8 Şubat 2016 Pazartesi

KURAN'I KERİM TEFSİRİ (ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR) 32-SECDE:






    1-4- Kendilerine senden önce bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi korkutman için, buyurulduğu üzere "İçlerinde bir uyarıcı gelip geçmemiş olan hiçbir kavim yoktur." (Fâtır, 35/24). Şu halde burada "Kendilerine hiçbir uyarıcı gelmedi." denilmesi, "Ey kitap ehli, peygamberlerin bulunmadığı bir zamanda size (âyetlerimizi) açıklayan peygamberimiz gelmiştir." (Mâide, 5/19) âyetinin ifadesince fetret zamanına (peygamber bulunmayan devre) işaret olmuş olur. "...altı günde... sonra Arş üzerine istivâ etti (hakim oldu)." (A'raf, 7/54. âyete bkz.)

    5-6- Gökten yere, yukarıdan aşağıya emri tedbir eder (düzenler). Yani O'nun Arş'ta istivâsı (hükümran olması), Tevrat'tan zannedildiği gibi dinlenmek mânâsına değil, emri düzenlemekle hüküm ve saltanat yürütmek mânâsınadır.

    TEDBİR: Bir işin arkasını görerek ona göre gereğini tayin etmektir. Allah Teâlâ'nın tedbiri ise, hikmetine göre dilemesidir. Şu halde burada emir, "Umûr"un tekili olarak "şe'n" (iş) mânâsınadır. Yani dünyanın işini melekler gibi, semâvî sebepler ve kuvvetlerle yukarıdan aşağı indirmek suretiyle tedbir ve idare eder. Sonra da o iş, O'na çıkar. Bu şekilde bir emir, bir iş başladığı noktaya dönen bir devir ile son bulup kalkar, yalnız Allah'ın ilminde sabit kalır.

    Bir günde ki; bazıları bunu yalnız "Urûc"a bağlamışlarsa da tercih edilen hem "yüdebbiru", hem "ya'rucu" fiillerinin ikisine birden tenâzu' yoluyla taallukudur. Yani o emrin inmesi ve çıkması öyle bir günde, o kadar bir zamanda olur ki miktarı sizin saydıklarınızdan bin sene eder. Demek ki Allah'ın bir iradesinin hükmü olan bir emir, bir iş, bir olay bazen böyle bin senelik bir devir ile biter. Onun bir günü, böyle büyük bir devir teşkil eder. Onun için "gökleri ve yeri altı günde yarattı" denildiği zaman o günleri rastgele günler zannetmemelidir. Meâric Sûresi'nde (Meâric, 70/4) geleceği üzere bunun elli bin sene edeni de vardır. Demek ki, bin sene denilmesi örnek yoluyladır. Yahud bazı tefsircilerin dedikleri gibi "bin" tabiri uzun bir zamandan kinâyedir. Dolayısıyla daha az ve daha çok olmasına engel değildir.

    7-11- Yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır. Burada "hüsün" güzellik, hikmet ve menfaate uygunluktur. Gül güzel olduğu gibi dikeni de güzeldir. "Süzülmüş bir özden (sülâleden)... (Müminûn, 23/12-14. âyetlerine bkz.)

    "Değersiz bir sudan" ifadesi, "sülâle"den bedeldir. Bununla beraber sıfat olması da düşünülebilir.

    Meâl-i Şerifi

    12- Ey Muhammed! Günahkârların, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz." derlerken bir görsen!

    13- Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: "Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım." sözü hak olmuştur.

    14- "O halde bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan dolayı tadın azabı! İşte biz de sizi unuttuk. Yapmakta olduğunuz işler yüzünden tadın ebedî azabı!"

    15- Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman eder ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar.

    16- Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümid içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayıra sarfederler.

    17- Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez.

    18- Öyle ya iman eden kimse, fâsık olan gibi olur mu? Onlar eşit olamazlar.

    19- Evet, iman edip de salih amelleri işleyen kimselerin, yaptıklarına karşılık bir konukluk (ağırlanma) olarak me'vâ (barınak) cennetleri vardır.

    20- Ama fâsıklık etmiş olanların barınakları ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve kendilerine: "Haydi tadın o ateşin yalanlayıp durduğunuz azabını!" denir.

    21- Şu bir gerçek ki, onlara o en büyük azabdan önce yakın azabdan (dünyada) da tattıracağız. Umulur ki, (kötülükten) dönerler.

    22- Rabbinin âyetleriyle kendisine öğüt verilip de, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Gerçekten biz, günahkârlardan intikam alacağız.

    12-16- Çünkü biz sizi unuttuk. Yani unutmuş gibi cehennemde bıraktık. Yanları yataklardan uzaklaşır, hem korku, hem umutla Rablerine dua ederler; gece kalkar teheccüd kılarlar. Bir çokları Muaz b. Cebel (r.a.)den sahih olarak rivayet etmişlerdir ki, şöyle demiştir: "Bir seferinde peygamber (s.a.v.) ile beraberdim. Birgün yanında sabah etmiştim, yürüyorduk. 'Ey Allah'ın peygamberi' dedim. 'Bana bir amel haber ver ki, beni cennete koysun, cehennemden uzaklaştırsın.' Buyurdu ki: 'Büyük birşey sordun, bununla beraber o, Allah Teâlâ'nın nasib ettiği kimseye kolaydır, Allah'a ibadet edersin, O'na hiç ortak koşmazsın, namazı kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Kabe'yi haccedersin.' Sonra buyurdu ki: 'Sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç kalkandır, sadaka hataları söndürür ve gecenin göbeğinde adamın namazı' dedi. Sonra "Onların yanları yataklardan uzaklaşır..." diye iki âyet okudu" .

    17-22- Şimdi hiçbir kimse bilmez. Ve Allah'a yakın bir melek, ne de Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber. Onların yaptıkları amellere mükafat olarak kendileri için gözler aydınlığından, sevinçten neler gizlenmekte!.. Buharî ve diğerlerinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.)den şu kudsî hadis rivayet olunmaktadır: "Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ben salih kullarıma öyle şeyler hazırlamışımdır ki, hiçbir göz görmemiş, kulaklar işitmemiş, bir insanın hatırından da geçmemiştir." "(Onlara en büyük azabdan başka bir de yakın azabdan (tattıracağız)." Azab-ı ednâ; yakın azab, dünya azabı aza-ı ekber de âhiret azabıdır.

    Meâl-i Şerifi

    23- Andolsun ki biz vaktiyle Musa'ya kitap vermiştik. Şimdi de sen ona (öyle bir kitaba) kavuşmaktan şüphe içinde olma. Biz onu İsrailoğullarına doğru yolu göstren bir rehber kılmıştık.

    24- Onların içinden, sabrettikleri zaman bizim emrimizle doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. Onlar, bizim âyetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.

    25- Şimdi ihtilafa düştükleri şeyler hakkında şüphesiz ki Rabbin kıyamet günü aralarında ayırıcı hükmü verecektir.

    26- Kendilerinden önce, yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları nice kuşakları helâk etmiş olmamız, daha onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda nice ibretler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi?

    27- Ya hiç görmediler mi ki, biz kır yere suyu salıveriyoruz da onunla bir ekin çıkarıyoruz. Ondan hayvanları da yiyor, kendileri de. Hâlâ gözlerini açmayacaklar mı?

    28- Bir de "Ne zaman o fetih, eğer doğru söylüyorsanız?" diyorlar.

    29- De ki: "İnkâr edenlere o fetih günü iman etmeleri fayda vermez ve onlara göz açtırılmaz."

    30- Şimdi sen onlardan yüz çevir de gözet. Çünkü onlar da gözetmektedirler.

    23-30- Şimdi sen ona kavuşmaktan şüphe içinde olma. Yani vaktiyle Musa'ya verdiğimiz gibi şimdi de sûrenin başında açıklandığı üzere sana kitap veriyoruz. Bunda zerre kadar şüpheye düşme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder