3 Şubat 2016 Çarşamba

Vedd'en, Suvâ'dan, Yeğus'tan, Yeuk'tan ve Nesr'den as­la vazgeçmeyin!'



Nuh Suresi, 21 - 23. Ayetler:
- Nûh, "Rabbim, dedi, doğrusu bunlar beni dinlemediler, malı ve ço­cuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka bir şeye yaramayan kimseye uydu­lar.
- Onlar çok büyük tuzaklar kurdular.
- "Dediler ki: 'Sakın ilâhlarını­zı bırakmayın; hele Vedd'en, Suvâ'dan, Yeğus'tan, Yeuk'tan ve Nesr'den as­la vazgeçmeyin!'
Tefsir kaynaklarında burada geçen isimlerin, Adem'in çocuklarına veya sâlih kişilere ait isimler olduğu bildirilmektedir. Salih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılarını canlı tutmak ve hatıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği salih kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır.
Kaynaklar bu heykellerin Câhiliye dönemi Araplan'nın da tanrıları arasında yer aldığını kaydetmektedir. Nitekim Araplar çocuklarına "Vedd'in kulu, Yeğûs'un kulu" anlamında Abdu Vedd, Abdu Yeğûs adlarını veriyorlardı. (bk. Zemahşerî, IV, 164; Râzî, XXX, 143; Şevkânî, V, 346)
Nûh tufanında her şey sular altında kalıp harap olduğu halde bunların sonraki nesillere nasıl intikal ettiği bilinmiyor. Muhtemelen bu isimler Nuh'un gemisinde bulunan müminler tarafın­dan sonraki nesillere anlatılmış, onlar da tanrılarına bu isimleri vermişlerdir. (Bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu:V/391-392.)
Müfessir Merâğî, adı geçen putların hangi kavim ve kabilelere ait ol­duğunu ve Mekke ile civarındaki büyükçe putların kimler tarafından ko­runduğunu şöyle tesbit edip yazmıştır:
1-Vedd, Kelb Kabilesinin,
2-Suva' Hüzeyl'in,
3-Yağus, Sebe'lilerin,
4-Yaûk, Hemdanh'ların,
5-Nesr, Himyerli'lerin idi.
Bu tesbitten çıkarılan sonuç şudur: Nûh Peygamber (as) Mezopo­tamya'dan Yemen'e kadar birçok kavim ve kabilelere gönderilen bir resul­dür ve tufan da bu bölgeleri tahrip etmiştir.
Burada şu soru ortaya çıkmaktadır:
Nûh Tufan'ında başta insan olmak üzere mevcut canlılarla birlikte put­lar da silinip belirsiz hale gelmiştir. Nûh (as)ın yaşadtğı asırlarda halkın daha çok ilgi duyduğu o beş büyük put nasıl ortaya çıktı veya ismi geçen kabileler tarafından nasıl tesbit edilerek yeniden ihya edildiler?
Bu soruya Buhari, İbn Cüreyc tarikiyle İbn Abbas (ra)dan yaptığı şu rivayetle cevap vermeye çalışmıştır: «Nûh Kavmi'nde tapılan putlar, tu­fandan sonra Araplara geçmiştir.»
Bu konuda senedi olmayan birçok rivayetler daha vardır.
Ancak şunu söyleyebiliriz ki: Sözü edilen beş putun ismen bilinme­sinde iki ihtimal vardır:
a) Ya tufandan sonra belli kesimlerde o putlara rastlayanlar olmuş ve üzerlerindeki yazı veya alâmetlerden tanımışlardır.
b) Ya da sadece çok yaygın olan bu isimler tufandan sonra da unu­tulmamış; gemiye binip kurtulan mü'minlerden duyulmak suretiyle dilden dile aktarılarak yeniden ihya edilmişlerdir. Koyu putperest olan Araplar da o isimlerin tesiri altında kalıp yaptıkları büyük putlarına aynı isimleri ver­mişlerdir.
Bu ikinci ihtimal akla daha yakındır. O halde olay, cahiliyet devri Araplarının ibret almaz, öğüt kabul etmez, uslanmaz bir çizgide olduğunu gös­termiyor mu?
Adı geçen putlara tapanlar, inkâr ve tuğyanlarında ısrar ettikleri, pey­gamberlerinin uyarısına kulaklarını tıkadıkları için ilâhî gazaba uğratılarak tufanda yok edilmişler ve inanıp bağlandıkları putlar ne onları, ne de ken­dilerini kurtarabilmiştir.
Arap yarımadası'nda hem Nûh Peygamber'in kıssası, hem de putpe­rest âsilerin akıbeti az-çok bilindiği halde, başta Mekkeli'ler olmak üzere Arapların çoğu yine de koyu bir putperestlik güdüyor, bir türlü Hakk'ın sesine gönül kulaklarını açmıyorlardı.
Böylece Cenâb-ı Hak, özellikle Mekkeli müşriklerin ne kadar câhil, mantıksız, idraksiz ve öğüt, ibret almaz olduklarına işarette bulunuyor.
Putperestlik nasıl doğmuştur veya nasıl doğmaya namzettir?
Tek ilâh inancı zayıflamaya başlayınca, ortaya birtakım hurafeler çı­kar ve yavaş yavaş bu hurafeler kalp ve kafalarda yer edince, câhil halk tabakası bazı şeyleri kutsal sayıp dert ve dileklerini onlara anlatmaya çalışırlar. Derken bir süre sonra o şeyler ve cisimler ilâhlaştırılır ve böyle­ce tek ilâh inancı yerini çok ilâhlı bir inanca bırakır.
Bu konuda sahih kabul ettiğimiz şu rivayet de konuyu yeterince ay­dınlatmaktadır:
-Hz. Aişe (ra)dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: «Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme (ra, bir gün Resûlüllah (asm) Efendimiz'e, Habeşistan'da bulundukları zaman Mâriye adı verilen bir kiliseyi ve içinde bazı insan ve melek suretlerinin nakşedilmiş bulunduğunu gör­düklerini anlattılar. Bunun üzerine Resûlüllah (asm) şöyle buyurdu:
«Şüp­hesiz onlar öyle bir topluluktur ki, içlerinde iyi bir kişi ölünce üzerine mâbed inşâ eder ve o mabede, gördüğünüz suretlere benzer suretler nakşe­derler. Onlar kıyamet gününde Allah'ın yanında insanların en kötüsüdürler.» (Sahih-i Müslim - Tefsîr-i Kurtubî: 18/308; bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri)
İsrailoğullarının Put İstemeleri
Hz.  Musâ,  kavmi  olan  İsrailoğullarını  Kızıldeniz'den  geçirmiş,79
Firavun diktasından kurtarmıştı. Bundan böyle İsrailoğulları aşağılık kompleksinden  kurtulmaya  başlayacak  ve  Hz.  Musa'nın  Allah'tan  aldığı tevhid   inancı   doğrultusunda   yaşayacaklardı.   Fakat   ruh   yapılarındaki bozukluk kendini gösterdi. Baal veya  Amalika  denen  ve  boğa  heykeline tapan  bir  topluluğa  rastladılar,  bu  durum  onların  hoşlarına  gitti  ve  Hz. Musâ'ya "Ey Musâ! Bizim için de onlarınki gibi bir put ilah yap. Biz de tapınalım" dediler. Hz. Musâ onlara (yirmi senedir) Allah'a aracısız inandıklarını,  şimdi  ise  cahilce/aptalca  söz  ettiklerini  söyledi.  Fakat  Hz. Musâ Tûr'a mükâlemeye gidince Sâmirî onlara kımıldayınca ses çıkaran bir buzağı  heykeli  yaptı.  İsrailoğulları  da  içlerine  işlemiş  put  sevgisinden dolayı  yasaklanmış olmalarına rağmen, ona tapmaya / önünde seramoni yapmaya başladılar.

Biz   Yehova'ya   inanıyoruz   ama   bir   de   gözümüzün   önünde tapacağımız merasimlerimizi yapacağımız bir putumuz olsun demek istemişlerdi. İsrailoğulları ehlikitap oldukları hâlde yine de içlerindeki put sevgisi ve ancak gözlerinin gördüğü şeye tapma istekleri onları put edinmeye sevk etmişti.

 Hristiyanların Putperestliği


Hristiyanlığın esası, Hz. İsa'nın tebliğ ettiği "tevhid inancı" iken ilk defa 180 yılında Antakyalı Theophilur tarafından "üçlü birlik" terimi kullanılmıştır. Böylece Hristiyanlarca tanrı tektir (üç birde toplanmıştır) ve fakat üç benlik (baba oğul ruh-ülkudüs) olarak var olmaktadır. Üçü de ayrı ayrı tanrısal niteliklere sahiptir görüşü kabullenilmiştir.

Tevratta "On emir"de bildirilen yasaya uyan ilk Hrıstiyanlar tasvir yapmamışlardı; ama Doğu Roma İmparator’luğunda bu yasak 3. yüzyıldan itibaren görmezden gelindi.  Çünkü Hrıstiyanlığa  yeni girmiş olanlar eski putçuluklarını devam ettirdi, kilise liderleri de buna müsamaha gösterip onlarla uzlaştı. Hem mezarlıklarda hem de toplantı salonlarında dinsel bir ikonografi kondu. IV ve V. yüzyılda tasvirler çoğaldı.

Hicaz Bölgesinde(Araplarda) Putperestlik 

İslam kaynaklarına göre Arapların en eski dinleri, diğer Sami dinler gibi tevhid esasına dayanıyordu. Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yeniden inşa edilen Kâbe, Tevhid inancını temsil eden bir mabet oldu; fakat Araplar daha sonra bölgedeki putperest kültürden etkilendiler.

İslam kaynaklarına göre, Milad’ın yaklaşık birinci asrında Belka'ya (Şam yöresinde) giden Amr bin Lûhay orada puta tapanları gördü ve bunun üzerine onlardan isteyip aldığı Hubel putunu Mekke'ye getirerek Hz. İbrahim'in dinini değiştirip insanları puta tapmaya teşvik etti.  Luhay, Hz. Nuh kavminin putlarını da sahilden bulup getirdi. Ve Hacca gelenlere dağıttı. Kureyşlerin putuna Uzza, Taif‘tekiSakif kabilesinin putuna Lat, Medine'deki Evs ve Hazrec putuna Menat adı verildi. Müşrik Araplar, şenlik veya sıkıntılı hallerini  "ey  yüce  Lat,  ey  Uzza"  diye  adlarını  söyleyerek  dile  getirirler, putlara gidip onu tazim ederler, bağlılıklarını sunarlar, putların adına kurban keserlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'yi fethine kadar Kâbe'de 360 put vardı.  Kâbe'de  putların  büyüğü  Hubel’di.  Müşrik  Araplardan  meleklere, cinlere tapanlar da vardı. 

Arap bedevilerinden her aile, bir put edinip evine koyarak etrafında dönerlerdi. Ev halkından biri yolculuğa çıkacağı zaman ve döndüğü zaman henüz ailesini görmeden ona elini yüzünü sürerdi. Mekke'den uzağa giderken Kâbe etrafındaki taşlardan yanlarında götürürler konakladıkları yerde dört taşın en güzelini ilah edinirler taparlar üçü ile üstünde kaplarıyla yemek pişirirlerdi, ayrılırken hepsini bırakırlardı. Müşrik Araplar, yanlarında Allah'ın birliği ve hâkimiyeti anılınca canları sıkılır; fakat beraberinde putları da anılıp yüceltilince sevinirler gözlerinin içi gülerdi.88  Putlarına uluhiyet payesi verirlerdi.   Savaşta galip olunsun diye onlardan güç almak beklentisi ve kutsama kastı ile bazılarını beraberinde   götürürlerdi;   götüremedikleri   zaman   onların   adına   fetiş taşlarını (maket olarak) götürürlerdi.91 Ebu Sufyan da Uhud savaşında Lat ve Uzza'yı beraberinde götürmüştü.

Bütün put sevenler, her zorlu veya sevinçli durum ve günlerinde birlik ve beraberliklerini kuvvetlendirmek için putlarının etrafında toplanırlardı. Hz. İbrahim kavmine "Siz dünya hayatında sevgi ve dostluk olsun diye Allah'ı bırakıp birtakım heykel putlar edindiniz"93  demişti. Hz.
Peygamber (s.a.v.), müşrik Arapları Allah'ın birliğine ve O’na ibadete çağırdığı zaman, onların ileri gelenleri "Yürüyün put ilahlarınıza onlara bağlılıkta (Mekke putçu kalacaktır diye) direnin"94 demişti. Putların yanında yer alıp onlara sığınılarak yapılan her eylemin arkasında, yukarıda geçtiği üzere ideolojik bir yapılanma ve bu yapılanma ise Allah'ın hüküm ve hâkimiyetini dışlamanın örtülü göstergesi vardır. Putlar çağlar boyu çeşitli şekillerde devam etmektedir:


Nuh Tufanı ve Nuh’un Gemisi Nuh, Yufan, Nuhun gemisi, Noahs Ark

Nuh Tufanı ve Nuh’un Gemisi

Hazırlayan: Akhenaton

1. Giriş

Semavî felâketlerle alâkalı mitler, dünyanın nasıl yıkılıp bir çiftin veya bir grubun dışında insanların yok edildiğini nakleder. Tûfan rivayetleri, kozmik felâketler içinde en çok ve en yaygın olanlarıdır. Diğer bazı felâketler de insanların yok olmasına sebebiyet vermiştir. Bu rivayetlerin yer aldığı kültürlere göre tûfan, tanrılar tarafından günah işleyen insanlarla birlikte dünyada mevcut bütün canlı varlıkları ortadan kaldırmak üzere gerçekleştirilen ve bütün dünyayı istilâ ettiğine inanılan su felâketidir. Bu tür felâketlerin söz konusu edildiği rivayetlerde insanlığın yıkılışını yeni bir hastalığın doğuşu izlemektedir. Tûfan, yüce kudretin öfkesini celbeden günahlara bağlanmakta, bazen de ulûhiyyetin insanlığa son verme arzusu ya da dünyanın yaşlanmışlığı tûfana sebep olmaktadır.[1] Nitekim Tevrat’a göre yeryüzünde insanın kötülüğü çoğalınca; Tanrı, insanları yok etmeye karar vermiş [2], Kurân’a göre ise yalnız Hz. Nuh’un kavminden inanmayan ve Allah’ın elçisini kabul etmeyenler bu yolla cezalandırılmıştır.[3]

Tevrat’ın Sümer ve Bâbil rivayetlerinin etkisini taşıyan, Nûh tûfanının bütün dünyayı kapladığı şeklindeki ifadesi tartışmalara yol açmış, bu yüzden de Nûh tûfanının evrenselliğine veya mahallî oluşuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Nûh tûfanının evrenselliğini savunanların en önemli delili, tûfan rivayetlerinin neredeyse bütün dünyayı kaplayacak şekilde yaygın oluşudur. Nitekim Tevrat’a göre tûfan bütün yeryüzünü kaplayan, Nûh ve ailesi dışında bütün insanlığı yok eden su felâketidir. Tûfan, bütün yeryüzünü kaplayınca dağlar sular altında kalmış, sular, en yüksek dağları 15 arşın aşmıştır.

Sadece Nûh ile ona inananların kurtulduğu ve diğer bütün canlıların öldüğü, Nûh’un insanlığın ikinci atası sayıldığı inancı nazarı dikkate alınırsa, hemen hemen bütün dünyada yaygın olan tûfan rivayetlerinin kökeninin bir olduğu ve oradan bütün dünyaya yayıldığı düşünülebilir. Fakat çeşitli kültürlerde mevcut tûfan rivayetlerinin birçoğu, Kitâb-ı Mukaddes ve Kurân’daki tûfan kıssasından farklılık taşımaktadır. Bu rivayetlerden bazılarında tûfan dünya çapında değil mahallîdir ve çok defa olayın kahramanları kendilerini tanrıların yardımı olmadan gemiyle veya dağlara tırmanarak kurtarmakta, tûfan da birkaç günden birkaç yıla kadar sürmektedir.[3]

Nuh Tufanı; dünya tarihinde ilk insanın yeryüzünde görülmesinden sonraki en önemli olaydı. Büyük Tufan’da bir rivayete göre dünyanın tamamı sular altında kalmış; diğer bir rivayete göre ise sadece insanların yaşadığı belli bir bölge sularla kaplanmıştı. Bu yaklaşımlardan en doğru olanı ve elde edilen bulgular ışığında en tu-tarlısı ikincisidir. Yani Nuh Tufanında dünyanın tamamı değil, sadece Mezopotamya sular altında kalmıştı.[4]

Diğer taraftan eski çağlarda yaşayan insanlar dünya denilince sadece kendi bulundukları ülkeyi ya da bilebildikleri yerleri anlıyorlardı. Meselâ Kral Sargon tarafından yaptırılan haritada sadece Mezopotamya ve çevresi gösterilmiş, bu yüzden de Mezopotamya’da meydana gelen tûfanın dünya çapında olduğu sanılmıştır. Mezopotamyalılar’a göre evren, yalnız kendi yaşadıkları yerlerden ibaretti. Onlar, başka kıtaların, ülkelerin varlığından haberdar değildi. Bu sebeple karşılaştıkları bir âfeti "evrensel" diye nitelendirmelerini tabii karşılamak gerekir.

Tevrat’ın verdiği bilgilerden hareketle ortaya çıkarılan kronolojik tabloya göre Hz. İbrâhim, Nûh tûfanından 292 yıl sonra doğmuştur. Bu da tûfanın milâttan önce 22. ya da 21. yüzyıllarda vuku bulduğunu gösterir. Öte yandan Yahudilerin kullandığı takvime göre 2010 yılı, 5771’e tekabül etmektedir ve Nûh tûfanı, günümüzden 4115 yıl önce meydana gelmiştir. Halbuki o dönemde yeryüzünde birçok medeniyet vardı, bu medeniyetler tûfan sonrasında da yaşamıştır. Ayrıca Kurân-ı Kerîm’e göre Hz. Nûh, kendi kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve tûfan, Nûh’un kavminden iman etmeyenleri cezalandırmak için gelmiştir.[5] Dolayısıyla bir kavmin inanmayanları için gelen bir felâketi bütün dünyaya teşmil edip bazı inançsızlar sebebiyle canlıları yok etmek, ilâhî adaletle bağdaşmamaktadır. İslam inancına göre İnsanlık için gönderilen tek peygamber, Hz. Muhammed’dir. Bu gerekçelerden hareketle genellikle tûfanın sadece Nûh’un yaşadığı bölgeye özgü olduğu ve gemiye alınan hayvanların da Nûh’un kendi çiftliğindeki evcil hayvanlar olduğu görüşü benimsenmektedir.[3]

2. Eski Toplumlarda Tufan Olayı

Tufan olayı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlerin yanı sıra içeriği farklılıklar taşısa da Afrika kıtası ile Asya’nın bazı bölgeleri hariç birçok kültürde; Filistin, Yunanistan, Asur, Amerika, Avustralya, Hindistan, Tibet, Çin, Malezya, Litvanya gibi çeşitli ırklara ve bölgelere ait çok sayıda halkın geleneğinde de bulunmaktadır. Tûfanın mitolojik bir hikâye veya asılsız bir efsane olduğu görüşü ise, bunun yaygınlığı ve kutsal metinlerde yer alışı dikkate alındığında savunulabilir değildir. Tûfan hikâyesi Güneydoğu Asya’da, Malenezya’da ve Polinezya’da yaygındır. Avustralya’da tûfan anlatımlarında bütün suları yutan dev bir kurbağadan bahsedilir. Susuzluktan kırılan hayvanlar, bu kurbağayı güldürmeye karar verirler. Kahkaha patlatan kurbağanın ağzından çıkan sular tûfana yol açar. Hindistan’da Vedalar’da yer almayan tûfan olayı, ilk defa Catapatha Brâhmanâ’da nakledilir. Bir balık insan ırkının atası olan Manu’yu gerçekleşmesi çok yakın olan tûfandan haberdar eder ve bir gemi yapmasını öğütler. Tûfan başladığında, balık, gemiyi kuzeye doğru çeker ve bir dağın yanında durdurur. Mahabharata ve Bhagavata Purana’da tûfan hikâyesinin kısmen farklı versiyonları bulunmaktadır.[3]

Nuh Tufanı’nın Türk halkları arasındaki bir varyantının teması ise şöyledir:

“Yakın gelecekte kopacak tufanı herkesten önce bir gök tüylü teke haber verdi. Gök tüylü teke yedi gece, yedi gündüz dünyanın dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu (car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti. Onların en büyüğünün adı Erlik, bir diğerinin adı da Ülken idi. Onlar yedi kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler.” [6]

İran’da mevcut inanışa göre dünya, korkunç bir kış mevsiminde biriken karların erimesiyle oluşan tûfan neticesinde son bulmaktadır. Ahura Mazda, ilk insan ve ilk kral Yima’ya bir kaleye çekilmesini öğütler. Yima da insanların en iyileriyle çeşitli türde bitki ve hayvanları yanına alarak bu kaleye sığınır ve kopan tûfan altın çağa son verir. Yunan mitolojisine göre tanrı Zeus, gün geçtikçe daha çok günah işleyen insanları bir tûfanla yok etmeye karar verir. Promethee, oğlu Deucalion’u Zeus’un bu kararından haberdar eder ve ona bir tekne yapmasını öğütler. Deucalion, tekneyi yaparak karısıyla birlikte bu tekneye biner ve dokuz gün dokuz gece sularda sürüklendikten sonra tûfanın sona ermesiyle Parnassos dağına ayak basar. Güney Amerika kabilelerinin inancında tûfan efsanevî ikizlerden birinin yere vurup yeraltı sularını fışkırtmasıyla meydana gelir. Orta ve Kuzey Amerika’da çok sayıda tûfan hikâyesi vardır, bunlarda nakledildiğine göre söz konusu felâket genellikle su taşmalarıyla veya yağmurla olmaktadır.[3]

Tûfanla ilgili en eski rivayetler ve kutsal metinlerde aktarılanlara en yakın olanlar, Sümer, Bâbil ve Asur menşeli çivi yazılı geleneğe aittir. İlk yazılı belgeler, Sümerlerden kalmadır ve Bâbil tûfan hikâyesi de Sümer menşelidir. Tûfanın Sümer versiyonu fragmanlar biçiminde pek çok boşluğu olan bir metin halinde günümüze ulaşmıştır. Sümer ve Akkad’da tûfan, insanlık tarihinin en büyük felâket günlerinden biri olarak hatırlanmaktadır. Sümerlere ait krallar listesi, 8 kralı zikreder, ardından şu açıklama gelir:

“Tûfan oldu. Tûfan her şeyi götürdüğünde gökten gelen âfet krallığı alçalttığında krallık Kiş’te idi”.

Sümer versiyonuna göre tanrılar tûfan koparmaya ve insanlığı yok etmeye karar verirler, ancak tanrılardan bazıları, bundan hoşlanmaz. Tanrılardan biri, dindar, Tanrı korkusu bilen, ilâhî vahiyler alan Kral Ziusudra’ya bir tûfan kopacağını haber verir ve ondan bir gemi yapmasını ister. Tûfan, 7 gün 7 gece boyunca ülkeyi kaplar. Ziusudra, bir gemi yapmak suretiyle tûfandan kurtulur. Gemiden çıkınca kurban takdim eder ve tanrılar, onu ölümsüzleştirerek güneşin doğduğu yere, Dilmun’a yerleştirirler.

Sümerce yazılan bu tabletin yanında Eski Babilonya dilinde yazılmış, tûfanı anlatan, birkaç satırdan ibaret ikinci bir fragman daha bulunmuştur. Burada da Tanrı’nın yeryüzünü bir tûfanla yok etme kararından, “hayat kurtaran” adlı bir geminin yapılışından söz edilmektedir. Gemide yerde yaşayan hayvanlar ve göğün kuşları vardır. İkisi Eski Babilonya, ikisi Asur versiyonu toplam dört fragmanda tûfan olayından bahseden Atrahasis destanına göre Enlil, insanlığı cezalandırmak için üzerlerine birtakım felâketler gönderir ve sonunda tûfan koparmaya karar verir. Tanrı Ea, Atrahasis’e rüyasında bu durumu haber verir, Atrahasis kendisine verilen tâlimat doğrultusunda bir gemi inşa eder.

Tûfanla ilgili Sümer, Bâbil ve Asur rivayetleri, kısmî farklılıklar taşımaktadır. Büyük İskender zamanında Bâbil’de yaygın olan tûfan hikâyesini nakleden Bâbilli din adamı Berossus’un tûfan öncesine ait verdiği 10 kişilik krallar listesindeki son isim, tûfanın kahramanı olan ve Sippar’da yaşayan Xisouthros’tur. Bir gemi yapma emri alan Xisouthros, erzakla birlikte gemiye ailesini, samimi dostlarını, kuşları ve dört ayaklıları alır. Yağmur dindiğinde kuşları gönderir, kuşlar geri döner; birkaç gün sonra tekrar bırakır, ayakları çamurlu olarak dönerler; üçüncüsünde artık dönmezler. Gemi karaya oturmuştur. Xisouthros ailesiyle birlikte gemiden çıkar ve bir şükür kurbanı takdim eder, daha sonra da diğerleri çıkarlar.

Bâbillilere ait en tam sayılan tûfan hikâyesi, Gılgamış destanında bulunur. Destanla ilgili eldeki metin, Asurbanipal Kütüphanesi’nden gelmektedir ve çok eski orijinal metinlerin kopyasıdır. Destan, 12 tablete yazılmıştır. Tûfansa, 11. tablettedir.[3]

Gılgamış Destanı’nda bu Tufan’ın oluş şekli ve Tufan’ın nedenleri arasında Tanrıça İştar gösterilmektedir. Tufan’ı başlatan Tanrıça İştar ile Bel’dir. Gılgamış ise Tufan’dan kurtulmuş olan ve sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak istemektedir.[7]

Uruk şehrinin kralı Gılgamış, dostu Engidu’nun ölümü üzerine onu tekrar hayata döndürmek amacıyla tûfandan kurtulup ölümsüzlüğe eren Uta-napiştim’i (Sümercesi Ziusudra) bulup kendisinden ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek ister. Uta-napiştim, ona tûfan olayını anlatır. Uta-napiştim, Fırat kenarındaki Şuruppak şehrinin kralıdır. İnsanoğlunun aşırı gürültüsünden rahatsız olan tanrılar, insan soyunu tûfanla yok etmek isterler; fakat Tanrı Ea, Uta-napiştim’i haberdar eder ve ailesiyle birlikte belli sayıda hayvanı kurtarmak için bir gemi yapmasını söyler.

Geminin eni boyuna eşit olacaktır. Hemen işe koyulurlar ve beşinci günün sonunda geminin 3600 m²’lik omurgası kurulur. Geminin bordası 60, dış yüzeyi ise 240 m²’dir. Alt ve üst güverteleri yedi, ambarı dokuz bölmeye ayrılmıştır. 7. günde geminin yapımı tamamlanır. Uta-napiştim gümüşünü, altınını, ailesini, kırların evcil ve yabani hayvanlarının hepsini gemiye alır. Tûfan, sel gibi yağan bir yağmurla başlar ve bu yağmur, 6 gün, 7 gece sürer. Adeta göklerin vanaları açılır, yerin bentleri yıkılır, sonunda her yeri su kaplar. 7. gün fırtına diner ve gemi Nissir dağına oturur. Aynı gün Uta-napiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç gönderir, fakat kuşlar geri döner. Nihayet bir karga gönderir, karga geri dönmez. Bunun üzerine Uta-napiştim, Nissir dağı üzerindeki gemiden iner ve tanrılara kurban sunar.

İnsan neslinin yok olmadığını gören tanrı Enlil, öfkelenir, fakat Uta-napiştim’e tûfanı haber veren Ea, bütün insanlığı helâk etme kararı sebebiyle Enlil’i eleştirerek suçlu kim ise onu cezalandırmasını ve günahın cezasını da sadece işleyenlerin çekmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Enlil, Uta-napiştim ve eşinin ölümsüz olmasına ve nehirlerin buluştuğu yerde yaşamalarına karar verir. Çok sonraları Gılgamış ölümsüzlüğü ararken Ut-napiştim’i orada ziyaret eder ve kendisinden tûfan hadisesini öğrenir.

Arkeolojik araştırmalar, Sümer ve Akkad’ın korkunç sel felâketlerine mâruz kaldığını göstermektedir. Bu su baskınlarından biri, Kiş’te meydana gelmiş, ortalama 30-40 cm. kalınlığında bir çamur kütlesi şehrin medeniyetini oluşturan her şeyi kaplamıştır. Benzer bir su baskını, milâttan önce 4. binyılın sonuna doğru Jemdet Nasr şehrinde yaşanmıştır. Aynı dönemde Şuruppak’ta da tûfan izlerine rastlanmaktadır. Ancak Ur şehrini kuşatan tûfanın izleri, daha belirgindir. Nitekim Woolley, 1927-1929 arasında Ur’da yaptığı araştırmalarda 2,5 metre kalınlığında bir çamur tabakası bulmuştur. Bu tabakanın oluşumu, suyla getirildiğini gösteriyordu ve çamur tabakasının altında eski bir uygarlığın varlığı gözlenmekteydi.[3]

3. Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa Göre Nuh Tufanı

Yahudilik’te tûfan hadisesiyle alâkalı bilgiler, Tevrat’a dayanmaktadır.[8] Tûfanla ilgili Tevrat metninin bir kısmı [9] Yahvist, bir kısmı ise Ruhban kaynağına aittir. Tevrat’taki tûfan kıssasına göre Yahve, yeryüzünde insanların kötü olduğunu ve içlerinden devamlı kötü düşünceler geçirdiklerini görür. İnsanları yarattığına pişman olarak,

“Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri ve gökteki kuşları yeryüzünden sileceğim, çünkü onları yarattığıma pişmanım.”

der. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok etmek için üzerlerine su tûfanını göndereceğini, her canlının öleceğini, sadece Nuh ve ailesinin kurtulacağını bildirerek [10] Nuh’tan verilen ölçülere göre gofer (servi) ağacından bir gemi yapmasını [11], kendisinin ve eşinin, eşleriyle birlikte oğullarının gemiye binmelerini, ayrıca her canlı türünden bir erkekle bir dişiyi gemiye almasını bildirir.

“Her türdeki kuştan, her türdeki çiftlik hayvanından, her türdeki sürüngenden biri erkek, biri dişi olmak üzere ikişer tanesi sağ kalmak için sana gelecekler. Yanına hem kendin hem de onlar için yenilebilecek ne varsa al, ileride yemek üzere depola!”

der ve Nuh kendisine emredilen şeyi yapar.[12] Diğer taraftan yine Tevrat’ta temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere 7’şer çift, temiz olmayan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere 2’şer çift, kuşlardan 7’şer çift almasını ister.[13] Yahudi kaynakları, temiz hayvanlardan 7’şer çift alınmasını karaya çıktıktan sonra kurban edilmeleri amacıyla açıklar. Hayvanlar, Nuh’a kendi istekleriyle gelmişler ve Nuh da onları gemiye almıştır.

Geminin uzunluğu 300 arşın, genişliği 50 arşın ve yüksekliği 30 arşın olacaktır. Geminin içi ve dışı ziftle sıvanacak ve bölmelere ayrılacaktır. Gemide boyu yukarıya doğru bir arşını bulan bir pencere yapılacak, geminin kapısı yan tarafa konulacak, ayrıca alt, orta ve üst güverteler olacaktır.[14] Yahvist metne göre Tanrı, Hz. Nuh’a,

“Sen bütün evindekilerle gemiye gir; çünkü seni önümde bu nesil içinde salih gördüm. 7 gün sonra yeryüzünde 40 gün 40 gece yağmur yağdıracağım, yarattığım bütün varlıkları yeryüzünden sileceğim.”

der.[15] Nuh ve oğulları Sâm, Hâm, Yâfes, Nuh’un karısı ve oğullarının karıları olmak üzere toplam 8 kişi gemiye girerler. Yahve’nin emrettiğine göre temiz olanlardan yedişer ve temiz olmayan hayvanlardan ikişer ve kuşlardan ve toprak üzerinde sürünenlerin hepsinden erkek ve dişi olarak 2’şer 2’şer gemiye girerler.[16] 7 günün sonunda büyük enginin bütün kaynakları fışkırır, göklerin kapakları açılır, tûfan suları yeryüzüne iner, 40 gün 40 gece yağmur yağar. Yahve, geminin kapısını kapar, sular yükselir ve dağları 15 arşın aşar; yeryüzünde olanların hepsini, insanlardan 4 ayaklılara, sürüngenlere ve kuşlara kadar bütün varlıkları yok eder; sadece ailesinden 7 kişiyle Nuh ve gemide bulunanlar kalır.[17][3]

Yahudi âlimi Raşi’ye göre tûfan sırasında dünya tam 365 gün boyunca üzerinde hiçbir canlı barındırmamıştır. Tanrı’nın emri üzerine Nuh ve ailesiyle gemidekiler, karaya çıkarlar. Nuh, bir sunak yapar, Yahve’ye temiz hayvan ve kuşlardan takdimeler sunar. Tanrı da Nuh ve oğullarını kutsar, bütün canlıları bir daha yok etmeyeceğini, yeryüzünü yok eden tûfanın bir daha olmayacağını bildirir.[18] Gemiye giren hayvanlarla ilgili her iki metindeki bilgiler arasında farklılık vardır. Yahvist metinde,

“Kendine her temiz hayvandan erkek ve dişi olarak yedişer ve temiz olmayan hayvanlardan erkek ve onun dişisi olarak ikişer, göklerin kuşlarından da erkek ve dişi olarak yedişer alacaksın”

denilirken [19] Ruhban metninde,

“Her türdeki kuştan, her türdeki çiftlik hayvanından ve her türdeki sürüngenden erkek ve dişi olmak üzere iki hayvan gemiye getireceksin.”

denilmektedir.[20] Ruhban metninde tûfan bir yıl, Yahvist metinde ise 40 gün sürmüştür.[21] Yahvist metne göre tûfan yağmurla meydana gelmiştir.[22] Ruhban metnine göre ise enginlerin kaynakları fışkırmış ve göklerin kapakları açılmış, böylece tûfan olmuştur.[23]

İncillerde tûfanla ilgili Tevrat’ta anlatılanlara atıf vardır, dolayısıyla Hıristiyanlar, Tevrat’ta nakledilenleri kabul etmektedir. Yeni Ahit’te gemide Nuh ile birlikte 7 kişinin bulunduğu bildirilmektedir.[24][3]

Georges Cuvie, Avrupa’da birkaç on yıl egemen olan "Katastrofi" (catastrophism) kavramını ortaya koymuştur. Geçmişte 6 ana felaketin (her biri İncil’deki 6 yaratılma gününe karşılık gelen) olduğunu söylemiş ve en son felaketinse Nuh Tufanı olduğunu belirtmiştir.[25]

İslam öncesi semâvî dinlerde melek, cin ve şeytân gibi ruhânî varlıkların kabul edildiğini biliyoruz. Eski Ahit’te cennette Şeytân’ın yılan şekline girerek Hz. Adem ve Havva’ya nasıl tuzaklar kurduğu detaylı bir şekilde anlatılmakta ; "Tanrı oğulları" olarak nitelendirilen meleklerin, yeryüzü kızlarını güzel bularak onlarla evlendikleri belirtilmektedir. Nuh Tufanı, yeryüzündeki bütün kötü insanları imha ettiği zaman, bu sadakatsizler, yeryüzünü terk ederek ruhlar âlemine dönmek istemişler; fakat tekrar melekler diyarında yer almalarına müsaade edilmemiştir.[26] Tanrı, Tufan’dan sonra cin haline gelmiş bu ruhanilerin şekil alıp maddeleşmelerine müsaade etmemiştir.[27]

4. İslam’a Göre Nuh Tufanı

Tûfan kelimesi, Kurân-ı Kerîm’de 2 yerde geçmekte, birinde Firavun ve Mısır halkına [28], diğerinde Nuh kavmine [29] gelen su felâketi bahis konusu edilmektedir. Kurân’da Hz. Nuh’un tebliğ faaliyeti ve kavmini Allah’a kulluğa daveti, kavminin onu dinlemeyip inkârda ısrar etmesi üzerine ceza olarak tûfan musibetinin geldiği bildirilmekte, tûfanın gerçekleşme tarzı ile Nuh’un ilâhî emre uyup gemi yapması ve kendisine inananlarla birlikte tûfandan kurtulması, inanmayanların boğulması anlatılmakta, geminin şekli ve ölçüleri, gemiye binenlerin türü ve sayıları, tûfanın süresi gibi konularda bilgi yer almamaktadır.

Nuh kıssası A‘râf, Yûnus, Şuarâ ve Nuh sûrelerinde de geçmekle birlikte en ayrıntılı biçimde Hûd sûresinde nakledilmektedir. Kurân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre Nuh tûfanının muhatabı, Nuh kavminin inanmayanlarıdır ve tûfan, onları cezalandırmak için gönderilmiştir. Nuh’un davetini duymayanların cezalandırılması ilâhî adaletle bağdaşmaz, dolayısıyla Nuh tûfanının yalnız Nuh kavminin yaşadığı bölgeye has olması gerekir. Hz. Nuh’un peygamber gönderildiği kavim, putperestti. Nuh, onları bir olan Allah’a kulluğa davet ettiği, putları bırakıp Allah’a dönmeleri için çok uğraştığı halde onlar putlara tapmaktan vazgeçmedikleri gibi,

“Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved’den, Süvâ‘dan, Yegūs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.”

diyerek [30] insanları Nuh’un davetinden uzaklaştırmışlardı. Hz. Nuh, kavmini Allah’tan başkasına tapmama konusunda uyarmış, aksi takdirde başlarına gelecek azabı kendilerine haber vermiş [31], uzun mücadeleler sonunda kavminin putperestlikten vazgeçmediğini görünce inanmayanları cezalandırması için Allah’a dua etmiş[32], Allah da onun duasını kabul etmiş ve inkârcı kavminin tûfanla helâk edileceğini, kendisinin ve inananların kurtulacağını bildirerek bir gemi yapmasını istemiştir.[33]

Bu konudaki başka bir rivayete göre ise havâriler Hz. Îsâ’ya gelerek tûfan hakkında bilgi verecek birini diriltmesini isterler. Hz. İsa da Nuh’un oğlu Sam’ı diriltir, o da gemi ve tûfanla ilgili bilgiler verir. Tevrat’ta Nuh’un 3 oğlunun eşleriyle birlikte gemiye bindiği belirtilirken Kurân’da daha önce haklarında hüküm verilmiş olanlar dışında kalan ailesi söz konusu edilmekte, Nuh’a inanmayan karısı ile oğlunun gemiye binmedikleri ve boğuldukları belirtilmektedir.

Gemiye alınan hayvanlara gelince, Tevrat’takinin aksine Kurân’da birer çift alındığı kaydedilmektedir. Bu hayvanların yeryüzündeki bütün canlı türlerinden değil, Nuh’un sahip olduğu evcil hayvanlardan damızlık olarak alınmış olmasının daha mâkul görüldüğü ifade edilmektedir.

Kısas-ı enbiyâ kitaplarında gemiye alınan hayvanlarla ilgili rivayetler vardır. Nuh, gemiye önce karıncaları, en sonda merkebi alır. Merkep, ağır ağır girer, çünkü İblîs, onu kuyruğundan çekmektedir. Sabırsızlanan Nuh, “Şeytanla beraber olsan da yine gir” diye bağırınca şeytan da gemiye girer. Filin kuyruğundan domuz, aslandan da kedi dünyaya gelir. Aslanın yanında öküz, kurdun yanında keçi, yırtıcı kuşların yanında güvercinin yaşayabilmesi için Allah onların yırtıcılık güdülerini köreltir. Hz. Nuh, evcil hayvanları ve yırtıcı kuşları 1. kata, vahşi hayvanları orta kata koyar, kendisi ve inananlar da üst kata yerleşir.

Kıssaya göre gemideki insanların sayısı 7 ile 80 arasında değişmektedir. Kābil’in zürriyeti boğulur. Nuh, gemiye Hz. Âdem’in naaşını da alır. Gemidekilerin nefislerine hâkim olmaları gerekmektedir ve bu emri unutan Hâm’ın derisi siyahlaşır.

Harem-i şerif ve Kudüs’teki kutsal mekânlar, tûfandan etkilenmez. Kâbe, tûfan sırasında göğe kaldırılır. Daha sonra göğün kapıları açılmış, yerin kaynakları fışkırmış, göğün ve yerin suları birleşmiş, gemi azgın suların üzerinde yüzerken Nuh ve beraberindekiler kurtulmuş, Nuh’un eşi ve bir oğlu dahil inanmayanlar boğulmuştur.[34] 40 gün, 40 gece gök suyunu boşaltmış, yer suyunu fışkırtmış, daha sonra gemi yüzmeye başlamış ve altı ay su üzerinde kalmıştır. “Ey yer suyunu yut, ey gök suyunu tut” denilmek suretiyle tûfan sona erince gemi Cûdî’ye oturmuş ve Nuh’a, “Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte olanlara bizden selâm ve bereketle gemiden in” denilmiştir.

İslâmî kaynaklarda yer alan rivayetlere göre tûfan, Ab ayının 13’ünde ve Hz. Nuh 600 yaşında iken başlamış, 10 Receb’de Nuh ve beraberindekiler gemiye binmiş, 6 ay gemide kalmış ve 10 Muharrem’de gemiden çıkmıştır. Gemiden inen Nuh ve beraberindekiler, Cezîre diyarında "Sûk Semânin" adı verilen bir köy kurmuştur.[3]

5. Nuh’un Gemisi (Noah’s Ark)

Kurân’da bu gemiyle ilgili olarak sadece tahtalardan yapıldığı ve çivilerle çakıldığı bilgisi yer almakta [35], geminin diğer nitelikleri hakkında bilgi verilmemektedir. Rivayete göre “Gözlerimizin önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap” emri gelince, [36] Hz. Nuh, tahtayı nereden bulacağını sorar, ona ağaç dikmesi emredilir ve o da Hint meşesi denilen ağaçları diker. 40 yıl sonra bu ağaçları keserek gemiyi yapar. Ona geminin nasıl yapılacağını Cebrâil öğretir. Geminin başı, horozun başı, gövdesi kuş gövdesi, arka kısmı horozun kuyruğunu andırmaktadır. İki yanında kapılar vardır ve 3 kattır. Uzunluğu 660, genişliği 330, yüksekliği 33 zirâdır. Geminin ölçüleriyle ilgili olarak 80 × 50 × 30 zirâ rivayeti de vardır. Gemi yapılırken kavmi, Nuh’la alay etmiş, gemiyi tamamlayınca Nuh’a canlıların her birinden birer çift ile “haklarında hüküm verilmiş olanlar dışında” ailesini ve iman edenleri gemiye bindirmesi emredilmiştir.[37][3]

Bu geminin büyüklüğü ve hakkında çeşitli bilgiler vardır. İslam alimlerinin görüşü, Hz. Nuh’a inanan 80 inananla bunların ihtiyaç maddelerini ve orada var olan hayvanlardan birer çift alabilecek büyüklükte olduğudur. Bunun yanında geminin 3 katlı olduğu da kaydedilir.[38] Ama bu gemi için asıl önemli olan, onun sıradan yelkenli bir gemi olmayıp, buharlı bir vapur olduğudur.[39]

Elmalılı Hamdi Yazır, "nihayet emrimiz geldiği ve tennur feveran ettiği vakit" [40] mealindeki ayette geçen "tennur" ve "feveran" kelimelerinden hareket ederek, bu geminin buharlı bir vapur olduğunu anlatır. Ayette geçen "tennur" kelimesine müfessirler, çeşitli anlamlar vermişler. Birçok tefsir âlimi, "tandır" anlamına gelen "tennur" kelimesini gerçek anlamında kullanırlar. Tandır, en bilinen anlamıyla "üstü kapalı ocak" demektir. Bu "tandır"ın Hz. Nuh’a ait olduğunu söyleyenler olduğu gibi, "Havva’nım ekmek pişirdiği tandırdır." diyenler de vardır.[41]

Hamdi Yazır ise, "tennur" ve şiddetli kaynamak ve fışkırmak anlamına gelen "feveran" kelimesini ele alır, farklı bir yorum getirir:

"Şimdi biz, gemiden söz edilirken, tam ocak feveran ettiği sırada yük emri verildiğini işittiğimiz zaman, o geminin harekete hazır vaziyette bir vapur olduğunu anlamakta hiç tereddüt etmeyiz. Ancak vapuru görmemiş olanlar, buna geçiş yapamazlar ve ’Acaba bu ocak feveranı ne demektir? Bu olsa olsa bir işarettir’ şeklinde düşünmekte mazur olurlar." [42] [39]

Dr. I. Finkel, Babil tablet

Dr. I. Finkel, Nuh’un Gemisi’nin dairesel olduğunu yazan 3700 yıllık Babil tableti ile.

Sümerlerden önce Irak civarında yaşayanlar, 6000 yıl önce, sepet gibi ördükleri dairesel kayıkları ziftle kaplardı. Bu tekniği Sümerler ve Babilliler de kullandı. Herodot, ziftle kaplı bu kayıklara hayran olduğunu yazmıştı. Eski Ahit’te yazıldığına göre, Nuh’un Gemisi de ziftle kaplıydı. Geminin çam ağacından ve üstü kapalı şekilde yapıldığı kabul edilmekteydi. Ancak İngilizler, M.Ö. 1700’den kalan bir Babil kil tabletini 2014’te tercüme edince yeni bir tez çıktı. Tablet, 1945’te Irak’ta bulunmuştu, ama çok yıpranmış olduğu için tercümesi yıllarca gerçekleşemedi. Dr. I. Finkel, 2014’te tabletin Babil’deki tufan efsanesini anlattığını fark etti. Tablette; dairesel geminin çapının 70 metre, yüksekliğinin de 20 metre olduğu ve sepet gibi örülüp ziftle kaplandığı yazılıydı. Nuh’un Gemisi ve Babilliler’in Tufan Efsanesi benzeştiği için Nuh’un Gemisi’nin de dairesel olabileceği düşünülüyor. Irak’ta binlerce yıldır yapılan ve “guffa” denilen ziftli sepet kayıkların Nuh’un Gemisi ile benzerliği, bu tartışmayı başlatmıştır.[43]

Nuhun Gemisi, Noahs Ark

Britanyalı bilim insanları, çözmek için 20 yıl uğraştıkları 4000 yıllık Babil tabletlerindeki talimatları birebir takip ederek Nuh’un gemisini inşa etmiştir. Hayvanları barındıracak genişlikte yapılan gemi, eleştirmenlerin savunduğunun aksine yuvarlak ve kamıştandır.[44][45]

Tufanın boyutunun yanı sıra tufana inananların esas meraklarını çeken bir diğer nokta ise suların yeryüzünden çekilmesinden sonra Hz. Nuh’un gemisinin nerede durduğu ve hayatına nerede devam ettiğidir. Hemen hemen tüm tufan anlatımlarında suların yeryüzünden çekilmesinden sonra Hz. Nuh’un gemisinin bir dağ üzerinde karaya oturmasından söz edilmektedir. Sümerlere ait anlatımda bu dağın ismi Dilmun, Gılgamış destanında ise Nissur ya da Nisir, başka rivayetlerde ise Lubar ve Massis dağlarından söz edilmektedir. Her ne kadar tarihi rivayetlerde geçen bu dağ isimlerinden bazıları farklı seslenişlerde (Dilmun, Nissir ve Missir gibi) Cudi Dağı ile özdeşleşse de; bunların hem coğrafi konumu hem de varlığı tam olarak bilinmemektedir.[46]

İslamî inanışlara göre, Tufan’dan sonra Nuh’un Gemisi, Cudi Dağı’nın üzerine oturmuştur. Sözü geçen geminin Ağrı’da bulunduğu konusunda söylentiler vardır. Austen Henry Layard ve L. King, bu dağın dolaylarında çivi yazısıyla hazırlanmış Asur yazıtlarına rastlamışlardır.

Kurân’da geminin Cudi dağına oturduğu söylenmektedir. Bu olay, Hud Sûresi’nde: [47]

وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّۖ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Vegîle yē ardubleî mēeki veyē semēu egliî veğîdal mēu vegudiyel emru vestevet alel Cûdiyyi vegîle buğdel-lil gavmiz-zâlimîn.
“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök, tut suyunu denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve Zâlimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun denildi.” [48]

şeklinde anlatılır.

Kurân tefsirlerinde Cudi’nin Musul’a yakın bir yerde olduğundan bahsedilir.[49] Bahsedilen dağ, bugün Cizre sınırları içinde bulunan dağ, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak ili sınırları içine düşmektedir. Şırnak ismi, "Şehr-i Nuh" anlamında çok eski bir isimdir. Cudi Dağı’nın eteğinde ismi "80’ler" anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan Köyü’nün Nuh tarafından kurulduğuna inanılır ve köyün ismi, Nuh’un Gemisi’nde bulunduğuna inanılan 80 kişiye atfen böyle anılmaktadır.

Cûdî Dağı, dinler tarihi ve özellikle İslâm dini bakımından önemlidir. Çünkü Kurân-ı Kerimde Nuh’un gemisinin tûfandan sonra Cûdî Dağına oturduğu belirtilmektedir.

Kurân’da geminin oturduğu bildirilen Cûdî’nin hangi dağ olduğu konusunda âlimler arasında farklı görüşler vardır; bunun bir dağın özel adı olmayıp “bereketli topraklar” anlamına geldiği ve Nuh ile beraberindekilerin tûfan sonrası bereketli topraklara indirildikleri de ifade edilmektedir.[3]

Bu dağın hangi dağ olduğu konusunda çeşitli yorumlar bulunur. En çok üzerinde durulan dağlardan ikisi, Doğu Anadolu Bölgesinde yer alan Ağrı Dağı ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan Cûdî Dağı’dır.[47]

Ağrı Dağı, 5165 metre yüksekliği ile sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Avrupa’nın da en yüksek zirvesidir. Eski Ahit’te ve Kurân-ı Kerim’de "Büyük Tufan" yaşandığında, Hz. Nuh’un ve beraberindekilerin bindiği geminin, sular çekilince bir dağda karaya oturduğu anlatılmaktadır. Bilim insanları, Nuh’un gemisinden kalıntılar bulmak için Ağrı Dağı’nda uzun yıllar boyunca araştırmalar yapmıştır.[50]

Bu iki isimden ağırlıklı olanı, Cûdî Dağıdır. Bu konuda dikkat çekilen delillerden birisi de, Ağrı Dağının çok sarp ve yaşamaya elverişli olmayan yapısıdır. Buna karşılık Cûdî Dağı, geminin inmesi ve insanların barınması için çok büyük avantajlara sahiptir.[47]

Hz. Nuh’un gemisinin tufandan sonra karaya oturduğu yer ile ilgili tartışmalara yol açan neden ise, Tevrat’ın Yaratılış bölümünde; [46]

ותנח התבה בחדש השביעי בשבעה עשר יום לחדש על הרי אררט׃
Allahōdeš yōwm āśār bešibāh- haššebîî, bahōdeš hattêbāh wattānah
“Gemi, 7. ayda, ayın 17. gününde Ararat Dağları’na oturdu.” [51]

ifadeleridir. Burada geçen “Ararat Dağları”, gemi için belirli bir yeri göstermekten çok, Urartuların toprakları içinde yer alan dağlar silsilesine işaret etmektedir. Çünkü M.Ö. 900-600 yıllarında Van Gölü merkezli hüküm süren Urartular, Mezopotamya’da bulunan Asurlular’a komşu ve rakip bir krallıktır. Urartular, günümüz Ermenistan ve Azerbaycan’ın Batı kesimi ile İran’ın Urmiye bölgesini ve Dicle Nehrinin kuzeyini içine alan bir coğrafyadır. Dolayısıyla Ararat Dağları’ndan söz eden Eski Ahit’teki bu ifadeler, Cudi Dağı’nı da içine alan geniş bir alana yayılmış dağları ifade etmektedir.[46]

Öte yandan “rrt” kelimesinin Kitâb-ı Mukaddes yazarlarınca yanlış seslendirilmesi sonucunda ortaya çıkan "Ararat" kelimesi hatalı yorumlanmış ve Nûh’un gemisinin indiği yer olarak Ağrı dağı gösterilmişse de, bunun gerçeğe uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Zaten 10. yüzyıla kadar birçok Ermeni müellifin ve daha başkalarının eserlerine dayanarak Ağrı Dağı’nın tûfan ile ilgisi bulunmadığını oldukça büyük bir katiyetle tespit etmek mümkündür. Eski Ermeni rivayetlerinde Nûh’un gemisinin bir dağ üzerine oturduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur. Nûh’un gemisinin Masik dağı zirvesine oturmasına dair 11. ve 12. yüzyıllarda Ermeni edebiyatında yer alan bilgilerse, Avrupalıların Tevrat’taki ifadeyi yanlış tefsir etmelerinden kaynaklanmaktadır.[41]

Kutsal metinlerin tasvirinden anlaşıldığına göre Hz. Adem’in yaşadığı coğrafya ile Hz. Nuh’unki aynıdır. Bunun için Hz. Nuh’un, günümüz Suriye ve Irak’ın birleştiği yerde yani Mezopotamya’da yaşaması ve tufanın da Mezopotamya merkezli olması muhtemeldir. Mezopotamya’daki en yüksek dağlarından biri olan Cudi ise suların yeryüzünden çekilmesinden sonra Hz. Nuh’un gemisinin inmesi için en müsait yer konumundadır.[46]

Kurân-ı Kerîm’de Nuh tufanının anlatıldığı Hud Sûresi’nde ismi açıkça geçen Cudi Dağı, Hz. Nuh’un gemisinin durduğu yerle ilgili, en kesin tarihsel konum olarak bilinmektedir. Çünkü Cudi Dağı, tüm Ortadoğu ve Mezopotamya’da İslam hâkimiyetinin kurulduğu 7. yüzyıldan itibaren İslam coğrafyacıları tarafından "Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yer" olarak kabul edilmiştir. Daha da önemlisi, Cudi Dağı ve çevresinin, tufan ve Hz. Nuh’un yaşamı ile ilgili günümüze kadar ulaşan birçok olguya sahip olmasıdır. Çünkü Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye indiğine tanıklık edecek mahiyette tarihi rivayetler, şehirler, ziyaret yerleri ve makamlar bulunmaktadır.

Tufandan sonra geminin Cudi’ye indiği ve Hz. Nuh’un yaşamını Cudi etrafında devam ettirdiğinin işareti sayılabilecek işaretlerin en belirgin olanları şunlardır:

Cizre, Şırnak ve Silopi üçgeni içinde yer alan Cudi Dağı, Mezopotamya’nın en yüksek dağlarından biridir. Tufanın önemli safhalarının anlatıldığı Kurân-ı Kerim’de Hz. Nuh’un gemisinin Cudi’ye ineceği, tufan devam ederken belirlenir. Çünkü Hz. Nuh, tufan sırasında gemide bulunurken: [46]

رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلًا مُّبَارَكًا
Rabbi enzilnî münzelen mübâreken.
“Rabbim, beni bereketli bir yere indir.” [52]

sözleriyle Allah’a duada bulunur. Bu duanın ardından Hz. Nuh’un gemisi yerleşime müsait olan Mezopotamya’daki Cudi Dağı’nda karaya oturur.[48] Sonunda Hz. Nuh’un duasına karşılık olarak: [46]

يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ
Yâ Nuhuhbit bi selâmin ve beraketin aleyke....
“Ey Nuh, selam ile nice bereketlere kavuşmak üzere yanındakilerle beraber gemiden in...” [53]

vahyi Allah tarafından indirilir. Bundan böyle bu dağ, cömertlik anlamına gelen “Cudi” adını alır.[46] Alimler, Cûdî kelimesinin “cömertlik” anlamındaki “Cûd” kelimesinden geldiğini söyleyerek, bunu görüşlerine destek göstermişlerdir.[47]

Dicle Nehri’nin kıyısında olan Cizre, ada şeklinde olduğundan dolayı "Ceziretu İbn Ömer" olarak bilinmektedir. Cizre’nin kuruluşu da tufandan sonraya denk gelmektedir. Cizre ilçesi, Hz. Nuh’un burada yaşadığına dair önemli bulgulara sahiptir. Bunlardan birisi daha önce Cizre’ye bağlı bir yer olan Yafes Köyü’dür. Yafes Köyü, günümüzde Cizre’nin içinde kaldığından dolayı “Yafes Mahallesi” olarak bilinmektedir. Bilindiği gibi, Türklerin de atası olan Yafes, tufandan sonra insanlığın soyundan geldiği Hz. Nuh’un 3 oğlundan biridir. Yine Cizre’de Hz. Nuh’un mirasının göstergesi olarak yapılışı milattan önceye kadar giden Cizre surları, Hz. Nuh’un gemisinin hatırası olarak gemi şeklinde yapılmıştır.

Bunların dışında Hz. Nuh’un kabrinin Cizre’de bulunması da Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağına indiğini gösteren önemli bir diğer işarettir. Hz. Nuh’un mezarının yeri olarak Cizre dışında Mekke’de Mescidi Haram, Ürdün’de Kerek ve Irak’ta Necef mekânları gösterilmiştir. Fakat Hz. Nuh’un Cizre’deki kabri, çevresi ile beraber düşünüldüğünde Hz. Nuh’un burada vefat etmiş olması daha kuvvetle muhtemeldir.[46]

Kurak bir bölgede bulunan Cûdî Dağı’nın yüksek kesimleri çok yağış alır. Bundan dolayı 1500-2000 metreler arasında çam ve meşe ormanları vardır. Türkiye-Irak sınırına 15 kilometre mesafede ve elips biçiminde olan Cûdî Dağı, üzerinde 2000 metreyi aşan dört doruk bulunur. Bunlardan 2017 metre yükseklikte olanı, “Nuh Peygamber Ziyaret Tepesi” olarak anılır.

Lakâbı "Çöl Kızı" olan Gertrude Margaret Louthian Bell adlı bir İngiliz arkeolog da Cudi Dağı’nı ziyaret etmiş ve "Amurath the Amuraht" kitabında Nuh’un gemisinden bahsetmiştir: [47]
“Babilliler, Nestorianlar ve Müslümanlar, Nuh’un Gemisi ile ilgilenmişlerdir. Sular çekildiğinde gemi, Ararat’a değil, Cudi Dağı’na oturdu. Sarp bir tepenin altında, dağın bayırlarından yukarıya doğru, yüksek meşe ağaçlarının arasında olduğum için, Musul’u terk ettiğimizden beri üzerimize çöken boğucu sıcağı, neredeyse unutmuş durumdayım. Ağaçların arasında yürümeye devam ediyordum. Çünkü, doruktaki kar yığınlarını ve ’Sefineti Nebi Nuh’(Nebi Nuh’un Gemisi)’ni görme arzum, ağır basıyordu.

Papaz Kas Mattai’nin bulunduğu yere varıncaya kadar, bir yarım saat daha yürüdük. Kas Mattai, sağlam yapılı, aydınlık çehreli, çok şirin bir Nestorian papazı. Arapça, Kürtçe ve Süryanice biliyor. Kendi anadili ise Fellah dili. Bu dil, Asur köylülerinin konuştuğu dildir. Papaz bize, Nuh’un Gemisi’nin hemen üzerimizde olduğunu söyledi. Ve nihayet Nuh’un Gemisi’nin yanına geldik. Kırmızı lalelerle dolu bir yerdeydi. Burada daha önce, çok ünlü bir Nestorian Manastırı varmış. Yeri ise, tam Cudi’nin zirvesinde. Ancak bu manastır, yıldırım sebebiyle harap olmuş. Kas Mattai dedi ki:

Müslümanlar, tam da buraya bir türbe yapmışlar, fakat o da yıkılmış. Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar yaz bitiminde, belli bir günde, bu dağı ziyaret edip, adaklarını sunuyorlarmış. Burada, bir sürü derme çatma yapı var. Bu yapıların stilinden, hangisinin, hangi dine mensup insanlar tarafından yapıldığını anlayabiliyorsunuz. En itinalı yapılar Nestorianlara ait.”
[54][55]
İnsanlık tarihinin en önemli olaylarından biri olan Hz. Nuh Tufan’ı sonucunda Hz. Nuh Gemisi’ne ev sahipliği yapan Cudi Dağı’nda, günümüzde araştırma ve arkeolojik kazılar yapılamamaktadır. Cudi Dağı’yla ilgili, en önemli sorun, Hz. Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu yerin, yeterince araştırmalara ve arkeolojik kazılara açılmamasıdır. Belki de, Hz. Nuh’un Gemisi’ne ait kalıntıların Cudi Dağı’nda gün yüzüne çıkarılmasıyla Gemi’nin nerede demirlediği ile ilgili tartışmalara son nokta konulacaktır.[56]

6. Kaynaklar

[1] “Deluge (Mythes du)”, Encyclopédie Universalis., V, 405-406
[2] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/5:7, 13.
[3] Ömer Faruk Harman, "Tufan" maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, yıl: 2012, c. 41, s. 319-322.
[4] İsa Çelikdönmez, "Tarihin ve İnsanlığın Özeti: Türk Milleti", Fırat Haber, s. 11.
[5] Kurân-ı Kerîm, el-A‘râf 7/59-64; Hûd 11/25-49; el-Furkān 25/37; eş-Şuarâ 26/105-122; el-Kamer 54/9-16.
[6] Kamil Veliev, "Elin Yaddaşı Dilin Yaddaşı", Bakü 1988, s. 15.
[7] Mehmet Ali Atak, "Gılgamış Destanı", Anonim Yayıncılık, Ocak 2011, ISBN: 978-605-100-348-1, s. 9.
[8] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/5-9/17.
[9] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/5-8, 7/1-5, 7, 8-9, 10, 12, 16b, 17b, 22-23; 8/2b, 3a, 6-12, 13b, 20-22.
[10] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/5-13, 17; 7/4
[11] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/14-16.
[12] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/18-20; 7/2-9,13-16.
[13] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/2-3.
[14] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/14-16.
[15] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/1-4.
[16] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/7-9.
[17] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/10, 12, 16b, 22-23.
[18] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 8/6-22; 9/1-17.
[19] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/2-3.
[20] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/19-20.
[21] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/4, 12, 17; 8/6.
[22] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/4.
[23] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 7/11; 8/2.
[24] İncil, I. Petrus, 3/20-21.
[25] Doç. Dr. Yaşar Eren, "Jeoloji Mühendisliğine Giriş" (ders notu), Selçuk Üniversitesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü, Konya 2007.
[26] İncil, 2. Petros 214.
[27] Doç. Dr. İlyas Çelebi, "Kurân-ı Kerîm’de İnan-Cin Münasebeti", Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:13-15, İstanbul 1997, s.167.
[28] Kurân-ı Kerîm, el-A‘râf 7/133.
[29] Kurân-ı Kerîm, el-Ankebût 29/14.
[30] Kurân-ı Kerîm, Nuh 71/23.
[31] Kurân-ı Kerîm, Nuh 71/1-4.
[32] Kurân-ı Kerîm, eş-Şuarâ 26/118-119; Nuh 71/1-28.
[33] Kurân-ı Kerîm, Hûd 11/36-39.
[34] Kurân-ı Kerîm, Hûd 11/40-47; el-Mü’minûn 23/26-29; el-Furkān 25/37; el-Kamer 54/9-17.
[35] Kurân-ı Kerîm, el-Kamer 54/13.
[36] Kurân-ı Kerîm, Hûd 11/37.
[37] Kurân-ı Kerîm, Hûd 11/40.
[38] Mehmet Vehbi, "Hülasatü’l-Beyan fi Tefsir", 6:2338.
[39] Mehmet Paksu, "Hz. Nuh’un Gemisi Nasıldı?", http://www.nurdergi.com/tarih/926-hz-nuhun-gemisi-nasildi.html
[40] Kurân-ı Kerîm, Hud Suresi, 40.
[41] Fahrüddin Razî, "Tefsir-i Kebir", 17: 225.
[42] Elmalılı Hamdi Yazır, "Hak Dini Kur’an Dili", 4: 2780-1.
[43] Prof. Dr. Ural Akbulut, "Nuh’un Gemisi Ziftle mi Kaplanmıştı?", http://www.uralakbulut.com.tr/wp-content/uploads/2014/08/PETROL%C3%9C-S%C3%9CMERLER-VE-BAB%C4%B0LL%C4%B0LER-DE-KULLANIRDI-18-A%C4%9EUSTOS-2014.pdf
[44] http://www.gercekgundem.com/bilim-teknoloji/70300/nuhun-gemisi-yuvarlak-miydi
[45] http://haber.stargazete.com/dunya/nuhun-gemisi-boyle-mi-gorunuyordu/haber-939183
[46] Yard. Doç.Dr. Abdulmuttalip Arpa, "Hz. Nuh ve Tufân Bağlamında Kadîm Mezopotamya Havzasında İkinci Medeniyet İnşâsı", İstanbul Medeniyet Araştırmaları Merkezi, Uluslararası Medeniyet Kongresi Bildirisi, 17-19 Ocak 2014.
[47] http://tr.wikipedia.org/wiki/Cudi_Dağı
[48] Kurân-ı Kerîm, Hud Sûresi 11/44.
[49] Ali Bulaç, "Kurân-ı Kerim’in Türkçe Anlamı", Hûd Sûresi, Bakış Yayınları, İstanbul. ISBN 975-6920-14-9.
[50] http://tarihsitesi.net/turkiyenin-inanc-merkezleri/289-agri-dagi-buyuk-tufan-nuhun-gemisi.pdf
[51] Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 8:4.
[52] Müminun Sûresi, 23/29.
[53] Kurân-ı Kerîm, Hud Sûresi 11/48.
[54] Gertrude Bell, "Amurath to Amurath", Noahs Ark Search.
[55] http://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/nuh/nuhbell.asp
[56] http://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files//BIDEB/proje_yarismasi/2012_Sergi_Kitap/tarih.pdf
[57] Prof. Dr. Hikmet Tanyu, "Cudi Dağı" maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, yıl: 1993, c. 8, s. 79-80.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder