Hadis-Sünnet inkarcısı Mealciler yıllardır İmsak vaktini tartıştığı halde İftar vaktini hiç tartışmıyor ne garip değilmi ?
Sahi Kur'anda İftar vakti hakkında bir açıklama varmı ??
Güzel Kurani kerimimizde geçen oruç ile ilgili ayetler.
Kuranda oruç ile alakali tahmini 11 ayet geçiyor
2:183 - Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
2:184 - (Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
2:187 - Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar,sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.
2:196 - Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün Oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.
4:92 - Hata dışında bir mümin, diğer bir mümini öldüremez. Ve kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine (varislerine) teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır. Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin bir köle azad etmesi gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köle azad etmesi gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tevbesinin kabulü için arka arkaya iki ay Oruç tutması gerekir. Allah, Alimdir (her şeyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir).
5:89 - Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Bozulan yeminin keffareti (cezası), ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut da bir köle azad etmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün Oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizi bozmanın cezası budur. Yeminlerinizi koruyun. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar ki, şükredesiniz.
5:95 - Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi Oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir.
19:26 - "Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen, ben Rahmân (olan Allah)a bir Oruç (susmak) adadım. Onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım" de.
33:35 - Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah-'ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
58:4 - Buna imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay Oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.
66:5 - Eğer o sizi boşarsa belki de Rabbi ona, sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, Oruç tutan dul ve bakire eşler verir.
En sağlıklı açıklama 1300 lü yıllarda yazılan İbnKesir tefsiri;
BAKARA 187 —
Allah
Teâlâ; «sizin için şafağın beyaz ipliği siyah ipliğinden seçilinceye
kadar yeyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın» buyuruyor.
Oruçlu; sabahın aydınlığı, gecenin karanlığından ayrılıncaya kadar istediği gece bunları
yapabilir.
Sabahın aydınlığının gecenin karanlığından ayrılması «Şafağın beyaz
ipliği siyah ipliğinden seçilinceye kadar» ifadesiyle belirtilmiştir. Bu
ifâdedeki iltibası ve kapalılığı «fecrin» kelimesi kaldırmaktadır.
Nitekim İmâm Ebu Abdullah el-Buhârî'nin... Seni İbn Sa'd'dan naklettiği
hadîste Seni der ki: Bu âyet nazil olduğunda, «fecrin» kelimesi henüz
inmemişti. Bazı kişiler oruç tutmak istediklerinde ayaklarından birine
beyaz ve siyah ip bağlıyorlardı ve onları ikisinden ayırt edecek zamana
kadar yiyorlardı. Daha sonra Allah Teâlâ fecr kelimesini inzal buyurdu
ve böylece gece ve gündüzün kastedildiği öğrenilmiş oldu.
burada kasdolunan; sabahın beyazlığı ile gecenin karanlığıdır
ey
Allah'ın Rasûlü beyaz ipin siyah ipten ayrılması ne demektir? Bu
gerçekten iki ip midir? Rasûlullah buyurdu ki; hayır, bunlar gecenin
karanlığıyla gündüzün beyazlığıdır. Allah Teâlâ'mn fecrin doğuşuna kadar
yemeye izin vermesi, sahurun müstehâb olduğunun delilidir. Çünkü bu,
ruhsat kabîlindendir. Ve bu ruhsattan yararlanmak iyidir
Sahurun
fecrin aydınlanmasına yakın zamana kadar te'hîr edilmesi müstehabtır.
Biz Rasûlullah (s.a.) ile birlikte sahur yaptık, sonra namaza kalktık.
Enes der ki; ben Zeyd'e ezanla sahur arası ne kadardır? diye sordum. O
elli âyet okunacak kadardır, dedi.
‘‘Ümmetim iftarı acele ettikleri, sahuru geriye bıraktıkları sürece hayır üzere kâim olacaktır’’
‘‘Biz
Rasûlullah (s.a.) ile sahur yaptık. O sırada gün ağarmıştı ancak güneş
henüz doğmamıştı.’’ burada fecrin yaklaştığı mânâsının kastedildiğini
belirtir.
