20-TAHA:
1-9- Tâ, Hâ harfleri, -en iyisini Allah bilir benzerleri gibi heca harfleridir, Esmâ-i Hüsnâ'dan (Allah'ın güzel isimlerinden) kasem (yemin) olduğu da söylenmiştir. Bazı lugatlarda "ya recül (behey adam!)" demek olduğu da rivayet edilmiştir. Bir de ; den emr-i hazır; "hâ" zamir olarak "bas onu, yahut çiğne onu" diye Hz. Peygamber'e hitab olduğu şeklinde de açıklanmıştır. Çünkü Allah'ın resulü teheccüd namazlarında (yorulup bitkin düştüğünden, ayaklarına nöbetleşe istirahat vermek için, bir ayak üzerinde durduğunda) iki ayağını da yere basması, yani her iki ayağı üzerinde rahatlıkla durabilecek, çok fazla yorulup bitkin düşmeyecek şekilde ibadet etmesi emrolunmuştur. Buna göre zamir ya ayak, ya da yere aittir. Bu yoruma göre ayağını bas, yahut yeri çiğne demek te olabilir. Bu mânâ mühimdir. Şu kadar var ki, buna göre "Tâhâ" şeklinde yazılması gerekirdi. (İstiva meselesi için "Ârâf Sûresi, 7/54. âyetin tefsirine bkz.) "Sır", içinden kendine söylediğin "ahfâ" ise, olacak fakat henüz olmamış bulunandır. Yahut sır, başkasına gizli söylediğin; ahfâ, kendi içinde gizlediğindir. Bir de "ahfâ" fiil-i mazi (geçmiş zaman kipi) olmak üzere mânâ verilmiştir. Yani (Allah) kulların sırrını bilir, kendi sırrını ise gizlemiştir. Bir hadis-i şerifte (Allah'ın güzel isimleri) doksan dokuz (tane) sayılmış ve bunları sayan, cennete girer buyurulmuştur.(1)
Meâl-i Şerifi
10- Hani o bir ateş görmüştü de, ailesine: "Yerinizde durun, benim gözüme bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum" demişti.
11- Ateşe vardığı zaman şöyle çağrıldı: "Ey Musa!
12- "Ben şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuvâ'dasın."
13- "Ben seni seçtim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle."
14- Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
15- Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün.
16- Sakın kıyamete inanmayıp, kendi heva ve hevesine uyan kimse seni, ona iman etmekten alıkoymasın; sonra helak olursun.
17- Ey Musa! Sağ elindeki nedir?
18- Musa dedi: "O benim asâm (değneğim) dır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim ve onda başka hacetlerim (faydalanacağım şeyler) de var"
19- Allah: "Ey Musa! onu (yere) bırak"dedi.
20- Musa da onu bıraktı, bir de ne görsün! o bir yılan olmuş koşuyor.
21- Allah buyurdu ki: "Tut onu, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz"
22- "Bir de diğer bir mucize olmak üzere elini koynuna koy ki, kusursuz olarak bembeyaz çıksın."
23- "Bunları sana en büyük mucizelerimizden (bir kısmını) gösterelim diye yaptık."
24- "Firavun'a git, çünkü o hakikaten azdı."
25- Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver,
26- İşimi kolaylaştır,
27- Dilimden düğümü çöz
28- Ki, sözümü iyi anlasınlar.
29- Bir de bana ailemden bir vezir ver.
30- Kardeşim Harun'u (ver).
31- Onunla arkamı kuvvetlendir.
32- (Elçilik) işimde onu bana ortak et.
33- Ki seni çok tesbih edelim.
34- Seni çok analım.
35- Şüphe yok ki sen bizi görüp duruyorsun."
36- Allah buyurdu: "Ey Musa! Dilediğin (şeyler) sana verildi."
37- "And olsun biz, sana diğer bir defa daha ihsan etmiştik"
38- Hani bir vakit ilham edilmesi gereken (ancak ilham ile bilinebilen) şu ilhamı annene verdik:
39- "Onu (Musa'yı) tabut içine koy da denize bırak. Deniz de onu sahile atsın. Onu hem bana düşman, hem ona düşman olan biri alsın." Bir de benim gözetimim altında yetiştirilmen için, üzerine katımdan bir sevgi bırakmıştım. (Ey Musa!)
40- Hani kız kardeşin (Firavun'un sarayına) giderek: "Ona bakacak birini size buluvereyim mi? diyordu. Böylece seni tekrar annene verdik ki, gözü aydın olsun da kederlenmesin. Hem sen, bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık. Seni çeşitli musibetlerle imtihan ettik. Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra ey Musa! Belli bir çağa (peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa) geldin.
41- Ben, seni kendime (peygamber) seçtim.
42- Sen kardeşinle birlikte mucizelerimle git. İkiniz de beni anmakta gevşeklik etmeyin.
43- Firavun'a gidin, çünkü o gerçekten azdı.
44- Varın da ona yumuşak söz söyleyin; olur ki, öğüt dinler, yahut korkar.
45- (Musa ile Harun) "Rabbimiz! Onun bize kötülük yapmasından veya azgınlığını artırmasından korkarız" dediler.
46- Allah buyurdu ki: "Korkmayın, zira ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm."
47- Hemen gidin de Firavun'a deyin ki: "Biz Rabbinin (sana gönderilen) elçileriyiz. Artık İsrailoğulları'nı bizimle gönder, onlara azab etme; biz sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selam doğru yolda gidenleredir."
48- "Bize kesin olarak vahyolundu ki, azab şüphesiz (gerçeği) inkâr edip ona sırt çevirenleredir."
49- Firavun: "Ey Musa! Sizin Rabbiniz kimdir?" dedi.
50- Musa: "Bizim Rabbimiz her şeye şeklini veren, sonra da yolunu gösterendir." dedi.
51- Firavun : "Öyleyse geçmiş asırlar (daki insanlar)ın durumu nedir?" dedi.
52- Musa dedi ki: "Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitapta (yazılı)dır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz."
53- "Yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indiren O'dur." İşte biz o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık.
54- Hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın. Akıl sahibleri için bunda nice ibretler vardır!
10-54- Firavun dedi ki: " Öyleyse geçmiş asırlar (halkın)ın durumu nedir? Yani dediğin gibi (eğer gerçekten senin Rabbin varsa ve o) her şeye, layık olan şeklini verdikten sonra, gitmesi gereken doğru yolunu da göstermiş ise, geçmiş asırlardaki insanlar neden o doğru yolu takip etmemiş, niçin senin dediğin gibi samimi olarak tevhid inancı içerisine girip (Allah'a) kulluk etmemiş de putlara tapmış? Neden cehalet içinde kalmışlar? Firavun, bu suretle Allah tarafından gelen herhangi bir yol göstericiyi ve irşadı, dolayısıyla da peygamberliği inkâr etmek istiyor. Firavun: "geçmiş asırlar" demekle içinde bulunduğu zamandan daha önce gelip geçmiş asırları kasdetmiş olmakla beraber, kendisi de onlardan ayrılmak istemediği cihetle o asırlara dahil olmuş bulunuyor. Kasas Sûresi'nde de (28/43) geleceği üzere Kur'ân dilinde ilkçağlar Firavun'un helak olmasıyla son bulmuştur. Bu nokta için olmalıdır ki, Hz. Musa cevapta Allah onlara da peygamberler gönderdi demeyip de şöyle dedi "Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır." yani onların durumu bana gizlidir. Gizli olan şeylerin bilgisi ise, ancak Rabbimin katında bir kitabdadır. Onların durumunun ne olduğunu ve ne olacağını ancak O bilir. Hiç bir zaman Rabbim şaşmaz ve unutmaz. O, yol göstermiş, onlar kabul etmemişlerdir. Çünkü O Rabbimdir ki "yer yüzünü sizin için bir döşek yaptı." Bu gözle görülen bir hidayettir, bir yol göstermektir. "İşte biz o su ile çıkardık." Burada gıyabdan tekellüme iltifat vardır. (Yani sözün ve hitabın yönü üçüncü şahıstan birinci şahsa çevrilerek bir iltifat sanatı yapılmıştır.) Nühâ, batıl ve kötü şeylere uymaktan sakındıran akıl demektir.
Meâl-i Şerifi
55-76-55- Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.
56- And olsun ki, biz, Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o yine onları yalan sayıp kabulden çekindi.
57- (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?"
58- "O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun."
59- Musa: "Sizinle buluşma zamanı, süs (bayramı) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.
60- Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.
61- Musa onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır."
62- Sihirbazlar aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular
63- (Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar."
64- "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır."
65- Sihirbazlar: "Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım" dediler.
66- Musa dedi ki: "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
67- Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
68- Biz dedik ki: "Korkma, çünkü sen muhakkak üstünsün (galib geleceksin) "
69- "Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."
70- Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
71- Firavun: "Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz" dedi.
72- (İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: "Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin."
73- "Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
74- Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.
75- Kim de ona bir mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.
76- Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır.
Meâl-i Şerifi
77-89-77- Gerçekten Musa'ya şöyle vahyettik: "Kullarımla geceleyin yürü (Mısır'dan çık) de (asânı vurarak) onlara denizde kuru bir yol aç; (artık firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (boğulmaktan) endişe de etmezsin."
78- Firavun ordularıyla hemen onları takip etti, denizden kendilerini sarıveren (korkunç boğulma) sarıverdi
79- Böylece Firavun kavmini yanlış yola sürükledi ve doğru yola götürmedi.
80- Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
81- Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur.
82- Bununla beraber, şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip salih amel işleyen, sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.
83- "Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp) daha çabuk (gelmeye) sevkeden nedir?" (dedik.)
84- Musa: "Onlar benim izimdeler (arkamdan beni takip edip geliyorlar). Ben sana acele ettim (geldim) ki, hoşnud olasın" dedi.
85- Allah: "Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı" dedi.
86- Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden caydınız?"
87- Onlar dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden, kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o (Kıbtî) kavminin süs eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık. Sâmirî de (kendi mücevheratını) böylece atmıştı."
88- Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: "İşte sizin de, Musa'nın da ilâhı budur, ama o unuttu" dediler.
89- Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.
Meâl-i Şerifi
90-103-90- And olsun ki Harun daha önce onlara: "Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.
91- Onlar (cevap olarak şöyle) demişlerdi: "Musa bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaya elbette devam edeceğiz."
92- (Musa gelince kardeşine şöyle) dedi: "Ey Harun! bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni engelleyen ne oldu?"
93- "(Neden) benim yolumu takip etmedin, benim emrime karşı mı geldin?"
94- Harun: "Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma. Ben senin 'İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözüme bakmadın' diyeceğinden korktum." dedi.
95- (Hz. Musa bu defa Sâmirî'ye dönerek) "Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?" dedi.
96- Sâmirî: "Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi.
97- (Musa ona şöyle) dedi: "Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, 'benimle temas yok' diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız."
98- Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'dır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
99- (Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir zikir (düşünüp kendisinden ibret alınacak bir kitab) verdik.
100- Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
101- Devamlı o azabın altında kalacaklar. Kıyamet günü onlar için, bu ne fena bir yüktür!
102- Sûr'a üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün, (gözleri korkudan) göğermiş olarak mahşerde toplayacağız.
103- "Siz dünyada sadece on(gün) kaldınız" diye kendi aralarında gizli gizli konuşurlar.
104- Aralarında ne konuşacaklarını biz çok iyi biliriz. Görüşü en üstün olan: "Ancak bir gün kaldınız" diyecektir.
Meâl-i Şerifi
104-115-105- (Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak."
106- "Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak."
107- "Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin."
108- O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.
109- O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.
110- Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Onlar ise O'nu ilmen kavrayamazlar.
111- Bütün yüzler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir. Bir zulüm yüklenen gerçekten hüsrana uğramıştır.
112- Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.
113- İşte böylece biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda tehditlerden nice türlüsünü tekrar tekrar açıkladık ki belki sakınırlar, yahut onlara bir ibret ve uyanış verir.
114- Hükmü her yerde geçerli gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce (unutma korkusu ile) Kur'ân'ı okumada acele etme; "Rabbim! benim ilmimi artır" de.
115- Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.
Meâl-i Şerifi
116- Bir vakit meleklere: "Âdem(e hürmet) için secde edin" demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.
117- Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: "Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun)."
118- "Doğrusu senin acıkmaman ve çıplak kalmaman (ancak) cennettedir. "
119- Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın"
120- Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"
121- Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen ayıp yerleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Âdem Rabbinin emrinden çıktı da şaşırdı.
122- Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi.
123- Allah (onlara) şöyle dedi: "Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan (cennetten) inin. Artık benden size bir hidayet (kitab) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa işte o, sapıklığa düşmez ve (ahirette) zahmet çekmez.
124- Her kim de benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
125- (O zaman Kur'ândan yüz çeviren kimse) "Rabbim! beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim" der.
126- Allah: "Böyledir, sana âyetlerimiz gelmişti de onları sen unutmuştun, bugün de öylece unutulursun" der.
127- İşte haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine inanmayanları biz böyle cezalandırırız. Ve muhakkak ki ahiret azabı (dünya azabından) daha şiddetli ve daha devamlıdır.
128- Onları, yerlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller(in o korkunç akibeti) doğru yola sevk etmedi mi? Doğrusu bunda ibret alacak aklı olanlar için nice deliller vardır.
116-128-Ey Muhammed:
Meâl-i Şerifi
129- Eğer Rabbinin verdiği bir hüküm ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.
130- O halde, dediklerine sabret; güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki hoşnudluğa eresin.
131- Kâfirlerden bir kısmına, onları sınamak için dünya hayatının zineti olarak verdiğimiz ve onunla kendilerini geçindirdiğimiz şeye (mal ve saltanata) sakın rağbetle bakma. Rabbinin (ahiretteki) rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.
132- (Ey Muhammed!) Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir.
133- (İnkâr edenler): "Rabbinden bize bir mucize getirse ya" dediler. Onlara önceki kitablarda olan apaçık deliller gelmedi mi?
134- Eğer biz, onları bundan (peygamber veya Kur'ân'dan) önce bir azab ile yok etseydik, muhakkak "Ey Rabbimiz! bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık, olmaz mıydı?" diyeceklerdi.
135- De ki: "Hepimiz beklemekteyiz, siz de bekleyedurun. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolda bulunduğunu yakında bileceksiniz.
129-135- Lizâm: Ad ve Semud kavimlerine olduğu gibi daha dünyada iken hemen yakalarına yapışan azabdır. "Rabbini hamd ile tesbih et" Burada da namaz vakitleri tamamiyle gösterilmiştir. Önceki kitaplarda olan apaçık deliller. Tevrat, İncil ve diğer daha parlak bir şekilde açıklayıp ispat eden ve böylelikle onlar için de (tasdik edici) bir delil olup, Hz. Muhammed'in peygamberliğinin açık bir mucizesi bulunan Kur'ân gelmedi mi?
Şimdi bununla ilgili İmam Kurtubinin, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an da yer alan rivayetlere şöyle bir bakalım;
“Cibril, Musa (as)ı semaya yükseltmek üzere indiğinde, bütün insanlar arasından Sâmirî onu gördü. O da, o atın izinden bir avuç aldı.”
“Ben Cibril’i atının üzerinde gördüm. O gözün uzanabildiği en uzak noktaya kadar adımını atabiliyordu. Benim içimden onun izinden bir avuç almak geçti. Ben onu neyin üzerine bırakırsam hemen onun canı ve kanı olur.”
“ O, Cibril’i indiği gün erkeği arzulayan cins bir kısrak üzerinde görmüştü. Denizden geçmek için de Firavun’un atlarının önünden gitmişti.”
“ Sâmirî’nin annesi onu doğurunca Firavun öldürür korkusuyla bir mağaraya bırakmıştı. Cibril (as) gelip Sâmirî’nin avucunu ağzına yerleştirdi. Böylelikle o bal ve süt emmeye başladı. Cibril zaman zaman onun yanına gider gelirdi, işte Cibril’i ta o zamandan tanıyordu.”
“ Musa (as) birisi öküz, diğeri de at suretinde balmumundan İki heykelcik yapıp bunları Nil nehrine attığında, Yusuf (as)ın kabrinin bulunmasını istemişti. Onun kabri Nil’de bir tabutun içerisinde idi. Öküz bu tabutu boynuzu üzerinde taşıyarak getirmişti. İşte Sâmirî bu esnada Musa (as)ın söylediği sözleri işitmişti. Musa (as)ın söylediğini duyduğu bu sözleri tekrarladı ve elçinin atının bastığı yerden aldığı bir avucu da yaptığı buzağının içine yerleştirdi. Bunun üzerine de buzağı böğürmeye başladı.”
.
SAMİRİ
Kendilerini Firavun'un zulmünden kurtarıp
Mısır'dan çıkaran peygamberleri Hz. Musa'dan,
tapınmak için put isteyen İsrailoğullarına, Hz. Musa
Allah'tan emir almaya gidip kendilerinden ayrıldığı
bir sırada, fırsattan istifade ile istedikleri putu
altından buzağı şeklinde yapan; bilgisiyle onun böğürmesini
sağlayan ve yaptığı bu buzağının
İsrailoğullarının ve Musa'nın gerçek ilahı
olduğunu, Musa'nın da zaten bunu aramaya gittiği
yalanını söyleyerek oradakilerin çoğunluğunun
tapınmasını sağlayan; Musa'nın dönüşünden
sonra ise hatalarını anlayan
İsrailoğullarının kendisini yalnız
bıraktığı, Musa tarafından lanetlenip kovulan,
ölünceye kadar da yalnız yaşamak zorunda bırakılan
put yapımcısı.
Kur'an-ı Kerim'in dört ayn süresinde Samiri'den
ve yaptığı "altın buzağı"dan söz
edilir; ancak Hz. Peygamber'in hadis-i şeriflerinde onun
hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Müslümanların itibar
edebileceği başka herhangi bir kaynak olmamasına
rağmen, Tevrat'ta onunla ilgili olan (birçoğu ise İslâm'ın
ruhuna aykırı) bir takım bilgiler müslümanlar arasında
taraftar bulabilmekte, İsrailiyyat kaynaklı rivayetler, gerçek
birer kaynak olarak kabul edilebilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de yer
alan Samiri hakkındaki söz konusu âyetler şunları ifade
ederler:
İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Puta gönülden tapan bir kavme rastladılar:" Ey Musa;
onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap!"
dediler. Musa, "Doğrusu siz bilgisiz bir topluluksunuz"
dedi ve ekledi: "Allah sizi alemlere üstün kılmışken
size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım" (el-Araf
7/138, 140). Daha sonra, Allah'ın çağrısı üzerine
İsrailoğullarının başında vekil olarak
kardeşi Harun'u bırakarak, gerekli emirleri Rabbinden almak
üzere önden giderken Harun'u uyardı: Kavmim içinde benim yerime
geç; ıslah et bozgunculuk yapanların yoluna uyma" (el-A'raf,
7/142). Hz. Musa Allah tarafından tayin edilen kırk günden
sonra Allah'ın çağırdığı yere (Tur-ı
Sina'ya) vardı: "Seni kavminden çabucak ayrılıp
gelmeye sevkeden nedir? (Niçin onları geride bırakıp
geldin) ey Musa? (dedik). Onlar benim arkamdan geliyorlar; ya rab,
razı olasın diye sana çabuk geldim' dedi. Allah, Biz senden
sonra kavmini denedik, Samiri onları saptırdı' dedi... ' (Taha,
20/8385). Çünkü, Musa'nın ardından kavmi, süs eşyalarından,
canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli
yaparak (bunu Samiri yapmıştı) onu kendilerine tanrı
edindiler... Onu tanrı edinmekle kendilerine yazık ettiler"
(el-A'raf 7/148): Allah'tan Tevrat'ı levhalar halinde alan Musa
"Bunun üzerine çok kızgın ve üzüntülü olarak kavmine
döndü. 'Ey kavmim, dedi; Rabbiniz size güzel bir vaadte bulunmamış
mıydı? (Ayrılış) süre(si)mi size uzun geldi?
Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana
verdiğiniz sözden caydınız? (Harun'a itaat etmek suretiyle
beni izlemediniz).' Dediler ki: Kendi malımızı harcamak
suretiyle senin sözünden çıkmadık; fakat o milletin (Mısırlıların)
süs (eşyas)ından bize yükletilmişti. Onları
ateşe attık. Aynı şekilde Samiri de attı ve
onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı
(Herhalde Musa ya durumu izah edenler buzağıya
tapmamış olanlardı ki, 'buzağıya tapanlardan
onlar' diye sözederek kendilerini bu suçun dışında
tutuyorlardı). Dediler ki, Bu sizin de tanrınız,
Musa'nın da tanrısıdır. Fakat o unuttu (da gitti,
Tanrıyı Tur civarında arıyor). Olayın
başında Harun kendilerine, 'Ey kavmim, andolsun ki siz bununla
denendiniz: Rabbimiz, o çok esirgeyen (Allah)tır. (Gelin) siz bana
uyun, emrime itaat edin' demişti. '(Hayır) dediler, Musa bize dönünceye
kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz.' Durumu öğrenen Musa,
kardeşine döndü: Ey Harun, onların saptıklarını
gördüğün zaman sana ne oldu (da önlemedin). Neden bana uymadın,
(niçin benim yolumu takip etmedin, benim kızdığım
gibi onlara tepki gösterip engel olmadın)? Emrime karşı
mı geldin?' dedi ve elindeki Tevrat levhalarım atarak (kardeşinin
sakalından saçlarından tutup silkeledi. Harun ise
kardeşini sakinleştirmek için); "Ey anamın oğlu,
dedi; sakalımdan başımdan çekme. Ben senin,
İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın,
sözümü dinlemedin diyeceğinden korktum (da onun için senin
gelmeni bekledim" (Taha, 20/86-94). Üstelik kavmi top yekün
Harun'un karşısına dikilmiş ve daha fazla
konuşmaya devam ederse öldüreceklerini bildirmişlerdi. Harun
bunu da anlattı Hz. Musa'ya: "Ey anamın oğlu, bunlar
beni güçsüz bıraktılar, az kalsın öldürüyorlardı;
bana düşmanları sevindirecek biçimde davranma, beni bu zalim
kavimle bir tutma, dedi " (el-A'raf, 7/150). Musa, "Rabbim!Beni
ve kardeşimi bağışla, bize acı; sen
merhametlilerin en merhametlisisin" dedi"(el-A'raf, 7/151) ve bu
kez Samiri'ye döndü: "Ey Samiri, ya senin maksadın nedir?"
(Samiri), "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm; elçinin
ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş
mücevherlerin içine) attım. Nefsim bana böyle yapmayı
hoş gösterdi." (Musa), "Defol git dedi. Artık hayat
boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin. (Ahirette de) sana
vaadedilen bir ceza var ki, ondan asla kaçamayacaksın. Şimdi
durup tanrına bak; biz onu yakacağız, sonra onu
ufalayıp denize savuracağız" (Taha, 20/95-97).
Altın buzağı yakılıp külleri denize savruldu.
Samiri de kaçarak oradan uzaklaşınca pişman olan
İsrailoğulları, "Elleri böğürlerinde çaresiz
kalıp kendilerinin sapıtmış olduklarım gördüklerinde
Eğer Rabbimiz, bize acımaz ve bizi bağışlamazsa
muhakkak mahvoluruz' dediler" (el-A'raf, 7/149). Ancak Allah'ın
vaadi vardı: "Buzağıyı tanrı olarak
benimseyenler, Rabbin öfkesine ve dünya hayatında da alçaltılmışlığa
uğrayacaklardır. İftira edenleri böyle cezalandırırız"
(el-A'raf, 7/152). Hz. Musa İsrailoğullarına tevbelerinin
kabul edilmesi için ne yapmaları gerektiğini açıkladı:
"Ey kavmim! Buzağıyı tanrı edinmekle kendinize
yazık ettiniz. Yaratıcınıza tevbe edin, nefislerinizi
öldürün; bu, Rabbiniz katında sizin için daha hayırlıdır.
Tevbenizi kabul edecek ve size acıyacak O'dur" (el-Bakara,
2/54). Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde,
İsrailoğullarının Allah'ın emri gereğince
birbirini öldürerek tevbe ettikleri bildiriliyor. Tevbenin kabul edilişi
de haber veriliyor Kur'an'da: "Sonra bunun ardından, şükredesiniz
diye sizi bağışlamıştık" (el-Bakara,
2/52). Bazı tefsirciler, tevbenin kabulünden sonra öldürülenlerin
tekrar diriltildikleri görüşünü savunurken; bir kısmı
ise, buzağıya tapmayan grubun tapanları öldürdüğünü,
kötülüğe engel olmayarak işledikleri suçtan dolayı da
affedildiklerini ve tevbelerinin kabul edildiğini bildirirler...
Diğer yandan, Samiri'nin saptırdığı
İsrailoğullarının da masum olmadıkları,
buzağıya tapmaya ruhen hazır bir durumda oldukları da
Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği haberler arasındadır:
"Bir vakit, size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve dinleyin
diye Tur'u üzerinize kaldırmıştık da sizden misak (söz)
almıştık da "İşittik ve isyan ettik"
demişlerdi. Küfürleri yüzünden kalplerine buzağı (sevgisi)
yerleştirildi... " (el-Bakara, 2/93).
Samiri hakkında Kur'an-ı Kerim'deki
bilgilerin tümü bu kadar; fakat Tevrat'tan ve hikayelerden yola çıkarak
Samiri'yi tanıtan rivayetlere gelince; Tevrat'a göre
İsrailoğullarına buzağı heykeli yapan ve ona
tapınmalarını,isteyen kişi Samiri değil,
Harun'dur; Samiri'den hiç sözedilmez.
"...ve bütün kavm kendi kulaklarındaki
altın küpeleri çıkardılar ve onları Harun'a
getirdiler. Ve onu ellerinden aldı ve oymacı aletiyle ona biçim
verdi ve onu dökme buzağı yaptı ve dediler: Ey
İsrail, seni Mısır'dan çıkaran ilahların
bunlardır. Ve Harun onu gördü ve onun önüne mezbaha yaptı ve
Harun ilan edip dedi: Yarın Rabbe bayramdır. Ve ertesi gün
erkenden kalktılar ve yakılan takdimelerini getirdiler ve kavm
yemek ve içmek için oturdular ve oynamak için kalktılar..."
(Tevrat, Huruc Kitabı, Bab, 32, 3-6). Bir kısım müslümanlar
Tevrat'ın bu âyetlerini dikkate alarak, put yapanın gerçekten
Harun olduğunu ama bu Harun'un Hz. Harun değil putu yapan
Samiri'nin olduğuna karar vermişlerdir. Onlara göre Samiri'nin
adı Harun bin Cafer'dir, Samiriye'li olduğu için de Samiri
denmektedir (Mevdudi, Tefhimü'l-Kur'an, III, 241).
Samiri'nin, İsrailoğullarının
Samiriler kolundan bir kuyumcu olduğunu ileri sürenler Kur'an-ı
Kerim'de geçen Samiri'nin "Ben onların görmediklerini
gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç aldım,
onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım" (Taha, 20/96)
âyetini şöyle yorumlarlar: Samiri, Hz. Musa ile aynı yıl
doğmuştur; onun annesi Firavun'un katliamından kurtarmak için
Samiri'yi bir mağaraya bırakır ve Allah'a emanet eder.
Altın buzağı yapmakla görevli olan Samiri ise o güne
kadar yaşaması gerektiğinden dolayı, Allah onun
bakımı için Cebrail'i görevlendirir. Mağarada
kaldığı süre içinde insan suretinde gelen Cebrail'i tanıyan
Samiri, Cebrail, Hz. Musa'ya vahiy getirdiği zaman da onu görmüş
ve tanımıştı. Zira Cebrail at sırtında bir
adam kılığında gelmekteydi. Samiri onun
atının bastığı yerdeki otların
yeşillendiğini ve onun bastığı toprakta hayat
cevherinin oluştuğunu görür ve diğerlerine farkettirmeden
o topraktan bir avuç alır ve ileride kullanmak üzere saklar. Bu
görüşü kabul edenler Samiri'nin yaptığı altın
buzağının, içine atılan bu toprak sayesinde
canlandığını, et ve kemiğe dönüştüğünü
ve hatta yürüyüp böğürdüğünü ileri sürerler. Bir kısmı
ise heykelin böğürmesini teknik bilgilerle açıklar ve
heykeldeki bazı deliklerden geçen rüzgarın böğürme
şeklinde ses çıkardığını söylerler.
Bu yorumcular tarafından bilinmezlikten
kurtarılan diğer bir olay da altın buzağının
nasıl yakılabildiğidir. Normal şartlarda altın
madeninin yanıcı olmadığından yola çıkan bu
yorumcular onun yakılabilmesi için kimyâ otu bulurlar. Cebrail
(a.s), kurutulduktan sonra kalaya katıldığında gümüş,
gümüş veya bakıra katıldığında altın
üretilmesini sağlayan kimya otunu Hz. Musa'ya öğretir. Bu ot,
altına atıldığında onu yakıp küle
çevirmektedir. Hz. Musa Cebrail'in öğrettiği şekilde otu
kurutur, döver ve buzağının üzerine saçar, buzağı
anında kül olur... (Zübeyr Yetik, Samiri, 66, 67).
Yüce Allah müslümanlar için ibret olsun diye anlattığı
tarihte gelip geçmiş olayları gerekli olduğu kadar
anlatır; bilinmesinde hiç bir yararın olmayacağı
ayrıntılara ise değinmez. Bu, Kur'an'ın genel yöntemidir.
Çünkü Allah müslümanlara güzel anlar geçirmeleri için masal anlatmıyor.
Samiri'nin Hz. Musa tarafından kovuluşu
hakkında da değişik görüşler vardır.
"Defol, doğrusu artık yaşantında 'bana
dokunmayın' demenden başka yapabileceğin yoktur"
(Taha, 20/97) âyetini yorumlayan müfessirlerden bazısı onun
hummaya yakalandığını bildirirken diğer bir
kısmı cüzzam hastalığından sözetmektedirler.
Tevrat'ın Levililer bölümünde şu bilgilere rastlanır:
"Ve kendisinde cüzzam hastalığı olan adamın
elbiseleri yırtılacak, saçları dökülecek ve üst dudağını
kapayıp murdar murdar" diye bağıracak. Hastalık
kendisinde devam ettiği bütün günlerde murdar olacaktır,
pistir, yalnız başına oturacaktır. Meskeni
ordugahın dışında olacaktır" (13, 45-46). Bu
konuyla ilgili bir diğer rivayet ise şudur: "...Samiri,
hemen insanlardan kaçmaya başlar. İnsanlar da ondan
uzaklaşırlar ve her türlü ilişkiyi keserler. Bunun sonucu
olarak, Samiri, yaşamı boyunca dağ başlarında,
yabani hayvanlar arasında yaşar. Dolaşırken de sürekli
"bana kimse dokunmasın" diye bağırır.
Çünkü herhangi bir kimse Samiri'ye dokunsa, onunla ilişki kursa,
hemen hem Samiri hem de ona dokunan kimse "humma"ya
yakalanmakta, büyük acı çekmektedirler. Bu yüzden Samiri, zorunlu
olarak insanlardan kaçmakta ve ömrünü tüketinceye dek böylece yaşayıp
gitmektedir.
Samiri'nin çok cömert olduğunu, işte bu cömertliği
dolayısıyladır ki, öldürülmediğini; "gerçek
cezası ölümken, cömertliğinden ötürü öldürülmeyip
insanların dışına çıkarıldığını
yine rivayetlerden öğreniyoruz..." (Zübeyir Yetik, Samiri,
29).
Yukarıda verilen tefsir kitaplarının bazılarında (özellikle Taberî, İbn
Kesîr ve Durru'l-Mensurda), sözkonusu âyet için verilen efsânevî yoruma
ilâve olarak birçok detay verilmektedir. İşte bunlardan birkaçı:
a) "Sâmiri Cebrail'i nereden tanıyordu?" muhtemel sorusuna şöyle cevap verilir:
Mısırda, İsrailoğulİan'mn doğan erkek çocukları öldürülürken, annesi,
Sâmirî'yi doğurur doğurmaz gizlice bir yere bırakmıştı. O sıralarda
böyle birçok olay oluyordu. Melekler de bu terkedilmiş bebekleri
besleyip büyütüyorlardı. Sâmirî'nin kısmeti de Cebrail'e çıkmıştı.
Cebrail onu alıp büyütmüştü. Parmaklarını çocuğun ağzına soktukça her
birinden bal veya süt akmaktaydı. İşte tanışıklık böyle meydana
gelmiştir.
b) "Sâmiri, Cebrail'i atı üzerinde ne zaman görmüştü?" muh-temel sorusu da şöyle cevaplanır:
''Musa'yı (s) terkisine alarak Tura götürmeye geldiği zaman..." Ya da
"Kızıldeniz kıyısında, İsrailoğulları denizi geçerlerken, onları takip
etmekte tereddüt eden Firavun'un aygırını tahrik etmek için kısrağı
üzerinde denize dalarken..."
c) Cebrail'in atını bastığı toprağın hayat verici niteliği Sâmirîye ilhamla bildirilmişti.
d) Sâmirî bir avuç toprağı eteğinde saklamıştı.
e) Rüzgar buzağının gerisinden giriyor ağzından çıkıyordu...
.
HARUN (AS) VE ALTIN BUZAĞI MESELESİ
Rahman Rahim Allah’ın adıyla..Tevrat’a göre altın buzağıyı yapan Harun’dur, öte yandan yine Tevrat’a göre kutsal işlerle, kohenlikle, Harun ve onun soyundan gelenler görevlendirilmiştir.
Kuran’a göre ise altın buzağıyı yapan Samiri’dir, Musa (as) “neden engel olmadın” diye kızar bir tek ona.
Tevrat’ta şöyle geçer:
Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!”
Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk “sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi.
Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB’bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Sonra oturup yediler, içtiler, kalkıp alem yaptılar.
RAB Musa’ya, “Aşağı in” dedi, “Mısır’dan çıkardığın halkın baştan çıktı. Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran ilahınız budur!’ dediler.” RAB Musa’ya, “Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum” dedi, “Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.”
Musa Tanrısı RAB’be yalvardı: “Ya RAB, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısır’dan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın. Neden Mısırlılar, ‘Tanrı kötü amaçla, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır’dan çıkardı’ desinler? Öfkelenme, vazgeç halkına yapacağın kötülükten. Kulların İbrahim’i, İshak’ı, İsrail’i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, ‘Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak’ dedin.”
Böylece RAB halkına yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti. [Çıkış 32: 1-14]
Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı. Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi. Harun’a, “Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?” dedi. Harun, “Öfkelenme, efendim!” diye karşılık verdi, “Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir. Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz’ dediler. Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca, bu buzağı ortaya çıktı!” Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu. [Çıkış 32: 19-25]
Kuran’da ise şöyle geçer:
“Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp) daha çabuk (gelmeye) sevkeden nedir?” (dedik.) Musa: “Onlar benim izimdeler (arkamdan beni takip edip geliyorlar). Ben sana acele ettim (geldim) ki, hoşnud olasın” dedi. Allah: “Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı” dedi.
Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden caydınız?” Onlar dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden, kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o (Kıbtî) kavminin süs eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık. Sâmirî de (kendi mücevheratını) böylece atmıştı.” Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: “İşte sizin de, Musa’nın da ilâhı budur, ama o unuttu” dediler. Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.
And olsun ki Harun daha önce onlara: “Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân’dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin” demişti. Onlar (cevap olarak şöyle) demişlerdi: “Musa bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaya elbette devam edeceğiz.” (Musa gelince kardeşine şöyle) dedi: “Ey Harun! bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni engelleyen ne oldu?” “(Neden) benim yolumu takip etmedin, benim emrime karşı mı geldin?” Harun: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma. Ben senin ‘İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözüme bakmadın’ diyeceğinden korktum.” dedi.
(Hz. Musa bu defa Sâmirî’ye dönerek) “Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi. Sâmirî: “Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Cebrail’in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi” dedi. (Musa ona şöyle) dedi: “Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, ‘benimle temas yok’ diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir buluşma yeri/zamanı vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız.” Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’dır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır. [Taha 83-98]
…….
Demiştik ki; Tevrat’a göre Harun ve sülalesi ayrıca kohen ilan edilmişti ve bu olay tam da bir önceki sahnede, Musa (as) dağdayken olur ve değiştirilmez. Kalıcı bir kural olarak kâhinlik onların işi olacak…[Çıkış 29:9]
Dikkat edilirse Musa (as)’a dağdan inmesi söylendiğinde aşağıdaki işi kimin yaptığı söylenmez Tevrat’ta, Kuran’da ise söylenir. Bunun sebebi “hem suçlu hem onu ata” çelişkisini bir ölçüde gizlemektir.
Bir de Musa, Tevrat’a göre daha sonra tek başına dağa dönüp bağışlanma diler, Kuran’da ise 70 kişiyle çıkar. Bu 70 kişiyle çıkma sahnesi Tevrat’ta dağa ilk geldiklerinde olur. Şöyledir:
Sonra Musa, Harun, Nadav, Avihu ve İsrail ileri gelenlerinden yetmiş kişi dağa çıkarak İsrail’in Tanrısı’nı gördüler. Tanrı’nın ayakları altında laciverttaşını andıran bir döşeme vardı. Gök gibi duruydu. Tanrı İsrail soylularına zarar vermedi. Tanrı’yı gördüler, sonra yiyip içtiler. RAB Musa’ya, “Dağa, yanıma gel” dedi, “Burada bekle, halkın öğrenmesi için üzerine yasalarla buyrukları yazdığım taş levhaları sana vereceğim.” [Çıkış 24: 9-12]
Kuran’da ise şöyledir:
Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi: “Bana arkamdan ne kötü bir halef oldunuz! Rabbinizin emriyle dönüşümü beklemeden acele mi ettiniz?” Elindeki levhaları bıraktı ve kardeşi Harun’u başından tutarak kendine doğru çekmeye başladı. Harun, “Ey anamın oğlu!” dedi, “inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma.” Musa dedi ki: “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” Şüphesiz o buzağıyı tanrı edinenlere Rablerinden bir gazap, dünya hayatında iken de bir zillet erişecektir. İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız. O kötü amelleri işleyip de sonra arkasından tevbe ve iman edenler için hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de affedici ve merhamet edicidir.
Musa’nın öfkesi geçince levhaları aldı. Onlardaki yazıda, ancak Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve rahmet vardı.
Bir de Musa, mîkatımız için (tayin ettiğimiz vakitte tevbe için) kavminden yetmiş erkek seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Musa: “Rabbim! dedi, dileseydin bunları da, beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? O iş de senin imtihanından başka bir şey değildi. Sen bu imtihanla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin. Artık bizi bağışla, merhamet et, sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
“Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten de tevbe edip senin hidayetine döndük.” Buyurdu ki; “azabım var, onu dilediğime isabet ettiririm, rahmetim de vardır , o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır. Onu da özellikle korunanlara, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara mahsus kılacağım” [Araf 150-156]
Öte yandan Tevrat’a göre ikinci çıkışında şöyle bir konuşma geçer.
Musa öncekiler gibi iki taş levha kesti. RAB’bin buyurduğu gibi sabah erkenden kalktı, taş levhaları yanına alarak Sina Dağı’na çıktı. RAB bulutun içinde oraya inip onunla birlikte durdu ve adını Yahve olarak açıkladı.
Musa’nın önünden geçerek, “Ben Yahve’yim” dedi, “Yahve, acıyan, lütfeden, tez öfkelenmeyen, sevgisi engin ve sadık Tanrı. Binlercesine sevgi gösterir, suçlarını, başkaldırılarını, günahlarını bağışlarım. Hiçbir suçu cezasız bırakmam. Babaların işlediği günahın hesabını oğullarından, torunlarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım.” [Çıkış 34: 4-7]
………
Mesele ise şu, neden Harun’a yaptırdılar altın buzağıyı? Burada şu gerçeği bilmek lazım, Harun sülalesi, Yusuf sülalesi ve Yahuda sülalesi arasında bir tür çekişme var Yahudi tarihinde. Mesela Yusuf (as) hakkında da Süleyman ve Davud (as) hakkında da Harun (as) hakkında da çarpıtmalar var bu yüzden Tevrat’ta. Her bir taife bir şekilde etkili olmuş.
Samiriyye adı ise kuzeyde kurulan Yusuf sülalesi Efrayim önderliğindeki, altın buzağı yapıp ona tapan İsrail krallığının başkentinin adı ayrıca. Acaba bu isim neden başkentlerinin adıydı? (Hatta kimileri demektedir ki, Kuran bunu karıştırmıştır) Çünkü Yahuda sülalesi, Süleyman (as) zamanında Kudüs’te tapınak kurmuş ve liderliği ele almıştı. Ona karşı olmak adına böyle işler olmuş.. Bu krallığın Harun sülalesini yaftalaması da hiç akıl dışı değil. Çünkü tapınak aynı zamanda kohenler merkezliydi.
Hatta şu anda Samiri mezhebi diye bir mezheb vardır, Efrayim’in devamı olarak görülür. Bunlara göre tapınak Kudüs’te değildir.
……..
Beri yandan Tevrat’a göre dağa çıkan 70 kişi arasında Harun ve oğulları Nadav ve Avihu da var. Ve nedense “onlara bir şey yapılmadığı” vurgulanıyor ayette. Nadav ve Avihu, daha sonraki bir sahnede buluşma çadırında yanlış ateş yaktıkları için Tanrı’nın ateşiyle öldürülüyorlar.
Nadav`la Avihu Sina Çölü`nde RAB`bin önünde kurallara aykırı bir ateş sunarken öldüler. Oğulları yoktu. Elazar`la İtamar babaları Harun`un yanında kâhinlik ettiler. [Çölde Sayım 3: 4]
Öte yandan diyordu ki “babaların günahını oğullarından, torunlarından sorarım” Bu çerçevede Harun’un suçu da ceza görmüş oluyor (!) Beri yandan Süleyman’a da bir suç yükleyip oğlundan cezasının alınması vs durumları da vardır. Bu ahiret inancını da yok eden damarlardan biridir Tevratta.
Tanrı’nın karar değiştirebiliyor olması da ayrı bir meseledir; yok edecekken vazgeçiyor. Halbuki Kuran’da gazabını belli etmesi vardır, Musa af diler, yoksa karar verip değiştirmesi değil. Heva ve hevesin karıştığı çelişkilerle dolu bir yumak oluşmuş Tevrat’ta.. Farkları sıralayalım şimdi ve meselede son sözümüze bakalım.
1-Hz Musa Kuran’a göre dağa ilk çıkışında kırk gece kalmıştır ve ilk çıkışında tek idi, ilk çıkışında levhaları almıştır. Tevrat’a göre ise iki defa kırk gece kalmıştır, taş levhalar da ona iki defa verilmiştir. Denilebilir ki; ilk gelişinde taş levhaları yere atmasını “levhaları parçalama” olarak düşünüp böyle bir ikinci kırk gece çıkarmış olabilirler.
2-Yetmiş kişinin Rabbin huzuruna çıkması Tevrat’a göre ilk kırk geceden öncedir, Kuran’a göre ise sonradır, ikinci çıkıştadır. Kırk geceden ve buzağının imalinden önce olması ise şöyle enteresandır; buzağının imalinden önce Harun Tanrı’yı görmüş oluyor bu dizaynda. Çünkü yetmiş kişi için “Tanrıyı gördüler” demektedir. Her ne kadar ilerideki bölümde “yüzümü gören yaşayamaz” diyerek Tanrı sırtını gösteriyorsa da Musa’ya, burada bir soru işareti oluşmaktadır en azından. Unutmayalım ki daha sonraki İsrail krallığı altın buzağıya tapan bir krallıktı. Burada ona bir kapı açma zorlaması dikkat çekiyor.
Bir de şu vardır; Kuran’a göre kırk gecede Musa Allah’ı görmek ister, Allah Teala ise “şu dağa bak o yerinde durabilirse beni görebilirsin” der. Sonra dağ yerinde duramaz, Musa (as) bayılır, kalkınca tevbe eder. Bu sahne çok değiştirilerek kırk geceden sonraya konulmuştur Tevrat’ta. Yani altın buzağı işinden sonraya konulmuştur. Bu sahne öylesine değiştirilmiştir ki, “Allah aslında görülebilir, lakin yüzünü gören yaşayamaz”a çevrilmştir. Niye?..
3-Kuran, Harun ve sülalesinin kohenliğe seçilmişliğinden bahsetmez, Tevrat bundan gayet bahseder, tarihi gerçekliği de gayet sözkonusudur. Kuran sadece “Musa’nın kavminden hak ile adalet eden bir topluluk vardı” der ve “onları oniki kabileye ayırdık” der. (bknz Araf 158-159) Tevrata göre ise oniki kabile ve Levililer dediğimiz kutsal işlerle görevli kabile vardır. Harun ve Musa da bu kabiledendir.Harun sülalesi ise kohenler olarak bunların içinde özel bir sınıftır. Peki Harun buzağı yapmasına karşın seçilmişliği nasıl devam eder meselesine gelince. “Cezasını oğullarından sorma” mantığı işletilmiş gözüküyor burada. Ya da bu oğullar “yüzünü gördükleri için” öldüler. Harun ise aslında yapılması gereken bir şeyi yaptı (!) Hasıl, burada altın buzağıya tapan taifenin muhtemel çarpıtmasına çok açıklık dikkat çekiyor.
4- Tevrat’ta “Mısır‘dan çıkardığın halkın baştan çıktı” der, Kuran’da “Samiri onları baştan çıkardı” der. Ses olarak çok benzer kelimeler bunlar.
5- Buradaki bir diğer mesele de bizce işi yapana dokunulmaması meselesi; Samiri’ye dokunulmaması ve Harun’a da dokunulmaması. Çünkü Tevrat’a göre Musa, Levililer’e “önünüze geleni öldürün” diyor ve binlerce kişi öldürülüyor buzağı meselesinden dolayı. Bknz Bu kabul de işi zorlamalara sokmuş olabilir. “O zaman bu öldürülmemede bir şey var” gibilerden..
Zimri - Samiri (Arabic) son of Salu was the Prince or leader of a family within the Tribe of Simeon during the time of the Israelites' Exodus in the wilderness at the time when they were approaching the Promised Land. At Abila or Shittim he took part in the Heresy of Peor, taking as a paramour a Midianite woman, Cozbi. Zimri openly defied Moses before the people who were standing at the entrance of the Tabernacle by going in to the Midianite. Phinehas, grandson of Aaron, killed them both by impaling them on a spear (Numbers 25:6-15).
Samiri (Arabic:, translit.: Sāmirī, Hebrew: / Zimri son of Salu, prince of the patriarchal house of the Simeonites, in Numbers, 25:14) is the name given in the Qur'an to the creator of the Golden Calf. He was the man who tempted the Israelites to forsake the worship of Allah while Musa (Moses) was away for 40 days on Mount Sinai while he and the other Sahabah (companions) believed Musa (Moses) had died.[1] The Qur'an narrates that Samiri gave the illusion that the idol was making a 'lowing' sound, and later exegesis embellishes upon this, narrating that Samiri did this by casting the calf into the dust upon which archangel Gabriel had tread.[2] In sharp contrast to account given in the Hebrew Bible, the Qur'an does not blame Aaron (Haroun) for the creation of the calf and instead praises him for trying to stop the worship of the calf.[3]
The Hebrew Bible mentions Zimri as a chief instigator of the later Heresy of Peor, and does not mention him in connection with the Golden Calf. However, his sinful character as depicted in the Bible makes plausible the role attributed to him by the Quran.
The Israelites subsequently launched an attack on the Midianites.[1]
According to a midrash, Zimri was the same person as Shelumiel son of Zurishaddai.
In Islam, Zimri appears under the name Samiri. Islam assigns to him also a major role in the earlier affair of the Golden Calf, which is not attested in the Bible. The Islamic account attributes to Zimri/Samiri many of the actions which the Bible assigns to Aharon - thus exonerating the latter, Islam's Propehet Harun, from involvement in the sinful worship of the Calf.
According to the Revelations of Saint Bridget, after his death, Zimri's soul was condemned to hell (Book 7, Chapter 19).
The modern Phineas Priesthood believe the story of Phinehas and Zimri provides divine mandate for the murder of race traitors; although the previous rebuke of Miriam in Num. 12 for criticising Moses for marrying an Ethiopian woman confounds this reading.
Taha suresi 97. ayette görürüz ki Musa, buzağı putu yapan Samiri'ye kızar ve "Yaptığın ilahına bak" der. Fakat İbn Arabi yukarıdaki satırlarda bu ayeti şöyle deforme eder, güncel bir Türkçe'yle yazdıklarını sadeleştiriyorum: Musa, Samiri'ye kızarken bile altın buzağı heykelini kastederek "yaptığın İlah'ına bak" der, yani Musa o heykel için "ilah" ifadesini kullanır, çünkü Musa o heykelin de Allah'ın bir tecellisi (görüntüsü) olduğunu bilir. Altını çizdiğim bölümde aynen bunları söyler Arabi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder