meleken resûlâ" "Şunu
söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı,
elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik."37
Bu yüzden Allah, müşriklerin, melekleri görme isteğini reddetmektedir. "Eğer
doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin." Biz
melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet verilmez."38
Yine Cenabı Hakk, meleklerin insanlar tarafından görülmediği olgusunu, yine geçmişte bir melek olan "..meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı…"39 isyanı ile Şeytan/İblis unvanını alan ve melekler ile aynı vasıfta "..(İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi…"40 Yaratılan şeytanın ağzından şöyle beyan etmektedir: "Hani
şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size
galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi.
Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: Ben sizden uzağım, ben
sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın
azabı şiddetlidir, dedi."41
Bu ayeti Kerime'den anlaşılacağı üzere Şeytan da, insanlar tarafından görülmediği gibi yaratılış olarak aynı vasıfta! Olan -ateş-
melekler de insanlarca görünmemektedir. Ancak aynı maddeden yaratılmış
olan Şeytan, melekleri görmektedir ve Cenabı Hakk bu vakıayı ayetle
bildirmektedir.
Bu
kaide; yani, insanlara, insan suretli elçiler yollanması ve meleklerin,
insanlar tarafından görünmemesi kaidesi, aynı zamanda Hz. İbrahim, Hz.
Lut'a ve Hz.Meryem'e uğrayan meleklerin insan suretinde olmasını
açıklamaktadır. Çünkü yollanan "ziyaretçi" melekler aynı zamanda Hz.
Sara, Hz. Meryem ve Lut'un kavmince yani insanlar tarafından görülen
kimselerdir. Bu yüzden bu melekler insan suretinde yollanmışlardır.
Bundan
dolayı da Hz. İbrahim ve Hz. Lut da onları, vahiy meleklerinden ayırt
edememişlerdir. Benzeri bir vakıa Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında
"Cibril" hadisi adı verilen rivayette gerçekleşmiştir. " Yahya
b. Ya’mur dedi ki: Sonra Abdullah b. Ömer bir hadis anlatmaya başladı
ve dedi ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bir zamanlar Rasûlullah
(s.a.v.)’in yanında idik. Bu esnada elbisesi bembeyaz saçları simsiyah
bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izleri görülmüyordu, içimizden
hiçbir kimse de kendisini tanımıyordu. Bu kimse Rasûlullah (s.a.v.)’in
yanına geldi dizini Rasûlullah (s.a.v.)’in dizine yapıştırdı ve Ey
Muhammed! İman nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ahiret gününe, hayır
ve şerri ile kadere inanmaktır. Sonra o adam İslam nedir? Diye sordu.
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah’tan başka ilah olmadığına,
Muhammed’in, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet edip namazı kılmak
zekât vermek haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır. Sonra o adam ihsan
nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurdu Allah’ı görür
gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen bile o seni her an görmektedir.
Ömer dedi ki: Tüm bu sorduğu sorularda Rasûlullah (s.a.v.)’in cevabı
üzerine o kimse hep “doğru söylüyorsun” diyordu. Biz de bu adama hayret
ettik, hem soru soruyor hem de doğru söyledin diyerek tasdik ediyordu. O
adam tekrar sordu: Kıyamet ne zaman kopacaktır? Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Kıyamet hakkında soru sorulan kişi;
soran kişiden daha bilgili değildir. Bu sefer o adam kıyametin
alametleri nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurdu:
Cariyenin hanımefendisini doğurması, (yani doğan çocuklar ana ve
babalarına köle muamelesi yapacaklar) yalın ayak çıplak ve fakir koyun
çobanlarını yaptırdıkları binalarla boy ölçüşürken görmendir. Ömer dedi
ki: Bu olaydan üç gün sonra Rasûlullah (s.a.v.), benimle karşılaştı ve
Ey Ömer! O soru soran kim idi! biliyor musun? O Cibril idi, size dini
konuları öğretmeye gelmişti.”42
Peki,
neden Hz. Sara ve Lut kavminin bu melekleri insan suretinde görmesi
gerekmiştir? Bu sorulara cevaplar tamamen kendi kanaatimizle verdiğimiz
cevaplardır, kesinlik arz etmez. Bize göre Hz. İbrahim gibi dev bir
tevhidi örneklik abidesi insanı sonuna kadar destekleyen ve onun her
anında ona dayanak olan Hz. Sara'nın; bu desteğinin mükâfatı olarak, Hz.
İshak ile müjdelenmesi için bu "ziyaretçi" melekler
vazifelendirilmiştir. Tıpkı Hz. Meryem'in, insan suretindeki melek
aracılığıyla Hz. İsa ile müjdelenmesi gibi… Bu olgu aynı zamanda hem Hz.
Sara'nın Allah katındaki değerini hem de Hz. İshak'dan başlayan İsrail
oğulları peygamberleri silsilesinin önemine dikkat çekmektedir.
Bir
diğer sebep ise Lut kavminin sapıklık boyutlarının ne derece ileri
boyutlarda olduğunun; kıyamete kadar vurgulanmasını amaçlayan bir
olgudur. Helaki hak eden boyuta ulaşan Lut kavmi sapkınlığının hem
tescili hem helak nedeni hem de helak haberi aynı kıssada; güzel
insanlar suretindeki meleklere sarkıntılığa tevessül edilmesi yaşanan
örnekliği ile verilmektedir.
Nitekim
Lut'a gelen meleklerin güzelliği öyle dillere destan olmuştur ki bir
darb-ı mesel gibi daha sonraki çağlara kadar uzanmıştır. "Kadın,
onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için
dayanacak yastıklar hazırladı. Her birine bir bıçak verdi. (Yusufa):
"Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü
anladılar. Ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer
değil... Bu ancak üstün bir melektir!"43 Yusuf
suresinde anlatılan bu kıssada; Mısır'da, Firavun döneminde geçen bu
olay, Lut kıssasındaki Lut kavminin sarkıntılığına uğrayan insan
görünümlü meleklerin, bu insanlardaki, yakışıklı/güzel insan eşittir
melek anlayışını en iyi şekilde anlatmaktadır.
Sonuç
Hz.
İbrahim'e uğrayan "ziyaretçiler" hakkında Kur'an'ın anlatımlarından
hareketle – "ziyaretçilerin" yemek yememesi ve gaybi haberler vermesi -
onların melekler olması gerektiği sonucuna varmıştık. Kadim tefsir ve
siyer kaynaklarının hemen tamamına yakını "Ziyaretçiler"in melekler
olduğu kanaatini sergilediklerini de belirtelim. Bilahare gayb'den haber
veren Lut'un(a.s) "ziyaretçiler"inin bu konudaki haberlerine dair şu
ayetleri de ilave edelim: Lut'a(a.s) gelen melekler, ona kavminin helak
haberini vermiştir. Muhtemeldir Lut peygamber "ziyaretçiler"in melekler
olduğunu anladığında onların kavmini helak için geldiğini "…Lut (a.s.)'m içi daraldı, korktu, sıkıntı içine girdi..." sezmiştir, ancak Hz. Lut'un bilmediği/bilemeyeceği bir diğer gaybi haber daha iletilmektedirler. "
Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız.
Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler.
"Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına
karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz."44 Bir peygamber olarak Hz.Lut'un bile bilmediklerini bilenler ve ona bu hususları tebliğ edenleri "…bunların
Hz. Lut’a yaptığı çalışmaların yoldan çıkmış bu körkütük halka bir
fayda vermeyeceğini, buralarda boşuna uğraşıp durmamalarını, başka
yerlere gitmelerini, bu tip insanlara artık sözün fayda vermediğini, bir
gün başlarına bir afet gelip Allah’tan belâlarını bulacak bir topluluk
olduklarını söyleyen erdemli ve dürüst kimi genç insanlar olduğu da
düşünülebilir…”45 Diyerek
nasıl değerlendirebilir ve hangi metodolojiye göre böyle tefsir
edebilirsiniz. Yunus kıssasında; Hz. Yunus'un toplumunun vahye karşı
olumsuz tutumu hakkındaki, keyfi kararının, tefsirini yapmadınız mı? Bir
kavim hakkındaki kararı bir peygamber veremezken, "erdemli ve dürüst
kimi genç" beşer/insan "Ziyaretçiler"e nasıl böyle bir karar verdiriyor
sunuz?
Dipnotlar:
1- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.I,s. 452.
2- Kur'an/11Hud/69-70-77.
3- Kur'an/11Hud/69-70.
4- Kur'an/11Hud/70.
5- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.XIII, S.68-70.
6- Kur'an/11Hud/71.
7- Kur'an/15Hicr/57-59.
8- Kur'an/15Hicr/61-64.
9- Kur'an/11Hud/69; Kur'an/51Zariyat/31; Kur'an/15Hicr/57.
10- Kur'an/22Hac/75.
11- Kur'an/29Ankebut/31.
12- Tevrat/18Tekvin/16-22.
13- Tevrat/19Tekvin/1.
14- Kur'an/29Ankebut/33-34.
15- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.I,s. 452.
16- Kur'an/29Ankebut/31.
17- Tevrat/19Tekvin/15.
18- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.XIIIV, s.13.
19- Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c. IV, s. 374.
20- İbn Kesîr, Muhtasar Kur'an-ı Kerim tefsiri, c.IV, s.1848.
21- İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, c.IX, S.114–116.
22- Konyalı Mehmed Vehbi, Hülâsat'ül Beyan, c.IX-X, s. 4196.
23- Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, c.IV, s.248.
24- S.Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c.VI, s.511.
25- Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, c.IV, s. 483.
26- Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, c.IV, s. 509.
27- Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.IX, s.238-250.
28- Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, c.VI, s.80.
29- M.Esed, Tefsiru Mesaj, c. , s. .
30- Kur'an/19Meryem/16–17.
31- Kur'an/22Hac/75.
32- Kur'an/7Araf/37.
33- Kur'an/43Zuhruf/80; Kur'an/86Tarık/4.
34- Kur'an/50Kaf/17-18.
35- Kur'an/6Enam/8-9.
36- Kur'an/43Zuhruf/60.
37- Kur'an/17İsra/95.
38- Kur'an/15Hicr/7-8.
39- Kur'an/7Araf/11.
40- Kur'an/7Araf/12.
41- Kur'an/8Enfal/48.
42-
Müslim, İman: 1; Nesâî, İman: 6; Ahmed b. Muhammed, İbn’ül Mübarek
vasıtasıyla Kehmes b. Hasan’dan aynı senedle bu hadisin bir benzerini
rivâyet etmiştir. Bu konuda Talha b. Ubeydullah, Enes b. Mâlik ve Ebû
Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir. Tirmizî: Bu hadis hasen
sahihtir. Ömer’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir. Aynı hadis
İbn Ömer’den de rivâyet edilmiştir. Sahih olan rivâyet İbn Ömer’in,
Ömer’den yaptığı rivâyettir.
43- Kur'an/12Yusuf/31.
44- Kur'an/29Ankebut/33-34.
45- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.I,s. 452.
Sonuna kadar okudum. Tşk ederim bilgi tefsir ve manalı anlatım için
YanıtlaSil