Selef-i salibinden(İlk yy ın müslümanları) pek çok
kişiden sahurun, fecrin yaklaştığı ana kadar geciktirilmesine müsamaha
gösterildiği rivayet edilir.
‘‘Fecir, ufukta uzanan fecir değildir. Ancak beliren kızıllıktır’’
‘‘Yükselen ve parlayan ışık sizi rahatsız etmesin. Kızıl ışık belirinceye kadar yeyin ve için’’
‘‘Şu beyazlık ve Bilâl'in seslenmesi sizi aldatmasın. Fecir doğuncaya kadar yeyin’’
‘‘Sizi
Bilâl'in ezanı ve uzanan fecir, sahurdan alıkoymasın. Sadece ufukta
uçuşan fecir, sahurdan alıkoysun’’ ‘‘Bilâl'in ezanı —veya seslenişi
dedi— sizden birini sahurdan alıkoymasın. Çünkü Bilâl uyuyanınızı
Uyandırmak, ayakta olanınızı geri döndürmek için ezan okur. —veya seslenir demiştir— Fecir
şöyle veya şöyle. (Hz. Peygamber elini sıkıp kaldırmış, sonra parmaklarını açmıştır.) demek değildir ki öyle desin.’’
‘‘Fecir
iki tanedir: Kurt kuyruğu gibi olan (fecir) bir şeyi haram kılmaz. Ama
ufku sarıp Uçuşan (fecir) namazı helâl, yemeyi haram kılar.’’
‘‘Fecir iki tanedir. Gökyüzünde parlayan (fecir) bir şeyi helâl veya haram kılmaz. Fakat dağların başında
beliren (fecir) içmeyi haram kılar.’’ Atâ der ki; gökyüzünde parlamak demek, semâda uzunluğuna yayılmak,
demektir.
Bu fecir oruçlu için içmeyi ve namazı haram kılmaz. Keza haccı
fevtettirmez. Ama dağların başında dağılırsa, oruçlu için içmek haram
olur, haccı da fevt eder.
Adiyy İbn Hatim Rasûlullah (s.a.) a demiş
ki:
Ben siyah ve beyaz iki kılıç koydum. Ve onlara bakıyordum. Ama
birbirinden ayırd edemiyordum. Bunun üzerine Rasûlullah ön dişleri
görününceye kadar gülmüş, sonra buyurmuş ki: ‘‘Ey Hâtim'in oğlu bu
gecenin karanlığıyla, gündüzün aydınlığıdır. Şu halde orucun başlaması
bu vakitten itibârendir.’’
Meâl-i
Şerifi
Bakara 187-
Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için
bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize
güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı.
Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin
beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi
geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde
iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara
yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp
korunsunlar.
187-Ey
müminler Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak, size helâl kılındı. Gecenin hangi
saatinde olursa olsun herkes eşiyle karı koca ilişkisinde bulunabilir. Önceden
olduğu gibi yatsıdan veya uykudan sonra geceleyin cinsî temas oruca engel
olmaz. Buna aykırı olarak "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi."
(Bakara, 2/183) ifadesinden çıkarılan geçmiş şeriatlerin hükmü, yine ilk oruçta
Peygamberin sünnetinden alınmış olan eski hüküm bundan sonra kaldırılmıştır.
Böylece Ramazan orucu, önceki oruçları kaldırmıştır ki bundan kitabın, sünnetin
hükmünü kaldırmasının caiz olduğu da anlaşılır.
189-EHİLLE:
Hilâlin çoğuludur. Hilâl: "Ayın insanlara ilk göründüğü sıradaki
hâlidir." Bu tariften anlaşılır ki hilâl kelimesi, görme mânâsını taşımaktadır.
Hatta görülmesi üzerine haykırıldığından dolayı, bu isimle adlandırıldığı beyan
olunuyor. Zira bu maddenin mânâsının esası, sesi yükseltmektir ki dilimizdeki
"ay!.. sesi de buna uygundur. Bundan dolayı henüz görünmesi mümkün
olmayana gerçek olarak hilâl denmez. Ayın başından iki gece hilâl adını alır.
Çünkü ilk görünüşü bunlardan birinde olur. Sonra ay adını alır. Ebu'l-Heysem
demiştir ki: "Kamere, ayın başından iki gece, yine ayın sonundan da iki
gece hilâl denir. Arasında da "kamer (ay)" adı verilir."
"Mevâkît"
kelimesi, vakit maddesinden "mikat"ın çoğuludur. Va'd, miad gibi
vakit, bir iş için farz kılınan zamandır. Zaman geçmişe, hâle, geleceğe ayrılan
müddettir. Mutlak müddet de bütün hareketin uzamasıdır. Mikat, belirli bir yer mânâsına
da gelir ki Mekke'ye dışardan gelenlerin ihramsız geçmesi caiz olmayan yerler
demek olan ihram mîkatları bu mânâdadır. Buna göre mîkat müşterek bir lafızdır.
Bununla beraber ihram mîkatları, mekanlardan olmakla beraber; bunlara ulaşma,
ihramın vacib olduğu zamanı göstermesi itibariyle bir vakit alâmeti
sayılabilirler. Mîkat, vakit nişanesi diye tarif edilirse manevi müşterek
olması da mümkündür.
Ey
Muhammed! Ramazan ayı dolayısıyla sana hilâllerden sorarlar, yahut soruyorlar.
İbnü Abbas, Katâde, Rebi' ve diğerlerinin nakline göre müslümanlardan bazıları:
"Hilâlin eksilmesinin, tamamlanmasının, güneşe aykırı oluşunun faydası
ne?" diye sormuşlar ve rivayet edilmiştir ki bunu Ensardan Muaz b. Cebel
ile Sa'lebe b. Ğunm: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu ne hâldir?
Hilâl,
iplik gibi incecik beliriyor, sonra artıyor, tamamlanıyor, sonra da eksile
eksile önceki hâline dönüyor." diye sormuşlardı.
Bundan
başka yine rivayet olunuyor ki:
1-
Cahiliye devrinde bir erkek bir şeye niyet eder de zor gelirse, evine
kapısından girmez, arkasından girermiş ve tam bir sene böyle kalırmış.
2-
Ensardan bir kısmı umre yaptıkları vakit gökle aralarına bir engel sokmazlar,
bundan sakınıp zahmete girerlermiş. Bu yüzden ihrama girdiklerinde eğer acil
bir ihtiyaçları varsa eve, bağa, çadıra kapılarından girmezlermiş. Bina sahibi
olan mahalle halkı evin arkasından bir delik deler, oradan girer çıkar veya
arkadan bir merdiven atar, damdan aşarlar; çadır halkı olan göçebeler ise
çadırlarının arkalarından dolanırlarmış ve bu cahiliye adetini "iyilik"
sayarlarmış.
3-
Cahiliye halkı ihrama girdikleri zaman evlerinin veya çadırlarının arkalarını
delerler, oradan girer çıkarlarmış. Ancak dinî gayretlerinden dolayı
"humûs = kahramanlar" denilen kabileler, yani Kureyş, Kinâne, Huzâa,
Sekif, Haysem, Amir ibn Sa'saa oğulları, Nasr ibn Muaviye oğulları ihramlı
oldukları zaman dinî işlerde kuvvetlilik davasıyla evlerine girmezler, çadırda
gölgelenmezler, tere yağı ve keş yemezlermiş.
Bir gün Resulullah ihrama girmiş. Bir de ihramlı birisi varmış. Resulullah ihramla harab bir bağın kapısından girmiş. O adam da görüp arkasına düşmüş. Ona "Çekil!" denmiş. O da "Niçin?" diye sormuş. "Sen ihramlı olduğun halde kapıdan girdin." buyurmuşlar. O adam durmuş da "Ey Allah'ın Resulü! Ben senin sünnet ve irşadına razıyım. Sen girdin, ben de girdim." demiş. İşte zikredilen soru ile beraber, bu hadiselerden biri bu âyetin inmesine sebep olmuş; bu adetler, bu şiddetler, bu aksilikler de kaldırılmıştır. Bu soruya cevap olarak de ki : O hilaller, insanlar için ve hac için mîkatlardır, vakit işaretleridir. İnsanlar, vakte ihtiyacı olan işlerinin ve özellikle haccın vakitlerini bunlarla tayin ederler ki bu mânâ: "Allah aya menziller tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz." (Yunus, 10/5), "Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet yaptık. Sonra gece alâmetini giderip gündüz alâmetini gösterici kıldık ki Rabbinizden lütuf talep edesiniz, yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz." (İsrâ, 17/12) âyetlerinde de ayrıca açıklanmıştır.
Açıklaması:
Aylarla
zaman takdirinde, yani ayın bir zaman ölçüsü kabul edilmesinde insanlara
birtakım faydalar vardır ki bunların bir kısmı dine, bir kısmı da dünyaya
aittir.
Dinî
olanlar:
1-
"O Ramazan ayı ki, Kur'ân onda indirildi." (Bakara, 2/185).
2-
Hac: "Hac, belirli aylardadır." (Bakara, 2/197).
3-
a) Ölüm iddeti: "Kocaları ölen kadınlar, kendi kendilerine dört ay on gün
beklerler." (Bakara, 2/234).
b)
Âdetten kesilmiş olan kadınların iddeti: "Onların iddeti üç aydır."
(Talâk, 65/4).
4-
Vakitlere bağlı adaklar ve hilâl ile bilinebilecek mendub bir oruç.
Dünyaya
ait olanlar da ödünç alıp verme, kiralar, vaadler, hamilelik ve emzirme müddeti
ve bunlara benzer şeyler olmak üzere pek çoktur. Günler ve günlerin bölümleri
olan saatler için, namaz vakitlerinde olduğu gibi, günün de bir mîkat olduğunda
şüphe yoksa da pek çok işler için ay hesabı daha lüzumludur. Ayın
değişiklikleri, yaratılış itibariyle bu hususta güneşin durumundan vakit
hesabına daha çok elverişli ve halk için kolaydır. Ay yaratılış itibariyle
başlı başına bir ölçü olmalıdır. Güneşin hacminde bir değişme görülmediğinden
dolayı yeryüzüne göre doğuş yerlerindeki değişiklikleri ve burçlar üzerindeki
hareketleri gizli işlerden olmakla ay denmesine münasip olmayacağı gibi, güneş
yılında ay, açık bir ölçü değil; nihayet dört mevsime veya seneye göre itibarî
ve gizli bir ölçü bölümüdür. Halbuki ay, dörtlükleriyle, haftaların da
gerçekten ölçüsüdür. Dünyanın her tarafında hafta hesabının birliği de bu
ölçünün yaratılışa uygunluğundan dolayıdır. Nihayet ay, geceleri itibariyle gün
hesaplarına da açık bir alâkaya sahiptir. Buna göre günlerin isimleri
genellikle buna tatbik edilerek yedi olmuştur.
İşte
insanların faydası açısından ayın değişmesinin açık hikmeti, vakit hesabı için
böyle bir ölçü olmasıdır. Bunun için güneş yılı hesabında uydurma suretiyle de
olsa bir ay hesabına mecburiyet vardır ki buna tabi olmak, insanlara gerçekten
çok, kuruntu ve varsayımlara sapma alışkanlığı verir.
Bunlardan
başka ayın cisminde her gün görülmekte olan bu değişiklik, gök cisimlerinin de
değişikliğe uğramakla karşı karşıya bulunduğuna ve yok olmasının mümkün
olacağına açık bir misal teşkil eder. Bu itibarla Allah'ın kudret ve birliğinin
büyük alâmetlerinden olan göklerin yaratılışı içinde ayın, düşünürlerden başka
en basit insanlara bile âlemlerin Rabbi olan Allah'ın iradesini anlatan seçkin
bir mucize ve O'na kulluk etmek için vakit tayinine delâlet edecek ilâhî bir
işaret olduğunda da şüphe yoktur. "Gökte burçlar yaratan, orada bir kandil
ve aydınlatıcı bir ay yapan Allah'ın şanı ne yücedir." (Furkan, 25/61).
Bütün bu mânâlar "O hilâller, insanlar için vakit ölçüleridir."
cevabında toplanmış ve oruçtan sonra sözkonusu olan hacca dikkat çekmek için
özellikle "Hac" kaydı da zikredilmiş, anılan soruya böylece bir
hikmet cevabı verilmesi emredilmiştir.
Bu
soru ile, adi sebepleri, gök bilimi gereğince astronomik sebeplerin
açıklanmasını isteyenler de bulunabileceğinden, soranlara bu cevabı söyle, şunu
da ilave et: Bununla beraber, iyilik ve hayır denilen özellik, evlere
arkalarından, sırtlarından gelmek değildir.
Bu
ifadenin bir gerçek mânâsı, bir de kinaye mânâsı vardır. Gerçek oluşu
itibariyle, cahiliye halkının ihramda yaptıkları bu aksilik bir ibadet olmadığı
gibi; kinaye mânâsı itibariyle de Resulullah'a gök bilimi sorusu sormak,
hikmeti ve Allah'ın hükümlerini açıklayıp tebliğ etmek için gönderilmiş olan
Peygamberi -hâşâ- bir gök bilimci ve Kur'ân'ı bir astronomi kitabı yerine
koymak ve normal bilgilerin maksatlarıyle peygamberlik ilminin istediği şeyleri
birbirinden ayıramamak, işe tersinden başlamak demektir. İşlere böyle tersinden
başlamakla hayra erilemez, iyilik ve hayır, böyle aksilikle değildir. İyilik
sahibi, ancak Allah'tan korkup, korunandır. Yani Yukarıda: "Yüzünüzü...
çevirmeniz iyilik değildir." âyetinde: "Fakat hayır ve iyilik,
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman edenlerin
davranışlarıdır." ifadesinden "İşte takva sahipleri onlardır."
(Bakara, 2/177) ifadesine kadar vasıfları anlatılan kimselerdir. Bu cümleden
olarak peygamberin arkasına düşerek bağın kapısından girip gölgelenen kimsedir.
Bunu bilin. Ve evlere kapılarından gelin. İşlere doğru yoluyla, uygun şekilde
girişin, eksiklik etmeyin, bir soru sorarken de halinizi bilin, gereksiz
şeylerle uğraşmayın. Bu cevap ve bu emir, çok anlamlı bir darb-ı mesel şeklinde
kulağınıza küpe olsun da peygambere hilâlin değişmesinin astronomik sebebini
sormaktan şimdi vazgeçin. Önce kavminizin cahiliye adeti olan şu aksiliğin
ortadan kaldırılmasıyla kurtuluşunuzu düşünün ve onun sebeplerini sorun.
Kurtuluşa ermeniz için de Allah'tan korkun ve yukardaki takva özelliklerini
kazanarak Allah'ın koruması altına girin ve şu emri dinleyin:
Meâl-i
Şerifi
190-
Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın.
Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.
.
Derleme : Yavuz Tellioğlu
İmsak vakti Osmanlı'da 1891 yılına kadar bugün ki imsak saatinden 70 dakika sonrasına tekabül ediyordu.Batı saatine ayak uydurulurken Ahmet Muhtar Paşa imsak saatini 70 dakika geriye çekmiştir.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder