17 Eylül 2017 Pazar

Sāmirī, Hebrew: / Zimri son of Salu,




Sâmirî
Kendilerini Firavun'un zulmünden kurtarıp Mısır'dan çıkaran peygamberleri Hz. Musa'dan, tapınmak için put isteyen İsrailoğullarına, Hz. Musa Allah'tan emir almaya gidip kendilerinden ayrıldığı bir sırada, fırsattan istifade ile istedikleri putu altından buzağı şeklinde yapan; bilgisiyle onun böğürmesini sağlayan ve yaptığı bu buzağının İsrailoğullarının ve Musa'nın gerçek ilahı olduğunu, Musa'nın da zaten bunu aramaya gittiği yalanını söyleyerek oradakilerin çoğunluğunun tapınmasını sağlayan; Musa'nın dönüşünden sonra ise hatalarını anlayan İsrailoğullarının kendisini yalnız bıraktığı, Musa tarafından lanetlenip kovulan, ölünceye kadar da yalnız yaşamak zorunda bırakılan put yapımcısı.
Kur'an-ı Kerim'in dört ayn süresinde Samiri'den ve yaptığı "altın buzağı"dan söz edilir; ancak Hz. Peygamber'in hadis-i şeriflerinde onun hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Müslümanların itibar edebileceği başka herhangi bir kaynak olmamasına rağmen, Tevrat'ta onunla ilgili olan (birçoğu ise İslâm'ın ruhuna aykırı) bir takım bilgiler müslümanlar arasında taraftar bulabilmekte, İsrailiyyat kaynaklı rivayetler, gerçek birer kaynak olarak kabul edilebilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de yer alan Samiri hakkındaki söz konusu âyetler şunları ifade ederler:
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Puta gönülden tapan bir kavme rastladılar:" Ey Musa; onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap!" dediler. Musa, "Doğrusu siz bilgisiz bir topluluksunuz" dedi ve ekledi: "Allah sizi alemlere üstün kılmışken size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım" (el-Araf 7/138, 140). Daha sonra, Allah'ın çağrısı üzerine İsrailoğullarının başında vekil olarak kardeşi Harun'u bırakarak, gerekli emirleri Rabbinden almak üzere önden giderken Harun'u uyardı: Kavmim içinde benim yerime geç; ıslah et bozgunculuk yapanların yoluna uyma" (el-A'raf, 7/142). Hz. Musa Allah tarafından tayin edilen kırk günden sonra Allah'ın çağırdığı yere (Tur-ı Sina'ya) vardı: "Seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevkeden nedir? (Niçin onları geride bırakıp geldin) ey Musa? (dedik). Onlar benim arkamdan geliyorlar; ya rab, razı olasın diye sana çabuk geldim' dedi. Allah, Biz senden sonra kavmini denedik, Samiri onları saptırdı' dedi... ' (Taha, 20/8385). Çünkü, Musa'nın ardından kavmi, süs eşyalarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak (bunu Samiri yapmıştı) onu kendilerine tanrı edindiler... Onu tanrı edinmekle kendilerine yazık ettiler" (el-A'raf 7/148): Allah'tan Tevrat'ı levhalar halinde alan Musa "Bunun üzerine çok kızgın ve üzüntülü olarak kavmine döndü. 'Ey kavmim, dedi; Rabbiniz size güzel bir vaadte bulunmamış mıydı? (Ayrılış) süre(si)mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız? (Harun'a itaat etmek suretiyle beni izlemediniz).' Dediler ki: Kendi malımızı harcamak suretiyle senin sözünden çıkmadık; fakat o milletin (Mısırlıların) süs (eşyas)ından bize yükletilmişti. Onları ateşe attık. Aynı şekilde Samiri de attı ve onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı (Herhalde Musa ya durumu izah edenler buzağıya tapmamış olanlardı ki, 'buzağıya tapanlardan onlar' diye sözederek kendilerini bu suçun dışında tutuyorlardı). Dediler ki, Bu sizin de tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat o unuttu (da gitti, Tanrıyı Tur civarında arıyor). Olayın başında Harun kendilerine, 'Ey kavmim, andolsun ki siz bununla denendiniz: Rabbimiz, o çok esirgeyen (Allah)tır. (Gelin) siz bana uyun, emrime itaat edin' demişti. '(Hayır) dediler, Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz.' Durumu öğrenen Musa, kardeşine döndü: Ey Harun, onların saptıklarını gördüğün zaman sana ne oldu (da önlemedin). Neden bana uymadın, (niçin benim yolumu takip etmedin, benim kızdığım gibi onlara tepki gösterip engel olmadın)? Emrime karşı mı geldin?' dedi ve elindeki Tevrat levhalarım atarak (kardeşinin sakalından saçlarından tutup silkeledi. Harun ise kardeşini sakinleştirmek için); "Ey anamın oğlu, dedi; sakalımdan başımdan çekme. Ben senin, İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin diyeceğinden korktum (da onun için senin gelmeni bekledim" (Taha, 20/86-94). Üstelik kavmi top yekün Harun'un karşısına dikilmiş ve daha fazla konuşmaya devam ederse öldüreceklerini bildirmişlerdi. Harun bunu da anlattı Hz. Musa'ya: "Ey anamın oğlu, bunlar beni güçsüz bıraktılar, az kalsın öldürüyorlardı; bana düşmanları sevindirecek biçimde davranma, beni bu zalim kavimle bir tutma, dedi " (el-A'raf, 7/150). Musa, "Rabbim!Beni ve kardeşimi bağışla, bize acı; sen merhametlilerin en merhametlisisin" dedi"(el-A'raf, 7/151) ve bu kez Samiri'ye döndü: "Ey Samiri, ya senin maksadın nedir?" (Samiri), "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım. Nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi." (Musa), "Defol git dedi. Artık hayat boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin. (Ahirette de) sana vaadedilen bir ceza var ki, ondan asla kaçamayacaksın. Şimdi durup tanrına bak; biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız" (Taha, 20/95-97). Altın buzağı yakılıp külleri denize savruldu. Samiri de kaçarak oradan uzaklaşınca pişman olan İsrailoğulları, "Elleri böğürlerinde çaresiz kalıp kendilerinin sapıtmış olduklarım gördüklerinde Eğer Rabbimiz, bize acımaz ve bizi bağışlamazsa muhakkak mahvoluruz' dediler" (el-A'raf, 7/149). Ancak Allah'ın vaadi vardı: "Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rabbin öfkesine ve dünya hayatında da alçaltılmışlığa uğrayacaklardır. İftira edenleri böyle cezalandırırız" (el-A'raf, 7/152). Hz. Musa İsrailoğullarına tevbelerinin kabul edilmesi için ne yapmaları gerektiğini açıkladı: "Ey kavmim! Buzağıyı tanrı edinmekle kendinize yazık ettiniz. Yaratıcınıza tevbe edin, nefislerinizi öldürün; bu, Rabbiniz katında sizin için daha hayırlıdır. Tevbenizi kabul edecek ve size acıyacak O'dur" (el-Bakara, 2/54). Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde, İsrailoğullarının Allah'ın emri gereğince birbirini öldürerek tevbe ettikleri bildiriliyor. Tevbenin kabul edilişi de haber veriliyor Kur'an'da: "Sonra bunun ardından, şükredesiniz diye sizi bağışlamıştık" (el-Bakara, 2/52). Bazı tefsirciler, tevbenin kabulünden sonra öldürülenlerin tekrar diriltildikleri görüşünü savunurken; bir kısmı ise, buzağıya tapmayan grubun tapanları öldürdüğünü, kötülüğe engel olmayarak işledikleri suçtan dolayı da affedildiklerini ve tevbelerinin kabul edildiğini bildirirler... Diğer yandan, Samiri'nin saptırdığı İsrailoğullarının da masum olmadıkları, buzağıya tapmaya ruhen hazır bir durumda oldukları da Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği haberler arasındadır: "Bir vakit, size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve dinleyin diye Tur'u üzerinize kaldırmıştık da sizden misak (söz) almıştık da "İşittik ve isyan ettik" demişlerdi. Küfürleri yüzünden kalplerine buzağı (sevgisi) yerleştirildi... " (el-Bakara, 2/93).
Samiri hakkında Kur'an-ı Kerim'deki bilgilerin tümü bu kadar; fakat Tevrat'tan ve hikayelerden yola çıkarak Samiri'yi tanıtan rivayetlere gelince; Tevrat'a göre İsrailoğullarına buzağı heykeli yapan ve ona tapınmalarını,isteyen kişi Samiri değil, Harun'dur; Samiri'den hiç sözedilmez.
"...ve bütün kavm kendi kulaklarındaki altın küpeleri çıkardılar ve onları Harun'a getirdiler. Ve onu ellerinden aldı ve oymacı aletiyle ona biçim verdi ve onu dökme buzağı yaptı ve dediler: Ey İsrail, seni Mısır'dan çıkaran ilahların bunlardır. Ve Harun onu gördü ve onun önüne mezbaha yaptı ve Harun ilan edip dedi: Yarın Rabbe bayramdır. Ve ertesi gün erkenden kalktılar ve yakılan takdimelerini getirdiler ve kavm yemek ve içmek için oturdular ve oynamak için kalktılar..." (Tevrat, Huruc Kitabı, Bab, 32, 3-6). Bir kısım müslümanlar Tevrat'ın bu âyetlerini dikkate alarak, put yapanın gerçekten Harun olduğunu ama bu Harun'un Hz. Harun değil putu yapan Samiri'nin olduğuna karar vermişlerdir. Onlara göre Samiri'nin adı Harun bin Cafer'dir, Samiriye'li olduğu için de Samiri denmektedir (Mevdudi, Tefhimü'l-Kur'an, III, 241).
Samiri'nin, İsrailoğullarının Samiriler kolundan bir kuyumcu olduğunu ileri sürenler Kur'an-ı Kerim'de geçen Samiri'nin "Ben onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım" (Taha, 20/96) âyetini şöyle yorumlarlar: Samiri, Hz. Musa ile aynı yıl doğmuştur; onun annesi Firavun'un katliamından kurtarmak için Samiri'yi bir mağaraya bırakır ve Allah'a emanet eder. Altın buzağı yapmakla görevli olan Samiri ise o güne kadar yaşaması gerektiğinden dolayı, Allah onun bakımı için Cebrail'i görevlendirir. Mağarada kaldığı süre içinde insan suretinde gelen Cebrail'i tanıyan Samiri, Cebrail, Hz. Musa'ya vahiy getirdiği zaman da onu görmüş ve tanımıştı. Zira Cebrail at sırtında bir adam kılığında gelmekteydi. Samiri onun atının bastığı yerdeki otların yeşillendiğini ve onun bastığı toprakta hayat cevherinin oluştuğunu görür ve diğerlerine farkettirmeden o topraktan bir avuç alır ve ileride kullanmak üzere saklar. Bu görüşü kabul edenler Samiri'nin yaptığı altın buzağının, içine atılan bu toprak sayesinde canlandığını, et ve kemiğe dönüştüğünü ve hatta yürüyüp böğürdüğünü ileri sürerler. Bir kısmı ise heykelin böğürmesini teknik bilgilerle açıklar ve heykeldeki bazı deliklerden geçen rüzgarın böğürme şeklinde ses çıkardığını söylerler.
Bu yorumcular tarafından bilinmezlikten kurtarılan diğer bir olay da altın buzağının nasıl yakılabildiğidir. Normal şartlarda altın madeninin yanıcı olmadığından yola çıkan bu yorumcular onun yakılabilmesi için kimyâ otu bulurlar. Cebrail (a.s), kurutulduktan sonra kalaya katıldığında gümüş, gümüş veya bakıra katıldığında altın üretilmesini sağlayan kimya otunu Hz. Musa'ya öğretir. Bu ot, altına atıldığında onu yakıp küle çevirmektedir. Hz. Musa Cebrail'in öğrettiği şekilde otu kurutur, döver ve buzağının üzerine saçar, buzağı anında kül olur... (Zübeyr Yetik, Samiri, 66, 67).
Yüce Allah müslümanlar için ibret olsun diye anlattığı tarihte gelip geçmiş olayları gerekli olduğu kadar anlatır; bilinmesinde hiç bir yararın olmayacağı ayrıntılara ise değinmez. Bu, Kur'an'ın genel yöntemidir. Çünkü Allah müslümanlara güzel anlar geçirmeleri için masal anlatmıyor.
Samiri'nin Hz. Musa tarafından kovuluşu hakkında da değişik görüşler vardır. "Defol, doğrusu artık yaşantında 'bana dokunmayın' demenden başka yapabileceğin yoktur" (Taha, 20/97) âyetini yorumlayan müfessirlerden bazısı onun hummaya yakalandığını bildirirken diğer bir kısmı cüzzam hastalığından sözetmektedirler. Tevrat'ın Levililer bölümünde şu bilgilere rastlanır: "Ve kendisinde cüzzam hastalığı olan adamın elbiseleri yırtılacak, saçları dökülecek ve üst dudağını kapayıp murdar murdar" diye bağıracak. Hastalık kendisinde devam ettiği bütün günlerde murdar olacaktır, pistir, yalnız başına oturacaktır. Meskeni ordugahın dışında olacaktır" (13, 45-46). Bu konuyla ilgili bir diğer rivayet ise şudur: "...Samiri, hemen insanlardan kaçmaya başlar. İnsanlar da ondan uzaklaşırlar ve her türlü ilişkiyi keserler. Bunun sonucu olarak, Samiri, yaşamı boyunca dağ başlarında, yabani hayvanlar arasında yaşar. Dolaşırken de sürekli "bana kimse dokunmasın" diye bağırır. Çünkü herhangi bir kimse Samiri'ye dokunsa, onunla ilişki kursa, hemen hem Samiri hem de ona dokunan kimse "humma"ya yakalanmakta, büyük acı çekmektedirler. Bu yüzden Samiri, zorunlu olarak insanlardan kaçmakta ve ömrünü tüketinceye dek böylece yaşayıp gitmektedir.
Samiri'nin çok cömert olduğunu, işte bu cömertliği dolayısıyladır ki, öldürülmediğini; "gerçek cezası ölümken, cömertliğinden ötürü öldürülmeyip insanların dışına çıkarıldığını yine rivayetlerden öğreniyoruz..." (Zübeyir Yetik, Samiri, 29).

85. He said: So surely We have tried your people after you, and the Samiri has led them astray.
86. So Musa returned to his people wrathful, sorrowing. Said he: O my people! did not your Lord promise you a goodly promise: did then the time seem long to you, or did you wish that displeasure from your Lord should be due to you, so that you broke (your) promise to me?
87. They said: We did not break (our) promise to you of our own accord, but we were made to bear the burdens of the ornaments of the people, then we made a casting of them, and thus did the Samiri suggest.
88. So he brought forth for them a calf, a (mere) body, which had a mooing sound, so they said: This is your god and the god of Musa, but he forgot.
89. What! could they not see that it did not return to them a reply, and (that) it did not control any harm or benefit for them?
90. And certainly Haroun had said to them before: O my people! you are only tried by it, and surely your Lord is the Beneficent God, therefore follow me and obey my order.
91. They said: We will by no means cease to keep to its worship until Musa returns to us.
92. (Musa) said: O Haroun! what prevented you, when you saw them going astray,
93. So that you did not follow me? Did you then disobey my order?
94. He said: O son of my mother! seize me not by my beard nor by my head; surely I was afraid lest you should say: You have caused a division among the children of Israel and not waited for my word.
...........................................

85. Dijo: "Hemos probado a tu pueblo después de irte, y el samaritano les ha extraviado".
86. Y Moisés regresó a su pueblo, airado, dolido. Dijo: "Pueblo! No os había prometido vuestro Señor algo bello? Es que la alianza os ha resultado demasiado larga o habéis querido que vuestro Señor se aíre con vosotros al faltar a lo que me habéis prometido?"
87. Dijeron: "No hemos faltado por propio impulso a lo que te habíamos prometido, sino que se nos obligó a cargar con las joyas del pueblo y las hemos arrojado. Y lo mismo hizo el samaritano".
88. Éste les sacó un ternero, un cuerpo que mugía, y dijeron: "Este es vuestro dios y el dios de Moisés. Pero ha olvidado".
89. Es que no veían que no les daba ninguna contestación y no podía ni dañarles ni aprovecharles?
90. Ya antes les había dicho Aarón: "Pueblo! Sólo se os ha tentado con él. Vuestro Señor es el Compasivo. Seguidme, pues, y obedeced mis órdenes!"
91. Dijeron: "No dejaremos de entregarnos a su culto hasta que Moisés haya regresado".
92. Dijo: "Aarón! Cuando has visto que se extraviaban, qué es lo que te ha impedido
93. seguirme? Has desobedecido mis órdenes?"
94. Dijo: "Hijo de mi madre! No me cojas por la barba ni por la cabeza! Tenía miedo de que dijeras: Has escindido a los Hijos de Israel y no has observado mi palabra'".
.............................................................

85. Disse-lhe (Deus): Em verdade, em tua ausência, quisemos tentar o teu povo, e o samaritano logrou desviá-los.
86. Moisés, encolerizado e penalizado, retornou ao seu povo, dizendo: Ó povo meu, acaso vosso Senhor não vos fez uma digna promessa? Porventura o tempo vos pareceu demasiado longo? Ou quisestes que vos açoitasse a abominação do vosso Senhor, e por isso quebrastes a promessa que me fizestes?
87. Responderam: Não quebramos a promessa que te fizemos por nossa vontade, mas fomos obrigados a carregar os ornamentos pesados do povo, e os lançamos ao fogo, tal qual o samaritano sugeriu.
88. Este forjou-lhes o corpo de um bezerro que mugia, e disseram: Eis aqui o vosso deus, o deus que Moisés esqueceu!
89. Porém, não reparavam que aquele bezerro não podia responder-lhes, nem possuía poder para prejudicá-los nem beneficiá-los?
90. Aarão já lhes havia dito: Ó povo meu, com isto vós somente fostes tentados; sabei que vosso Senhor é o Clemente. Segui-me, pois, e obedecei a minha ordem!
91. Responderam: Não o abandonaremos e nem cessaremos de adorá-lo, até que Moisés volte a nós!
92. Disse (Moisés): Ó Aarão, que te impediu de fazê0los voltar atrás, quando viste que se extraviavam?
93. Não me segues? Desobedeceste a minha ordem?
94. Suplicou-lhe (Aarão): Ó filho de minha mãe, não me puxes pela barba nem pela cabeça. Temi que me dissesses: Criaste divergências entre os israelitas e não cumpriste a minha ordem!
.....................................................................
Taha 83- 99 Tefsiri: Samiri- Buzağı
    Cebrailin Atının Ayak İzinden Alınan Toprak Meselesi:

    İBNİ KESİR TEFSİRİNDEN:
    83 — Ey Musa, seni kavminden daha çabuk gelmeye sevk eden nedir?
    84 — Dedi ki: Onlar izim üzerindedirler. Rabbim, hoşnut olman için Sana çabucak geldim.
    85 — Buyurdu: Doğrusu Biz, senden sonra kavmini sınadık ve Sâmirî de onları saptırdı.
    86 — Musa kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü ve: Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir va'dde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti aradan, yoksa Rabbinizin gazabına uğramak istediniz de mi bana verdiğiniz sözden caydınız? dedi.
    87 — Onlar: Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O kavmin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı ve biz onları (ateşe) attık. Sâmirî de aynı şekilde attı, dediler.
    88 — Derken o, kendilerine böğüren bir buzağı heykeli çıkarmıştı. Dediler ki: işte bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat o, unuttu.
    89 — Görmüyorlar mıydı ki o, kendilerine ne bir söz söyleyebilirdi, ne bir zarar, ne de bir fayda verebilirdi.
    90 — Andolsun ki daha önce Harun da onlara: Ey kavmim, siz bununla sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman’dır. Bana uyun ve emrime itaat edin, demişti.
    91 — Onlar da: Musa bize dönene kadar, buna sarılmaktan asla vazgeçmeyeceğiz, demişlerdi.
    92 — Dedi ki: Ey Harun, bunların saptıklarını görünce ne alıkoydu seni,
    93 — Benim ardımdan gelmekten? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?
    94 — O da: Ey anamın oğlu; saçımdan, sakalımdan tutma. Doğrusu; İsrâiloğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın, demenden korktum, dedi.
    95 — Ya senin zorun neydi ey Sâmirî? dedi.
    96 — O da: Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Ve bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim bana bunu hoş gösterdi, dedi.
    97 — Dedi ki: Haydi git, doğrusu hayatta artık; bana dokunmayın, demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç kaçamayacağın bir ceza günü var. Sarılıp durduğun üstüne düşüp tapındığın ilâhına bak; yemin olsun ki Biz onu yakacağız, sonra da parça parça edip denize atacağız.
    98 — Sizin ilâhınız, ancak O'ndan başka hiç bir ilâh olmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

    AÇIKLAMA:
    Hz. Musa (a.s.) Sâmirî'ye : Bu yaptığına seni sevk eden nedir? Senin karşına çıkan neydi ki bu yaptığını yaptın? Demişti. Muhammed îbn îshâk'ın Hakîm İbn Cübeyr kanalıyla... îbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Sâmirî; Bâcermâ ahalisinden birisiydi. O, ineğe tapınan bir kavimdendi. İneğe tapınma sevgisi gönlüne yerleşmişti, îsrâiloğullarıyla beraber Müslüman olduğunu izhar etmiş olup bu Sâmirî'nin adı Musa İbn Zafer idi. İbn Abbas’tan gelen rivayetlerden birine göre; o, Kirman’dan idi. Katâde ise : Adı Samerrâ olan bir kasabadandı, demiştir.
    O da: «Onların görmedikleri bir şey gördüm. (Firavun'u helak etmek üzere geldiğinde Cibril'i gördüm.) Ve o elçinin (kısrağının) bastığı yerden bir avuç avuçladım.» dedi. Birçok nıüfessirin veya müfessirlerin ekserisinin yanında meşhur olan açıklama budur. İbn Ebu Hâtim'in Muhammed İbn Ammâr îbn Haris kanalıyla... Hz. Ali (r.a.) den rivayetine göre; o. şöyle demiştir: Cibril (a.s.) inip te Hz. Musa'yı göğe yükselttiğinde insanların arasından Sâmirî onu (Cibril'i) görmüş ve kısrağının bastığı yerden bir avuç toprak avuçlamış. Cibril, Musa'yı arkasına bindirmiş ve nihayet göğün kapısına yaklaştığı zaman yükselmiş. Allah Teâlâ levhaları, Hz. Mûsâ kalemlerin levhalardaki cızırtılarını işitirken yazmış. Allah Teâlâ Hz. Musa'ya kavminin, arkasından imtihan edildiğini haber vermiş. Hz. Mûsâ inmiş ve buzağıyı alıp yakmış. Bu haber garîbdir.
    -Mücâhid, «O elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım.» âyeti hakkında şöyle demiş : Cibril'in kısrağının tırnağının altından bir avuç toprak avuçlamış. Âyette geçen ( KABZA ) kelimesi; avuç dolusudur ve kabza parmakların ucuyla (alınan avuç dolusu) şeydir. Mücâhid der ki: Sâmirî elinde olan şeyi İsrailoğullarının ziynet eşyaları üzerine atmış, onlar da böğürrmesi olan bir buzağı cesedi kalıbına girmiş. Onda hafîf bir rüzgâr varmış ki böğürmesi işte budur.
    -İbn Ebu Hâtim'in Muhammed İbn Yahya kanalıyla... İkrime'den rivayetle anlattığına göre [Sâmirî elçiyi görmüş. Kalbine ilham olunmuş ki: Eğer sen, bu kısrağın izinden bir avuç toprak alır da onu bir şey içine atar ve ona “ol” dersen o da (istediğin şey) oluverir. Elçinin ayak izinden bir avuç toprak almış. Parmakları bu bir avuç toprak üzerinde kurumuş. Hz. Mûsâ Rabbı ile buluşmaya gittiğinde; İsrailoğulların Firavun ailesinden ödünç almış oldukları zînet eşyaları hakkında Sâmirî : Sizin başınıza gelenler ancak bu zînet eşyaları yüzündendir. Onlan bir araya toplayın, demiş. Onları toplamışlar ve üzerine ateş yakmışlar da onlar erimiş. Sâmirî bunu görünce kalbine şöyle bir fikir düşürülmüş : Şayet sen, bu bir avuç toprağı bunların içine atar da, «ol» dersen; istediğin şey olur. Bir avuç toprağı atmış ve ol demiş. Bunlar kendisi için böğüren bir buzağı olmuş ve o da: «îşte bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır.» demiş. Bunun içindir ki Sâmirî : «Atanlarla birlikte ben de onu attım. Nefsim böyle yaptırdı bana.» O esnada nefsim bunu bana güzel gösterdi, demiştir. Hz. Mûsâ da : «Haydi git, doğrusu (nasıl ki elçinin izinden alma ve dokunma hakkın olmayan bir şeye dokunup aldıysan) hayatta artık; bana dokunmayın, demenden başka yapacağın bir şey yoktur.» Dünyada iken senin cezan; bana dokunmayın, demendir. Sen insanlara dokunamayacaksın, onlar da sana dokunamayacaklar, demiş ve şöyle devam etmiş : «Bir de senin hiç kaçamayacağın bir ceza günü, (kıyamet günü) var.»]


    -Katâde «Doğrusu hayatta artık; bana dokunmayın, demekten başka yapacağın bir şey yoktur.» âyeti hakkında der ki : Bu onlar için bir ceza olmuştur. Bugün onlardan arta kalanlar da aynı şekilde : Bana dokunmayın, derler.
    «Bir de senin hiç kaçamayacağın bir ceza günü var.» âyeti hakkında Hasan, Katâde ve Ebu Nehîk : Ondan kaçıp uzaklaşamayacağın, kaybolamayacağın, açıklamasını getirirler. «Sarılıp durduğun, üstüne düşüp tapındığın ilâhına (ibâdet ettiğin buzağıya bir) bak; yemîn olsun ki Biz onu yakacağız.» İbn Abbâs'-tan rivayetle Dahhâk ve Süddî derler ki: Hz. Mûsâ onu eğelerle yontup ufalamış ve ateşe atmıştır.
    - Katâde der ki: Altından olan buzağı et ve kana dönüşmüş de Hz. Mûsâ onu ateşte yakmış sonra küllerini denize atmıştır. Bunun içindir ki: «Sonra da parça parça edip denize atacağız.» demiştir.
    -İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam'ın Hz. Ali (r.a.) den rivayetine göre o şöyle demiş : ((Hz. Mûsâ Rabbma gitmekte acele etmişti. îşte o zaman Sâmirî kalkmış, İsrâiloğulları kadınlarının süs eşyalarından güç yetirebildiklerini toplamış, ona bir buzağı heykeli şekli vermiş. Hz. Mûsâ (Tûr'dan dönüşünde) buzağıya yönelip onun üzerine eğeleri koyup onunla yontup ufalamış. O, nehrin kenarında imiş. Buzağıya tapınanlardan bu sudan kim içmişse yüzü altın gibi sararmış. Hz. Musa'ya : Bizim tevbemiz nedir? diye sormuşlar da o : Birbirinizi öldürmenizdir, demiş. Süddî de böyle söylemiş olup bunun genişçe açıklaması Bakara sûresi tefsirinde, sonra da «Fitneler» hadîsinde geçmişti.
    «Sizin ilâhınız, ancak O'ndan başka hiç bir ilâh olmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.» Hz. Mûsâ (a.s.), onlara şöyle diyor : Bu sizin ilâhınız değildir. Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. Kullara Rabb olmaya ancak O lâyıktır. İbâdet de ancak O'na yaraşır. Her şey O'na muhtaçtır ve her şey Rabba (Rabbıma) kuldur. «O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.» O, her şeyi en iyi bilendir. «Ve Allah'ın gerçekten her şeyi ilmiyle kuşatmış olduğunu bilesiniz.» (Talâk, 12), «Ve her şeyi bir sayı ile sıralamıştır.» (Cinn, 28), «Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir.» (Sebe', 3), «Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitaptadır.» (En'âm, 59), «Yeryüzünde yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, rızkı. Allah'a âit olmasın. Onların durup dinlenecek ve saklanacak yerlerini de O bilir. Hepsi apaçık kitaptadır.» (Hûd, 6). Bu husustaki ayetler gerçekten pek çoktur.

    ***************


    Taberi Tefsirinden:
    83- (Musa kavminden önce Tûr dağına koşunca) "Seni kavminden önce davranmaya sevkeden nedir ey Musa." dedik.
    Hz. Musa, Firavun helak olduktan sonra kavmiyle birlikte, putlara ta­pan bir topluluğun yanından geçip giderken rabbiyle konuşmak üzere kırk gün­lük bir mühlet aldı. Bunun üzerine kardeşi Harun'u, İsrailoğullannın başına Halife tayin edip kendisi acele olarak Tûr dağına gitti. Bu sebeple Allah Teala ona: "Ey Musa, kavminden önce acele etmene sebep nedir?" diye sordu. Musa da rabbine şu cevabı verdi:

    84-Musa: "İşte onlar peşimdeler. Razı olman için acele ettim ya rabbî." dedi.
    Musa da şu cevabı verdi: "Ey rabbim, Onlar da benim arkamdan geliyor­lar. Tûr dağına yakın bir yerde konaklayacaklar. Benim acele etmemin sebebi ise senin razı olmandır."

    85- Allah: "Şüphesiz biz, senden sonra kavmini imtihan ettik. Samirî onları saptırdı." dedi.
    Ey Musa, sen, kavminden ayrıldıktan sonra biz onları buzağıya tapma imtihanından geçirdik. Sâmirî adında birisi onları buzağıya taptırarak hak yoldan saptırdı."

    86- Musa, büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü: "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Aradan çok mu zaman geçti? Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi.
    Hz. Musa, kendisi için takdir edilen kırk günü tamamladıktan sonra kavmi îsrailoğularının yanına öfkeli bir şekilde döndü ve onların, içine düştük­leri, "buzağıya tapma" zilletine üzülerek şöyle dedi: "Ey kavmim, rabbiniz size: "Şüphesiz ki ben, tevbe edip iman edeni, salih amel işleyip doğru yolda devam edeni affediciyim. Tûr dağında Musa ile konuşup ona Tevrat'ı vereceğim. Size gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indireceğim" diye güzel vaadlerde bulun­madı mı? Benim sizden ayrılmamdan ve Allah'ın size verdiği nimetlerden sonra çok bir zaman mı geçti? Yoksa buzağıya taparak rabbınizın gazabına mı uğra­mak istediniz de bana verdiğiniz sözü bozarak buzağıya taptınız?" dedi.

    87- Şöyle cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irade­mizle caymadık. Fakat Mısır'dan çıkarken o kavmin mücevherlerinden yükler dolusu alıp götürmüştük. Biz onları ateşe attık. Sâmirî de yanındaki mücevherleri oraya attı."
    İsrailoğullan, kendilerini müdafaa ederek şöyle dediler: "Ey Musa, biz kendi isteğimizle, sana verdiğimiz "Allah'a ibadet etme" vaadinden caymadık. Fakat bizler Mısır'dan, Kıptî'lere ait olan ve "Yarın bayramımız var verin de o gün takınalım." diyerek emanet aldırdığımız ziynet eşyalarını, Harun'un bize emretmesiyle bir çukura attık: Sâmirî de Cebrail'in atının izinden aldığı bir avuç toprağı onların üzerine serpti."

    88- Nihayet Sâmiri onlara, içinden rüzgâr geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yaptı. Sâmirî ve taraftarları: "Sizin de ilahınız Musa'nın da ilahı budur. Fakat Musa bunu unuttu." dediler.
    Abdullah b.Abbas, bu âyet-i Kerimeyi, mealde geçen şekliyle izah et­miştir. Yani buzağı canlı bir varlık olmamış fakat arkasından girip ağzından çı­kan rüzgâr, onda böğürür gibi bir ses meydana getirmiştir. İşte İsraiİoğullan bu yapmacık sese kanarak buzağıya tapınmışlardır.
    Diğer müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "İsrailoğullannın, Mısır Kıptîlerine ait olan süs eşyalarını emanet alıp sonra da onları kaçırınca Hz. Harun onlara bu eşyaları bir çukura doldurarak tek bir külçe haline getirme­lerini ve Musa gelince bu külçeyi ne yapacaklarına karar vermesi gerektiğini söylemiş onlar da bu emre uyarak getirdikleri bu ziynet eşyalarını o çukura at­mışlardır. Onlarla birlikte Mısır'dan ayrılıp gelen ve buzağıya tapan bir kavim­den olan kuyumcu Sâmirî, Firavun'un denizde boğulduğu sırada Cebrail'in atıyla geçtiğini görünce, atının izinden bir avuç toprak almış ve bu toprağı, külçeyi buzağı haline getirmeden evvel veya sonra onun üzerine serpmiş külçe de ger­çekten böğüren bir hayvan haline gelmiştir."
    İsrailoğulları, buzağı böğürürken secdeye kapanır tekrar böğürünce de secdeden kalkarlarmış. Hz. Harun'un, kendilerini uyarmasına rağmen İsrailoğul­lan Sâmirî'nin sözüne uyarak bu buzağıya tapmış ve inkâra sapmışlardır.

    89- Onlar bu buzağının, kendilerine sözle hiçbir mukabelede bulun­madığını, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermediğini gömüyorlar mıydı?
    Alah Teala bu âyet-i Kerimede İsrail oğullarına cevap veriyor ve onların beyinsizliğini ve ne kadar basit düşündüklerini açıklıyor. Zira buzağı onlarla ne konuşmuş ne de herhangi bir zarar veya menfaat vermiştir. Kendilerine çeşitli nimetler veren ve onları zorba Firavun'un elinden kurtaran Allah'ı bırakıp ta böyle bir şeye tapmaları ne kadar ahmakça bir davranıştır. Ayrıca Hz. Harun onları uyarmış bu fitneye düşmemelerini istemiştir.

    90- Doğrusu daha önce Harun onlara şöyle demişti: "Ey kavmim siz bununla imtihan edildiniz. Muhakkak ki sizin rabbiniz, rahman olan Al­lah'tır. (Sapık yolu bırakıp) bana uyun ve emrime itaat edin."
    Halbuki Harun, daha Musa İsrail oğullarına dönmeden önce buzağıya ta­panlara şöyle demişti: "Ey kavmim, Allah sizin imanınızı ve dininize ne derece bağlı olduğunuzu denemek istedi. Sizin rabbiniz bu buzağı değil, rahmeti bütün yaratıkları kaplayan Allah'tır. Buzağıya tapmayı bırakıp sadece Allah'a ibadet etmekte bana uyun ve emrime itaat edin.

    91- Kavmi: "Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçme­yeceğiz."1 dediler.
    Fakat İsrailoğullanndan buzağıya tapanlar: "Musa bize dönünceye kadar biz buzağıya tapmaya devam edeceğiz." dediler.

    92-93- Musa dönünce: "Ey Harun, bunların sapıttıklarını gördüğün­de, bana uymana mâni neydi? Emrime karşı mı geldin?" dedi.
    Hz. Musa, kavmi ile konuşup onları, sapıklığa düştüklerinden dolayı azarladıktan sonra kardeşi Harun'a yönelmiş ve ona: "Bunların, Allah'ın dinin­den ayrılıp buzağıya taptıklarını gördüğün halde bana tâbi olmana mâni neydi? Yoksa emrime karşı mı geldin?" dedi.
    Görüldüğü gibi, Hz. Musa, Hz. Harun'u kendisine itaat etmemekle suçla­maktadır. Halbuki Hz. Harun buzağıya tapanları uyarmıştı. O halde, Hz. Musa onu neden bu şekilde suçluyor?
    Abdullah b.Abbas diyor ki: "Hz. Musa, kardeşi Hz. Harunun, buzağıya tapmayanlarla birlikte, buzağıya tapanları bırakıp peşinden gelmeleri icap ettiğine işaret etmekte ve bu sebeple de Hz. Harunu suçlamaktadır. Hasan-ı Basri di­yor kiO "Hz. Musa kardeşi Harun'un, buzağıya taparak sapıklığa düşen İsrail-oğullarını düzeltmesi gerektiğine işaret etmiştir. Bu sebeple "Neden vazifeni yap­madın? Yoksa emrime isyan mı ettin?" demiştir.

    94- Harun: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben: "İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin." demen­den korktum." dedi.
    Hz. Musa, Hz. Harun'a söyleyeceklerini söyledikten sonra onun saçın­dan ve sakalından yakalayıp sarsmış bunun üzerine Harun da ona: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve saçımı tutma. Ben, "İsrail oğullarını böldün ve sözümü dinle­medin." diyeceğinden korktum." cevabım vermiştir.
    Hz. Harun, Hz. Musa'ya hitab ederken, öz kardeş oldukları halde: "Ey anamın oğlu." diye hitab etmiş böylece Hz. Musa'nın merhametini celbetmek is­temiştir.
    95- Musa Sâmirî'ye: "Ey Sâmirî ya senin yaptığın nedir?" dedi.
    Musa Shamirî'ye: "Ey Sâmirî sana ne oldu? Seni bu işi yapmaya sürükle­yen nedir?" diye sordu.
    Burada adı geçen Sâmirî'nin kim olduğu hakkında farklı görüşler zikre­dilmiştir. Abdullah b.Abbas'dan rivayet edilen bir görüşe göre bu adam, sığıra tapan bir kavimdendi. Sığıra tapma sevgisi kalbinde olduğu halde, Müslüman olduğunu söyleyerek îsrailoğullan ile birlikte Mısır'dan çıkmıştı. Hz. Musa'nın, kavminden ayrıldığını ve vaad ettiği otuz gün içinde dönmediğini görünce içinde taşıdığı inancını İsrail oğullarına da aşılamaya çalışmıştır. Bu adamın "Kirman" veya "Sâmira" şehirlerinden olduğu söylenmektedir.

    96- Sâmirî: "Ben, İsrailoğularının görmediklerini gördüm. Ben, elçi­nin izinden bir avuç (toprak) alıp (Erimiş mücevheratın içine) attım. İşte böyle, bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi.
    Bu âyet-i Kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bir izah şekli şöyle­dir: "Ben, İsrailoğullannın bilmediği bir şeyi bildim. Cebrail'in atının izinden bir avuç toprak aldım ve onu, erimiş mücevheratın içine serptim. Böylece olan oldu."
    Bu izah şekline göre Cebrail'in atının izinden alınan toprağın fevkaladeli­ğini İsrail oğulları bilmediği halde Sâmirî'nin nasıl bildiği hususu kapalıdır.
    Diğer bir izah şekli şöyledir: "Ben, İsrailoğullarının görmediği bir şeyi gördüm. Yani, Cebrail'i, Firavun'u helak ederken veya Musa'yı vahiy almak için göğe çıkarken gördüm ve onun atının izinden bir avuç toprak alıp erimiş mü­cevheratın içine attım ve olan oldu."
    Bu izah şekline göre de, Israiloğulları Cebrail'i görmediği halde Sâmirî'nin onu nasıl görebildiği hususu beyan edilmemektedir. Ayrıca Sâmirî'nin, Cebrail'in atının izinden alınan toprağın etkili olacağını nasıl bildiği hususu da zikredilmemektedir.
    -Diğer bir izah şekline göre: Sâmirî demek istemiştir ki "Ey Musa, ben se­nin hareketlerini ve dinini gördüm ve onun hak olmadığı kanaatine vardım. İşte senin bu dininden, eserinden bir avuç aldım ondan bazı şeyler edindim ve onu yine sattım. Onunla amel etmek istemedim." Bu izah şekline göre Sâmirî bu hareketiyle bilerek ve isteyerek dinden çıkmış cezası da hayatı boyunca bir izdirap içinde yaşamak üzere kovulmak olmuştur.
    -Bir başka izah şekline göre de Sâmirî, yaptığı fenalığı izah etmek ve ken­di durumunu kurtarmak için "Elçinin ayağının izi" hikâyesini uydurmuş ve yap­tığı işe böyle esrarengiz bir hava vermek istemiştir. Aslında böyle bir olay yok­tur. Bu, Sâmirî'nin uydurmasıdır.
    Bütün bu hususlar hakkında nakledilen zayıf kıssalara itibar etme yerine durumu Allah'a havale etmek en doğru davranıştır. Zira herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
    97- Musa Sâmirî'ye şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: "Bana dokunmayın." diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayaca­ğın, vaat edilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun İlahına şimdi ne yapaca­ğız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."
    Hz. Musa, Sâmirî ile konuştuktan sonra onu kovmuş ve ona: "Sen ha­yatın boyunca: "Ne ben kimseye dokunacağım ne de kimse bana dokunsun." di­yeceksin." demiştir.
    Hz. Musa, Sâmirî ile münasebetlerin kesilmesini, onunla oturulup kalkıl­mamasını, yenilip içilmemesini ve onunla alış veriş yapılmamasını emretmiş Sâmirî de bundan sonra tek başına yaşamak zorunda kalmıştır.
    Hz. Musa, Sâmirinin yapmış olduğu ve İsrail oğullarının taptığı buzağı heykelini yakmış ve onun kalıntılarını denize serpmiştir.
    98- Sizin ilahınız ancak, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Al­lah'tır. Onun ilmi herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.
    Ey kavmim, sizin ilahınız buzağı değildir. Sizin ilahınız, kendisinden başka ibadete layık hiçbir şey bulunmayan Allah'tır. İbadet ancak ona yapılır. Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ona gizli değildir.
    ***************

    1-Ötekilerin Görmeyip Samirinin Gördüğü Neydi?
    2- Samiri’nin Resulün Eserinden aldığı ve attığı bir tutamlık şey neydi?

 

    1-Ötekilerin Görmeyip Samirinin Gördüğü Neydi?
    2- Samiri’nin Resulün Eserinden aldığı ve attığı bir tutamlık şey neydi?
    -Ötekilerin görmeyip Samirinin gördüğü ne Cebraildi ve ne de atiydi.
    Resulün izinden aldığı da toprak değildi.
    -Peki neydi bunlar?
    -İşte bunları bulmaya çalışacağız Allah’ın yardımıyla.

    Taha Suresi 95-98 ayetlerinde, rüzgâr eserken ses veren bir buzağı heykeli yaparak İsrail oğullarını ona tapındıran Samirilı heykel ustasıyla Hz. Musa’nın konuşması dile getirilir. Fakat bu olay izah edilirken yukarıda örnek olarak verdiğim rivayet tefsirlerinden İbni Kesir ile Taberi Tefsirindeki hiçbir delile dayanmayan, Allah Resulune de isnat edilmeyen (ki, iyi ki edilmemiş) fakat sahabenin ileri gelenlerine isnat edilen akıl ve bilim dışı rivayetleri gördünüz. Bunları özetlersek:
    1) Güya Samirili usta, Hz. Musaya gelip giden Cebrail (as)ın atının ayağının bastığı yerdeki toprakların yeşerdiğini görmüş de Hz. Musa oradan ayrılınca o topraktan bir tutam almış, kavmin elinde bulunan altınlardan alarak erittiği eriyiğin içine katarak bir buzağı heykeli dökmüş, bu toprağın etkisiyle buzağı gibi böğüren mucizevi bir buzağı heykeli oluşmuş.
    2)Cebrail Hz. Musayı vahiy almak için göğe çıkarmaya geldiği zaman cebrailin atının izinden toprak almış .[NOT: Hz. Musa vahiy almak için göğe mi çıkarılmış?]
    3) Buzağı boğazlanınca canlı gibi kan akmış…vs…

    Görüldüğü gibi rivayet tefsirlerinin en büyük mahsuru, belki faydası olur düşüncesiyle her duydukları rivayeti akla, mantığa, bilime, tarihi gerçeklere uygun olup olmadığına bakılmadan tefsirlerine almış olmalarıdır. Bu da dine, bir sürü hurafenin karışmasına kapı açmıştır. Hatta aklını kullanan bir çok insanın da dinden soğumasına, hatta İslam dininden çıkmasına sebep olmuştur. Onun için bu tip tefsirleri dini bilgisi az olanlara hiç tavsiye etmem. Ancak doğruyu, eğriyi birbirinden ayırabilecek durumda olanlara, elternatif fikirler sunması bakımından faydalı olabilirler. Onun için zaten günümüzde hiçbir müfessir onlara göz atmadan tefsir yazmaz.

    Maalesef müdekkik büyük Müfessir rahmetlik Elmalılı Hamdi Yazır dahi bu rivayetlerin etkisinden kendini kurtaramamıştır: Örneğin:

    [Elmalılı]95. Musa: Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî? dedi.
    96. O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.
    97. Musa: Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: "Bana dokunmayın!" diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!
    98. Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

    [Suat Yıldırım] 95 - Bu sefer Samiriye dönerek: "Samiri! peki senin derdin nedir?" dedi.
    96 - "Ben, dedi, ben onların görmedikleri bir şeyi gördüm. O Resûl'ün izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi."
    Samiri bu sözü ile şunu demek istemişti: "Ben onların göremediklerini, yani Hayat bineği üzerinde sana gelen Cebrail (a.s) ı, gördüm. Kalbime bu duygu geldi, onun izlerinden bir avuç toprak aldım, onun bereketinden yararlanmak istedim."
    97 - "Defol!" dedi. Musa, artık ömür boyunca sen: "Bana dokunmayın, benden uzak durun!" diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın. Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var. Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız." Samirinin bundan sonra ağır bir bulaşıcı hastalığa yakalanması sebebiyle yalnızlığa terkedilmiş olması mümkündür. Bir kısım oryantalistler Samiri'yi, Hz. Musadan birkaç asır sonra kurulan Sameriyye şehrinden sanıp, Kur'an'ın tarihi bir noksanlık yaptığını, iddia ederler. Onlara kalsa Hz. Peygamber (a.s) (haşa) Yahudi kaynağından aldığı bilgiyi böyle anlatmış olmaktadır. Oysa Samiri özel isim olmayıp, Samiri ırk ve bölgesine mensubiyet bildirir. Mezepotamya'nın en meşhur halklarından olan Sümerler vardı. Mısırlıların, bu konumda olan şahıslara Samiri veya Sameri demiş olmaları rahatlıkla düşünülebilir. (Mevdudî, Tefhim) Mevcut Tevrat nüshalarında bu konu "Çıkış" kitabı boyunca anlatılır. Bu arada, peygamberlik hakkında iftiralara da rastlanır (Mesela; güya Harun (a.s) buzağı heykelini yapıp İsrailoğullarını ona tapmaya çağırmıştır. (Çıkış, 32, 1-6)
    98 - Sizin ilahınız yalnız Allah. Ondan başka yoktur ilah. O herşeyi ilmi ile ihata etmiştir.


    Şimdi ayeti, Metinden Hareketle Anlamaya Çalışalım:
    قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِىُّ (95) قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ
    الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذلِكَ سَوَّلَتْ لى نَفْسى (96) قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِى الْحَيوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ وَانْظُرْ اِلى اِلهِكَ الَّذى ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِىالْيَمِّ نَسْفًا (97)
    اِنَّمَا اِلهُكُمُ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَىْءٍ عِلْمًا (98)
    95. Musa: “Ey Samiri, nedir senin zorun?” dedi.
    96. Ben dedi, onların görmedikleri bir şeyi gördüm. Dolayısıyla o elçinin izinden (öğretisinden) bir tutam (bir miktarcık) almıştım onu da atıverdim. Böylesi nefsime hoş geldi.
    [ KABEZE=Parmak ucu ile bir şey almak, bir tutam almak…KABZETEN:mastar binai merredir; bir defa almak manasınadır. “MİN ESERİRRESUL”deki ESER: iz veya öğreti demektir.Başka bir ifadeyle Peygamberin izinden gitmek, onun öğretilerine uymak demektir. Buradaki Rasul da Hz. Musa’dır, çünkü 84. ayette “ESER” Hz. Musa’ya muzaf olarak geçmektedir.
    وَمَا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسى (83) قَالَ هُمْ اُولَاءِ عَلى اَثَرى وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضى (84)
    83. [Musa Sina dağında iken Allah ona] Ey Musa, (iman kalplerine iyice yerleşmeden) kavmini bırakıp da Sina dağına çıkmakta sana acele ettiren sebep nedir?
    84. Musa: işte onlar benim izimde (yolumda) lar.. Ey Rabbim! Ben, Sen hoşnut olasın diye böyle acele ettim” dedi.
    İşte, bu ayeti kerimede de görüldüğü gibi “ESER”, öğretiyi izlemek manasında kullanılmıştır. Yoksa onlar, Hz. Musa’nın peşinden Tur dağına çıkıyorlar demek değildir. Onlar bir yerde çadırlarını kurmuş, Hz. Harun da başlarına reis nasb edilmiş, Hz. Musa’nın vahyı alıp gelmesini bekleyip duruyorlardı. Hz. Musa’nın öğretilerine uygun olarak ibadetlerini yapıyorlardı, ta ki Samiri böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp ona ibadete çağırana kadar.
    قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه
    “Onların görmediğini gördüm yani onların kavramadığı bir şeyi ben kavradım” dedi. “Ruyet” gözle görmek iken “basiret” akıl ile görmek manasınadır. Ortada görülecek bir şey yoktu ama Samiri bir şeyi aklıyla gördü.
    -Neydi Samiri’nin aklıyla gördüğü bu şey?
    -Samiri, o zamana kadar kimsenin aklına gelmeyen bir şeyi akıl etti. Bir heykelin içi boş bırakılınca hava akımında ses vereceğini anladı. O zamana kadar yaşadıkları Mısırda onlarca kutsal sayılan apis öküzleri vardı fakat hepsinin içi dolu olduğu için hiç birisinin sesi çıkmıyordu. Ses veren heykelin ötekilerden daha üstün sayılacağı da belliydi.
    فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ
    O elçinin (Musa’nın) eserinden (öğretisinden) bir tutam (yani bir miktarcık) almıştım, Allah’tan başka ilah olmadığına inanır gibi olmuştum.
    فَنَبَذْتُهَا
    Onu da atıverdim yani o birazcık inancımdan da vaz geçtim.
    وَكَذلِكَ سَوَّلَتْ لى نَفْسى
    İşte böyle yapmayı (ses veren bir buzağı heykeli yaparak bunları kandırmayı) nefsim bana hoş gösterdi.

    Bilindiği gibi İsrail oğullarının uzun süre içinde yaşadıkları Mısırlılar için boğa heykelleri kutsal sayılırdı ve onlara taparlardı. Fakat Mısırdaki heykellerin hiç birisi konuşmuyordu, hepsi sessiz, sedasızdı. Samırinin yaptığı ise onlardan farklıydı, çünkü ses verebiliyordu. Tapmak için görsel tanrı arayışı içinde olan İsrail oğullarına “esas tanrınız ve Musa’nın aramaya gittiği tanrınız budur” diyerek onları inandırmak hiç de zor olmadı. Zaten denizden geçip putların önünde bükülüp duran bir kavme rastlayınca Hz. Musa’dan onlarınki gibi bir tanrı yapmasını istemişlerdi.

    Samiri’nin “böylesi nefsime hoş geldi” sözü, kendisinin de söylediğine kesin inanmadığını ortaya koymaktaydı ama, cahil insanları kandırıp peşinden sürükleme zevkinden de kendini alamadı.
    قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِى الْحَيوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ وَانْظُرْ اِلى اِلهِكَ الَّذى ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِى الْيَمِّ نَسْفًا
    97. Musa: Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: "Bana dokunmayın!" diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu toz haline getirip denize savuracağız!
    اِنَّمَا اِلهُكُمُ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَىْءٍ عِلْمًا
    98. Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

Zimri - Samiri (Arabic) son of Salu was the Prince or leader of a family within the Tribe of Simeon during the time of the Israelites' Exodus in the wilderness at the time when they were approaching the Promised Land. At Abila or Shittim he took part in the Heresy of Peor, taking as a paramour a Midianite woman, Cozbi. Zimri openly defied Moses before the people who were standing at the entrance of the Tabernacle by going in to the Midianite. Phinehas, grandson of Aaron, killed them both by impaling them on a spear (Numbers 25:6-15).
Samiri (Arabic:, translit.: Sāmirī, Hebrew: / Zimri son of Salu, prince of the patriarchal house of the Simeonites, in Numbers, 25:14) is the name given in the Qur'an to the creator of the Golden Calf. He was the man who tempted the Israelites to forsake the worship of Allah while Musa (Moses) was away for 40 days on Mount Sinai while he and the other Sahabah (companions) believed Musa (Moses) had died.[1] The Qur'an narrates that Samiri gave the illusion that the idol was making a 'lowing' sound, and later exegesis embellishes upon this, narrating that Samiri did this by casting the calf into the dust upon which archangel Gabriel had tread.[2] In sharp contrast to account given in the Hebrew Bible, the Qur'an does not blame Aaron (Haroun) for the creation of the calf and instead praises him for trying to stop the worship of the calf.[3]
The Hebrew Bible mentions Zimri as a chief instigator of the later Heresy of Peor, and does not mention him in connection with the Golden Calf. However, his sinful character as depicted in the Bible makes plausible the role attributed to him by the Quran.
The Israelites subsequently launched an attack on the Midianites.[1]
According to a midrash, Zimri was the same person as Shelumiel son of Zurishaddai.
In Islam, Zimri appears under the name Samiri. Islam assigns to him also a major role in the earlier affair of the Golden Calf, which is not attested in the Bible. The Islamic account attributes to Zimri/Samiri many of the actions which the Bible assigns to Aharon - thus exonerating the latter, Islam's Propehet Harun, from involvement in the sinful worship of the Calf.
According to the Revelations of Saint Bridget, after his death, Zimri's soul was condemned to hell (Book 7, Chapter 19).
The modern Phineas Priesthood believe the story of Phinehas and Zimri provides divine mandate for the murder of race traitors; although the previous rebuke of Miriam in Num. 12 for criticising Moses for marrying an Ethiopian woman confounds this reading.


.



Taha suresi 97. ayette görürüz ki Musa, buzağı putu yapan Samiri'ye kızar ve "Yaptığın ilahına bak" der. Fakat İbn Arabi yukarıdaki satırlarda bu ayeti şöyle deforme eder, güncel bir Türkçe'yle yazdıklarını sadeleştiriyorum: Musa, Samiri'ye kızarken bile altın buzağı heykelini kastederek "yaptığın İlah'ına bak" der, yani Musa o heykel için "ilah" ifadesini kullanır, çünkü Musa o heykelin de Allah'ın bir tecellisi (görüntüsü) olduğunu bilir. Altını çizdiğim bölümde aynen bunları söyler İBN Arabi.


    En doğrusunu Rabbimiz bilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder